Text
4-2 ) Dönüş (Возвращение) .. Soğuk bir hikaye
youtube
Vurucu sonlu film konusu açıldığında aklıma mutlaka bu film gelecek artık .. Film sürekli soğuk ve tüyleri diken diken eden bir atmosferde geçiyor .. İstemeseniz bile sürekli karakterlerle bir empati içine giriyorsunuz .. Bu yüzden filmin akışına kapılmamak elde değil ..
Filmde her şeyi açıklayacakmış gibi görünen detaylar film bittiğinde boş bir kutu misali yüzümüze çarpılıyor ve filmin bu kadar basite indirgenmemesi gerektiği bize hissettiriyor ..
Final sahnesinin vuruculuğu zaten tartışılmaz .. Hikayenin çok farklı bir yöne evrilmesi beklenirken birden bire ortaya çıkan kaosla hikayenin yönü tamamen değişiyor .. Karakterlerin içine düştükleri durumdaki duyguları iliklerimizde hissediyoruz .. Derken aksilikler üst üste binmeye devam ediyor ve film hala biz bir beklenti içerisindeyken aniden bitiyor ve böylece filmin vermek istediğini aslında çoktan verdiğini ve geri kalanın aslında o kadar da önemli olmadığını kavrıyoruz ..
Okuduğum kritiklerde arkaplanda baba figürü üzerinden din eleştirisi yapıldığını okudum ama benim aldığım mesaj aynı figür üzerinden Sovyet rejimi ve bolşeviklerin eleştirisiydi -Ruhların Kaçışı'nda bile kapitalizm-komünizm teması bulan benim için çok da şaşırtıcı değil gerçi- .. Sanatın gücü tartışılmaz; her bakan farklı bir şey görüyor ..
youtube
0 notes
Text
5-2 ) Natsume Yuujinchou .. Bir parça huzur
youtube
Japon sinemasının aile ve doğa gibi klasik öğelerinin bu animede başarılı bir şekilde kotarıldığını söylemek mümkün .. Tabii ki sakin animelerin vazgeçilmezi olan ruhsal varlıklar da burada yerini almış ve bu tarz bir yapımdan bekleneceği üzere güçlü metaforlar içeriyor .. İyice özümseyerek izlemek şart ..
youtube
Bu anime -kısmen 6. sezon hariç- izleyicide bir sonraki bölüm beklentisi oluşturmuyor .. Sadece anı yaşatıyor ve bunu başarıyla yapıyor .. Gerek çizimlerdeki renk seçimi gerek arka plan müzikleri olsun animenin geneline bir huzur ortamı hakim .. Karakterleri kötü bir ruh kovaladığında bile bu huzur atmosferi etkisini kaybetmiyor .. Bunu tam olarak anlayabilmek için izlemek şart .. Yer yer işleme biçimi değişse de -özellikle 4. sezon sonrası dönemde- anime temelde hep bu çizgide ilerliyor ve ortaya Japon sineması ve Japon animesi gibi iki kutbu birleştiren gayet başarılı ve özgün bir yapım ortaya çıkıyor ..
youtube
0 notes
Text
6-1 ) Kedi ve Fare, Günter Grass .. Seçimlerimiz her zaman bize ait değildir
Grass'ı ilk okuyuşum .. Kalemini beğendim ki zaten Nobel'le de tasdiklenmiş kendisi .. Kitaba gelince gayet akıcı -uyku açacak seviyede değil ama sonuçta fantastik kurgu değil bu- bir ilerleyişi var ve anlatmak istediğini gayet güzel anlatmış .. Mesajını fazla dolaylamadan ama pat diye yüze de vurmadan aktarabilen kitapları özellikle severim ..
Bunun haricinde konunun işleniş tarzı özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında görmeye alışık olduğumuz marjinal bir karakter -evet, Forrest Gump gibi- üzerinden işlenen olay örgüsü işini benzerlerinden -özellikle Hesse, yer yer London ve hatta erken dönem Steinbeck- öteye götürememiş .. Fare meselesinin de gereğinden fazla üzerinde durulduğu kanısındayım ..
Tabi savaş dönemi Almanyası hakkında bir romandan bahsedersek akla hemen Remarque'ın başyapıtı gelecektir ama bu iki eseri kıyaslamak hatta olur benim gözümde zira benzer gibi görünseler de alanları çok farklı ..
Bu kitap ayrıca bir nevi yazarın otobiyografisi ve özeleştirisi de sayılabilir -ayrıca kapak illüstrasyonu da yazara ait- .. Bu yönden de başarılı bir deneme olarak incelenebilir .. Ama yazarın daha özgün bir biçimde dokuduğu bir çalışmayı da okumak isterim .. Teneke Trampet'i listeme ekledim ..
0 notes
Text
5-1 ) Mushi-Shi .. Sanatsal animenin tanımı
youtube
Daha yeni bitirdiğim anime Mushi-Shi listemde adını sağlam harflerle yukarılara yazdırdı .. Genel anime mantığının aksine burada aksiyon, heyecan ve sürekli doludizgin bir beklenti uyandırma yok .. Bunların yerine bol bol metafor, durum betimlemesi, duygu aktarımı ve enfes doğa çizimleri var .. "Aç, kenarda dursun, dinginleştirsin." tarzı, adını bilmediğim müthiş rahatlatıcı bir enstrümandan -introlar hariç ama onlar da fevkalade- çıkan müzikleri de cabası ..
Zihnimizin derinliklerinde saklı kalmış veya her gün deneyimleyip aldırış etmediğimiz duygular mushi adlı varlıklarla -mushi böcek demek ama burada farklı anlam ve kanjiyle kullanılmış- somutlaştırılmış ve her bölüm farklı bir hikayeyle işlenmiş .. Japon kültürüne ve kanjilere aşina olmayınca metaforların çoğunu kaçırıyorsunuz -çevirmen notlu bölümlerde fark ettiğim üzere- ama yine de yakalayabildikleriniz de yetiyor ..
Ben karakter gelişimi hikayelerine bayıldığım için favorim kesinlikle Ginko'nun orijin bölümüydü ama 2. sezonun enfes final bölümü onun yerini alabilirmiş gibi de geliyor .. Tabi bu 2. sezonun sonuna kadar pişerek gelip artık hikaye evrenindeki olayları daha iyi anlayıp daha çok metafor yakaladığım için de olabilir ..
Kısacası sanatsal bir anime nasıl olurdu denilse böyle olurdu diyerek Mushi-Shi'yi gösterirdim .. Her yönüyle dört dörtlük -gerçi 2. sezon 1.'ye nazaran daha fazla romantizmin -akım olan- etkisindeydi ama bunun için puan kırmam- ..
youtube
3 notes
·
View notes
Text
2-2 ) Kopenhag, Danimarka (2) .. Make It Double
Haziran 2019 .. O gün planım Stockholm'den yola çıkıp yol üzeri Malmö'ye de uğrayıp sonrasında Kopenhag'a ulaşmaktı .. Aslında esas varış noktam Amsterdam olacaktı ama yol çok uzun olduğundan -direkt gidilirse o kadar da uzun değil ama ekstradan rezervasyon ücreti de ödenmeli- bunu 2 güne yayacak ve geceyi Malmö'de geçirecektim .. Ama Malmö'de pek hostel yoktu, olanlar da çok pahalıydı .. Ben de yarım saatlik mesafedeki Kopenhag'a uğramaya karar verdim .. Kopenhag'a varışım erken olsaydı orada günümü geçirecektim ama Malmö'yü beğenince orada biraz fazla oyalandım ve Kopenhag'a varışım 21'den sonra oldu .. Daha önce tren istasyonuna gelmemiştim ve yerini bilmiyordum ama tam da Tivoli'nin (dünyanın en eski lunaparklarından) arkasındaymış .. Tren beni tam da merkezin kalbine bıraktı yani ..
Kopenhag beni çok sıcak karşıladı .. Trenden iner inmez eşsiz havası ve mükemmel kokusuyla beni gevşetti ve tüy kadar hafifleyip tanıdık sokaklara ilerledim .. Geçerken Düşünen Adam'a da bir selam çakıp Tivoli'nin önündeki meydana çıktım .. Hemen suya ulaşmak istiyordum ama meydanda akordeon sesi duyunca biraz dinlenmeye karar verdim, sokak müziğini severim ..
Daha önce ocak ayında Erasmus bağlantısı bulmak için kampanyadan bulduğum ücretsiz biletin katkılarıyla bir haftalığına Kopenhag'a gelmiştim .. Hiçbir beklentim yoktu ve şehri beğeneceğimi pek sanmıyordum ama şehire tam anlamıyla aşık oldum .. Evet, belki bir kolezyumu veya Louvre'u yoktu ama tüm şehrin kompozisyonu burayı gözümde en yaşanılabilir şehir kılıyordu .. Detaylar mükemmel değildi ama büyük resim öyleydi yani .. Sonunda Erasmus işim olmadı -profesör benden CV istedi ve ben CV'mi o an peçeteye yazıp verebilecek seviyedeydim, adımdan başka bir şeyim yok- ama eve mükemmel bir şehri deneyimleyip döndüm .. Üstelik bu şehir listemde no:3 oldu ama bazen no:1'i hakettiğini düşünmeden edemiyorum .. Gerçi yaşanılacak şehir olarak kesin no:1, orası ayrı ..
Meydandan ayrıldıktan sonra tanıdık sokakların arasında kaybolarak hostelime ulaşayım dedim ama kaybolma işim çok uzun süremedi çünkü sonunda mutlaka sokağı tanıyordum ve kısa sürede hostele vardım .. Hostele girmeden en sevdiğim ikinci yer olan Rosenburg'un halen açık olduğunu gördüm .. Kışın erken kapanıyordu -17.30'du galiba- ama yazın bu saat ileriye çekilmişti .. Kahvaltılarımı kahve ve sıcak çörekle burada yapmıştım hatta bir keresinde kar yağışı altında marketten aldığım malzemelerde burada öğlen yemeği için sandviç bile hazırlamıştım .. Bahçede biraz vakit geçirdikten sonra hostelime giriş yaptım .. Çantamı bıraktıktan sonra hemen yollara düştüm ..
Exchange'ler de kapanmıştı tabi ama geçen seferden kalma 50 küsür kronum vardı .. İyi ki de harcayamamışım .. Neyin ne zaman gerekeceği hiç belli olmuyor .. Fazla zaman kaybettiğim için marketleri kaçırmıştım .. Tuborg Classic -Danimarkalı firmanın sadece orada gördüğüm eşsiz birası- hayal olmuştu yani ..Ertesi gün kahvaltı için kullanırdım artık .. Ben de limana doğru yoluma devam ettim .. Kongens Nytorv'dan geçerken kışın yapılan tadilatın bitmiş olduğunu gördüm .. Meydan Kopenhag'dan beklendiği üzere çok güzel olmuştu ..
Nyhavn'a ilerledim .. Kışın aklıma gelmeyen sonrasında başka yerlerde görüp pişman arşivime katmadığıma pişman olduğum birkaç açıyı fotoğrafladım ve limandan sahile geçtim ..
Sahilin karşı tarafında opera binası yükseliyordu -Önceden sevmezdim ama bu satırları yazarken nedense haksızlık ettiğimi düşünmeye başladım- .. Otururken eşsiz Kopenhag kokusu ciğerlerimi dolfurdu .. Arkadaşlarıma bundan bahsettiğimde abartı olduğunu düşünüyorlar -'Hiç şehir kokusu olur mu?', 'Kokuyu nasıl hatırlıyorsun?', 'Abartma.'- ama belki şehrin çok sayıdaki meşhur pasta-çörek fırınları belki de deniz ve ormanları sayesinde şehir enfes kokuyor ..
Sabah 7.10'da trenim vardı ve 5.30'da kalkacaktım ama şehrin büyüsüne kapıldım ve ancak 2'den sonra yatabildim .. Günün yorgunluğu veya rahat yatağım sağolsun hayatımda ilk defa alarmı duymadım ve uyandığımda saat 6.30'u geçmişti .. Suymu doldurmaya bile vakit bulamadan çantamı kapıp koşarak -İskandinavya da Japonya gibi, burada koşmazsınız- 20 dakikalık yolu 10 dakikada aldım .. Hala vaktim vardı ve markete uğradım -burada erken açılırlar- sıcak çöreğimi, kahvemi ve öğlen için somon fümemi -maalesef dereaotlu favorim kalmadığından karabiberli- kapıp gara ulaştım .. Ve sürpriz .. Peronum garda yoktu .. 9 3/4'i arayan Harry gibi kalakalmıştım .. İçeride biraz dolaştıktan sonra dışarıyı işaret eden bir tabelada numaramı gördüm .. Uygulamada tren yazmasına rağmen meğer vasıtam garın önünden kalkan bir otobüsmüş ..
Dışarıda feci bir kalabalık vardı .. Bir otobüse sığmayacak bir kalabalık .. Benim rezervasyonum da yoktu üstelik .. Kalabalığın çoğunun benim gibi Interrail'ciler olduğunu kahvaltı yaparken fark ettim .. Atik olan kazanacaktı ama ben çantamı bağaja vermeyip ufak -Avrupalı gençlere kıyasla hobbit kalıyorum- olmanın avantajını kullanarak yanıma aldım ve yerimi kaptım ..
Otobüs Rödby'ye vardı ve oradan tren aktarması yapacaktım .. Uygulamada zorunlu rezervasyon göründüğü için terimi rezerve etmiştim ama yanımda oturan Interrail'ci etmemişti ve hiçbir sorun yaşamadı .. €10 boşa gitti yani .. Trenin feribota binmesi çok ilginç bir olaydı benim için .. Denizde 1 saate yakın vakit geçirdik .. Denize karşı sigara içme keyfi de cabası ..
Öğlen yemeğimi Hamburg'ta somon füme ve gardan aldığım tost ekmeği ziyafetiyle tamamladım .. O kadar lezizdi ki sonraya burakmayı düşündüğüm birkaç sandviçi bırakamadım bile ..
Tabi plandaki tren direkt Amsterdam'a gidecekti ama ben bu zaman kaybı yüzünden bir sonraki trene binip Amsterdam'a aktarmalı vardım .. Ama buna değdi .. Zira Hamburg da benim no:5'im oluyor ve geçerken selamlaşmamak olmazdı ..
0 notes
Text
3,4-1 ) Le vent nous portera
youtube
Geçen gün TRT 2'de Ma Vie de Courgette'i izledim .. Filmin yayınlanacağını yayın akışında görmüştüm ve beni çeken Fransızca olmasıydı .. Bir ara sırf dilimi geliştirmek için Fransızca filmlere yüklenmiştim ama sonra internet sıkıntısından dolayı bırakmıştım .. Film başladığında Türkçe dublaj olması beni şoke etti .. Normalde TRT 2 filmleri hep orijinal dilinde verir .. Ama başlamışken devam etsin zaten daha iyi bir işim yok diyerek izledim, pişman da olmadım .. Stop-motion animasyon olarak gayet başarılıydı ve yetimhane konusunu genel 'sorunlu, kötü ortam' atmosferinden daha farklı işlemişti .. Filmin sonunda duyduğum şarkı bana tanıdık geldi .. Daha önce Spotify'da dinlemiştim -yine dilimi geliştirirken- ama ismi aklımda kalmamış .. Şarkının tanıdık gelmesi benim için şarkıyı beğenmekten -garip bir şekilde- daha önemli çünkü beynimde bir bağlantı oluşturarak şarkıyı daha kalıcı bir hale getirmiş oluyorum bence .. Biraz uğraştıktan sonra şarkıyı buldum (mikrofonum arızalı olduğu için hemencecik Shazamlayamıyorum) .. 2 gündür bana yapıştı ve farklı versiyonlarını da dinliyorum ..
youtube
Garip bir şekilde kısmıyla ilgili de bir anım var .. Lisedeyken kantindeki televizyonda Iron Maiden'ın bir şarkısı çalmıştı .. O zamanlar içinde henüz yeni olduğum metal müzik dünyası hayatımın büyük bölümünü oluşturuyordu ve bu raslantı beni yoldan çıkarmıştı .. Normalde hiç sevmediğim pop şarkıları çalan kanallarda bir metal parçasının çalması benim için bir mucize gibiydi .. Arkadaşlarım ya buna zaten alışıktı ya da bu onlar için o kadar da anlamlı değildi ama ben aynı şarkıyı telefonumda da açıp zamanlamasını eşitleyip bir konserdeymişçesine headbangle kendimden geçerek kendimi bir güzel rezil etmiştim ..
youtube
0 notes
Text
2-1 ) Oslo, Norveç .. Derin Gökyüzü
Haziran 2019 .. Yine üzerimde bir heyecan .. Yola çıkmanın verdiği o karmakarışık tanıdık his .. 3 saati civarı bir uçak yolculuğuyla Oslo'ya varıyorum .. Uzun bir turun ilk durağı olacak .. Gümrükte bizi bir sürpriz bekliyor .. Upuzun bir sıra ve sadece iki gişe -ki onlar da pek yavaş- çalışıyor .. Yarım saate kadar gişelerden biri kapanıyor ve sayı bire iniyor .. Derken birden arkadan bir kalabalık hücum ediyor .. Amerika'dan bir uçak dolusu -bayağı büyük bir uçak galiba, sıra bizim iki katımız ve koridorun bitimine kadar uzuyor- yolcu geliyor .. Acıyarak bakıyorum, muhtemelen akşama kadar bitmez onların sırası .. Derken dört gişe daha açıyorlar ve yarım saate kalmadan bu upuzun Amerikan kuyruğu bitiyor .. Biz halen bekliyoruz tabi .. Yaklaşık üç saat sonunda sıra bana geliyor .. Ahiret sorgusu gibi .. Daha önceki gümrük geçişlerimde bana sorulanların toplamının on katından fazla sorguluyorlar, hatta onların sormadıkları soruları da ekliyorlar (Kışın Kopenhag'a gelmişsiniz, neden?). En sonunda gezi planımın ziyadesiyle vasat olduğunu ekleyerek geçmeme izin veriyorlar ..
Normalde varışımda hemen şehire inmem .. Bir yorgunluk kahvesi içer, havaalanını biraz gezerim .. Ama Oslo'da böyle olmadı .. Gümrüğün yorgunluğuyla hemen dövizimi bozdurup ilk trenle merkeze doğru yola çıktım ..
Merkeze kadar olan yolculuk beni büyüledi .. (Normalde havaalanından merkeze giderken gördüklerim beni tatmin etmez ve "Keşke başka yere gitseydim be." düşüncesi aklımda filizlenir.) Oslo'nun dünyanın en yeşil şehri olduğunu okumuştum ama yol gerçekten de tamamen ormanlardan oluşuyordu .. Arada bir ağaçların arasında bir çatı görebiliyorum .. Derken birden merkeze vardık ve bu büyü sona erdi .. Çirkin gökdelenler merkezi kaplamıştı ve gayet yeşil olmasına rağmen kesinlikle dünyanın en yeşil şehri denecek kadar yeşil değildi .. Bizzati daha yeşil şehirler görmüştüm ama galiba hesaplamayı yaparken havaalanına kadar olan bölgedeki evleri de merkeze dahil etmişler ..
Şans bu ya tren garından çıkar çıkmaz yağmur başladı .. Normalde altında yürüyemeyeceğim şiddette değildi ama sırtımda çantam vardı -ıslanmasa iyi olur- ve yorgundum; karnım da acıkmıştı .. Gardaki fiyatlar bayağı yüksek geldi -Oslo sonuçta, normaldir- ama kampanyalı 2 küçük pizza menüsü aradan bana göz kırptı ve beş dakika içinde pek de ahım şahım olmayan pizzalarımı yiyordum .. Garın önünde yol öncesi sigaramı içerken yaşlı bir adamla kısa bir sohbet ettik -Oslo'ya hoşgeldin, burası pahalıdır ama çok güzeldir, kaleye çıktığına emin ol-. Sonra hostelime doğru yola koyuldum .. Yağmur hafiften çiseliyordu ama artık çantamın içine işleyecek seviyede değildi .. Hava çok güzeldi aslında .. 16 dereceydi ama insana kesinlikle soğuk gibi hissettirmiyordu .. Sımsıcak bir serinlikle -saçmaymış gibi geliyor ama gerçekten öyle-sarmalıyordu etrafımı .. Yaklaşık yarım saat yürüyüş mesafesindeydi hostelim.. Geze geze ilerlerken İskandinav mimarisini içime çektim .. Koyu renkli, sivri kuleli o kiliselerinin güzel bir örneği hostelime yakın mesafedeki güzel bir parkın kenarında yükseliyordu ..
Oslo'daki hostellerin pahalı olduğunu da ekleyeyim .. Avrupa'da kaldığım en pahalı hostel €33 ile Oslo'dakiydi, üstelik çok fazla alternatif de yok ..
Hostelime çantamı bırakıp ücretsiz haritamı da aldıktan sonra vakit kaybetmeden şehir turuna çıktım .. Turuma garın yanından başlayacaktım ve garın yanına kadar farklı bir rotadan dönmeye karar verdim .. Görebildiğim kadar sokak görmek istiyordum .. Derken kulağıma gelen müzik sesini takip edip kendimi farklı bir parktaki bir festivalde buldum .. Daha doğrusu festivalin kenarında .. Etrafını tamamen afişlerle kapatmışlardı ve içerisi görünmüyordu .. "Nerede beleş oraya yerleş." tutmayacaktı burada .. Tekrar gara doğru yollandım .. Birden 'kar' yağmaya başladı .. Kafamı kaldırdım ve ileriye baktım .. Hafif bir rüzgar esiyordu ve hava tüm sokak boyunca küçük pamukçuklarla kaplanmıştı .. Benzeriyle çok karşılaşmadığım bir görüntüydü bu .. Üstelik mevsimin yaz olması bunu daha şaşırtıcı kılıyordu ..
Gara ulaştıktan sonra Oslo fiyordunu izlemek için opera binasının üzerine çıktım .. Evet üzerine çıktım .. Oslo opera binası şehri ve fiyordu gözlemleyebileceğiniz çatısıyla meşhur .. Hayatımda ilk kez bir fiyort görecektim ve Oslo fiyordu her ne kadar batı Norveç fiyortlarından biri olmasa da yine de beni oldukça tatmin etti .. O muhteşem durgun suyu ve çevresindeki yemyeşil tepeler seyrine doyum olmaz bir kompozisyon oluşturuyordu .. Ama beni en çok büyüleyen gökyüzüydü .. Özellikle fiyorda bakarken fark etmiştim; gökyüzü olması gerekenden daha yüksekteydi .. Ayrıca çok silik, ilginç bir mavi tonu vardı .. Küçükken resim yaptığımda pamukla mavi boya artıklarını kağıda yedirip elde ettiğim tona benziyordu ..
Bir süre daha orada oyalandıktan sonra Karl Johans Gate üzerinden Oslo katedraline yollandım .. Katedralin altı pasajımsı bir şekilde restoranlara ayrılmıştı .. Bana biraz Berlin televizyon kulesinin yanındaki köprünün altını hatırlattı bu .. Oradan ilginç mimarisiyle diğerlerinden ayrılan parlamento binasına ilerledim .. Silindir merkez kısmı ve iki tarafa açtığı kollarının ucundaki aslan heykelleri ve karşısındaki çok güzel parkıyla tam bir görsel şölen .. Üstelik ilginç bir detay da parlamentonun kraliyet sarayının karşısına inşa edilmiş olması .. Ortalarındaki parkın da tam merkezinde tiyatro binası yer alıyor .. Onun yanında da üniversite var .. Bir gezimi pride etkinliklerine denk gelmeden bitiremediğim için tabi ki üniversitede pride standı vardı ve üniversite gökkuşağı bayraklarını çekmişti .. Bunu görünce tren garında gördüğüm bayraklar da anlam kazandı .. Sarayın bahçesinin yaklaşık yarısına girmek serbestti ve gölleri ve ağaçlarıyla gerçekten çok güzeldi .. Ayrıca şahane çiçek peyzajları da cabası ..
Turuma Oslo kalesi ile devam edecektim .. Çok uzak değildi ama sahil yolundan gitmeye karar verdim .. Sahil yolunun başlangıcında kaleye çıkan bir patika gördüm ama sahil kenarı aklıma düşmüştü bir kere .. Suyun kenarındaki banklardan birine kuruldum ve kenardaki balıkçıları izlemeye başladım .. Gördüğüm kadarıyla hiçbiri henüz bir şey yakalayamamıştı .. Derken yaşlı bir adamın oltasına aşağıda yüzen ördeklerden biri dolandı ve çırpınmaya başladı .. Çırpındıkça daha çok dolanıyordu ve yaşlı adamın tepkisinden anladığım kadarıyla iyi de çekiyordu .. Çevredeki diğer balıkçı gençlerin yardımıyla -anladığım kadarıyla onlar da turistti- ördeği kurtardılar ve tekrar suya, arkadaşlarının yanına bıraktılar ..
Oturduğum yerden karşı taraftaki yeni şehir görünüyordu .. Yüksek cafcaflı binalarıyla zenginliğin, eğlencenin ve alışverişin kalbi .. Kesinlikle benim ilgimi çekmiyordu .. Kaleye çıkma vaktimin geldiğine karar verdim ve oraya doğru ilerlemeye başladım .. Kale ilgi çekici görünüyordu ve tepede muhtemelen enfes bir manzara beni bekliyordu .. Ama girişe ulaştığımda kalenin 17.30'da ziyaretçilere kapatıldığını gördüm .. Saat 17.55'ti .. Sahilde oturma işini biraz erteleseydim veya kısa tutsaydım bu ücretsiz aktiviteyi kaçırmayacaktım ama şimdilik bunu sıradaki gelişime bırakmam gerekiyordu .. Hem Vigeland'a da gitmeyecektim zaten .. Heykeller pek ilgi alanım değildi çünkü haklarında pek bir şey bilmiyordum .. Zaten bir konuya ilgi duymanın şartı o konu hakkında bilgi sahibi olup daha fazlasını merak etmektir bana göre .. Yoksa duyulan ilgi sadece göstermeliktir ..
Katedrala kadar operanın yanından geçerek sahil yolundan gezine gezine gitmeye karar verdim .. Yol üzerinde ilginç bir anıt dikkatimi çekti .. Sahil kenarında yüksek bir askılığın üzerine onlarca denizci fanilası asılmıştı .. Anlamını bilmediğim gibi araştırmadım da .. Muhtemelen savaş şehitleri anıtı veya üniversite öğrencilerinin modern sanat projesi gibi bir şey çıkacaktı ve gizemi kalkacaktı ama bu haliyle anıt benim için daha ilgi çekiciydi ve bu büyünün kaybolmasını istemiyordum .. Biraz ileride dikkatimi akordeon çalan baba-oğul çifti çekti .. Çocuk henüz 10 yaşında bile olmamasına rağmen babasından aşağı kalır yanı yoktu .. Müziklerini dinleyip biraz bozukluk bıraktım .. Her ne kadar seyahatlerimi minimal bütçe ile yapıp her şeyden kıssam da sokak çalgıcılarına her zaman para bırakırım .. Bana yaşattığı anlık zevk karşılığında akşam yiyeceği yemeğin içinde benim de bir katkımın olması düşüncesi hoşuma gider .. Müziği biraz daha dinledikten sonra katedrale doğru yola koyuldum .. Niyetim bir Oslo magneti almaktı .. Daha erken geldiğimde birkaç magnet görmüştüm ama koleksiyonuma o kadar da uyumlu değillerdi .. Daha iyisini bulamadığım için mecbur birini alacaktım artık .. Ama caddeye vardığımda tüm seyyar tezgahların ve çevredeki dükkanların kapatılmış olduğunu gördüm .. Saatime baktım .. Hava halen güneşli olmasına rağmen saat 23'e geliyordu ve doğal olarak tüm dükkanlar kapanmıştı .. Kuzeyin azizliği işte, güneşe bakarak saati tahmin edemezsiniz .. Ertesi gün sabah 7'de trenim olduğu için Norveç'ten mecburen magnetsiz ayrılıp tekrar gelişimi garantilemiş olacaktım ..
Saate bakınca karnımın acıktığı aklıma geldi .. Şansıma hemen yan sokakta 7-Eleven'ın bir şubesini görmüştüm .. Kapanmadan oraya yetiştim ve sosisli sandviçimi aldım .. İskandinavya düşük bütçeli gezginler için yemek konusunda pek alternatif sunmuyor .. Tabi ki McDonald's falan var ama ben farklı şeyler denemeyi isterim .. Buraya gelmeden önce internete Norveç'te pek çok seyyar satıcı olduğu ve geyik sosisi yaptıklarını okumuştum ama ne satıcılara ne de geyik etine denk gelmedim .. Galiba bu olay Norveç'in diğer şehirlerine özgü ya da sadece şanssızım .. -Geyik etini sonradan Stuttgart'ta denedim gerçi-
Sandviçimi yedikten sonra hostelimi bulmak için yola çıktım ama haritamda merkez bölge haricindeki sokakların çoğunun ismi yazmıyordu .. Ben de kestirmeden gitmeye çalışırken yolu iyice karıştırdım ve haritamda gözükmeyen büyükçe bir kilisenin yanına vardım .. Önündeki banka oturup sigaramı yaktım .. Yoldan geçen bir genç benden bir sigara isteyince sohbete başladık .. Yasadışı borsa oynadığı için evini kaybetmiş -galiba yasal olanda bir miktardan fazla yatıramıyormuşsun- şimdi evsizmiş .. Norveç çok pahalı olduğu için burada hayatı oldukça zormuş ama Avrupa'nın başka bir ülkesine geçmeyi düşünmüyormuş .. Galiba Norveç'in huzuruna alışan buradan kolay vazgeçemiyor, başka bir ülkede daha az acı çekeceğine burada -cennet vatanında- kalmayı yeğliyor ..
Son olarak bana kaleye çıkıp çıkmadığımı sorup yarama tuz bastıktan sonra sigarasını bitirdi ve yoluna devam etti .. Saat 12'ye geliyordu ve hava kararmaya başlamıştı .. Hostelimi bulmaya çalışıyordum ama pek başarılı değildim .. Elimde açık haritamla bir köşeye dikildiğimi gören gençler bana yolu tarif etmeseydi bir süre daha beklerdim orada .. Hostelime çok uzak değilmişim aslında .. Gençler bana birkaç sokak ötedeki hostelimle adaş oteli tarif etmişti ama ikisi birbirine yakındı ve hostelimi kolayca (!) buldum .. İskandinav insanının havası gibi soğuk olduğu yazar her yerde ama bana göre Avrupa'nın genelinden daha sıcak insanları .. En azından benim karşıma çıkanlar öyle ..
Sabah 6'da yola çıktım .. Sokaklarda kimse yoktu ve hava buz gibiydi .. Urfa'nın kışından daha soğuktu desem abartı olmaz herhalde .. Gömleğimin kollarını indirip tüm düğmelerimi ilikledim mecburen .. Önceki gün bir yerlerden aldığım tarçınlı muffinimle kahvaltı yaptım kahvem de Oslo-Göteborg treninden geldi .. Oslo'dan hareket eden trenlerin yolcularına bir kahve ikrammış .. Kondüktör tüm yolculara birer jeton dağıttı .. Benim gibi olaydan habersiz bir turist olan karşımdaki yolcuyla birbirimize baktık ve bu jetonun hatıra para gibi bir şey olabileceğini düşündük.. Koleksiyonum için iyiydi bu .. İşin aslı sonradan yanıma oturan Norveçli bir yolcu jetonla gidip otomattan bir kahve alınca ortaya çıktı .. Jetonumu inmeden önce kullanıp kahvemi Göteborg'da sigara eşliğinde içtim .. Amcamın dediği gibi "Dumansız kahve imansız gider." ..
Oslo gezim biraz eksik kaldı ama zaten yakın zamanda -5 yıllık gezi planımda mevcut- Norveç'e bu kez dağları ve fiyortları için tekrar bu kez bir yol arkadaşıyla beraber tekrar geleceğim için bu beni o kadar rahatsız etmiyor .. Hem zaten Bergen'e gitmek için önce Oslo'ya gelmemiz gerekiyor ve yol arkadaşım mutlaka Oslo'yu da görmek isteyecektir ..
1 note
·
View note
Text
1-1 ) Bıkkınlığın Aritmetiği
Bir şeye başlarkenki hevesim çoğunlukla işe başladıktan kısa süre kayboluyor .. Çoğunlukla bu benim kendimi biraz yormak için bulduğum bir aktivite oluyor ama keşfederkenki tatlı yorgunluk işin genel hatlarını kavradıktan sonra yapılanın büyük bölümünü yeni deneyimler değil de ilk yaptıklarımın tekrarı oluşturmaya başladıklan sonra yerini monotonluğun genel bıkkın yorgunluğuna bırakıyor .. Yaptığım şeyden aldığım keyif azaldığında da bitip bitmemesini umursamadan hemen yeni bir aktivite arayışına geçiyorum .. En büyük kusurlarımdan biri bu .. Kendimce iki farklı açıklama getirdim buna ..
Birincisi "Başlamak bitirmenin yarısıdır ve 0,5'i yuvarlarsanız 1'i elde edersiniz." gibi bir şey .. Saçma gibi görünüyor ama bu cümle duygularımın en büyük tercümanı .. Bir işe başladığımda bu iş ile ilgili kendimi gelecekte bir yere konumlandırırım .. Bu benim hedefim olur ve buna ulaşmak için kendimi geliştirmeye başlarım ve gelişimimi aşağı yukarı kafamda planlarım -keşke yapmasam ama plansız yaşayamıyorum- ve buna uyarım .. Kısa süre sonra bu iş ile ilgili terimlere ve tekniklere aşinayımdır artık sadece bunlarda ustalaşmak kalmıştır geriye .. İşte sıkıntı burada başlar .. Gelişim planındaki ivmeme bakarım ve kendimi tepede varsaymaya başlarım sadece iki üç parçam eksiktir tepeden .. Bundan sonra yapılması gerekenler bellidir ve artık keşfedilecek bir şey kalmamıştır .. Sadece pratik ve zaten bilinenleri uygulamak vardır ve bu da bizzati monotonluktur bana göre ..
İkinci açıklamam (paragraf başı kurallarına riayet etmedim ama bazı yazım kurallarına uymayı sevmiyorum -yazım kurallarına aşırı hassas olmama rağmen-) Charlie Chaplin'in "The Kid" filminden bir alıntı içeriyor .. Filmde ailesini terk eden baba rolündeki karakter sadece bir sahnede gösteriliyor .. Sahnede kadın ve çocuğunun olduğu fotograf yanlışlıkla şömineye düşüp kısmen yanıyor .. Bunun üzerine baba fotografın geri kalanının da yanması için fotografı gerisin geri ateşe atıyor (tıpkı ona göre çocuk sahibi olamakla kirlenmiş olan kadına yaptığı gibi) .. Aktivitelerdeki bıkkınlık da buna benziyor bana göre .. Gizem denizi gibi görünüp gözünüzde yücelen o şey onun hakkında bilgi sahibi olduktan sonra artık kirlenmiş gibi oluyor, eski gizemini taşımıyor sizin için .. Hele bir de var olan bilginizle de bir eser ortaya koyup onu bir meyveyle taçlandırdıysanız artık bildiğiniz bu denizden ayrılıp yeni denizlere yelken açmakta bir mahsur görmüyorsunuz .. Tabi ki bir gün bu denize geri döneceksiniz .. Belki üç belki on deniz sonra .. En nihayetinde bu dünyadaki denizler sınırlıdır .. Her insan başlı başına bir dünyadır ve maalesef bulutlardan paraşütle atlamak her insanın denizlerinden biri değildir bulutlara yalnızca bakmak gibi ..
0 notes
Text
0 ) İlk yazı
Muhtemelen benden başka kimsenin okumayacağını düşünerek bu platformu günlük olarak kullanacağım .. Uzun zamandır aklıma gelen fikirleri, hoşuma giden şarkıları, gezdiğim yerleri, beğendiğim kitapları bir yerlere not etmeyi düşünüyordum ama kağıtlarla aram liseden beri pek iyi değil ve ne zaman bir şeyler çiziktirmek için otursam Arima'nın vasiyeti* gibi kağıt en sonunda boş kalıyor .. Birazcık da yazmaya üşeniyorum sanırım .. Ama böyle bir platformda yazılarımı biriktirmek benim için de daha kolay olur .. Instagram'ı kullanma sebebim de buydu zaten .. Like biriktirip havalı görünmekten ziyade anılarımı kolay ulaşılabilir bir platformda biriktirip sonra gözden geçirmek .. Sık sık kendi profilimi baştan sona gözden geçirir "ne gezmişim be, ne güzel eğlenmiştik o gün, vay be o kadar oldu mu vs." diye diye bakarım hepsine .. Bu blogun da bana aynı duyguları yaşatmasını temenni eder, kendime başarılar dilerim.
*Tokyo Ghoul
1 note
·
View note