Text
dibe vurmak. "bir işte çok kötü duruma düşmek, hiçbir şeyi kalmamak, sonu gelmek, perişan olmak, batmak, yıkılmak". sözlükte yazan bu. sözlükte dibe vurmuş gibi hissetmek yok. çok kötü bir duruma düştüğüm oldu belki hiçbir şeyimin kalmadığı olmadı ama çok aç gezdim, perişan oldum, battığımı sandım, yıkıldım doğal olarak. böyle hissettiren nedir bunu çözmeye çalışıyorum. dibe düşmek istediğim zamanlar oldu. "bana daha kötüsünü ver ki bunu unutayım, daha kötüsü olsun ki bu artık geçmiş olsun" dediğim zamanlar oldu ama kendimi alıp dibe götürmedim henüz. daha kötüsü oldu. bu sefer dipteydim. kendim, bu sefer istemeden orda buldum kendimi. ben istememiştim ama belki de ben sebep olmuştum. öyle olsun istemedim. zaten öyle olmasını istemediğimiz ne kadar çok şey yaşıyoruz. aşağıya bir kere sert bir şekilde düştükten sonra öyle olmasını istemeyeceğim bir sürü şey peşi sıra meydana geldi. bakın arkadaşlar psikolojinizin rahat bir şekilde gezinememesi büyük bir sıkıntıdır. bunun yanında gerçek hayatta kendiniz için tutunacak bir dal bulamamanız durumu olduğundan çok daha büyük bir sıkıntı haline getirir. tutunacak dal da kendiniz olmalısınız, dalı tutan el de. o dal sizden başka herhangi bir şey olursa işin sonunda her şeyden nefret edecek hale gelebilirsiniz. iyi huylu hiçbir duyguyu tanımak, artık bilmek istemeyebilirsiniz ya da varlığını reddedersiniz.
bu tabii ki oluşacak en kötü senaryo. tutunduğunuz son dalın kırılması. bazıları biraz aç gözlüdür, çok şey isterler hatta onları doyurabilmek mümkün değildir. bazıları tek bir şeyin hayalini kurar. kimilerinin günaşırı istekleri olur kimisi yıllar yılı tek bir dileğe tutunur. kimilerini on tane araba huzurlu bir insan yapar kimilerini mutlu bir aile. çok istedim. bundan başka, daha önemli bir şey istemedim. büyüyünce anladım, ferrari almak mutlu bir aileyi mümkün kılabilmekten daha kolaymış.
aile ne ki? diyebilen bir insan bu yazıyı okumayı burda bırakabilir. aile, en önemlisi. aile, insanın amacını yerine getirebileceği ilk basamaktır. aile, iletişimi öğrendiğimiz yerdir. hissin, hissedişimizin ilk kapısıdır aile. bundan sonraki bütün kapılardan nasıl geçeceğimizi bu ilk kapı belirler. kapıları rahatlıkla geçebildiniz mi? ailenize borçlusunuz. geçemediniz mi? bu dersten sınıfta mı kaldınız yoksa görüp görebileceğiniz bütün kapıları kırıp atacak bir insan haline mi geldiniz? tebrikler ve teşekkürler, yine ailenize borçlusunuz.
eğer anlayışlı bir aileye doğmadıysanız kendinizi kanıtlamak zorundasınız. aslında değilsiniz fakat ailenize siz daha doğmadan hayalini kurdukları o kişi olmadığınızı, onların kafasında kurdukları gibi bir insan olmadığınızı anlatmak, ispatlamak zorundasınız. bu çok sancılı bir süreç ve oldukça can yakıcı sonuçlar doğurabilir. ve yine tabii ki ailenizdeki bireylere bağlı...
hayalimdeki ütopyada yaşıyor olsaydık bunların hiçbirini konuşuyor olmazdık. bu tarz gereksiz şeyleri düşünmek yerine nasıl daha mutlu olacağımızı, nasıl daha daha mutlu olacağımızı düşünebilirdik. bizi en, en çok mutlu eden şeyler hakkında yoğunlaşmamız için bir şansımız olurdu. fakat henüz mutlu bile değiliz. kimse mutlu değil görmüyor musunuz. insanlar yaşamı uğruna bir şeyleri yerli yerine koymaya çalışmaktansa gün geçsin diye yaşıyor artık. ya da herkes mutlu ve ben bir aptal olduğum için böyle yorumluyorum ama ilki daha olası. en alt kattayız. eksilerce gerideyiz. dediğim seviyeye gelebilmek için önce çok zorlu bir yoldan geçip sadece olduğumuz gibi olduğumuz için, kendimiz olduğumuz için yaşadığımız sorunları temizlememiz, sıfıra çıkmamız gerekiyor.
içine hiç girmek istemediğiniz, üstünüze de hiç oturmayan fakat ailenizin memnun ve tatmin olacağı "evet, işte tam da bu." diyeceği kalıplar var. bu kalıplar dolayısıyla belki yetersiz hissediyorsunuz belki paranız çalınsa ses çıkaramayacak kadar özgüvensizsiniz. belki de ailenizden duygusal ya da fiziksel şiddet görmek sizin için bir topluluk önünde konuşmaktan daha kolay. sorun değil. gerçekten. özgüvensizlik nasıl sizin suçunuz değilse bunlar da sizin korkularınız değil.
benim dilediğim dünya ve en nihayetinde aile, kimsenin kimseye karışmadığı, herkesin kendini geliştirmeye ve kendini mutlu etmeye odaklandığı, bizim dışımızdaki görüşlere, karşıt düşüncelere sanki onlar hiç var olmamalıymış gibi davranmadığımız bir yer. herkesin herkese hayatlarındaki bulundukları konumu gözetmeksizin saygı duyduğu bir yer. taşıdığımız sıfatları es geçip, yok saymayıp da en azından sanki o sıfatlarla var oluyormuşuz gibi davranmadığı bir yer. hakkımızda hayal edilen sıfatları taşımasak, ideallerine zıt da düşsek aile kabul göreceğimiz ilk yer olmalı. eğer ilk yer aile olmazsa hayat kaç x daha zor bilmiyorum. bunu ben ölçemem.
belki bir gün dünya böyle bir yer olabilir. fakat yüksek ihtimalle bunu göremeden ölmüş olacağım. dillerini başkalarından çekip kendilerine odaklanmaları. insandan tek beklentim bu. insan olabilmem için tek şart bu. insanlıktan memnun olabileceğim şart belki de koşulsuz saygı. statüsüz, medeni durumsuz, maaşsız, çocuksuz, belki okulsuz, dilsiz, koşulsuz şartsız saygı.
insanların yaşlıları yok saymadığı çocuklarıysa var edebildiği yer ütopyam. benim ütopyam bir deliyi dinlemeye değer görüyor. çünkü öyle uzun bir yolculuğu var ki. ütopyam engelin normal olduğu bir yer. ütopyam engellerin sadece kafamıza koyduklarımızdan ibaret olduğunu kanıtlar nitelikte, körlüğe, sağırlığa, bedensel bir eksikliğe ya da zihnin biraz noksan olmasına engel diyen bir yer değil ütopyam. bilmem hayvanların korktuğunu da düşünmüyorum. çünkü hayvanların insandan korkacak bir şeyleri olmamalı. kendini adam zanneden densizler de yok, büyük paralar uğruna yaşadığı yeri zindana çevirip adına siyaset diyen. benim ütopyamda kimse kimseye zarar vermiyor. ama bunu cana saygı duyduğundan yapmıyor. değerini anladığından, önemini gördüğünden zarar vermek incitmek aklına dahi gelmiyor. çözüm yolu bu değil. şiddet değil. kendi bencilliğinin sebep olduğu sorunları etiketleştirmek yok. zaten yargı da yok. çünkü yargılanacak kimse yok ütopyamda. kendi kafamın içinde burda yaşamaya devam edeceğim. çünkü mutlu olduğum tek yer burası. kendimi mutlu edebildiğim, insanların hallerine, kendini getirdikleri hallere ya da sebep oldukları lanet şeylere üzülmediğim tek yer burası. ben hayal kuran bir insan değilim artık. gerçekleştirmek istediğim pek bir şey yok açıkçası ama bu olurdu. eğer bir hayalim olacak olsaydı o da bu ütopyayı gerçek kılmak olurdu.
10 notes
·
View notes
Text
küçükken neyini iple çekiyorduk ki büyümenin. ne zannediyorduk büyümeyi. belki çocuk olmak zor geliyordu. aslında çocuk kalmak zormuş, büyüyünce anlıyorsun.
belki de ciddi bir oyun sanıyorduk geleceği, büyümeyi. kurallarını kendimizin koyduğu, istediğimiz zaman girip istediğimiz zaman çıkabildiğimiz bir oyun. tek söz sahibi biziz. dünyanın, komşu çocuğunun, patavatsız ve aynı zamanda henüz kendini gerçekleştirmenin kıyısına dahi gelmemekle birlikte kendiyle uzaktan yakından alakası olmayan fakat etrafındaki her şeye, herkese basmakalıp etiketler yapıştıran akrabaların olmadığı bir oyun. olmak istediğimiz bir sürü şeyle birlikte kendimizi yalnız varsaydığımız kesin.
şuan hangi yetişkin kendinden emin ki çocukken emin olduğu kadar. hazır cevaplar, net ve keskin cümleler, kararlı bakışlar... büyüdükçe eylemleri bırak düşünceler dahi sekteye uğruyor sanki. ışıl ışıl gözlere bir buğu iniyor bir de biz davet etmişiz gibi gitmek bilmiyor. konuşmalardaki netlik ihtimallere merdiven dayıyor zaman geçtikçe. merdivenden çıkınca uzun uzun, açtığımız kapı olmazlar oluyor. olmaz, bilmiyorum, yapamam, yeterli değilim... zaten olumlu ya da olumsuz herhangi bir düşünceyi eyleme rahatlıkla dönüştürebilen insanın sorunu kendisi değildir.
en önemli dönemin çocukluk olduğunu biliyorum. tabii ki hayatta hiçbir şeyi geri alamıyoruz fakat yakın zamandaki sorunları halletmek sanki taa ebesinin nikahındaki sorunları halletmekten daha kolay. kolay ama zeminsiz. bir de ergenlik, o, bu, şu, bir şekilde yolunu buluyoruz ama o yol pek gidilecek gibi değil. atlatamadığımız travmaların, acıların, hayal kırıklıklarının dumanı üstündeyken bir köprü inşa etmeye çalışıyoruz. kimisi atar o köprüden kendini, kimisi iyice düşer, köprüyle birlikte, kimisi gerçekten güzel zamanlara varabilmek için ister o köprüyü. ama köprü inciniyor, parçalanıyor, biz parçalanıyoruz, ayrılıyoruz kendi içimizde hem de birçok kez. köprü geçilebilecek gibi değil. ne için. geleceğe varabilmek için. bugüne gelebilmek için. bugün yok ki. gelecek yok. çocukluğu olmayan birinin geleceğinin güvenliği ne derece söz konusu olabilir, pek bilemiyorum.
daha çocukluk sorunlarını, geçmişin yükünü sırtımızdan atamadan bunlara ek olarak güncelin ve gidip gidemeyeceğimiz meçhul olan geleceğin yükünü sırtlanıyoruz. sonra da işte koca bir karmaşa, akılalmaz döngü, kimlik kavgası, kendiyle konuşmayı bilmeyen, ağlamaya yüz çevirmiş yetişkinler, her haltı onun oyunu zanneden çocuklar, nereye gideceğini bilemeyen, rota kavramını yoksaymış ergenler. farklı kişilerden bahsetmiyorum. bir yaşama sığmaya çalışan dönemlerden bahsediyorum. zamanda kaybolmuş bir ileri bir geri giden yaşama.
şu sıralar da en çok böyle hissediyorum. zaman, hapishanemmiş gibi. nasıl geçer, kendi kendine geçmez biliyorum. önüne geçmek lazım, zamanın. bak bildiğim bir şey de varmış. bilmem ki, kendimi, içine böyle hapsettiğim bir kavramdan kaçmak. ne ileri ne geri. mutsuzum geçmişe ve şimdiye de. orda da mutsuzum. orası neresiyse. kendimi bu durumun içine kendim soktuğum için mutsuzum yanlış anlaşılma olmasın. haa buraya düşmeden mutlu muydum. hayır öyle olduğunu zannetmiyordum ama öyleymişim. ve bunu hayatın her döneminde yaşayacağız. eminim. dönebiliyorsak eğer, dönmek lazım. ortada çözülebilecek bir sorun bekliyorsa soruna doğru gitmesek bile en azından sorundan uzaklaşmamak lazım. çok geç olmadan. bizi mutlu eden şeyler ebedi değil çünkü. çünkü insan kendini mutlu eden şeylere hem aşık olup hem de sövebiliyor eşzamanlı. haa mutlu olacak başka şeyler arar mısın? ne mutlu arıyorsan. aramaya, küçük bir dolanmaya kendi etrafında halin varsa ne mutlu.
zaten zamanla iyi olan bir şey de yok. tahammül ve bağışıklılıkla alakalı bir durum. zaman her yerde aynı geçmiyor demiştim, geçmiyor işte. ama zaman korkutmuyor beni. bir yere koşmuyorum aceleyle, gitmek istiyorum, henüz rotam bile yokken. hep gitmek istemişim, doğru, küçükken de gitmek istiyordum. yolculuğun her türlüsü güzel zaten. ama bazen de anlamıyorum neden sığdıramadık kendimizi buraya. sığdırmak istemedik ki, buna gerek olmamalıydı. uyumsuz olan biz olmak zorunda mıydık. uymayan ben değilim, uydurmayan da. bize vasıf buldum yanlışlıkla. çünkü o kadar hiçbir şey olamadık ki. hiçbir şeyleriz biz derdim hep. ondan mı böyle oldu acaba. ama şey olmak isterdim. ölümün korkutacağı bir insan olmak isterdim bu hayatta en çok.
on sekiz yaşındayım baya da yaşlıyım dediğim zamanları hatırlıyorum, yirmi beşe gelmişim, haberim var mı yok mu belli değil. yaşamaya değer bir şey bulamamışım. yaşamaya değer bir şey aramazsın zaten. bir bakmışsın, o seni bulmuş. yani herhalde öyle oluyordur. öyledir. öyle tahmin ettim. bence öyle. bitti.
16 notes
·
View notes
Text
insanlar birazdan bahsedeceğim konuda sanırım ikiye ayrılıyorlar. zamanında bir şeylere geç kaldıktan sonra her şeye koşanlar ve hiç acele etmeyenler. her şeye koşanların kaygısı bir daha hiçbir şeye yetişememek oluyor, bir daha geç kalmamak, daha fazla kaçırmamak. bu, zamanında kaybettiği fakat zaten hiç onun olmayan şeyin niteliğine göre değişir. hiç acele etmeyenlerde bıkkınlık seziyorum. olan olmuş, giden gitmiş -bu bir insan değil- ölen ölmüş kafası. bu kafaya girmek, bu kafadan çıkmak kadar zor değil sanırım. garip bir döngü bekliyor hayatın olan, hayatında olan her şeyin kapısında. en sevdiğin şeyleri yapmak dahi bir anlam ifade etmiyor. aynı zamanda en sevmediğin şeyin sana yapılması da. çünkü önemi yok. insan beyni olumsuza odaklı. sanırım bu konuda da ayrılıyoruz. önemli olan bir şeyi yitirdikten sonra geri kalan çoğu şeye elleriyle, kollarıyla, olabildiğince samimi aynı zamanda istikrarla sarılanlar ve elindeki değersizlere bakanlar, elleri dahi değersiz olanlar. bu demek beklentisiz yaşamak demek. kendin dahil, hayattan, etrafında olan her şeyden hiçbir şey beklememek. bu yolun sonu kendini bile önemsememeye varıyor hem de en önemlisi kendinken. çünkü sen varsın kendinde, kendiliğinden. varsın çünkü, en nihayetinde varsın. sen her ne kadar farklı ihtimalleri istemiş olsan da varsın. insanların yargısı beni hiç ilgilendirmiyor. kendi istedikleri yüzünden kendini yargılayanlardan bahsediyorum. ne olacak, olmayacak bir şey istediysek? bir sefer ya. hiç olmayanları, olamayacakları bir oldurabilseydik. bir seferliğine.
salmak lazım. kendine yük olmak hiç lazım bir şey değil çünkü. çünkü başka hiç kimse, hiçbir şey seni etkileyemiyorken ne gerek var, sırtında bu kadar yük varken kendi kafana bu kadar ağırlık yüklemeye ne gerek var hem de hiç kimsenin yükünü paylaşma zorunluluğu yokken. kendine ağır gelme probleminin içinden çıkmak çok zor bana kalırsa. bu kadar cümlede bahsettiğim tek şey buyken sanki hiçbir şey anlatamamışım gibi hissediyorum. problem değil çoğu zaman kendimi anlamam. her şey oluyor, bitiyor. bazı şeyler belki hiç bitmeyecek ama ne önemi var.
geç kaldım hayata daha büyümeyi beklerken hem de çoğu şeyi erken yaşadım zannederken. meğerse önemi yokmuş, bunun da.
5 notes
·
View notes
Text
çok sevdiğim şeylerden uzaklaşmaya başladım. zaten ben neyi sevsem bir şekilde uzaklaşıyorum. düşünmekten nefret ettim. önceden benim için düşünmek, pozitif bir şeydi. beni gerçek dünyaya oldukça bağlayan aynı zamanda gerçek dünyayla olan bağımı koparan bir şeydi düşünmek. şimdilerde sanki bana zarar veriyormuş gibi geliyor. buna bile karar veremiyorum. düşünmenin yerini paranoyaklık mı alıyor yoksa bunlar aslında gerçekten var olan şeyler mi ve bunları görmem mi gerekiyor bilemiyorum. kendime zorla mı gördürüyorum. yok. bilemiyorum ne olduğunu. önceden kendime hayret ederdim, bazen bu aklıma nasıl geldi, nasıl bunu düşündüm derdim. artık pek diyemiyorum. çünkü buna şaşıramıyorum artık. çünkü artık bu alışıldık oldu. düşüncenin saf haliyle, şimdilerde, aramızda böyle bir olumluluk göremiyorum. her zaman da bu kadar sevmedim tabi düşünmeyi. düşünmeyi durdurabileceğime inandığım zamanlar oldu. bir şeyi düşünmeyi durdurmanın yolu başka bir şeyi düşünmekmiş, silip atmak, durdurmak, yokmuş gibi yapmak diye bir şey yokmuş. her şeyde olduğu gibi bunun da evresi varmış, sonradan anladım. belki de yoktur ve bunu da ben uydurmuşumdur. çünkü her şey kötüye gitmek zorunda mı? her şeyin mi fazlası zararmış gerçekten? bu hayatta bana cazip gelen pek bir şey yok, yazmaktan başka. umarım bir gün bundan da nefret etmem. kendimle neden bu kadar sorunumun olduğunu düşündüm mesela. keşke bu sorunlar başkalarıyla alakalı olsaydı. keşke derdim başkaları olsaydı o zaman daha kolay olurdu. çünkü kendime sorduğum soruların tek bir cevabı olmuyor. birden çok şeyin içinde kaybolup duruyorum. nerede yaşıyorum? kendimi hapsettiğim bu döngüde. keşke doğurabilsem kendimi, birçok kez. içimdekilere somut bir beden verebilsem. yine her şey daha kolay olurdu. hepsi farklı şeyler isterlerdi, farklı şeyler yaparlardı. ve ayrı bir birey olarak bir bütünün parçası olabilirlerdi. olamıyorum. olmak zorunda mıyım. kesinlikle değilim. ben hiç kimse olduğumu biliyordum. hepimiz hiç kimseyiz, hiçbir şey değiliz zaten bana kalırsa. bununla sorunum yoktu ama bütün sorunların aslında bu düşünceyle peydahlandığını, büyüdüğünü ve geliştiğini farkettim düşününce. ben kim olduğumu bilmiyorum. ve bence herkesin bilmesi gerekmez. ve bence zaten kimse kim olduğunu bilmiyor. hepimizin geçmişi var, deneyimleri, hayal kırıklıkları, mutlulukları, bazılarımızın gerçek bir ailesi var, bazılarımızın yok. gerçek derken şeyden bahsediyorum, biyolojik ya da biyolojik olmayan anne babanın var olmasından. sadece bu. tam olarak gerçek bir aile olmaktan bahsetmedim. gerçek bir aile bana göre nedir? bilemiyorum belki başka bir yazıda konuşuruz bunu çünkü bence bu apayrı bir olay. her neyse. var işte bir şeyler. yaşadığımız, yaşamadığımız, yaşamak isteyip yaşayamadığımız, aaaaasla istemediğimiz ama maalesef başımıza gelen şeyler var. en nihayetinde bizi biz yapan şeyler. her şeyi sıfırlayabilseydik yine aynı kişi olur muyduk? kesinlikle olmazdık. bence hiç kimse olmazdı. demek istediğim kişiliğin tamamen bambaşka bir boyuta taşınması ya da şuan olduğundan apayrı bir hale bürünmesi değil. bazı şeyler yaşadığımız gibi gelişmeseydi, kendimizle alakalı bazı bileşenleri çıkarabilseydik geçmişimizden, mesela aile gibi, olmadık zamanda hissettiğimiz şeyler gibi, ilkokuldaki en sevdiğimiz ya da hiç sevmediğimiz öğretmenimiz gibi, ilk aşk gibi, mesela herhangi bir taşınma süreci gibi, çıkarabilseydik ya da bir şeyler ekleyebilseydik aynı kişi olur muyduk? olur muydun? aynı şeyleri seviyor ya da sevmiyor olur muydun? ben olmazdım. sen de olmazdın. olma zaten. zaten insanın buna ihtiyacı var en çok. kendini sıfırlamaya. hepimizin bağlı olduğu bir şeyler var, gözle görülür, görülmez, herkesin farklı bilemiyorum. ama bu bağlılıkların bizi etkileyişi -isteğimiz dışında gelişen- net bir şekilde gözle görülebilir bence. bu bağlılıklar ırk olabilir, din olabilir, aile olabilir, ülkü olabilir, ülke olabilir. olur da olur yani anlayacağın. bu bağlılıklar kötü. bu kadar bağlanmak kötü, bağlı olduğun şeylerin çok fazla olması apayrı kötü. bazıları isteyerek bağımlı olur, bazıları mecbur kalır
başkalarının doğrularını kabullenmeye, bazıları kabullenmez. ben sanırım olduğumu sandığım kişi değilim. geçenlerde tokat etkisi bıraktı bende bu düşünce. neyi sevip sevmediğimi kesin olarak biliyorum, doğrum yanlışım da gayet kendimin. sanırım yaşam tarzı olarak kendim değilim. yaşayış biçimi olarak. bilemiyorum. sen de sandığın kişi olmayabilirsin, bunun için bugün burda buluştuk. her sevdiğin şeyi aslında sevmiyor olabilirsin, belki sevdiğini sanıyorsundur, öğretilmiştir, öğrenmişsindir. hepimizin ihtiyacı olan bir boşluk var. kendimiz için, hayatımız için ihtiyacımız olan bir boşluk. bulmamız için kendimizi, belki de baştan yaratabilmek için. sıfırlayabilmek ve temize çekebilmek için ihtiyacımız olan boşluk. görebilmek için, gerçeği. ben sanırım birçok şeyi aynı anda istiyorum. ve bir o kadar da istemiyorum birçok şeyi gerçekten. bilmiyorum. karar veremiyorum. bana iyi ve kötü hissettiren eylemleri biliyorum. yazarken farkettim biraz da yaratıcılığı yitirmeye takıyorum sanırım. kendimde sevdiğim tek şeyi yavaş yavaş kaybetmeye. belki de bir vasfımın olmaması. herkes vasıflı olsun mu, herkes vasıflı olacak diye bir kural var mı, kesinlikle yok. ama vasıflı ve vasıfsızın hislerinde kesin farklar mevcut. kendimi kısıtlıyorum belki, belki denemiyorum. deneyeceğim. umarım sen de denersin. ve kendini çokça seversin. umarım kendin olmuşsundur ya da umarım bulursun ve umarım bulamasan bile en azından bir düşünürsün.
9 notes
·
View notes
Note
en beğendiğin çizimin hangisi ?
shopierdeki bias, boşluk ve 3. gözün yerleri çok ayrı
0 notes
Text
mis gibi hilal var. ama ben dolunayı özledim. benim gönlüm dolunayda. olsun, problem etmiyorum, dolunayın sikinde değilim çünkü. gerçi artık çoğu şeyle problemim kalmadı. mesele bendim, kendimi de saldım artık. her zaman söylediğim ben hiçbir şey bilmiyorum devri kapandı sanırım. sanırım o defteri de dürüp kolumuzun altına aldık. kabullenemediğim şeyler hala var, ama ben kabullenmek istemiyorum. zaten bunlar da bana bir yük değil. eğitmenlerim oluyorlar kabullenmediğim şeyler bir süre sonra. öğreniyorum. bencillik öğrenilebilen bir olguymuş mesela. başlı başına, ezelinden beri taşıdığımız bir sıfat değilmiş. sonradan öğrendim. iyi de oldu. biraz bencil olabilince kişisel alanımın az da olsa genişlediğini hissettim. çoğu suçun, travmanın ya da belli başlı korkuların altında yatan bencillikten bahsetmiyorum. kendini ifade etme biçimi diyelim. benim için önemli olan bu oldu artık. çünkü zamanında insanlar üzülmesin, benim sebep olacağım herhangi bir kırgınlık yaşanmasın diye o kadar uğraşmışım ki şimdi uğraşmayı bırak düşünmüyorum bile. çünkü banane diyebiliyorum. banane, bu benim problemim değil. böyle böyle problemimin kalmayacağını düşünüyorum. pek de kalmış sayılmaz zaten. bu uzun, sancılı, bolca mutsuzlukla geçen yıllar içinde kendime katabildiğim en güzel şey, bunca şeyin ortasında farklı pencerelerden bakmanın yanında başka başka pencereler açabilmek oldu sanırım. çünkü bir yüzün görünen kısmı önü olduğu gibi, görünmeyen kısmı, arkası da var. bir düzün bir tersi var. ama asıl olan, oraya buraya çevirip de göremeyeceğimiz içi var. boş bardak, dolu bardak, yarısı dolu, yarısı boş bardak varsa hiç boş olmamış ya da hiç dolmayacak bardaklar da mevcut. aynı insanlara yüklediğimiz, yüklemek istemediğimiz, gördüğümüz ya da göremediğimiz sıfatlar gibi. insanlar bazen iyi, bazen kötü, önceden iyi sonra kötü, önce kötü sonra iyi ya da hep iyi hep kötü. asla kötü olamayacak, hiç iyi olamayacak gibi. farkediyorum ki, ne yazıııık kiii insanlar, bu insanlar tarafından uğradığı kötülüklerin acısını kendilerinden çıkarıyorlar. neden ki. ne gerek var ki. başkalarının eylemlerine bu kadar odaklanmayı saçma buluyorum ikili ilişkilerde. insanlar her şeyi yapabilir, hiçbir şey yapmayabilir. insanlar bir gün yaptıkları şeyleri yapmayı bırakabilirler. karşılarında bizim olmamızın hiçbir önemi yok. biz kendi payımıza düşeni yaşıyoruz, hissediyoruz diye yaptıkları, yapmadıkları ya da yapmayı bıraktıkları şeylerden dolayı herkesi bu kadar kolay yargılamamalıyız bana kalırsa. çünkü karşı tarafın da kendine düşen bir pay var. sanıyorum ki her duyguyla henüz arkadaş olamamış insanlar bu tarz olaylardan etkileniyor, karşı tarafı yargılamaya müsait ve kendilerini haddinden fazla üzmeye meyilli oluyorlar. ama evet, en nihayetinde her duyguyla arkadaş olabilmek lazım. duyguları öpe koklaya koynumuza sokmadan, ben bunu asla istemiyorum, şuanda böyle hissetmek istemiyorum diyip onları kışkışlamadan önce bir oturup konuşmalıyız onlarla. bakalım bizden neyi alıp götürmek istiyorlar, bize neyi katmak istiyorlarmış. ne kadar misafir kalmak istiyorlar, bizim ne kadar sürecek bir misafirliğe mecalimiz ve zamanımız var falan filan. fakat burda da hayatın her alanında olduğu gibi önemli bir mesele var tabii ki. duygulara bağımlı kalamadan bitirebilmek bu arkadaşlığı. herkesin uyuşturucusu farklı, herkesin farklı bağımlılıkları var. ama benim gördüğüm, böyle bir konu hakkında hiçbir bilgeliğim olmadan, tamamen kendi deneyimlerime dayanarak söylüyorum ki duygulara bağımlı olmak en fenası. bir kere zaten, karakter diye bir şey kalmıyor öyle bir raddeye gelince. içini yer bitirir, yemez bitirir, bir şekilde içinizdeki bir şeyleri bitirir. bitirsin, her yolun dönüşü var. hepimizin kalbinde zamanını bekleyen bir anka kuşu uyuyor. aynı zamanda çok sevdiğim bir yazar, Akilah demiş ki "potansiyeline doğ, kaderinin efendisi ol, olmaktan, doğmaktan, dönüşmekten yoksunma..." potansiyelimin şerefine, şerefine potansiyellerinizin, şerefe tüm ankalara.
1 note
·
View note
Text
problemim nefes almaktı. öyle sanıyordum. zaten, ben, hep sanardım. benim problemim ilk nefesi alabilmiş olmakmış. kim bilebilir ki. bilseydim ağlamazdım o gün. bilseydim eğer bana ait olmayan, benim ait olmadığım bir yere gitmemek için ne yapabiliyorsam yapardım. en başından çözerdik, bilseydik. kabul etmiyorum benimki acizlik değil. kaçış da aramıyorum. kaçmıyorum ki hiçbir şeyden. hiçbir şeye koşmuyorum da. benimki masum bir düşünce. ölümden başka hiçbir şeyde huzur olmadığı düşüncesi. huzur düşlerken ölümün kapısını tıklatırken buluyorum kendimi, sanki en çok huzuru öldüğümde bulacakmışım gibi. nefes alırken içimin ağrımasının son bulmasını istiyorum. gözümü kapattığımda gördüğüm, hiçbir şey olmayan bir yerde yalnız başıma olduğum. somut hiçbir şey yok. yok. böyle şeyleri konuşmaktan çekinirdim. yargılanmaya çok müsait bir konu, diğer bakış açılarına göre. önemsemiyorum. ben kimsenin yaşama aşkını yadırgamıyorum. ben de böyleyim. kabullendim. merak yok. ilgimi çekmiyor bir şey. kinyas ikna etmeye çalışıyor bir yandan, kayra ısrarla hiçbir şey yok diyor. kabulleniyorum, ikisine de inanıyorum. her şey var da demiyorum. hiçbir şey yok da demiyorum. ben ilgilenmek istemiyorum. belki en başından beri kendi hayatımı kovalıyor olsaydım değecek bir şeyler bulurdum. bir dakika öyleyim, öbür dakika böyleyim. güzel olmak istemiyorum ama makyaj yapıyorum. insanların güzel olduğumu söylemesi beni deli ediyor. kendi tercihim olmayan, hiçbir bütünleyenini kendim seçmediğim şeye teşekkür ediyorum. güzelliğe. daha saçması yok. en yetenekli olmak isterdim. bilmem en zekisi olabilirdim. tamamen beyaz bir iyi olabilirdim. en çirkini olabilirdim. olmadım. insanların baktığında sadece yüzümü görmeleri bayıyor. hayır, sikik burnum estetik değil, evet. bla bla bla. hep daha fazlası var. kimse önemsemiyor. umrumda değil. bu artık benim problemim değil. bir gün geçecek her şey neden bu kadar önemseniyor. geçecek diye mi, bitecek diye mi. kendimizin zamanını mı tutuyoruz. en doğru zamanda, en iyi bağlamda potansiyelimizin getirdiği verimi mi satıyoruz. bunu pazarlamak mı amacımız. bir çocuğum olsun isterdim. bilmem, bir engeli olsaydı nasıl olurdu. o en güzel engelli çocuk olurdu, ben en güzel engelli annesi. gösterirdik bir şekilde belki dünyaya, saklanması gereken şeyin kesinlikle bu olmadığını. ona kendi düşüncelerinden başka hiçbir şeyin engel olamayacağını gösterirdim. en yakın arkadaşım olurdu. hiçbir şey bilmiyorum. onunla öğrenmek isterdim. birlikte öğrenmek. öğretmenim olsun isterdim. belki beni çok severdi. sevmezdi. beni hiç sevmezdi. insanlara bayılmıyorum. onlar da bana bayılmıyor. bir şekilde idare ediyoruz. şöyle bir sevgi isteyebilirdim, çünküsü olmayan. kızı olduğum için, annesi olduğum için sevilmek başka. sayılmaz. babam beni o kadar sevdi ki hiçbir türlü sevgiye aç olmadım. aramadım. içimden gizlice talep ettiğim şey sevilmek olmadı. ben sevdim zaten. bir kendimi sevemedim. belki sevilmek değil benim dediğim. kabul görmek ne düşünürsem düşüneyim. saygı duyulması belki. ne olursa olsun. yargılar hiç umrumda değil, beni hiç de etkilemiyor. ben bakılmayı, süzülmeyi sevmedim. hiçbir zaman. ben görülmeyi sevdim, herkes işine geldiği gibi gördü. yo, önemli değil. insanlar yanlış anlıyor, anlasınlar. duvarlarımı onlardan nefret ettiğim için ördüğümü sanıyorlar. sanki onları sevmediğim için var dikenlerim. duvarlar onlar için engel değil. benim engellerim, beni dışarı çıkarmıyorlar. buz gibiliğim kendime. suratsızlıksa aynaya baktığımda ne gördüğümle alakalı, kimi değil, beni değil. dikenlerim varsa onlara değmiyor, bana batıyor. kendimden etkilenmiyorken kimseden saygı bekleyemem. dengesizin tekiyim çünkü. ama bir kere olsun bu dengesizliğin olumsuz bir sıfat olarak nitelendirilmesindense en azından "o da öyle" denilmesini isterdim. problem değil. ben kendime diyorum. kendime katlanamıyorken bazen, kimsenin sebepsiz sevmesini bekleyemem. küçük bir kızın bile. sadece bana muhtaç olan birinden bile. çünkü bırakırım. benim derdim ölmek değilmiş. yüz on yıl yaşasam ne farkeder yirmi yıl daha yaşasam ne farkeder.
benim derdim olmamakmış. hiç nefes almamakmış. adımını hiç atmamakmış bu tarafa. ölmeyi değil varolmamayı diliyormuşum meğerse. keşke beni yok edebilecek bir şey olsaymış. hiç olmasam, kimsenin hatrında da olmasam. ama varım. ne yazık ki. kendim yapabilir miyim ki bunu. nasıl yok ederim her şeyi. boş bir zihni nasıl elde ederim, başkalarının zihinlerinde, benimle alakalı olan her şeyi nasıl silerim. bilseydim, keşke bilseydim.
7 notes
·
View notes
Text
yaşlandıkça kibirleniyorum. belki yalnız kaldıkça. belki de yaşlandıkça yalnızlaşıyorum. önemli değil diyorum kendime. gerçeği görüyorum. gerçek zaten bir benim umrumda sanki sikik dünyada. gerçek gözümde, ellerimde, dilimde, kucağımda koca bir yalnızlık reddediyorum her şeyi. yaşlandıkça reddettim. hem kabullenmeden önce hem sonra. okulun sikik eğitimini reddettim kendi küçük kafamda. yeri geldi aileyi reddettim. arkadaşmış sevgiliymiş, hiçbir önemi yok. zamanı geldi tanrıyı reddettim, tanrı olmak istediğim için değil. bir baltaya sap olmak isterdim önceden, sapını reddettim. hiç mi hiç aklıma gelmezdi her şeyi kesip geçen taraf olacağım. oldum. bana yakışmayan ne varsa yaptım. kim karar verdi bana yakışıp yakışmayan şeylere. ben verdim, ben ezdim geçtim. birçok şeyi bir kerede sildim. birileriyle alıştığım şeylere yalnız devam ettim. üzüldüğüm oldu bazen belli etmedim. eninde sonunda da hiçbir şey kazanmadım. zaten kazanmak için oynamadım. ben. zaten. oynamadım. hep izledim. kendime ne yaptığımı. bana kimse zarar vermedi. ben yaramı deşmelerine müsaade ettim. küçükken de farkındaydım her şeyin. biliyordum böyle olacağını, oldu. geleceği de biliyorum. olacak. ama önemli değil. böyle bir dünyada, önemli değil. geçen kış bir adam donarak öldü Kadıköy’de. bu kış da ölecek. başka bir Sami Babacan. önemi var mı adının. hayatının önemi var mıydı. sanırım yokmuş. sanırım o soğukta yatan adamın yanından geçen herkesçe o adamın hayatının bir önemi yokmuş. ben insanlığı geçen kış reddettim e yani haliyle yanında promosyon olarak bir küçük umudu. en nihayetinde siklememeyi öğrendim. belki bu kış ölse biri, soğuktan. ölsün abi banane diyebilirim. belki de sadece yazık derim. şu anda ben kimsem, sarıldıklarım ve reddettiklerimin eseri. hepimizin öyle. ortada bir zarar halihazırda mevcut ama suç diyemem. belki de derim. kurban da benim, katil de benim. siz hiç istifinizi bozmayın, ben ağzına sıçayım o pembe gözlüklerinizin bu boktan daha bok hayata prensesler gibi bakmanızı sağlayan. ya da bana da bir tane verin, bir polyanna da ben olayım. gerçi siz paylaşmayı bilmiyordunuz. benim lafım size değil. ben hiçbir şeydim. artık siz de hiçbir şeysiniz. bu benim size giydirişim değil. düzene yakarışım da değil. bu benim kendimle yüzleşmem. hayattan bir şeyler alabilenler, ellerini doldurabilenler bazı şeyleri istemiş olanlar. ama yine de ben, buna rağmen kendinden verenlere kaybeden diyemem, kendini de vermedikçe. bazılarına her şey de yetmiyor hiçbir şey de. kimilerine de bazı şeyler çok çok fazla geliyor. denge, sanırım tersten işliyor. eğer işler biraz iyiye giderse dönüp bakmak için yazıyorum bunları. geç boşalma diyebiliriz. şimdi hissediyorum ama orgazmı bundan sonraki defter de bittiğinde yaşayacağım. o zaman belki farklı görünürüm belki farklı yazarım belki de tamamen farklı biri olurum. çünkü hayatta ilk defa bir şey başarmış olarak sayacağım kendimi. bunu yazıyorum şuan, başarabilmek için. başlayabilmek için. Başlangıç’ı ve Okçunun Yolu’nu bitirdim. yolum evrildi. hiçbir şeyden korkmadığımı sanıyordum. varmış korkum, başlamaktan korkuyormuşum. çünkü her şeyin mükemmel olmasını istiyormuşum. çünkü her şey bittiğinde ve ben aramaya başladığımda kusur bulmaktan korkuyormuşum. önemli değil. her şey mükemmel olsa bile hiçbir şey mükemmel kalmayacak. bugün arayıp bulamasam bile bazı kusurları, yıllar sonra ben hiç aramadan onlar kendini göstermeye başlayacak, kendiliğinden. bu defter bittiğinde kendime hiçbir şey bilmiyorum demeyi bırakacağım. çünkü hiçbir şey bilmesem bile, her şey hazır olduğunda başaramasam bile, hiçbir zaman, ben, başarının yanından geçemeyecek dahi olsam artık başlamış olacağım. belki yolda öğrenirim. benim hep kafam karışıktı hiç de hedefim yoktu. ben sizi bıraktım, kendime şans veriyorum. gidecek yeri olmayan, zamanın içinde öylece süzülüp duran benliğime vücut arıyorum. varacak yeri belli olmayan yolculukları hep daha çok sevdim ama bu farklı. bu benim kendimle yüzleşmem. bu benim, kendimle kendimi milyonuncu tanıştırışım. kabulleniyorum bütün benleri. kurbanı, katili, baltayı, sapını, sapı tutan eli.
7 notes
·
View notes
Note
birşey isteyebilir miyim. çalan parçaları liste olarak yazabilir misin? benim içinde farklılık olur hem dinlemeye ihtiyacım var çünkü
hangi çalan parçaları tam olarak :D
0 notes
Text
kendimden pek hoşlanmıyorum ama insanları hiç sevmiyorum ya. şimdiye kadar hep olmazlara ihtimal vermişim. bunu farkettim. aslında sevmek istemişim insanı. sevilecek bir şey bulmak istemişim. bulamadıkça iğrenme gelmiş hep. dışarı çıkıyorum. izliyorum. keyif alıyorum izlemekten buraya kadar problem yok. iş çözümlemeye gelince bir canım sıkılıyor ki defter sorma. hep yapay. her şey yapay. ilgiler bile göstermelik. maslow eğer hala yaşıyor olsaydı piramitteki fizyolojik ihtiyaçları göt yalamakla ilgili bir şeylerle değiştirirdi. kusuyor olmalı bu duruma. epeydir. gerçi anlıyorum. anlamıyor değilim. birinin biriyle bir ortak noktası varsa yanında tutmak istiyor. insanlar insan biriktiriyorlar. işlerini düşünüyorlar. ihtimalleri. sağlanacak faydaları.
hala ihtimal vermek istiyorum. istediğim aşk değil. sevgili, ilişki değil. istediğim çift taraflı bir şey değil. sevebilmek istiyorum. sevebileceğimi görmek istiyorum. olduğu kişiyi beğenmek istiyorum birinin. benimle alakası olmasın. insandan bahsediyorum burda. yapay olmayacak insandan. doğa gibi. ağaç gibi. ne bileyim. hayvan gibi. kusasım gelmesin. bir iğneleme görmeyeyim. olduğu gibi olsun. kaygısız. çünkü dışarı baktığımda gördüğümün oyuncak fuarından farkı yok. yapay çiçekçiden farkı yok. herkesin kendi dükkanı var. dükkan, kendisi. yaşıyor herkes. canı yok kimsenin. bakıyorsun sahte. konuşuyorsun sahte. dokunuyorsun sahte. hırsızlık bu düpedüz. uçurtma avcısında diyor ki khaled hosseini "yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. o da hırsızlıktır. onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir. bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı çalmış olursun. yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun." ben işin din boyutunda değilim, günahıyla sevabıyla ilgilenmiyorum. hiç de sikimde değil. yanlışlığıyla ilgileniyorum. gerçi gerçek bir tane, herkesin doğrusu yanlışı kendine tabi. ama bana göre yanlış en azından bunu söyleyebilirim. hem zor da bir şey ki. mesleği var lan bunun. insanlar para kazanıyorlar. eğitim alıyorlar lan bunun için. şimdi tebrik edesim geldi bak. ey ahali. yapay sürüsü. tebrik ediyorum sizi duydunuz mu. kutluyorum. bravo size. büyük iş, yaptığınız, nerden baksan. ama bana sorarsanız ki sormazsınız, öylece kendi halinizde nefes almaya devam edin siz. siz bence üremeyin. eğer bana kalırsa ki kalmaz, siz hepiniz toplanın bir yere yerleşin. cennetiniz olsun orası sizin. birbirlerinizi bulun. başkalarınızı kendinize alet etmeyin, uzak tutun rollerinizden. nasıl ama. yok değil mi. olmaz değil mi. hiç ama hiç mümkün değil. olmaz tabi. olmadığından zaten sizin dışınızda kalanlar dağlara tepelere çıkıyorlar. hep uzaklar. uzağındalar her şeyin. sen hiç gördün mü insanın yığıldığı yerde, her şeyin merkezinde yaşayan bir düşünür, ermiş. ne iyi olurdu siz hepiniz gitseniz. kimse olmasaydı yanımda yöremde. ne güzel olurdu. kapatıyorum gözümü. yeşillik alabildiğine. bir nefes kocaman, mis. çıt yok. insan sesi yok. araba yok. hiçbir şey olmasın. bir ben olayım, toprak olsun yanımda. çiçeklerle konuşayım. ağaçlara yaslanıp uyuyayım. sırtımı dayadığım bir ağaç olsun. biri değil. olmasın bir koşturmaca. hayvanlar itsinler beni arkamdan. birileri değil. yaktığım ateş istesin gözümün içine bakmayı. ellerimin soğukluğunu bir o ateş bilsin. kafamı kaldırayım. dolunay istesin beni öpmek. sahte bir adam değil. toprağa yatıp izleyeyim yıldızları. ama acelem olmadan. bir yere yetişmem gerekmeden. kalayım öyle. bir saat. üç gün. on yıl. bütün ömür.
açıyorum gözümü.
tavan. tavan var karşımda, üstümde. tavan ne amına koyayım. mesele bu değil. ben kapatırım gözümü madagaskara giderim. kapatırım gözümü, ardenneste yürür, uyur, gelirim. mesele hissetmekte. yaşayabilmekte. yoksa ben cennetinize de gittim, cehenneminize de.
7 notes
·
View notes
Text
şeyi düşünüyorum. acaba insanlar çok sorguladığımda onları çok merak ettiğimi mi zannediyorlar. ben onun için sorgulamıyorum. en azından hepsini. tabii merak ettiklerim de var. sanırım onlar benim için araçlar. olaylara bakıyorum anlattıkları, tepkilere bakıyorum. ölçüyorum bazı şeyleri, karşılaştırıyorum. bu bazılarını yoruyormuş. benim oyuncağım gibi bir şey oldu halbuki. kafamın içinde milyon tane dosya var düzensiz. oraya gidiyor her şey. sonra bir zaman geliyor sanırım alıştığım için onlar birbirleriyle eşleşiyorlar bazen ürüyorlar. bazılarının kaybolması gerekiyor yeri gelince. bu yoruyormuş. neden yorsun ki. ben bir şey yapmıyorum ki. kendi kendine olup bitiyor. sanırım biraz azaltmam lazım. çünkü bazı ihtimallere kendimi inandırdığımı keşfettim. belki haklıyımdır belki paranoyadır önemi yok. eğer bir gün çözersem yazacağım. dün, bu yüzden çocuk sahibi olmayı istemekten vazgeçtim.
2 notes
·
View notes
Text
11/10/2020
insan bin kere yıkılıyor. birer gri binayız hepimiz. en iyimizin içinde bir parça siyah kibir, en kötümüzün içinde bir parça beyaz merhamet. neden sadece en olmayı beceremedik bilmiyorum. doğamızda vardır belki. belki dengedir. belki başka bir şey. belki içten içe ne veriyorsak evrene, almak istiyoruzdur verdiğimizi ya da zıttını. deliriyoruz çünkü alamadığımızda. bence en bilgesi, en her şeyi karşılıksız yapabileni bile bu alışverişe dahil. sevgiyi ele alabiliriz bence bu konuda. birini seviyorsak, o bizi sevmiyorsa buna katlanabiliriz. ama sevgimize değmesi lazım. yani mesela yitik, kendi halinde bir sevgi olabilir bu. harcadığımız sevgiyi, emeği karşıdan göremesek bile onun bunu hakettiğine inandırmışızdır kendimizi. çünkü buna değerdir. buna değdiğini sanarız. bu sevgimiz yitik, kendi halinde bir sevgi olmaktan çıktığında gerçekleri görmeye başlarız. hislerimizle üstünü örttüğümüz, küçük fısıltılarla ağzımızdan çıkan ama kulaklarımızın, kalbimizin, mantığımızın duymayı, görmeyi, inanmayı reddettiği gerçekleri. bütün olumsuzluklar da bundan sonra başlar. bir şeyleri gördükten sonra, artık farkına varabildikten sonra kendimizle yüzleşmemiz gerekir. dünyanın en acı şeyi. bana kalırsa insan, bu hayatta her şeyi kazanabilir kendiyle olan savaşı dışında. bu yüzleşmeyi hepimiz yapmıyoruz. sonunda kabullenmek var çünkü. bunun yaşı yok, cinsiyeti yok. bunun kafanı kendin dışında ne kadar şeyle doldurduğunla alakası var. benliğini evrene ne kadar açtığınla ilgili bu durum. kafasında kendinden başka her şey olan bir insan kendini evrene çoktan bırakmış ve geri bile almıştır. ama bunun dışındakiler yüzleşmenin kıyısına dahi gelememiş, bundan aslında hiç haberi bile olmayan insanlardır. işte bunların içinde vardır iyiliğin siyah kibri. kötülüğün bir parça beyaz merhameti. işte bundandır bu kadar gri olmamız. o kadar korkuyoruz ki. en cesurumuz bile korkak bence. bir şeyler yaptıktan sonra yaptığımız şeyin beraberinde getireceği yapılacaklar listesinden korkuyoruz hepimiz. bu yüzden biraz iyi biraz kötüyüz. bir şeyler yaptıktan sonra yaptıklarımızın zıttını yapmamamız gerektiğinden korkuyoruz ve rafa kaldırıyoruz bütün bunları. hepimizin farklı çizgileri var. bir yere kadar tamam diyebiliyoruz. hatta bazılarımız bazı şeyleri sürekliliğe bindirmek istemediği için yapmıyor. kimimiz de iyilikle örtüyor kötülüklerini. istediğinde kötü olabilmek için iyiliği kullanıyor. maske. her şey maske. en masum sevgiler bile. şimdi bu ele aldığımız sevgi yerine her şeyi koyalım. her şey, aynı sona varacak, aynı yerden başlayacak. şerefe beyazlara, siyahlığa, şerefe griliğinden kurtulacak olanlara ve de hep gri kalacaklara.
1 note
·
View note
Text
13/09/2020
babam öldü. babam, öldü, gitti. gidişinin on üçüncü günü bugün. yenilmek yok demiştim. biraz olsun umudum vardı bu kez. benim gibi birinin bile umudu vardı. olmadı yine. daha kaç şey olmayacak kim bilir. babam çok şey öğretti bana. gidişinde bile. giderken bile bir şeyler kattı. arayıp bulamayacağım şeyler. öğrendim bir yandan ama bir yandan da en çok korktuğum şey geldi başıma. eskisi gibiyim. doktor hastanede "kaybettik" dedikten sonra "öldü" dedim hep. beynimin içinde sürekli dönüp duran bir "babam öldü" sesi vardı. inananamayacağımdan çok korktum. şaka gibi geliyordu. hastanedeyken her şeyin bittiğini sandım. sandım ki o an, öğrendiğim an benim hayattaki en kötü anımdı. değilmiş. o andan sonraki bütün anlar o andan daha kötüleri olarak sıralandı bir bir. ölüsünü öptüm babamın. buz gibiydi. babam hep buz gibiydi ama bu farklıydı işte. ne yaparsan yap ısıtamayacağın bir soğuktu bu. böyle acıtan, canını yakan bir soğuk. daha kötüsü yok bunun dedim. babamı gömdüler. babam vardı. hastaydı ama vardı yok oldu artık hem de sanki hiç var olmamış gibi. suladım babamı, çiçeklendirdim yatağını. ya babaya su dökülür mü. baba dediğin ölür mü. kendimi inandırmaya çalıştım bir şekilde. kabullenemeyeceğimi bildiğimden selasını kaydettim. nefes alıyorum. her şey olmaya devam ediyor. annemle tek kaldığımızdan beri çay demlemedim hiç. ne bileyim bir bardak çayın şekerini atıp götüremeyeceksem ona, ne anlamı var dedim. elim gitmiyor sadece ama bir gün olacak biliyorum. sesini duyuyorum. adımı söylüyor gibi geliyor bazen. ama göremiyorum. sarılamıyorum. sarılabileceğim bir sesi kaldı. önceki yazımda bir sevdiğim ailem kaldı, ona da bir şey olmasın artık demişim, oldu. daha neler olacak. ama bundan sonra olacak, olmayacak hiçbir şeyin anlamı kalmadı benim için. ondan nefret ederek geçirdiğim yılların pişmanlığını yaşıyorum. başkası yaşamasın bunu. nolur. öpülmeye değer babalar varsa bu dünyada öpülsün onlar. "seni seviyorum baba"yı hakeden babalar varsa onlara sevildiği söylenilsin. özür dilendiğinde kabul edecek babalar varsa onlardan özür dilenilsin. çünkü toprağına baktığında özrünü kabul etti mi, onu çok sevdiğini biliyor mu, bilmiyorsun.
3 notes
·
View notes
Text
bugün yine bir şeylere giydirme günümdeyim. hatta bu ara, bu dönem lisedeki kafam geri geldi sanki. bir ara çok düşünüyordum. çünkü insanları anlamakta güçlük çekiyordum. delirecek gibi olduğum zamanlar oldu. kendi kafamda çözümlemeler yapmak zorundaydım. şuanki kimliğimiz geçmişimizde yaşadığımız küçük kopukluklara bağlıydı ve bunu anlamalıydım. sonra bunu bırakmaya çalıştım. beni yoruyordu. yormasından ziyade artık her şeyi düşünmek istemiyordum. ben ne kadar bırakmaya çalıştıysam çok düşünmeyi kafamın içinde öldüremedim bir şeyleri. ama yapabileceğim bir şey vardı önemsememek. kafamdakilere kulak asmamaya başladım. çok konuşmayı kestim. her şeyi kafamda hallediyordum. kendimle barıştım bir zaman sonra, sadece bu konuda. bir şeylerle meşgulken düşünmek yerine düşünmeye zaman ayırmaya başladım. bir defterim oldu böylece. yazdım. kafamın içini boşaltmak zorundaydım çünkü. çok eski yazılarım yazıldıktan sonra çöpü boylardı. çünkü sadece rahatlamak için yazıyordum aynı zamanda "ya biri görürse" korkusu vardı. bir daha hatırlayamayacağımız ne çok şey düşünüyoruz. ben hatırlamak istedim, onlardan utanacak dahi olsam geri dönüp bakmak istedim. uzun bir süre sır gibi sakladım bunu sanki ne önemi varsa. birine kafamı açmaktan korktum hep. sanki biri yazılarımı okursa her şeyimi öğrenecekmiş gibi geliyordu, hakkımdaki her şeyi. savunmasız hissetmekten korkmuş olabilirim. kalabalıkta çıplak olmak gibi bir şey. bunu herkes anlayamaz. buna herkes benim yüklediğim anlamı yükleyemez. ama illa ki vardır birileri. ve şimdi ben, bu zamanlarda bu eski püskü çıplaklığımı göze alarak o birilerini görmek istiyorum. bunu paylaşabilecek raddeye gelmek yıllarımı aldı. anlaşılamamaktan, yanlış anlaşılmaktan ya da her şeyin tamı tamına doğru anlaşılmasından korkuyordum. böyle bir korkum yok artık. çıplaklıktan bile korkmuyorum. düşüncelerimizin tanışmasını istiyorum.
2 notes
·
View notes
Text
düşünüyorum da insan olmaktan nefret etmişim hep. yani küçük bi kedi olmak istedim bazen. bazen uçmak istedim. öylece sadece güneşe bakan bir çiçek bile olmak istedim de bazen, bir insanlıktan memnuniyetsizdim. ben zaten bu hayatta ne istediysem olamadım. asker olmak istedim en çok, boyum yetmedi, trajikomik. psikolog olmak istedim. matematiğim kötüydü. düzeltmek için de uğraşmadım. oyuncu olmak istediğimi hatırlıyorum küçükken, bizimkiler istemezdi hiç. daha neler neler istemişimdir. madem öyle, ne olabiliyorsam onu oldum ben de. bir hiç.
insan bir sürü şey istiyor. doymuyor hiç istemeye. ama zamanında çok şey istemişsen, uğraşmışsan ve hiçbiri olmamışsa bırakıyorsun artık. isteksiz ve beklentisiz oluyorsun. hayat nereye götürüyorsa tamam diyorsun. hangi kapıyı çıkarıyorsa, farketmez, önüne geleni açıyorsun. önemsemiyorsun artık. bir ait olma problemi yaşanıyor ama. ona çözüm yok. olduğun yerde mutsuzsan başka yerlere gitmeye hevesleniyorsun. gittiğinde bir şey değişmiyor. gidince anlıyorsun zaten işin kafada bittiğini. sürekli bir rahatsızsın. ikide bir gelen daraltı. gözünün önünden tam o anda bulunabileceğin başka yerler geçiyor. aklında, yanında olmasını istediğin başka insanlar falan. ben buraya ait değilim hissi lanet bir şey. bunu aştığımı sanıyordum. aşamamışım. yani ben zaten kendimi hiçbir yere çok bağlayamadım. evet burası olmak istediğim yer diyemedim. artık dünyaya ait hissetmiyorum. yani komple burası bana göre bir yer değil. sanırım yüzyıllar önceye gidip mülkiyet kavramının bulunmadığı bir zamanda yaşamam lazım. çünkü ya ben kendimi öldürücem eninde sonunda ya da insanlar beni öldürecek. bir şeyin sahiplik hissini neden bu kadar severiz ki. bir şeylere sahip olmayı neden bu kadar istiyoruz. ev, araba da olabilir ama şuanda bundan bahsetmiyorum. daha başka bir sahiplik bu. mesela bir insana sahip olma isteği. ya da bir insanın sevgisine sahip olma isteği. neden sevdiklerimiz de bizi sevsin istiyoruz, bizim de nefret ettiğimiz onlarca şey varken. bu insan, her şey kendisinin olsun istiyor. ölürcesine duyulan her hisse karşıyım. maddi şeylere delirenlerden nefret ediyorum. belki de sadece çok param yok diyedir. belki bu alışılmış bir şeydir. belki asıl tender branson benimdir.
4 notes
·
View notes
Text
nereye bakıyorsun cynthia? ne görüyorsun baktığın yerde, baktığında, gördüğünde ne arıyorsun. aradığını buluyor musun her zaman. bulamıyorsun. hatta o kadar bulamamışsın ki vazgeçmişsin görmekten. o kadar mı sıkıldın yıllardan. boynuna dolandı değil mi zaman. ama nefes almak zorunda kaldın hep boğulurken. gözyaşlarını da yutmuşsun hep, okyanus olmuş için. dışarıya akıtamıyorsun artık bir damla daha.
cynthia neyden bıktın bu kadar. eminim her şeydendir. ne bekliyorsun hayattan. eminim hiçbir şeydir. e ne duruyorsun daha. içinde bütün dünyan. nasıl sığıyorsun oraya. dolmadın mı.
biz hep böyle mi olacağız, seninle ben, bizim gibiler. hem nerde ki bizim gibiler. birinde bulsan o ışığı aklını kaybedersin değil mi. hala çok düşünüyorsun ama. biliyorsun aslında gereksizliğini. bir hiçmiş gibi yaşamaktan ödün kopuyor ama bir hiçsin. belki hiç bile değilsin. kendine yardım edemedin hiç. ne küçüklüğünde ne ergenliğinde ne de büyüyüp hala küçük bir kadın olduğunda. küçüksün cynthia değil mi hala. kimsenin sana gerçekten sarıldığını hissedememişsin. babandan başka kimse sana baktığında seni görmemiş ki. kimse içini görmek, seni bilmek için sana bakmamış. kim anlamış ki sesini. altında yatanı kim duymuş. hayal kırıklıklarını, depremlerini kime gösterdin ki. ama hem, niye gösteresin ki zaten. çok güzelsin cynthia. komik değil mi. hiçbir şey ifade etmedi senin için. güzel olmak istiyor musun. ben de öyle tahmin etmiştim. güzelliğe bakış açısı delirtiyor beni. güzel olan her şeyi yanında tutmak istiyor insan. ben güzel olmak istemiyorum.
dünya hep böyle mi cynthia. bizim değer verip yüceleştirdiklerimizi başkası görmüyor, önemsemiyor, başkalarının ölüp bittiklerine de biz değer vermiyoruz. olsun. bu kez anlamışsındır. gerçi ne çok şey anlıyorsun da bir şey yapamıyorsun hayret ediyorum. olsun ben seni böyle anladım, kabullendim. aynıyız değil mi cynthia. sen de beni kabullendin?
0 notes
Text
ne kadar boşa zaman geçirdiğimi düşünüyorum. saçma sapan şeylerle, saçma sapan kişilerle. on yıl sonra benim için hiç önemi olmayacak şeyler yapıyorum. gereksiz. ne gerekli ki zaten. ben artık yolumu bulamıyorum bunu farkettim. ben artık hiçbir şeyden keyif almıyorum. iş olsun diye yaşıyorum. laf olsun. insanlar hayatı niye bu kadar ciddiye aldığımı soruyorlar, şaşırıyorum. hayatı hiç ciddiye almıyorum ki. artık hiçbir şey o kadar umrumda değil ki buna bir sınırlandırma bile yapamam. her şey olabilir. okeyim. hiçbir problem yok. ne çizebiliyorum artık, ne çok yazabiliyorum. en sevdiğim şeyleri bile yapmıyorum artık ne ciddiliği. içimin dolu olduğunu biliyorum ama dışavurmaya hevesim yok. artık çok bile konuşmuyorum defter. zamanında öyle çok anlatmışım da boşa gitmiş gibi hissediyorum. biri bir şey anlatıyor, bende de var bir şey, susuyorum. içimden geçiyor bir şeyler, eyleme dönüştüremiyorum. böyle bir insan değildim. ama oluyormuş demek ki, değişebiliyormuş insan.
şu dünyanın halini bir görsen defter, canın olmadığına şükredersin. vasat, kötülük dolu. güzel kitaplar okuyorum bu ara. sonra da diyorum ki insanlar neler neler düşünüyor.
sapancadan kopamıyorum. geçen bir çocukla tanıştım orda. mustafa eymen. on bir yaşında falan. baya bir sohbet ettik. ışıl ışıldı. kendini ve dünyayı bilen bir çocuktu. ailesi bunu görmüyordur eminim. çünkü hep öyle olur. sanırım bazı sorunları vardı. konuşurken takılıyordu ama bu bir şeyler anlatmasına engel olmuyordu hiç. çay söyledik tamam dedi. sonra kivi istedi. yemek sorduk, istedi. ama sadece patates yedi. belki aç değildi ya da hayır demeyi bilmiyordu. çok güzel uğraşları vardı. durumu çok iyiye benzemiyordu. yaşıtları telefondan, bilgisayardan başka bir şeyle uğraşmazken o kurbağa yakalıyordu. onu neyle besleyeceğini araştırıyordu. kuş yakalama planları da vardı, tekniği tamamdı ama kuşun elini gagalamasından korkuyordu. eminim ki etrafındaki kimseye benzemiyordu. kafası çok farklıydı, onun oyunu hayattı. hem çok çocuk gibiydi hem de hiç değildi. dönene kadar ağladım sanırım. böyle akıllı bıdık, masum bir şeyin karşısına çıkacaklara, zamanla öğreneceği şeylere. güzel bir eğitimi olsa dünyayı değiştirecek şeyler yapacağından hiç şüphem yok. gözlerinden ötesini gördüm bi kere. bir de annesine sormak lazım, onda ne gördüğünü. belki annesi yoktu. bir yarım gibiydi zaten. hep babasından bahsetti. bir de kendisine mıstık diyordu. savaştan haberi vardı üstüne üstlük kendi fikirleri de vardı buna dair. arkadaşları sümüğünü falan yiyordur eminim. kocaman sarıldık dönerken. bir daha gittiğimde onu nerde bulacağımı biliyorum. hediye istedi bir dahaki sefere. belki de benim düşündüğüm kadar masum değildi. ben çok saf bakıyordum, bilemiyorum. o da bana hediye verdi. ölene kadar saklayacağım şeylerden biri oluverdi küçük, pembe, oyuncak tarak. güzel bir gündü ama ben mutsuzdum. neden o kadar üzüldüğümü bilmiyorum. çocuğun üzülecek bir yanı yoktu zaten belki de ben kendime üzülüyordum. imkanlara ve imkansızlıklara. anlattığı kadar, anlatmadığı ne kadar çok şey olduğunu biliyordum. belki buna üzülüyordum. çünkü ben de öyle bir çocuktum. belki kendimi gördüm belki öyle bir çocuğumun olmasını istedim. bunların sapancada olması da bir etken tabii. geçmişten kalan tek becerim etrafa boş bakmamak herhalde. en azından bunu kaybetmediğime seviniyorum. eminim bir gün, kaybederim.
1 note
·
View note