Tumgik
d-aktilo · 14 days
Text
19 Haziran
"Sırf o dinlemiyor diye onunla konuşmaktan vazgeçecek değilim. Ben kendi konuşmamı dinlemekten hoşlanırım. En büyük zevklerimden biridir. Çoğu kez kendi kendimle uzun uzun sohbet ederim; o kadar akıllıyımdır ki, bazen kendi söylediklerimin tek kelimesini bile anlamam.'' /Mutlu Prens, Oscar Wilde
Efendim, ne demiştiniz?
Efendim, her şeye geç kaldım.
Sorun değil efendim, bulmak istediğiniz andan daha geç bulmuş olmanız; yaşamak istediğiniz şeyi yaşamanız gerektiğini düşündüğünüz andan daha geç yaşamak zorunda kalmanız, ona gerçekten geç kaldığınız anlamına gelmez.
Nefes alın.
Aldım efendim.
İçinizdekileri insanların anlayabileceği bir dile dönüştürme çabanızın sizi ne kadar korkuttuğunun farkındayım. Cümleleri doğru çeviremediğinizde yanlış anlaşılacağınızı düşünüp ürküyorsunuz. Bu yanlış cümlelerin hayatınızı baş aşağı etme ihtimali sizi geri adım atmaya zorluyor. Ama korku sizi afallatır, korku kendinizi ifade etmenize engel olur, baştan kaybedersiniz. İçinizdekini anlatmayı deneyin, anlamazlarsa kaybedeceğiniz şey kendiniz olmayacaksınız ama anlatmayıp onların baskıları altında yaşamaya devam ederseniz kendinizi kaybedeceksiniz. Hangi kayıp daha korkutucu sizin için?
Kendimi kaybetmek istemiyorum.
O halde adım atın. Bu adım kendi iyiliğiniz içinse korkarak değil kararlıca atılmalı. Öyle değil mi?
Neden içimde hüzün var?
Çünkü bazı şeylerin sizin için bu kadar uğraşmanız gereken bir hale gelmemiş olmasını dilerdiniz. Çoktan özgürlük size verilmiş olmalıydı. Onu gidip ellerinizle söke söke, ikna ede ede almak zorunda kalmamalıydınız.
Kendiniz olma fırsatınız en temel hakkınızdı. Sizden alınmış olmasına üzülüyorsunuz.
Şimdi gidip onu almak zorunda kalmanıza, daha ancak şimdi bunu yapma cesaretini göstermenize üzülüyorsunuz. Keşke bazı özgürlüklerim benden alınırken ses çıkarsaydım diyorsunuz. Ama kendinize çok kızmayın, daha dünyayı da insanları da hiç tanımıyordunuz.
Şimdi tanıyor muyum ki? Yanılmaktan korkuyorum.
Yanılmak da hayatın bir parçasıdır. Ki, dünyayı ve insanları tanımak denen şey özneldir. Şu ana kadarki tanışıklığınızda size zarar veren şeyleri temizlemeye çalışmak, yaralarınızı iyileştirmek için uğraşmak bir yanılgı ya da hata olamaz.
Korkmayın.
Tekrar aynı uçurumu dibine gelmenizi ve yok olmayı dilemenizi istemiyorum.
O uçurumun dibine gidip aşağıya bakmanızdan, ölüp kurtulmak istemenizdense, öncesinde kendi iyiliğiniz için savaşmış olmanızı, pes etmemenizi, güçlü ve soğukkanlı durmanızı yeğlerim.
Ölmek istediğiniz bir noktaya mı getirdiler sizi, yolculuk edin. Daha dünyada görmediğiniz çok şey var, sizi yaşama bağlama gücü bulunan.
Sonuna kadar yaşayın.
Sonuna kadar sevin, kendinizi hayatın güzelliklerinden mahrum bırakıp keder çukuruna hapsetmeyin ve onurlu bir şekilde kendiniz kalmak için mücadele edin.
Sizi seviyoruz, unutmayın.
Teşekkürler efendim.
Yazmak gibisi yoktur çünkü.
Yazmalısın.
Belki yarın ölürsün çünkü.
Hiçbir sebebi olmayabilir bile, süren dolmuştur.
Ölüm her şeyi daha az korkutucu kılıyor.
1 note · View note
d-aktilo · 15 days
Text
3 Mayıs
İki haftadır bu an için çok bekledim. Özellikle son bir hafta boyunca, odamda ekrana bakamaz halde dönüp dolaşırken, müzik dinleyip yatağımda uzanırken, kafamda cümleler uçuşurken deli gibi kendimi bu beyaz sayfanın karşısında hayal ettim. Bir daha, bir daha. Aklımda o kadar çok yazı yazdım ki, zihnimdeki kelimeleri durdurmadan klavyeye dokunmayı öyle arzuladım ki, gözlerimi iyi hisseder hissetmez kendimi burada buldum.
Anlatacak çok şeyim birikmiş gibi, gözlerim her an kötüleşir korkusuyla duraksıyorum arada, ağrı kesici aldım, ağrısa da hissetmeyeceğim. Günler geçti, haftalar geçti. Birikmişleri nasıl toparlayacağım düşüncesiyle, en baştan, yola attığım ilk adımı anlatarak başlayayım.
Ameliyata çoktan karar vermiştim, nasıl bir şeyin içine düşeceğimi bilmeden, başka çıkar yolum yok zaten düşüncesiyle 'evet,' dedim, 'artık bir şeyler değişsin istiyorum kendimde.' İmzalar attım, parayı ödettim, geri dönüş zaten yoktu artık, 24 Nisan tarihinde ameliyathanede beklerken kafamdan defalarca 'geri dönüş yok, yalnızca ileri' cümlesi geçti.
Ameliyata girdim, gözlerimin önünde birtakım işlemler yapılırken, çeşitli cihazlar gelip giderken, doktor beni konuşturmak için 'sakinleştirici mi verdiler sana, çok uyumlu ve sakinsin, dilara şarkısını sever misin sen, ben bayılırım' gibi cümlelerle zihnimi meşgul etmeye çabalarken ben hâlâ geri dönüş yok diyordum.
Ellerimi sıktım, bekledim, eve dönüp gözlerim acırken de bekledim, ertesi gün lens çıkınca bulanık görürken de bekledim, ekrana bakamazken ve bu yüzden sıkıntıdan bunalırken de bekledim, bir sürü podcast bölümü dinledim. Merdiven Altı Terapi'yi açıyordum, bölümler rastgele çalıyordu, devamlı kulağımda aynı insanın sesiyle sürekli bir şeyleri sorguladım. Sorgulamak rahatlattı, toplumu, ailemi, insanları, iç dünyamızı, çocukluğumuzdan itibaren birilerinin devamlı bizi yönlendirme ve yargılama halini, bunun üzerimizdeki izlerini, evde kalıp kalmamayı, bir gün hayatımı kendim idame ettirmem gerekeceği için belki de bir an önce kopup gitmem gerektiğini...
Bir yandan da gün geçtikçe gözlerim netleşiyordu. İnsanlarla sesli olarak iletişim kurmaya çok aç hissettiğim için herkesi arıyordum ve beni arasınlar diye bekliyordum. Bir anda içimde sosyal enerji patlak verdi, biliyordum bu yanımı ama yıllarca uyumuş bir hayvan gibi uyanır uyanmaz etrafa sosyal açlıkla saldıracağını, sevdiğim insanlarla iki saat bile konuşsam bıkamayacağımı, yalnız kaldığımda beni bunaltıp sıkacağını ve 'hadi birileriyle konuşalım sıkıldım yeter' dedirteceğini hiç düşünmemiştim.
(devam etmedim)
1 note · View note
d-aktilo · 3 months
Text
Yazmak çok zor.
Yazmak çok zor.
Dağılıyor yüzüm, biraz gece biraz hüzün.
Hayali sözlerim.
Odamın ortasında, yatağımın hemen köşesine çöküyorum ve bendeki bu ufak çöküşün dünya üzerinde hiçbir sarsıntı yaratamayışını sorguluyorum. İçim titriyor, bedenim üşüyor, kanıma bir şeyler oluyor ve derine düşüyorum. Bütün eylemlerin soyut dünyamda gürültülü bir gerçekleşmesi var, oysa görünürde karanlıkta bir beden ve yatağın köşesine hafifçe sürtünen sırtımın sesinden ibaret duruyorum.
Eskiden doğru bildiğim her şey aklımda bir bir çevriliyor, birtakım kötü ve belirsiz halelere dönüyor. Gözümün önünü karartıyor, düşüncelerimin etrafını sarıyor. Onları boğuyor, biri bana derdimi sorsa tarif edemeyeceğim kadar boğulmuş sıkışmış ve şekil değiştirmiş cisimlere dönüşüyorlar. Tutmak için elimi attığımda beni bile yutuyorlar.
En son ne zaman böyle hissetmiştim? Depresyonun başında ve sonunda. İlaçlara başlamadan hemen önce ve bıraktıktan hemen sonra. Dünyanın bütün düzenlerinden ve insanların içinden, zihninden, hareketlerinden yükselen tüm düşüncelerinden kurtulmak istediğim yoğun bir duygu baskısı altındaydım o zaman da.
Dünyanın bana kendini ait hissettiğim bir yer olarak göstermesi gerekmiyordu elbette. Böyle bir beklentim de -en azından ciddi boyutta- yoktu. Ama insanların üzerinde bulunduğumuz dünyayı çeşitli düzenlere ve anlayış sistemlerine sokması sonucunda mecbur kaldığımız çok fazla şey vardı. Farklı düzeneklerde çok daha da fazlalaşabilecek birtakım mantıksız -bana göre-, kısıtlayıcı mecburiyetler karşıma çıkabiliyordu.
Kimisi cinsiyetim gereği kimisi sadece insan oluşumdan dolayı hatta bazısı sırf üzerinde dünyaya geldiğim toprakların birtakım ırklara aitliğine dayandırıp birçok hüküm koyabiliyorlar üzerime. Şu'sun, bu'sun ve böyle olmalısın. Onlara beni ve bizi hiç tanımadıklarını nasıl anlatabilirim? Onlara beni tanıdığını düşündükleri bütün bu kuralların ruhuma uymadığını ve önüme koyup durmalarının beni yalnızca üzdüğünü nasıl açıklayabilirim?
Odamdayım. İlk paragraftaki gibi yatağımın yanına çöküyorum, avuçlarım yere değiyor ve üzüntüm böyle yoğunken hiçbir şey yapamayışımı düşünüyorum. Merlin dizisinde karakterin içinde güçlü bir büyü vardı, öfkelenince artan, üzülünce çileden çıkan, mutlu olunca çeşitlenen, elini üzüntüyle yere koyduğunda etrafı sarsan ve her şeyi parçalayan bir büyüyle içindeki her şey somut birer dışavuruma dönüşüyordu. Benim büyüm nerede bilmiyordum, avucumu yere değdirdiğimde hiçbir şey kıpırdamıyordu, içimin üzüntüden çürüdüğü günler oldu, öfkeden delirdiğim ama küçük yumruklarımı sıkmaktan öteye gidemediğim anlar yaşadım. Yine de hiçbir şey olmadı.
Hemen yanı başımda kendimi hayal ettim otururken, yüzüme bakıyordu, çaresiz ve sessiz duruşumu görüyordu. Garip bir anestezi altındaymış gibi gözlerimi belirli bir noktaya dikmiştim ve sanki evrende hiçbir hareketimin karşılığı yokmuş gibi donuktum.
Dizlerini kendisine çekti, kollarını sardı ve çenesini koluna yasladı. Hâlâ bana bakıyordu dikkatle. Benim için hiç de anormal bir atmosfer değildi bu, daha önce onlarca defa kendimi içimdeki çeşitli mekanlarda yahut evimin odasında kendi varlığımla beraber hayal ederek incelemiştim. Alışkanlık olsa gerek diyaloglar vasıtasıyla yapılan tatlı ve derin incelemeler her yoğun duygu anımda beni kendine çekiyordu.
Yere uzanmışım
Ölmüşüm, ama tam değil
Ölmeyi denemek bir anda öyle anlamlı gelir
Ölmeyi denesem bile yaşamak anlamsız değil
Çünkü hiç koşmadım
Ya da yollara düşmedim
Tenim daha karışmadı
Güneşe
Bir süre sadece bu şarkıyı dinledik. Ben yere bakıp boş karanlığı izlemeyi sürdürdüm, soyut evrenimdeki Dilara da beni izlemeyi sürdürdü.
Bir aralık gözlerimi kırptım hızlıca, donukluğu bozdum.
'Hiçbir şey yapamıyor değilsin' dedi ve sessizliği bozdu.
'Kılıçları bilemek hiçbir şey yapmamak değildir, kirpiklerin birbirine değiyor ve kılıç bileme sesleri çıkarıyorlar. Duymuyor musun?'
Yüzümü ona çevirdim, öyle ki soyut alemi falan bırakıp bizzat gerçek hayatta kafamı hareket ettirerek gözlerimin boşluktaki hedefini değiştirdim. Artık yerdeki başka bir karanlığa bakıyordum. En sessiz ve duygulu anlarımda göz kırpmalarım hep anı bozan sessiz hamleler gibi gelmiştir, daima bunun üzerine kendime edebi bir ironi yaparım aklımda. Ama bu seferki epey hoşuma gitti. Öfkemin sertliği kayboldu.
'Kılıçları kime yöneltmeyi planlıyorum?'
Gözlerini kısarak baktı, insan kendi gözlerine baktığı bir hayal ile soğuk gerçeklikten ötede, samimi ve güvenli hissediyor.
'Kendine.' diye cevapladı. 'Fakat burada kılıç olumsuz bir yok edişi değil seni kurtarma arzusunu taşıyor. Dünyanın ve insan topluluklarının karmaşasından kopup ölümün herhangi bir dünü veya herhangi bir yarını düşündürmeyen sakinliğine ulaşmayı arzuluyorsun. Aurora'nın şarkısındaki gibi. 'Hiç zarar vermek istememişti. Tüm bunları beni yaşanacak korkunç şeylerden korumak için yaptı. Beni merhametinden öldürüyor.' Senin kendine karşı hiçbir zaman düşmanlığın olmadı. Aksine, bütün ölüm düşüncelerin kendini kurtarma inancı temelinde büyüdü.'
Gülümsüyorum.
'Sanırım Cioran dünyadan çıkabildiğin bir kapının olmasının -intihar- her şeyi daha katlanılabilir kıldığını söylerken haklıydı. Çıkış kapısı olmasaydı inanılmaz bir boğulma hissi altında mahvolurdum. En azından acil çıkışın varlığı beni daha güvende hissettiriyor.'
Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapattım.
Güneş ışığı okyanusların ve denizlerin 200 metre altına kadar yeterli aydınlık sağlayabiliyor, 1000 metre ötesi ise tamamen bilinemez bir karanlıkta kalıyor. İçimin kaç metre altına kadar dalabilirim ve aydınlığım beni hangi sınıra kadar götürebilir?
Bir gün çok derine dalacak olursam, karanlıkta kalan yanlarıma elimi uzatırsam ve çizginin ardına geçersem ne olacak?
Sanırım öğrenmek için yazı yazmayı sürdürmeliyim.
Çünkü zihnimin ışığın ulaştığı görülebilir köşelerini bile tam anlamıyla keşfedebilmiş sayılmam. Gezegenimizdeki okyanusların bile yalnızca yüzde beşinin keşfedilebilmiş olduğunu düşünecek olursak, içimi hiçbir yere ve hiçbir kalıba sığdıramazlar diye düşünüyorum.
Yatağımın köşesine çökmüşken belki de yazı yazmaya yeniden başlamak için nedenimi bulmuş oldum.
İnsanlığımı reddediyorum ve bir okyanus olmaya başlıyorum. Bir gün dünyada yaşayacak hiçbir yerim kalmazsa okyanuslara feda olabilirim, hücrelerim okyanusun derinlerine yayılabilir.
Yoğun hüzün bulutum dağıldı, herkesin bir düzen kurmak ve bir düzeni diğerlerine kabullendirmek istediği bu dünyada her şeye rağmen kendi iç dünyamı korumak umuduyla şimdi bu yazıyı sonlandırıyorum, sonra da uyumaya geçiyorum.
Gecenin şarkısı: Gagauz Oglan - Kutanin & Olga Stoykova
1 note · View note