Her şeyin birbirinden farklı ve dengesiz olduğuna ama bütün dengenin de böylece sağlandığına inanan biriyim işte. ��
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 8
Her ne kadar daha erken yazmak istesem de artık her şeye eskisi gibi vakit bulamamam nedeniyle gecikmeli yazabiliyorum anca. Ama bu sefer gecikme bazı şeyleri de ekleyecek olmam nedeniyle işime gelmedi değil.
Konu: Eshot'un icraatleri ve bazı illerle karşılaştırma
Not: Uzun olmasını gerçekten istemiyorum ama kısa olması da mümkün görünmüyor.
Aslında bu bölüm��n adını iş gereği birçok yeri gezmemden dolayı "yeni ufuklar" olarak adlandırmak istiyordum ama önceki 7 yazıda da yapmadığım için düzeni bozmak istemedim. Ama buna ilişkin birçok değerlendirmem olacak. Neyse ufaktan geçen seneden başlayarak konuya girelim.
En son geçen sene Temmuz ayında Eshot'un başarısız ihalelerini konu almıştık. Sorunun hala çözülemediğinden bahsetmiştim. 2019 Ağustos'undan bu yana süren sorun esasen tam anlamıyla çözülmüş gibi ama her şey net de değil. Saçma bir cümle farkındayım ama aşağıda anlatınca bence niye böyle dediğimi siz de anlayacaksınız.
Öncelikle geçen sefer 2. ihale de iptal edildikten sonra ESHOT 3. ihaleye 28.09.2020 tarihinde çıktı. Bu ihale ise tarafların teklif verme usulünden yaptıkları hatalardan dolayı geçerli teklif veren olmaması nedeniyle iptal edildi. Daha sonrasında idare 22.01.2021 tarihinde 4. ihaleye çıktı. Her iki ihaleye de E-Kent ve Karbil katıldı. Söz konusu ihalenin muhammen bedeli 86.350.000,00 TL iken E-Kent 57.475.000,00 TL, şu an hizmet veren Karbil ise 76.725.000,00 TL teklif verdi. İhaleyi de E-Kent kazandı. E-Kent'in teklifinin muhammen bedelin çok altında olması nedeniyle soruşturma E-Kent'e yönelik sorgulama yapıldı. Geçip geçmediğine tam hakim değilim ama aşağıda belirttiklerimi görünce hakim olsam da bir önemi olmadığı görülecek.
Ancak 4. ihale sonrasında itirazlar yapılırken ilk iki ihaleye ilişkin olarak Kamu İhale Kurumu karalarına karşı açılan davalardaki temyiz süreci sonunda ilk ihaleye ilişkin olarak E-Kent'in başvurusunun geçersizliğinin düzeltilebilecek nitelikte olması nedeniyle hukuka aykırı bulmuş, ikinci ihaleye ilişkin olarak ise teknik şartnamede işin süresinin 1452 gün yazılmasının 5393 sayılı kanunun 67. maddesi uyarınca hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle ihalenin iptaline neden olan Kamu İhale Kurumu kararlarına ilişkin iptal kararları verdi.
Devamında ise bu karalar doğrultusunda Kamu İhale Kurumu ilk ihaleye ilişkin olarak her ne kadar düzeltme yapılması gerekse de ilk ihalenin iptal edilmesi sebebiyle karar doğrultusundaki işlemleri yapmaya gerek olmadığına karar kıldı. İkinci ihaleye ilişkin verdiği kararı ise iptal etti. Bu doğrultuda ESHOT (aslında ESHOT da değil ama ona aşağıda değineceğim) 27.04.2021 tarihinde Karbil'i sözleşmeye davet etti. Sözleşme uyarınca 31.05.2021 tarihinde 64.828.636,36 TL bedel ile 31.05.2021 tarihinden başlayarak 30.09.2024 tarihine kadar Karbil hizmet verecek.
Bu arada da 4. ihale komisyon kurulu kararı üzerine tüm teklifler reddediliyor. Dördüncü ihale de bu şekilde iptal edilmiş oluyor. Kamu İhale Kurumu'nun sitesi üzerinden dört ihaleye bakınca da ikinci ve hakkında sözleşme imzalandığını belirttiğim ihalede sonuç ilanı yayımlanmış ve sözleşme bilgileri yer alırken di��er üç ihale de iptal edilmiş olarak görünüyor. Şimdi biraz özet mahiyetinde ihalelerde neler olduğunu ihale numarası vb. bilgilerle inceleyelim.
2019/316163 - Birinci İhale/05.08.2019 - Teknik Şartname Nedeniyle İptal Edildi
2020/184707 - İkinci İhale/21.05.2020 - İşin süresinin hukuka aykırı olması nedeniyle iptal edildi ancak Danıştay kararlarıı sonrasında alınan kararlar sonucunda İdare anlaşma imzaladı.
2020/430047 - Üçüncü İhale/28.09.2020 - Geçerli teklif yapılmamış olması nedeniyle iptal edildi.
2020/718306 - Son İhale/22.01.2021 - İhale komisyonu kararı uyarınca tüm teklifler reddedildi (İkinci ihale uyarınca sözleşme imzalandı bu süreçte).
(Tüm bu ihalelere https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Ortak/IhaleArama/index.html adresi üzerinden bakılabilir.)
İhalelere İlişkin Önemli Kamu İhale Kurumu Kararları
2020/MK-23 İlk İhalenin İptaline İlişkin Karar
2020/UH.I-1004 İkinci İhalenin İptaline Neden olan karar
2021/MK-117 İkinci İhaleye Karşı açılan davada temyiz sonunda Danıştay 13.Dairesinin 14.01.2021 tarihli ve E:2020/3638, K:2021/90 sayılı ilamı uyarınca ikinci ihaleye ilişkin verdiği 04.06.2020 tarihli ve 2020/UH.I-1004 kararın ilgili hükümlerinin iptaline yönelik karar
2021/MK-116 İkinci İhaleye Karşı açılan davada temyiz sonunda Danıştay 13. Dairesinin 14.01.2021 tarihli ve E:2020/3690, K:2021/91 sayılı ilamı uyarınca ikinci ihaleye ilişkin verdiği 04.06.2020 tarihli ve 2020/UH.I-1004 kararın ilgili hükümlerinin iptaline yönelik karar
2021/UH.I-1358 İkinci ihaleye ilişkin sözleşmenin imzalanmasına yönelik E-Kent'in reddedilen itirazı
2021/UH.IV-1175 Son ihaleye yönelik E-Kent'in usulden (vekaletname fotokopisinde imza eksikliği) reddedilen itirazı. Aslında burada daha çok iptal nedeni trajik.
Bunlar dışında da itirazlar var ama şu noktada bunlar daha önemli. Bütün bu kararlar ve dahası için https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Vatandas/KurulKararSorgu.aspx adresine bakılabilir. Sadece kararı ararken en üstten türünün seçilmesi gerekli. Danıştay Kararları ayrıca https://karararama.danistay.gov.tr/ adresinden incelenebilir.
Şimdi bu noktada her şey çözülmüş -ne kadar istemesem de- Karbil tekrardan ihaleyi kazanmış gibi görünebilir. Ama işin asıl garip noktası sözleşmenin imzalandığı süreçte belediyece alınan bir kararda yatıyor. 26.05.2021 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi'nde alınan karar ile toplu ulaşım ücret toplama sistemi, kart mülkiyetleri ve bununla ilgili her şeyin 11.06.2021 tarihinde ESHOT'tan İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne devrine ve kart sisteminin Ünibel A.Ş. tarafından yapılmasına karar verildi. Böylelikle birçok kişinin istediği gibi belediye hizmeti kendisi devralıyor. Bu noktada kimilerine göre İstanbul'daki Belbim'in görevini Ünibel A.Ş. üstlenecek. Ama bunu ihalelerle düşününce kafamda da oturtamadım.
İlgili meclis kararına https://www.izmir.bel.tr/tr/MeclisGundemi/55 adresinden tarih seçilerek bakılabilir.
Birkaç soru ortaya çıkıyor. Acaba ulaşım kartlarına ilişkin olarak Ünibel daha önceki sistemde olduğu gibi yine bir şirketten mi hizmet alacak? Yoksa Belbim misali bir çalışma mı ortaya çıkacak? Açıkçası ilki olursa saçma olur gibi. Zaten Ünibel A.Ş. de isim değişikliğine gitti. İzmir İnovasyon ve Teknoloji A.Ş. ismini aldı. Eshot'un online işlemler bölümünden de bu görülebilir. Bununla birlikte aşağıda linkini paylaştığım haber de buna işaret ediyor. Öyle ki, ilgili hizmet İzmir'de oturtulduktan sonra başka illere de satılabilir.
https://www.egepostasi.com/yerel-yonetimler/eshot-yetkileri-devredildi-izmirim-kartin-etki-alani-genisliyor-h261436.html
Genel tabloya bakılınca üçüncü ve dördüncü ihalelerdeki durumu bilemem ama (nitekim ilk ihaleyi E-Kent kazanmış, hatta sözleşme imzalanıp hizmete girecekken iptal kararı gelmişti) şu noktada Karbil ihaleyi aldı ve sözleşmeyi imzaladı. Öte yandan devam eden süreçte -muhtemelen Karbil sözleşmesinin sonu olan 30.09.2024'te- belediye Ünibel/İzmir İnovasyon Teknoloji A.Ş. ile sistemin tüm altyapısını da kendisi oluşturarak İstanbul benzeri bir hizmet vermeye başlayacak.
Son tahlilde Ağustos 2019'daki çilenin Haziran 2021'e kadar süren -ve kısmen de olsa devam etme ihtimali bulunan- bir sorundu bu. Bir şekilde çözülmesi iyi olmakla birlikte belediyenin tüm bu süreç sonunda kendisinin devralmaya karar vermesi de olumlu. Birçok kişi bunu yıllarca önce söylüyordu. Sanırım bir musibet, bin nasihatten iyidir durumu söz konusu. Bakalım bu sefer neler olacak?
Bu arada kurualacak altyapı sistemi ile durakların akıllı hale getirilmesi, araç içi ekranların kullanılması, kredi kartı, nfc veya karekod ile ulaşımın sağlanması gibi hususlar var. Düzce ve Osmaniye'de bile kredi kartı kullanılabiliyor (Kaynak: https://www.aa.com.tr/tr/sirkethaberleri/ulasim/toplu-tasimada-temassiz-odeme-yayginlasiyor/659303). Bu illeri küçümsemiyorum, İzmir'i ayıplıyorum. Ne olacağını zaman gösterecek olmakla birlikte İzmir'in bu konuda birçok ile göre çok geride kaldığını söylemek zor değil. Hala 2008'de gelen ekranların nasıl hala 2021'de kullanılamadığına ve aynı dönem gelen duraklardaki gelen araç sisteminin nasıl hala düzgün bir şekilde işletilemediğine şaşırıyorum.
İhale konusunu şimdilik kapatıp diğer konulara geçelim. Aslında diğer konularda bile yukarıda bahsettiğim olayların etkisi mevcut denebilir. Mesela 11 ve 12 Haziran'da İzmir'de bayiler de dahil olmak üzere hiçbir yerde kartlara yükleme yapılamadı. Hatta bakiye bulundurun mesajı atıldı. Kaldı ki 9 ile 12 Haziran arasında ayrıca internetten dolum olmayacağına dair de duyuru paylaşılmıştı. Bununla birlikte daha önce internet bakımlarını görmüştük ama hiçbir yerde yükleme yapılamaması olayının 2015'teki faciada bile yaşanmadığını düşünüyorum. Orada kartın kullanımıyla ilgili sıkıntı vardı. İlginç bir durum bence.
Kartın kullanımının yanında yeni validatörlerin (kartın okutulduğu cihaz) de bazı otobüslere eklenmesi durumu söz konusu. Gittiğin kadar öde araçlarının bazılarında E-Kent'in ilk ihale sonrasında taktığı validatörler vardı ama İstanbul ve Muğla'da kullanılan araçlardakine benzer geniş ve uzun validatörlü araçlar da var. Eylül'de belki sayısı da artabilir. Örnek için aşağıdaki paylaşıma bakılabilir.
https://www.instagram.com/p/CPi8r36Jqdj/
İstanbul ve Muğla demişken, neden ikisini örnek verdiğimi düşünenler olabilir (tamam yazıyı takip eden varsa bile bir elin parmaklarını geçmiyor ama ben yine de ihtimal olarak bulundurayım). Aslında girişte bir ipucu verdim. İş gereği gezdiğim yerler oldu bu sene. Bu da bana her birini belli ölçüde deneyimleme ve bu yazı için malzeme çıkarma şansına eriştim. Kısaca her birine değineceğim.
Öncelikle iş nedeniyle Muğla, Adana, İstanbul, Bursa ve Eskişehir'in ulaşımını kısmen de olsa gözlemleme şansım oldu. Aslında Aydın ve Manisa'ya da gidiyorum ama orada pek otobüs vb. toplum ulaşım kullanma ihtiyacım olmuyor. Sadece Aydın'da dolmuşa bindim birkaç kez. O da bizim bildiğimiz dolmuş sistemi. Diğerleri için ise sırayla başlayalım.
Bursa:
Kartların altyapısı noktasında 2015'e kadar İzmir'deki son ihalelerin gediklisi E-Kent varmış. Ancak daha sonrasında belediye sistemi kendi üzerine alıp hizmetin işletilmesini yap-işlet-devret modeliyle yürütmeye karar vermiş. 2018'de ihaleye çıkılmış ama ihalenin sonucunu bulamadım. Asis Elektronik'in sitesinde referanslar kısmında Bursa Büyükşehir Belediyesi gösterilmiş. Öte yandan Bütün kart sistemi BursaKart üzerinden görülüyor.
Bununla birlikte bana en İzmir hissini yaşatan yer burasıydı otobüs olarak. Zira İzmir'de 2008-2009'da gelen turuncu Mercedes'lerden burada da var. İzmir'in Eshot'una karşılık burada Burulaş bulunmakta. Tramvaydan otoparka, deniz otobüsünden İstanbul Havalimanları'na giden otobüslere kadar Burulaş ilgileniyor. Şehir dışına çıkan araçla ilgilendiğini tek gördüğüm yer burası sanırım. Son olarak aktarma olmadığı gibi belli hatların kendine göre tarifesi var ve bazıları cidden pahalı.
Muğla:
Muğla'da bana göre eski bir dost, belediyeye göre eski düşman olan Kentkart var. Açıkçası Kentkart İzmir'den ayrıldıktan sonraki süreçte hatta ayrılmadan önce de hizmetlerini geliştirmişti ama İzmir için yapmak nasip olmadı. Araç validatörleri yukarıda İzmir'e yeni geldiğini söylediğime benzer. Bununla birlikte Kredi Kartı da ücreti daha fazla olsa da rahatlıkla kullanılabiliyor (Bu arada Ankara için de kredi kartı ile binme imkanı gelmiş, onu da araya sıkıştırayım).
Bununla birlikte ben Bodrum'da ( gerçekten iş için gittim) kullandım. Bodrum'da otobüsler daha çok midibüs/minibüs şeklinde ama kart rahatça kullanılır şekilde. Dolmuş ise görmedim. Bununla birlikte Bodrum'da merkezde 7 farklı noktada kart yükleme makinesi var. Keşke İzmir'de de yaygın olsa dedim. Hatta buralardan kart da alınabiliyor ama bayi yok. Merkezden çıkınca bayiler başlıyor. Öte yandan makineler bozuk para kabul edebilir gibi dursa da kabul etmiyor ve para üstü de vermiyor. Makinede para iadesi içinse daha farklı bir sistem var. İade talebini makinede yaptıktan sonra makine size bir fiş veriyor. Daha sonrasında merkezde terminalde yer alan kart merkezine gittiğinizde size bir belge imzalatıp fişi alıyorlar ve nakit olarak parayı veriyorlar. Ben para üstü almak isterken başıma geldiğinden ilk gittiğimde kartı alamamıştım.
Öte yandan gelen aracı gösteren sistem İzmir'de yukarıda bahsettiğim durağın içindeki tabelalı sistem. Bunun dışında belli durakların yanında da dolummatikler var. Yine aşağıda değineceğim HES kodu uygulaması var ve kredi kartında bile gösterilmiş kartı tespit edebiliyor. Kredi kartına HES kodu işletmek ilginç bu arada. Ama İzmir'e nazaran HES kodu değiştirme imkanı güç.
Öte yandan bana en ilginç gelen şey otobüse binerken şoföre nerede ineceğinizi söylemeniz gerekli. Söylemezseniz küfür etmiş muamelesi görüyorsunuz. Garip görünse de her aracın kendine ait tarifesi var. Aktarma veya para iadesi olmadığı için yolcuların yanlış binmesini engellemek için bu yol uygun görülmüş. Bununla ilgili araçlarda ilginç yazılar görebilirsiniz. Bir diğer ilginç gelen ise açık öğretime kayıtlıysanız öğrenci kartı kullanabilmek için aktif bir sigorta kaydınızın olmaması gerekli. Cesurca bir yöntem olduğunu söylemek gerekli. Biraz da amaç millet sırf kart için kolayca öğrenci olmasın diye herhalde. Millet yine yolunu bulur ama bir deneme. Umarım diğer illere yaygınlaşmaz diyorum.
Son olarak otobüs hatları harf ve sayılardan oluşuyor. Bazı hatlar arasındaki fark 285 ile 374'ten bile daha az. Ama mesafeler de kısa olduğu için çok sorun olmuyor. Bodrum'da ayrıca beldeler olduğunu ve bundan dolayı yönetim şeklinin ilginç olduğunu ayrıca söylemek gerekli.
Son olarak konu dışı ama Bodrum'da Ortakent diye bir yer ve Midtown adında da AVM var. Midtown her ne kadar hoş gelse de kulağa Ortakent'in dümdüz çevirisi olduğunu fark edince bütün büyüsü kayboluyor.
Adana:
Muğla'da olduğu gibi burada da Kentkart bizi karşılıyor. Bununla birlikte otobüs, halk otobüsü ve dolmuşlar var. Otobüslerin bir kısmı eski olsa da dolmuşta bile ulaşım kartı kullanılabiliyor. Halk otobüsleri her açıdan dolmuş gibi. Çok fazla geçiyorlar ve gerilmiyor değil insan. Dolmuşlar ise çeşitli kooperatiflere ayrılmış ve kendine göre hatları var. Kimisinde numara varken kimisinde yok.
Bununla birlikte Adana'nın merkezinde her yer gerçekten birbirine yakın. Ve birçok yere sadece yolu takip ederek gidebiliyorsunuz. Öte yandan yayalar en az araçlar kadar tehlikeli. Öyle şekillerde yola atlıyorlar ki nasıl kaza olmuyor şaşırıyorum.
Eskişehir:
Tramvayın merkezine en güzel oturtulduğu yer olabilir. Ayrıca otogardan gelenler için ücretsiz binme imkanı mevcutmuş (-muş diyorum ben kullanmadım, duydum). Tramvayın kendine ait ayrılmış yolu var ama birden fazla tramvay hattı bulunuyor tramvay yolu üzerinde. Otobüs gibi farklı hatlardaki tramvaylar geliyor duraklara.
Ama Eskişehir'de maalesef tam anlamıyla ulaşımı kullanamadım. Sebebi ise kart almama karşın karta HES kodu eklenebilmesi için kartın kişiselleştirilmesi gerektiği ve bunun için de kart merkezine gidilmesi gerektiği. Yani adliye tarafından kartı alsanız bile otogar tarafında bulunan kart merkezine gidip kartı kişiselleştirmeniz gerekli. Tamamen saçmalık. Online hale getirmek zor olmamalı. Şehrin altyapısını ise Asis Elektronik'in firması Akıllı Bilet sa��lıyor.
İstanbul:
Gelelim kalabalığını sevemediğim İstanbul'a. İstanbul'da iş gereği her iki yakaya da gittim ve havalimanları ile adliye arasını deneyimleme şansım oldu. Havalimanında kartı makineden almak ve rahat yükleme yapabilmek güzel. Öte yandan duraklarda gayet modern arayüze sahip tabelalarla araçların kaç dakikada geldiği görülebiliyor. Ayrıca duraklardaki barkodlar üzerinden de çeşitli bilgiler almak mümkün. Sadece yeni İstanbul Havalimanı'nda araca 1 dakika dedikten sonra gereksiz fazla bir bekleme süresi var. Belki aracın giriş yerinden kaynaklı bir durum olabilir. Belli duraklarda yükleme yapma imkanı da var.
Havalimanlarından şehrin çeşitli noktalarına giden hatlar var. Sabiha Gökçen'de E ile başlayan hatlar varken, yeni havalimanında H ile başlayan hatlar var. Onun dışında otobüsler İzmir'dekine benzer genelde. Ama çok fazla hat var. Ondan dolayı harf ve sayı ikileminin dibine vurulduğu yer oldu. Ama otobüsler konusunda çift katlı otobüslerle fark açtığını söylemek gerekli. Anadolu Yakası'nda bütün sahil şeridini 16D ile gezebilirsiniz. Araçlarda genel olarak ekran var ama bazı araçlarda ekran çok soluk.
Öte yandan metrobüsü de metroyu da deneyimledim. Yolun ortasında yol şeklinde olmasıyla ilginç olsa da kendi içinde mantığı olan bir araç. Ona rağmen çok fazla sefer yapması da ilginç. Gidilen durak sayısına göre ücret almasını da garipsedim. Her durak arası mesafe aynı değil gibi geldi zira. İzmir misali artı paraya benzer bir yapı var ve bazı iade validatörü belli yerlerde garip yerlere konabiliyor. Yine yükleme validatörleri bozuk para girişine sahipken bozuk para kabul etmiyor. Tatsız bence.
Metro ise çok aşırı yer altından gidiyor. Ben Üçyol ve Fahrettin Altay'da hayata söeverken Hastane-Adliye metrosunda neye uğradığımı şaşırdım. Rahat 1 kilometreye yakın yürünüyordur. Bundan dolayı yürürken insanlar metro geliyor mu diye görebilsinler diye belli aralıklarla tabelalar konmuş. Görünce İzmir'de de olabilir diye sorguladım. Metroların içi sırtın pencere tarafına doğru verildiği koltuklarlaydı bindiklerimde. Ekranların bir kısmında reklam varken diğer kısmında durak bilgisine yer veriliyor. Ayrıca yayılarak oturmayınız uyarısı ülkemizin tatsız bir gerçeğini vurgular gibi adeta. Marmaray'ı deneyimlemedim ama gördüğümde İzban ile ne kadar benzer olduklarını anlamam zor olmadı.
Vapur da bayağı karmaşık esasen ama İstanbul gibi bir şehirde bu duruma şaşırmamak gerek. Ayrıca Cuma öğleden sonra trafik berbat. Kadıköy'den Sabiha Gökçen'e gitmek kısıtlama varken bile ölüm gibi bir şeydi. Hala o gün nasıl korona olmadım şaşarım.
Öte yandan beni en rahatsız eden şey İstanbulkart'ların 3 sene kullanılmaması durumunda kartın kapanması ve aktifleştirme imkanının olmaması. Adeta kart almayın dedirten bir durum. Ayrıca İstanbul mobil uygulaması iyi olsa da Moovit genellikle daha yardımcı oldu. Moovit birçok yerde yardımcı oldu. Ama niyeyse havalimanı hatlarını göremedim. E11 ve E10'u kendim keşfetmem gerekti İETT'nin sitesinden.
Genel olarak gözlemlerim bu şekildeydi. Artık İzmir içindeki diğer olaylara geçebiliriz.
Öncelikle çeşitli haberlere göre Temmuz 2020'de Eshot'ta birçok kişi korona oldu. Belediye tüm şoförler için yaptığı test talebi İl Sağlık Müdürlüğü'nce reddedilmiş.
https://twitter.com/vaziyetcomtr/status/1284037461132353539?s=19
Muhtemelen herkes için yılın olayı ise 90 dakikada yeni düzenlemeye gidilmiş olması. Bir önceki sene olan zam sonrasında belediye 90 dakikayı 120 dakikaya çıkarttı ancak bunun karşılığında tam ücret basanlar için ikinci ve üçüncü aktarmada 50 kuruş alınması kararlaştırıldı. İlk başta tepkilerden vazgeçilir mi desem de Tunç Soyer'in açıklamasıyla kalıcı olacağını anladım.
Öncelikle İzban'ın artı para öncesi dönemi gibi 90 dakikanın da ilk geldiğinde ilerisinin planlanmadığını düşünüyorum. Tamam ülkeyi öngörmek mümkün değil ama en başta doğru gelse belki bu kadar tepki olmayacaktı. İzmir'de bir rahat varken onu bozmak pek hoş olmaz. Öte yandan sadece tam ücrette bunun gelmesi de ayrı bir konu. Olan işçiye oluyor desek yalan olmaz. Geçen seneki yazıda -her ne kadar düşük cümle ile belirtsem de- kalıcı fiyat artışını bu tarz durumlara tercih ederim. Kadınlar Günü'nde %50 indirim, otomobilsiz kent gününde ücretsiz ulaşım, bayramlarda 1 kuruş veya ücretsiz ulaşım ve tramvaylarda gereksiz uzun ön işletim seferleri yapıp sonra zam yapacaksanız bunları yapmayın. Düzgün zam yapın herkes ne yapacağını bilsin. Kimse niye otomobilsiz kent gününde ulaşım ücretsiz değil diye dert etmeyecek. Güzel jestler ama gereksiz indirimler. Çok şükür (!) başka milyonlarca derdimiz var. Bu arada bayram demişken son bayramda %50 indirim yapılarak dediğim yere gelinmesi gram şaşırtmamıştır.
Bu düzenleme ile ilgili ayrıca şunu söyleyebilirim. Belediyenin öğrenci, öğretmen ve 60 yaş'ı kapsam dışı bırakıp 120 dakika düzenlemesini yaptığını göz önüne alınca elde edeceği kârın cüzi olduğunu söylemek zor değil. Bunun da yine belli bir zamma itebilme ihtimali olduğunu söylemek zor değil. Geçen sene dediğim gibi, doğrudan zam yapmak istemiyor belediye. Ondan dolayı kırk takla atıyor. Ama bazen buna gerek var mı diye derinlemesine sorguluyorum. Tek sorun pandemiyse geçici arttırmak da bir çözüm olabilir. Zira pandemi döneminde ulaşımda ciddi düşüş de oldu. Ciddi zararlar olduğuna da eminim. Ki artan araç sayısı ile birlikte oluşan trafik de ayrı konu.
Korona sürecindeyken belediyenin iyi yaptığı şeylerden biri de maskematikler. Her ne kadar keşke sayısı daha fazla olsa desem de 5 tanesini 3.56'ya satarak iyi bir fiyatlandırma ortaya koydular. Sadece lastikleri kolay kopabiliyor. Ama fiyatına göre de düşünmek gerekli. Doğrusu Halkapınar'da otomat laneti olarak maskeyi sıkıştırmayı başardım ama ilgili görevli gelip kolayca çözmüştü sorunu.
Yine korona demişken sefer sayısının artması gerektiğinden mi bilinmez uzun süredir görmediğim 98-2001 dönemi araçlarını da çok fazla gördüm (Gri plastik koltuklu, kırmızı beyaz Mercedesler). 20 yaşındaki bu araçları görmek şaşırtmakla birlikte sık sık bozulduklarını da gördüm. Esasen gayet normal bir durum. Zaten belediye de geçen süre zarfında 350'den fazla araç satın aldı. Kırmızı beyaz çizgili Otokar'ları birçok kişi görmüştür herhalde. Bunun dışında kendi sitelerinde paylaştıkları bilgilere göre de 225 araç elden geçirilmiş.
HES kodunu unutmamak gerek. Diğer birçok ilde olduğu gibi İzmir'de de getirildi. Belediyenin bir fantezisi gerçek oldu diyebiliriz. Genel olarak başkası adına kartın kullandırılmasının istenmediği izlenimini elde ettim geçen süre zarfında. HES kodu ile aynı anda iki kişi için kart basılma imkanı ortadan kalkıyor. Belediye istese yapamazdı. Doğrusu ilk geldiği dönemde bazı validatörleri daha tanımlayamadıkları için basılıyordu ama tahmin edersiniz ki düzelttiler. Ama sorun şu ki, bazen bir şey unutulduğu için çıkmak zulüm oluyor. Zira geri döndüğünde 120 dakikadan faydalanılsa bile tekrardan basılamıyor. Ondan dolayı kartı basmadan önce her şeyden emin olmakta fayda var. Bir kere bu yüzden Basmane Metro'dan Atatürk Lisesi'ne gitmek zorunda kalmıştım. Buna ilişkin bir çözüm de üretilebilir bence.
HES kodu ile ilgili en nefret ettiğim şey ise validatör okuma süresinin uzaması. Bazen korkunç derecede fazla bekletiyor. Fotoğrafının linkini verdiğim validatör hızlı okuyor kesinlikle. Ama şu an ömür törpüsü bildiğiniz. İnsanların da uzun süre okutmaya alışması zaman aldı. İlk dönem hemen çekme uyarısını dinlemekle geçiyordu ömür. Bir de eskiden cüzdandan kartı okutabilirken artık okutamıyorum. Bu da ayrı bir eksisi.
Yeni araçlarla ilgili en büyük sorunum numarayı seçememek. Led ekranda kırmızı zemin üzerine gri gibi bir renkle rakam yazmak kimin fikriyse derin sövgülerimi sunuyorum. Turuncu Mercedes'lerde 100 metreden araç numarasını seçebilirken (yazının şekli ve fonttan kaynaklı, yoksa dürbün değil gözlerim) şimdi 30 metreden bile seçmek zor. İşin garibi çok rahat değişebilir bence ama bilemedim. Siyah üzerine yeşil ile servis dışı yazabiliyorlarsa bence bu da olabilir. Bir de en arkada motorun önüne koltuk koymak yerine bavul vs. koymak için yer yapılmış. Bence yer israfı. İzban'da mantıklı ama otobüste alternatif yollar bulunuyor. Çoğunlukla insanlar çevresine falan oturuyor bu arada.
Bir diğer gelişme ise Kordon'a nostaljik tramvay getirildi. Esasen tramvay görünümlü otobüs. Kendine ait yolu var ama ne bir ray var ne bir güç aldığı tel. Öylesine konmuş. Vatman sürekli korna çalıyordu en son gördüğümde. Fiyatını bilmesem de pahalı gibi geldi. Nostaljik vapur da pahalı ama en azından orada canlı müzik de vardı.
İş sebebiyle en çok gittiğim yerlerden biri de Fahrettin Altay. O kadar fazla durak ve yer var ki ilk giden birinin şaşırmaması normal. Ama bir şekilde alışılıyor görünce. Yine de Fahrettin Altay Meydan 9 diye durak görünce insan bir hayatı sorguluyor.
Tabi Fahrettin Altay'a gidince gittiğin kadar öde araçlarına binme şansım da oldu. 984'e ve 982'ye bindim. Açıkçası kendine has araçları da olduğu gibi (her ne kadar Ulukent-Bakırçay arası giden araçlar da aynı olsa da) aktif kullanılan araçları da sisteme uyarlayabilmişler. Mesele yukarıda bahsettiğim turuncu uzun Mercedes'lerde kapılardaki duracak tuşlarından birine iniş validatörü bağlanmış ve kullanılıyor. İnerken ücret ödenmesi için kapının açılmasını beklemek can sıkıcı olsa da İzban'a göre unutmamak daha kolay. İniş validatörünün yakınana oturarak hangi durakta olduğunuzu da görebilirsiniz bu arada. Ekransız araçlarda çaresizlikten doğan bir alternatif.
984 demişken yolunun kendine has olduğunu belirtmem gerekli. Arkeolojik alan olduğu gibi özel olarak Zeytinalanı'na girmesi şaşırtmadı değil. Durak düzeninin Zeytinalanı'nda karışık olduğunu söylemem gerek. Bir de yine 984 seferinde araçtaki kişi sayısını gösteren bir otobüs gördüm. Sanırım numarası 971'di. Aracın ön kısmındaki ekranda kaç kişilik yer kaldığını gösteriyordu. İlginç ama korona için mantıklı uygulama. Devam edeceğini düşünmüyorum o ayrı.
Gittiğin Kadar Öde'yi denemenin yanında İztaşıt'ı da deneme şansım oldu. 975 ve 985'i deneyimledim. İztaşıt araçları midibüs boyutunda olan otobüsler ama modeller farklı. Onun dışında gittiğin kadar öde ile aynı geri kalan kısmı. Araçların mülkiyeti yönünden farklılık olduğu için ister istemez bu tarz bir girişim olmuş demek yanlış olmaz herhalde. Sadece sinir bozucu olan araç durağa tam gelmediyse iade yapmıyor. Genelde taşra bölgeler olduğu için sorun olmuyor ama bu nedenle kalabalık bir yerde ücret iadesi alamamak saçma.
Gittiğin Kadar Öde dışında Halk Taşıt da sık kullandığım şeylerden biri. Eleştirilerimi daha önce yaptım ama iki taraf da memnunsa bana diyecek bir şey kalmıyor. Ama genel ücret indirimi veya daha az zammı Halk Taşıt'a tercih edebilirim. 20'den önce halk taşıt ile indirimli basıp, daha sonra halk taşıt süresi biterse diye düşünüyordum. Sorunun cevabı aradaki farkı almadığı şeklinde oluyor. Ama aktarma ücreti konusunda bilgim yok, zira hala öğrenci kartı kullanıyorum.
Tramvay ve metro anonsları da çeşitlendi bu sene. Halkapınar da -aktarma demek bence ayıp olsa da- tramvay için aktarma istasyonu olduğu belirtiliyor. Bir tek otobüs aktarmasından bahsetmiyor sanıırm. Bunun dışında metroda günaydın anonsu ile karşılaştığım gibi, tramvayda ani fren sonucu gelen rahatsızlık için özür dileriz anonsunu da unutmamak gerek.
Eshot, yıl içinde çeşitli hatlara internet eklendiğini belirtti. Her ne kadar gençlerin sık kullandığı hatlar dese de 304'e koymamasını garipsedim doğrusu. Bir de gençlerin kullandığı hat konusu da ayrı bir mesele ama icraat iyi olduğu için sorgulamıyorum pek. Onun dışında birçok meydanda olan WİzmirNet aracılığıyla altyapı sağlanıyor. Tramvaylara da internet geldiği gibi metrolara da gelecek.
Vapur da yine iş nedeniyle sık bindiğim araçlardan. Yeni vapurlar modern olsa da balkonunun küçük olması kötü. Eski vapurlarda geniş ikinci kat ile daha zevkli oluyor yolculuk. Ben alt katta oturuyorum genelde o ayrı. Ama yeni vapurların üst katında eski otobüslerden alınan koltukları görmek şaşırttı. Alt kattaki koltuklar ile üst kattakiler arasında acayip bir kalite farkı var bu arada. Onun dışında İzmir Körfezi'nde çok sağlam vapur kullanma imkanı olduğu izlenimini edindim. Neden kullanılmadığını da sorguladım. Yapısı gereği Körfez içinde ulaşım ile yollar ciddi olarak kısalıyor. Urla, Foça gibi yerlere sefer sadece yaz döneminde var. Oysa Karaburun ve zorlansa Çeşme için bile düşünülebilir. Ama burada da dolmuş ve otobüslerin tekeli sorunu doğuyor. Çeşme'ye bile yaz dönemi dışında çok komik saatlerde otobüs gidiyor, ki giden araç da Urla'dan gidiyor.
Geçen sene ihale haberini paylaştığım araç üstü reklamları da başladı. Yalnız bazı araçlarda dışarı bakmak rahatsız edici. Bir de arka kısımların kapatılmasını ayrıca sevmedim. Aktarma için arkadaki aracı görmek gerekiyor bazen.
Yıl içinde bir ara bazı araçları çok gereksiz yollardan geçerken gördüm. Mesela 285'i Basmane tarafından geçerken görmek garipti. ��alışma vs. nedeniyle olmuş olabilir ama görmek garipti. Sel olduğu gün 304'ün Konak Tüneli'ne girmemesinden daha da garip bence bu.
Öte yandan ben üniversiteye girmeden önce çalışması olan ama anca ihaleye çıkan Buca metrosu var. Belediye en büyük ihalemiz diye paylaşıyor ama görene kadar yorum yapmayacağım (Akla İzban gelebilir ama TCDD ve Ulaştırma Bakanlığı'ndan da katkısı var orada). Buca'ya yeteri kadar üvey evlat muamelesi yapılıyor zira. Buca'ya çöp arabası aldık diye mesaj geldi belediyeden. Daha fazla üvey evlat muamelesi yapılamazdı. Karabağlar-Halkapınar metrosu bile daha önce hizmete alınacak sanırım. Kaç sene sonra duyuruldu oysa. Dört-beş sene sonra tekrar konuşulur.
Yol maceralarım sırasında 236'yı keşfettim. 36'ya paralel olan araç sadece Yeşildere Yan Yol (ESHOT bu şekilde bahsediyor) üzerinden gidiyor gibi duruyor. Aynı hatlardan şikayet ESHOT için garip. Onun dışında Kemer'de askeriyeye gitmelerine kadar benzerler. Bu arada Yenişehir Pazar Yeri'nin oradaki dönemeç de Yeşildere yolunda bariyerler konduğundan beri bayağı boş kaldı. İyi bir şey mi kötü bir şey mi bilemedim.
104 ise değişikliklerden nasibini alıyor. En son TOKİ'ye kadar uzattılar hattı. 866 dışında yeni bir alternatif oldu. Kötü değil gibi duruyor ama değişikliklerden yalama oldu artık hat.
İzban özelinde yolcu indirip, almadan giden İzban'ları gördüm. Tam bir küfür nedeni. Zaten seyrek gelen araç bu yüzden adeta süründürüyor. Halkapınar İzban'da Kuzey yönünde beklerken karşıdan vızır vızır geçen İzmir Metro'ları düşündükçe hayatı sorguluyorsunuz.
Yıl içindeki garipliklerden biri de sağlık çalışanlarına yıl sonuna kadar tanınan ücretsiz ulaşım hakkı, yaklaşık 6 ay sonra "Haziran yazacaktık, Aralık yazmışız" denerek iptal edildi. Dediğim gibi garip.
Bir de bir kere 988'de yolculuk yaparken denetim olduğu söylenerek ulaşım kartımın bir makineye okutulması istendi. Ne olduğunu anlamadım ve bunun sonrasında hayatıma etkisi olmadı ama garipti. İşin dahası başka bir yerde de görmemiş olmam. Ne desem bilemedim.
Kısa haber ve isteklerime geçmeden önce son belirtmek istediğim şey ise İzsu çalışmalarının 04.08.2021 tarihi Buca'ya geri dönmüş olması. Bu sefer ise Akıncılar tarafındaki çalışma Buca'yı vurdu. Yazının gecikmesinin yaradığı şey bu galiba. Bunun sonucunda 105-171-233-484-485 sayılı hatlar Şirinyer'e gelecek şekilde ayarlandı. Böyle olunca da trafik olumsuz etkilendi. Nasıl olduysa en çok Gürçeşme yolu etkilendi. Şirinyer Pazar Yeri'nde trafik bekliyordum ama Huzurevi'nin oradan trafik garip. 470'in 304'ten daha hızlı Buca'ya gidebileceğini düşünmezdim. Ama oldu. Önceki kadar kötü olmasa da bu da can sıkıcı. Öncekinde 15 dakikda Konak'tan Şirinyer'e gidip oradan 45 dakikada Adatepe'ye zor varıyordunuz. Tatsızdı.
2'si İstanbul özelinde olan kısa haberleri de paylaşma ihtiyacı hissettim.
-İstanbul'da 4 yaş altı annelere ücretsiz kartlar verildi. -İstanbul'da özel halk otobüsleri de İETT'ye bağlandı. ESHOT'a benzer bir yapı oluştuğu söylenebilir -Fahrettin Altay, Hasanağa Parkı, Hasanağa Parkı 2, Mavişehir ve Plevne Bulvarı durakları BİSİM'e eklendi. -Korona tedbirlerinin bitmesiyle baykuş seferleri geri döndü. Korona döneminde değişen Halk Taşıt saatleri de eski haline döndü. -Torbalı'da bazı minibüs kooperatifleri çeşitli anlaşmazlıklardan dolayı ESHOT garajının önünü kapattı. -Eshot bazı araçlarına Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Uluslararası Karikatür Yarışması'nın kazanan karikatürlerini giydirdi. -ESHOT, mobil kart aracı hizmeti ile çeşitli ilçelere kart hizmeti sunmaya başladı. -577 numaralı Nafiz Gürman-Halkapınar Metro 2 hattı açıldı.
Tüm bunların dışında şahsi birkaç gözlem ve isteğimi de yazmam gerekli.
-Mimar Kemalettin tarafında bulunan duraklarda en seyrek geçen araç 470 iken, durağının en ileride olması garip. Bundan dolayı saçma bir trafik oluyor. 680, 681 ve 691'e binen insan sayısı çok ve araçları daha sık. Bundan dolayı ileri konumlandırılırsa trafik için daha mantıklı olur bence. -Otogarda en nefret ettiğim araç 505. Zira hangi yöne gittiğini anlamak mümkün değil. Her seferinde sormak da sıkıcı. Bu tarz durumlar için araçların gittiği yönü gösteren bir şey eklenebilir araçlara. -Durakların ismi her iki tarafında da yazmalı. Yolda durak takibi yaparken işleri kolaylaştırır. Her yerde duraklar simetrik değil ama bu bile bir avantaj olur bence. Reklamlı duraklarda bile yapılabilir rahatça. -Belediye garip garip indirim yapacağına bir günlüğüne bilet getirsin. O günkü biletlerin gelirini de bir yerlere bağışlasın. Hatta duruma göre uygun fiyatlı bile yapabilir. Bu sayede sırf yardım amaçlı bile bilet alan çıkacaktır. -Duraklara otobüs saatleri eklenebilir. Saatler tutmuyor diye eklemiyorlar görüşünü, İzban'da sefer saatlerinin paylaşılması nedeniyle kabul etmiyorum. -Artı para iade validatörlerini İzban çıkış turnikelerine de ekleyebilirler. Kalabalık oluşturacağı için sadece orada olmaması mantıklı ama daha çok görüleceği için insanlar iade almayı daha az unutur.
En sonunda zor da olsa, geç de olsa bitirmeyi başardım. Yine korkunç uzun oldu ama gerçekten çok şey vardı. Geçen seneden kalan ihale, gezdiğim yerler olup bir de normal yoğunlukla birleşince yine uzun oldu. Geçen seneki ihaleyi anlamak için geçen seneki kadar olmasa da yine iyi bir kafa patlattım. Açıkçası iş nedeniyle artık eskisi gibi vaktim olmuyor ve bundan dolayı uzun uzun yazmak yorsa da alışkanlıktan yazıyorum yine. Sabrınız için teşekkürler tekrardan. Bakalım zaman ve ESHOT bize daha neler gösterecek?
1 note
·
View note
Text
Giden 2020 ve Geçen Hayat
Her yıl şu yazıyı fantastik zamanlarda yazmak gibi bir becerim oldu artık. Ne zaman yazacağımı ben bile kestiremiyorum. Normalde Ah Eshot Ah dönemi içindeyiz ama kronolojik yayın sırası önemli benim için.
Neyse en sonunda yine klasik ama kimsenin klasik olduğunu pek bilmediği yazının yenisine. Geçtiğimiz Mayıs'tan beri başıma gelenler olacak özetle. Korona var diye daha mı az şey oldu yoksa o kadar çok şey yaptım ki zaman algım kaydığından hiçbir şey yapmamışım gibi hissediyorum bilmiyorum.
Geçen sene Eurovision'un iptali sonrasında ödevlerle geçen bir süreç oldu başta diyebilirim. Dönem sonuna kadar ödevler yaptım. Hatta okullar salgın nedeniyle tatil edilmeden önce aldığım kitabın süresi uzatıldı. Hatta o kadar uzattılar ki önümüzdeki Ekim ayına kadar kitap bende kalabilir. Kitap bende bir yıldır olmasına karşın hala ceza ödememek garip bir his.
Onun dışında tam kapanmanın etkisiyle stajımın ilk 6 ayının yarısı kapanma ile bitti. Mazbatayı ise 6 ay bittikten bir buçuk ay sonra anca alabildim. Sonrası biraz da açılmalara denk geldiğinden benim için normal ama birçok kişi için esaretten kurtulmuş misali bir süreç oldu. Bu arada söylemem gerek, pandemide yaşadığım en büyük değişiklik ev halkının normalden çok daha fazla evde kalması. Onun dışında -Neredesin Firuze'deki gibi- ben hep evdeyim. Daha doğrusu evdeydim.
Evdeydim diyorum zira stajda bir yerde çalışmak da gerektiği için çalışmaya da başladım. Stajyer olmayı doruklarıma kadar yaşadım diyebilirim. Ve kesinlikle beni liseden tanıyan birçok kişi tam kendin için olan bir ofis bulmuşsun der. Koşmayı seviyorum ama bu kadar çok ve stres altında koşmak yorucu. Bazen gerçekten koşmak bıktırıyor. Esasen yürümeyi her zaman koşmayı tercih ederim ama bazen tüm hızla koşmak insanı güzel deşarj ediyor. İş hayatı özetim bilginin peşinde koşturmaca ve hep bir şeyleri yetiştirmece desem abes olmaz galiba. Süreli iş denen olgu sinir bozucu.
Koşmak demişken, bu arada maske ile tempolu hareket etmek zor. Zaten sürekli maske takılı kondisyon vs. ölüyor. Bende zaten ölü olduğu için daha da öldü. Hız konusunda hala hızlanabiliyorum ama hızı koruma konusunda bitmişim. Ama İzmir'de trafik olduğu için bazen koşmama gerek kalmıyor. Bazen çok absürt mesafelerde az mesafede veya yavaş koşarak ya da hiç koşmayarak otobüse falan yetişebiliyorum. Bu bazen çok garip geliyor. Zamanında bunun için mi koşuyordum diyorum. Ama şartlar her iki dönemde farklı. Koşmak demişken değinmek olmaz, halı sahalarla aram o kadar açıldı ki en son ne zaman halı sahaya gittiğimi hatırlamıyorum.
Bu arada söylemem gerekli, yok lisede bizi zorluyorlar falan diyene iş hayatını göstermek lazım. Ben üniversitede bile öğrencilerin yattığını düşünüyorum. İş hayatının saat düzeni bile başlı başına ayrı konu. Gerçekten üniversite sınavını da dahil ederek söylüyorum: Lise insanın rahat olduğu dönemlerden biri. Üniversite sorumlulukla birlikte serbestinin de arttığı bir dönem olduğu için yine rahat. Ama asıl her şey sonrasında başlıyor bence.
Geçtiğimiz Eylül'den beri çalışıyorum. Evde kalmayı özledim. Onun da ayrı bir rahatlığı vardı. Ve iş gereği insanların dertleriyle uğraştığımız için her şey daha kritik olabiliyor. Uzun uzun iş anılarımı anlatırım ama gerçekten mecalim yok. Ama kendi kendimi strese soktuğum, bazen koşullar gereği yoğunluk altına girmek zorunda olduğum zibilyon an var. Ve tahminimde de yanılmadım. Avukatlık benim için çok stresli, belli ölçüde dengesiz, özellikle duruşma özelinde gereksiz fazla bekleten bir meslek. Üniversiteye girmeden önce aklımda olan her şeyin tek tek karşıma çıkması sürpriz olmadı. Ama gerçekten de insan bazen haklı olmak değil mutlu olmak istiyor. Doğrusu mutsuzum diyemem, sadece yoruluyorum. Fiziksel olarak eskiye göre daha fazla yorulsam da hala sorun olmuyor ama zihinsel olarak bazen çökme noktasına geliyorum. Hatta o kadar çok yazmak zorunda kalıyorum ki artık bir şeyler yazmak istemiyorum bilgisayarda. Bir şey yazmamak tatil gibi hissettiriyor. Ondan dolayı tam bir tüketim insanına dönüşmüş vaziyetteyim.
Tabi bu süreçte de İzmir birçok şeye ev sahipliği (!) yaptı. Korona yokmuşçasına bir deprem oldu. İnsanın ne yapacağını bilemediği, bu sefer gittik dediği bir deprem. Açık söyleyeyim, her ne kadar depremin sonuçları kötü ve acı olsa da çok daha kötüsü olabilirdi (vefat edenlere Allah yeniden rahmet eylesin). Bazen gerçekten şansa yaşıyoruz dediğim anlardan biri. Ondan sonra adliyelerden biri hasar gördüğü için yıkıldı, diğer ikisinde tadilat yapıldı. İş dengesini de etkileyen şeylerden biri. Hatta bu yüzden staj bitişi için başvurumu bir ay daha geç yaptım.
Devamında ise bir buçuk ay sonunda yeminimi ettim ve avukat oldum. Tabi salgının sonucu olarak online tören ile oldum. Her ne kadar fiziki tören daha iyi olsa da kıyafet ve bir yere gitme dertlerinden kurtulmuş olmanın rahatlığı ile tamamladım töreni. Yalnız yemini hatasız yapsam da gereksiz hızlı yapmışım. Ettikten sonra fark ettim. Benden iki-üç ay sonra kısıtlı olarak açtılar. Ama her gelen yanında anca iki kişiyi getiriyordu kuralı saçmaydı yalan yok şimdi.
Online demişken şimdi aklıma geldi. Online ders garabetiyle baro derslerinde de karşılaştım. Hatta bu sefer çalışırken girmek oldukça can sıkıcıydı. Yüksek lisans öğrencisi olduğumdan seçmelilerden muaftım ama seçmeliler yazın, zorunlular Eylül-Ekim döneminde oldu. Yoklama almak en çok burada dert oldu herhalde. Girdiğim derslerde yok yazmışlardı ama daha sonrasında bir şekilde silindi de bitirebildim.
Belirtmem gerek, sorumluluk dışında avukat olduktan sonra hayatımda çok bir şey değişmedi. Belli ölçüde mesleğin sorunları hayatınızı kaplamaya başlıyor ama. Hakimi ayrı, savcısı ayrı, kalemi ayrı, müvekkili ayrı yoruyor. Hoş bir tabir değil belki ama gerçekten de başkalarının derdi bizi geriyor. Öte yandan şu an staj yaptığım yerde devam ettiğim için kendimi şanslı görüyorum. Açıkçası kendi ofisini açmaya pek gönlü olmayan biri olarak -hatta buradan ayrılırsam avukatlık yapmama ihtimalim de yüksek- başlangıç için iyi diyebilirim. Ama ileride ne olur onu bilmiyorum. Sadece şu noktada birçok yararlı şeyi gördüğüm için mutlu olduğumu söyleyebilirim. Yararlı bir süreç oluyor benim için.
Öte yandan işin hayatımdaki somut faydalarından biri de sel felaketinde iş gereği şehir dışında olmamdı. Eskişehir'de gayet güzel bir havada işlerimi yaparken İzmir'de bayağı tatsız şeyler yaşandı. Onun dışında ofisim HDP il binasına yakın bir yerde ama o olay olduğu sırada ben Foça'daydım. Yine vefat edenlere Allah rahmet eylesin.
Yüksek lisans yönünden de tez dönemindeyim. Ama bu sene bitmeyeceği kesin diyebilirim. Öğrencilik hayatımda ilk defa belirlenen alt sürede bir şeyi bitirmeyeceğim sanırım. Ama iş yoğunluğu gerçekten başka bir şey yapılmasını engelliyor. Hafta içi iş sonrası bir şeyler okuyup yazmak zor. Hafta sonu da insan yatmak istiyor. Ondan bu yazı vs. de gecikiyor biraz.
Bu arada DEÜMBM'nin son kez yapılması pandemi yönünden de ilginç oldu. Zaten yapamayacaktık, güzel bir finalle kapattık gibi oldu. Her şeyde bir hayır var diyor insan. Emekli olduğum için de mutluyum artık diyebilirim. MBM dünyası zaten yorucu olmaya başlamıştı.
Bir de şükür ki hala korona olmadım. Aşıda da ilk dozu oldum. İkincisini bekliyorum. Orada da hakkımızda hayırlısı demekten başka bir şey gelmiyor. Kısıtlamalar kalktıktan sonra insanlar yine uzun yıllar süren esaretten kurtulmuş gibi hareket etmeye başladı. Bakalım sonumuz ne olacak?
Bu arada bu seneki tam kapanma benim için pek olmadı. Ben yine işe gidiyordum. Hatta İzmir o kadar boştu ki uzun zamandır bu kadar keyif almamıştım şehir içi yolculuktan (merkez ilçeler için, yoksa Urla, Çeşme ve hatta Nazilli'ye gitmek hobi olmakla birlikte zevkli oluyor). Acaba hep mi kapansak dedim ama hayatın gerçeklerini atlamamak gerek.
İstersem olay olay anlatabileceğim çok şey var ama çok da uğraşmak istemiyorum yalan yok. Arada kısa yazmayı da öğrenmem gerekli sanırım. Ondan dolayı yazmam gerektiğine inandığım birkaç şeyi ekleyip bitireceğim sanırım. Enerjimi Ah Eshot Ah'a saklamam daha iyi sanırım. Orada iş nedeniyle yazabileceğim çok şey var.
Son olarak çevremdeki herkes evleniyor veya nişanlanıyor. Yasakların kalkmasıyla patlama oldu adeta. Sonra aklıma geliyor, mezun olalı iki sene olmuş. Başlaması gayet doğal diye. Pandemi gerçekten herkesten bir sene çaldı dostlar. Üniversite yıllarında kayıp yaşayanlar için gerçekten üzgünüm.
Gelelim yine kendi kendimi çekiştirdiğim bölüme. Bu kısım sanırım bu sefer daha uzun olacak öncekilere göre. Açıkçası iş yönünden de düşününce kendime kızmak için daha çok sebebim var. Hala kendimde sevmediğim, kızdığım birçok şey var. Geçen seneye göre kendime daha öfkeliyim diyebilirim. Bunlar kendi kendimi tüketeceğim şeyler değil ama var olduğu da bir gerçek.
Öte yandan insanı beklentiler yıpratıyormuş. En çok bunu gördüm diyebilirim. Basit bir beklenti olsa bile hatta temel konu ile ilgili hiçbir şeyi değiştirmeyecekse bile işler beklentiyle uyumsuz gidince insan yıpranıyor. Sonucu kendisi için olumlu olacak olsa dahi o gidişat yoruyor. Her işte hayır vardır demiştim. Buna inanarak yaşasam da bazı şeylerin yorucu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bir olaya ilişkin yaşanan bütün süreçte insan kendini "bak bu sefer değişecek" dediğinde ama sonrasında hatrı sayılır ölçüde kendisinin de katkısı (!) nedeniyle hiçbir şeyin değişmediğini görünce insan kırıldığı gibi kendine kızıyor. Kendini sorguluyor. Önceki paragrafta da dediğim gibi, sonucu kendisi için daha iyi olacak olsa dahi durum böyle. Hatta bazen işin diğer tarafları için hayır seviyesini görünce insan ne diyeceğini bilemiyor (burada Arka Sokaklar Mesut gülüşü olduğunu düşünün). Ondan dolayı her işte hayır vardır sözü tek yönlü düşünülmemeli gerek sanırım.
Ama her ne kadar beklentilerin yaratacağı potansiyel sorunlardan bahsetsem de beklentiler yine ayakta tutuyor sanırım insanı. Bir beklenti gidiyor, yenisi geliyor. Yeni planlar kuruluyor. Son dönemde hayata dair heyecanım pek kalmamış olsa da birkaç ufak beklenti yine umutları taze tutuyor hayata karşı. İnsan hayatı sürprizlere dolu tabi ki. Ne olacağı hiç belli olmuyor. İnşallah her şey herkesin gönlüne göre ve en hayırlısı olacak şekilde olur.
Bu sene de böyle geçmiş. Sanırım uzun zamandan beri olmadığı kadar kısa oldu. Benim için ne kadar kısa olabilirse. Sanırım Issız Adam incelemesi daha uzundu. Neyse, daha fazla uzatmadan bitireyim. Kapanış şarkısını da aşağı bırakayım (Şarkının özel nedeni yok, son dönemde o takıldı aklıma). Bakalım hayat bizlere daha neler gösterecek? Görüşmek üzere.
Emre Yücelen - Kaldırım Çiçekleri (Ayşegül Özüdoğru ile birlikte) https://www.youtube.com/watch?v=HxwMbZ8zyV4
0 notes
Text
2020′den Bir Bakış - Issız Adam
Son zamanlarda biraz da yapacak bir şey bulamadığımdan arada bir film izliyorum. O ne ki benim hayatım film izlemekle geçiyor diyenleriniz olabilir ama bilgisayar ekranından bir şeyi sadece izlemek benim için yorucu olduğundan çok zor film izlerim normalde. O yüzden son dönemde kendi açımdan bayağı bir film izlediğimi söyleyebilirim. Normalde insanlar bunu karantina döneminde çok yoğun şekilde yaptı. Ben pek bulaşamadım o zaman bile. Anca şimdi bulaşabiliyorum. Belki de ikinci dalga için prova yapıyorum farkında olmadan. Hayır, şom ağızlı değilim. Sadece görünen köyü gösteriyorum.
Yaklaşık 10 film izlemişim iki haftada. Aslında her biri film için yorum yapabilirim. Ama film cahili olduğumdan pek de doğru değil diye düşünüyorum. Başlıktan da anlaşılacağı üzere bir film var ki yorum yapmasam olmazdı. Bu film çok mu iyi? Hayır. Hikayesi olmasa çok da hatırlanacağını düşünmüyorum. Hatta bu yüzden izlememiş olsam da abartıldığını düşünürüm. Ama şu ana dek izlediklerim arasında üzerine en çok yorum yapabileceğim filmlerden biri (En çok diyemiyorum çünkü Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni üzerine de anlatılabilecek birçok şey var). Yılların ön yargısını kenara bırakmaya çalışarak izledim. Ondan dolayı günün konusu olacak. İlk defa izlediğim için biraz da bugün çıksaydı diye değerlendireceğim. Ondan dolayı 2020'den bir bakış diyorum.
Baştan söyleyeyim bol bol sürprizbozan (spoiler) olacak.
2008'de Issız Adam ilk çıktığında herkes hüngür hüngür anlayınca abartıldığını düşündüm 11 yaşımda olmama rağmen. Üzerine aşırı popüler olan işlerden uzak durma hastalığım da girince izlememekte ısrarcı oldum. Hatta Aşk Tesadüfleri Sever bu alanda daha çok dikkatimi çektiği için onu daha iyi bulurum (Bu yazıda ona da değineceğim). Ama ne hikmetse bir şans vermek istedim filme ve geçenlerde YouTube’dan izledim (filmin kendi yapımcısı koymuş ama niye sadece Fransızca bilemedim) . Hala abartılı olduğunu düşünüyorum ama filmin bazı konularda beklediğimden daha farklı bir şekilde ilerlediğini söylemem gerekli.
Filmin konusunu anlatmama gerek yok belki ama kısaca değinelim. Romantik ilişkilerde sıkıntılı bir adamın (Alper - Cemal Hünal) hayatına birinin girmesi ve bunun devamında gelişen süreçler olarak tanımlanabilir. Film bu konuda sorunlu biri olmasını başta biraz "sert" bir şekilde anlatıyor. Bir an nereye düştüm ben diye sorgulamadım değil.
Devamında bunun bir aşk filmi olmasından tahmin edersiniz ki esas kızımız (Ada - Melis Birkan) hayatına giriyor. Hiç beklenmedik bir anda bir tesadüf her şeyi değiştirir durumu burada da var. Benim bu kısımda ilgimi çeken kızla tanışma çabası. Düşünüyorum, şu an biri filmdeki gibi başta yürümeye çalışıp, sonra kitap alarak takip edip bu tarz bir işe girişse aynı gün içinde Twitter'da 30 tweet'lik bir flood görürdük. Hele kitabın içine numarasını yazmış bir de. Numarası ayrı, yedi ceddi ayrı ifşa olurdu. Ama filmin çekildiği tarihte internet yeni yeni yayılmaya başlamış ülkede. Ve birçok kişi için hala romantik gibi. Bu noktada eski birçok yapımın şu an çıksa deli gibi linç yiyeceğini düşündüğümü belirtmem gerekli. Neyse ki yeni çok ürün var da eskilere çok gidilmiyor. Bu konu ile ilgili son olarak, bu tarz hikayelerin sadece filmlerde olması bazen düşündürmüyor değil.
Filmde ikilinin tanıştıktan sonra aralarında gelişen süreç kötü açıklanmamış. Sadece Ada gibi her şeyin farkında olan birinin ilk arayan olması garip geldi. Özür dilemesini gerektiren bir şey de yoktu bence. Ertesi gün Alper yine gelirdi bence. O yüzsüzlüğü görmek zor değil. Bu durumu "İşte etkilendi, bu da onun yan etkisinden" denilerek açıklanabilir ama bilemedim. Yine de çok büyük sorun olarak görmüyorum.
Bu noktada karakterlere değinmem gerekli. Ben filmin daha çok aforizmavari diyaloglarla geçeceğini düşündüm ama konuşmaların tonları genelde farklıydı. Ada her şeyin farkında, yeri geldiğinde lafını sokuyor. Alper esasen sorunlu kişilik ama ağzı laf yapıyor. Konuşmalar tabiri caizse mıymıy geçmiyor. Bu beni en çok şaşırtan şeydi belki de. Öte yandan Issız Adam'ın Ada'sı ile Leyla ile Mecnun'un üçüncü Leyla'sını oynayan Melis Birkan'ın bu iki yapımda benzer karakterler canlandırdığını düşünüyorum. İki karakter bana benzer geldi. Leyla dizi gereği bir tık daha absürt bir karakter tabi ki. Ama Ada'nın da çok farklı olduğunu düşünmüyorum nedense. Leyla ile Mecnun'u seven biri olarak hoşuma gitti.
İkisinin ilk randevusu da az çok tahmin edilebilirdi. Ha zaten filmde tahmin edilebilirliği kimse dert etmiyor. Maksat olacakları izlemek. Ne olacağı sonuna dek belli olan filmlerin kendini izletmesi hoşuma gitmiyor değil doğrusu. Belki de insanlar kendilerini görüyorlar bu hikayede. Bir ayna vasfı görüyor bu tip filmler. Konuya dönmek gerekirse bu kısımda bana en ilginç gelen kısımlar sevişme sahneleri. İlk sahne o kadar hızlı oldu bittiye geliyor ki insan şaşırıyor. Nedenini anlayabiliyorum ama yine de garip. İkinci sahne daha da garip ama. Biraz zorlasalar ortaya bir çeşit joi* çıkacağını iddia edebilirim. Tasvirler çok daha yumuşak tabi. Kamera açısı ve diyaloglarıyla biraz da mistik geldi. Mistik doğru kelime değil galiba ama az çok anlatabildiğimi düşünüyorum durumu.
Joi (jerk off instructions): Bir çeşit yetişkin içeriği olan bu yapımlarda sektör emekçisi hanımefendi (veya hanımefendiler) çıkar, karşısında biri varmış gibi konuşur ve onu yönlendirir. Erotik tasvirler etrafında dönen yönlendirmelerin hedefe (!) ulaşması sonucu yapım sona erer. ekşi sözlük'te Nez'in Sakın Ha klibinin de joi olduğu/joi ögeleri içerdiği söylenmiştir. Benim de konuya ilişkin bilgim oradan dostlar. Konuyla ilgili başlığın linki de aşağıda.
https://eksisozluk.com/nezin-sakin-ha-klibiyle-ulusal-tvde-joi-vermesi--5450400
Bu noktada bir şey belirtmem gerekli. Filmin ilk yarısı adeta müzik kutusu gibi. Altı defa sanırım farklı müzikler giriyor. Müzikler kötü değil ama şaşırmadım da değil. Animasyonlarda çok sövdüğüm bir durum olsa da filme çok da kötü gitmemiş. Ama gereği var mıydı bilemedim. Plak ve gramofonlara ilgiyi bir ihtimal artmış olabilir derdim ama ilginin patlaması 2010'ların başında oldu diye kalmış aklımda.
Bu kadar gereksiz bilgi sonrası filmin devamına değinelim. Mutsuzluklar kadar mutluluk da dramın içindedir. Sonuç olarak hayat bir dramdır aslında. Filmin devamı da kendi içindeki mutluluğu anlatıyor. Özellikle Alper ekseninde her şey daha farklılaşmakta. Ama bu farklılık kötü değil onun için. Düzgün bir ilişki onun da sorunlu yapısını etkilemekte. Kendi içinde arada çatışmalar yaşasa da kendini bastırabilmektedir. Bu kısmın güzel ifade edildiğini düşünüyorum.
Sonrasında filmin kırılma noktası geliyor kanımca. Annesinin gelmesi ve devamındaki süreçler. Annesinin gelmesi direkt etkilemiyor ama ondan sonra her şey sarpa sarıyor. Benim için filmin gerçeklikten ufak ufak uzaklaşmaya başlıyor bu kısımda. Annesinin gelmesi sonrası kendisinin sorunlu oluşunu yeniden görüp önlem alması olarak mı yorumlamak gerekli bilmiyorum ama benim için gerçeklikten kopuyor. Burada "Alper sorunlu bir karakter, bu nedenle kendi iç dünyasındaki kötü Alper baskın geliyor ve süreç ayrılmaya varıyor" denebilir. Annesine belli ölçüde düşkün biri. Onun bu kızı bırakma demesinden bir saat sonra ayrılalım demesi mantıklı değil. Hani annesine bak benim ilişkim var demek için çıkmış olsa anlarım ama kopuk geldi. Belki daha güzel anlatılabilirdi bilmiyorum.
Ayrılma sahnesi de ayrı ibretlik. Önceki paragrafta da yazdım. Annesi bu kızı bırakma diyor, bir saat sonra ayrılmak istiyorum diyor. Başarılı bir ruh hastası ama kötü bir anlatım. Dahası Ada'nın şaşkınlık göstermeden direkt durumu kabullenip sövmesi. Farklı işlenen bir sahne. Bana göre garip bir kamera açısı. Öfkeyi iyi yansıtmış ama başlangıç sıkıntılı. Bunun için de Ada önceki ilişkilerinden bu duruma alışık, ondan dolayı gidişatı gördü ve sövüp gitti denebilir. Ama bilemedim bu sahneyi de.
Aynı sahnenin devamında apartmandan çıktıkları kısım var. Alper yukarıda hiçbir şey demedi Ada'nın onca tepkisine rağmen ama dışarıda bülbül gibi şakıdı. Ama Ada'nın önceki ilişkileri gibi bitince "püh geri zekalı" demeden de duramadım.
Ayrılmaları sonrası da bir noktada ilginç. Hadi Alper kendisi için iyi olduğunu düşündüğünü tercih etti. Annesinin sözünü de umursamadı. Peki Ada niye Alper'in annesinin sözünü dinlemedi? Kadın, bu çocuğun böyle bir durumu var onu anla ve sahip çık gibisinden bir konuşma yaptı Ada ile. Ada niye hiç uğraşmadı? Önceki ilişkilerinden dolayı artık ilgisini kesti denebilir ama bence mantıklı değil. Nasıl Alper kendisi için bu ilişkiyle farklı olabileceğini düşünüyorsa, Ada da her şeyin farklı olabileceğini düşünüyor. Yoksa Ada neden sevgili olsun ki Alper ile? Maksimum bir buçuk aylık bir ilişki, o nedenle ikisi için de bu süre hiçbir şeyi değiştirecek niteliğe sahip değil denebilir. Ancak bunun Ada'nın filmin başında çizdiği karakterle uyuştuğunu düşünmüyorum. Buralarda akışı koptu filmin benim için. Yanlış anlaşılmasın, Alper süzme salak. Harbi geri zekalı. Sorunlu kişilik olsa bile mantığı yok yaptığının Doktorlar Levent ile kapışırlar kesinlikle. Ama Ada yönünden de sorunlu olduğunu düşünüyorum. Ki Alper aldatmamış. Sadece ayrılmak istemiş. Burada yine Ada'nın eski ilişkileri devreye giriyor ama bu kadar seviyor olmasına rağmen neden direnmiş olmasını anlayamıyorum. Tamam anlasa ve geri dönse film olmaz ben de farkındayım ama daha mantıklı bir açıklama bekliyor insan.
Doktorlar'dan bahsetmişken fark ettiğim ilginç bir şeyi de paylaşmak istiyorum son kısma girmeden. Doktorlar sürprizbozan'ı vereceğim baştan söyleyeyim. Issız Adam filminin vizyon tarihi 7 Kasım 2008. Doktorlar'ın meşhur ikinci sezon finali ise 23 Haziran 2008. Durumu anlamayanlar için şöyle özetleyeyim. Doktorlar'da Levent ikinci sezonun sonunda, Alper'in yaptığından çok çok daha beter bir salaklık yapıyor. Düğün günü ibretlik "benim bu ilişkiye inancım kalmadı Ela" diyerek ayrılıyor. Önceki paragrafta kapışırlar dedim ama düşününce Doktorlar Levent bambaşka bir seviye. Onun yaptığı mallığı yapmak üst düzey beceri ister. Konuya dönersek aslında Türk izleyicisi 5 ay içinde iki kez kendisinin zeki olduğunu düşünen ama mal olan erkeğin haksız yere sevgililerini terk etmesini izliyor. Tamam ikisi de sağlam beddua yedi ama acaba Doktor Levent, yaptığı ile Alper'e gelecek tepkileri yumuşattı mı diye düşünmüyor değilim. Çok mantıklı bir fikir değil ve 5 ay esasen uzun süre farkındayım ama o dönemki tepkileri merak etmiyor değilim. ekşi sözlük'ü okurdum ama 1717 girdi (entry) okuyacak gücüm yok. Ama Doktorlar ile veya Doktor Levent ile ilgili herhangi bir girdi de yok.
Ve gelelim artık meşhur final sahnesine. Öncelikle söyleyeyim. Daha önce kısmen izlemiştim ama bu kadar uzun olduğunu bilmiyordum. Alper'in kısmını izlemiştim. Kendi içinde tutarlıydı. Eden bulur'u yansıtmış direkt. Bu kısımla ilgili bir sorunum yok öncesine dair sorunum olsa da. Ada'nın kısmını beklemiyordum. Yalnız Ada'nın kısmını izledikten sonra daha temiz sövdüm filme ve daha bir çıktı gerçeklikten bence.
Önceki paragraflarda anlatmak istedim ama filmin gidişatına göre yazmak istediğim için burada yazayım dedim. Ada ayrıldıklarından sonra Mersin'e Alper'in annesinin yanına gidiyor. Alper'in annesi ona uzun uzun anlatıyor Alper'i. Hadi Alper'in annesi Ada'nın Mersin'e geldiğini söylememesini bir nebze anladık (Olma ihtimali bence çok düşük ama). Ama hiç mi Müzeyyen Hanım (Alper'in annesi) Ada'yı ikna etmeye çalışmaz? Oğlunun yaptığının kendisini birebir yansıtmadığını bilen ve Ada'yı da seven biri hiç mi yeniden buluşmaları için hareket etmez? Normal şartlarda bir barıştırırdı bence. Müzeyyen Hanım ben Alper'i ikna edemem kafasına mı girdi, anlamadım ki. Aralarındaki ilişki gereği Alper'in kulağından çekecek hali yok ama konuşabilirlerdi sanki. Ne kadar işlendiği sahne itibariyle garip duracak olsa da bari başarısız olduğunu gösterseydi. Ya da Ada "Annen barıştırmak istedi ama kararım kesindi" gibi cümle kursaydı. Çok çok mantıksız. Bu sahneyi görünce hadi len oradan derdim argo bir şekilde. Buna rağmen arkadan Ayla Dikmen - Anlamazdın çalarken sarılmaları duygulandırıyor. Tabi ki ağlamadım ama gerçeği de reddedemem. Öte yandan Alper'in pasajdan çıkarken önce sola dönüp sonra tam ters istikamete gitmesi de güzeldi. O an geri döndüğünde tekrar bir Ada ile göz göze gelse mi dedim ama filmin jeneriğine giriş için bahsettiğim hareket sonrası kameranın sabit olmasını anlayabiliyorum.
Finali hakkında şunu söylemek gerekli. Aşk Tesadüfleri Sever'in finali filmin son kısmı abartılı olsa da daha vurucuydu. Tesadüf üstüne kurulu bir film olduğu için pek şaşırtmadı ama ilk izlediğimde son kısmını izlememiştim (Televizyonda izlerken, son sahne öncesi ne olduğunu anladıktan hemen sonra reklam girince aga be diyerek sonunu izlememiştim). Daha sonra izlediğimde müzik seçimi itibariyle iyi bir final yapılmış dedim. Ama ikisi de şaheser değil tabi ki. Bu noktada 2011 yapımı Aşk Tesadüfleri Sever'i daha önce izlememin Issız Adam'ın finaline ilişkin görüşümü etkileyip etkilemediği düşünülebilir. Bunun için zamanda yolculuk yapmam gerekli. Bir yorum yapamaycağım.
Filmle ilgili bir ek bilgi: Filmin sonundaki Ada'nın Müzeyyen hanımla baktığı fotoğraflarda Alper'in babası olarak görünen kişi Alper'i oynayan Cemal Hünal'ın kardeşi Kerem Hünal. Kendisi bunu YouTube'da konuk olduğu bir programda söylemişti ama hangi video olduğunu tam bulamadım maalesef. Kerem Hünal da oyun tasarımı ile uğraşmakla birlikte multiplayer.com.tr'den de tanınan bir isim.
Sonuç olarak Issız Adam abartılı olduğunu düşünsem de kendini izletmeyi başaran ama bana mantıksızlıkları bulunan bir film. Daha önce de dedim. Filmdeki bu gidişat olmasa, benim dediklerim olmasa bu film olmazdı. Ama anlatılanları daha mantıklı bir çerçevede açıklayabilirdi kanımca. Filme ilişkin puan vermek benim gibi bir cahilin haddine değil. Ondan pek yorum yapmayacağım. Ama bence şaheser değil ama yine de izlenebilir.
Her zamanki gibi uzun ama sanırım diğerlerine göre daha kısa bir yazı oldu. Dediğim gibi bu filme konuştuğum gibi konuşacağım birçok şey var ama biraz güncel (benim için) ve biraz popüler olması onu yazmamı tercih etmeme neden oldu. Her film hakkında yazmam ama insan bazen içini dökmek isteyebiliyor. Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Buraya kadar sabredip okuduğunuz için teşekkürler.
1 note
·
View note
Text
Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 7
Yılların eskitemediği ve eskitecek gibi de durmadığı bu serinin 6. senesinde yeni bir yazısını yazmak hala ilginç geliyor. Ama her seferinde dediğim gibi elime güzel malzeme geliyor. Ama bu seneki koşullar o kadar garipti ki kısaca tanımlamak pek mümkün değil gibi. Klasik girişle başlayalım.
Konu: Eshot'un ulaşımdaki icraatlerinin bir kez daha incelenmesi ve korona virüsü
Not: Ne kadar uzun olacak bilmiyorum ama tahmin edilebileceği üzere uzun olacak.
Bir yıl daha geçti ve birçok değişiklik yaşandı. İlk etapta geçmiş yıllardaki tempo aynı şekilde gitti bu sene. Hatta ben nasıl bu yazıyı yetiştireceğim diye düşünmedim de değil. Korona ise bu tempoyu ciddi derecede düşürdü. İşime gelmedi değil ama böyle işime gelmesindense günlerce yazıyı yazmayı tercih ederdim. Neyse bakalım bu dönem içinde Eshot neler yapmış bakalım.
İlk başta önceki yazıdan aklımda kalan bir soru ile başlayalım. Malum 121 ve birçok araç kaldırıldı. Ben duraklarına ne olacağını sormuştum. Duraklar en son baktığımda boştu ve kaldırılmamıştı. Sadece 302 kendi durağını kullanıyor o hizada. Öte yandan pandemi nedeniyle aylardır o tarafa gitmediğimi de belirtmem gerekli. 121 demişken 5 Şubat'ta iki kez 121'i gördüğüme eminim. Ama nasıl oldu vs. konusunda hiçbir fikrim yok. Bir kere görsem yanlış gördüm derim ama iki kez olması garipti.
Online işlemlere ilişkin gözlemlerime ekleme yapmak gerekirse geçmişin görüntülenmesine ilişkin kıstas var. 3 ay önceki yolculuklara kadar gösteriyor sistem. Kişisel veriler söz konusu olduğunda kötü bir durum değil. Ayrıca yolculukların aynı kısım üzerinden şikayet edilebilir olması da güzel. Ayrıca sene içinde neden online işlemlerde kartlar arası bakiye aktarımı gelmiyor dedim. Bunun kötüye kullanımı olabilir ama en nihayetinde artı para sistemini gerektirecek kadar bir durum olduğunu düşünmüyorum (bilmeyenler için ben eksi bakiye olması gerektiğini düşünüyorum ama belediye daha garantici davranıyor kötüye kullanılabilir diye).
Bir başka gözlemim de 466 üzerine oldu. 466 eskiden gümrük yolunu kullanan araçların aksine Kemer Aktarma Merkezi üzerinden gümrüğe varıyor. Mantıklı bulmakla birlikte bir şaşırmadım değil bu duruma. Aktarma merkezini ara durak olarak kullanması bana daha ilginç geldi. Eskiden 169 bu yolu izlerdi. Tam olarak Bahri Baba'da durmazdı ama Atatürk Kültür Merkezi'ne gelirken uğrardı.
Öte yandan bu seneye ilişkin gözlemlerimden biri de belediyenin bazı birkaç konuda geri adım atması oldu. Bunlara değineceğim ama daha öncesinde değinmem gerekenler var.
İlk olarak yılan hikayesine dönen Buca Metrosu'na değinmek gerekli. İlk başta ihaleye hazırlanıldı her şey olacak dendi ama doların ani yükselişi ihalenin iptaline neden olmuştu. Yeniden yapılan girişimlerde kredi çekmek için onay alınmak istenmesi uzun süreli bekleme sürecine girilmesine neden oldu. Temmuz ayında belediye ve Tunç Soyer isyan etti bu duruma. Zira 18 aylık bir bekleme söz konusuydu. Bu isyandan 3 gün sonra 12 Temmuz'da onay geldi ve girişimlere başlandı. 16 Ocak'ta 34 milyonluk kredi anlaşması imzalandı. Sürücüsüz metro olacağı söyleniyor. Pandemi sonrası temel atılması ve 5 yıl içinde tamamlanması da beklentiler arasında. Ayrıca yıllardır olacağı söylenen Buca Cezaevi'nin kaldırılma sürecinde olduğu ve bu kapsamda Adalet Bakanlığı'nın arazinin mülkiyetini Milli Emlak'a devretmesi bekleniyor. Buca Belediye Başkanı Erhan Kılıç, "Bana kalırsa, insanların nefes alabileceği yeşil bir cennet haline getirilebilecek bahçe olmalı" şeklinde açıklamada bulundu.
Sene içinde en ciddi olay olacak nitelendirilen olaylardan birinin akıllı kart ihalesi olduğu söylenebilir. 2015'teki ilginç geçişten sonra 2019 Eylül'de sözleşme biteceği için ihale yapıldı. Yazılanlara göre 2015'te akıllı kart sistemini ele alan Cardtek/Karbil/Paycore ve Ankara'daki sisteminde altyapısını sağlayan E-kent ihaleye katılmış. 1999'da hayatımıza giren ve 2015'e dek işleten Kentkart ise katılmamış. 2015'teki sancılı boşanma sürecinden sonra katılmamasını normal bulduğumu söylemem gerekli. Ülkenin birçok yerinde hizmet verdiği için de bu onlar için ciddi bir kayıp olmayacaktır. Zaten o kayıp 2015'te yaşanmıştı. Öte yandan WoWTurkey forumlarında bunun başlığı açılmış. İhaleye katılmamasına karşın insanlar (51 kişilik bir grup) Kentkart'ı seçmiş. Biraz da duygusal bir durumun olduğu ve 2015'te sistemin çökmesi olduğu söylenebilir. Şu anda hala Cardtek/Karbil/Paycore'un sistemi işletiliyor. Ama şu an işler bayağı karışık. İlk başta 2015'teki sürece bir kısaca hatırlatıp sonrasında 2019 Ağustos'ta başlayan karışık ihale sürecindeki duruma bir bakalım.
WoWTurkey'deki ilgili başlık:
http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=168168
2015'te neler olmuştu?
2015'te Kentkart yapılan ilk ihaleyi kazanmıştı. Sonrasında bu ihale edilmiş ve sonraki ihaleyi Cardtek/Karbil/Paycore kazanmıştı. Kentkart, Kamu İhale Kurumu'na ve Eshot'a itirazlarda bulunmuş ve reddedilince Cardtek/Karbil/Paycore'un deneyimsiz oluşu ve olası kamu zararı olma ihtimali nedeniyle dava açtı. Zaten 1 Haziran 2015'teki geçiş nedeniyle bir zarar da oluşmuştu. Mahkeme yürütmenin durdurulması kararı verdi. Sonrasında Eshot ihaleye katılabilecek firma kalmadığı için ihaleyi iptal etti çünkü Eshot bu süreçte Kentkart'ı şikayet ederek 1 yıl davalardan men olmasına neden olmuştu (Kentkart Ege Elektronik men edildi). Belediye geçiş dönemi için pazarlık yoluna gitmişti. Bu süreçte E-Kent, Kentkart ve Kartek davet edilmiş. Tek teklif Cardtek/Karbil/Paycore'dan gelmiş. Cardtek/Karbil/Paycore ile 4 ay sürdükten sonra tekrar ihaleye çıkılmış. Bu ihalede E-Kent şikayetlerinin reddedilmesi sebebiyle, Kentkart (Kentkart Marmara Elektronik) sistemin geçişi için yeterli süre olmaması nedeniyle teklif vermemiş. Bu son ihaleye de yapılan itirazlarda bulunuldu. Bu sefer de risk almamak için yine 4 aylık pazarlık yoluyla ihale gerçekleştirildi. İtirazlar reddedildikten sonra ikinci dört aylık ihaledeki şartlara benzer şartlara sahip 44 aylık ihale Cardtek tarafından kazanılmış oldu. Bu arada belediye Kentkart-Cardtek/Karbil/Paycore geçişi sonrası kartların mülkiyetini kendine üzerine alarak ilerisi için önlem almıştı. Belirtmem gerekli ki çeşitli haberlerden derleyerek yazdım ondan dolayı karışık gelebilir. Öte yandan Kentkart Cardtek/Karbil/Paycore'a çalışanlarını ayartması ve ihaleyi kesin kazandık diyerek spekülasyon yaptığı iddialarıyla dava da açmıştı. Hata olmaması için çabaladım ama çıkarsa affola.
Yeni ihalede neler oldu?
Öncelikle belirtmem gerekli ki bu yazıya başlarken ben Cardtek/Karbil/Paycore ihaleyi kazandı hala devam ediyor sanıyordum. Hatta elektronik sistemden akıllı sisteme geçilecek diye validatörler (kart okuttuğumuz alet) değişiyor sanıyordum ama bir kontrol edince işlerin bambaşka olduğunu öğrendim. Uzunca bir şekilde bunu anlatacağım.
İlk başta 2019 Ağustos döneminde ihale yapıldı. İhalede muhammen bedel (iş için hesaplanan ortalama miktar) 119 milyon lira civarında belirlendi. Cardtek/Karbil/Paycore (Karbil AŞ olarak bilinen firma kart sistemleri yönünden önce Cardtek ismini kullandı sonra adını Paycore yaptığı için üç isme de yer veriyorum) 130 milyon teklif ederken Ankara'dan tanıdığımız E-Kent 57 milyon lira civarında teklif etmişti (Verilen teklifler ben bu işi bu paraya yapacağım anlamına geldiği için düşük olan daha iyi teklif oluyor). Muhammen bedel ile aradaki fark bu kadar yüksek olunca E-Kent sorgulanmış ama E-Kent sorgulamayı başarıyla atlatarak ihaleyi kazandı. Sonrasında Cardtek/Karbil/Paycore bu duruma itiraz etti ama Kamu İhale Kurumu'na yapılan itiraz sayılı teknik şartnamedeki bazı maddelerin iptal edilmesine karşılık reddedildi (ihalede olan ama teklif vermeyen ASİS firmasının itirazı da reddedildi). İtirazın nedenleri arasında; validatör renklerinin idare onayı gerektirmesinin haksız rekabet yaratacağı, bayilerdeki kart stoku sisteminin ne kadar bir harcama gerektireceğinin belirlenmesine engel olacağı, sistem kesintisinde ceza hesaplamasının kamu ihale kanununa aykırı olması, validatörlerin ücretsiz kurulmasının harcamanın ne kadar olacağının tespitine engel olduğu gibi nedenler yer almakta (ihale kayıt no 2019/316163). Şahsi yorumum gerekçeler doğru ama kaybetmese itiraz da etmezdi bence. İtirazın reddi sonrası konuya yargıya taşınmış ama bu süreçte E-Kent de hazırlıklarına devam etmişti. 8 Şubat tarihinde validatörlerin yenilenerek elektronik sistemden akıllı kart sistemine geçilmesi bekleniyordu. Ki zaten dikkat ettiyseniz Şubat ayı içinde iki validatör araçlarda bulunuyordu ve geçiş sağlanacaktı. Ayrıca akıllı sisteme geçiş duyurusu yapılmış ve bu kapsamda online yüklemelere ara verilmişti (1 hafta gibi tatsız bir süre hem de). Hatta geçiş sürecinde kimi yerlerde çeşitli turnike sorunları olduğu da belirtildi. Tramvayda biraz daha uzun sürdü. Bu bakımların sebebi online yüklemelerde bazı kişilere 2 gün sonra bile yüklemenin yapılmaması olduğuna söylemeliyim. Bahsettiğim itirazları https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Vatandas/SikayetSorgu.aspx adresinden ihale kayıt numarasını girerek sorgulayabilirsiniz.
Ancak mahkeme Cardtek/Karbil/Paycore lehine karar verdi. Kurulun itirazı reddettiği kararında yer alan teknik şartnamedeki bazı maddelerin iptaline ilişkin hüküm, iptal edildi. Bu nedenle kurul da 29.01.2020 tarihli 2020/MK-23 tarihli kararında, 4734 sayılı Kanun'un 54/11-a maddesi uyarınca bazı maddelerin ihalenin devamına engel olması ve düzeltilmesiyle de sorun giderilemeyeceği için ihaleyi iptal etti. Bu durumun potansiyel kriz yarattığı hatta kağıt bilet mi geliyor dedirttiği yazıldı. Kötü senaryo olmadı ve Cardtek/Karbil/Paycore ile 6 aylık sözleşme uzatımına gidildi (7 aylık ihale diyen de var ama pazarlık yolu olsa gerek) ve eski validatörler söküldü. Bahsettiğim kararı https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Vatandas/KurulKararSorgu.aspx adresinden karar numarası ile sorgulayabilirsiniz.
Daha sonrasında 7 Mayıs'ta Eshot'u yeni ihaleye gireceği ortaya çıktı (ihale kayıt no 2020/184707). İhaleye bir gün kala teknik şartnamede değişiklik yapıldı ve ihale 21 Mayıs'a ertelendi. Bu süreçte Hem Cardtek/Karbil/Paycore hem de E-Kent ihaleye teknik şartname nedeniyle itiraz etti. 21 Mayıs'ta muhammen bedel 90 milyon olarak açıklandı. Cardtek/Karbil/Paycore 77 milyon TL teklif etmişken E-Kent 95 milyon teklifte bulundu. Sonrasında E-Kent süre değişikliği nedeniyle eski şartnameye göre teklif yaptığını söyledi ama yapılan ihaleyi Cardtek/Karbil/Paycore kazandı. 5 Haziran'da ise Cardtek/Karbil/Paycore'un itirazı haklı bulunarak ihale iptal edildi (biraz kendi topuğuna sıkmış gibi). Gerekçelerden biri 1452 günü kapsayan alımın 5393 ve 5018 sayılı kanunlara göre aykırı (3 yıldan fazla olması nedeniyle) olmasıydı. Ceza hükümleri, öngörülemeyen hasılat da bu nedenler arasındaydı. E-Kent'in itirazı ise reddedildi. E-Kent 22 Haziran'da tekrar itiraz etti. İncelemesi sürüyor. Bahsettiğim itirazları https://ekap.kik.gov.tr/EKAP/Vatandas/SikayetSorgu.aspx adresinden ihale kayıt numarasını girerek sorgulayabilirsiniz. İki ihale de kötü hazırlanan teknik şartnameler nedeniyle iptal edilmesi gerçekten düşündürücü. Koskoca bir kurum böyle hatalar yapmamalı. Öte yandan ikinci ihalede Cardtek/Karbil/Paycore'un rahat tavırlarını acaba Cardtek/Karbil/Paycore sonucu önceden biliyor muydu ya da danışıklı dövüş mü var diye yorumlayanlar olmuş. Hatta Cardtek/Karbil/Paycore ihaleleri iptal ederek hizmet süresini uzattı diyen de var. Konu belediye (herhangi bir partiden bağımsız söylüyorum) olunca her şey mümkün olabileceğini düşündüğümden yorum yapmıyorum. Bu arada Asis, Cardtek/Karbil/Paycore ve E-Kent de hükümete yakın firmalar olduğu için işler ilginç gelmiyor değil. Ama şimdilik hala Cardtek/Karbil/Paycore işliyor gibi duruyor. Bakalım bir kez daha ihale yapılacak mı? Karbil ile sözleşme yenilenecek mi? E-Kent'in itirazı ne olacak? Bunları zaman gösterecek.
Ücret toplama sistemi noktasında belediyeye ait Ünibel'in bu sistemi üstelenmesi gerektiğini de söyleyenler var. Kentkart 2015 sonrasında kendini çok geliştirdi diyen de var. İstanbul'da Belbim gelsin diyen de var. Cardtek/Karbil/Paycore'a yönelik sistemi geriye taşığı eleştirileri mevcut. Açıkçası Kentkart dönemindeki gelen otobüs sistemi, araç içi navigasyon ve sesli bildirim sisteminin yok olduğunu düşününce mantıklı gelmiyor değil. Ne kadar 2015'te şifreleri vermediği için karışıklık olsa da Karbil'in Kentkart'ın cihazları üzerinde yazılımını çalıştırmayı başaramadığı da söyleniyor. Qr Kod, temassız ödeme ve birçok hizmetin olmaması da Cardtek/Karbil/Paycore yönünden düşündürmüyor değil.
Eshot içinde bir başka ihale sorunu da tam adaptif trafik kontrol sistemlerine ilişkin 3. kez ihale yapılmasına karşın ilk iki ihalede sonuç alınamayıp bu ihale için de itirazların gelmesi. Belediyeye ciddi yük olduğu ve akıllı trafik sisteminin getirilmesine engel olan bu durum da düşündürmüyor değil.
Kartlardan bu kadar bahsetmişken oradan devam etmekte fayda var. Ekim ayı içerisinde fiyat güncellemesi yapıldı. Burada gerçekten bir fiyat güncellemesi söz konusu zira öğrenci fiyatında indirime gidilirken diğer ücretlerde artış yaşandı. Tam ücret 3,56 TL, Öğretmen ücreti 3 TL ve Öğrenci ücreti 1,64 TL oldu. Açıkçası benim gibi her şeyin düz ücrete sahip olan biri için öğrenci ve tam fiyatları sinir bozucu ama ince hesap yapıldığını düşünmek istiyorum. Öte yandan 60 yaş kartının öğrenci tarifesi yerine öğretmen tarifesine paralel olacak şekilde değiştirilmesi ise asıl değişiklikti bence. Bir anda 1,80 TL'den 3 TL'ye çıkan bir ücret söz konusu.
Zam konusunda ilgimi çeken bir durum var. Aziz Kocaoğlu bütçemiz dar, zam yapmamak için uğraşıyoruz gibi açıklamalarda bulunmasına karşın Tunç Soyer cömert indirimler yapıyor. Aziz Kocaoğlu'nun açıklamalarını düşününce gerçekten iyi mi yapıyor bilemedim. Açıkçası kalıcı fiyat artışı yerine bayramlarda ücretsiz veya 1 kuruş olmamasını tercih ederim. Buna benzer açıklamayı tramvayların ön işletim seferleri olduğu dönemde ücretsiz yapılmasına ilişkin yapmıştım. Belli ölçüde bu indirimlerin son zammı tetiklediğini düşünüyorum. Ayrıca Aziz Kocaoğlu döneminde 7 ayda 2 zam gelmiş olmasının da enflasyon ve doların artışı karşısında etkisinin kalmadığını görmek üzmüyor değil. Bu indirimlere en son otomobilsiz kent günü etkinlikleri kapsamında 22 Eylül'de yapıldığını belirtmek gerekli. Bursa'daki gibi büyükşehir kütüphanelerinden alınan kitapla 2 biniş ücretsiz binme gibi bir imkana hayır demem ama. Kitap demişken, Bostanlı-Güzelbahçe arabalı vapurunda vapur kütüphanesi hayata geçirilmiş.
İzmir'de indirimli yolculuk demişken halk taşıt uygulamasından yeniden bahsetmekte fayda var. Sabah 6-7 ve akşam 7-8 arası %50 indirimli seyahat imkanı var. Yukarıdaki durumu tetiklemesinin üstüne sabah uygulamasının 5-7 olarak değiştiriliyor olması düşündürmedi değil. Ayrıca 0-5 yaş arası çocuğu olanlar için ayda 10 binişe sahip kartlar ücretsiz olarak verilecek. Bir başka ücretsiz ulaşım hakkı da muhtarlara yönelik. Onlar için de özel kart hazırlandı ve onlar da ücretsiz seyahat imkanından yararlanacaklar.
Öte yandan kartlar noktasında olması istenen başka bir şey de kredi kartı ile temassız ödeme. Konya'da ve sanırım İstanbul'da bu varmış. İzmir için de Fuar İzmir girişinde uygulandığı söyleniyor. E-Kent devrinde olacağı düşünülüyordu ama olmadı. Karbil tarafının da böyle bir dönemde giriş yapacağını beklemek garip olur tabi. İstanbul'da ayrıca qr kodu ile de binme denemelerinin başlayacağına ilişkin haberler çıktı. NFC de ha keza uygulanan yöntemlerden.
Çok fazla il değiştirenler için her ilin ulaşım kartını almak sıkıntı olsa gerek. Ortak kart olsun veya kredi kartı kullanalım gibi çeşitli öneriler de mevcut. Çok fazla kart yerine tek kart hatta kimlik kartı güvenlik tehlikelerini saymazsak mantıklı. Hatta yeni tip kimlikler için de benzer bir talepte bulunulabilir. Ulaştırma Bakanı'nın açıklamasına göre ulaşımda tek karta geçiş hazırlığı var. proje iller olarak Ankara, İstanbul, Bursa, Konya, Kayseri, Kahramanmaraş ve Düzce illeri seçildi. 2019 sonuna dek kullanıma başlanacağı söylendi ama sonrasında başka bir haberle karşılaşmadım.
Kartlarla ilgili son olarak belirtmem gereken bir şey var. Yıllardır ulaşım kartlarının alışverişte kullanılmasını isteyen biri olarak İstanbul'da bunun olduğunu duydum. Belbim (İstanbul'da ulaşım kartlarıyla ilgili kurulmuş belediyeye ait firma) Migros ile anlaşmış. Tek market olması güzel değil hatta Migros'a karşı tepkili olduğumdan bir Migros mu var dedim ama bu durum bazen hayat kurtarıcı olabiliyor. Merak ediyorum zamanında ulaşım kartına binlerce yüklenen çocuk bu imkana sahip olsaydı ne yapardı? Bence yine iade ederdi ama bir daha sorgulardı bu durumu. Öte yandan Ankara'da NKolay Ankara Kart ile alışveriş ve ulaşım kartı tek kartta birleşiyor. Bu noktada Nkolay ve E-Kent'in sahibinin Aktif Bank olduğunu belirtmekte fayda var. Aktif Bank Passolig'in de sahibi. Zaten E-Kent de e-bilet işlerini üstleniyor Passolig'in
Bu sene gerçekleşen bir isteğim de Tınaztepe'deki üniversite hatlarına ilişkin. 30 Eylül'de mezun olan öğrencilerin kartları kapatılırken 290, 390 ve 690'ın tüm gün işletileceği duyuruldu. Hatta ben saatte bir olur derken daha sık aralıklarla belirlendiğini gördüm. Madem yapabiliyordunuz neden daha önce yapmadınız ey sevgili Eshot? Öte yandan İyte için de 883'ün ekspres araç olarak konduğunu ve saatte bir işleyeceğini belirtmem gerekli. Bu aracın gelmeisnden önce 3. İzmir Buluşmaları'nda bu konuya ilişkin pankart açıldığını da söylemek gerekli. Cevabını bulmuş olması güzel.
Otobüs saatlerine ilişkin bir düzenleme de baykuş seferleri ile ilgili. 13 Eylül 2019'dan itibaren Cuma'yı Cumartesi'ye ve Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gecelerde saatte bir kez metro ve tramvay seferleri yapılacağı kararlaştırıldı. Vapurlar noktasında 26 Nisan 2019'dan itibaren gece 03:00 (Karşıyaka) ve 03:30 (Alsancak) saatlerinde son seferleri olmak üzere düzenleme yapıldı. Geceleri bu saatlere kadar her saatte bir kez ulaşım kararı alındı. Vapurlar konusunda ekleme, Nostalji Vapuru getirildi. Müzik dinletili eski tip vapur görünümlü körfez tutu atacak bu araçların giriş ücreti 25 TL. Farkı bir eğlence için olabilir tabi.
Eshot'un uzun vadeli çalışmaları arasına yeni bir metro ağı daha katıldı. Halkapınar-Otogar metrosu. Demiryolu taşımacılığı önemli olmakla birlikte neden başka yerler varken burası daha derin bir önem kazandı bilemedim. İzban kanadında hattın Bergama'ya kadar uzayacağını da ayrıca belirtmek gerekli. İzmir metro kiptaçığından tramvaya yoğun ilgi dese de bazı saatler bayağı düşük seviyede insan olabiliyor. Akşam 9'da da olmaz diyor insan.
Birçok ilde gördüğümüz gibi İzmir'de de kadın otobüs şoförleri artık otobüslerin başında. Görünce bir anlık şaşırma sonrasında herhangi bir fark olmaksızın yolculuğa devam edebiliyorsunuz.
Ulaşım konusunda bir başka uygulama da duraklara bilgilendirme levhalarının konulması. Eski sistemde de uzunca bir süre vardı. Şimdi ise daha şematik bir şekilde getirilmiş bir şekilde konmuş ama ben Konak'ta gördüm düzgün bir şekilde. Birçok durakta durağın adı yazmazken sadece şehir merkezine bunun konulması çok sinir bozucu. Bunun benzerini Buca için de yaşıyorum. Konak'a verilen önemin üçte biri verilse Buca'ya çok farklı bir Buca olurdu. İzmir'in en kalabalık ilçesi bu kadar üvey evlat muamelesi görmemeli. Görünen yüz Konak olabilir ama birçok yerde insanlar yaşıyor. Karabağlar için de benzer bir durum var ama Buca için şartlar daha vahim bence. Buca metrosu İzmir Metro kitapçığında tanıtılırken sorunlu bir bölgemiz "de" ifadesi kullanılınca alınmıyor değil insan. Ne Buca'daki durum yeni ne de az önemsenecek konumda. Tekrarlıyorum Buca İzmir'in üvey evladıdır.
Eshot araçlarda reklam ihalesine çıkmış. Açıkçası uzun zamandır olması gerektiğine inandığım bir şeydi bu. Ama sadece araçların arka tarafında olması garip değil. Araçların arkasının normalde de tamamen kapanması hoşuma gitmiyor zaten. Bazen arkadaki aracı görmek istiyor insan. Hele ki aktarma için.
Bundan sonra korona süreci hariç iki ana konum ve çeşitli gözlemlerim kaldı. Açıkçası ihale kısmının bu kadar uzun olacağını ben de beklemiyordum. Ama son dakikada yeni şeyler öğrenince eklemek istedim. Belirtmeliyim, Kartek geçişinde bile o dönemi bu kadar detaylı anlatamamıştım. Zaten son dava kısmı belli değildi daha. Neyse uzatmadan onlara geçelim.
İlki İZTAŞIT. İzmir Büyükşehir Belediyesi İZTAŞIT ile ilçe minibüslerini de otobüsleştiriyor. İZULAŞ gibi yeni bir iştirak olduğu söylenebilir. Boyut olarak küçük otobüslere benzemesi de bunu kanıtlar şekilde. Bu sayede minibüslerin Eshot denetimine girmesi hedefleniyor. Eshot'un altında kalması planlanıp ulaşım kartı ile binilmesi planlanıyor. İlk başta 28 araçla başladı hatta ilk iki haftasında 113 binden fazla yolcu taşıdı ama son durumunu bilmiyorum. Benim bundan çıkarımım, bu sistem ile dolmuş sayısının azaltılıp kapasitenin bu araçlarla korunacağı yönünde. Dolmuş şoförleri yönünden bir şey yapılır diye umuyorum ve umarım endişelerimde yanılıyorumdur. Yoksa bu güzel fikir belli ölçüde tatsızlaşabilir. Seferihisar'da başlatılan sistemdeki hatlara bakmak gerekirse:
975 Seferihisar - F. Altay (Ulamış’a girmez)
985 Seferihisar – F. Altay
986 Ürkmez - Seferihisar
987 Ürkmez – F. Altay
989 Orhanlı – Seferihisar
990 Beyler – Seferihisar
991 Çamtepe – Seferihisar
Araçlara bakarken 988 nerede diyebilirsiniz. Onu da açıklık getireyim. Bu araç Gittiğin Kadar Öde kapsamında Kemalpaşa ile Evka-3 Metro arasında hizmet vermek üzere tahsis edilmiş. Ama ilk bakınca bir göze batıyor.
Gelelim benim için yılın en büyük olayına. Benim için diyorum çünkü üstte bu yazacağımdan çok daha ciddi olaylara yer verdim. Yukarıda belediyenin geri dönüş yaptığından bahsetmiştim. Bu sene sağ olsun bir değil iki geri dönüş ile beni ihya etti. 6 sene önce bu serinin ilk yazısında iki aracın kaldırılmasını eleştirmiştim. Bu araçlardan ilki 490'a evrilen 970 idi. Diğeri ise beni şoka uğratan 515'ti. Tarihler 12 Kasım 2019'u gösterdiğinde ise 515'in geri döndüğünü gördüm. 515 olduğu dönemde işime yaramazdı ama önemli olduğunu bilirdim. Ondan dolayı 2014'te bu kadar karşı çıkmıştım. Nitekim yanılmamış olacağım ki en sonunda -geç de olsa- geri döndü. Çok da işime geldi, adliyeye staj için gitmem gerektiğinde mükemmel bir çözüm oluyor bu kısma aşağıda değineceğim. Konuya dönersek belediye gereksiz diretmişti bu araçta. Aktarma önemli ama her koşulda aktarma da mantıklı değil. Alternatif vasfına girmiyorum bile. Önemi anlaşılmış ki geri geldi. 415'in kaldırılıp 515'in geldiğini ayrıca belirtmek gerekli. Bornova Metro ve Ankara Caddesi üzerinde olanlar için hoş değil ama önemli bir araçtı. Sefer sıklığının arttığını da ayrıca belirtmek gerekli (290-390'da olduğu gibi niye 415 de tam gün değildi, oradaki neden sorusu burası için de geçerli). O kadar eskiye dönüş olmuş ki 2014'teki gibi Şelale Parkı'ndan dönüp Nato'dan Buca'ya giriş yapıyor. Ben gelse bile 415 gibi Homeros Bulvarı'nı kullanır diye düşünüyordum (hayır da demezdim şimdi yolunun kısalmasına). 415'e benzer tek yanı ikisinin de körüksüz olması. Öte yandan Mavi körüklü Volvo İzulaş'ları aramadım değil ne kadar bu sefer de İzulaş'ın araçlarını kullansa da. Onlar gelse nostalji görevi tamamdı. Onların da ilk geldiği güne ait bir fotoğraf gördüm. Yanlış hatırlamıyorsam 1993'ten kalma araçlarmış. Güzel araçtı, severdim kendisini. Öğrenciler için de önemli tabi. 290 ve 390'dan önce o vardı. Dokuz Eylül Bilişim Servisi DEBİS'te yer alan forumlarda kendisinin özel başlığı vardı. Bu noktada Twitter'da gezinirken ulaşıma getirilen güncelleme sayesinde bu kadar uzun hattın geri döneceğini de okudum. Mantıklı da geldi bana.
Öte yandan başka geri dönen araç da 330. Bornova Karşıyaka arası zaten araç varken niye kaldırdılar anlamamıştım. 540 da vardı eskiden ama çoktan kaldırılmıştı 2014 öncesinde. Onun da dönmesine sevindim. Karşıyaka'da değilim artık ama önemli bir vasıta olduğu kesin. Bu arada Çiğili için de 816 numaralı araç da eklendi. Bu kadar dönüş sonrası insan acaba 514 de döner mi diyor ama o 515 kadar önemli değildi. Döneceğini pek zannetmiyorum. Ne kadar 515'ten daha çok seviyor olsam da.
Bu konu ile ilgili son olarak belirtmem gerekli ki, 515'in geri dönüşüyle ilgili yazdığım Instagram'da İzmir Etkinlikleri sayfasının radarına takılmış. Orada paylaşmış tweet'in ekran görüntüsünü (en sonda). İlginç oldu benim için de. Ben sayfayı takip etmediğim için deli gibi direkt mesaj geldi. Linki de burada:
https://www.instagram.com/p/B5BAe42g3uN/
Felaketleriyle gelen 2020'nin en büyük olayı şüphesiz korona virüsüydü. Bu yüzden herkesin hayatı allak bullak oldu. İnsanlar eve kapandı, sokağa çıkma yasağı geldi vs. birçok durum oldu. Tabi ki bu durum ulaşımı da vurdu. Ulaşıma talep %85-90'lara varacak kadar azaldı. Eczacı-sağlık personeli için ve de jandarma ve sahil güvenlik personeli için de ulaşım ücretsiz hale getirildi. Diğer önlemlere bakmak gerekirse:
-Maske ile toplu taşımaya binme zorunluluğu getirildi.
-Yeşil noktalı koltuk uygulaması getirildi. Bu noktalar otobüste çeşitli noktalara konarak sosyal mesafenin korunması amaçlandı.
-%50 yolcu sınırı getirildi araçlara. 19 Haziran itibariyle kaldırıldı.
-Klimaların kapatılması kararlaştırıldı ve bazı araçlarda ameliyathanelerde kullanılan hepa filtreli ve ışınlı hava temizleme cihazlarının kullanılmaya başlandı.
-Havalimanı hatlarında düzenleme yapıldı (200-204 durdu, 202 şehir içinden geçecek şekilde hizmete alındı). 204 yakın zamanda hizmete başladı.
-Şoförler için siperlik ve özel kabin yaptırıldı.
-Ulaşım saatlerinde düzenlemelere gidildi (hafta içi, hafta sonu ve sokağa çıkma yasağına özel olarak)
-65 yaş kartının kullanımı onların çıkma yasağı süresince askıya alındı. 9 Haziran'dan itibaren işlemeye başlatıldı.
-Tüm İzmir Metro ve bazı İzban istasyonlarına maskematik eklendi. Kimilerince bu maskematikler Half-Life'taki can basma makinelerine benzetildi. Bunun yanı sıra tramvaya dezenfektanlar eklendi.
-8 Haziran'dan itibaren Fahrettin Altay civarında birçok hat bölgedeki çalışmalar nedeniyle geçici veya kalıcı çeşitli düzenlemelere tabi oldu. Buna ilişkin duyurular esnasında Fahrettin Altay Meydan 3 durağını da görmek garipti.
Umarım en kısa sürede atlatılır bu süreç. Zira psikolojik olarak yorucu oluyor insanlar için. Dikkatli olmakta fayda var.
Tüm yukarıda anlattıklarımın yanı sıra Eshot bazı uygulamalar ve açıklamalar yaptı. Kısaca değinmek gerekirse:
-Göztepe Stadının açılması sonrası maç günleri özel uygulamalar getirdi. Stadın olduğu kesimde belli bölümler yola kapatılıyor. 202'nin güzergahında düzenleme yapılıyor.
-Bostanlı ve Fahrettin Altay'a kart merkezi açıldı (Bucada da bir merkez olabilir. Merkezler konusunda nüfus referans alınabilir).
-İzmir'e 15 yerli otobüs geldi. 300'den fazla otobüs için ihale yapıldı.
-Eshot ve İzulaş araçları 17 Şubat'ta Gıda Çarşısı civarında kaza yaptı. Eshot konuyla ilgili özür yayınladı. https://www.eshot.gov.tr/tr/Haberler/3735/91
-Üniversite öğrencilerinin sık kullandığı hatlara wi-fi eklendi (Wizmirnet altyapısı kullanılıyor). Deneme fırsatım olmadı ama hareket halindeki araçlarda Wi-fi'dan hayır görmedim. Olması iyidir tabi.
-Askıda İzmirim Kart uygulaması kapsamında öğrencilere yönelik ulaşım kartı yüklemesi imkanı getirildi (Belediyenin şehirle iletişim için açmış olduğu bizizmir.com üzerinden ulaşılabilir).
-Otomatik yükleme cihazına kartı koymak için cep eklendi. Bir elle kartı ilgili yere tutmak zordu. Aranan bir şeydi. Bir de her makine hem kağıt para hem de madeni para kabul edecek şekilde olursa güzel olur. İstanbul'da da daha önce varmış.
-Katlanır bisikletlere 26 ağustos 2019'dan itibaren izin verilmesi kararlaştırıldı. Bu kapsamda hafta içleri saat 9-16 ve 21-06 arası, hafta sonu ise tüm gün binebilecek şekilde binişlerine izin verildi.
-Eshot'tan yapılan açıklamaya göre şikayet merkezine gelen şikayetlerin %82'si çözülüyor.
-Eshot içinde güneş enerjisi tesisleri arttırılıyor. İlk olarak 2,5 sene önce Gediz'deki tesislerde kurulmuş, şimdi ise Gediz'e ek kısım yapılıyor ve de Adatepe ve Çiğli'deki eshot garajlarına kuruluyor. 5 milyon tl tasarrruf hedefi var. Ayrıca güneş enerjili duraklar da kurulması planlanıyor. 15.850 ağacın yapacağı karbon emisyonunun yapacağı düşünülüyor.
Ve gelelim sene içindeki maceralarıma ve bazı görüşlerime.
Bu sene içinde aradığım şeylerden biri daha önce de olan Konak-Karşıyaka arası direkt otobüs olmaması. Vapur olması güzel ama insan farklı bir alternatif aramıyor değil doğrusu. Konak'taki yoğunluğu azaltmak amaçlansa da Karşıyaka'nın böyle konumlandırılması garip.
415 döneminde Yenişehir Pazar yeri durağındaki yol düzenlemesi sebebiyle oradaki durak devre dışı kaldı. Oradaki duraklar arası mesafe düşünülünce rahatsız edici. Keşke o yola girse diyor insan. Bölgenin yapısı incelenince gereğinden fazla yol uzayacakmış gibi duruyor. Çünkü Yenişehir Pazar Yeri'nin önünden geçip direkt itfaiyenin yanından yeniden yola çıkamıyor.
Okuduğuma göre Ayrancılar'da oturanlar 90 dakikadan yararlanamıyormuş. Seçim vaadi verilmesine karşın uzunca bir süre bir şey de yapılmamış. Son durumu bilmiyorum ama hoş bir durum değil bence.
Gittiğin kadar öde ve artı para sistemleri için hala önerilerde bulunasım geliyor. İzban için binilen durakta iade gelmeli. Bunun neden olmadığı ile ilgili fikrim yok. İzban bazen sapıtınca can sıkıcı olabiliyor. Bu sene stajım nedeniyle adliyeye gitmek istediğim bir gün gelen İzban'lar dolu olunca artı parayı yakıp 415'e bindim (işte bu yüzden alternatif önemli diyorum yoksa daha çok beklerdim). Sonrasında daha da binmedim İzban'a sabahları. Nasıl kötüye kullanılır bilmiyorum ama kartı bastıktan 15-20 dakika içinde iade sınırlaması getirilebilir aynı durak için. İki saatte dünya turu atıp para ödemeden çıkmak hoş olmaz gerçektende. Yazılımla dediğim yapılabilir bence. Öte yandan otobüsler için validatörler inilen durağa konulabilir aslında. Özellikle şehir merkezi dışında bu dediğim zor ama yapılırsa verimli olabilir. Kalabalık otobüste ön kapıdan inen için sorun olmaz bence.
Bu seneki en ilginç keşfim Gaziemir-Alsancak arası İzban hattı. Çok mantıklı olmakla birlikte duyurular veya tabelalar okunmayınca can sıkıcı olabiliyor. Salhane'ye gitmek isterken son durak Alsancak olunca insan bir üzülmüyor değil. Çok sorun değil ama insan yaptığı hataya üzülüyor.
En ilginç anım ise kesinlikle 515'teydi. Eve dönerken Şirinyer'de şoför Hipodrom dönüşünün orada hangi yol diye yolculara sordu. İlk başta ne olduğunu kavrayamadım ama sonrasında soldan diye bağırdım. İlginçti. İlk defa yolu tam bilmeyen şoför görmüyorum ama şoförün tepkisi garipti. Ben Euro Truck Simulator oynarken navigasyonu okuyamadığım bazı anlarda öyle tepki veriyordum.
Bu sene hayatımda ilk kez Galatasaray maçına gittim (Göztepe ile ilk devre olan maç). O dönem Göztepe Doğanlar Stadı'nda oynadığı için farklı bir deneyim oldu benim için. 304+İzmir Metro ile Evka 3'e geçtikten sonra 317 ile rahat gittim ama kalabalığın da etkisiyle biraz yürüdüm (durağı kaçırmadım bu sayede tabi). Evka 3'ten 214 ve Bornova'dan 268 de gidiyor o tarafa. Maçtan sonra dönerken kalabalıkla yolu şaşırdığım için tesadüfen durağına rastladığım 268 ile Bornova Metro'ya indim. Hızlı gitti. Öte yandan belediye bazı otobüsleri de koyuyor ama onlar çok hızlı doluyor. Binmek istemezdim açıkçası. Ne kadar Göztepe'nin yeni stadı açıldığı için anlatacaklarımın önemi kalmasa da (hatta Göztepe'nin bu stattaki son maçına gitmiş olsam da) ilginç bir deneyimdi.
Hakimlik sınavı için Ankara'ya gittiğimde Ankara'daki birkaç şeye de baktım. Otobüs kullanmadım. Hatta kullandığım tek otobüs AŞTİ'den Kızılay'a giden ücretsiz servisti. Ankara'da olduğum süreçte metro hattını inceledim. Ankara Metrosu'nun 3 hattı tek hat aslında. Ben Çayyolu metrosu üzerinde binip Kızılay'da biner sonra oradan istediği yere giderim diyordum ama kesintisiz şekilde gitti. Bazı metro duraklarında yanlış taraftan binişin dönüşü olmaması üzdü. İzmir'de birçok yerde hatanızı düzeltme şansınız var (belki her yerdedir ama her durağı görmediğim için bilmiyorum). Metronun bazı kısımlarda eğik gitmesi de garipti. Ama metrolarda bisiklet bağlamak için alan var. 2017'de Ego'nun sitesinin kötü olduğunu yazmıştım. Toplamışlar ama hala mükemmel değil bence. Mobil uygulaması daha iyi. Eshot'tan daha başarılı diyebilirim. Tek sevmediğim şey online yükleme sonrası kartı iki kez okutmanın gerekmesi. Çok sinir bozucu. Ankara'da son gözüme çarpan ise bütün araçların kartlı sisteme geçmiş olması. Halk otobüslerinde eskiden bilet vardı. Küçük olanlarının lakabı da beyaz dolmuştu.
En sonunda bu yazıyı bitirmeyi başardım. Ocak döneminde bu yazı çok uzun olacak diyordum ama pandemi sonrası o kadar yazmam herhalde demiştim. Bu ihale sürecini keşfetmem odağımı dağıttı ondandır saatlerdir yazıyorum. Ama bir seneyi daha tamamlamak olmak güzel. Bakalım ileride zaman neler gösterecek bize.
Son olarak sabrınız için tekrar teşekkürler. Ben bile okumaya üşenirim yazılarımı. Ama benim için belli ölçüde günlük olduğu da aşikar.
0 notes
Text
Giden 2019 ve Geçen Hayat
Yazıya her sene daha erken yazmak isterken nasıl daha geç yazıyorum diyecektim ki geçen sene bu tarihten de geç yazmışım (18.05.2019). Ancak bu durum yine de hedeflediğimden daha geç yazdığım gerçeğini değiştirmiyor tabi. Sonuç olarak bu yazıdaki hedefim esasen önceki senenin özeti olması ve yazıyı yazdığım dönemdeki son birkaç olanı da eklemekti. Neyse anlaşılan yine çok uzatacağım, direkt konuya gireyim.
Her sene biraz da hayatımı özetlediğim bu yazıda bu sene genel olarak ruh halimin geçen sene ile benzer olduğunu söylersem yanlış olmaz sanırım. Sadece kendimi çok daha yorgun hissediyorum. Ve tabi ki bu durum psikolojik, yoksa hala hızımdan taviz vermediğim inancındayım. Öte yandan genel olarak bu yorgunluğun beni çok daha üşengeç hale getirdiğini söylemem gerekli. Lisede 8:30'da başlayan okula 7:45'te okula gelen benden derse geç kalan bene. İlginç ama kendi içinde gerekçesi var sanırım.
Tabi derin derin ne olduğuna gireceğim ama konuları kronolojik olarak aldığımdan bu kuralı bozmayalım. Geçen seneki yazıyı yazdığımda en son Eurovision finalinde kalmışım. O kadar çok şey olmuş ki nerede kaldığımı hatırlamak için yazıyı yeniden okumam gerekti. Çok da uçuk kaçık olmayan Eurovision finali sonrası girmiş olduğum hayatımın en stresli dönemi devam etti. Yoğundu ama daha çok stresi hissettim diyebilirim. Öncelikle aynı anda hem lisans hem de açıköğretimden önlisans okuyan biri olarak ilk başta Aöf finalleri karşıladı. Tıpkı lisansta olacağı gibi burada da son sınavlarım olacaktı. Sevgili Anadolu Üniversitesi yine beni uzaklara atmayı sevdiğinden hikayenin en başında olduğu gibi Göztepe taraflarında son sınavıma girdim. Çıkmış sorular taktiğini uyguladım ve artık sonuçların gelmesini bekledim.
Aöf sonuçları açıklanmadan beni karşılayan şey ise lisanstaki son finallerimdi. Tertemiz 9 sınavım olduğundan germiyor değildi. 2 hafta içinde her gün sınav yoruyor. Eskiden 2-3 günde bir sınav olunca çok daha rahat oluyordu. Son sınavlar olması nedeniyle daha fazla gerilince ikinci hafta kendimi telefona kelime oyunu indirip 400'ten fazla seviyesini çözmüş olarak bulmuştum. Sınav dönemi sırasında mezuniyet cübbelerini almamız ve Aöf sonuçları açılanıp orada mezun olduktan sonra (evet orada lisanstan sonra başlayıp daha önce mezun oldum) kafada bütünlemeye kalma riski olan birkaç dersle o süreci tamamladım.
Sınavların bitişini takip eden ilk Pazartesi (24.06.2019) mezuniyeti kutlamak namına kepleri attık. Tabi mezun olup olmayacağımızın garantisi olmadan bunu yapmak garipti ama güzel bir gündü. Ama çok çok uzundu. Bir süreden sonra insan sıkılmıyor değildi. Öte yandan fakülte binasına gidip fotoğraf çektirmediğim gibi amfi tiyatro (mezuniyetin Tınaztepe'de orada oldu) içinde çekilenleri de atmadım. Olaylara karşı hızlı tepki göstermeyen bendeniz için şaşırtıcı değil. Zaten fotoğraflarla aram pek iyi değil malum. Konu dışı olacak ama hızlı tepki göstermeme huyum ileride çok sinir bozucu bir hal alacakmış gibi hissediyorum.
Ve tüm bu sürecin sonunda lisedeyken asla orada okumam dediğim, sonra kaderin cilvesi olarak okuduğum ama en tepesine çıkmadığım için kendimi teselli ettiğim Tınaztepe maceramın sonuna geldik dememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Büyük konuşmamam gerektiğini en net şekilde öğreten Tınaztepe ile bir işim daha vardı. Geçen seneden ne olabileceğini yazmıştım aslında. Bir yüksek lisans mevzumuz vardı kendileriyle daha. Tabi bunun anlamı ne kadar mezun olsam (ki o da Temmuz'un başı gibi belli oldu aslında, bütünlemeye kalmadan verdim dersleri) da ders çalışmamın bitmediğiydi. Zira 16 Temmuz'da sınav vardı. Kepleri attıktan 10 gün sonra anca kendimi ders çalışmaya verebildim ama. Zira bıkkınlık vardı. Sonrasında sınava girdim ve sonuçarı beklemeye başladım. Açıkçası benim için senenin bütün yoğunluğu o an bitmişti. Ama sonuçlarla ne yapacağımı kestirecektim. 22 Temmuz'da ise sonuçlar açıklandı. Hayatım bana hala büyük konuşmamam gerektiğini hatırlatmak için Tınaztepe'de okumama devam etmemi istiyor olacak ki kendimi yüksek lisans sınavını kazanmış olarak buldum. İşin garibi ilk başta özel hukukta giren diğer arkadaşlarımı aratmaya çalıştığımda soyadı "Özel" olan birini ilk gösterdi. Ne hikmetse o da kamu hukukunda olduğundan sonuçlara dair ilk gördüğüm şey kendi adım oldu. Garipti ama en sonunda bitmişti. Hiç değilse bir süreliğine. Aslında birçok şey yeni başlıyor da denebilirdi.
Şimdi bu noktada ruh halimi anlamak için geçen seneki yazının ortalarına dönüp olanları hatırlatmakta fayda var. 2019 Aralık'ta ilk vizelerim bittikten sonraki ilk Pazartesi II. DEÜMBM için 45-50 gün aralıksız çalıştım. Başvurular, atamalar, etkinlik ihtiyaçlarının temini, etkinlik sırasında hem UAD'nin olması hem de genel işlerle ilgilendim. Etkinlik hazırlık sürecinde aldığım yüksek lisans kararı doğrultsunda YÖKDİL'e başvurdum ama çok da çalışma fırsatım olmadı. Sonrasında ikinci dönem başladı, ondan 3 hafta sonra YÖKDİL oldu(10 Mart). Yökdil bittikten sonra Hukuk Ezgi Topluluğu konseri ve onun hemen ertesi iki gün Aöf vizeleri vardı(14-15 Nisan). Tabi bu sırada dersler devam ediyor. Ayrıca aktif organizasyon ekibi üyesi olmasam da III. DEÜMBM toplantıları oluyor ve onlara da katılıyorum. Aöf sınavlarından 3 hafta sonra ilk başta ALES (5 Mayıs) ve sonrasında hukuk fakültesi vizeleri( 6-17 Mayıs) oldu. Sonrasında seçimler nedeniyle bir hafta erkene kayan Aöf finalleri (25-26 Mayıs). Sonrasında hukuk fakültesi finalleri (10-21 Haziran) ve mezuniyet oldu (24 Haziran). Ve tüm bunlarla birlikte yüksek lisans sınavı süreci. Tamam herkes için çok abartılı olmayabilir ama ben bu süreçte gerçekten çok yoruldum. Üçünüc sınıfta 7 gün durmadan Aöf sınavlarına girmiştim ama o zaman okul da erken bitmişti ve o yaz çok güzel dinlenmiştim. Bu sefer Yüksek Lisans sınavları ile birlikte Temmuz'un ortasına kadar yüksek bir tempom oldu.
Yukarıda uzunca anlattığım süreç sonrası hiçbir şey yapmak istemiyordum. Ama dinlenmeye fırsatım olmadığı gibi yüksek lisans kayıtları geliyordu ve avukatlık stajım için de bir şeyler yapmam gerekliydi. Fotoğraf çekimi, kimlik yenileme sonrası yüksek lisans kaydımı aldım ve sonrasında süper yavaştan alacağım staj belgelerini toplama sürecine geçtim. Ama o Kasım'da bittiği için ona sonradan değineceğim. Bu noktada geçici mezuniyet belgesini alırken onur belgemi almayı unutmam ve onun için bir hafta sonra gitmem tatsızdı. O gün kafam iş yapmak için kafam uygun değildi.
Yüksek Lisans kayıt günü ortalığın kalabalık olmasının yanı sıra internetten kayıt için ön işlem yapılması gerekliydi ama kimlik seri numarası bilgisi de isteniyordu. Ama önceki hafta yenilediğim kimliğim o gün geleceği için uzun süre çıkamadım. Çıktığımda da anca belgeleri onaylattım. Kayıt işlemlerini ertesi gün hallettim.
Ayın sonuna doğru da yüksek lisans başladı. 4 sene boyunca kalabalık bir eğitimden sonra çok az kişiyle eğitim görmek ilginç bir his. Kimi derslerde 3-4 kişiye kadar düşebiliyor. En fazla 25 oluyor. Ortalama hukuk fakültesi dersi için (seçmelilerden bahsetmiyorum orada da 3 kişiyi gördüm) çok komik bir rakam. Öte yandan birkaç hafta sonra herkes birbirine ısındı ve eğlenceli geçmeye başladı. Tabi zor dersleri ve ödevleri saymazsak.
Yüksek lisansa başladığımdan beri söylediğim bir şey varsa o da kesinlikle lisansta yatarak geçtiğim hissidir. Bir kere her ders için ödev yapmak zorunlu. Lisansta 3 kere ihtiyari makale ödevi verildi. Bunun dışında bir üç-dört kere de basit ödevler verildi. Şimdi her derste belli bir akademik araştırma sonrası makale tipi ödev yapmak zorundayız. Yukarıda hiçbir şey yapmama isteğimden bahsetmiştim değil mi? Hayat benimle dalga geçiyordu adeta. İlkokulda ve lisede proje ve performans ödevlerinden nefret eden benim için ceza gibi bir şeydi. Ya da yine hayat büyük konuşmamamı istiyordu. Proje ve performans ödevleir ile ilişkimi şöyle açıklayayım; 6.sınıfta bir performans ödevinden az kalsın 50 alıyordum, 10. sınıfta bir hocam proje ödevime 70 verdi ama sınavların iyi olduğu için 70 verdim yoksa 70 etmez demişti. İstisnalar olmakla birlikte genel isteksiz yaptığım ve sevmediğim ödevlerdi. Aynı isteksizlik burada olduğundan deli gibi gece mesaisi yaptım zaten. Lisans hayatında sınavlar için Ramazan hariç (ki onda bile tam değil) gece 2'den sonrasına kalmadım. Yüksek lisansta 4'te yatıp 7'de kalmak hayat alışkanlığı oluyordu az kalsın.
Derslerde ödevleri bu kadar zorlaştıran başka bir konu da avukatlık stajımı başlatmış olmamdı. Gerekli belgeler ve ödemeler için İzmir turları attıktan(Vergi dairesi, adliye, baro, avukat) sonra 8 Kasım'da stajımı başlattım. Gerekli belgelerde tanıtma kağıdını yüksek lisans sınıf arkadaşlarıma imzalatmam komikti. Ancak stajın başlaması derslerin yanında -ne kadar aktif olarak avukat yanında çalışmasam da- mahkemeler için imza yoğunluğuna girmeme neden oldu. Bu en üst seviyede şöyle bir sonuç doğurdu. 10 Aralık günü iki derste de sunum vardı ve ben de tabi ki ödevleri son geceye bıraktım. O gece 4'e kadar uyanık kaldım. Sonra yatıp 7'de uyandım. Hazırlandım ve mahkemeye gittim (kimileri her mahkeme günü gününe imza istemiyordu diyebilir ama ben o her mahkemelerin birinde değildim). Sabah imzamı attım, okula döndüm ödevin kalan kısmını bir şekilde hallettim ve sonra derse girdim. O dersten sonra (ki tam da sunmadık o ayrı) ikinci dersin de ödevini teslim ettim. İlginç bir gündü. Son dakikaya bırakılan işler can sıkıyor ama ben de daralmıyor değilim.
İlk dönemin sonuna doğru DEÜMBM eksenin ekstra bir iş daha takvime girdi. Aslında ekip daha farklı birkaç etkinlik işleri ile de uğraştı ama ona ben katılmadım. Zaten yüksek lisans olmasaydı çok daha pasif bir konumum olacaktı. Ne şans ki girdim. Paragrafın ilk cümlesinde bahsettiğim iş, eğitim konferansı idi. 2014'ten beri gözlemci olarak katıldıklarım dışında ilk defa bir etkinlikte organizasyon ekibinde değildim. Saf içerik ekibinde yer aldığım tek etkinlik olabilir. III. DEÜMBM için resmi olarak organizasyon ekibinde değildim ama katkım vardı. Burada sadece içerikti. Bir şekilde o süreci de tamamladık. Güzeldi. Eğitim konferansının bir ayrıntısı daha sonra ilginç bir olaya da neden olacaktı.
Bu arada hakimlik sınavı için Ankara'ya gittim. Aynı hafta sonu iki otobüs yolculuğu. Arada bir sınav. Dönüş sonrası eve geldikten 2 saat sonra derse girmek gibi ilginç bir iş çıkardım. Zevkine gitmiştim, zaten okuldan arkadaşları görmekti bir bahanem. Ondan çalışmadım. Ama arkadaşlarla görüşme fikrinin uygulamada pek başarılı olduğunu söyleyemem. Organizasyon kurmak zor oldu. Zaten sadece idari yargıdan girdiğim için beni herkese göre farklı bir yere yollamışlardı. Ama ulaşımı kolaydı. Sıkıntı yaşamadım. Sonuç da tahmin ettiğiniz gibi düşüktü. Ama iyiydi.
Hakimlik sınavı geçtikten ve ilk dönem bittikten sonra stajın yanında III. DEÜMBM işleri devam ediyordu. İşin garibi bu sene yine bir şeyler oluyor ama önceki iki senede olduğu kadar sorunlu değildi. Belki son kez olacağı için hayat acımıştı bize, bilmiyorum. Ve evet bu arada DEÜMBM son kez gerçekleşti. Ve topluluk tarihinin bence en sorunsuz etkinliği oldu. Ben oldukça rahattım. Komite sayısının azalmasının etkisi de vardır muhakkak ama yine de şaşırtıcı. Mükemmel değildi ama iyiydi. Zaten MBMTR'lerden sonra hiçbir etkinlik bizim için mükemmele ulaşamaz, o ayrı. Bu arada benim geçen sene tek başıma yaptığım ve az kalsın kafamı yememe neden olacak başvurununh toplanması ve atamaların yapılması işini bu sene 4 kişi yaptı. Sanırım bu durum neden geçen sene kafayı yeme raddesine geldiğimi açıklar.
Neden son DEÜMBM oldu sorusunun yanıtına kısaca değinmek gerekli sanırım burada. Ekip yorulmuştu. Ben zaten emekli x emekli idim. Okulda etkinlik yapma süreci çok çok zorlaşmıştı. Önceki sene topluluk yönergesindeki değişiklik ücretli etkinliği bile yasaklamıştı. Bizimkiler zar zor çözmüştü dilekçe ile. Onun dışında okul özelinde de birkaç durum olunca son etkinliği yapıp topluluğu kapatma kararı aldık. Bunu tabi ki de gizlememiz gerekliydi.
Tüm bu sürecin sonunda kapanışı açıklamamız "Unutulmaz" bir vedanın olmasını sağladı. Kapanış videosu sonrası insanların en az 6 saniye tepki verememesi, videonun vuruculuğu, insanların kapandığına üzülmesi videoda yer alan Mirkelam'ın şarkısı gibi "Unutulmaz" bir iş yaptığımızı gösterir gibiydi. Bu noktada o videonun çıkışını da anlatmak gerek. Etkinlikten yaklaşık bir hafta önce staj işleri sonrası eve dönerken otobüste şoför Unutulmaz'ın Göksel versiyonunu dinliyordu. Sonrasında "ya bu şarkı Mirkelam'ındı" diyerek onun versiyonunu dinledim ve etkinliğe kadar aklıma takıldı. Sonrasında ise bunu büyük finalde videoda kullanma fikrini sevgili iş ortağım ve aynı zamanda "Koordinasyon Kurulu video yapar" lanetinin ortaya çıkmasında birlikte etkimin olduğu Ferhat'a söyledim. O da bunun yanına Levent Yüksel - Bu Gece Son'u ekleriz çok güzel olur dedi ve ortaya bu iş çıktı. Ve etkinlik herkes için "Unutulmaz" oldu.
Yeri gelmişken arada paylaşalım. Mirkelam - Unutulmaz https://www.youtube.com/watch?v=lYQ0LME3Tqc
Bunun bu kadar etkileyici olacağını beklemiyordum. Ama hoşuma da gitti. Minik bir unutulmaz akımı yaratmış olabilirim. Tabi sevgili Ferhat'ın katkılarıyla. Tabi ben nakarattan direkt giriş yapmasını tercih ederdim daha vurucu olsun diye ama o şartlarda anca bu kadar oldu. Tabi bu karar sonrası birçok kişi haklı olarak üzüldü. Birçok kişi ağladı, bize kızdı söylemediğimiz için. Ama söylesek de etkinlik o seviyede olmayacaktı. Bu kadar unutulmaz kalmayacaktı. Video girdiğinde odak noktam genel olarak şarkıydı. Zaten Buca'ya taşındığımdan beri yarı robot modunda birçok olaya tepkisiz kaldığımdan pek de üzülmedim. Hatta tam bitti psikolojisine girdim desem de yalan olur. Zira yine kapanış öncesi ve sonunda aklımda okulun düzeni vardı. Ve ben yine onlarla uğraştım. Belki de bir nedeni odur. Sonrası ise klasik toplantı süreci.
Tabi bu etkinliğin sonunda benim için beklenmedik bir sürprizi oldu. Beklenmedik olduğu kadar da güzel bir sürpriz. Aslında sonradan genel bir düşününce aslında sürpriz geliyorum diyormuş ama ben beklemiyormuşum. Benim için en "Unutulmaz" kısım o oldu sanırım. Ama devamında işleri istemeden batırma yeteneğine sahip olan ben yine yapacağını yaptı. Enis Kirazoğlu'nun deyimi ile "İşler beklediğimiz gibi gitmedi".
Sonrasında ikinci dönem başladı. Yüksek lisans özelinde dönem arası da gelenler oldu. Eğlenceli ortamımız devam ediyordu. Hatta etkinlik planları falan yapılıyordu. Ama o da ne? Bir anda sanki bir filmdeymişiz gibi bir senaryo çıkageldi. Covid19, Korona, Wuhan virüsü veya her ne zıkkımsa bütün her şeyi değiştirdi. Düşününce hala garip geliyor. Okullar başta tatil oldu, sonra uzaktan eğitime geçildi. Adliyeler, avm'ler neredeyse her yer tatil oldu. Ligler ertelendi, webcam değere bindi. Geçen sene final gününde yazdığım Eurovision bile iptal edildi. Hayat durma raddesine geldi. Sokağa çıkma yasakları ile ilk kez karşılaştı birçok kişi. İnsanlar eve kapanıp kafayı yeme raddesine geldi. Açıkçası benim düzenimde değişen çok bir şey olmadı. Ben zaten büyük ölçüde evde olan biriyim. Tek garipsediğim herkesin evde olması. Ama ona da alıştım diyebilirim. Umarım mümkün olan en kısa zamanda bu süreç atlatılır.
Tabi böyle bir durumda ödevlerle uğraşmak pek de hoş olmadı. Zaten isteksizken insan daha bir isteksiz oluyor. Bulunduğumuz hafta zarfında iki ödevi araştırmalarla bir hafta sıkıştırmak can sıkıcı ve yorucuydu. Ellerim yazmaktan harap ve bitap düştü (50-60 sayfa yazdım zira). Aslında şu an bu yazıyı yazmak istemiyorum ama şimdi yazmazsam hiç yazamayacağım. Hem Haziran'da "Ah Eshot Ah!!!!" var. Bu yazı ondan önce gelmeliydi.
Neyse ki şu an daha rahat olduğum bir dönemdeyim. İki ödevim var ama yaptıklarım işin zor kısmıydı. Staj nedeniyle dinlenir miyim bilmiyorum ama geçen seneden beri gelen yoğun tempo biraz ivme kaybedecek. Tabi tez yazmaya başlayana dek bu durum gidecek gibi.
Öte yandan önceki iki sene yazdığımda hep kendime kızgın olduğumdan bahsetmiştim. Bu sene o kadar da kızgın değilim kendime. Hiç değilse o dönem kızdığım şeyler pek dert olmuyor. Ama kendimi kızdırmak için yeni yollar buluyorum dersem yalan olmaz. Bir şekilde aynı döngüye sokuyorum kendimi. Bazen o an önemsenmeyen bir şey sinir bozucu etkilere neden olabiliyor. Sonucunda bazı şeyleri yapabilmek için gerekli yetkinliğe -belki olgunluğa- sahip değilmiş gibi hissedebiliyor insan.
Sonuç olarak geçtiğimiz yıldan beri süreç bu şekilde işlemiş. İlk başta daha kısa sürer dedim ama yine ekleyecek zibilyon şey buldum. Daha uzun yazılarım olmuştu muhtemelen. Öte yandan geçen sene okul bitince yazı nasıl olacak demiştim ama bendeki eğitim aşkı yine benzer bir yazının doğmasını sağlamış. Hiç değişmeyeceğim sanırım. Her zamanki gibi buraya kadar sabrınız yettiyse teşekkür ediyorum.
Yazıyı bitirmeden önce bu sene için de şarkı önerim var. Evet arada Mirkelam-Unutulmaz'ı paylaştım ama o III. DEÜMBM'ye özel. Buraya özel başka bir parça fikrim var. Son dönemde keşfettiğim ve aslında Grup Vitamin'in sadece absürt komedi işleri yapmadığını gösteren bir parça var bu sefer. Grubun solisti Gökhan Semiz'in vefatı sonrası onun anısına hazırlanmış farklı bir uyarlaması var ama ben ilk halini koyacağım. Bakalım önümüzdeki seneye kadar neler olacak? Umarım bu yazıyı yazma şansım olabilir. Dünya pek de tatlı bir hal almıyor zira. Dikkat edin kendinize. Grup Vitamin - İstanbul'da https://www.youtube.com/watch?v=T3OMZbU6d7w
0 notes
Text
Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 6
Bazen bu yazıyı hala nasıl yazabildiğime şaşırıyorum. Dile kolay, 5 sene olmuş(İlk yazı 2014'te yazıldı). Ama daha şaşırdığım bir şey varsa o da belediyenin her sene bana deli gibi malzeme çıkarması. O kadar çok şey var ki yazabileceğim ne kadar uzun olacağını kestiremiyorum. Bu kadar çok malzeme çıkarması iyi mi kötü işte ona yazıda değineceğim. Klasik girişi yapmak gerekirse; Konu: Bitmek tükenmek bilmeyen Eshot ve İzmir Ulaşımındaki değişimler. Not: Yukarıda da yazdığım gibi ne kadar uzun olur bilmiyorum. Yılı genel olarak özetlemem gerekirse kararsızlıkla durmaksızın devam eden değişiklik. Sadece bir yerde değil birden fazla yerde devam eden değişiklik söz konusu. Bazen aynı kısa sürede birden fazla değişim gerçekleşiyor. Ve takip etmesi gerçekten güçleşebiliyor. Örneklerle bu durumu daha iyi açıklayabileceğim inancındayım. Ana konu örneklerine girmeden önce konu konu gideceğimi ve konu içindeki gelişmeleri kronolojik olarak ele alacağımı belirtmem lazım. Düz bir çizgide gitmek yerine ileri-geri gidecek şekilde olacka da denebilir. Arada kendi deneyimlerime de değineceğim. Hatta bununla başlayacağım. Öncelikle Buca'da Tınaztepe'ye uzak oturan biri olarak 476-465 vb. araçların Tınaztepe maceralarını devam etmekle birlikte hiç binme ihtiyacım olmadığı için binmiyordum. Bir gün okul çıkışı hava yağmurlu olunca bunlardan birine binme girişiminde bulundum. Hayatımın en acayip yol gidişatını gördüm. Anadolu'da here yere giden tren gibi Tınaztepe'nin her yerine gidiyordu. 2-3 defa çok yakın yerlerden geçtiğini görünce yok artık dedim. Gerçekten garipti. Ama daha bineceğim inancında değilim gerekmedikçe. Aslında bu anlattığım geçen yılın yazısının konusu ama o dönem yazmadığım için şimdi yazıyorum. Geçen Yaz uzun bir aradan sonra tatile çıkınca uzun zamandır yapmadığım kadar uzun bir otobüs yolculuğu yaptım. Hatta aralarından en uzunu olabilir. 775 sağ olsun 106 duraklı otobüs görmemi sağladı. 102. durakta inince bir ömür geçiyor. Tek avantajı durakların çoğunda durmaması. Ama 1,5 saat belediye otobüsü yoruyor. Hele ki eşyalarla. En son Balıklıova'ya giderken yaşamıştım bunu sanırım. 725'ti sanki aracın numarası. Orada da "Gittiğin Kadar Öde" sistemine geçildiği için pek de teyit etme şansım yok gibi. Otobüslerdeki de aşağıda anlatacağım. Ondan dolayı şimdilik değinmiyorum. Bir diğer yaptığım şey de 277(Tınaztepe-Otogar'a)'ye binmek oldu. Açıkçası zevkliydi. Yolları garip olsa da trafik çok da yoktu. Bir diğer trafik yoğunluğunun olmadığı yer de Baykuş ve son seferler. 415'in son seferini ve 940'a bindim. Uzun zamandır bu kadar zevk almamıştım yollarda. Geçen sene yeni midibüs boyutunda araçların alındığından bahsetmiştim. O araçlara binme şansına eriştim. Açıkçası engelli vatandaşlarımız için güzel tasarlanan bir araç olmuş. Metroda olan açılır-kapanır sandalye de doğru tercih. Bir de otobüs bilgi tabelası sorunsalı var. Kentkart döneminde düzgün çalışan sistemi kaldırıldıktan sonra hala adam akıllı bir sistem yoktu. 2019 itibariyle ile test süreci başlamıştı. Hatta hep alakasız araçlar gösteriliyordu. Şimdi ise birçok yerde düzgün çalışmaya başladı. Ama hala çalışmadığı yerler var. Durağa tabela asmak daha pratikti. Niye ayrı bir direkle bağladılar o da ayrı bir konu. Geçen seneki konu başlıklarından biri Konak Tramvayı idi. O da bir senesini doldurdu. Geçen sene Konak Tramvayı'nın güzergahını anlatırken Hocazade Cami öncesinde bir bölgenin trafiğe kapalı olduğunu yazmıştım. Aslında orası trafiğe kapalı değilmiş. Hiç değilse geçen araçlar sorunsuz şekilde geçebiliyor. Ama tek şerit olacak ki tramvay yolunun yanında tek yön olan başka bir yol var. Garip göründüğünü söylemem gerekli. Bir de Mustafa Kemal Sahil Bulvarı'nda aktif otobüsün olmaması garip. Sadece 202 geçiyor ama o da Adnan Ahmet Saygun'a kadar durmuyor. Onun dışında diğer araçlar İnönü Caddesi üzerinden gidiyor. Tertemiz trafik oluyor denebilir o tarafta. Açıkçası tramvayın kendi ait yolu olduğu için bunu anlayabiliyorum ama yine bir alternatif olabilirmiş. 121-70 kafası gibi demek isterdim ama 15 Haziran 2019 itibariyle o kanatta da gelişmeler var. Onu da aşağıda anlatacağım. Her şeye aşağıda değineceğim diyorum çünkü zaten konuları düzgün işlemek zorken sürekli bölersem işler daha da karmaşık bir hal alacak gibi duruyor. Bu arada tramvay ve yoğun saatlerde eklenen araçlar(121-70-80-90 vs.) aynı anda olunca sandığım kadar kötü trafik olmadığını gördüğümü belirtmem lazım. Ama rahatlama da görmedim.
Tramvay noktasında belirtmem gereken birkaç şey var. Hem Karşıyaka hem de Konak tramvayı öncesi uzun süren bir ön işletim süreci oldu. Bu süreçte ücretsizdi. Hatta ikisine de ilk kez ücretsiz bindim. Bu sürecin böyle olması güzel ama 7 ayda 2 kez zam göreceğimize bu sürecin çok daha kısa tutulmasını tercih ederdim. Bir başka konu da tramvayın durağının bulunduğu alanda validatörlerin tek yönlü olması bana sinir bozucu geliyor. İki yönden binecek şekilde tasarım yapılsa daha mantıklı olurdu gibi.
Konak Tramvayı ile belli araçların güzergahları ve saatlerinin ciddi ölçüde değiştiğinden bahsetmiştim. 121 ve 70 de hatta bu grubun içerisindeydi. İlk bu değişiklik yapıldıktan bir hafta sonra bazı araçların güzergahı değişti. Öncelikle Pazar günü olmayacak şekilde düzenlendi ve Refik Saydam'dan Şair Eşref'e alındı yolu. Sanırım ilk başta da Şair Eşref'teydi. Sonra son anda değiştirilerek başladı ve sonrasında yine değişti. Hata başta kısa ve uzun hatların saat farkı keskindi daha sonrasında sırayla çıkmaya başladılar sene içinde. Bu kadar değişiklik kesinlikle yorucu. İnsanlar bu kadar sık değişiklik ile uğraşmak zorunda değil. Bu yine tramvaydı, alternatif hattı derken anlaşılır. Bir de Fahrettin Altay sorunsalı var. Orada daha garip. Ona da değineceğim. Yukarıda zamdan bahsetmiştim. Bana göre en sinir bozucu şeylerden biri zamdı sene içinde. 7 ayda 2 kez zam gördük. Son 4-5 yıldır ekonomik şartlar sürekli zamma sürüklüyor. Bu süreçte %50'ye yakın zam geldiğini hesaba katınca düşündürücü bence. Bu arada Temmuz ayındaki zamda güzel de sövdüm. Tahminim yerel seçimden uzak tutmak için böyle yapıldığı yönünde ama bu durumun sinir bozucu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hatta o dönem sitede vs. duyuru göremedim ben. Oldu bittiye geldi bir anda. Bir de dini bayramlarda ulaşım tamamen ücretsiz, millî bayramlarda ise 1 kuruş olacak şekilde ayarlandı. Bundan sonra zam gelirse ben bu karardan bilirim. Bence çok da gereği yoktu bu şekilde yapmanın. Ayrıca alınmasını planlanan elektrikli araçlar da alınmadı. Ben yine indirim yerine o araçların alınmasını tercih ederim. Halk Taşıtı uygulaması da işin başka bir boyutu. Sabah 06:00-07:00 ve 19:00-20:00 arası ulaşım %50 indirimli(ücretsiz diye hatalı yazmışım öncecsinde). Saatler yoğun olmayan saatler olsa da fikir güzel ama ekonomik boyutu da önemli. Aziz Kocaoğlu sürekli ulaşımı sübvanse ediyoruz direniyoruz dedikten sonra hep zam yaptı. Tunç Soyer ise aksi yönde hareket ediyor. İlginç bir durum. Umarım kötü bir etkisi olmaz bunun. Zamdan daha nefret ettiğim bir şey varsa o da İzban greviydi. Haftalarca sürdü ve insanlara bıkkınlık verdi. İlk etapta az da olsa sefer vardı ama mahkeme -hoşuma gitmese de bence haklı olarak- grev kırıcı hareket olarak buldu. İşler tam felç oldu. 6356 sayılı kanunun verdiği yetkiyle ertelenmesi sona erdirdi denebilir. O süreçte anlaşıldı. Bu süreçte Şirinyer İzban'dan Çiğli gibi birçok yere dolmuş konuldu. Ek otobüsler konuldu(773-843-844-856), havalimanı araçları gibi birçok araca ek sefer eklendi.Ama işin havalimanı kısmı faciaydı. 202 iyi hoş ama Konak Vergi Dairesi'nden YKM'ye kadar bavul çekince ölüyorsunuz. Aslında Esbaş ile Havalimanı arası ekspres bir hat konsaydı pratik olurdu bence. Esbaş'a erişim birçok yerden kolay. Şirinyer İzban'dan, Konak'tan erişimi çok da zor değil açıkçası. Grev süresince İzmir Metro'da da grev tehlikesi oldu bir ara. O olsaydı ben düşünemiyorum insanlar ne yapardı. İşte bu noktada yıllardır söylediğim "farklı alternatif" mantığının önemini anlıyoruz. Burada alternatif felaket senaryoları için değil istenen ana planla uygulanmak üzere olması gerekli. Eğer bu olsaydı, sadece o araçların sefer sayıları arttırılabilirdi. Bu sandalyenin ayak sayısını arttırmak gibi. Bir ayak eksilince hemen yıkılmaz böylece. Tramvayda da eleştirdiğim bir şey bu. Grev dışında bir de 11 Ocak'ta 1 saatlik kontak kapatma eylemi oldu. Belediye önünde açıklama yapan sendikaya(DİSK) polis müdahalesi gelince Eshot kontak kapattı bir saatliğine(İzulaş kapatmadı). İzban grevi dönemindeyken n'oluyoruz demek için bir başka neden oldu bu da. Değişiklik noktasında ilginç değişiklikler oldu. 104 yeniden Adatepe son durak olacak şekilde ayarlandı(415 ve 70 sonrasında etti 3). Değişim aralıkları uzun olabilir ama yine de hoş değil bence. Daha ilginç olanı 671 ve 800'un durak sayısı azaltıldı. 671 Tınaztepe'den Şirinyer İzban'a, 800 ise Otogar'dan Bornova Metro'ya çekildi. Devrilmediler ama iyi darbe aldılar diyebilirim. Belediye gerçekten eski sistemi sonuna dek yok etmek istiyor. Aktarmalarla daha rahat kontrol sağlanıyor belki ama bu kadar değişimi de kafa kaldırmıyor. Şirinyer'de 878'e daha temiz de bir yük biniyor. Yanlış değilsem 671 sabahları Tınaztepe Yerleşkesi'ne giriyordu. Ama bir arkadaşım buna çözüm olarak 671+171(Koşu durağından aktarma ile) yolunu bulmuş. Mantıklı açıkçası. Ama genel kitle 878'i kullanacaktır. Sene içindeki genel gözlemlerimden biri de burada. Trafik noktasında Alsancak'a yönelik çok şey var ama Buca'ya yönelik pek çözüm yok. Olmaması trajik bence. Hala gecenin bilmem kaçında saçma bir trafik var Buca'da. Bilmeyenler için Buca İzmir'in en kalabalık ilçesi. Alternatifsizlik var yol konusunda ama bu bir çözüm bulunmaması için yeterli neden değil. Tamam mesela 671 kalktı ama 878'in önemi arttı. Bu Karşıyaka Tramvayı hizmete sunulacağı dönemde Karşıyaka İskele'den Bostanlı'ya giden araçların çoğunun Karşıyaka İskele'den başlayacak şekilde düzenlenmesi gibi. Tamam araç kalktı ama yine aynı şekilde hareket olacak o yolda. Ne kadar verimli olur bilmiyorum. Bakalım yerel seçimlerde sürekli battı-çıktılardan bahsedildi. Yapımı yine eziyetli olacaktır ama rahatlatacaksa katlanılır bence. Bunu zaman gösterecek. Kaliteli çözüme giden bir yol olduğu sürece sorun yok. Değişimin bir başka kanadı ilçe otobüslerindeki "Gittiğin Kadar Öde" sistemine geçilmesiyle oldu. Daha önce anlatmıştım, sadece arka kapılarda iade için validatör var. Arka kapıdan inmeyi teşvik etse de otobüs kalabalık olunca gereksiz bir bekleme süresi ekleyebiliyor. Bu futboldaki VAR ile gelen gereksiz bekleme süreleri gibi. Neyse, şu ana dek 5 araç değiştiğini gördüm. Balıklıova-İYTE-Bademler-Urla-Seferihisar için sırasıyla 981-982-983-984-985 hatları daha önceki hatların yerine aldı. Gittiğin Kadar Öde demişken belirtmem gereken iki şey var. İlki İzban'da 90 dakikanız var mı diyenlerden kurtulmak güzel. İkincisi siteden duraklar arası ne kadar tutacağına bakmak güzel ama durak ve istasyonlarda bunun için bir tabela konabilirmiş. Bence pratik olurdu. Bir de artı para sisteminde iadeyi unutanların başka bir araca bindiği zaman iade haklarının yapnması hoş değil. Eksi bakiye'de bu sorunun da önüne geçilebilirdi ama belediye bunu tercih etti. Sene içinde bayağı bir araç kaldırıldı. İlk olarak 107-172-706-753-825-916 kaldırıldı. Bu Eshot'un kendi değerlendirmeleri içinde olan bir şeydi. Benim için beklenmedik olan yoğun saatlerde çalışan araçların(121-70-80-90) kaldırılması oldu. Hatta 802 vs. de kaldırıldı. 10 Haziran civarı vs. öğrendim ki 15 Haziran itibarıyla bu araçlar kaldırılıyordu. Zaten yan alternatifleri vardı ama onlar Alsancak'ın içinden geçmiyorlardı(921, 680, 690, 470 vs. gibi). Aslında 121 gibi araçlar tam da alternatifli sistem anlayışıma uyuyordu ama belediye kaldırmayı tercih etti. Dürüst olmam lazım karışıktı ama insanlar hangisi gelirse binerim anlayışını benimsemişti son saat düzenlemesi ile. Tabi bu benim için bir devrin sonu gibi bir şey. Eskiden Konak'tan 121-120-361 ile Karşıyaka'ya gittiğimi ilk yazımda anlatmıştım. Artık böyle bir imkan kalmadı. İzban ile gitmeyi sevmediğim için Halkapınar(543) veya Alsancak(921) üzerinden gitmek benim tercih ettiğim yol olacak. 70 de benim için pratik bir araçtı. Ne kadar Mezarlıkbaşı ölüm olsa da severdim seni 70. Özleyeceğim sanırım ikisini de. Son olarak 121'e de doğum günümde binmiş olmak da ilginç oldu benim için. Merak ettiğim Konak'ta yeşil alanın bir kısmını(Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi Yanı) durak ve yol yaptılar. 121-802 vs. oradaydı. Ne olacak bilmiyorum. (Bu seride okuduğu ilk yazı bu olanlar için not: Araçlarla duygusal bağım yok, çocukluğumda sık bindiğim araçların bu şekilde kalktığını görünce çocukluğumdan bir parça yok olmuş gibi hissediyorum sadece). Yalnız bu değişiklik niye üniversite sınavının olduğu gün yapıldı ona kafam basmadı. Yaz saatlerine de bugün geçildi, ona da tamam ama Pazartesi başlanabilirdi bence. Kritik dönemde değişiklik de ilginç tercih. Güzergah değişiklikleri noktasında bu sene sadece bir aracın güzergahının uzadığını gördüm. O da 490 oldu. O da 2 durak mı ne uzadı. Üçyol Metro'nun öteki tarafına geçmesi gerekliydi bence ama. İlla ki başka araçlar da vardır bu şekilde ama bir tek bunu gördüm. Değişiklikler noktasında vatandaş talebi ile değişen 873'ü de es geçmemek lazım. 4 Şubat'ta araç sefere başlamış, 18'inde vatandaşların yoğun talebi nedeniyle düzenlemeye gidilmiş. Ve gelelim Fahrettin Altay'a. Şu ana kadar defalarca kez değişim kelimesini kullandım bu yazıda. Fahrettin Altay'da ise bu bahsettiklerimden daha beter bir durum söz konusu. Bir arkadaş ortamında bu yazı serisinin mevzusu geçtiğinde orada oturup her gün okul için Buca'ya gelen bir arkadaştan öğrendiklerim gerçekten şaşırttı(2018 Temmuz-Ağustos dönemi içinde geçen bir konuşmaydı). O taraflar konusunda cahil olduğum için benim açımdan da ilgi çekici oldu. Başlamadan söyleyeyim. Orada yaşamadığım için tam etkileri noktasında net fikrim yok ama anlatılanları değerlendirince hiç de hoş bir tablo yok ortada. Fahrettin Altay'da birçok ilçeye giden dolmuş, birçok yere giden otobüs ve tramvay tek meydanda toplanmış durumda idi. Ancak o bölgede sürekli bir değişim hali söz konusu. Eskiden meydan civarında olan beyaz dolmuşlar Engelliler Parkı tarafına taşınmış. Bazı araçların güzergahları neredeyse her ay değişir noktaya gelmiş. Bazı otobüslerin son durakları değiştirilmiş. Belediye bunu kafasına göre yapmıyor aslında. Orada İstinye Park AVM -adını sövdüğüm- ve otel inşaatı var. Ve inşaatın olduğu yer tahmin edersiniz ki otobüslerin ve dolmuşların olduğu taraf. Böyle olunca yer düzenlemesi gerekli oldu. Ama tıpkı yukarıda bahsettiklerim gibi belediye tam bir çözüm bulamayınca adeta deneme yanılma yoluyla işin içinden çıkmaya çalışmış. Modern belediyecilikte deneme yanılma yolu ne kadar var bilmiyorum ama insanların bu denli değişime maruz kalması anormal bir durum. Sık sık olan değişim bir süre sonra insanı yoruyor. Değişime karşı olmak saçma ama fazlası daha da saçma. Zaten bu sene belediye sürekli deneme yanılma yoluyla iş yapıyor gibi bir hali var. Bu noktada anlamak güç gerçekten. Bir de Üçkuyular'a bu dolmuşlar vs. için Terminal yapılacak. O dönem daha ne olabilir bilmiyorum. Bölgeyi tam bilmediğim için net konuşamam ama daha sıkıntı getirecek gibi. Umarım getirmez. İşin İstinye Park boyutu daha vahim. Sürekli dava açılıyor, inşaat duruyor. Sonra yeni raporlarla vs. inşaat devam ediyor. Orada bu şekilde bir kısır döngü söz konusu. Durum bu haldeyken nasıl bu izin verildi onu da anlamış değilim. Ama sorun yarattığı kesin. İstinye Park hakkında şunu söylemeden edemeyeceğim. O nasıl bir vizyonsuz isimdir? AVM grubusun anladık ama İzmir'deyiz. Alt marka olabilir. Migros'un Tansaş ve Kipa'yı yutmasını hala sevmesem de kısmen anlıyorum ama bu tamamen saçma. Benzer vizyonsuzluk Bornova'da da var. Avcılar Caddebostan diye inşaat yapıyorlar. Hadi inşaat firmasının adı Avcılar onu anladık(ki yine farklı isim olabilirdi), Caddebostan nedir? Buca'ya da Nişantaşı Resort yapın da tam olsun. Anlamak güç bazı şeyleri. Dahası, o bölgede AVM dünyanın en gereksiz şeylerinden biri. Balçova'ya, İnciraltı'na, Selway'e çok da uzak değil. Orada yeteri kadar AVM varken Fahrettin Altay'a AVM yapmak niye? Orada çok gereksiz bir karmaşaya sebep olması yetmezmiş gibi ortada kocaman ilginç bir yapı olacak. Kızılay AVM gibi de değil orası. Oraya harcanan paraya da üzülüyorum. İstedikleri kadar iyi bir yer yapsınlar benim için hep gereksiz olacak. Geçen sene de yazmışım ama yine yazma ihtiyacı hissettim. Bu konuda gerekli/gereksiz öfkemi kustuğuma göre yazıya devam edebilirim. Geçen sene artı para sistemi yerine eksi bakiye sisteminin neden daha mantıklı olduğunu anlatmıştım. Belediye de Artı Para'daki sorunu görmüş olacak ki Tükenmez Kart sistemini tanıttı. Bu sayede otomatik ödeme talimatı verir gibi kartı sisteme tanıtıp bakiye belli bir miktarın altına düştüğünde otomatik olarak yükleme yapacak. Fikir güzel ama kredi kartı gerektiriyor. Kredi kartı kullanımımız yüksek olsa da 18 yaş altı grup için sorun olabilir. Ya da herkes kredi kartı kullanmak zorunda değil. Güzel fikir ama herkesi kapsamıyor gibi. Benim otobüsle çok işim olmadığı için kullanmadım. Ama merak ettiğim bir şey var?. Kredi kartı limiti dolunca yükleme yapamadığında bildirim vs. veriyor mu? Umarım veriyordur yoksa tatsız olur. İstisnai bir durum ama yine de merak ettim. Eshot kanadındaki ilgi çekici bir diğer gelişme mobil uygulama noktasında. Aslında ilk Eshot online.eshot.gov.tr üzerinden kart yükleme, kart tanıtma gibi işlemlere başladı. Gerek Tükenmez Kart, gerek online yükleme yapmanın yanı sıra kullanım detaylarını görme, durak alarmı gibi güzel özellikler de var. Güzel de çalışıyor. Sitenin ilk yayına girdiği dönemde mobil uygulama pek de parlak değildi. Araç takibi yoktu, kartı silmek sıkıntılıydı. Zaten önceki yazıların birinde bahsetmiştim. Bizde Ankara'nın tersine site daha başarılı demiştim. Yaklaşık bir hafta önce mobil uygulama güncellenmiş. Hatta yazıyı yazmadan önce kontrol ettim. Önceki uygulamaya göre çok başarılı. Öyle ki, haritadan iki farklı nokta seçince direkt nasıl gidebileceğinizi anlatıyor(harita Google altyapısını kullanıyor). Bazen yolu uzatıyor. Mesela Buca Erdem Caddesi'ni başlangıç, Karşıyaka Girne'yi bitiş noktası seçtiğimde bana "önce Üçyol Metro'ya sonra oradan Halkapınar'a oradan da Girne'ye giden araca bin" şeklinde bir yol gösterdi ama ben Halkapınar'a Şirinyer İzban'dan daha rahat ulaşabilirim. Bu değil ki niteliksiz bir uygulama. Gayet güzel kafa açar, alternatif üretmenize yardımcı olur. Gerektiği anda hayat kurtarabilir.
Sevmediğim iki şey var. Biri Online İşlemler'in üye olmaya yönlendirecek şekilde kafa karıştıran yapısı. Yanlışlıkla üye olabilirsiniz. Üye olmak iyi amka üye olmak istemeyenin bu denli kafasını karıştırmamak gerekli. Diğeri ise araçları güzergah üzerinden takip edebildiğimiz sistem. Çok geç güncelleme yapıyor. Bazen 1 dakikadan daha uzun sürüyor. Ankara'da ben canlı takip edebiliyordum. İnternetim mi sıkıntılı diye düşünenler için 24 megabit internet hızım var ve gayet memnunum. Bu geliştirilirse güzel olur. Bir de kart kişiselleştirme konusunda ilginç bir sorun yaşadım. Uzun sürede kartım kayıtlı olmasına rağmen kart doğrulanmadı. Silip yeniden kaydedince düzeldi. Bu arada kart doğrulanmazsa kullanım detayı görme gibi özellikler kullanılamıyor. Sonuç olarak beğendim. Sene içinde ilgimi çeken diğer konulardan biri de Bayraklı İskelesi oldu. Eskiden Kordon'daki Palet restoran oraya taşınarak iskele yapılmış. 2016'da ise rağbet az olduğu için kapanmış. Şimdi ise Bayraklı'ya yeni bir iskele yapılıyor. Olan varken yenisini yapmak mantıksız bence. Ki WowTurkey(Türkiye'deki en köklü forumlardan biridir)'de birçok kişi kapatılan Bayraklı İskelesi'nin aktarma merkezi olması gerektiğini söylüyor. Bununla birçok sorun da çözülebilir. Okuyunca hak veriyorsunuz. Linki buraya bırakıyorum. http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=24862&start=40 Yıl içindeki favori anım ise kesinlikle Ocak döneminde Konak Metro'daki anımdı. Twitter'da anlattım ama burada yazmazsam olmaz. Açıköğretim sınavı sonrası eve dönerken Konak Metro'da kartıma yükleme yapayım dedim. Tam yükleme yapacağım sırada yabancı bir ağabeyimiz(Rumen veya Gürcü idi sanırım) metroya nasıl giriş yapabileceğini soruyordu. Görevliler de kart alman lazım veya birine para ver o bassın dedi. En yakında ben olunca benden istedi. Sonrasında verdiği para çok vs. anlatmaya çalıştım ama olmadı. Sınav sonrası çok da odağım yerinde olmadığı için yukarı çıkartıp kart aldırmak gelmedi aklıma. Verdi parayı yükledim, kartı bastım o geçti, teşekkür etti. Sonrasında ben de metrodan çıktım(Sadece yükleme için inmiştim). Biraz ilerleyince kafamda bir şeyler aydınlanmaya başladı. Şimdi öncelikle ağabeyimizin verdiği para bayağı fazlaydı. Oradan zaten kârdaydım. Ama asıl olay adama öğrenci basmamdaydı. Bana kalan para daha fazla olduğu gibi, belediyeyi de yanlışlıkla kazıkladım. Dahası ve en ibretlik kısmı, oradan gelen 90 dakika ile eve beleşten gitmiş oldum. Gereksiz bir gülme aldı beni o an. Başıma bazen gerçekten ilginç şeyler geliyor. Eğlenmiştim.
Son olarak üniversiteler için var olan hatlardaki gelişmeleri yazıp ana konuları sonlandırayım. İYTE'ye yönelik olarak Urla'dan 882, Fahrettin Altay'dan Gittiğin Kadar Öde sistemine dahil olan 982 konuldu. Katip Çelebi için 596 numaralı araç Egekent Aktarma'dan var. Bakırçay Üniversitesi için ise Ulukent İzban'dan 750-757-850 otobüsleri varmış. İzmir Ekonomi Üniversitesi için de 480-950-969 varmış. Yaşar ve Ege Üniversitesi zaten İzmir Metro ile rahat ulaşılabiliyor onlara girmiyorum. Bu paragrafa asıl girmeme neden olan 290-390 ve 690 da normalde yazın kaldırıldı ve siteden ulaşılamazdı. Şu an ise siteden ulaşılıyor. Hatta sitede 882'nin okullar açılana dek çalışmayacağı bilgisi varken(ki 982 yok) 290-390 ve 690 için böyle bir duyuru yok. Eğer doğru ise tespitim güzel haber. Yaz okulu vs. derken sıkıntı oluyordu birçok kişi için. Muhtemelen buradakilerin birçoğu çoktan vardı ama hem yeni görmem hem toplu olarak yazıda bulunmasını istediğim için buraya yazıyorum.
Saatlerdir yazdığım sevgili yazının ana konularını bitirdim desem yeridir. Bundan sonraki kısımda kısa kısa gördüğüm belli şeyleri, belli haberleri yazacağım(Araya sıkıştıramadığım ve konunun dağılmaması için bu yola gidiyorum). Arada yorum katarak tabi ki.
-21 Temmuz 2018'de sitede bir hata sonucu birçok araç görünmedi. Birçok kişi kendi aradığı araç olmayınca bu araç kaldırıldı mı diye düşündü.
-Japonya'da ulaşım kartı alışverişte de kullanılıyormuş. Daha önce yazdım mı bilmiyorum ama bunun olması mantıklı. Bazen basit bir şey almak istenirken pratik olabilir.
-Tüm ülkede tek ulaşım kartı projesi çıktı. İstanbulkart'ın tek kart olması fikri var. Bence saçma. Hele ki Kentkart'ın etki alanını düşününce. Kentkart ile anlaşmak daha pratik. Öte yandan her ilde kart arama sorunundan kurtaracak olsa da kart koleksiyonu yapmak isteyeni üzer sanırım. Ama onlar kaç kişi ben de bilmiyorum.
-Ankara'da otobüslerde kredi kartı dönemi başlamış(Temassız kredi kartları için). Ulaşım kartı noktasında pratik bir çözüm. Hele ki şehir dışından gelen adam için. Hatta orada yaşayan biri kartı evde unutsa bile sorun olmaz bence.
-Oturağı olmayan birçok durağa dar da olsa oturak yapıldı. İlginç görünmüyor değil bazı yerlerde. Ayrıca durak cepleri maviye boyandı. Ama ilk boyandığı dönemdeki koku çok ağırdı.
-Sene içinde aklıma gelen şeylerden biri Uçan Yol'u kullanıp Alsancak tarafına inen araç olmaması. Esasen 36 Gümrük'e gitse de pratik olabilir. Hala tam anlamıyla kullanılmadığını düşünüyorum Uçan Yol'un. 36-415-304 çok da güzel kullanıyor.
-Gaziemir'deki Fuar İzmir'de fuar olduğunda 92-610-650(Üçyol-Gaziemir Semt Garajı-Fahrettin Altay'dan Fuar İzmir'e) gibi hatlar ortaya çıkıyor. Bayramdaki Kabristan araçları gibi.-Bir ara 1111 numaralı bir test otobüsü gördüm ama daha sonrasında bir şey görmedim onunla ilgili.
-Japonlar İzmir'deki elektrikli otobüsleri incelemeye gelmişler. Eshot'un sitesinde bu Japonlar çatıya çıktı şeklinde haber edildi. Elektrikli otobüs konusunda birçok yere referans oldu.
-Tramİzmir tramvayları TSE belgesi aldı. Yeni almış olmaları bana geldi. Ama almaları güzel. Otobüsler de almış.
-Buca Metro'suna başlanamaması noktasında kredi onayının gecikmesi ve bu süreçte doların fırlaması etkiliymiş.
-Evka-3 Metro ile Bornova Merkez arası yeni bir metro planı varmış(Bornova Metro değil). İlginç buldum ama orada oturan bir arkadaşıma sordum mantıksız değil dedi. Ama bence daha öncelikli yerler var.
-Narlıdere Tramvayı son gaz devam ederken Çiğli için de bir tramvay yapılacak. Katip Çelebi için iyi haber olmalı.
-Halkapınar-Karabağlar-Havalimanı Metro hattı projesi var. İzban'daki yüke azaltmaya yönelik mi bilmiyorum ama kesinlikle garip buldum. Buca Metrosu arada kaynamaz umarım. Ama Artı Para'dan kaçmak için güzel yol.
- Urla'dan vapur seferleri başladı. Belli güzergahlardan oraya seferler devam ediyor. Karantina İskelesi faaliyete geçti.
-Belediye kişisel kartların başkaları tarafından kullanılmasından nasıl bıktıysa otobüslere uyarı astı.
-Adatepe'yi ikiye bölen garaja geçit konulmuş. Böylece araçlar için olmasa da yayalar için sorun çözüldü.-Baykuş seferleri artık vapur, metro ve tramvay için de var. İlgili düzenlemeler yapıldı.
-İzmir'de fayton devri kapanıyor.
-Belediye kadın şoför istihdam etti.
-Bir ara Konak'ta otobüs beklerken kalkan otobüslerden birinden vidavari bir parça fırladı. Hareket memurluğuna götürdüğümde ise birazdan kapım kapanmıyor diye arar diye muhabbet geçti. İlginçti.
Yaklaşık 4 saattir yazdığım bu yazının nihayet sonuna gelmeyi başardım. Dediğim gibi her sene belediye nasıl bu kadar şey çıkarmayı başarıyor şaşırıyorum. Ve yetişmek zor oluyor. Açıkçası daha güzel odaklanabileceğim günde yazmak isterdim ama maalesef uygun vaktim uzun süre olmayacak. Umarım konuyu çok dağıtmamışımdır ya da çok tekrara düşmemişimdir. Fazla şey yazdığımda ister istemez kaçabiliyor ipin ucu. Son olarak son anda 121 ve 70'in kaldırılması ne kadar hayatımı çok etkilemeyecek olsa da üzdü. Dediğim gibi çocukluğumdan bir parça daha gitmiş gibi hissediyorum. O yüzden en alta buna hitaben bir şarkı bırakıyorum. Baştan söyleyeyim, şarkı alakasızlar alakasızı. Ondan dolayı linke tıklayana kadar adını göremeyeceksiniz ama nedense aklıma ilk gelen şarkı bu odu. Ondandır bunu koymam. Buraya kadar gelmeyi başardıysanız sabrınız için teşekkür ederim. Bakalım zaman bize İzmir'de daha neler gösterecek? Güle Güle 121, Güle Güle 70 https://www.youtube.com/watch?v=1TZhxL5Z8aI
0 notes
Text
Giden 2018 ve Geçen Hayat
Normal şartlarda benim bu yazıyı Ocak sonu gibi yazmam gerekirdi. Ama öyle bir yoğunluk aldı ki beni o dönemden beri arada boşluk olsa bile yazmak içimden gelmedi. Aslında şimdi bile bu yazıya girişmek için çok niyetli değilim ama şimdi yazmazsam daha yazamayacağım gibi duruyor. Geçen seneki yazıda umar��m geç kalmam deyip çok daha fazla geç kalmam da trajikmiş. Genel olarak nitelemek gerekirse 2018'in kalan kısmı(geçen seneki yazıdan sonra) özellikle Sonbahar'dan itibaren çok yorucuydu. Ve bu şu an bile devam ediyor. Aslında yoğunluk dediğim şey her gün taş taşıdım kafasında değil, zihinsel olarak yoran bir şey. Eğer becerebilirsem yazının devamında daha iyi anlatırım gibi duruyor. Kronolojik olarak gidersek geçen seneki yazıdan sonra yaza kadar olan kısım çok da farklı değildi. Geçen seneki yazımda da demişim, sınavlara hazırlık ve okula git gel ile geçiyor diye. O süreç az çok devam etti. Ama bir önceki seneye göre sınavların daha erken bitmesi hem farklı hem güzel olan kısmıydı sanırım. Tek sıkıntı açıköğretim sınavlarının tam da vizelerimin ortasına denk gelmesiydi. 7 gün aralıksız(haftasonu dahil) sınava girmek isyan ettirmişti. Ama bir şekilde alttan ders bırakmadan da geçmiş olmak mutlu vericiydi. Bu sayede güzel de bir tatil elde etmiştim. Final döneminde ağabeyim askerden geldi. Bir de DEÜ Efeler Şampiyon oldu, güzel de oldu. Yaz dönemini özetlemem gerekirse daha çok planladıklarımı yapamamam ile geçti. Aklımdakilerin basit kısmını yaptım ama diğer kısmı kaldı öyle. Bozuk Playstation 2 için göz bile getirtmiştim yurtdışından. Doğrusu onun denemesini çok daha önce yaptım ama daha derin dalmak istiyordum o ayrı. Konuya dönecek olursam, geçen Yaz uzun bir aradan sonra tatile gittiğim bir yaz oldu. 10. Sınıf'ın Yaz tatilinden beri tatile çıkmamıştım. Beklediğim kadar olmasa da değişiklik güzeldi. Gitmeden önceki son gece sahilde turlarken askeriyenin tarafına gelme kısmım ibretlikti. Arkamda açılan ışığı çözümleyemedim ama çözümlediğim gibi geri vitese takıp geri döndüm. Bu arada yüzebiliyorum. Ama su üstünde doğru pozisyonda kalmayı öğrenirsem gözlük olmadan da rahat yüzebilirim sanırım. Tatil kısmına gitmeden önce evde bir tahtakurusu krizi patlak verdi. Okul döneminde kedinin biri biz birinci katta olmamıza rağmen balkona çıkmayı başarmış ve balkona yavrulamış. Ama ters yerde olduğu için 5 yavrunun 3'ü orada öldü. Anne kediden dolayı hemen müdahale etme şansımız olmadığı için yavrulardan biri bayağı süre altta kaldı. Sonra anne kedi yavruları alıp oradan ayrıldı. Bu süreç sonrasında tam da tatile gitmeden birkaç hafta öncesinden sinek ısırığından annem şikayetçiydi. Ama hibir ilaç da etki etmiyordu. Bir gün ilk tahtakurusunu keşfetmemiz ile birlikte olayın aslında sinek olmadığını daha vahim olduğunu görmüş olduk. Evdeki çamaşır vs. yıkandı, tahta zemin arasına buhar(ütü güzel icat) uygulandı. En son ev ilaçlandı. Tam da bu tatil dönemine denk gelmesi ilaçlama açısından iyiydi sanırım. Neyse ki atlatmayı başardık. Çoğalması, saklanması falan acayip bir hayvan. Tatil kısmından sonra ne kadar birçok planımı yapamadım desem de II. DEÜMBM için son anda sıkışmamak adına bazı işleri önceden hallettim. Şansıma özet dava kararları bulmak işime yaradı. Ama kitabı sipariş ettiğim üçüncü yayınevinde bulmak sinir bozucuydu. Bayağı vakit kaybettirdi. Ama hem davayı hem de kitapçık işlerini halletmek güzeldi.Etkinlik öncesi nispeten daha çok vaktim olacaktı. Hiç değilse o dönem ben öyle sanıyordum. Okul öncesinde de yine II. DEÜMBM için toplantı işlerini aradan çıkarttık ve okul açılınca da standlarla uğraştık. Açıkçası 2 haftaydı ama yorucuydu. Herkese aynı şeyi anlatmak bir süre sonra yorucu oluyor ki insanların en rahat deneyimlerek öğrenebileceği bir şeyi birkaç dakika içinde kişiye etkili bir biçimde anlatmak gerekiyor. Yazın son döneminde bir de olağan buluşmaları gerçekleştirdik. İnsanları bir araya toplamak bazen zor olabiliyor. Ama toplanınca da güzel oluyor. Bir de bilgisayar maceram oldu. Kuzenim arızalı bilgisayarı bana verince(tamir olursa al kullan diye) ilginç bir süreç başladı. Çankaya sürekli gitmem için de bir neden oldu ama bir şekilde farklı yollarla da olsa çözüme ulaştık. Hatta şu an da o bilgisayardan yazıyorum. Tahmin edersiniz ki tatilden sonraki süreç de okulun açılması oldu. Sınıf arkadaşlarıyla buluşma, derslere odaklanmanın yanında "Mezun mu olacağız şimdi?" soruları ilk konuşmaların odak noktalarından biriydi. Bu noktada söylemem gerekli ki üniversite liseden de hızlı geçmiş gibi geliyor bana. Bu kesinlikle hoşuma giden bir şey değil. 8 sene daha olsa kesinlikle okuyabiliyorum diyorum(mümkünse sınıfta kalmadan). Bu seneki ders yoğunluğu da işin başka bir boyutu. 2. ve 3. sınıfı insan özlüyor. Ders yoğunlıuğu öyle ki bazen hocaların "3. Sınıf en zor sınıf" sözünü sorgulatıyor. Dersler enine değil dikine geniş belki ama 10 günlük sınav takvimine 11 görünümlü 12 ders sokulunca bir anlamı kalmıyor. Üstelik bu yılın ders takviminde sınavlar hem iki hafta hem de tatile çıkma zamanı 1. ve 2. sınıftaki gibi. Sınavlar 3 hafta iken Haziran sonu biten okul anlaşılır ama 2 hafta iken olması anlaşılmaz(Bütünlemelerin Temmuz'da olması başka konu). Geçen sene bütünlemenin bittiği tarihte şimdi finaller anca bitiyor. Okul açılıp derslerin belli bir düzene oturmasından sonra yine hayatımın gündemine II. DEÜMBM oturdu. A krizi patlak verip çözüldükten sonra B krizi patlak veriyor. Toplantılar zaten sık sık idi. Ama asıl olaylar benim için ilk vizelerden sonra geldi. Açıköğretim vizeleri, kendi vizelerim derken etkiniğe bir buçuk ay kalınca ve o dönemde kimse de müsait olmayınca işin delege atama ve ödeme toplama kısmı bana kaldı(yine olsa yine yaparım o ayrı). Çok net söylüyorum, ben hayatım boyunca bu kadar stres altına girmemişimdir belki de. Zaten para işlerinden nefret ederim, bir de bununla uğraşmak yordu. Öyle ki iki haftam sadece Excel, banka uygulaması ve e-posta ve Google Forms ile geçti. O kadar çok hata sorun vs. oldu ki çıldırmamak elde değildi. Şaka değil, etkinlik bittikten sonra topluluk e-postasına girmeye korkar oldum ters bir durum olacak ve yine krizle uğraşacağız diye. Telefonla e-posta atma yeteneklerim gelişti ki dünyanın en sinir bozucu işlerinden biridir. Neyse form işleri vs. bittikten sonra işin etkinlik hazırlık kısımları oldu, alışveriş kısımları zevkliydi. Kemeraltı ve Gıda Çarşısı ile ilgili vizyonum gelişti. Kalabalık yerleri hala sevmiyorum ama oraların kalabalık olmasını anlıyorum. Bir Bakanlık izni kısmı var ki beni en çok çıldırtan o oldu. Sanırım bu noktada neden etkinlik öncesi dönemde dinleneceğimi sandığımı anlatabildiğim inancındayım. Ve sonrasında gel gelelim etkinliğe. Öyle ya da böyle bir şekilde başladık. UAD kanadında son dakika aksaklıkları olmasaydı her şey daha güzel başlayabilirdi(Bu noktada söylemem gerekli, kendi hayatın belirlemeyi bilmeyen insanlarla çalışmak/uğraşmak güç. İnsanlar son dakika sizi arkada hiçbir şey yokmuş gibi bırakabiliyor). Öte yandan etkinlik reji odasında eğlenceli bir açılış sonrası üç gün boyunca koşuşturma ile geçti. Gerçekten koştum."Muhammed, sen zaten koşuyorsun onu biliyoruz" diyorsanız söyleyeyim, bu öyle bir şey değil. Lisedeyken teneffüs ve öğle arasında koşardım ama derste çok güzel dinlenirdim. Üniversite de hızlı hareket felsefesini benimseyen bendeniz gerekmedikçe koşmaz alternatif yolları kullanarak daha çok hızlı yürürdüm ki hala yürüyorum aslında. Kundura ile koşmak o kadar sinir bozucu ki topuklarıma basamaz hale gelmiştim. İki kat arasında sürekli hareket halindeyim ki birçok şeye yetişemedim. Bazı şeyleri sonradan öğrenmek sinirlerimi bayağı bozdu zira. 3 gün bir şekilde atlatıldı ve en sonunda kapanışa geçildi. Demiştim ya eğlenceli bir açılış diye, hayatımın en acayip kapanışı oldu. Ve ne ibretliktir ki bu kapanış aktif MBM hayatımın son MBM'sinde gerçekleşti. Kapanış sırasında sınıfları kontrol etmem gerektiği için(geçen sene olduğu gibi bu senede ev sahibi fakülteden tek öğrenci bendim) bayağı ne olup bitti kaçırdım. Sadece arada kapanış videosunu izledim, kendi konuşmamı yaptım ve sonra kalan kısında yine sınıflarla ilgilendim. Konuşma noktasında hayatımın en duygusuz konuşmasını yapmış olabilirim ki normalde ben etkinlikten üç ay önce kafamda taslak oluştururum, bu sene bir hafta öncesinde bile net değildi. Arada emekli olacağım diye plaket verildi orada bile kafam bir güzeldi. İnsanlarla konuştuğumda ilginç tepkiler aldım. En iyi konuşman bence buydu diyen vardı(ki bence en iyi ilk lisedeki son MBM'deki idi), biz sen son etkinliğim deyince ağladık diyenler vardı. Bilmiyorum, ben o an sadece sınıfları düşünüyordum. Sonraki Pazartesi okul açıldı, ilk işim sınıflarda kalan eşyalara bakmak oldu. Bu arada onuncu sınıftan beri kullandığım çok sevgili şemsiyemi(ahı gitmiş vahı kalmış olsa da) kaybetmek üzdü. Kulaklık(bere formatında olan) da kaybediyordum ki o meğer kaybolmamış. Etkinlik zarfında her zamanki gibi kilo vermeyi başardım. Hatta sonrasında biraz daha rahat alırdım, birkaç gün önce tartıldım ki alamamışım. Daha bile vermiş olabilirim. Etkinlik süresince her türlü yemek ve uyku düzenim bozulurdu ama bu sefer daha bir bozuldu. İlk gün gece kulübüne gidildi. Gitmek istemesem de kambersiz düğün olmaz felsefesi ile gittim. Son araca yetişeceğim diye sadece 35 dakika(11:30-12:05 kaldım(evet hayatımdaki gereksiz bir çılgınlık daha). Eve gittim ama yatmam gece 2'yi buldu. Son günde akşam yemekten sonra bir yerlere oturunca bu sefer en temizinden baykuşa kaldım. Gece 3:30 gibi zor uyudum. Uykusu bozulunca hayatı kayan biri olarak sonrasında uykuyu toparlamam sanırım bir ayımı falan aldı. Ve en sonunda ikinci döneme başladık. Açıkçası sömestr yorucu olsa da kendi çevremde gelişen(benle alakası olmayan) güzel olayları takip etmek zevkliydi. Aslında bu okul hayatım boyunca güzeldi ama o dönem belli somut şeyler görünce insanın bir hoşuna gitmiyor değil(aslında geçen dönemden geliyorum diyen şeyler ama ikinci döneme doğru doğdu diyelim). Ama girişi güzel olsa da sonrası pek iç açıcı olmadı.Tam böyle ikinci dönemin ikinci haftasına girecekken yine çevremde ve biraz önce bahsettiklerimden tamamiyle bağımsız olarak iki kötü haber aldım. 24 saat içinde benzer olan iki haber o dönemde bayağı sinirlerimi bozdu. Üzmekten ziyade anlamlandırmada sıkıntı yaşadım. Bazı olguları anlamak gerçekten güç. Kendi gözüyle görse bile insanın inanası gelmiyor doğrusu. Hala bile aklıma geldikçe anlamlandırmakta güçlük çekiyorum. Ve işin sonunda kendi sözde dertçiklerimden dolayı kendime kızıyorum. Bazı şeyler gerçekten bir acayip. Bu arada söylemem lazım, ilk dönemin sonunda gaza gelip yüksek lisansa başvurabilirim gazına gelince YÖKDİL'e başvurdum. YDS isterdim ama YÖKDİL daha kolay ve az maliyetli olduğu için tercihim o oldu. Sınav günü ne kadar Ege Üniversitesi'ni bilmediğim için 40 dakika kaybetsem de sınava bir şekilde yetiştim ve beklediğimden daha iyi not aldım. İşin ALES boyutu ise 30 Mayıs'ta belli olacak. Ona da ay başında girdim. İkinci dönemin ana gündemi benim için HET konseriydi. Bu kadar yoğunluk sonrası kafamı dağıtabileceğim en rahat yer orası olacaktı. Oldu ama her zamanki gibi tahmin ettiğimden farklı. Ne kadar sene başında topluluk kahvaltısına gitsem de sonraki süreçte gerek yoğunluğum gerek diğer nedenlerle bayağı bir ektim ve bu yüzden ikinci dönem şarkılara uyum sağlamam gerekti. Her zamanki gibi ilk bölümü biliyordum ama ikinci bölüm şarkılarını bilmiyordum. Öte yandan ışık işleri için kafamda planlar vardı ama her zamanki gibi yeterli vaktim yoktu. Aslında bu sene daha fazla prova imkanım vardı ama kendi salaklığımdan verimli kullanamadım. Bir de üstüne konser günü ekstra ışıklar gelince daha da ne uğrayacağımı şaşırdım. Son dakika yine başladım ne yapabilirim diye düşünmeye. Ama bir şekilde yine bütün sorunlar çözüldü, işlerin işinden çıkmaya başardım. Hatta bazı şarkılar bayağı iyi oldu. Biraz plan vardı ama uygulama beklediğimden daha iyi oldu. Öyle ya da böyle etkinlik bitti. İçimde nasıl bir adrenalin varsa konser sonunda reji odasında bir şeyi yamultmuş olabilirim. Ama öyle olabileceğini zerre hesaplamadım. Gitmeden imzamı da atmış oldum sanırım. Konser sonrası da garipti. Anahtarımı almak için reji odasına dönerken biraz unuttular beni. Sonrasında gelip aldılar. Daha da sonrasında konser grubunda olmadığım için genel kurulu kaçırıyordum ki şans eseri ona da katıldım. Bir duygusuz konuşma da orada geldi(gereksiz uzunluğu da vardı). Aslında şu anki aklıma olsa o konuşma öyle olmazdı ama olmuş ile bitmişe çare olmuyor. HET konserinin olduğu hafta tiyatro ve doğum günü kutlamalarının yanı sıra hafta sonu beni Açıköğretim sınavları kucakladı. Bayağı patlayacağım diye korktum ama bir ders dışında fena notlar almadım(34,5 ile CC ders verdiğimi hesaba katarsak fena olmayan not konusunda bir fikir oluşabilir). Amerikan Futbolu boyutunda ise yarı finale kadar her şey güzel gitse de yarı finalde işler biraz can sıkıcı oldu. Ama sezonu üçüncü tamamladılar. Bu sene iki maçı YÖKDİL ve AÖF sınavları nedeniyle büyük ölçüde kaçırmak üzdü bu arada(Anadolu Üniversitesi'nin garezi var bana çok acayip yerlere atıyor hep beni). Yıl içerindeki bütün aktif işlerim bittikten sonra sınavlar kaldı bir tek(Arada kuzenim askere gitti o da var tabi). Vizelere iyi çalıştım dersem yalan söylemiş olurum ki birçoğunu finalde yaparım diyerek salmıştım. Ama iyi yapabileceğim derslerde de özen göstermeyince olması gerektiği gibi geçmedi doğrusu. Geçen seneki gibi ana derslerin herhangi birinden muaf olmazsam şaşırmam. Ama bu sefer bir ihtimal seçmeliler de yanına katılabilir. Bir sonraki hafta AÖF finalleri, bayram sonrası ise finallerim var. Eğer becerebilirsem sonra da mezuniyet. Kep atmaya gideceğim ama balo vs. hiç uğraşmadım. Sonunu bildiğim işe bulaşmak gibi bir adetim genelde yoktur. Lisede kep atmamın sonu bile garipti. Sanırım orada yaptığımı yapan çok ama çok az kişi vardır. Her şey bir yana es kaza mezun olursam ne olacak o bambaşka bir konu. Eğer üşenmezsem lise sonunda yazdığım yazı dizisi(!) gibi bir şeyler yazabilirim. Ama her şeyden öte hiçbir şey yapmamak ve sadece dinlenmek istiyorum. Şimdilik hayat pek fırsatı vermiyor gibi. Öyle ki bir günüm var desem bilgisyar arızlanıyor falan onunla uğraşıyorum tüm gün. Bu sene bayağı direkten döndüm bu konuda. Açıkçası geçen seneki yazıdan itibaren süreç böyle geçti. Kendi açımdan da bakarsam olaya geçen sene ne yazdıysam aynısı yine geçerli. Gün geçtikçe kendime kızmak için daha fazla nedenim oluyor. Bu durum hoşuma gitmiyor. Hele ki iplerin hala kendim elimde olduğunu düşününce. Öte tarafta gün geçtikçe üniversite hayatım lise hayatımmış gibi hissediyorum. Kişiler, kısmen de olsa olaylar derken ilginç bir benzerlik var bence. yalnız geçen seneye nazaran daha çok şaşırıyorum. Bir de bazı şeyleri ertelemeyi bırakmamam gerektiğini bir kere daha gördüm. Bazen biriken iş gerçekten can sıkabiliyor. Anlatabileceğim her şeyi anlattım sanırım. Yine uzun oldu tabi. Açıkçası daha uzun olur diye korkmuyor değildim. Doğrusu her türlü uzun ama neyse. Önümüzdeki seneki yazıda yazacaklarımı merak ediyorum bu arada(eğer bir aksilik olmazsa). Hep okul endeksli olduktan sonrasını insan algılamakta güçlük çekmiyor değil. Son olarak bugün Eurovision finali var. Açıkçası geçen sene izleyemem dedim izledim. Bu sene ise izlemem deyip izleyeceğim gibi duruyor. Oradan aklıma takılan bir şarkıyı buraya koyarak bitireyim. Bu arada söyleyeyim aklıma bu şarkıdan daha fazla takılan şarkılar var ama onlar yerine bunu koymayı tercih ediyorum. Ve tabi ki buraya kadar gelmeyi başardıysanız sabrınız için tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Serhat - Say Na Na NA (San Marino)* https://www.youtube.com/watch?v=l5arNtTYK1s
*Serhat Hacıpaşalıoğlu San Marino'yu temsilen katılıyor ikinci kez. Kendisi liselerarası müzik yarışmasının yapımcısı ve Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu Dans Teknik Kurulu Başkanı. Bir de müzik kariyeri var tabi.
0 notes
Text
Barış Akarsu Yaşasaydı
Otomobil uçar gider, gönlüm gibi geçer gider... Esasen Münir Nurettin Selçuk bestesi olmasına karşın 2006-2007 döneminde birçok kişi ilk kez Barış Akarsu'nun sesinden Yalancı Yarim dizisinin jeneriğinde duymuştu. Barış Akarsu'yu ilk kez görmüyordu halk tabi ki. Ben izlememiştim ama Akademi Türkiye'nin ilk birincisi olur kendisi. Hatta Haluk Levent finalde sürpriz yapmıştı. Video internette de var, hatta Haluk Levent de geçtiğimiz senelerde vefatını veya doğum gününü anmak için paylaşmıştı. Hepimizin içindeki bir hüzündür esasen.
Hatta tam bir ay önce Onurcan Özcan'ın vefat haberinin gelmesi sonrası aklımıza gelen ilk isimlerden biri yine Barış Akarsu'ydu. Biraz daha geriye gittiğimizde Kerim Tekin de katılıyor onların arasına. Üçü de zamansız gittiler. Oysa yapacakları daha çok şey vardı.
Vefatının üzerinden tam 11 sene geçmiş bugün. Ben evrim geçirdim, hayatım baştan sona değişti. Ülke baştan sona değişti. Ama aklımda hep bir soru kaldı. Yaşasaydı neler olurdu ve günümüz insanı ona ne tepki verirdi? Barış Akarsu ilk ekran önüne geldiği günden bugüne herkesin sevdiği, beğendiği, yaptığı müziği zevkle dinlediği bir insan olmuştu hep. Hep de öyle kaldı. Bu yüzden "Acaba yaşasaydı?" sorusunun sadece benim aklımda olduğuna inanmıyorum. Ama son yıllarda merak ettiğim şey acaba yaşasaydı eskisi gibi devam eder miydi? Biraz da bunun için yazıyorum bu yazıyı. Sanırım bunu anlamak için başa o dönemlere dönmekte fayda var.
Normalde durup durduk yer de "Ah geçmiş, güzel geçmiş neredesin?" demeyi sevmem. Diyeni de çok samimi bulmam. Hele ki sosyal medyayı düşününce. Bu konuya ilişkin de yazmak istediklerim var(ki o başka bir yazı konusu) ama bugün bu yazı için geçmişe gitmem gerektiğinden bu konuda biraz farklı hareket edeceğim. En azından bir amacım olduğu için kendimi rahatsız hissetmeyeceğim.
Kendim ve ülkem adına güzel olduğuna inandığım bir yıldı 2007. Ülke ekonomisin çok da kötü olmadığı, krizin yaklaştığı ama insanların yine de mutlu olduğu, en büyük dertlerimizden birisinin Yunanistan ile Avrupa Şampiyonası olduğu dönemlerden bahsediyorum. O 2007'nin en kötü olaylarından biriydi kesinlikle Barış Akarsu'nun vefatı. Tam da Yalancı Yarim beğeniyle izlenirken, Barış Akarsu'nun daha geniş kitlelerin sevgisini kazanırken doğum gününde geçirdiği kaza değiştirmişti her şeyi.
6 gün boyunca bütün ülke her akşam kenetlenmiş Barış Akarsu'nun sağlığının gelmesini bekliyordu. Her akşam haberlerde sağlık durumuna ilişkin gelişmeler paylaşılıyordu. Ama 4 Temmuz'da akşam maalesef o kötü haber gelmişti. Barış Akarsu'yu kaybetmiştik. Bütün ülke gözyaşları içinde defnetmişti.
O günden bugüne iki ekonomik kriz, bir kalkışma, devlet içindeki örgütlere yönelik sayısız operasyon, bir ciddi protesto dönemi, sayısız çalkantılı ifade ve daha hatırlayamadığım birçok şeyi yaşadık. Ülkenin algısı da o kadar değişti ki, o kadar çok kutuplaşıldı ki ister istemez bu konuda da acaba diye düşünmeye başladım. Bir de Barış Akarsu'nun ödüllerinin çalınıp geri getirilmesi var ki ona ilişkin en kahreden olaylardan biri oydu. Ölene saygı kalmadığını görmek çok kötü.
Konuya dönersem, bütün her şeyi yıl yıl değerlendirmek anlamsız kalacak. 2013 sonrasında ne olurdu diye sormak belki daha doğru olabilir.
Eğer yaşasaydı 2013 sonrasında neler olurdu onun için? Zor soru. Yine herkesin sevdiği bir olurdu demek istiyorum ama her şeyi düşününce pek de öyle olmayacakmış gibi hissediyorum. En küçük hareketinden dolayı bir kesim yüceltir, öteki kesim nefret edermiş gibi hissediyorum.
Cem Yılmaz'ı düşündüğümde bu hissimin yanılabileceğini görüyorum ama nedense bu durum hissiyatımı değiştirmiyor. Cem Yılmaz'ın dikkatli olması(belli konularda net olmakla birlikte) bir yana halkımızın "Bu şucu bucu" deme sevgisinin(!) baskın geleceğini düşünüyorum(Lanet olasıca sevgi). Zira bir kesim yücelttiği an diğer kesim nefret etmeye başlayacaktı.
Bu noktada Levent Kırca ve Sezen Aksu örneklerini düşününce bu hissiyatım kuvvetleniyor. Doksanlar döneminde herkesin zevkle izlediği Levent Kırca vefatından belli bir süre belli kesimlerce önce ayyaş ve hain ilan edilmişti. Sezen Aksu'nun İzmir'de kendi adının verildiği sokakta, Sezen Aksu 2010 referandumunda evet oyu verdiği için tabelayı değiştirmişlerdi(belediye eliyle olmadı, bir şahıs değiştirmiş). İşte bu yüzden bu durum düşündürüyor beni. Sırf bu yüzden bu dönemde bir kesim tarafından kötülenmesi yerine vefat edip herkes tarafından iyi şekilde anılması içimi rahatlatıyor. En azından iyi şekilde anılacak diyorum.
Bir kişinin siyasi görüşünün ona yönelik sevginin değişmesinde bu denli etkili olması çok kötü. Bir insan siyasi görüşünü belirtmesi sorun olmamalı. Bir sanatçının kendi siyasi görüşünü direkt ve her an belirtmesini açıkçası sevmem. Bana göre sanatçı bu işi sanatına yedirerek veya estetik bir yolla yapabilir. Ama kendi siyasi görüşünü net bir şekilde belirtiyorsa da bir şey diyemem. Görüş ayrılıkları ve farklılıklara rağmen insanların hala aynı kişi olduğunu unutuyoruz galiba. Levent Kırca her zaman devlet eleştirisi yaptı. Ama sadece son dönemde nefret tavan yaptı. Bu ülkedeki algının ve saygının değiştiğini gösteren cinsten.
Güzel ülkemin sevmediğim bu yönünün hayatımda sürekli karşıma çıkması işin kendi adıma en sinir bozucu yanı. Umarım günün birinde yine tek derdimiz millî takım maçı olur ve kimsenin siyasi görüşü ona yönelik sevgiyi etkilemez.
Bu yazıyı sadece Barış Akarsu'yu anmak için yazmadım anlayacağınız üzere. İsimden anlaşılmalı esasen. Onun için gelenlere altta bir link bırakayım ama bu durum yıllardan beri sinirimi bozan bir durumdu. Hatta bu yazıyı üşenmeseydim geçen yıl yazacaktım. Paylaşmak içimi bir nebze olsun rahatlattı.
Barış Akarsu her zaman sevdiğimiz biri oldu. Vefatı dışında hep güzel işlerde yer aldı. En azından benim aklıma geldiğinde gülümsetirdi beni. Onun için yazıyı bitirirken Otomobil Uçar Gider'i önerilen şarkı olarak koyuyorum. Yalancı Yarim(halk arasında Gözlerin olarak da bilinir)'i bu yüzden seçmiyorum. Yoksa onun yeri bambaşka.
Barış Akarsu'yu da bir kez daha rahmetle anıyorum. Dünyanın sadece siyasetten oluşmadığının anlaşılacağı güzel günleri görmek dileğiyle....
Barış Akarsu kimdir?: https://listelist.com/baris-akarsu-kimdir/
Şarkı Önerisi:
Barış Akarsu-Otomobil Uçar Gider
Koymayacağım deyip ama dayanılamadığı için konulan parça:
Barış Akarsu-Yalancı Yarim(Gözlerin)
0 notes
Text
Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 5
Esasen bu yazıyı daha erken paylaşmaya niyetim vardı ama maalesef bir teknik sürpriz sonucu bütün yazıyı yeniden yazmak zorunda kalıyorum. Bundan dolayı ilk kısımları çok da keyifli yazamıyorum.
Konu: Değişimini yazmaktan sıkılmama rağmen değişmekten bıkmayan Eshot'un icraatleri.
Not: Geçen yılki kadar olmasa da uzun olacak.
Arada kaçıncı defa yazdığımı/yazacağımı unutmaya başladığım bu seride ilgimi çeken bir durum var. 2014 öncesinde değişiklik sayısı azken 2014 sonrasında katlanarak gelen bir değişim var. Yazmayı seviyorum ama her seferinde yazmak yoruyor.
Bu yıl belli ulaşım kurumları hakkında bilgilendirme yaptıktan sonra İzban ücret tarifesinden bahsedeceğim. Ardından gözlemlerim ve haberlerden bahsettikten sonra Konak tramvayı üzerinden genel değerlendirme yapıp yazıyı tamamlayacağım.
Daha öncesinde "İZULAŞ ne?" sorusu sonrası İzulaş ve Eshot'u anlattığım gibi bu sefer de İzdeniz, İzmir Metro, İzban ve Tram İzmir anlatacağım kurumlar olacak.
İzdeniz (İZMİR DENİZ İŞLETMECİLİĞİ NAKLİYE VE TURİZM TİCARET A.Ş. (İZDENİZ A.Ş.)) 1992 yılında İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ BAKIM, ONARIM MAKİNE SAN. VE TİC. A.Ş. (İZBAK A.Ş.) adıyla kuruldu. 1999'da günümüzdeki adını aldı. 29 gemiyle İzmir Körfezi'nde hizmet vermekte. İZBAN(İzmir Banliyö Taşımacılığı A.Ş), 2010'da faaliyete geçen TCDD ile İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin %50-%50 ortak olduğu banliyö sistemi. 30 durakla hizmete başlayan sitem şu an 40 durakla hizmete vermekte. 136 km uzunluğundaki sistemin, 186 km'ye uzatılması hedefleniyor. Hilal istasyonunun sonradan eklenmesi bana ilginç geliyor nedense. Ayrıca İzmir Metro ile ortak iki durağı var.
İzmir Metro A.Ş. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tamamına sahip olduğu şirket. 2000'de başlayan Basmane-Bornova Hattı(Metro İzmir) 2012'de Evka 3'e, 2014'te Fahrettin Altay'a kadar uzatıldı. Fahrettin Altay başta(sene 1995) planda olsa da ilk etap için iptal edildi. Konu dışı olacak ama metro deyince aklıma ilk gelen şey üzeri metro hakkında bilgilendirme yapan otobüsler. Uzun araçların bazıları bu yüzden daha ilginç gelirdi. Tram İzmir ise İzmir Metro A.Ş.'nin bir hizmeti. Konak ve Karşıyaka'da iki ayrı hattan oluşmakta. Geçen yıl zaten Karşıyaka kısmına değinmiştim. Bu yıl Konak Tramvayı'na da değineceğim. İzban ve İzmir Metro'ya entegre(Ne kadar sözde aktarma İzban Karşıyaka ile Tram İzmir Alaybey arası mesafe bayağı olsa da) bir sistem.
Geçen yıl yazıyı yazdıktan sonra her şey sakin gidiyor denebilirdi. Tramvayda yayanın dikkatsizliği nedeniyle kaza olmuştu ama çok da olaylı değildi. Yılın sonuna doğru ilk başta sessizce zam yaptı. Eskiden daha çok duyururlardı. Sonra ise yılın en karmaşık olayına imza attılar. "İZBAN Gittiğin Kadar Öde" sistemi.
Tıpkı 2014 öncesi İzmir gibi basit bir sisteme sahip olan İzban bu yeni sistemle birlikte İzban için adeta bir dolmuşçasına ücret tarifesi oluşturuldu. İlk kullanımda bulunan duraktan sonra durağa doğru mesafe bazlı ücreti kesecek, sonra inilen durakta blokaj kaldırma validatörü(isim bulamadım) aracılığıyla fazla ücret iade edilecek. Mesafeyi düşününce mantıksız değil belki -ki Metrobüs sistemi gibi esasen- kötü tanıtım, insanların elinde olanı alma, karmaşıklaştırma belediyenin aleyhine işledi. Ben açıkçası poster ve sitede araç yanında bir de basit bir video bekledim. Öte yandan belli mesafelerde diğer büyükşehirlerden daha yüksek fiyatlar elde edildi. Dolmuş gibi.
Neden en başından beri böyle değildi diye düşünmedim değil. Çünkü olanı kaldırmak her daim sıkıntılıdır. Burada planlı hareket edilmediği izlenimine kapıldım. Artan 10 durak veya 90 dakika sistemi buna zorlamış olsa gerek. 90 dakikada değişim yapmaları zor diye buna yönelmiş olmaları bana daha mantıklı geliyor.
Sistemin bana göre en büyük sıkıntısı Artı Para takıntısı. Sırf bu yüzden bazen 15 kuruş gibi komik rakamlardan dolayı karta yükleme yapmakla uğraşıyorsunuz. Bunun yerine eksi bakiye gibi bir sistem olsa herkes rahatlar. Sonraki yüklemede eksi bakiyeye göre hesap yapılması herkes için daha rahat gibi. Kötüye kullanılabilir kısmı bana mantıklı gelmiyor. Her gün yeni kart alarak uzun mesafede 3-4 TL'lik kâr yapılabilir ama o mesafeyi kullanan az, mesafe azaldıkça kâr da etmiyorsunuz. Öte yandan 5 TL gibi bir sınır bütün bu ali cengiz oyunlarını yok eder. Belediyenin koymaması anlamsız. 1 TL'lik sınır bile yeterli çoğu durum için. Change.org'da kampanya vardı ama kimse takmadı pek.
Öte yandan otobüslerde de uygulanması gibi bir durum var. Ama anladığım kadarıyla merkez dışında uygulanacak. Mesafe düşünüldüğünde mantıksız değil. Şehir merkezinde de mesafe düşünülünce mantıksız. Hele ki aktarma sistemini düşününce. Aziz Kocaoğlu'nun minibüsçüleri bu sisteme sokup o hatlardan otobüsleri çekme gibi bir fikri var. Şu an sadece bir hatta deneniyor. Ama orta ve uzun araçlarda çok garip geliyor. Esasen iniş sadece arka kapılardan olduğu için blokaj kaldırma validatörünün oralara konması mantıklı ama otobüs kalabalıkken önden de inilebiliyor. O zaman blokaj kaldırmak eziyet olur gibi. Durağa da koymak belki daha mantıklı olabilir. Öteki türlü araçtan inip diğer kapıya gitmek can sıkacaktır herkes için.
İnsanlar öyle ya da böyle bu sisteme alışacak. Belediye biliyordu bunu. Belediyenin durumu öngörerek hareket etmemesi gibi bir olasılığı düşünemiyorum. Tepkileri hesaplamak belediyelerin iyi yaptığı işlerden biri. Bu arada bir genç kardeşimiz artı para ile uğraşmamak için İzban çitlerinden atlarken kaza geçirip vefat etti. Belediyeye suç atmıyorum ama böyle bir olay da yaşandı.
Genel olarak dediğim gibi sakindi. Gözüme çarpan veya Eshot'un sitesinde okuduklarım şu şekildeydi.
-2030 Ulaşım ana Planı tamamlandı. Özellikle deniz ve demiryolu ulaşımının geliştirilmesi hedef. 6 yeni iskele ve bununla birlikte 11 yeni vapur hattı, 4 yeni metro hattı, 1 yeni tramvay hattı, Metro/İzban hatlarının uzatılması bu planlar arasında. Ayrıca şu anki 24 aktarma merkezinin yanına 27 yeni aktarma merkezi(belediye transfer demeyi tercih ediyor) ve 52 yeni "park et-devam et" alanı planlanıyor. Tabi kişisel araçlara yönelim riski de tahminler arasında.
-2014'te Çankaya'da araç kalabalığını azaltacağız diyerek gümrük araçlarının çok büyük kısmını kaldıran Eshot, Konak'taki kalabalık nedeniyle 36-42-466-838 gibi hatların son durağını Gümrük'e çekti. Tilkinin dönüp dolaştığı yer demek istemiyorum ama 415 sonrası ikinci geri dönüş oldu bu.
-Çankaya'da çok ilginç bir yol düzenlemesi oldu. Fevzi Paşa Bulvarı'nın 4 şeridi de Konak Pier'den Basmane Gar'a doğru olmak üzere düzenlendi. Buna karşılık Gazi Bulvarı'nın 4 şeridi de Basmane Gar'dan Cumhuriyet Bulvarı'na doğru olmak üzere düzenlendi. Çok ilginç bir görünüm çıktı. Yol da bayağı genişlemiş gibi duruyor. Eskiden iki şerit gidiş, iki şerit dönüştü ikisi de.
-İzdeniz'de Mordoğan ve Güzelbahçe seferleri başladı. İzmir'in bana göre en geri kalmış ulaşımının gelişmesini görmek güzel.
-Buca Öğretmenevleri durağı Belediye'ye doğru 20-30 metre taşındı. Ama kaç durak kaldığını gösteren tabela taşınmadığı için ilginç bir durum oluştu. Bu arada hala o tabelalar yetersiz performans gösteriyor.
-25 yeni otobüs alınmış. Otobüsler İzmir'in dar sokakları için özel olarak üretilmiş. Midibüs boyutundaki araçlar 30-35-39 gibi hatlarda hizmet verecek.
-15 Haziran'da aksaklık nedeniyle aktarmalar hesaplanmadı. Belediye hatayı düzelttiklerini kesilen fazla paranın ilk kullanımda iade edileceğini söyledi.
-7 Şubat'ta Karşıyaka Tramvayı'na enerji verilemedi. Yolcular otobüsle taşındı.
-TÜİK en pahalı ulaşım İzmir'de dedi. Büyükşehir Belediye konunun sadece toplu taşıma değil bütün unsurların(bireysel araç vs) hesaba katıldığını açıkladı.
-DEÜ Kampüsü içerisinde İETT'ye ait bir araca rastladım. Genelde bu bağışları ESHOT yapar. Görmek gerçekten garipti.
-Konu dışı: F. Altay'daki İstinye Park AVM projesi isim olarak saçma geldi. Ayrıca AVM cenneti Balçova'nın buna gerçekten ihtiyacı var mı bilmiyorum. Öte yandan Konak sahilindeki mini iskeleler gereksiz geldi. Sahil düz de güzel. Ellemeye gerek yok gibi. Son olarak Buca-Bornova tünelini daha çok merak etmeye başladım. Nereye nasıl bağlanacağını merak ediyorum. Ve içinden 304 gibi bir otobüs geçecek mi acaba? Bornova-Buca arası mükemmel olur bence. Özellikle öğrenciler için.
Ve gelelim asıl konumuza. Konak Tramvayı. Yazı için üşenmedim bindim. Anlatılacak çok şey var. Bu sabah 2 Temmuz'da yapılacak düzenlemeleri düşününce yazının bayağı uzayacağını fark ettim. Tıpkı Karşıyaka tramvayı gibi ücretsiz binmek hoştu. İkisinde de bedava sürprizi ile karşılaştım. Üniversite sınavları için 2 Temmuz'a kadar ücretsiz.
Öncelikle Konak Tramvayı Karşıyaka Tramvayı'ndan katbekat daha mantıklı bir proje. Yeri geldiğinde yolu paylaşması, ve genelde şerit azaltılmadan çözüme gidilmiş olması çok büyük avantajları. Ayrıca Karşıyaka Tramvayı'na göre çok daha sert düzenlemeleri var. Ben bu yüzden Karşıyaka'dan daha başarılı olacağını düşünüyorum. Karşıyaka tramvayı bana göre olmasa da olurdu.
Halkapınar Metro çıkışından biraz yürütse de ilk durağı(Yine de Alaybey kadar değil) rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Fahrettin Altay'da durağın dibinde. Ama Engelliler Parkı'na çıkış için kullanılan yol tramvay yolu olduğu için(Hava Kuvvetleri Komutanlığı hizası) biraz karışmış. Sonrasında ilk başta kendi yolundan gidiyor. Nevvar Salih Kampüsü'nün oradan tıpkı otobüsler gibi ikiye ayrılıyor. F. Altay yönünde çok zekice bir yer kullanılarak şerit azaltılmamışken, Halkapınar yönünde Alsancak Gar'dan itibaren yolu paylaşıyor. Alsancak Gar'dan sonra bir süre yolu paylaşıyor ve ardından Ziya Gökalp Bulvarı'na giriyor. Orada çalışmalar devam ettiği için tam olarak anlamadım ama orası taşıt trafiğine kapalı gibi geldi. Hocazade Camii'nin oradan Şair Eşref Bulvarı'na inen tramvay oradan Gazi Bulvarı'na kadar yolu paylaşıyor. Cumhuriyet Bulvarı'nda sahil kanadına gelen tramvay, Konak İskele durağı için pit stop yapar gibi yoldan ayrılıyor. Sonrasında uzunca bir süre M. Kemal Sahil Bulvarı'nda sahil tarafından gidiyor. Yeni yapılan Karantina Alt Geçidi'nin üzerinden hatlar ikiye ayrılıyor. F. Altay yönünde tramvay kıyı şeridinden, Halkapınar yönünde öteki tarafta ilerliyor. 169 misali AASSM'den dönmüyor ve düz devam ediyor. Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na doğru tekrar birleşen hat F. Altay'da sona eriyor. Genel olarak hat bu şekilde. 40-50 dakika sürüyor. Çankaya'da trafiğe yakalanmak olası. Ben abartılı bir durum ile karşılaşmadım. Ayrıca tramvayın kavşaklarla kesiştiği yerlerde tramvay yolu kırmızıya boyanmışken, yolun paylaşıldığı kısımlarda şerit yere demir parçalar konarak belirginleştirilmiş. Uyarılara girmiyorum bile. Tramvay içi yazılım Karşıyaka ile aynı doğal olarak. Ha keza vagonlar da şeklen aynı.
İskele çıkışında ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı civarında şerit sayısı azalıp arttı mı kestiremedim. İskele çıkışında 5 şerit görünce şaşırdım. Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda anormal bir yeşil alan düzenlemesi olduğu için kafam karıştı. Kaldırım taşlarının pozisyonu da bir garip. Konak Pier, Gazi Bulvarı arası bir alanda bir şerit kaybı var, çok da ciddi değil. Onun dışında çok da bir eksilme yok gibi.
Kötü gördüğüm şeylerden bahsetmem gerekirse, tramvay karşıdan karşıya geçme konusunda kafa karıştırıyor. Alsancak Gar çıkışı normalde de karışıkken daha da karışmış. M. Kemal Sahil Bulvarı'nda da insan gerilmiyor değil. Onun dışında hala tamamlanmayan durak ve yerler var. Karantina Alt Geçidi civarındayken önünüzün demir plakalarla kapanması hiç de hoş durmuyor. Karşıyaka tramvayı açıldığında tam açılmıştı, ama onun zaten çok bir derdi yoktu. Bir de M. Kemal Sahil Bulvarı yeşil alanı tramvay yeşilliği olmuş. İnsanlar sahil kanadını kullanıyor tamam ama arada çimene oturmak da istiyor insan. Son olarak navigasyondaki ses hala itici.
Ve gelelim düzenlemelere. Şimdi Karşıyaka Tramvayı'nda çok da bir düzenleme yoktu. Cemal Gürsel Bulvarı'nda durak sayısı azaltıldı ama mesafe çok çok geniş değildi o arada. Cahar Dudayev Bulvarı'nda da durak sayısı azaltıldı. Bu Bostanlı'ya göre daha mantıklı. Site ve araç sayısını düşününce hele ki. 221 ve 821'in son durakları Karşıyaka İskele'den Bostanlı İskele'ye çekilmişti. Şu an ise Karşıyaka'nın mahallerinden gelen araçlar Karşıyaka İskele'ye iniyor. Osman Bey Durağı ile Yunuslar arası(Girne Bulvarı) en fazla aracın geçtiği yer. Onun dışında otobüs sayısı azaltılmış. Taksi Dolmuşlar kaldırılmıştı, dolmuşlar düzenlenmişti zaten. Ama Karşıyaka'daki kıyı şeridinin en büyük sorunu zaten dar olan yolun, yoldan çalarak tramvay yolu yapılması. Belki ağaç kesmek istemediler bir bahane olabilir ama o kadar alan varken sadece Alaybey kanadında bunu yapmaları bana saçma gelmişti. Hasan Türker'e doğru olan kısımda yol paylaşılabilirdi esasen. Hele ki bölgede site ve özel araç sayısı bunu gerektiriyordu bence. Mantıklı olan kısmını da yok etmişti.
Konak tramvayında belediye acayip çalışmış. 12-169-554 gibi 3 tarihi hat iptal ediliyor. Belediye M. Kemal Sahil Bulvarı üzerinde sadece tramvayla ulaşım olsun istiyor. Bu üç hat yerine 669 Balçova-Konak ve 654 Narlıdere-Konak hizmete sokulacak ama hem İnönü caddesinden gidecek hem de yoğun saatlerde çalışacak sadece.
Bunun yanı sıra Şair Eşref Bulvarı üzerindeki araç trafiğini azaltmak için 121-70-80-90-581-63-802-255 sadece yoğun saatlerde çalışacak. Bunun yanında Karşıyaka ve Bornova yönünden gelen araçlar için son durağı Alsancak Gar olan 921(Bostanlı İskele), 912(Egekent), 963(Evka 3 Metro) hatlarını hizmete sokuyor.
Buca, Gaziemir ve Üçyol kanadı içinse sonu Lozan Meydanı olan 470(Tınaztepe), 680(Bozyaka), 655(Üçyol Metro), 681(F. Altay), 691(Gaziemir) ekleniyor. Bu arada 70'in son durağı Şirinyer Aktarma yerine Tınaztepe oluyor. 70 Buca'da başlayabileceği her yerden başladı galiba. Bir Gediz falan kaldı sanırım. Ama yeniden Buca içinde görmek güzel.
Kahramanlar bölgesinde ise 251 ve 252 iptal ediliyor. 951 Kahramanlar-Konak hattı ekleniyor. 253'ün güzergahı düzenleniyor.
Şimdi bu noktada harbiden tramvaydan başka yol kalmıyor. Ama M. Kemal Sahil Bulvarı'nı yoğun saatlerde bir hat kullanabilirdi bence. İnönü Caddesi de az yoğun bir cadde değil. Öte yandan Karşıyaka'ya Alaybey kısmından otobüsle gitmemi istemeyen(!) Eshot saat düzenlemesi yapmış. Sana inat Halkapınar'dan 543'ü kullanacağım Eshot. Yoğun saatlerde Karşıyaka'ya gitmekten daha kolay geliyor bana.
Nostaljik ve garip yol takıntılarımı bir kenara bırakırsam, Alsancak Gar'da mini aktarma merkezi oluşturmak mantıklı. Alan geniş ama çok kalabalıklaşacak orası. Alsancak'a gitmekten kaçınabilirim sanırım. Öte yandan bana en ilginç gelen şey Lozan Meydanı'nda oluşturulan aktarma merkezi. Daha önce de benzer durum vardı ama Lozan Meydanı bu kalabalığı kaldırır mı bilmiyorum. Bütün bunları zaman gösterecek sanırım. Ama dediğim gibi Karşıyaka'dan daha mantıklı bir çalışma var Konak'ta.
Bir yıl boyunca genel olarak bunlar yaşanmış. Bu yıl uzun yol direncimi kaybettiğimi gördüm. Uzun zamandır yürümeyi tercih eden bendeniz için gayet normal ama Eshot da bunun bir nedeni kanımca. Ama 415 ile ufak ufak ısınmaya başladım. İzmir'in en fazla duraklı iki aracı 671(51-52 durak) ve 800(53 durak) sabrımı sınamak istediğim oluyor. Eğer bir gün o kadar vaktim olursa yaparım sanırım. 671 demişken, 169 bile devrildi ama hala 671 devrilmedi. Narlıdere Metrosu da deviremezse bu aracı kimse deviremeyecek gibi.
Her zamanki gibi uzun oldu. Ama benden değil Eshot'tan kaynaklı. Yoruyor bu beni. Bugün bir de 2 saat yazdıktan sonra bilgisayar yüzünden yazdıklarımı kaybedip tekrar yazdım ve 2 saat kaybettim. Zaten konu çok diye yazmak eziyetli, bir de kaybedince çıldırdım. Müziğin sakinleştirici etkisi olmasa ne yapardım bilmiyorum. Daha fazla uzatmadan, sabrınızı sınadığım bir yazının daha sonuna geldiniz. Sabrınız ve azminiz için teşekkürler. Bakalım Eshot bize daha neler gösterecek?
0 notes
Text
Giden 2017 ve Geçen Hayat
Yıllık yazma bahanelerimden biri olan bu sevgili yazıyı daha öncesinde yazmak istesem de tam yazmam gereken dönemde başlayan yoğunluk bir azalır gibi olunca yazayım dedim. Bir azalır diyorum çünkü yaklaşık bir hafta sonra sınavlarım başlamış olacak.
Normalde yeni yıl girdikten bir ay sonra yazmaya çalışırım. Ama bu sene etkinlik üzerinde çalışmaktan o dönem vakit bulamadım. Sonra etkinliğin girmesi ve daha sonrasında başka etkinliklerin araya girmesi yazının olması gerekenden bir ay daha gecikmesine neden oldu zaten kronolojik olarak hareket ettiğim için büyük ölçüde bunlara da değineceğim.
2017, geçen yılki yazımdaki endişelerimden farklı geçti. Hani kötü başladı ama o kadar da kötü bitmedi. Güzel demek ne kadar doğru bilmem(genel şartları da düşününce) ama insan belli bir raddeden sonra buna da şükür diyor. Son dönemde Facebook'un veri sızdırma olayından sonra burada yazmak garip olsa da bazı alışkanlıklarımı yenemiyorum. Bilmeyenler için(bilen var mı diye sormak daha doğru belki) yazımı ilk başta Facebook'ta yazar sonra bloglarıma aktarırım. Girişi daha da fazla uzatmadan konuya geçelim. Zira şu an bu yazı yetişmezse ben daha zor tamamlarım bu yazıyı.
Anlatmadıklarım arasında ilk anlatabileceğim şey sanırım üniversitede rektörlük topluluğu kurmamız. Aslında 2016 Yaz aylarında başlayan süreç 2016 sonunda yapılan başvuru ile onay aşamasına geçmişti. Ve 18 Ocak 2017 itibariyle resmi olarak kurulmuş olduk. "Dokuz Eylül Üniversitesi Model Birleşmiş Milletler Topluluğu". Ve yeniden konferans salonlarına dönmenin, yeniden MBM içinde olmanın mutluluğunu yaşadım. Bu sefer bir yıl önce başlamanın verdiği rahatlık olmakla birlikte daha önce yapılmamış veya az yapılmış işlere girişmenin de heyecanı vardı. İleri kısımlarda bu konuya değinmek en mantıklısı. Kar yağmasını da es geçmemek lazım. 10 Ocak 2017 güzel bir kar yağışı ile karşıladı. Tabi dayanamayıp çıktım dışarı. Yaklaşık 1,60 boyunda kardan adam güzeldi(Sırık gibi olsa da). Yazının buraya kadar olan kısmı aslında geçen yılki yazıyı yazmadan önce olduğunu belirtmem gerek. Yazı sonrası kısım aşağıdan itibaren başlıyor.
MBM'ye ilişkin olarak ileride değineceklerim demiştim yukarıda var ama kronolojik sıraya göre muhakkak anlatmam gereken bir şey var ki o da Ankara'ya gitmem. Hayatımda ilk kez Ankara'ya gittim. Tabi ki yine etkinlik için. Ama bu sefer cebimden karşılamak üzdü. Bu gidiş aynı zamanda ilk kez uçağa binmem anlamına geliyordu. Uçağın basıncı ilk uçuşumda kafayı bulup pembe noktalar görmeme, ikincisi ise kulak ağrısına neden oldu. Ama zevkliydi. Ankara da beklediğimden güzeldi. Etimesgut'un yokuşları şaşırtsa da, Kızılay metro hattı beni benden alsa da(!) merkezi güzel. Kızılay demişken, bizde ne kadar Konak merkez olsa da bir Kızılay değil dedim. HEr yere gitmek neredeyse Kızılay'a uğramanıza neden oluyor. Hoşuma gitmedi. Öte yandan özel halk otobüsü gerçeğini görmek de şaşırttı. Ankara Kart'ı basacak yer bulamamak komikti. Neyse ki, İzmir'de Kentkart öncesi biletli sistemleri bilmem işin içinden kolay sıyrılmamıza neden oldu. Anıtkabir ve Kurtuluş Savaşı müzesi güzeldi. Ha keza Aspava da. Ankamall'a gitmekle beraber bir kez daha AVM gezmenin mantıksızlığını gördüm. Benim için ilginç ve zekliydi. Hızlı yağıp tutan kar görmek de cabası. Ankara'ya ne kadar gezmek için gelmişim gibi dursa da BM Ankara Merkezi'ni ziyaret ettik. Orada belli noktalarda ilginçleşen görüşmeler sonrası belli ölçüde tatmin olarak ayrıldık.
Bir de yeniden YGS'ye girmem var. Açıkçası kitap açmadan girmenin rahatlığını görmekle birlikte konuları unuttuğumu da gördüm. Ona rağmen Matematik 22 net. YGS-5 60 bin olmak güzeldi. Ama 60 lira vermek değildi. LYS'ye girmedim zaten. Evde çözerim dedim çözmedim. İstatistiklerine bakmıştım diye hatırlıyorum. Yine de 2015'ten daha kolay bir sene oldu diye kalmıştı aklımda. Konu gelmişken söyleyeyim. Bu yıl tek hafta sonu iki oturum olması garip. Umarım ilk oturum öğrencilerin önünü kritik şekilde kesmiyordur. Yoksa boş yere sonraki yıla kalacaklar. Mezuna kalmak kötü değil ama sonraki sınavda iyi yapıp yapabileceğin yere ilk sınav kötü geçti diye girmemek kötü olur.
Tabi ne kadar anlatmasam da tek topluluk işim bu değildi(Tek işle ilgilenmeyi sevmiyorum sonuçta). Fakültemde de Hukuk Ezgi Topluluğu'na girdim. Sahne önünde pek olmamış olsam da liseden kalma iyi bir sahne arkası geçmişim vardı sonuçta. Ne kadar ses sistemi anlaşılan firma ile kurulsa da kendime iş bulabilirim demek. Zira önceki senede olan iki konserde de seyirci olmak sinirlerimi bozmadı değil. HET'e katıldım, solist seçmesinde şansımı denedim olmadı ama back vokal olarak sahnede yer aldım. Ama ikinci bölümde herkesin görmediği ama görse bile giremediği yetkili odasına girdim. Reji odasına. Tabi konserde okuldaki ses mikserini kullanmasak da(hazır sistem geliyor), oradaki sistemi keşfetmek ilerleyen dönemlerde işime bayağı yarayacaktı. Back vokal olmamdan dolayı çalışmalara geç katıldım. Ama öyle ya da böyle bir şekilde konserden sorunsuz çıkmak güzeldi. İlk bölümde görevim bittikten sonra tabiri caizse yancı olarak reji odasındaydım. Arka alanı hala sevdiğimi gördüm. Ve gerçekten moral motivasyon olarak yüksek bir döneme girmemi sağladı. Tek eksiğim konferans salonu işletmekmiş meğer. Eşyaların konser sonrası taşınmasına girmiyorum bile.
Ağabeyim Haziran'da askere gitti. Odanın bana kalması güzel olmakla birlikte, onun işleri hala uğraşıyorum. Alışkın olduğum için pek de sorun olmadı açıkçası. Tabi Manisa'da zehirlenmenin kıyısından döndü. Haşlama tavuk sevmemesi işine yaramıştı. 13 günlük acemiliği sonrası usta birliğinde sağ omzundaki yağ bezesini aldırarak 1 ay da oradan tatil yapması mükemmeldi. Şanslı biri olduğunu düşünürüm ama hayatım boyunca onun kadar talihsizini görmedim.
Konser sonrası süreç daha çok sınavlara hazırlan ve gir şeklinde geçti(Arada I. DEUMBM için yapılan toplantılar da var). İkinci vize beklediğimden güzel geçti ama finallerde bir ders kötü bir sürpriz yaptı. Onun yüzünden Temmuz ayında sınava girmek aynı zamanda tatile de geç girmeme neden olmuştu. 18 Temmuz sonuçlar açıklandı ama tatilimin çoğu gitmişti zaten. Verimsiz tatiller kervanına bir sene daha katıldı.
Son yıllarda en çok bahsettiğim şeylerden tatillerimin kaynaması ve bunun beni germesi. Ama gerçekten de dinlenmek önemli. İnsandaki sinir ve stresin de bir nedeni bu. Buna alışmakla birlikte daha çok yorulmama neden olduğu da açık. Tatilin son dönemlerine doğru anneannemin ve hiç görmediğim teyzemin gelişini işleri hareketlendirdi. Uzun yıllardan beri görmediğim bir misafir akını oldu eve. ama zevk aldım. Ne kadar belli konularda kısıtlansam da.
Tatil ile ilgili son söyleyebileceğim şey saç uzatmam. Geçen yıl 6 Şubat gibi kestirdikten sonra Temmuz ayında saçımı kestirmeye üşendim. Bir kere de uzatayım dedim. Ve sonuç hala saçlarımı kestirmedim. Bir şekilde o saçlar gidecek ama ne zaman ve nasıl kısmı muallakta. Ama saç uzatmak uğraştırıcı ve yorucu. O yüzden bereler(ve ileride bandanalar) en yakın dostum olacak gibi.
Verimsiz olarak nitelendirebileceğim bir tatil sonrası yeniden okula döndüm. Ve yeni bir okula da başladım. AÖF'ye. Aslında tarihleri kaçırmasam 2. sınıfın başında gidecektim ama tarihi kaçırınca böyle oldu. Radyo Televizyon Programcılığı okumaya başladım. Spikerliği seven bendeniz için önemli. Ne kadar sonrasında spikerlik kursu düşünsem de işin böyle bir yanını da görmek güzel. Harç ödemesi ise can yakmıyor değil açıkçası. Ama katlanıyor insan. Tabi bu sayede çan sistemi ile de tanıştım. 38 ile ders vermek mükemmel bir his. Buna rağmen 3,03 ortalama yaptım ilk dönem. Ben daha orada çok okurum sanırım. Bu dönem vizelerim ile birlikte ilk dönemi vermeye çalışacağım.
Okullar açıldı tabi. Belli bir kesme göre üniversitenin en zor senesi. Değişen takvim ile birlikte daha yakın tarihteki sınavlar vs. derken ilk dönemdeki az kaza ile kapattık. Beklediğimden daha iyi ama hala çalışmamın gerektiği bir sonuç var.
Tabi bu ilk dönem sürecinde yine topluluk işleri var. MBM tarafında ev sahibi olmasını temenni ettiğimiz fakültede bir tek ben olunca yer ayarlama işleri bana kaldı. Hele ki başta sadece direktör iken sonrasında kabine ekibine katılmam mükemmel yoğunluk yarattı. İşin çeviri boyutu beni bitiren kısımdı. İlk defa iki seçmeli dersimden muaf olduğum bu dönemde tatil olmasını beklediğim her an çeviriye gitti. 5 hafta gibi bir süre yapıyor bu da. Son hafta da zaten etkinlik. Bu sayede Google Translate'in ne kadar iyileşmiş olduğunu gördüm. Bazen çıldırttı ama işlerimi bayağı kolaylaştırdı. Ve beklediğimden de iyi şekilde UAD'yi üniversite düzeyinde ilk kez Türkçe yaptık. Kriz komiteleri de mükemmel geçti. 3 gün boyunca durmaksızın koştum. Okulun projeksiyon kumandası bende kaldı bir süre(bir diğerini de bozdum). Garip ama güzeldi. O hafta her gün okula gelmem vs. derken 2-3 kilo vermişim. Zaten zayıflama döneminde olunca uzun bir aradan sonra 70 kilo barajının altına düştüm. Ve evet bir deri bir kemik kaldım. Yaz'a kadar da zor alırım gibi duruyor.
Bunda bozuk uyku düzenim ve atladığım öğünlerin payı büyük. Ne yalan söyleyeyim, daha düzensiz olduğum bir dönem yok. Ağabeyim askere gittiğinden beri daha fazla dağıtabiliyorum odayı. Gına gelince topluyorum. Dönünce ne olacak hiçbir fikrim yok tabi. Hayırlısı.
MBM sonrası ikinci dönem başladı. O da yetmezmiş gibi Kurgusal Duruşma ile uğraşmaya başladık. Hukuk Fakültesi'ni tercihlerime yazarken adliyelerden nefret ederek yazdım. Birinci sınıfta adliye inceleme raporu sırasında haklılığımı gördüm. Medeni Usul dersi ile avukatlığın ve hakimliğin de ne kadar zor olduğunu uygulamalı olarak gördüm. Bir dilekçe ve karar yazmak ölüm. Avukata parasını vermeyeni Medeni Usul dersine sokmak lazım bence.
Bir de Amerikan Futbolu var. Amerikan Futbolu'nu oyuncu olarak bıraksam da hala takımın bir taraftarı olarak maçlara gidiyorum. Öte yandan bu sene bayağı iyi gidiyorlar. Süper Lig'de yarı final-Odtü'ye karşı. Heyecanla maçı bekliyorum. Geçen yıl 1. lig finalinde kaybettikleri Boğaziçi de yarı finalde. Bakalım neler olacak?
Bu yılki son aktif işim şüphesiz HET konseri(Pasif olarak sonraki yılın MBM'si var). Yine solist seçmelerine girip back vokal olarak dahi seçilemedikten sonra bari vakit geçsin diyerek gittiğim(ki onlar da zevkliydi) çalışmalarda şartlar gereği ışıkların bana kalacağını duyunca bir motive oldum. Geçen yılda gitmiştim ama bu sene hakimiyet tam bende olacaktı. Birçok plan yaptım. Belli şarkıları önceden dinledim. Bazılarına doğaçlama girdim. Ama sadece son gün ışıkların verilmesi işleri zorladı. Yaklaşık 8 saat ışık odasında deneme-plan yaptıktan sonra konsere girdim. Belli hatalarım olsa da(seyircinin gözüne o kadar da batmayacak cinsten) kazasız belasız çıktım. İnsanlar da beğenmiş. Motivasyon tavan tabi. Şimdi de sınavlara gireceğim onlar ne olacak hiç bilmiyorum. Hayırlısı.
Kronolojik olarak yazacaklarımı tamamladım(umarım). Bir de işin klasik kendi iç dünyamı değerlendirme kısmı var.
Ne yalan söyleyeyim 2017'de kendimden daha fazla nefret ettim ama son dönemde biraz daha şevk kazanınca her şey daha bir güzelleşti benim için. Umarım böyle devam eder. Kötü şeyler yaşasam bile kendimi sevmem beni daha rahatlatır gibi hissediyorum.
Öte yandan üniversite hayatım gün geçtikçe lise hayatımın tekrarına dönüyor. İkisine de sıfırdan başlamam, birden fazla işe girişmem. Kısa süreli spor takımı macerası. Notlarımın daha düşük olduğu dönemler, etkinlik yoğunluğum, tanıştığım insanların benzerlikleri gibi birçok açıdan benzer birbirine. Hoşuma giden bir durum değil tekrar düşmek ama iki dönemdeki ben aynı olmadığım için o kadar da tekrar hissi vermiyor. Ve bayağı zevk alıyorum.
Sonuç olarak bir yıl daha böyle geçti. Umarım önümüzdeki yıl bu kadar gecikmem. Kafa dağıtmak için yazı yazmak hala çok önemli benim için. Son olarak, sabrınız için yine teşekkürler.
0 notes
Text
Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 4
Son 3 yıldır her Haziran sonu-Temmuz başı gibi yayınladığım yazımı yayınlamanın vakti geldi. Bu sene bayağı bir dolu olacağına inandığım bir yazı geliyor. Zira bayağı fazla şey yapma fırsatı buldum. Ne kadar 29 Haziran civarı yazıyı yayınlamaya çalışsam da elimde olmayan nedenlerden dolayı yazı gecikebiliyor.
Aslında bu bir noktada iyi oldu. Çünkü bugün Karşıyaka Tramvayı resmi işletime başlıyor. Bugünkü yazının bir kısmı ona ait olacağı için iyi oldu dediğim gibi.
Konu: Eshot ve icraatleri
Not: Yazı tabi ki de uzun. Her zaman olduğu gibi. Hatta en uzunu bu.
Geçen seneki yazıdan bir-iki hafta sonra Eshot sanki o yazıda koymayayım diye belli duyurular yaptı. Kentkart'ı tamamen bitirmek isteyen Eshot ulaşım kartı değişikliğini duyurarak bu noktada somut bir adım attı. Kart değişim başvurusu, kart başvurusuna benzer yapıdaydı. Yeni fotoğraf, yeniden para yatırma gibi işlemlerle uğraştı öğrenciler. Neyse ki internet üzerinden de para yatırılabiliyordu da dekont vs. uğraşmak zorunda kalmadı kimse.
Ama kart değişiminde ücret alınması delirtmedi değil. Bana göre olmaması gereken bir şey ama Eshot bunu kanuni gerekçeye bağlıyor. Ve haklı bir gerekçe gibi duruyor. Konu tüketici hakem heyetine gitti yıl içinde ama bu bizim konumuz değil diyerek reddetti heyet. Sanırım Danıştay'a gidecek ama kesin bir şey duymadım.
Kart değişim başvurusundan 1,5 ay sonra kartların gelmesi üzse de kartımın üniversiteme gelmesi çok hoşuma gitti. Anlayacağınız Tınaztepe 40 yılda bir işime yaradı. Tınaztepe ile ilgili duygu ve düşüncelerim farklı bir yazı konusu olabilecek nitelikte olduğundan daha uzatmıyorum.
Yalnız bu kart süreci yine beni güldüren bir olaya imza attı. Fotoğraf noktasında denetimde belli noktaları es geçen Eshot Beckham fotoğraflı öğrenci kartı çıkardı farkında olmadan. Sonrasında iptal ettiği gibi 40 adet kartın böyle olup iptal edildiği de eklendi. Haberdeki son cümle ise düşündürücüydü. Tam hatırlamıyorum ama olay güldürse de resmi evrakta yapılan işlem doğru değildir şeklindeydi. Resmi evrakta sahteciliğe doğru uzanan bir süreç dahi olabilirdi.
Öğrenci ve öğretmenler için olan kart değişimi normal vatandaşa yeni kart alın yoksa kartınız iptal olacak şeklinde yansıdı. 4 aydan daha uzun süreç verilse de değişim için ister istemez uymayanlar da oldu. Ama yeni kartların belli yerlerde zorla kılıfıyla satılmaya çalışılması o dönem gündeme oturdu. Eshot sitesinden duyuru yayınlayarak olaya müdahale etti. İnsanlar kılıfsız da alabilme imkanına sahip oldu.
Eski kartları ben de koleksiyon yapmaya başladım. Elimde ilk kentkartlardan bir miktar olduğu için kendiminkini de alıp saklamaya başladım. Varsa boşta alırım. Zira tasarımı çok güzel kartların.
Kart değişimi bence olması gereken bir şey değildi. Dediğim gibi Kentkart'ı tamamen yok etmek için yapılan bir hamleydi bana göre. Yazılımla çözülemeyecek bir sorun olmadığı kanısındayım. Yeni özellikler bile uyarlanabilirdi. Yeni özellikler demişken; yeni kartlarla birlikte Aşık Veysel Rekreasyon Alnı Buz Pisti'nden akıllı tuvaletlere kadar birçok noktada kullanıma açıldı. Belediye hizmetine bu tür kolaylıklar getirilmesi güzel.
Kart değişimine ilişkin şunu da eklemem lazım. Duyurudan sonra Kentkart döneminden kalan kartların kullanımı garipleşti. Kartlar daha bir yavaş çalışır oldu. Yeni kartlarda buna rastlamadım. Bunu da Kentkart'ı bitirme olarak yorumluyorum.
Kartlara ilşikin son olarak; Belediye ileride yeniden Kentkart ile anlaşabilir mi sorusu ilk dönemlerde aklıma gelen bir soruydu ama gerek yaşanan olaylar, gerekse Belediye'nin İstanbul ve Ankara misali kendi temelinde oluşturduğu sistemi kullanma isteği bir daha böyle bir dönüş olmayacak dedirtiyor.
Geçen yıl Belediye'nin 304'ü ben ekşi sözlük'te neden Konak Tünelleri'ni kullanan bir hat yok dedikten sonra koyduğunu yazmıştım. Bu sene de benzer bir durum oldu. Geçen seneki yazıda ben neden internet üzerinden yükleme yapılamıyor demiştim ve birçok yerin kredi kartını kabul etmediğini aktarmıştım(Hatta bu yüzden Konak'tan eve yürümek zorunda kalmıştım). Eshot sesimi duymuş olsa gerek(!) yine yazıdan çok da uzun olmayan bir süre sonra online yükleme hizmetini getirdi. Sistemi yağmurlu bir İzmir sabahında denedim. Çok da güzel çalışıyor. Belediye neden bunda bu kadar geç kaldı anlamak güç. Kentkart'ın neden kendi döneminde getirmediğini de.
Hazır Eshot beni dinliyorken(!) söylemeden edemeyeceğim. Kentkart ile alışveriş imkanı da getirse mükemmel olur. Yıllardan beri hayalim. Ve bazen öyle bir durum oluyor ki ulaşım kartındaki para cüzdan hatta kredi/anka kartından daha fazla oluyor. Passolig kafasında bir uygulama fena olmaz.
Belediyenin bu sene getirdiği bir başka yenilik ise gece seferlerinde(22.00-6.00) kadın yolcuların istediği yerde inme özelliği diğer büyükşehirlerden sonra gelmemesi abes kaçardı herhalde.
Duraklarda asılı olan tabelalar yerine direkler konulduğunda geçen seneki yazımda bahsetmiştim. Aslında tabelalar direkler geldiğinde vardı ama sonra kaldırıldı. Ama sorun şu ki, tabelalar hala çalışmıyor. İnternetten bakılıyor ama durakta görünce daha kolay ve masrafsız oluyor. Ve insan madem çalışmayacaktı niye koydunuz diye düşünmüyor değil. Ayrıca metroda bulunan mini bilgisayarlar var. Onlar da çalışmıyor veya düzgün çalışmıyor. Eskiden çok düzgün çalışan istediğiniz hattı öğrenebildiğiniz bir sisteme sahipken nasıl bu denli düşüş oldu bu noktada bilemedim.
Otobüslere ilişkin başka bir düzenleme ise Bahribaba(Konak)'ta yaşandı. Otobüslerin yerleşim yerleri ve Bahribaba'ya iniş şekilleri bayağı bir değişti. Artık kimi araçlar Karataş'a kadar inmek zorunda. Eskiden en fazla Millî kütüphaneye kadar inerlerdi. Konak Tünelleri sonrası belli düzenlemeler gerekliydi. Açıkçası yerinde bir düzenleme olmuş. Ne kadar YKM'nin karşısı biraz curcuna olsa da diğer noktalar daha açık.
Ne kadar Eshot otobüs noktasında belli yenilikler yapsa da belli sorunlar hala devam etmekte. Mesela araç içlerindeki navigasyonlar hala düzgün çalışmıyor. Kentkart dönemi 2008 araçları dönemi bu noktada en başarılı dönemdi. Bazen durak seslerini duymuyorum. Artık ben mi dikkat etmiyorum yoksa gerçekten mi yok diye düşünmeye başladım.
Bir diğer sorun ise aynı güzergaha giden araçların arka arkaya gelmesi. Bilerek yapsa bu kadar güzel yapamaz dediğim bir sorun var. Örneğin 285 ile 374'ü ele alalım. Bu iki aracın tek bir farkı 374'ün bir noktada İzkent'e dönüş yapması. Sonrasında ikisinin son durakları dahi aynı. Bu iki araç büyük ölçüde aynı güzergahı gittiği için ikisinin belli aralıklarla gelmesi lazım. Ama çoğu zaman ya çok kısa farkla ya da arka akaya geliyor. Bu da o kısa aralığı kaçırana kötü oluyor. Belki Eshot'un fikri herkes gelsin öyle alalım(Metro-İzban misali) öyle daha ucuz olur yönünde ama trafik vb. unsurlar ele alındığında pek de mantıklı olduğunu söyleyemeyeceğim.
Bir diğer sorun ise Eshot'un çakallığı. Öğrenci kartları bilindiği üzere öğrencilik süresince kullanılabilen kartlar. E tabi işin bir de mezuniyet vb. durumlar var. Ancak sonrasında Eshot kartın içinde kalan bakiyeyi kişiye iade etmiyormuş. Bir daha öğrenci olursanız o zaman kullanırsınız diyormuş. Bunun adı kepazeliktir. Saçmalıktır. İnsanın sırf bunun için inat yapıp Açıköğretim'e kayıt olup kartı sıfırlayıp okul bitiresi geliyor. Tabi direkt sıfırladıktan sonra mezun olmak da bir çözüm.
Yıl içerisinde zam yapıldı kartlara. İlginç yanı normalde zamlar otobüs camlarına duyuru olarak asılırken önceden bu sefer asılmadı. Ben önce haberlerden gördüm(Zammın İzmir BB Meclisi'ne sunulacağını). Sonra basarken geldiğini keşfettim. Belki ben görmedim ama ilginç bir durum. Öte yandan geçen yılın başında 10 kuruş bastığımız üniversite içi araçları an itibariyle %300 zamlı haliyle 40 kuruş olarak hizmet veriyor. Hadi ben kullanmasam da olur da mühendisler ne yapsın? Uzaktan gelen 90 dakikayı kullanır ama Tınaztepe'de oturana haksızlık bence.
Tınaztepe demişken, geçen sene 878'in içeri girdiğinden bahsetmiştim. Yeni mi geldi, daha önce de var mıydı bilmiyorum ama artık 490 ile 671 sabah saatlerinde(08.00-09.30) Tınaztepe Yerleşkesi'ne giriş yapıyor. Bu da rahat bir özellik. Gözler 304'ü de aramadı değil ama yok maalesef.
Tınaztepe hakkında son ekleme: Şu an yeni asfalt döküldü ama nasıl asfalt döküldüyse yolun minik bir ksımında yolun seviyesi kaldırımdan daha yüksek. İzsu çalışmaları nedeniyle düzenlemeler yapılırken bu ilginç gelen bir durumdu.
Yılın en büyük sorunu kart değişimi dönemi oluşan kuyruk değildi bence(değişim sonrası bakiye aktarımı için belli noktalarda uzun kuruklar oluştu). Kimsenin o olduğunu düşündüğünü sanmıyorum çünkü İzban grevi hayatı felç etti İzmir'de.
Yanlış hatırlamıyorsam Belediye ile İzban vatmanları(makinist diyesim geliyor ama belediye de vatman olarak niteliyor, ayrıca tren değil banliyö/metro sistemi söz konusu) arasında zam konusunda anlaşmazlık yaşanınca İzban vatmanları greve gitti. Ve İzban'ın ne kadar belkemiği olduğunu da gördük. Herkes otobüs ve vapurlara yığıldı. Eshot ek sefer koydu. 2-3 hafta birçok kişi için zor oldu. İlçe değiştirmediğim için genelde pek de sorun olmadı benim için ama o dönemde metro dışı alternatif çözümleri kullanmak zorunda kaldım.
O dönem yaşadıklarıma değinmeden önce şunu belirtmem gerek; yıllar önce bu yazıyı ilk yazdığımda kalabalığı engellemeye çalışan Eshot'un kalabalık oluşturduğunu söylemiştim. Ancak o dönem hesaba katmadığım bir şey vardı, alternatif yokken ana sisteme zarar gelirse ne olacaktı? İşte bu grev bu sorunun bir cevabı adeta. İzban zaten sınırları zorlayacak derecede kalabalıklaşmaya başladı. Herkes de sağ olsun kapının önünden çıkmadığı için İzban/İzmir Metro'dan inmek eziyet oluyor. Konuya dönersem Belediye bunun bedelini ağır ödedi. İzmir'in altyapısının %100 demiryolu için hazır olmadığını yazdım ilk yazıda. Belediye de bunun farkında olacak ki ağı genişletmeye devam ediyor. Buna aşağıda değineceğim yine.
Ben sadece bir kez İzban yerine otobüs kullandım grev döneminde. Onda da 304'ün ulviliğini gördüm. Kemer Kuduz Tedavi Merkezi(Evet, köpek ısırdığı dönemde oldu)'ne gitmem gerektiği için ve İzmir Metro çalıştığı için Konak'a inip, oradan da İzmir MEtro ile geçtim. Demiryolu'nda birden fazla sistem kullanan Eshot nedne alternatifleri kaldırır bu da buradan çıkan başka bir soru?
Sorun noktasında en ilginç yer Adatepe otobüs garajı. Şu an eskiden araçların çıktığı yer kapalı. 104'ün hattı onun için biraz yamultuldu. Araçtan yönelik sorunum yoktu ama Barış Manço Ormanı'nın yukarısından gelen adam öte tarafa geçmek için neredeyse Dokuzçeşmeler'e kadar inmek zorunda olması garip. Google Maps'ten görebildiğim kadarıyla o doğrultuda yol yok. Neden kapattılar hiçbir fikrim yok eğer alternatif yol yoksa. Orada hala devam eden yapılaşma mevcut bu arada.
Belediyenin en heyecan veren icraatlerinden biri kesinlikle Elektirikli otobüs. Şu an 20 tanesi kullanımda. 400 tane de sonrasında gelecek. Yazı için özellikle binmeye çalıştım son günlerde ama Konak'ta pek bulunmayan bir araç sanırım mesai saatlerinde. Tınaztepe'den daha rahat binilebiliyor öğlene doğru. Ben binmek için bayağı bekledim. Ama yazı için buna katlandım. Kimse okumuyor olsa da.
İçinde sayabildiğim kadarıyla 12 USB girişi var. Ben şehirlerarası otobüs misali her koltuk arkası olur dedim ama standart otobüs tasarımına yakın bir yapısı var. Ondan normal dedim. Keşke üzerinde kaç volt-amper olduğu yazılsaymış da insanlar ona göre fikir edinseymiş dedim.
Öte yandan 2007'den bu yana arka tarafın 5'li olduğu bir otobüs araç filosuna girdi. En son 2007 girişli temiz çevre-yeşil motor otobüsler vardı öyle. Ondan sonra hepsi saçma bir şekilde arka tarafı 2,5-3 kişilik motoru garip alçak araçlarla geldi(Varsa istisnası tek tük ve şehir içinde değil). 2007 aracı ise yüksekti. Bu yeni gelen araç ise hem alçak hem de arka tarafı 5'li. Yaşasın elektrik motoru. Elektrik motoru demişken ekleyeyim; Belediye motor sesi yok diyor ama motor sesi var. Tabi ki de benzin-dizel otobüslere göre daha az ama var. Ben motor sesinden şikayetçi değilim seviyorum ama sevmeyenler için bunu da eklemek gerek.
Tasarım noktasında ilginç bir araç. Arka 5'linin önünde ayakta yolcu almak için boşluk bırakılmış. Böyle dolmuşlar vardı aklıma o geldi görünce. Öte yandan arkada tutacak yok, orta kapının oradakiler ise sabitlenmiş. Duracak tuşu ise üzerinde Stop yazan, yatay basılabilen bir tuş. Sanırım millet yanlışlıkla basmasın diye öyle tasarlanmış. Onun dışında kapısı geniş ve standart otobüslere yakın.
E-KARAT(elektrikli) otobüslerin gelişini yeni oyuncaklarını sergilemeyi seven çocuk misali aracın her yerini çıkartmalarla saran belediye bazı yerlerde görüşü kapatmış. Kamil Koç ve bilumum otobüs firmalarına dönmüş araç. Doğrusu benzer durum 2000 civarında giren ve İzmir Metro'yu duyuran araçlarda vardı sanırım. Kendi reklamını yapmayı haklı olarak seven belediye araçlar üstüne normal reklam alsa ya o zaman diye sormak istiyor insan ister istemez. Son olarak teknoloji sitelerinde bile haber olan bir gelişmeydi elektrikli otobüs.
Otobüslerde 60 yaş kartları yine kaldırıldı. Bu süreç gerçekten karmaşık işliyor. Ben artık liseye geçiş sistemi misali yorulmaya başladım. 60-65 yaşımda tekrar düşünmek istiyorum bu konuyu.
Yazı için veri topladığım dönem içerisinde öğrendiğim en ilgnç bilgi Eshot'un öğrenci kayıt dönemlerinde otogardan üniversitelere gidiş için otobüs koyması. Havalimanında varsa bilmiyorum. Çok tatlı bir hizmet. Ama otogardan çıkıp önce çevre yoluna sonra da tepeden Tınaztepe'ye girmek acı veriyor olsa gerek.
Yıl içinde belli model otobüslerin önünde kırmızı aparatlar ortaya çıktı. Sonrasında öğrendim ki belediye bisikletle yolculuk yapılması için bu aparatları koymuş. Metrodan sonra mantıklı hareket. Bisikletle yolculuk zor iş(hele ki metroda) ama yapmak isteyen belli zorluklarına da katlanmalı. Öte yandan Bisim'in yollarının olduğu yerlerde düzenlemeler yapılması, Bisim yollarının birçok yerde hala tam oalrak belli olmayışı ve Karşıyaka Yelken civarı yolu gösteren zeminin parçalanmış/Sökülmüş olması düşündürücü. Hala çok kolay değil bisiklet kullanmak.
Belediye elektrikli otobüsleirn yanı sıra güneş enerjisinden yaralanmak için belli garajların üstüne Güneş panelleri yerleştirdi. Belediye enerji işini sevmiş anlaşılan. Güzel bir şey.
Yıl içerisinde yapılan İzdeniz memnuniyet anketine göre ise İzmir vapurdan memnun kalmış. Valla ne kadar kötü olabilir ki diye de düşünmedim değil. Kendimi bildim bileli sorunsuz çalışan sistem var orada.
Ayrıca İzmir Metro da yurtdışından teklif almış. İsrail, kendi metro sistemini çalıştırması için teklif götürmüş. İlginç bir durum.
Eshot'ta yayınlanan habere göreyse İzmir, İstanbul ve Ankara'ya göre toplu taşımada daha başarılıymış. Gerek 90 dakika faktörü, gerek de şehrin yapısı bakımından şaşırtmayan bir sonuç. Buna ek olarak, Eshot yeni kurduğu sistemle bütün toplu taşımayı tek sistemde topluyor. Mantıklı olan buydu zaten. Bir başka habere göre ise Belediye trafik sorununun toplu taşıma ile aşılabileceğini söylüyor. Söylediğinde haklı olsa da İzmir'in yollarının darlığını da unutmamak gerek. Orada uygulanacak güçlü bir yol toplu taşıma ile birleştirilirse işte sorun o zaman çözülür.
Belediyenin toplu taşıma için hazırladığı kitapçıkları alıp okumayı seven biri olarak geçen İzmir Metro kitapçığının 81. sayısının 15. sayfasında ilginç bir hata gördüm. Hata mı değil mi tartışırız ama garip bir harita mevcut. İlgili harita, İzmir Metro'nun hizmet verdiği alanı gösteriyor. Metro duraklarının eksik olması bir yana üzerine tramvay hatları ve planları eklenmiş, ama Konak tramvayına yönelik ekleme yapılmamış. Ayrıca renk belirtilmesine karşın lejantta, haritanın tengi yok. Alan küçük anlarım ama çok daha iyi hazırlanabilecek bir harita nasıl böyle olmuş bilemedim.
Son olarak Monoray projesi külfet noktasında sıkıntı çıkaracağı için iptal edildi. Merak ettiğim bir şeydi. Bakalım Belediye Fuar İzmir için nasıl bir çözüm bulacak?
Otobüsle ilgili yazabileceğim birçok şeyi yazdım. Hatta arada diğer bilgileri de çıkarttım. Yazının kuruluş nedeni nispeten otobüs kaynaklı olduğu için ister istemez daha çok yer kaplıyor. Tabi işin vapur ve metro boyutu var. Vapurdan girelim.
Aslında bu sene aklıma İzdeniz ve İzban-İzmir Metro'yu tanıtımını yapmak vardı ama yazı gerçekten çok uzun olacağı için vazgeçtim. Bu anekdottan sonra gemi yönünde de belli değişimlerin olduğunu da söylemeden edemeyeceğim.
Öncelikle yeni üç iskele için başvuru yapıldı. Bunlar Bayraklı Adliye(Bayraklı iptal edilmişti), Mavişehir ve Karataş. Karataş'a ne kadar gerekli tartışılır ama diğer ikisi gayet yerinde. Karataş'a gitmesine yönelik garezim olmamakla birlikte, Üçkuyular, Göztepe ve Konak düşünüldüğünde otobüs durağı tadında iskeleler çıkarıyor.
Öte yandan geçen sene başlayan Foça seferlerinden sonra Urla'ya da seferler başlıyor. Karaburun için de plan vardı sanki. Vapurda da genişleme olması güzel.
Bu arada yeni tip gemilere bindim yıl içinde. Eski gemiler bana hala daha güzel geliyor. Nostaljisinden ziyade çatı katı daha düzgündü. Ferahtı. Şimdi ise daracık balkonu var. Herkes sürekli oraya çıkıyor. Ama asıl esprisi alt katta koltuklarda. Koltuklar rahat. Sesi çıkmayan televizyonlar var. Hiç kimsenin dinlemediği her yolcukta kuralları anlatan ses var(İngilizce seslendireni nereden buldular merak ettim, aksanı ilginç). Bedava internet var. Valla ben bağlanmayı beceremedim. Ama benden kaynaklıydı muhtmelen. Yalnız Wİzmir üzerinden mi bağlanılıyor yoksa farklı sistem mi var bilemedim. Doğrusu farklı sistem olması saçma ama bağlanamayınca düşünmedim değil.
Yeni gemiler daha az sallanıyor ve deniz otobüsü kafasında hazırlanmış. Şikayetçi değilim yeni otobüslerden ama dediğim gibi eskiler daha nostaljik ve ferah. Ne kadar tahta oturakları olsa da.
İzmir'in bel kemiği İzban ve İzmir Metro'ya gelelim. Orada da hareketler sürüyor. İzban Selçuk'a uzatıldı. İzmir Metrosu'na ek olarak Buca(Üçyol'dan) ve Narlıdere Metroları(Fahrettin Altay'dan) gelmesi için çalışmalar başladı. Geçen sene de yazdım ama gelişmeler var.
Narlıdere metrosunda bu yıl temel atılması bekleniyor. Buca'da ise sondaj çalışmaları yapıldı. Belediye istasyonlar için yer bakıyor. Her yer su olduğu için Buca'da işler zorluyor. Eğer olmazsa Seyfi Demirsoy'un kenarında yıllardan beri boş duran tren yolu kullanılacağı konuşuluyordu. İhale sürecine geçildiği için tam bilgim yok ama gelirse çok işe yarayacaktır. Ne kadar ben o zamana dek mezun olup göremeyeceksem olsam da.
Öte yandan iskelelerle birlikte metro girişlerine x-ray cihazları. konuldu. İlk dönem sıkı tutulsa da güvenlik yine seviye olarak düşmüş seviyede.
Ayrıca eskiden zevkle dinlediğim müzikler pek yok. Ses kaydına almak zevkliydi. Yıllardan beri en anlamadığıms es ise metro/banliyö yaklaşırken hoparlörden geldiğini düşündüğüm ray sesi. Görme engelliler için yapılmış olabilir ama her duyduğumda şaşırtır beni.
İzban-İzmir Metro nezdinde çözülemeyen en ilginç sorun kart turnikelerinde. Kartı basarken Güneş'ten ne kadar kaldığını görmek güç. Bazen hayati önem taşıyor bu veri.
Belediye yeni banliyö setleri almış. İçi altın renkli. İnsana kendini Dubai'de hissettirse de kokusu pek hoş değil maalesef. Ama binmeme gibi bir şans genelde olmuyor.
Ve gelelim asıl iki konudan birine. Bu yazıyı yazmaya başladığımdan beri en net çalışmamı yapma imkanı buldum bu yıl. Geçtiğimiz Mart ayında belli işlerden ötürü Ankara'ya gitmesi gereken ben bu sırada Ankara sistemine belli ölçüde göz attım. Her şeyi elbette ki bilemem ama belli ölçüde yorum yapabilirim.
Deniz ulaşımının olmaması belli ölçüde işimi kolaylaştırmakla birlikte iki şehrin gerçekten farklı bir yapıya sahip olduğunu söylemek gerek.
Ankara'da otobüsler İzmir'deki eski sistem gibi ama çok daha uzunlar. Her birinin içinde 671 gizli diyebilirim. Dolan baba dolan modundalar yani. Aktarmayı sevmem ama işleri böyle uzatmak da anlamsız.
İzmir-Ankara arası en büyük farklardan biri kesinlikle ücret sistemi. İzmir'deki 90 dakika sistemi Ankara'da daha farklı işliyor. Bir kere süre 75 dakika. İkinci basımda 1 lira alıyor. Ve iki transfer hakkınız var. Ama Metro kullanılınca sanırım aktarma bedava oluyor. Zira ben Kızılay'dan(Resmi adını söylemek işkence) Ümitköy'e aktarma yaptıktan sonra tekrar otobüse bindiğimde para almadı. Zaten bakiyem yoktu, istese de alamazdı. İki şehrin tam kullanım ücreti 2,50 lira indirimli(öğrenci fiyatı) ise farklı. İzmir 1,5 iken Ankara 1,75.
Diğer fark ise ikinci firmanın işletimi. Bizde nasıl Eshot-İzulaş varsa orada da EGO-Özel Halk Otobüsü(ÖHO diyelim) ilişkisi var. Ancak ÖHO'ya Ankarakart(Neden bizimkiler İzmirim Kart diye zorladıkları belli-farklı olalım) kullanılarak binilmiyor. Biz ilk bindiğimizde bayağı komik bir an olmuştu. İzmir'de eski bilet sistemini bilmem hayatımı kurtarmıştı(Teşekkürler Otobüsüm Kalkıyor kitabı-Teşekkürler Tarık Dursun K.). Biletçi ve bilet var yani. Ama İzmir'deki gibi kutuya atılmıyor. Yolcuya veriliyor. Ama her zaman da verilmiyor. Yaşasın vergi kaçırma. Bu noktada uzun olanları mavi dolmuş, küçük olanları ise beyaz dolmuş olarak adlandırılıyor(Renklerinde kaynaklı).
İzmir'de şikayet ettiğim birkaç şey Ankara'da güzel çalışıyor. Navigasyon sistemi belli noktalarda bozuk olsa da çalıştı mı tam çalışıyor. Ve çok kaliteli. Durakları net görebiliyorsunuz, harita da keza. Ses de düzgün. Bir diğer şikayet ettiğim şey otobüsün nerede kaldığını gösteren direkler. İzmir'deki ledlerin yanı sıra Ankara'da daha modern görünümü var ve daha güzel çalışıyor. İzmir'de çalıştığında bile tek ekrana sığmazdı. Metroda kartı basarken ne kadar kaldığını görebilmekle birlikte yatay değil de dik konduğu için eğilmem gerek.
İşin Metro boyutuna baktığımızda ise ilginç bir yapı söz konusu. "Ankara'da her yol Kızılay'dan geçer" sözü doğruymuş diyorsunuz. 4 metro hattının her birinin bir ucu Kızılay iken diğer ucu çok farklı yerlere gidiyor. Kızılay'da da metro durağında kaybolmamak elde değil. Ama yönü bulmak da zor değil. Arada kesişenler var ama sonları farklı. Ankara Metrosu ve Ankaray olarak ayrılıyorlar orada da. Havalimanına gidişte Metro olmaması üzücü ama o da yapım aşamasındaymış. BelkoAir biraz tuzlu hissettiriyor İzmir'den İzban ile çıkmaya göre.
Ankara'da her hatta çalışan metronun içi farklı. Kimisinde güzergah haritasında led var(led candır), kimisinde ses, kimisinde hiçbir şey yok haritadan başka. Bazen eziyetli olabiliyor. İzmir'de navigasyon iyi çalıştığı için nispeten daha rahatız.
Bir diğer fark ise sitede. EGO'nun sitesi tabiri caizse leş. Aradığınızı bulmak güç güzergah konusunda. Eshot'un sitesi ise bulunmaz nimet. İlk başta bayağı zorlanmıştım ama sonrasında EGO Cep'te uygulamasını görünce neden sitenin kötü olduğunu anladım. Başarılı bir uygulama kesinlikle. Bu arada ESHOT'un da uygulaması varmış. Ona baktım ama EGO'nun uygulamasını daha başarılı buldum. Şunu es geçmemek lazım, ESHOT'un sitesinden her şeyi yapabilirken uygulamaya kim ihtiyaç duyar tartışılır. Her iki uygulamada favori hat-durak belirleme, hat saatlerini öğrenme gibi temel özellikler mevcut. Her ikisinde kartı uygulamaya kaydetme mevcut ama Ankara'da bütün kullanım geçmişi görülebilirken(Belki son bir gündür ama nispeten daha geniş) İzmir'de sadece son kullanım var. EGO'nun uygulamasında aracı harita üzerinden canlı takip edebiliyorsunuz. Bindiğiniz araçla gitmek çok zevkli. Ama iyi internet istiyor. Google Play'de EGO Cep'te uygulaması 23 binden fazla kişi oylamış ve puanı 3,7. Eshot'ta ise 250'den az kişi oylamış ve puanı 3,1. Eshot'un uygulamayı bilen yok sanırım. Site işlevli çünkü.
Online yükleme EGO'nun uygulamada yer alırken, ESHOT'ta yok. Her ikisinin de sitesinden yükleme yapılabiliyor. Sistemlerin çalışma prensibi aynı. Kiosk üzerinden yükleme ise Ankara'da eziyet. Süre sınırı var. Ben beceremedim. İzmir'de gerçekten çok basit.
Son olarak iki yerde de teleferiği denemedim ama Ankara'da daha ucuz. Ama hattın kısa olma ihtimal olduğu için net bir yorum yapmak güç.
Dolmuş sistemi de renkler dışında aynı. Ankara'da sadece biraz daha koyu mavi o kadar. Ayrıca ilçe hatları çok pahalı bazı yerlerde. Bunu Ankara'nın büyüklüğünü bağlıyorum fiziki olarak.
Hangisi daha iyi yorumu yapmayacağım sonuç olarak benimkisi 2-3 günlük bir deneyimdi ama İzmir'de rahat olduğumu gördüm. Ancak Ankara'daki birkaç güzel özellik gelse hayır demem.
Nihayet benim için yılın en önemli konusu aynı zamanda yazıda son ele alacağım konuya geldik. Tramvay. En sonunda Karşıyaka Tramvayı açıldı ve ben de binme fırsatına eriştim ön işletim sürecinde. Bayağı bir not aldım. Bugün de resmi seferlerine başlıyor. Bakalım nasıl bir süreç izleyecek.
Öncelikle bilmeyenler için söyleyelim. 1928-1954 arası Karşıyaka'da elektrikli tramvay vardı zaten. Hatta 1928'den önce de atlı tramvaylar varmış. Ama 1954'te kaldırılmış.
İlk olarak ben durağa nereden gireceğimi şaştım. Zira duraklar daha tam düzenli değildi. Turnikeler öteki taraftaydı ama ben arkadan çimenlikten yürüdüm bindim. Alaybey durağında şöyle bir sorun var. Işıklardan geçip gelenler ters tarafında kalıyor turnikelerin. Öteki taraf da boştu. Durağın etrafı açık olduğu için ne olur kestiremiyorum. Ayrıca duraklar duruma göre küçük bile kalabilir. 285 kişi kapasiteli bir araç var ortada. Belki daha uzun duraklar olabilirdi. Ayrıca gelen tramvay için metrodaki gibi tabelalar var. Duraklarda acil telefonlar yerleştirilmemişti yeri olmasına karşın.
Navigasyon sistemi görünüm olarak hoş. Yuvarlak etrafında duraklar yazıyor ve her durak da biraz daha dönüyor. Güzergah haritasında kapı üstünde led var. Ancak ses gereksiz sert. Duymamanız güç. Motor sesi de kendine göre boyuna göre motor sesi var. Bazı yerlerde eksikler var tabi yine de.
Tramvayın içi bir garip. Tek tekli, iki tekli(karşılıklı), iki çiftli ve tek çiftli olmak üzere farklı koltuklar var. Tekli koltuklarda kenarlarda oluşan boşlukların üstüne de insanlar gayet rahat oturabiliyor. Bazı koltuklar teker üstündeki koltuk misali yüksek. Bu arada koltuklar vs. plastik. Ve sabit tutacaklar burada da var.
Tramvayın dışı da tabi ki modern. Nostaljik görünümlü olsa fena olmazdı demedim değil. Ama ponçik duruyor. Genelde rin tin tin modda giderken yeri geldi mi hızlanabiliyor da.
Tramvayda en ilgimi çeken şey Stop tuşu oldu. Neden koyduklarını anlamadım. Sanırım istediğimiz yerde inme imkanımız var tramvaydan. Ama duraklı bir sistemde bu ne kadar mantıklı tartışırız. Görünce şaşırdım.
Trafik lambaları da tramvaya göre ayarlanmış. Araçlar ona göre sorunsuz hareket edebiliyor. Olması gereken buydu. Özellikle Karşıyaka İskele için önem taşıyor çünkü direkt önünden geçtiği için sorun oluyor çıkana. Bostanlı'da Suat Taşer'in dibinden geçtiği için daha rahat. Zaten liman denize doğru çıkıntı yapıyor.
Sahilde yerler çimenlik ama diğer yerlerde değil. Aslında farklılık olsun diye arttırılabilirmiş. Her türlü iş görüyor ama farklı görselliğe, yeşilliğe kimse hayır demez.
Vatman mahallini görebiliyorsunuz. Arada sadece plastik var. Vatman son durakta en arkadan öne geçiyor ve yola devam ediyor. Vatmanların kadın olarak seçilmesine özen gösterilmiş belediye. İşleteni ise Metro İzmir'e bağlı Tram İzmir.
İsim konusunda gerçekten çok mu düşünüyorlar merak ediyorum ama seçtikleri isimleri nedense hiç beğenmiyorum. Tram İzmir, İzmirim Kart vs. bir garip geliyor ve hoşuma gitmiyor.
Gel gelelim asıl sorulara... Tramvayın kendi yolu var ama ulaşımın bir kısmını rahatlıkla alabileceği için Alaybey'den Bostanlı'ya giderkenki sahil şeridindeki bir şeritlik kayıp(Her noktada değil zaten az bir noktada) çok etkilemeyecek gibi ama uygulamada görebiliriz ancak bunun nasıl olduğunu. İnsanlar bedava diye binebiliyordu şimdi binemiyor vb. nedenler yıl içindeki yoğunluk nasıl etki edecek ulaşıma göreceğiz. İlk haftasında 100.000 yolcu almış sonuçta. Yalnız Bostanlı'ya giderken sahil tarafından alınan şerit yol simetrisi bozulduğu için garip artık yol daha geliyor. Ayrıca Hasan Türker sahasından önceki 100 metreden itibaren başlayan yol çok daralmış. Her iki taraf da bir şerit kalmış. O nokta sıkıntı yaratacak gibime geliyor.
Bu arada ne kadar tramvayın kendi yolu olsa da Tramvay belli dönüşlerde normal yola girse de hemen kendi yoluna girip devam ediyor. Kimileri tramvay aslında normal yola girmeli faydası buradadır dese de belediye bu yolu tercih etmiş. Konak'ta nasıl olacak diye düşünüyorum. Özellikle Şair Eşref kısmı. Orada da son gaz devam ediyorlar. Ama sahilin bayağı deşilmiş gibi. Orada hem kara hem de sahil tarafından ayrı hat gidip birleşip sonra tekrar ayrılacakmış. Tramvay yolu demişken söyleyeyim, Bostanlı sahilinde palmiyelerin yanındaki teller ilginç ama hoş bir görüntü oluşturmuş.
Geçen sene beni en düşündüren kısım ise Alaybey'di. Zira sahilin içine edip paten sahasını kaldırmışlardı. Yeşil katliamı demek güç ama tramvayın varlığı nedeniyle çok zorlamışlar sahili. Büyük ölçüde rayların yanları yeşillik. Ama Muammer Aksoy Park'ındaki çay bahçesinin etrafı tuğla örülüyken hat için bir kenarı feda edilmiş ve yine garip olmuş. Onun 100 metre ilerisindeki parkta ise ailelerin genelde oturmayı tercih ettiği kısım hat için yok edilmiş. Kaldırım kadar boşluk kalmış ray yanında. Arka tarafı olmadığı için bank vs. de koymamışlar. İnsanlar o parkta çocuklarını nasıl oynatacak bilemiyorum. Ayrıca ray hattı sürekli tekli ikili oluyor ve bu da sürekli gir-çık yapmaya neden olmuş. Başta iptal edilip sonra tekrar eklenmesinin nedeni buymuş. Kesinlikle zorlama bir yol olmuş İskele Alaybey arası. Ama alan razı satan razı olacak gibi.
Atatürk anıtı yenileme çalışmaları olduğu için o taraf da dardı ama orası en nihayetinde açılacak. Ondan dikkate almamak lazım.
Tramvay yoluna girmek çok kolay Alaybey'de. Raylar yola çıkana etrafına koruma gelmiyor. Kaza ihtimali doğuruyor bu da. Ne kadar vatmanlar müdahale konusunda rahat ve tramvay yavaş olsa da var bu ihtimal. Hele şu an iskeleye doğru bazen geçecek yer yok. Atatürk Anıtı civarında çalışmalar nedeniyle de aynı. Sadece yere çizgi çekmişler. Diğer yerlerde mini direklerden oluşan bariyer var. İntihar için girilebilir gibi hissediyor insan.
En güzel görünüm yer Cengiz Topel caddesi. Çarşı durağı kısmı İstiklal gibi olmuş. Ama daha güvenlikli hali. Esnafın belki şimdi canı çıkacak uzun vadede kâr getirebilir. Nedeni ise çok fazla kişiyi taşıma potansiyeli oluşu. Ama şu an oraya araç giremiyor. en sıkıntılı yanı da bu olsa gerek.
Tramvay hattı Mavişehir'de AVM'leri turluyor. Mavibahçe ile şimdi yıkılmış olan eski CarrefourSA Mavişehir-yeni yapılacak olan Optimum Karşıyaka(İçine Carrefour koysalar bari) arasından geçiyor, Koçtaş Mavişehir'i de görüp Ataşehir'e doğru yol alıyor. EgePark, Mavibahçe'nin yanında olduğu için durumu iyi ama Çiğli Kipa tamamen dışlanmış durumda. İleride hat Çiğli'ye uzayacaksa(ki uzayacak) muhakkak oradan geçecektir. Ama insanlar ücretsiz servisi kullanmaya devam edecektir. Kipa'nın ve Carrefour'un en büyük avantajı hep buydu. Mavbahçe'de Mustafa Kemal Spor Salomnu demesine karşın Mavibahçe'nin önünde durması garipti. Tamam, spor salonunun önünde kavşak var ama yine de ilginç duruyor.
Yalnız ilk duraktan son durağa giderken şöyle bir durum oldu. Sondan bir önceki durak olan(Ataşehir'e doğru) Çevre Yolu'nda gelen duyuru(ki uçaklardaki pilot ve İzban/İzmir Metro'daki özel duyurular gibiydi) sonucu indik ve tramvay yola devam etti. Ataşehir'deki İzban terminaline gitti sanırım. Bunun da ön işletme seferlerine bağlıyorum.
Bir de tramvaya gelen genel eleştirilere bakalım. Ekşi Sözlük'te adeta savaş çıktı bu konu üzerinde. Oradan bir güzel yararlandım.
Mesela tramvay için öncelikli yer Karşıyaka mıydı? Aslında hayır. Her türlü devam edilirdi. Ayrılan şerit otobüslere de verilebilirdi mesela. Ama Konak da bu açıdan bakınca doğru yer olmuyor. Tramvayın amacı farklı bir soluk katmak olduğundan makul görülebilir. Ama dediğim gibi alan razı satan razı. Metro/İzban olan yere tramvay gerçekten saçma. Dış ilçeler, trafiği daha sorunlu yerler varken orası gösteriş. Gerçekten fark ettim de otobüs terminaline giden metro yok. Dıdısının dıdısı modunda gidiliyor.
Yer altından gidebilir miydi? Aslında mantıklı hem de yol zarar görmemiş olurdu ama sahilden görünüm ve tramvayın içinden olan manzara düşünülünce üstten olmasının nedenini anlayabiliyorum. Buca'da yer altında giden yol yapabilirler. Anca o keser bence.
Sahil genişlemesini engelleyecek mi(Olası doldurma durumunda)? Konak'ta evet, Karşıyaka'da hayır. Karşıyaka'da kıyıdan uzak. Ama İzban Salhane kısmında kesiyor mesela. O eleştirilebilirdi.
İnşaat alanı güvensizdi ve ölümler oldu? Belediyenin bu noktada eleştirilebilecek en sert noktalardan biri. Belediye çok daha dikkatli olmalıydı?
Mavişiehir'de palmiye ağaçları kesildi. Ki belediye biz ağaç kesmeye karşıyız diyordu. Bu da en yapılmaması gereken hareketti. Ama gündeme gelmedi. Belediyenin eleştirilebilecek bir noktası daha. Alttaki linkte ilgili isyan var. Direkt fotoğraf isteyen onun altındakine bakabilir.
İsyan https://eksisozluk.com/entry/54057230
Fotoğraflar https://www.facebook.com/duzovalilar/posts/10153262608828863
En son soru olarak tramvay gerçekten gerekli miydi? Aslında ilk soruda kısmen cevabını verdim. Gerekli ama yeri yanlış. Ama işleri kolaylaştırdı mı? Evet. Asıl etkisini yıl içinde gösterecek bu tramvay. Şimdiden kesin konuşmak güç. Ben ön işletim seferleri sırasında bindiğim için pek tabi hatalarımın olması mümkün. Bu noktada ayrıca değerlendirmek lazım.
Tahminim Konak-Karşıyaka tramvay hattının birleşme ihtimalinin var olduğu yönünde ama birleştirmenin teknik olarak şu noktada güç olacağını göz ardı etmemek lazım. Alaybey'den dışarı taşımak çok güç olacaktır.
Gel gelelim yazının sonu kısmına. Bir yıl daha böyle geçti. Eshot yine dediğim gibi ne kadar çalışırsa çalışsın normal araç azalmadığı sürece trafik sadece toplu taşımayla azalmayacak. Alternatif yollar gerekecek. Bayram'ın ertesi günü Eşrefpaşa ile Buca rahattı ama bayram sonrası herkes direkt gelemediği için ileriye dönük olarak trafik olma ihtimali yine yüksek. Ama kötü iş çıkartmadılar. Bakalım ileride ne yapacaklar.
Son olarak okuduğunuz için(başardıysanız) teşekkür ederim. Esasen 3 yazıda anlatılabilecek şeyi tek yazıda anlattım. İleride duruma göre bölebilirim. Ama işin sırrı yılda bir kez yazmamda olduğundan böyle uzun oldu. Her sene böyle uzamaya devam etmez umarım. Hayır yazı o kadar uzunki bilgisayar kasıyor artık.
Sabrınız için yine teşekkür ederim. Önceki yazı için: Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 3 http://deliliktir.tumblr.com/post/147090295168/ah-eshot-ah-b%C3%B6l%C3%BCm-3
0 notes
Text
Giden 2016 ve Geçen Hayat
(Yazıya bayağı bir ekleme ihtiyacı hissettiğimden güncelledim yazıyı) Uzun bir aradan sonra milletin muzdarip olduğu, uzunluğunun korkuttuğu, birçok kişinin okumamasına rağmen şikayetçi olduğu ve kimi zaman da garip yorumlar almama neden olan bir yazıyla sizlerleyim. Normalde böyle bir giriş yapmam ama bazen öyle yorumlar(?) geliyor ki böyle bir giriş yapma ihtiyacı hissettim.
Ayrıca yine uzun bir aradan sonra ben merkezli bir yazı yazacağım. Zira geçen sene yine benzer bir kafayla yazdığım "GİDEN 2015 ve GEÇEN HAYAT"tan bu yana bu tarz bir yazı yazmadım. Dört tanesi kapatılan üniversitelere ilişkin toplam altı eleştirel(ya da giydirdiğim) yazı yazmışım.
Her zaman olduğu gibi yine kısa olmayan bir giriş yaptım(ki hala devam ediyor). Günün konusu başlıktan da belli zaten. Geçen seneki ilgili yazıya benzer ama belli farklılıkları olacak(galiba). Bunun nedeni genelde yaşadığım belli şeyleri anlatıp sonuca varmam. Geçen sene yazıyı yazarken beynimi yakmıştım finalde.
Yazılarımı normalde de çok okunsun kafasıyla yazmam. Okunup okunmaması umurumda değil açıkçası(Ancak güzel yorumlar gelince hoşuma gidiyor şimdi). Ama bu tip genelde kendimi anlattığım yazıların okunmaması daha da umurumda değil. Okunmasa da olur yani diyorum çoğu zaman. Bu biraz da bu yazıların kısmen otobiyografik yapı taşımasından kaynaklı. İnsanlar size paylaştığınız bir şeyle ilgili soru sorar ve şekilden şekle girersiniz ya, benimki de öyle bir şey. Sonunda bir sonuca ulaşsam bile.
Aslında yine sadece tek bir yılı konu alarak yazmak istiyordum ama geçen seferki yazıda olduğu gibi yine geç kalmayı başardım. Ortaya istemsizce bu seri çıktı gibi. Sen de serilere iyi bağladın demeyin, yazma bahanesi oluyor bana da. Şimdi böyle ülke adına kritik bir dönemde niye böyle abidik kubidik bir yazı yazıyorsun diye düşünenler olabilir. Açıkça söyleyeyim, bu tip yazılar benim için çoğu zaman kafa dağıtıp stres atma aracı oluyor. Sadece boş boş yazmış olmuyorum yani.
Girişe ilişkin son olarak, esprili girdiğime bakmayın. Öyle über süper mutlu değilim ben de. Şartları değerlendirince zaten anormal olurdu. Zaten az çok değineceğim için yazıda, çok da uzatmanın alemi yok burada. 2016... Birçok kişi için sövülesi bir yıl oldu desem yeridir. Benim için öncesinde 2014 vardı en sövülen yıl listemde tepede ama 2016 açık ara farkla aldı bu unvanı. 2017 de bu açıdan çok da parlak başlamadı. Nasıl olacak bunu zaman gösterecek.
(Yazının önceki kısmını çok daha önce yazdım. Bundan sonraki kısmı öğlenden beri yazıyorum).
Aslında 2016 o kadar da berbat başlamadı benim için. Ya da 2017'yi görünce böyle düşünmeye başladım. Geçen seneki yazıda birazını anlattım zaten. 2016'yı iki yarıya ayırsak ilk ve ikinci yarısı arasında ne kadar fark olduğu anlaşılır. Aslında bu iki yarıyı kendi içlerinde benim için ve genel olarak diye ikiye ayırmakta fayda var zira ülke gündemi açısından 2016 hayırlı bir sene değildi. Anlatacaklarım daha çok benim ile ilgili olacak. O yüzden yazdıklarımı okurken bunu da değerlendirmekte fayda var.
Eğer 2016'yı bir cümle ile özetlemem gerekseydi bu cümle kesinlikle "Yoruldum." olurdu. Gerçekten zorlandım. Geçen seneki yazıdan da çoktu. Yine o yazıda dediğim gibi belki çok büyük şeyler değiller(bazıları hariç) ama her şey tepetaklak olunca zorlandım. Ülke gündemine bakınca, haberleri açıp birçok şeyi görünce daha kötü oması cabası. Yazıya dönersem kronolojik gitmeye çalışacağım. O yüzden konudan konuya atlayabilirim veya geri dönebilirim.
Geçen sene Amerikan Futbolu ya da resmi adıyla Korumalı Futbol oynadığımı anlatmıştım. Güzel bir grup sürecinden sonra Çeyrek Final'de işler pek istediğimiz gibi gitmeyince elendik ve sezon benim için bitti. Yalan yok işime geldi, zira sonraki maçlar sınav dönemime denk geliyordu. Bayağı sıkıntılı olacaktı benim için. Ama bu içime oturduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sezon bittikten sonra ise takımı bıraktım. Şu an en büyük sportif faaliyetim okula gidiş-gelişteki yürüme(1 saaten fazla sürüyor gidiş geliş küçümsemeyin) ve düzensiz halı sahalar. Her uzun ara sonrası vücudumda et kesmesi olması cabası. Maç öncesi iyi ısınmasam ne olur Allah bilir? Teşekkürler Amerikan futbolu. Harbiden ısınmak nedir orada öğrendim.
Neden böyle yaptın ne güzel oynuyordun derseniz cevabı basit. Yapmak istediğim farklı şeyler var. Benim için farklı şeyler yapmak her daim güzel olmuştur. Zaten lisedeyken birçok farklı etkinliğin altında olmamın bir nedeni bu diyebilirim. Bu yüzden takımı sevsem de benim için böyle daha iyi olacağına karar verdim. Şu anda her şeyi biraz ağırdan alsam da yapıyorum bir şeyler. Neler olduğunu ve nedenlerini ileri kısımlarda yazmış olacağım.
Onun dışında ilk kez vizelere girdim tabi okulda. Parlak geçmedi ama berbat da değildi. Zaten ikinci dönem toparladım rahatlıkla. Yıllık(mutlak) sistemin böyle bir sempatik yönü var. İlk sene böyle sorunsuz güzel bitti. Finallerde birçok kişiyi muaf olduğu için görememek üzdü. Neyse ki sınav sonrası sabit kadro vardı da o kadar kötü geçmedi. Sınav demişken arada 2016 YGS-LYS sorularını çözdüm evde kendim. Mat-2 bitmiş bende ama geri kalanı güzelce yaptım bir sene kitap açmamama rağmen. O yüzden bu sene canıma susayıp direkt sınavın kendisine giriyorum.
Okuldan ve sınavlardan söz açılmışken anlatmazsam olmaz, langırtta bayağı master yapma imkanını yakaladım yıl içinde. Başlarda berbat oynayıp milletin içten içe küfür etmesine neden olduktan sonra sert vurmanın verdiği güzel his vazgeçilmezdi. Ama yılın bitmesiyle langırt ile olan seviyeli ilişkim son buldu. Bina değişince de bayağıdır oynamıyor oldum. Bina değişmesi kısmına daha var ona da geleceğim.
Okula, arkadaşlara, ortama bir şekilde alıştık(sınıf kalabalık ama bir şekilde ortam sağlanıyor tabi). Sonra sınavlar, sonuçlar derken okul bitti ve senenin ilk yarısı kapandı. Şimdi e bu senenin iyi yarısı hani iyiydi derseniz cevabım şu olur. Birincisi iyi demedim, o kadar da berbat değil dedim. İkincisi bazen bir şeyle ilgili kötü şeyler hatırlamamak da iyidir bence. Ülkede olanları düşününce tabi ki kötü olaylar oldu. Ama yukarıda yazdığımı hatırlatmama gerek yok sanırım.
Aslında senenin ilk yarısı dedim ama işler Haziran'dan sonra kötüye sardı desem yeridir. Az kalsın yine doğum günümde sınava giriyordum(öncesinde 10. sınıfta 2 sınava girmek suretiyle olmuştu). Ayrıca doğum günümde oruçluydum ilk defa 2016'da. Doğum gününü pasta nedeniyle seven adamım ben. O açıdan üzücüydü. Ama işin şakası bir yana asıl sinir bozucu olan İstanbul Vezneciler'deki patlamaydı. O gün bayağı sinir bozucuydu kesinlikle. 2015'teki seçim sinirimi bozmuştu. Bu sene bu patlama çökertti beni. Ama devam eden sınavlar vardı. Bir şekilde girmek zorundayız. O dönem sınavlara oruçlu girmek beni zorlar diye düşünüyordum ama şaşırtıcı şekilde zorlamadı.
Son sınavıma 24 Haziran'da girdim. Son sınav sonucum 1 Temmuz'da açıklandı. Yani tatile kafa olarak bayağı geç girdim. Aslında girdiğim söylenemez çünkü "Oh bitti her şey" diye tam saldım kafa dinleyecekken ülkede darbe girişimi oldu. Olsa olsa kafa tatilim 14 gün yani. Sonrası zaten ayrı bir olay. 15 Temmuz ile ilgili bana en ilginç gelen şey o günkü Cuma Hutbesi sonrası imamın bayağı bir süre cami cemaatinin sorunlarını beklenmedik bir dille anlatması. Belliydi o gün bir yamukluk olacağı. Geçen Cuma da elektirk sürekli gidiyordu, bir an iç karartmadım değil.
Dinlenme mevzusuna dönersem, geçen seneki yazıda yine anlattığım bir şeydi kafamı dinleyemediğim. Bu geçen yaz da oldu. Bu yüzden gün geçtikçe daha gergin, tabiri caizse atarlı ve agresif oluyorum. Ve buna paralel olarak daha çok küfür ediyorum. Bakmayın sosyal medyada küfür kullanmadığıma, gerçekte bayağı küfür ediyorum. Kendimi böyle sevmiyorum ama tutmak zorlaşıyor gün geçtikçe. Bu biraz da ilacın dozunun yetmemesi gibi bir şey. Çözüm kafayı dinlemekte ama çözümü bilip uygulayamamak da bir çeşit gerilme sebebi. O dönem kapatılan üniversiteler, alınan kararlar, kararlara tepkilerim derken hatrı sayılır yoğunlukla geçti. Zaten o kadar yazdım. Öyle ya da böyle bu sorun çözülür. Ki öyle oldu ama bu çözüm olması gerekenden çok daha eziyetli oldu. Yazılarda değindiğim bir başka ayrıntı buydu. Ama bu dönemde benim hayatımda da "taşınmak" kelimesi bir kez daha ortaya çıktı. Bu sefer ikili kombo yaparak hem de.
Önceki paragrafta yazdığımdan anlayacağınız üzere, 2016 benim açımdan taşınmak için mükemmel bir yıl oldu. Okulum taşındı, bu durumu evim kıskanmış olacak ki ailecek taşındık. İkisinin olup bitmesi aynı döneme gelmesi garipti. Okul resmi olarak Ağustos'un başında taşınması tamamlandı açılış yapıldı. Ağustos'un ikinci haftası ben taşındım. Altı kişi ev taşımak berbat bir şeydi. En son kamyonda Güneş'i yemekten harap ve bitap düştüm. Bir kafayı buldum.
Taşınmaya ilişkin olarak sevinmem lazımdı aslında. Evim zaten okula yakındı. 5 dakika daha yaklaşmıştım ama okul benden 15-20 dakika uzaklaşınca pek de bir katkısı kalmadı. Tınaztepe yolları benim için taştan oldu. Neyse ki antrenmanlardan alışkındım. Haftada 5 gün gitmek zevkli oluyor. En azından hareketsiz kalmıyorum. Ama soğukta yürüdükten sonra beynimin açılması için belli bir süre geçmeli.
Taşınmamın en büyük artısı ne derseniz kesinlikle daha düzgün bir internet altyapısı olması. Önceki evde internetin sürekli kesilmesi evde krize neden oluyordu. Ve genelde sorunu ben çözüyordum(ayıptır söylemesi). En kötü yanı da ulaşım. Bir ev ancak bu kadar merkezi ve ulaşım fakiri olabilir. Evimin altından ve üstünden geçen bir otobüs var ama o otobüsü bulmak bir mucize. En rahat yol için de 5 dakika caddeye inmek zorundayım. Ama kesinlikle rahatım bunun dışında.
Okulun taşınmasıyla ilgili şunu söylemeden geçemeyeceğim. O kadar sene ben Tınaztepe'de okumam dememe karşın ne günah işledim, ya da ne yaptım da hayat bana bu lafımı yutturdu merak ediyorum. Onun dışında Tınaztepe'nin girişinde olmak zevkli. Ne kadar yukarıda daha güzel ortam olsa da. Ama soğuk. Ayrıca ne kadar Dokuzçeşmeler'i sevsem de kapasiteyi düşününce taşınmak iyidir. O kadar sene İktisat'ın ek binayı kullanmak böyle sonuçlar doğuruyor. Bir de YÖK sağ olsun. Fütursuzca kapasiteyi arttırınca daha da beter oluyor her şey. Ayrıca yeni binada bilgisayarların kaliteli oluşu ve internetin hızı dibimi düşürdü. Ses sitemi ise bizde seyyar manav gibi. Evet, hala ben ilgileniyorum. Neyse ki bu sene daha rahatım. Bir de dıştaki 6'lı merdivenleri tek hamlede çıkmak zevkli ama hava soğuk, yorgunluk vs. nedeniyle yapamıyorum. Her şey bir yana gördüğüm en güzel merdiven hala çok sevgili lisemde. Aslında daha önceki yazılarımda vedalardan nefret ettiğimi, taşınmanın ne kadar sinir bozucu olduğunu anlatsam da bu sefer öyle olmadı. O yüzden taşınma desem de benim için tam manasıyla taşınma değil. İki taşınma da yakın mesafelere olduğu için hayatımda pek bir şey değiştirmedi. Aksine koşulları biraz daha iyi hale getirdi denebilir. İkisi için de.
İşin taşınma ve gereksiz ayrıntı faslını bir kenara bırakırsam Eylül ayı benim için tam bir kırılma noktası. 2016'nın özellikle ve özellikle en çok kendini sövdüren süreci burada başlıyor. En başında belki en büyük derdim berberin saçımı kötü kesmesiydi ama sonrasında olanlar keşke tek derdim bu olsaydı dedirtti. Okulların açıldığı ilk hafta benim için sinir bozucu sağlam olaylar zincirinin ilk halkası gerçekleşti. Sonu kötü değildi ama insanı endişelendiren bir şeydi. Kimseye anlattığım bir şey değil, anlatmaya da niyetim yok açıkçası. İsteseydim anlatırdım zaten. Bilenler de benden duymadı. Açıkçası yaşadığım kötü şeyleri anlatmak hiçbir zaman yaptığım bir şey değildi. iyidir, kötüdür tartışılır ama bana yaşadığım kötü şeyi başkasına anlatmak garip geliyor. Kişisel bir şey yani. Aslında ucundan kıyısından üstü kapalı bir şekilde değindim üstü kapalı iş yapmayı sevdiğim için göze batmadı. Aslında bu yazının okunmamasını istememin nedeni de bu ve bu tip olaylar biraz da.
Konuya geri dönersem, bir şekilde hiçbir şey yokmuş gibi devam ederken yaklaşık bir ay sonra 2. halka gerçekleşti. Bu şartlar gereği daha az koydu ama bu olayda da süreç söz konusuydu. Ve bu süreci düşününce insanın moralini alt-üst ediyordu. İlk olay bir anda beklenmeyen kritik bir bir olaydı, bu ise bir süreç. Üzücü.
Bunun son halkası ise 2. olay olduktan sonra bir hafta bile bitmemişken oldu. Lisemle ilgili bir olay diyebilirim dolaylı olarak bu olay için.. Biraz araştırırsanız bulabilirsiniz. 2. olay ile 1. olayın karışımıydı bu da. Aslında bir süreçti ama, ben aniden öğrenmiştim. Bu olay o kadar çok sinirimi bozdu ki birkaç gün hayat zindan oldu. İnsan her şeyi sorguluyor bu tip bir olaydan sonra. Olayın kendisinden öte arka planı vurmuştu beni ve birçok kişiyi. İşin garibi yanı bunlar ciddi olaylardı ama gerçekten en sert, en vurucu şeyler değildi. Yani her daim daha beteri vardır mantığına göre düşününce kötü değildi. Biraz da bu yüzden dertlenmemin ne kadar doğruluğunu sorguladım o dönem. Daha kötüsünü de yaşayanlar var sonuçta. Bir çeşit teselli yolu ama bu sefer yordu. Kafanız karıştı biliyorum. Uzun lafın kısası kritik şeyler oldu. Bunu bilmeniz yeter.
Bu üçlü kombodan sonra(ki arada irili ufaklı sinirmi bozan veya yapamadığım şeyler de var) zaten parlak olmayan uyku düzenim iyice berbatlaştı. Hatrı sayılı varlardı zaten daha beter oldular. Daha dağınık bir hale geldi. Hani sakalım düzgün çıksa mağara adamına dönerdim.Girdiğim kafa buydu. Hiçbir şey yapmak istemediğim bir dönemdi. Birçok şeyi bayağı boşlamıştım. Umursamak istemiyordum. Öyle ki, lisede özel durumlar hariç okula geç kalmayan ben geç kalmaya başladım, fazla dağınık olmayan ben bayağı dağınık olmaya başladım. Uykusuz, aksi ve nalet bir herif olmuştum anlayacağınız. Ayrıca o dönem aklımdakileri gerçeğe aktarmada yaşadığım sorunlar canımı bayağı sıktı. Aktarmada sorun ben olsaydım sadece bunu normal karşılardım ama elimde olmayan sorunlar olunca moral bozdu. Bunun önceki sürecini düşününce zaten kafa ufaktan gerginken daha geriliyor insan. Buna paralel olarak unutkanlık da tavan yapıyor bu arada. Ve yine buna paralel olarak gereksiz şeyleri bile dert edinir oldum.
Bu arada bir de köpek mevzusu var. Başımın belası oldu sonrasında. Halı saha sonrası dönüş yolunda benim mallığım yüzünden köpekler(5-6 tane) etrafımı sardı(Havlayan köpeğe dik dik bakmayacaksın). 3-4 defa hafif ısırdı(Fotoğrafı var zaten). Sonra işim yok gücüm yok git hastaneye. Sonra aşı takvimi mevzusu çıktığında içten içe delirdim. Ben hayatıma daha fazla iş almak istemememe rağmen hayat bana iş çıkartıyordu(ve bu son olmayacaktı). Neyse ki o kadar dert bir mesele değildi o dönem germişti beni. Sonrasında hâlâ ve hâlâ esprisinin dönmesi cabası.
Hayat bana iş çıkartıyor demiştim ya, evde sorumluluklarım da sanki buna paralel olarak arttı. Eskiden sadece ekmekçibaşıyken, şu an soba konusunda aktif rol almakla birlikte, alışveriş konusunda evin en önemli oyuncusu oldum. İzmir'de okuyorum diye ya sen İzmir'desin diyorlar ama anneniz çalışıyorsa siz zaten kısmen öğrenci hayatı yaşıyorsunuz. Kurban Bayramı'nda annemin vakti yok diye evin %60'ının temizliğini yaptım. Bir ay önce girilen evi dip köşe temizlemenin ne kadar mantıksız olduğunu öğrenmem sonrasında üzse de görevimi tamamlamanın verdiği huzur vardı. Tamam çok yüceltmeyeyim kendimi, evi tek başıma çevirmiyorum sonuçta ama eve gelirken bak ev için bu yapılacaktı, şu yapılacaktı diye yaşıyorum artık. Kaç yaşına geldin yap yani diyebilirsiniz ama şartları değerlendirince anormal bir durum bence. Evde en az işi olan kişi olmamama rağmen durum böyle. Babamın üniversite tercihlerim sırasında İzmir'de kal ekmekleri hep ben alacağım sözünü hatırladıkça bu yüzden beni gereksiz bir gülme tutuyor.
Unutkanlık vardı demiştim ya bu arada, telefondaki notlar uygulaması daha da vazgeçilmezim oldu bu yüzden. Arada ona bakmayı unutmak trajik olabiliyor tabi. Son olarak kömürlük balkon altı olması nedeniyle yarım kadar yere sürekli eğilerek girmek sıkıntı. Hayır bir de kova vs. uğraşmak güzel bel ve sırt ağrısı yaratıyor. Kendime iyi baksam neyse ama sürekli iki büklüm duran ben için sıkıntılı.
Belim kadar sorunlu bir yer varsa boynumdur o da. Kafam doluyken yere bakma alışkanlığımı yenmiştim ama geçen seneden beri geri döndü. Bilgisayar ile bu birleşince boyun ağrısına da merhaba diyoruz. Sadece zihinsel olarak değil, fiziksel oalrak da gerim gerim gerilip kasıldığım bir yıl oldu. İşin kötü yanı yere bakmadan yürüme olayını bu sefer yenemiyorum. Nedeni psikolojik değil kesinlikle. Buca'nın yollarından kaynaklı. Yollar o kadar iğrenç ki yere bakmadan yürümek benim gibi sakar biri için büyük tehlike. Sanki Buca'da değil Aslanlı Yol'dayım. Hâlâ nasıl sağlam kalabiliyorum bilmiyorum. Bir kere bu yüzden ayak parmağımı kırıyordum. Kaldırım zaten yok bazı yerlerde, olanları da ne hikmetse yeniliyorlar. Aklımı almıyor artık belediyeleri. Artık kaldırımın köşesinde dengede durmaya çalışmak sıradan bir şey haline geldi hayatımda.
Yukarıda bir yerde kafa dinlemekten bahsetmiştim. Bunun kapsamına artık telefon bildirimi ve alarm duymamak da dahil. Sıfır ses, ve istediğimi yapma rahatlığını arıyorum yani tam olarak. Bu arada doldum ama bu zamana kadar dayanmışsam daha da dayanabilirm gibi geliyor bana. Bu da ayrı bir tezatlık. Zaten bunları kafa dağıtmak için yazıyorum diyorum hep. Yoksa bunlarla yaşamayı öğrendim. Seninki de dert mi diyenler içindi biraz da bu yazdığım. Geçtiğimiz yıl içinde yaşadığım bir şey de bazı konularda hassasiyetimin artması. Eskiden top patlatsan uyanmazdım ama şu an en hafif şeyde uyanabiliyorum. Vakti zamanında denize yakın 4. katta 5.9'luk deprem olurken bana mısın demeyen biriydim, şimdi odaya biri girse uyanıyorum. Bazen sadece reflekslerimle yaşarken bazen onlardan eser olmuyor bir de. Ben de çözemedim.
2016 yılında yaptığım en farklı şey sanırım yurt dışı alışveriş deneyimim oldu(Doğrusu 2017 içinde bitti ama sipariş 2016'da oldu). Ama daha devamı gelmeyecek 30 Euro sınırlamasından sonra. Onun dışında çok bir farklılık yoktu. Bu da belli bir raddeden sonra yormuyor değil. En amaçsızı sanırım 1 yıldan sonra Twitter'da aylık 100 tweet barajını geçmem. Amaçsız demiştim. Ama bunun için özel olarak kasmadım. O kadar da değil.
En garip olay hem bilgisayarın hem de tabletin ağabeyimin elinde bir gün arayla bozulması. Bunları telefonunu bozduktan sonra yaşaması ayrı trajikomikti. Bilgisayarı yaptım ama çok sevgili tabletim sizlere ömür. Eşyalarını seven biri olarak üzüyor. Vakti zamanında kendim bursumla almıştım. 3 sene güzel hizmetleri vardı.
Giden 2016 kısmını bırakıp Geçen Hayat kısmına gelirsem daha da garipleşiyor. Yukarıda anlattığım şeyler birbirine giriyor. Misal Uyku düzenim bozuk ama bu sefer sorun benim dışımda. Gece 4-5 gibi uyanıp yatıyorum bu aralar hep. Erken yatmaya çalışmama rağmen. Bu yüzden belli paylaşımları anca sabah görmek üzüyor ama uyku benim için her daim daha önemli oldu. Sonuç olarak günümün iyi ya da kötü olmasını belirleyen bir şey de uyku. Bunun garip karmaşası var mesela. Bunun gibi daha birçok şey. Ama en sonunda kafayı toplayıp yazıyı yazmayı başarabiliyorum. Geçen sene 1 ay yazamamıştım yazacağım deyip. Bu sene 3 haftaya düştü. Kısmetse 3 seneye yeni yıla girerken yazmayı başaracağım sanırım.
Son dönemde şikayetçiyim kendimden. Umursamazlık vs. yüzünden bayağı verimsiz geçiyor günler. Aklımda o kadar çok şey varken böyle olması delirtiyor. Ama bu sefer de üşengeçlik oluyor. İşin nalet kısmı da buydu.
Şimdi de girdim bu seneki vizelere onların sonucunu bekliyorum. Sistem sağ olsun sömestr dediğimiz kavramı hiç edebilen bir yapıya sahip olduğu için, bekliyoruz sürekli.
Uzun lafın kısası 2016'da hayat bayağı oyunbozan olmuş. 2017'de daha da cozutacak gibi görünüyor şimdiden. Öte yandan yazıyı yazmadan önceki birkaç günün Mor ve Ötesi Oyunbozan ile geçmesi şaşırtıp düşündürmedi değil. Bayağıdır şarkı önermiyordum galiba yazılarda. Bu seferki önerim bu olsun.
Ya amma da kendi muhabbetini yaptın sanki ülkede bir şey olmadı diyorsanız ve buraya kadar okuduysanız, ben yukarıda ne anlattım diye sormak istiyorum. Ama anayasaya ilşikin yorumumu merak ediyorsanız anayasa.gen.tr'de Kemal Gözler'in yazısını okuyun. Onun dışında Twitter'da zaten değiniyorum yaşananlara. 2016 Türkiye için berbat bir yıldı her açıdan. Döviz, borçlar, terör vs. derken gerçek hayatın üstüne bindirme yaptı adeta. Ama bunları konu almak istemedim. Zaten her yerde bunlar varken benim bunları yazmamın çok da bir katkısı yok bence. Saçma da olsa bir farklılık katmış olayım ne olmuş.
Yine uzunlar uzunu, çekilmezler çekilmezi bir yazı yazdım. Ne yazdın be diyebilirsiniz. Her zaman söylerim anlatacak hikaye çok bende. İstesem daha çok şey anlatırım ama bunları anlatmak istiyorum işte(Bu kısmı yazarken bir anda sayfayı fazla kaydırınca yazdıklarım gitti diye korktum). Belki de unuttuklarım vardır. Varsa da güncellerim zaten yazıyı. Okumuşsanız gerçekten tebrik ediyorum. Ve sabrınızın devamını dilerim. Herkesin yapabileceği bir şey değil bu bence. Bir sene daha geçmiş farklında olmadan. Bakalım hayat bizlere daha neler gösterecek bunu hep birlikte göreceğiz.
Ek link:
Kemal Gözler - Elveda Anayasa http://www.anayasa.gen.tr/elveda-anayasa-v2.htm
Mor ve Ötesi-Oyunbozan https://www.youtube.com/watch?v=cTTUj6sXA74
0 notes
Text
Özelden Devlete (İdi) Bölüm 3
Kuvvetle muhtemel bu konuya ilişkin yazacağım son yazı olacak. Malum YÖK tercih kararında ısrarcı kaldı. Dün öğleden sonra da tercihler resmen başladı. Aslında daha önce yazmak aklımda vardı ama hem vaktim hem de yeterli bilgim yoktu durumla ilgili.
Öncelikle haftanın en başta sevindirip sonra şaşırtan haberine gelecek olursak, Gediz ve İzmir Üniversiteleri'nin kamulaştırılması kararı alındı. Buna göre Gediz Üniversitesi Bakırçay, İzmir Üniversitesi ise İzmir Demokrasi Üniversitesi adını aldı. Tam böyle güzel, diğerleri de böyle olsun derken eski öğrencilerin yine tercih yapacağı açıklandı(O zaman niye açtılar diye düşünüyor insan?). Söz konusu yeni iki üniversite 2017-2018 eğitim öğretim yılından itibaren eğitime başlayacak.
Şu noktada diğer üniversiteler de kamulaştırılmadığı için öğrencilerin alınmaması mantıklı olarak yorumlanabilir. Ancak iki tanesi kamulaştırılabiliyorsa, diğerleri de kamulaştırılabilirdi ve bu sayede eski öğrencilerin hepsi okullarına dönebilirdi. Kendi önerimi anlatmıştım, kademeli olarak öğrenciler mezun edilip okul kapanmalı demiştim çünkü, ülkede zaten çok fazla üniversite var, azalması daha iyi olabilirdi. Bu noktada kafaya takılan başka bir soru neden iki üniversite de İzmir'den olduğuydu. Ne kadar İstanbul'da da 3 üniversite kapanmış olsa da İstanbul'da zibilyon tane üniversite olduğu için 3 üniversite etkilemezken, 9 üniversiteye sahip İzmir için 3 gerçekten de büyük bir rakam. Bundan dolayı bu tip bir hamle yapıldı bence. Ama'da kalıyor her şey işte.
İşe başka bir noktadan daha bakalım. Söz konusu kapatılan üç üniversiteyi tercih edecek öğrenciler de vardı. Onlar daha farklı tercihler yapmak zorunda kalıp çoğunluğu şehir dışına çıktı. İki üniversitenin kamulaştırılması kararı daha erken uygulamaya sokulup, 2016 yılında üniversiteye girecek öğrencilerin de yararlanması sağlansaydı onlar da mağdur olmazdı. Bu yüzden İzmir'de kalmak isteyip kalamayan birçok kişi olduğuna eminim. Tekrar tekrar söylüyorum, süreç gerçekten kötü yönetildi. Bunun da sonucunu 65 binden çok daha fazla kişi ödüyor.
YÖK tercihler için tarih verdi ve puan ve yerleştirme kılavuzu yayınladı. Genel olarak her okulun giriş senesindeki kontenjanının üçte birine yakın bir kontenjan oranı belirlenmiş. Pek tabi 65 bin öğrencinin yerleşebileceği kontenjan var ancak puan açısından baktığımızda hepsi tercihle yerleşebilir mi? Bu noktada kafalar karışıyor. Çok fazla senaryo çeşidi var. Ben de kendi okuduğum bölüm üzerinden bir senaryo oluşturdum. Sayıları buradan yazacağım ama aynı şekilde hukuk fakültelerine ilişkin toplu bilgileri aşağıdaki linkteki dosyadan bakabilirsiniz. Üşenmedim hepsini ayıkladım.
2015 yılında söz konusu kapatılan üniversitelerin hukuk bölümlerine giren öğrenci sayısı 935. Bu öğrencilerin 95 tanesi %100, 94 tanesi %50, 182 tanesi %25 ve 564 tanesi ücretli olarak okuyor. Onlar için hazırlanmış tercihlerdeki kontenjan sayısı 4208. Bunların 2612'si devlet üniversitelerinde, 1596'sı özel üniversitelerde. Buraya kadarki kısım tespitti. Şimdi biraz daha ihtimaller üzerinde yoğunlaşalım. Bu kısım fazla karışık.
Şimdi bu son kılavuzda üç üniversitenin hukuk bölümünün hukuk puanı yok. Bunlar Bahçeşehir, Okan ve Maltepe Üniversiteleri. Bu bir kenarda dursun. Öte yandan kapatılan üniversitelerde en kötü puana sahip Zirve Üniversitesi(Ücretli-322-136 kişi). Teoride şöyle bir durum söz konusu. Yukarıdaki üç üniversite adı veya ortamı oldukarı için dolabilir, Puanı Zirve Üniversitesi'ne yakın(ama daha düşük) olan diğer iki üniversitenin -ki bunlar Çağ ve Yeni Yüzyıl üniversiteleri- kontenjanları dolabilir. Kılavuza göre öğrenci hiçbir yere yerleşemezse en düşük puanlı veya puanına en yakın yere atanacak. Burada da kontenjan aşımı söz konusu olacak yani duruma göre. Kontenjan kelimesine takıntılı oldum bu olaylar başladığından ama eğer sizde sınıftaki sıra sayısının öğrencilere yetmediği bir sınıfta olsaydınız bundan neden yakındığımı anlardınız. Bunu da sadece kendi fakültemi düşünerek değil, tüm bölümleri ve fakülteleri düşünerek yazıyorum.
Konuya dönersem, kabul ediyorum ütopik bir senaryo. Sonuç olarak herkes taban puandaki puanı almıyor. Ama taban puana doğru olan potansiyel yığılmaları göz ardı etmemek lazım. Hatalı tercihlerin veya seçilebilecekken seçilmek istenmeyen üniversitelerin daha garip sonuçlara ulaştırma potansiyeli de var. Yine yukarıdaki paragrafın son kısmı ile benzer noktaya varacağım için daha fazla uzatmayacağım bu kısmı.
Ya boşver, özel öğrenci statüsü var millet bir boşluk yakalar 24 tercihte kaçırmak zor demek, buradan kaçış yolu sağlayabilir belki. Ama orada da kontenjan olacak. Ama tercih ile kaç öğrenci gelecek? Özel öğrenci kontenjanı buna göre mi belirlenecek? Sanırsam bu şekilde olacak. Yoksa bu konuda net açıklama olurdu. Kontenjan-tercih=özel öğrenci kontenjanı formülünü kullanalım.
Burada da İzmir senaryosunu devreye sokalım. İzmir'de kapatılan okulların hukuk bölümüne 2015 yılında giren öğrenci sayısı 265. Bunları sadece 14'ü çok çok iyi bir puana sahip. Bu 14 öğrenci dışındaki hiçbir öğrenci Dokuz Eylül'ü tercih edemeyecek. O 14 öğrencinin çoğu da Dokuz Eylül'ü tercih etmez bence. 4 tanesi geldi desek. Dokuz Eylül'ün kontenjanı oldu size 150. Yaşar ve İzmir Ekonomi üniversitelerinin kontenjanları toplamı 88. Bu ikisinin dolduğunu varsayalım. Şu an boşta kalan öğrenci sayısı 265-88-14= 163. Bunun üstüne İzmir dışından da dönen olabilir. Fazla olmazlar kanımca. Yuvarlatmak adına 2 diyelim onlara da. 5 tanesi İzmir dışına çıktı diyelim(Rakamları çarpıtmıyorum, çok az öğrenci şehir dışından %50 vs. için geliyor). Şu an 10 öğrenci fazlamız var(150 kontenjan 160 öğrenci).
Kılavuz yeni sınıf açılabilir diyor bu durumda. Bu sınıf nereye nasıl açılacak? Dokuz Eylül'e açılırsa trajik olur. Bizim sınıflarımızda 250 kişi var. Açılacak sınıf için avantajlı bir durum yaratır bu. Doğrusu öğrencilerin sınıflara eklenmesinde yeni sınıf açılsın daha iyi. Bunu onları dışlamak adına söylemiyorum, sıra sayısını göz önüne alarak söylüyorum. Formulün yanlış olduğunu düşündüğümüzde daha da arttırılacak kontenjan -olursa öyle olur- o noktada sorun bırakmaz ama kesinlikle yeni sınıf açılmasına neden olur. Diğer üniversitelerde de benzer durum olacaktır muhtemelen.
Bu arada hatırlatırım ben hesabımı sadece hukuk fakültelerini düşünerek yaptım. Kim bilir diğer bölümlerde neler oluşabilir? Bunlara girersem bu yazı değil kitap olur.
Bu konudaki diğer bir soruna gelecek olursak, derslerin saydırılacak olması konusunda geçen yazıda ne diyorsam hala aynısı geçerli. Erasmus ve Farabi'dekileri geçtim, özel statüde okunulan okul ile, yerleşilen okul arasında olabilecek çok çeşitli farklar olursa ne olacak(Bunlara önceki sefer değinmiştim)? Tarihin en ilginç ve bana kalırsa en zorlama uygulaması var karşımızda. Bu noktada kendimi tekrarlayacağım ama daha kolay çözüm varken bu kadar zorlamak niye? İşte zaten insanı geren nokta bu.
Kimi insanlar tercihin kamulaştırmadan daha iyi olduğunu söylüyorlar. Böylece potansiyel fişlenmenin önüne geçilecek. Özel sektör adına söylenen bir şey bu tabi. Yoksa devlet bazında fişleme olacaksa her türlü olur maalesef. Belki bu durumdan dolayı kamulaştırılan üniversitelere eski öğrencileri alınmamıştır. Bu noktada çözüm önerim devletin öğrencilere destek çıktığını gösteren bir açıklama vs.'de bulunup öğrenciler üzerindeki olumsuz izlenimi kaldırmaya yönelik çalışmada bulunması lazım. Söz konusu durumda garip gelebilir ama uygulanırsa başarı oranının yüksek olacağına inanıyorum.
Bu yazıları yazarken sorunun birbir türlü çözümünün olduğunu biliyordum pek tabi ama uygulanacağı açıklanan çözümünün çatlaklarını her gördüğümde burada yanlış bir şey olduğunu düşünerek yazdım bu yazıları. Esasında bu çözüm belli bir kesim öğrencinin gayet ve gayet işine geliyor. Ama kararı istemeyen de büyük bir kesim var. Tabi bunu sadece garantörü istiyorum demek yetmiyor(ki çoğu daha farklı nedenler sürüyor). Sonuç olarak burada hukuksuz bir eylem yok esasında. Ne kadar Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği garantör sistemini öngörse de, 667 sayılı KHK YÖK'e çözüm için her türlü tedbiri alabilme yetkisi veriyor(bu duruma özgü olarak). Bunu göz önüne alırsak YÖK de pek kararından dönmeyecek gibi. Bu yüzden temennim, umarım bu süreç sonunda hiç kimse -ama hiç kimse- mağdur olmaz ve bir nesil katledilmiş olmaz.
Önceki yazınının linki: http://deliliktir.tumblr.com/post/148792099868/%C3%B6zelden-devlete-idi-b%C3%B6l%C3%BCm-2
Hukuk fakülteleri ile ilgili notlar: https://drive.google.com/file/d/0Bx8y9QqWAWWnY1diNTRuTTJqbmc/view?usp=sharing
0 notes
Text
Özelden Devlete (İdi) Bölüm 2
Bölüm 2 dememin sebebi YÖK Başkanı'nın bu yeni karar değil önceki karara eklemedir demesinden kaynaklı. YÖK gerçekten garip kararlar alıyor. Dün gece dedikoduları görmüştüm ama resmi açıklamayı bekledim.
Açıklanan kararı özetlemek gerekirse tercih usulü devam edecek. Ama bu sefer söz konusu öğrenciler isterlerse kendi şehirlerindeki üniversitelerin derslerine girebilecekler. Ve bu dersler yerleştikleri üniversiteni dersleri olarak sayılacak. Para ödenmeye devam edecek. Ayrıca salt not ortalaması ile yatay geçiş imkanı getirildi.
Bu uygulamaya konulursa gerçekten tarihin en ilginç uygulaması olarak tarihe geçer. Tartışmaya açık birçok yanı var. YÖK daha uzun açıklamalar yapsa sanki daha iyi olacak gibi. Hala karışık bir durum var ortada. Bilgi eksikliği bulunması sorun olacak olsa da yine eldeki veriler ışığında durumu değerlendirmeye çalışacağım.
Tercih usulü ile ilgili geçen sefer görüşlerimi söyledim. İyi yanları var ama öğrenciler sadece kendi eğitim gördükleri alanda tercih yapabileceklerse iyi yanını azaltıyor. Şimdi diyebilirsiniz ki niye bu adam başka yere gitmek istesin. Cevap basit, herkes istediği bölümde okumuyor. Değil 1, yılını 3 yılını heba edenler var istediği bölümde okumak için. Pek tabi buradaki en büyük engel kapasite. O açıdan bu görüşümün garip olduğunu kabul etsem de belli düzenlemeler ile bunun aşılabileceği kanaatindeyim. Bir de tercihlerde kontenjan ne kadar olacak? Daha doğrusu olacak mı? Tercihlerle ilgili şimdiden bir tavsiye şayet karardan geri dönülmezse özel üniversite yazın, yoksa aşağıda anlatacağım gibi durum dengesiz olur.
Gelelim karardaki diğer kısma, öğrenci isterse kapatılan okulun bulunduğu ildeki bir üniversitesinin dersine girebilir. Ama dersler yerleştirildiği okulu dersi olarak sayılır. Diploma da aynı şekilde yerleştirilen üniversitenin diploması olacak.
Bu kısım biraz karışık. Birçok öğrencinin isyanının bizi başka yere gönderecekler diyen YÖK, tek derdiniz buysa buyurun imkan demiş. Birçok öğrencinin bu şikayetinin üstünü kapatır gibi görünen bir karar ama görüldüğünden daha karmaşık. Ve de şehir dışından gelen adam için düzenleme düşünülmemiş. Belki o adam buraya gelmek istemiyor. Çok az kişi diye düşünülebilir ama söz konusu özel üniversiteler derece yapan öğrencileri veya başarılı sporcuları da burs vererek kendi şehirlerine getiriyordu. Hadi yüksek puan alan adam yırttı, o her türlü yerleşecek. Diğerleri?
Hadi geçelim bu kısmı az kişi etkilenecekmiş madem(ki YÖK bir kişi bile mağdur olmayacak demişti). Şimdi akla başka soru geliyor. İnsanlar hangi üniversitede özel öğrenci statüsünde ders alacak? Neye göre seçilecek? Öğrenci mi, yoksa YÖK mü seçecek, kontenjan sınırı olacak mı? Puanı ��nem taşıyacak mı(sanmam ama)? Bu sorular boş başta. O yüzden uzun açıklama lazım diyorum. Veya bütün öğrenciler tek yere yıkılırsa ne olacak? Bu da var. Örnekten yürüyeceğim, hadi benim fakültemde bir şekilde halledilir yeni bina vs. derken, kapasite sorunu olan bir yerde eğitim almak isterse olacak? Ona göre okullar bize gelin veya gelmeyin mi diyecek?
Ona da çözüldü diyelim. Ders konusu üzerinde duralım biraz da. Kararın en saçma kısmı burada arkadaşlar. Erasmus'ta, Farabi'de öğrencilere ders denkliği yüzünden can çekiştirirken, burada bunu yapmak ne kadar mantıklı ve de adil olacak? Dahası gideceği ile yerleşeceği okul arasında uçurum varsa ne olacak? Sınava hangisinde girecek? Gittiği okulda girerse ve yerleştiği arasında uçurum varsa bu adam ortalama konusunda haksızlığa uğramış olmayacak mı? Yerleştiğindekine girerse ve gittiği okulun eğitimi iyiyse yerleştiği okuldaki adamlara haksızlık olmayacak mı(kötüyse tam tersi)? Bunun bir de öğretim sistemi boyutu var. Ders geçme sisteminde eğitim veren bir kurumda ders alacak biri, yıllık eğitim veren bir kuruma yerleşmişse nasıl olacak? Bu ihtimalden yola çıkarak ders alacağı yerde sınava girecek diyelim o zaman da yukarıda yazdığım kısma geri dönmüş oluyoruz.
Diploma ile ilgili çok bir şey denmemiş ama eski okulunun ile yerleştiği okulun bilgileri yer alacak diyen siteler var. Buna ekleme yaparak şunu sormak istiyorum. Bu adamın eğitim aldığı okul diploma da yer alacak mı? Statü farklılığı yer almasını gerektiriyor. Yoksa ver elini haksızlık. Hadi onu geçtim asıl kısmı unuttum, o kadar sene belli yerde eğitim alıp, başka yerin diplomasını almak ne kadar mantıklı? Bu yüzden birçok kişi yine kendi ilindeki özele yerleşecek tabi ki. En mantıklısı bu yukarıda dediğim gibi ama başka sorun da var. Misal başka bir okulda okuduğu bölüm olmayan adam ne yapacak? Mesele İpek Üniversitesi Dijital Oyun Tasarımı bölümüde okuyan biri ne yapacak? Adam sadece bir-iki üniversiteye gidebilir onlar da(ya da o da) İstanbul'da. Kontenjan sorunu nasıl aşılacak? Yukarıda eğitim için gidilecek okullar gibi okul kontenjan mı açacak? Yoksa belli öğrencilerin ayakta kalmasına mı neden olunacak? Kontenjan sorununun sadece bu konu ile ilgili olmadığını, hali hazırda birçok yerde normal şartlarda da bu sorunla karşı karşıya kaldığını(ki bu sene ben de yaşadım) hatırlatırım.
İlk yazıda kişi sayısının artışını örnekle gösterip, eğitimde çıkarabileceği sorunlar olduğunu yazmıştım. YÖK bana inat yapmış olacak ki(!) bu tip bir karara imza atmış. Hiç değilse kendi binalarında da eğitim şansları olmayacak? Devlet üniversitelerine haksızlık potansiyeli doğmuş olmayacak mı yine? Bu yüzden saçma bir durum var diyorum.
Ayrıca yaz oklunda vb. sebeplerle o okullarda okuyan diğer üniversitelerin öğrencilerinin eğitimi aksatıldı. Ona yapılan haksızlığı kim ödeyecek? Bu da birçok kişinin aklına gelmeyen bir soru olsa gerek.
Yatay geçiş süresinin uzatılması ve salt not ortalaması getirilmesi güzel oldu ama yine kontenjan problemlerine geliyoruz. 65 bin kişi için dar bir çözüm yolu. Hiç değilse tercihler için taban puanları hakkında düzenleme olmayacaksa. Peki çözüm ne? O da basit, geçen sefer söyledim, kendi binasında kalsın. Kime ne zararı var ki?
Ekleme: Yazıdan önce aklımdaydı ama sonra yazmayı unuttum. Öğrenciler vakıf üniversitelerine geçince para ödeyecek ama devlet üniversitesine giderse para ödeyecek mi? Ödeyecekse indirim vs. mi yapılacak? Gerçekten neden böyle bir karar alındı anlamış değilim.
Ayrıca YÖK kendi imajının daha fazla zedelenmemesi adına yeni bir karar almaya çekiniyor ve bu yüzden böyle zorlama bir karar çıkıyor bence. Gerçekten kötü.
E birader, sen de bir şeyi beğenmiyorsun diyebilirsiniz ama en mantıklı yolu önceki yazıda güzelce anlattım. Çözüm bu kadar basitken neden böyle garip kararlar alınıyor diye sorgularım. Yukarısı sadece soru oldu biliyorum ama gerçekten YÖK çok genel bir karar aldı. Soruların bu kadar çok oluşu bunun göstergesi. Tam ve net bir açıklama gerekli.
Bir de neden bu konu üstüne bu kadar yazıyorsun diyebilirsiniz, ona da cevabım var. Söz konusu durum beni de etkileyebilir, haksız durumda birçok kişi var ve bildiğim bir alanda kendi yorumumu katmayı asla esirgemem. Sonuncusunu bilen bilir. VE bu arada belirtmem gerek genelini bilmem ama en uzun paragraflara sahip yazı bu kesinlikle.
Yazının boş muhabbet kısmını bırakıp sonuç kısmına gelecek olursam, karar çok belirsiz bir karar. Sadece verilmiş olsun diye verilmiş gibi. Ama bu şekilde olacağı sürece birçok kişi mağdur olacak. Artık yetkili mercilerin bunu görüp buna göre düzenleme yapması gerek? Umarım herkesin memnun olacağı bir karar çıkması dileğiyle.
Son olarak ne kadar bunu yapmayı sevmesem ve istemesem de önceki yazılarımda yazdığım veriler olduğu için önceki yazıların linkini de veriyorum.
İlk Yazı(Özelden Devlete): http://deliliktir.tumblr.com/post/148192410643/%C3%B6zelden-devlete
İkinci Yazı[(Özelden Devlete (İdi)]: http://deliliktir.tumblr.com/post/148497086938/%C3%B6zelden-devlete-idi
0 notes
Text
Özelden Devlete (İdi)
Geçtiğimiz hafta kapatılan üniversitelerin hangi devlet üniversitelerine devredileceği açıklanmış ve sonrasında ortalık karışmıştı. Ben de yine bir şeyler yazmıştım(http://deliliktir.tumblr.com/post/148192410643/%C3%B6zelden-devlete) Devlet üniversitelerindeki birçok öğrenci karara hashtag'ler ile tepkilerini ortaya koymuştu.
Dün YÖK yeni bir açıklama yaparak kapatılan üniversitelerin öğrencilerinin yeniden tercih yapacağını duyurdu. Ortalık bir kez daha kızıştı. Bu kez taraflar değişmiş, hashtag'ler ile savunma yapan kapatılan üniversitelerin öğrencileri olmuştu.
Önceki yazıda olduğu gibi tarafların birbirlerine hitaben neler söylüyorlar geleceğim ama öncesinde belirtmem gereken bir şey var. Aslına bakacak olursak gerek KHK gerek YÖK'e göre kapatılan okulların öğrencileri devlet üniversitelerine devredilmeli. Garantör üniversite sistemine göre böyle(ben de benimsemiyorum ona da değineceğim). W vakıf üniversitesi kapatıldıysa garantörü olan é üniversitesine geçer öğrenciler. Ancak her kanunda yapılabileceği gibi uygulamaya yönelik yoğun bir tepki ortaya konmasıyla kanun koyucuya geri adım attırılabilir. Dünkü açıklamanın şekli de buna uyuyordu. En başından beri söylüyorum, kötü yönetiliyor durum. Her şekilde bir mağdur çıkıyor.
Şimdi gelelim kim kime neler söylemiş. Geçen sefer özellerden başladım bu sefer devletten başlayacağım. Devlet üniversitelerindeki öğrencilerin çoğu kararı en adil karar olarak yorumladı. Böyle olmalıydı dediler. Öteki türlü ödüllendirilecekti, şimdi biraz cezalandırılacak denildi. Yani birçok kişi karara sevindi.
Özel üniversitelerde ise durum olması gereken bu değildi, biz devlet üniversitelerine nakledilmeliydik, mağdur edilmeyeceğimiz söylendi ama mağdur ediliyoruz, bütün hayatımız, düzenimiz, hayallerimizle oynanıyor denildi.
Ben en adil olduğu görüşüne katılmıyorum bu kararın. Kendi çözümümü aşağıda anlatıyor olacağım ama dediğim gibi en adil bu değil. Özellerin olması gereken mantığını yukarıda açıkladım ama düzen konusunda onlara katıldığımı belirtmeliyim. Bir anda her şey altüst oluyor. Gerçekten sıkıntılı bir durum. Tercih yapılacağı söylendikten sonra bu iyi mi kötü mü diye düşündüm dün gece. En sonunda bir karara vardım. Zaten bu yazı çıkıyor ortaya(Ne kadar öncesinde de birkaç yerde yazmış olsam da).
Özellere de tepkim var, mağdur oluyorlar ama bir Polis Koleji değiller. Polis Kolejleri kapatıldığında hepsi sorgusuz sualsiz Kamu Yönetimi'ne gönderildiler. Ben kimsenin bir şey dediğini hatırlamıyorum. Ben bunu bilseydim tepki koyardım. Zaten oradakilerin çoğu sınava yeniden hazırlandı(Zaten zeki adamlar normal). Çok daha iyi yerlere gittiler. Ben de bu sene birkaç sınıf arkadaşımdan öğrendim mesela(Polis Koleji'nde okumuş). Özellerin gerçekten mağdur olmamaları için çaba var ama YÖK'e yağan mesajlar da var. YÖK baskıdan dolayı garip kararlar alıyor.
Şimdi bir konuda açık olacağım tercihlerin iyi yanları yok değil. Devlete gidecekken özele gidip pişman olan adam için, gittiği bölümü sevmeyen için güzel bir durum. Ama 65 bin kişinin kaçta kaçı böyle? Fazla olduklarını düşünmüyorum. Bence "sadece" tercih olacaksa kontenjan sayısı doğru ayarlanmalı ve taban puanı konusunda düzenleme yapılmalı. Böyle birçok kişi mağdur olmaktan kurtulur.
Birçok kişi aynı ilde kalmak için özele gitti. Sadece zenginler değil, orta halli birçok kişi de var yani. Burun kıvıran her türlü gelmez.
Gel gelelim çözüme Önceki yazıda çözüm yollarını üstünkörü geçmiştim, bu sefer detaya inelim. Bana göre olması gereken söz konusu okulların adı değiştirilmeli. Ama yeni isim Garantör Üniversite'ninki olmamalı. Ama bu adı değişen üniversite Garantör Üniversite sorumluluğunda olmalı. Böylece hem eski üniversiteler tarih olur, hem de garantör üniversite işini yapar(kurala uyulur). Adı değişen okullar öğrencileri bitene kadar açık kalmalı. Sonra malları devredilir garantöre. Aslında devlet kamulaştırabilir ama üniversite sayısının azalması bence daha iyi olur gibi. Akademik kadro da hem garantör üniversiteden, hem eski öğretim görevlilerinden hem de yeni açılan kadrolarla tamamlanmalı. Hem kayyum yok, hem eski üniversitelerden eser yok, hem de herkes(ama herkes) mutlu. İsteyene yatay geçiş vs.'de kolaylık sağlanmalı.
Yatay geçiş demişken, orada taban puan kaldırılmış. %100 burslular için iyi haber, onlar rahat geçiş yapabilecek ama kontenjan gereği diğerlerinin işi zor olacak. O yüzden tercih konusunda düzenleme olmalı dedim.
Tercihlerden de bahsetmişken, orada bilgi kıtlığı var. Tercihler ne zaman olacak, kontenjan nasıl ve neye göre belirlenecek? Madem tercih olacak garantör mevzusuna ne oldu? Ek soru: Polis Kolejleri için bunlar yapılmadı? Birçok şey açıklanmalı. Ne olacağını zaman gösterecek ama ben bir kez daha bu konuda yazmak istemiyorum.
Garantör üniversite sistemini yukarıda benimsemediğimi yazdım. Nedeni ise özellikle son sınıf öğrencilerle ilgili. Bu adam o kadar sene bir yerde okudu, son sene okulu değişti diye oradan mı mezun oluyor yani? Diplomada belirtilse bile bence garip duruyor. Yatay geçişlerin son sene yapılmadığını hatırlatırım. Bana göre devir en fazla 4 yıllıklar için 3. sınıfa geçen, 6 yıllıklar için 4. sınıfa geçerken olmalı. Diğerleri tam devredilmemeli, özel statüde eğitim görmeli.
Puan konusunda birçok kişinin aksine derdim yok. Önceki yazıda anlattım. Adam parasını verecek okuyacak(şun belirtmem gerek bence devlet üniversitesi parayı kendi seçmeli yoksa kendisi de mağdur olabilir), diploması bile eski okulu da olduğu için ona göre düzenlenecek. Devlet üniversitesi'nde niye özel gibi iş olsun derseniz Garantör Üniversite neden var diye sorarım size. Ben yapmadım bu sistemi. Olan bu. Ve şunu da atlamamak lazım, mesleğe yatkınlık YGS-LYS puanı ile değil, kişinin kendi anlayışı ile olur. Sıanv sisteminin varlığını eleştiremem yoksa bu yazıdan da çok yazarım o konuda ama herkesin hayalleri var. Daha da ötesinde herkesin bir hayatı var. Bu yüzden tavır almadan önce düşünmek önemli.
Yazının sonuna gelirken ileride karar değişir mi bilmem ama umarım herkesin memnun olup, kimsenin mağdur olmayacağı bir sonuç ortaya çıkar.
0 notes
Text
Özelden Devlete
Kapatılan özel üniversitelerin devlet üniversitelerine aktarılması hakkında aslında yorumumu sadece Twitter'da kısaca yazacaktım ama o kadar çok değerlendirilmesi gereken şey var ki(sanki) buradan da bir yazayım dedim.
Her şeyden önce kendi fakültem açısından değil, ülke genelinde durumu değerlendireceğimi belirteyim. Karara ilişkin genel yorumum ise durumun yanlış yönetildiği. Keşke yeni mezun almayıp 3 yıl sonra tasfiye edilseydi. Hiç değilse binalar ayrı olsa da bu garip durum yaşanmasa.
Bu karar açıklandığından beri adeta iki taraf arası gruplaşma oldu diyebilirim. Özel-devlet atışması tarzında bir durumun ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz. Herkesin kendime göre derdi var ve kimse geniş açıdan bakmayı tercih etmiyor. Kimse haklı haksız demiyorum ona daha sonra değineceğim. Durum tespiti ile başlıyorum.
Özeldekiler genel olarak, kendi okullarındaki sosyal imkanları bulmayacağından, olası dışlanma durumundan ve düzenin bozulmasından şikayetçiler. En büyük dertleri ise derslerin denkliği problemi. Erasmus'a gidenler bile bu konuda sıkıntı yaşarken onlar almadıkları derslerde ne yapacaklar kimse bilmiyor. Ender söyleyeni de olsa kendini beğenmiş hocalar(böyle deyince devlet üniversitelerindeki her akademisyen böyleymiş gibi oldu, bir kısım pek tabi vardır ama hepsi değil) yüzünden sorun yaşayacakları inancı da var.
Devlet okullarındaki en büyük isyan ise düşük puanlı birçok kişinin sadece parayla kendileriyle aynı eğitimi ve de diplomayı alması ve artan nüfusun eğitimi düşürme potansiyeli ve özelden geleceklerin bir kısmının olası saçma sapan tavırları. Sanırsam bunlar sorunları açıklayıcı oldu. Hatalı olduğum yargı olabilir ama bunlar gezinirken elde ettiğim bilgiler.
Durumun üç aşağı beş yukarı olduğu düşünülebilir. Açıkçası ben gerçekten de kimsenin okulunu değiştirmek istediğini düşünmüyorum. Öyle ya da böyle birçok işi halinden memnundu. Ama ortada kapatılma gibi bir durum da var. Gidene kal, kalana git demek olmaz. Mecbur bir arada olunacak(bina kullanımı hakkında düzenleme gelmezse).
Kararlar sonrası oluşan durum da ilginç. Kimi özel üniversitelerin devredildiği devlet üniversiteleri -hoş tabir değil ama- hakaret iken(özellikle tam burslular için), kimi özel üniversitenin devredildiği devlet üniversitesi ise tabiri caizse velinimet. Burada az-çok bir curcuna var. Ama genel olarak ikinci kısım daha çok görülüyor. Ama dünyada da çok iyi üniversitelere para ödeyerek girilebilir. Buna kapitalizm deniliyor sanırsam.
Ben eminin bu şans eline geçtiği için özel okullardan gelenlerin bir kısmı bu fırsatı iyi değerlendirecek veya çalışacak. Sonuç olarak söz konusu özel üniversitelere giden herkes burnu havada değil. Benim de birçok arkadaşım var o okullarda. Az-çok bilebiliyorum durumu.
Ama bir kısım sivri zekalının gittikleri okulları beğenmemezlik yapacağını ben de düşünüyorum(çok az bir kitle olsa da). O da beğenmeyecekse gitsin, milyon tane vakıf üniversitesi var. Twitter'daki muhabbete pek girmeyeceğim çünkü oradaki durumda neyin ne olduğunu herkesin bildiğine inanıyorum. Boş muhabbetin daniskası kısaca. Hele medeniyet getireceğim muhabbetleri dönmüş, o kafa uçmuş bildiğin. Umursamanın alemi yok.
Yine o sivri arkadaşlar okulun yerini beğenmiyorsa da kusura bakmasın, ülkenin birçok yerinden oraya herkes öğrenci olarak gelirken kendisinin keyfi için taşınacak hali yok(ki özeldekiler genelde aynı ilde kalmak istedikleri için özeli seçiyorlar). Eğer herkes kendi binasında kalırsa(ki benim tahminim nedense böyle) bu sorun olmayacak olsa da o zaman garip bir durum oluşacak, o da başka bir mesele. Kısaca o sivri zekalı ya elindekiyle yetinmesini bilecek ya da gidecek.
Tekrarlıyorum yukarıdaki iki paragrafta söylediklerim beğenmemezlik yapan ve yapacaklar için, yukarıda dediğim gibi gidene kal, kalan git demek olmaz. Sorun yapmayıp gelecek olan pek ala gelsin. Ne kadar az bir kitle sorun çıkaracak olsa da direkt göze battıkları için ortalık karıştı.
Yazdıklarımdan da anlaşılacağı üzere, direkt gelmesinler demiyorum çünkü bu keyfi bir durum değil. Lisedeyken taban puanların kaldırılması gibi bir durum yok ortada. Öyle ya da böyle birleşilecek. O yüzden direkt gelmesinler fikrini de benimsemiyorum. Vakıf üniversitelerine devrdilsin diyenler olabilir ama şartlar gereği garantör üniversitelere devir(ki Dokuz Eylül Gediz'in de garantörüydü ama onu çok kalabalıklaşmasın diye Katip Çelebi'ye verdiler) daha öncelikli konumda. Diğer özeller alternatif konumda. O noktada da bilgi eksikliği olması her şeyi karıştırıyor. Hiçbir şey tam açıklanmadığı için hep olasılıklarla konuşmak sinir bozucu bu arada.
Olayı genel olarak değerlendireceğimi söyledim ama kendi fakültemdeki sınıf mevcudunun artmasını sayısal verilerle açıklamaktan zara gelmez bence(Kalem kağıt gerekebilir zira benim bile yazarken kafam karışabiliyor). Bunu binaların aynı alacağını varsayarak hesaplıyorum.
Bizim fakültemiz geçen sene 13'ü okul birincisi olmak üzere 513 kişi aldı. Ve biz iki şubeydik. Yaklaşık 256 kişi yeni gelenler ve kalanlar ise en az 30(kimi derslerde 100'den fazladır herhalde). Ben 30 diyeceğim kalanlara çünkü ikinci sınıfa geçtik, ister istemez kalan giden hesabı biraz değişkenlik gösteriyor(286 diyelim). Tercih sonrası olsa birinci sınıfları 300 civarından hesaplayacaktım. Gediz ve İzmir üniversitesinin hukukta kontenjanları toplamı 265(Kaynak: 2015 ÖSYS Yükseköğretim Puan Kılavuzu). 20 kişi de kalmış olsa Etti 285 civarı(Toplam 305 diyelim). İki şubeye eşit olarak dağıtılsa 142 çıkıyor. 286+142=428(Genel toplamda 860 civarı) kişilik sınıflar. Ki bunun üst sınıfları da var. Allah'tan Tınaztepe'ye taşınıyoruz. 500 kişilik amfiler olmasa ne olacaktı gerçekten bilemiyorum. Biz tam rahatladık derken bu tip bir sonucun ortaya çıkması üzücü. Yer sorunu yaşayan okulları düşünemiyorum.
Bu durum sadece bizim için değil, hocalar için de kötü. Adam iki defa aynı kalabalığa ders anlatacak. Bunun getirdiği yük gerçekten fazla. Hocaya soru sormak bile eziyetli olacak yani.
Her şey bir yana emin olduğum bir şey varsa o da bu kararın kin ve nefret ortamı oluşturduğu. Bu yüzden durumun yanlış yönetildiği kanaatindeyim. Neler olacağını zaman gösterecek olsa da tek temennim durumun en az sorunla atlatılması.
0 notes
Text
Ah Eshot Ah!!!! - Bölüm 3
Her şeyden önce bu yazıyı ne kadar siz 8 Temmuz veya daha sonra okuyacak olsanız da, ben bu yazıyı 29 Temmuz'da yazdım(vurgulamamın nedeni altta) ancak 28'ini 29'una bağlayan gece yaşanan patlamadan dolayı erteledim. Ortada böyle bir durum varken benim zoptirik yazılarımı paylaşmamın alemi yok. Ölenlere yine Allah'tan rahmet diliyorum. Bu ertelediğim süreçte, yazıda değindiğim belli şeyleri daha net gözlemleme fırsatını elde ettim. O yüzden belli eklemelerle gelecek bu yazı.
Bilmeyenler için bu yazı dizisi 2 seneyi doldurmuş bir seri aslında. Zaten "Bölüm 3" ibaresi bunu anlatır cinsten. 29 Temmuz'un önemi ise bu yazı dizisinin 29 Temmuz 2014'te Eshot'un uygulamaya başladığı kararlara olan öfkemle yazdığım yazıdan gelmekte. Ne kadar geçen sene artık iki yıl yazmak istemiyorum desem de yine tutamadım.
İlk iki sene aslında bu kararlara yönelik eleştirim ve ne olup bittiğine dair gözlemimden oluşuyor ama geçen sene yaşanan Kentkart/İzmirim Kart(nasıl isimdir ya?) geçişi ve yaşanan süreç bayağı zevkle yazmamı sağlamıştı. Bu sene ise bunlardan bağımsız olarak ne oldu ne bitti şeklinde kalem alacağım yazıyı. Bakalım sene içinde neler gözüme batmış, neler hoşuma gitmiş. Ya da ne ilginç olaylar yaşamışım.
(Klasik girişi yapalım.)
Konu: Eshot, Projeleri ve konuya ilişkin yaşanan olaylar.
Not: Buraya kadar gelip yazının uzun olduğunu fark etmediyseniz söylüyorum. Yazı ölümüne uzun.
Öncelikle anlatmak istediğim bir olay var ana konuya girmeden önce onunla başlamak istiyorum. Bu yılın başında üniversiteye başlamamla birlikte sınıfta tabi ki ülkenin birçok yerinden gelen kişi vardı. E tabi herkes İzmir'İ merak ediyor geziyor(hatta benden çok daha fazla gezen var şimdiden). Gözlerine o kadar güzel bir ayrıntı takılmış ki "Aaa, doğru ya bu da vardı dedim." içimden(Farklı açıların çok olamsının güzelliği). Soru şunun gibiydi: İzmir'de Eshot otobüsten sorumluysa İzulaş ne? Yalan yok bu soru gelene kadar harbiden İzulaş'ın varlığı bir an çıkmış. Bunun en büyük ispatı ahan da başlıkta. Soru gelince bir an içimden duraksadım, o neydi diye düşündüm bir saniye. Sürekli Buca'da hatta Eshot garajına yakın oturunca İzulaş'ı unutuyor(ara ara İzulaş da garaj açıyordu ama geçici). Karşıyaka'dayken o kadar etkilemiyordu. İkisini görüyordum. Zaten farklı tasarımları vardı. Her neyse, İzulaş'tan hiç bahsetmediğim için biraz onun hakkında yazacağım.
İzulaş(İzmir Ulaşım Hizmetleri Makine Sanayi A.Ş) 1990 yılında kurulmuş. Eshot ortağı, amacı ulaşımı geliştirmek(ben sitelerinin yalancısıyım). Eshot ile bir çalışıyor. En büyük ispatı oradan yol güzergahlarına bakmak için tıklanılan link Eshot'a yönlendiriyor. Ayrıca şu an kullanılmayan(bildiğim kadarıyla) ilk ve tek 2 katlı otobüs(en altta resmin linki olacak) filosu(5 adetmiş) onlardaydı. Ayrıca şehir içinde mavi bir otobüs gördüyseniz muhtemelen yanında İzulaş logosunu da görmüşsünüzdür(Test araçlarını bilemem). Ben pek Buca'dan çıkamadığım için pek göremiyorum. Eskiden 514-515'teydi ama onları da kaldırdılar(AH ESHOT AH!!!! ilk yazı) İnternette göz atayım derken wowturkey forumlarında[onun da linkini atacağım bazı araçların şimdi hangi hatta olduğunu görebilirsiniz(misal 412 şu an sadece Tınaztepe Yerleşkesi içindeyken eskiden Heykel-Tınaztepe arası çalışıyormuş)] nostalji yaşandığı fark ettim. Geçmişte gördüğüm her araç vardı. Hatta görmediklerim bile. Bunu da böyle yazmış olalım.
Tabi onu yazıp da Eshot hakkında da bilgi verelim. Eshot(Elektrik Su Havagazı Otobüs ve Troleybüs) 1943'te kurulmuş. Troleybüs nedir diyenler için tepesinde elektrik telleri bulunan ve gücünü buradan alan otobüsler. Bence asıl metrobüs bu olmalıymış. Eshot içinden kurulduktan bayağı sonra İzsu ve Gediz Edaş kurulup, elektrik ve su ayrılıyor. Daha sonra Havagazı ve Troleybüs(tepesinde metro gibi tel olup karayolundan giden ve gücünü tellerden alan otobüs) ise kapatılıyor. Adı değişmiyor ama işlevi bayağı değişiyor yani. Neyse bütün bu gereksiz bilgileri bir kenara bırakıp ana konuya geçelim şimdi. Troleybüs hakkında ekleme yaparsam elektrik kesildiğinde bu araç da duruyormuş. Bence gerçek metrobüs bu ama böyle isimlendirme yapılmış işte.
Eshot bu sene her şeyi otobüslerin yükünü azaltmak için yaptı. Buca ve Narlıdere metro ihaleleri, Konak ve Karşıyaka Tramway ihaleleri buna örnek gösterilebilir. 29 Haziran kararları(bundan sonra bu şekilde anılacaktır) öncesi bunu yapsalar insan sanki o kararlara ihtiyaç kalmayacakmış gibi düşünüyorum. Öte yandan yol genişletme ve düzenleme çalışmları da sürüyor. Otobüs kanadında elektrikli otobüs ihalesi de var(gelsin güzel olur dediğim bir proje). Eshot'un sitesinde haberler kısmından incelenebilir. Bunlara yine değineceğim.
Bu sene içerisinde Eshot hoşuma giden kararlar aldı ama bazılarını neden bu kadar geç aldı diye düşündüm. Bunun en büyük örneği hiç şüphesiz 304. Bu hat Konak Tünelleri açıldıktan çok sonra konuldu. Ekşi Sözlük'te İzmir Büyükşehir Belediyesi hakkındaki yazıda bundan bahsettikten sonra konuldu hatta. Zaten sonra da eklendiğini belirtecek şekilde düzeltmiştim yazıyı. Bu kadar geç kalmamalıydı kesinlikle. O yazının linkini de aşağıya koyarım. İmar planlaması için de durum benzer. Şehir merkezinde Alsancak Gar civarında yol genişletme projesi var olması gibi. Ya da Fahrettin Altay-Üçkuyular'daki denize daha rahat ulaşım gibi güzel ve önemli projeler var. Yine Eshot'un sitesi bunları öğrenmemizi sağlıyor. 304'e yine ayrı olarak değineceğim.
Konak Tünelleri Bahribaba(ya da Konak diyelim)'da da imar değişikliklerine neden oldu. Eskiden karşıdan karşıya geçebilirken şimdi hala üst geçidin bitmesini(ki bayağı geç başladı) bekliyoruz(Erteleme sürecinde bayram nedeniyle Konak'a indiğim için açıldığını da görmüş oldum, Konak Pier'in oradaki köprüyü anımsatıyor bana bu arada). Onun dışında Karşıyaka araçlarının bulunduğu kısımda çimenlik alandan feragat edilerek daha fazla durağın oluşturulması sağlanmış. Çimenlik alan bence önemli ama yeni duraklar için de bu gerekliydi.
Bir de Eshot imar çalışmalarını kendi içinde dahi sürdürüyor. Adatepe'deki otobüs garajında alt kısımda belli çalışmalar varken, üst kısmında da düzenlemeler var. Barış Manço ormanının yukarısına bir şantiye alanı kurulmuş ve orası belli düzenlemeler yapılarak garjın eski sınırlarına bağlanmış. Kurutularak elde edilen yolda pek kayda değer bir şey yoktu(biraz toprak, biraz çimenlik) ama kurutulan ve şantiye kurulan alan gerçekten büyük. Hoşuma gitmedi nedense bu durum. Bu konuyla ilgili aldığım ve düzenlediğim ekran görüntüsünün linki en aşağıda.
Ayrıca sene içerisinde belli duraklara da yeni tabelalar eklendi. Ama üzerinde sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi yazdığı için ne işe yarayacağını anlamış değilim. Kaç durak kaldığı gösteren eski tabelalar hala duruyor ve çalışıyor. Belki ileride değişiklik yapılabilir(Yine gözlemlediğim süreçte şu an her yerde mi bilmiyorum ama hiç değilse belli yerlerde çalışıyor, o da metrodaki tabelaya benzemiş).
Tramway projeleri yukarıda bahsettiğim gibi. Proje olarak bunu ilk duyduğumda hala Karşıyaka'da oturuyordum. Yerel seçimler dönemiydi. O dönemler olsun istiyordum, aslında hala olsun istiyorum ama ne bileyim sahilden belli bir kısmın ayrılması sahilin yapısına, dokusuna etki eder mi diye düşünüyorum şu an. Hele Konak'ta Mustafa Kemalpaşa Sahil Bulvarı zaten dar, orada nasıl olacak bilmiyorum.
Ayrıca İzban Esbaş-Fuar İzmir arası 2.2 kilometrelik Monoray projesi de var. Monoray ne diye sorarsanız Eshot'un sitesindeki haberden tanımı aynen alıyorum.
"Kent içi ulaşım türlerinden biri olan monorayda vagonlar, mono yani tek bir ray üzerinde veya altında asılı şekilde hareket ederler. Toplu taşımacılıkta kullanılan ray sistemi, bir kolon üstüne oturtulan kirişler ve bu kirişlerin üzerinde bulunan raylar ile gidiş ve geliş aynı anda gerçekleştirilebilir. Bu sayede sefer sıklığı yolcu yoğunluğu dikkate alınarak işletilebilmekte ve sistemin verimliliği yolculuk talebine bağlı olarak arttırılabilmektedir."
Merak edenler için yine haberin linkini aşağıya koyarım(aşağısı linkten geçilmeyecek ama hepsini buraya alırsam burası karışacak). Konuya dönersem hoş bir proje, kullanım alanı dar ama o tip yerler için olan bir araç. Hele bir yapılsın sonra konuşmak daha doğru gibi.
Projeleri bir kenara bırakırsak, Bu sene gerek kendimin yaşadığı gerek İzmir'de yaşanan bazı sorunlar ve uygulanan çözümler de oldu. 304 bir çözüm örneği olarak gösterilirken Torbalı'da köylerden 90 dakikanın kaldırılması tam bir sorun örneği. 90 dakika geldiğinden bu yana herkes gerçekten memnun. Ama Torbalı'da(ki merkezde olmadığı için çift bilet basılıyor) bunun kaldırılması özellikle ulaşımı çok pahalı hale getiriyor. Son durumu bilmiyorum ama olmaması gereken bir şey kesinlikle.
Öte yandan 304 var. Kaç defa bahsettim farkındayım ama gerçekten kritik bir araç. Ben ilk Konak Tünelleri'ni kullanan bir araç düşündüğümde yolunu daha kısa hayal etmiştim ama herkesin faydalanması için yolun biraz daha uzamasında fayda var gibi. Her şey bir yana aracın güzergahını Hasanağa Bahçesi etrafında niye defalarca kez değişti hala anlayamadım. Ama sonuç olarak işe yarayan araç. Tünelin içinde yolculuk da garip. Gözlerim sürekli metrelere takılıyor.
Sene içinde öğrencilere yapılan bir güzellik de(Tınaztepedekiler için) 878'in kampüs içine girmesi. Tınaztepe'de inip 412'ye veya ring seferine yetişmeye çalışmak bazen eziyetli oluyor. Ayrıca okul çıkışı İzban'a gidecek adam için de bulunmaz bir velinimet. Ayrıca Tınaztepe'deki öğrencilerin yaz okulu için yaz aylarında da kalmasını istedikleri 290, 690 ve 390 için seferler yapılıyor. Geçen sene süreç sıkıntılıydı. İmza kampanyası başlatılmıştı hatta. Şu an yaz sistemine geçilmesine rağmen hala sistemde olması sevindirici.
Benim sene içerisinde karşılaştığım en büyük sorun ise ulaşım kartı ile ilgili oldu(İzmirim kart ismini kullanmamakta ısrarcıyım). Birçok kentkart bayisi kredi kartı ile yüklemeyi kabul etmiyor, kabul eden ise komisyon alıyor. Hadi onu da geçtim, internet üzerinden karta yükleme yapılmıyor. Nİye olmadığını hala anlamıyorum. İşin garibi Kentkart İzmir dışında internetten yüklemeyi yaparken(örneğin Kocaeli) İzmir'de bulunduğu sürede bunu yapmadı.
Yolculara kolaylık sağlanması gerekirken bazen bu durum işi çıkmaza sürüyor. Bazı mesafeleri yürümek zorunda kalabiliyorsunuz. Çözüm olarak nitelendirebileceğim bir başka şey Foça'ya vapur seferlerinin başlaması. Sadece haftasonu olacak olması kötü ama olamsı sevindirici. İleriki dönemde, Mordoğan, Güzelbahçe ve hatta Karaburun'a da başlayacakmış. Gümüldür tarafına olsa fena olmazmış hani. İzmir'de deniz otobüsü mantığı nüfusun yayılışı sebebiyle olmayacak ama bu hissi veriyor bu durum.
Sene içinde bir de Alsancak'taki otoparklar arası ilginç bir proje konuldu. Fiyatları düşünürülmesinin yanında dördü arasında ücretsiz ring seferi başladı. Otopark'a ilgil çekip yoldaki duran araç kalabalığını azaltmak için bu ilginç fikri eklemek istedim.
Son olarak Bisim'den bahsedeceğim. Proje güzel, her şey güzel ama bisiklet yolları bazı noktalarda seçilmiyor. O noktaların bir kısmında ihtiyaç yok ama sanki insanlar yollarını şaşırabilirmiş gibi hissediyorum.
Yazının bundan sonraki kısmı karşılaştığım garip şeyler, benim gözüme takılan ve bana ilginç gelen şeylerle ilgili olacak.
İlki kulağımın alışamadığı hiçbir zaman da alışamayacağı "Eshot'tayım" cümlesi oldu. Ben genelde otobüsteyim demeyi tercih ettiği için özellikle ilk duyduğumda garipsedim. Hatta Eshot ile geleceğim diyeni de duymuşluğum var. Bu da niye İzulaş'ı unuttuğumu gösteren başka bir neden galiba. Her şey bir yana Ankara'da olsak nasıl diye düşünüyorum(EGO'dayım). Dalga geçme amaçlı söylemiyorum hatta Eshot ile havalı duruyor da ne bileyim garipsedim işte.
İlk yazımda 970'in niye numarasının 490 olduğunu buna neden gerek olmadığını söylemiştim. Geçen seneki yazıda buna bir neden belirtmiştim. Bir diğer nedenini sene içinde Eshot'ta güzergahlara bakarken buldum. 900 ile başlayan otobüs numaraları şimdiki sistemde baykuş seferleri için kullanılıyor. Sanırsam onunla karışmasın diye değiştirilmiş. Doğrusu şimdi de Tınaztepe'ye giden ve üniversite için konulmuş araçlar benzer bir numarası var ama o da Tınaztepe'ye giden bir araç olduğu için garipsemiyorum. Onu da 90'a binenler düşünsün.
İzban'da bu sene en hoşuma giden şey aracı beklediğiniz sırada çalan blues/jazz müzikler(Daha doğrusu saksafon müzikleri). Kaç defa beklerken ses kaydını aldım çalan parçaların. İşin kötü yanı ise İzmir Metro'da olmaması. Sanırsam ikisi arasındaki tek farkın hat olmamasını istemişler. Doğrusu daha önce çalıyordu diye hatırlıyorum ama en son Hilal istasyonuna gittiğimde duymadım. Ama gerçekten güzel müzikler var. Bu arada İzmir Metro demişken, Hisarönü için şu durakta inin gibisinden bir anonsta yapılıyor. Ama hem öncesinde garip bir müzik çalıyor hem de uyarı İngilizce değil. Her şeyi İngilizce'ye çeviren hatta tekrar tekrar dinlediğinizde istemesenizde İngilizce duyuruları ezberlemenize neden olan İzban/İzmir Metro niye bunu çevirmemiş anlamadım.
Bayram nedeniyle yapılan düzenlemelerde ilginç bir şey dikkatimi çekti. Kabristan(niye böyle isim kullanıldığını hala bilmiyorum) araçları 1000 ile başlıyor. Normalde araçların üzerinde numara yok ve başlangıç durakları farklı ama sitede böyle bir şey ile karşılaşınca şaşırdım.
Bir diğeri ise Kartek 1 senedir İzmir'de ulaşım kartı ve otobüslerde yazılım altyapısını sağlıyor olsa da navigasyonlarının sesini sevemedim. Bazen eskisi gibi geliyor sesi şaşırıyorum ama hala ynı soğukluk. O ses özellikle Kentkart dönemindeki navigasyon ile karşılaştırıldığında sesi çok kaba duruyor. Aynı şey kart basıldığında çıkan ses içinde geçerli geçen seneki yazıda ilk halini anlatmıştım. Sanki bakiye yetersiz gibi hissettiriyordu. Şimdi daha iyi ama hala Kentkart değil. Kentkart sesini özledim doğrusu. Hatta geçenlerde internette arama yaptım. Tam ücret bastığımızda çıkan sesi buldum ama öğrenci olanını bulamadım. Ve dahası, bu yüzden mi bilmiyorum, o olaydan birkaç gün sonra rüyamda otobüse binip kentkart dönemi sistemi görüp sesini kaydediyorum telefona. Varın siz düşünün durumu. Kart basmaktan bahsetmişken şunu da ekleyeyim bazen araçlarda kartı bastığımızda kalan bakiyeyi gösteremiyor. Hala bunun olması garip.
Son olarak(eğer buraya kadar okuyabildiyseniz nihayet dediğiniz duyar gibi gibiyim) Karşıyaka İskele'deki otobüs duraklarında geçen Şubat ayı bir şey dikkatimi çekti. Duraktaki pano üzerinde bulunan harita, haritanın üzerinde ve altında bulunan araç numaralarından bahsediyorum. Hala değiştirilmemiş. Üzerinde eski araçların çoğunu bulabilirsiniz. Tek sorun yazıların çok eskimiş olması. Çoğu yağmur vs. yüzünden çamurlaşmış. Ama yine de çektim fotoğraflarını. Eshot eğer bu yazıyı görüyorsan o resimden bir kopya da bana gönderebilirsin.
Sonuç olarak Eshot hala geçiş sürecinde hala çok şey için çalışıyor ama hala yetersiz daha önceki yazılarda dediğim gibi bunun nedeni Eshot değil. Çarpık kentleşme sağ olsun birçok şeyi imkansız hale getiriyor. Ben hala Konak'tan Şirinyer'e geldiğimdene çok Şirinyer'den evime giderken çekiyorsam bu işte bayağı bir sorun vardır. O kadar şey yapıldı ama çok fazla bir şey değişmedi. Değişsin rahatlasın isterim bir vatandaş olarak ama durum bu.
Bir sene de böyle geçmiş Eshot kanadında. Kendi zırvalamalarımdan dolayı bayağı uzadı biliyorum. Sırf bu yüzden atıflarımı da açmadım. Uzun oluyor bu yazı her sene ama gelenekselleşti biraz da bu yazı. Bu kadar uzun yazmak benim için de iyi değil. O akdar saat sabit kalınca her yerimde ağrılar oluşuyor. Yazı konusuna dönersem, geçen sene önemli bir şey olmazsa yazmayacağım desem de o kadar önemli bir şey göremememe karşın yine kendimi burada buldum gördüğünüz gibi. Önümüzdeki sene için garanti veremiyorum. 1 sene az bir süre değil sonuçta. Her şey olabilir. Yazarsam şayet İzdeniz, İzmir Metro ve İzban'ı açıklar ve açarım herhalde. Unutmadan, eğer okuyabildiyseniz teşekkür ederim.
Linkler:
Eshot Garaj Düzenlemesi:
http://i.hizliresim.com/WYyJoq.png
İki katlı otobüs:
http://wowturkey.com/tr219/OMER_KAZIM_INCE_DSCF6343.jpg
Mavi otobüs(ve yine 29 Haziran 2014'te kaldırılan 330):
http://wowturkey.com/tr76/Mustafa_Noyan_Izmir_Volvo_05Jul17548.jpg
412 numaralı araç:
http://wowturkey.com/tr141/k_Cagdas_101_501_412_93sanos.jpg
Ege Üniversitesi'nde Kampüsün meşhur aracı 525(bayağı eski):
http://wowturkey.com/tr75/k_Sezcan_Camurdan_dscn31382hx.jpg
wowturkey forum konusu:
http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=21146&start=0
Ekşi Sözlük'teki yazı:
https://eksisozluk.com/entry/55587352
Monoray haberi:
http://www.eshot.gov.tr/tr/Haberler/1399/91
AH ESHOT AH!!! (İlk yazı)
http://deliliktir.tumblr.com/post/90057363133/ah-eshot-ah
AH ESHOT AH!!! BÖLÜM 2
http://deliliktir.tumblr.com/post/122764966053/ah-eshot-ah-b%C3%B6l%C3%BCm-2
Bonus --> bu da favori aracım:
http://wowturkey.com/tr153/kiltaconur_Resim_338.jpg
0 notes