biseylerbiseyler
bişeyler bişeyler ..
57 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
biseylerbiseyler · 3 years ago
Text
Annem beni öte dünyaya uygun yetiştirdi.
Onun aslı gül. Kadife yapraklarından bu dünyanın toprağına düşerken gövdesindeki dikenler yaralamış beni. Toprak hemen bağrına basar diye beklemişler olmamış, ölmemişim. Olmadım da ölmedim de. Bu dünya bana hiç uymadı. Annem bakmış olacak gibi değil öte dünyayı öğretmiş bana. Dikenleri, onların bana ettiklerini, toprağa böyle eksik yarım yamalak düşüşümü kabul edeyim diye zahir.
Başka diyarları bilmem. Hatta bizim sokağın ötesini bile tek başıma görmüşlüğüm yok. Ama cehennemi avucumun içi gibi bilirim. Annem beni cennete hazırlasa da cehennem avucumun içinde, biliyorum. Geceleri isyan ediyorum hep. Gündüz gözüyle namazımda niyazımda. Ama gece oldu mu şuramda bir huzursuzluk var ki mezara ölmeden koymuşlar da yılanlar gelmiş çöreklenmiş üzerime. Uzun süre hareketsiz kalırsam sabaha ölürüm diye beklerim her gece. Ölmem. Baktım ki ölmem kalkarım yeni gün doğmadan. Kararınca abdest sonra başlarım duaya. Beni yaratan Rabbime iki rekat farz iki rekat sünnet. Rabbim her şeyiyle mükemmel. Bana ise bacaksız bu bedeni layık görmüş. Bir bildiği var benim bilmediğim. Dört duvarı bana evren etmiş. Dışına bakmasın gece gündüz dua etsin bana demiş. Gündüz senin olsun rabbim ama gece benim. Gece yanıma şeytan bile uğramaz, gece öyle benim.
Yattığım divanın duvara dayalı üç yastığı var. Estağfirullah çeke çeke ortadaki yastığa sererim seccadeyi. Gece ay ışığında oynaşan dünyayı, dünyanın bütün deliklerini dolaşan zihnimi yerli yerine oturturum. Ölmediğime içlenmiş olurum ama yine de bir şükür sallarım az sonra doğacak güneşe. Güneş beni pek görmedi. Ona perdelerin ardından dik dik bakarım. Balkona da çıkarım arada, ama bakıyorlar. Beni görüp birbirlerine gösteriyorlar. Güneşin benimle bir derdi var belli ki, istese kamaştırır gözlerini beni saklar ama yok, ayan beyan ortadayım.
Önce farzı kılarım. Kıyam kendime göre. Yapabildiğim kadar. Bedenim kalbime hizalı başım dik. Aklım okuduğum Arapça duanın anlamında. Annemin hocası var. Anlamını bırak kalbini bozma demiş. Anlamadan iman et öylesi daha güzel demiş. Annem de durur mu hemen inanmış. Annem iman etmeye yer arıyor. Bunun benimle bir ilgisi var mı bilmiyorum. İkimizin suçluluğu ayrı ayrı. O bana baktıkça erir ben ona baktıkça kendimi toplarım. Kim çocuk kim anne karışır.
Rükûya eğilirim. Süphane Rabbiyel Azim. Çok zor gelir rükû. Bunu üç defa söyleyecek kadar beklemek bu yarım bedende hiç kolay değil. Ama söylerim anlamıyla söylerim hem de. Başım önüme düşüvermesin diye anlamlara tutundum, imanım da bedenim gibi gitgide güçten düşüyor. Öğrendim günlerce ağladım sonra. Büyük olan Allah her türlü kusur ve eksiklikten uzak demekmiş. Bunu üç defa söylemeye kusurlarım izin vermiyor. Ben Allah'ın dünyadan sakladığı, beni kendine ayırdığı kayıp parçasıyım. Gülden yere düşerken yırtılıvermiş bir deri parçası. Toprak içine almadı, rükûda bekletiyor beni.
Sonra korkarım. Bunu böyle düşündüğüme çok korkarım. Çünkü doğrulup rahatlarken Rabbim Semi adıyla her şeyi duyar, şükür Rabbim şükür var olmaya bin şükür derim. En sevdiğim kısım gelir yastığa kapaklanırım. Avuçlarım alnım yerde, toprağın kapısını çaldığımı hayal ederim. Al bu defa beni, al. Al. Almaz. Benimki secde değil benimki yalvarış. Benimki seccadelerden mezar beğenmek.
Ama biliyorum. Bir gün bir sabah vakti alacak beni, biliyorum. Güneş tam doğmamış olacak. Önden farzını kılarım hep, gidiverirsem birden, bir eksiğim de tam olsun. Annem niyetimi duyacak değil ya. İçimden şarkı bile söylesem anlamaz da ben korkarım. Sünnete kalmayacak hesabım, biliyorum. Güneş, doğduğunda fark edecek toprakla anlaşmamı. Belki biraz utanır bütün ışığını üzerime saçtığı için. Ay ışığı ve topraktan ümitliyim. Saklayacaklar beni. En çok gecelerini seveceğim mezarın. İçim rahat. Diğer ölülerle hemen eşitlenirim. Taşım herkesinki ile aynı olur. Üzerime çiçek miçek de istemem. Kimse yüzünü bana dönmesin. Yeryüzünde izim kalmasın.
Öte dünya alın yazım, avucumun içi gibi.
Sonunda cennete çıkacak bütün yollar ama benim topraktaki hesabım daha bitmedi.
0 notes
biseylerbiseyler · 3 years ago
Text
İçimizden Biri, Tweety
-Kızım benim nerem Tweety Tokatlıyım ben!
-Tabii canım. Zaten ilanda da sadece sarışın vatandaşlarımız başvursun yazıyor. Tviti Avrupalı ya.
-Saçımı falan boyatmam ben.
-Dalga geçiyorsun değil mi şu an? Bak akşama kadar düşün taşın, adamlar benden haber bekliyor. Şimdi gidiyorum. Görüşürüz.
Kapıdan öylece çıktı gitti. Hep böyle havalıdır kuzenim. Birlikte bana para kazandırmanın yollarını arıyoruz. Ek gelire ihtiyacım var zira beni işten çıkartmadılar. Zam da yapmadılar. Performans görüşmesi için aynanın karşısında hazırlandım, bir metin yazdım ezberledim, suya Ayetel Kürsi okudum içtim. Olmadı. Üç yıl önceki maaşımla duruyorum. Toplantıda. İşten atılanların işlerini de üstüme alarak üstelik. Başkaları nasıl yapıyor, lafı evirip çevirip istedikleri noktaya nasıl getiriyor hiç anlamıyorum.
Kuzenim ilgileniyor benimle. Müdürümün yerine geçiyor, söyleyeceklerimi çalışıyoruz. Onun gibi hızlı hızlı konuşuyor, güldürüyor beni. Konsantrasyonum dağılınca hadi baştan diyor. Baştan başlıyoruz. Şey diyorum, şey ile cümleye başlanmaz diyor. Neyle başlanır cümleye? Cümleye bir başlasam gerisi tıkır tıkır gelir, derdim başlayamamak. Olumlu düşüneyim diye alıştırmaların hepsinde zammı koparıyorum ama gerçek hayat öyle değil. Gerçek hayat bana bol gelen elbise gibi. Seneye de giyer diye büyük almışlar ama senesi gelince de modası geçmiş gitmiş. Olumlu düşünemiyorum. Kollarım ince, gömlek İspanyol dikim.
Sen nasıl Z kuşağısın demişti bir arkadaşım. Bende yetmişli yıllarda çalışan insanların sadakati varmış. Almanya'ya işçi olarak gönderildiğimi hayal ediyorum. Fıstık yeşili bir manto ile 302 model bir otobüse biniyorum. Biner binmez bir sigara yakıyorum yolumuz uzun. Saçım kabarık küt yanağımda bir benim var. Belgin Doruk mu oldum acaba. Sonra kuzenim giriyor hayalime. Bu sefer hostes olmuş. Bıçkın muavinler mini etekli kuzenimi kesiyor. Bana diyor ki niye uçağa binmedin. Hayalinde bile fakirsin kalk çabuk, böyle olmaz seni düzeltmemiz lazım. Önümdeki koltuğun arkasındaki küllüğe sigaramı alelacele söndürüp iniyorum otobüsten. Almanya acı vatan hayalim uçağa da gidemediğim için burada sona eriyor. Muavin otobüsün dışına pat pat vuruyor, bensiz gidiyor otobüs.
İlkin bir falcıya götürerek el attı hayatıma. Bağdat caddesindeymiş, giden bir daha gidiyormuş. Her şeyi bilen, kayıpları bulan, sevenleri kavuşturan falcı geleceğimde R, Ş ve Z harflerini gördü. Bunları tanıyor muydum, tanışmadıysam da adının içinde bu harf olanlara dikkat edecektim. İş değiştirecektim ama daha değil. Bir kaplumbağa vardı ev alabilirdim. Ev alabilirsin dedi kadın, böyle rahatça deyiverdi. Vakti belli mi dedim yok dedi. İntegralde limitin sıfıra gittiği bir denklem kuruluyor. Sesli söylemişim efendim dedi falcı kadın. Yok bir şey dedim, bozuldu. Sonra kart seçtim kılıçların kraliçesi mi ne, eli böğründe bir kadın, nasıl kraliçe bu. Çalışmam lazımmış. Allah razı olsun, onu yüz yirmi beş lirayı vermeden de biliyordum. Falcıyı kızdırmayacaksın, keşke anlatsaydım integral denklemini. Çıkınca kuzenim soruyor ne dedi, bildi mi. Hevesi kırılmasın diye harfleri söylüyorum. Yüz yirmi beş liramın çarçur olmadığına kendimi ikna etmek için harflere odaklanmam gerekiyor. Acele acele yürüyoruz o öyle yürür çünkü. Kaplumbağa ile hiçbir ortak paydamız yok şu an.
Bütün bu çabanın bir anlamı olsun diye kuzenimin ayarladığı kanaryalık teklifini kabul ettim. Bir ay boyunca hafta sonları animasyon yapacağım. Derdim ev almak değil. Oturduğum deliğin kirasını ödemek. Ev almanın zorluğundan henüz mustarip değilim. Bu zorluk için epey zengin olmam gerek. Şimdi ilk işim üzerinde "sıcak sıcak" yazan broşürleri alışveriş merkezinde salınanların elinde tutmalarını sağlamak. Hala broşürden medet umdukları için samimi ve iş bilmez bulduğum pideciye biraz üzüldüm. Evet, onlar için, bu broşürleri alanların az ilerideki çöp kutusuna atmalarını izleyebilirim. CEO'yu hayal ediyorum. Masasının arkasındaki duvarda düğmeli deri bir fon, fonun yanında dönemin başbakanı ile çekilmiş bir fotoğraf var. İspanyol model kolları olan bir gömlekle oturmuş turuncu plastik bir telefondan talimat veriyor.
"Neydi şu kuşun adı, hah tiviti ondan bulun bi tane, versin broşürleri gelene geçene."
Öğle yemeğinde kıymalı pide yiyoruz. Gerçekten çok sıcak. Kolesterolümle birleşen kostümün kafası ensemi ter içinde bıraktı. Sırtımdan inen su külotu popomun altına kadar ıslatmış. Para kolay kazanılmıyor, kaplumbağa çok yavaş.
Ayranın son yudumunu alırken kuzenime çektiğim fotoğrafları gönderiyorum.  Sadece kalpli emoji gönderiyor, yoğundur çok, bir şey yazamaz. Altı yüz lira alacağım bu işten. İki yüz lirasını önden verdiler, telefonun son taksiti bitti. Asansörle etkinlik alanına inerken içim sevinçle doluyor. Önümüzdeki ay artı iki yüzdeyim. Çocuklar annelerine, anneler bebeklerine beni gösteriyor. Turuncu yünden yapılmış ellerimde üzerinde sıcak sıcak yazan broşürler var ve ellerim terli. Dans etmeye başlıyorum. Ben dans ettikçe daha çok insan geliyor. Klimanın olduğu yere doğru seğirtip serinliyorum. Pop müziğin son dönem şarkıları çalıyor. Hiçbirini bilmiyorum, istediğim kıvraklığı gösteremiyorum ama oynadıkça rahatlıyorum. Klimanın serinliği üzerimdeki kalın keçeden ince ince sızıyor. Terin bacaklarıma ulaştığını hissediyorum. Birden tanıdık bir ses çınlıyor alışveriş merkezinin içinde. Lambada bu. Başka bir şey dileseydim keşke. Bir tane bile kalmaz bu broşürden bitti bu iş. Yalnız başına lambada yapılmaz ama alkışlar var izleyicilerim var, yalnız değilim ki...
Pazartesi günü ofise gittiğimde herkes sessiz sedasız çalışıyordu. Ahmet abi elindeki zarfları lastiklerken hayırdır gece beşik mi salladın diye laf attı. Bekar kız canım ne beşiği dedi Sevinç abla kikirdeyerek. Beşik neydi ya kağıtla oynanan oyun muydu dedim kahkaha attılar. Ne içirdiler kız sana diyor Ahmet abi. Ayaklarıma karasular inmiş haberi yok. Kendi sularım üstelik.
Kahvemi alıp masama oturdum. Bilgisayarı açarken Sevinç abla telefonuna bakıp bakıp gülüyor. Allah aşkına şuna bir bakın diyor. Ahmet abi WhatsApp grubuna atsana diyor. Telefonum ötüyor. Google'a bakıyorum oyunun adı bezikmiş. Kafam gerçekten gitmiş. Ofiste tanıdık bir melodi. Herkes telefonuna bakıp gülüyor. Açıyorum WhatsApp'ı. En başta kuzenimden gelen mesajı görüyorum. Sevinç abla ile aynı videoyu göndermiş. Bu sen misin yoksa... Emojiler emojiler emojiler...
Kendimi dışarı atıp binanın girişindeki merdivene oturuyorum. Sokak kalabalık. Kuzenim arıyor açmıyorum. Ne olmuş ki yazıyor, yüzün gözükmemiş ki yazıyor, yetmiyor bir daha arıyor. Açıyorum bu defa, neşeli sesiyle gönlümü almaya çalışıyor.
-Naber tokatlı tiviti?
-...
-Maşallah kız ne güzel kıvırmışsın. O kostümde bile belli oluyor.
-...
-Mezdeke işi gelirse kabul edelim. Yüzün de gözükmez, ha ne dersin tokatlı tiviti?
-Tweety Amerikalıymış yalnız.
0 notes
biseylerbiseyler · 7 years ago
Photo
Tumblr media
30 Kasım babamın ölüm günüydü. O gittiğinden beri geçen zamana baktığımda çok tuhaf bir şeyi dün gece fark ettim. babam yaşıyor.
tanıyanlar bilir babam çok neşeli biriydi. gülmeye vurma gibi acının içinde olduğu bir neşe de değil bildiğin komikti. bu sebepte uzunca bir süre çevresindeki hiç kimse, tanısı konmuş hastalığını da ardından gelen sonu da ona yakıştıramadı. hem daha 59 yaşındaydı babam.
Aytun'la kızımın doğum gününü planlarken 30 kasım olmasın da hangi tarih olursa olsun dedim. 27 kasımda doğum yaptım. Tıbbi olarak da tam zamanıymış kasımın 27'si.
son beş yıldır geçen kasım'ları düşündüm dün gece kızın beslenme saatini beklerken.
babam gittiğinde, 2011 yılında, dört gün sonra kuzenimin düğünü olacaktı. o an talihsizlik sanıyorsun ama aslında değilmiş. biz gidemedik tabii ama zor anlarda uzaktan da olsa bir mutluluğa katılmak hepimize çok iyi gelmişti.
2012'nin 30 kasımında birinci yılı olacaktı, ailece birbirimize çaktırmadan ağladığımız bir 1 sene geçirmiştik ki o kasım ayında ablamın Duru'ya hamile olduğunu öğrendik. tam üzülecektik yine bir mutluluk buldu bizi.
sonraki yılın kasım ayında barselona'da buldum kendimi. bu gezi için kasım denk gelmişti, mine öyle ayarlamış, ama o serinlik iç yangınına nasıl iyi gelmişti.
2014 yılının 30 kasımında, aynı zamanda işkolik olan, babamın mezarı başında dua ederken altı yıl boyunca biraz köpek gibi çalıştığım işimden istifa etmeye karar verdim. hayatımın dönüşüm ışığını işte o gün yakmışım. ertesi gün yani 1 aralıkta istifa ederken aklımda sadece hasta yatağında bile çalışan babam vardı ve ben öyle olmayacaktım. 2014 yılı kasım sonunun bir güzelliği de İpekli Mendil kitabımızdı. 1 aralık günü dönüşüm ışığımı yakarken seke seke cihangir'e gitmiş ve kitabımızı hazırladığımız arkadaşlarımla birlikte minik bir kutlama yapmıştık. daha iyi bir ''after party'' olamazdı, olmadı da.
2015 yılında evlendim ve kasım ayında harıl harıl Hiç Yaşanmamış İlişkiler Sözlüğü'ne çalışıyordum. meyvesi zamanın içinde saklıymış, hem harekette bereket de varmış.
2016 yılının kasım ayında ablamın ikinci çocuğu Doğu doğdu. tam Trump'ın başkan seçildiği gün 9 Kasımda. kulağına üflenen adı Özgür Doğu... Trump'ın seçildiği gün... ironiden anlamayan nesle ailece aşina değiliz ve ben ablamın doğumu için memleketteyken ve kuzenimin kızı Doğa'yı ayağımda tıngır mıngır sallar iken yayınevinden Mesud kitabımın basıldığı haberini verdi. kasım sonu yaklaşıyordu. tüyap kitap fuarına yetişiyordu kitabım, üstelik bir imza günüm bile olacaktı.
bu yılın 27 kasımda anne oldum. baharda ya da yazda doğum yaparım diye aklıma koymuşken üstelik. bir kış bebeği sürprizi.
şimdi geriye dönüp bakarken bu tuhaf iyilik hallerinde babamın bir parmağı olmadığına ikna olmam çok zor.
o hala bir yerlerde, kahrolacağımız anlarda başımıza iyi bir şeyler getirerek üzülmemize bir şekilde engel oluyor. belki gerçekten bir kürenin başına oturmuş bunları planlıyordur, bu da benim fantastik masalım olsun. ya da ailece genlerimizle ilgili bir konudur bu bilmiyorum. ama kürelere masallara sığınmak hangimize iyi gelmez ki...
babam da bize iyi gelmeye devam ediyor, kasımda tam ağlayacakken bi durun diyor, uzakta da olsa kontrol hala onda ve güle oynaya yaptığımız pazar kahvaltılarımız için dünya zamanının geçmesini bekliyor. kalabalıklaşıyoruz baba.
2 notes · View notes
biseylerbiseyler · 8 years ago
Text
kalan sağlar biziz
Arkadaş ben çok sıkıldım bu gitme muhabbetinden.
Giden gitsin kalan kalsın kime ne? Özellikle yaşlıların başka ülkeye gidin hayatınızı yaşayın baskısından çok sıkıldım. Ben hayatımı evimde, kendi mahallemde yaşamayı seviyorum belki size ne?
Hele hele bu yaşlıların yurtdışlarında çocuğu filan varsa onun başarıdan başarıya hippilikten hippiliğe koşan hikayesini de dinleyip övünmesine yardımcı olmanız gerekir ki bu daha feci.
Şimdi memleketin durumu ortada. Herkesin aklında bir kaçma planı var. Kimi çocuğunu yurtdışında doğurup, çocuk üzerinden kendine bir hayat inşa etmeye çalışıyor kimi diplomasıyla nerede ne yapabilirim’in peşine düşmüş.
Anlıyorum. Ben de ailemi ve yaşadığım şehri 17 yaşında terk ettim. Şimdilerde ülkeyi terk etmek isteyenlerin hissettiğine benzer bir duyguyla. Ha aynı ülkede kaldım ama aramızda hep en kısa sekiz saatlik mesafe oldu. Doğduğum yerle yaşadığım yerlerin arasındaki farka bakınca ülke değiştirmiş gibi bir şey de oldum :) Ama konu bu değil.
Konu mektep medrese görmüş, yaşını başını almış, unu elemiş eleğini asmış genç görünümlü emeklilerin ‘’ bu memleketten gidin, canınızı kurtarın’’ baskısı.
Yıllar önce bir arkadaşımla uzak ülkelerin anlatıldığı bir belgesel izliyorduk. Sohbet ederken babası artık dünyayı gezemeyeceği için onu çok kıskandığını itiraf etmişti. ‘’ Düşünsene, bu izlediğimiz yerlere gitmeye artık imkanı yok, nasıl büyük bir huzurdur o. Benimse içimde hep bir umut, hep bi karıncalanma ulan acaba diye beni dürten, bu umutla yaşanmaz’’
Kararımı çoktan vermiş olduğumdan benim de içim arkadaşımın babası kadar rahat. Ben kalanlar tarafındayım. Artık bir yerlere göçmeye mecali kalmamış ama başkalarına baskı yapmaya bayılan yaşlı insanlara da buradan sesleniyorum: Konunun, nedenlerin arkasına gizlenmiş korkularla, imkansızlıklarla filan ilgisi yok. Tercihler var, hayat kısa ve basit. Ben burada kalıp olanları göreceğim. Belki asıl macera buradadır ve ben de adrenalin bağımlısıyım belki ne biliyorsunuz? Bildik hippilerden ‘’ay ne serseri kız’’lardan olmak zorunda mıyım?
Oh be bir rahatladım he :)
0 notes
biseylerbiseyler · 8 years ago
Text
olayların nasıl geliştiğine dair ( bir kitabın perde önü )
masamda kendi kendime oynadığım bir oyundu yazdığım sözlük. babam biraz hastaydı o dönem, ama o konuya girmeyeceğim zira sonu kötü bitti. neyse işte,ben kendimi eğlerken kelimelerle, etrafımda benim gibi derdi günü kelimeler olan insanlar birikmeye başladı. bu kendimi teslim edebileceğim en iyi kumbaraydı. dallandı budaklandı, herkesin az çok bir kelimesi oldu içinde. sonra hikayeleri başladı. tabii ondan sizin haberiniz yok, belki ileride olur, hayatta kısmetten öte ne var ki... kısmet demişken, sözlük bugün ne olduysa hepsi kendi kısmetinden oldu. yanlışlıkla kocaman puntolarla yatay bir şekilde bastığım ve tekrar düzeltemediğim dosyam kendi kendine yürüyerek gitti, dergiye girdi. şimdi burada adını anmak istediğim çok insan var. o binaya Salih ile gitmiştik mesela. çıkışta kahve içmiştik. birkaç gün öncesinde Yekta Kopan ile telefonda konuşmuştuk. Kelimeleri alıp bir kat yukarı M.K. Perker'e çıkaran Yelda Cumalıoğlu idi. bu işte kısmet, buna sen ben sebep olamayız, kocaman bir sebep var o da yukarıda sanıyoruz, da değil, her neyse... sonra gel zaman git zaman... 7 kasım'da kuzenim Güzin'in ikiz kızlarından Doğa'yı ayağımda sallıyordum. yemeğini de yedirmiştik. iki gün sonra ikinci kez teyze olacaktım. Özgür Doğu tam da Trump'ın başkan olduğu gün ironi yapar gibi aramıza katılacaktı. ben Doğa'yı tıngır mıngır sallar iken Mesud Whatsapp'tan kitabımın sayfalarını çevirdiği videoyu gönderdi. ben Doğa'yı sallıyordum ama daha çok doğa beni. deprem gibi. Doğa henüz kendini kontrol edemediği için sol omzuma kusmuştu. bunu da selmiş gibi yapıp bereket ile sembolize edebiliriz, niye etmeyelim. kitabım Mesud'un sayfaları çevirmesiyle telefonumun ekranında havalanıyordu. ben dizimde üç aylık Doğa içimden halay çekiyordum.
On Kasım günü ilk teyze oluşumun kahramanı Duru'nun okuluna tören izlemeye gittim. Kadriye Abla (okulun müdürü, babamın ilk hanımdan olma kızı olduğunu düşünüyoruz) ile muhabbet ederken Bilgen aradı. ''Cumartesi imza günün var. '' bakın artık halay çekemiyorum. imkanım vardı, dizimde üç aylık bir bebek yoktu ama bu kadarı da fazlaydı. bana kalsa ben masanın altına saklanmak orada bir süre kalmak isterdim.
14 kasım günü zehirlenmişim Kadıköy'de yediğim lazanyadan. tam da ayın büyüdüğü süper olduğu gün. serumlar, ateşler, uçuklar, migrenler, antibiyotikler, valla bunlar hep nazarlar eşliğinde gittim imza günüme. mine bana facebook'tan yazar diye bir sayfa açmış. öğrendiğim sırada çay demliyordum içime bir sıkıntı oturdu. sıkıntıyla kapattım bildirimleri. sonra bir mail 'Eda Yavaş sayfasından çıkarıldınız.' hah tam olması gereken olmuş. Allah razı olsun. insan, dedim mine'ye, utanır şunu yaparken. arkadaşlarını davet et dedi. edemem dedim. sonra yeri geldikçe herkesten sosyal medyada görünür olmakla ilgili bir ton laf duydum. sosyal medyaya bir sana iki demek istiyor insan affedersiniz. keyfimizin kahyası bir dolu olaylar olaylar...
velhasıl bir kısmet bir bereket bir kendi kendine yolunu bulma hikayesi idi bu cılız bir masa lambasının altında başlayan. emeği geçen herkese teşekkür etsem bitmiyor çünkü emekler geçmeye devam ediyor. şimdi ben bu kadar emeği alıp ne yapayım. layık olmak çok okumak çok yazmak demek, yoksa kolaya kaçıp sosyal medyada sayfa mı açayım...
0 notes
biseylerbiseyler · 8 years ago
Text
içimizdeki hollandalılar ya da bir şort hikayesi
miladi takvim yıllardan 95'i gösteriyordu ve biz onbir yıl oturduğumuz evden üzüntü verici birçok nedenle taşınıyorduk. orta Anadolu'nun Aksaray ilinde medeni sayılabilecek bir muhitten çarşının ortasına, esnafın bol bulunduğu bir muhite geçmiş oluyorduk bu taşınma ile. yeni evimiz ikinci katta, dükkanların hemen üstündeydi. eski evimizden alışkanlıkla yerleşir yerleşmez kendimizi balkona attık. mutsuz gibiydik ama ben durumdan memnundum aslında. ya da tehlikenin farkında olmadığım zamanlardı diyelim. kapımızın önü bayram yeri gibi kalabalıktı, her gün bir sürü yeni insan görüyordum. tabii onlar da bizi görüyorlardı. ne zaman balkona çıkıp dirseklerimizi demire dayayıp etrafı izlemeye başlasak, birilerinin göz hapsine giriyorduk. küçük şehirlere sinsi bakışlar aracılığı ile yayılan ve insanı eve ya da örtüyle kapanmaya zorlayan muhafazakar yapıdan sanırım en çok gençliği yetmişli yıllara denk gelmiş insanlar rahatsız oluyordu. mesela annem. baş örtülü bir kadın olmasına rağmen gençliğinde giydiği mini etekleri ballandıra ballandıra anlatan annem. sonrasında eşarpla rahat etmiş babam da ses etmemiş. ne eteğimize karıştılar ne de şortumuza. giydiklerimiz konusunda herkesin haddini bildiği bir yapı kendiliğinden oluştu bizim evde. ancak çarşıda işler karışıktı. çarşıda gözler ''hey ben sana bakıyorum'' der gibi, affedersiniz yer gibi bakıyordu. balkona çıkmayı canımız istemez oldu. bakkala gitmek için bile evden epeyce hazırlanıp çıkmak zorunda kalmıştık. derken anneme geldiler ve yeter dedi, bu böyle olmaz, bize alışmak zorundalar. yeni görevimiz böylece belli olmuştu: muhitimizi kendimize alıştırmak. bize, balkonda durmamıza, şortumuza, kolsuz bluzumuza alışacaklardı, çünkü oradaydık ve vardık.
ablam, annem ve kardeşim sarışındır. ben ailemizin kara kızıyım. yine de arada kaynadım sanırım ki esnafla hafiften muhabbete başlamış kardeşime hiç beklemediğimiz bir soru geldi: siz Hollanda'dan mı geldiniz? öyle ya, tipimiz yani babam ve ben dışındakilerin tipi biraz Avrupalıya benziyordu, şort, kesilmiş kot, mini etek filan da giyiyorduk. herhalde orta Anadolu'da göz hapsinde büyümemiş olacaktık ki böyle rahattık. kardeşim Süha da yoo biz aksaraylıyız, demiş, banka evlerinden geldik buraya da.
büyük bir inatla devam ettik balkonda durmaya. çıkasımız yoksa bile annem hadi diyordu, balkona. bakkala düğüne gider gibi hazırlanmadan gittik. üzerimize değen bakışlardan rahatsız olsak da dişimizi sıktık. ve inanmayacaksınız belki ama alıştılar, kazasız belasız bir şekilde hem de. kafaları kalkmaz, gözleri gözümüze dikilmez oldu.
memlekete gidince o sokaktan geçerken zafer kazanmış bir komutan edasıyla geçerim hala. çünkü biz o zaman, yıllar geçtikçe daha çok idrak ettiğim bir hakkı gerçekten kazandık. ben buradayım ve varım arkadaş, sen kendi işine bak deme hakkını.
1 note · View note
biseylerbiseyler · 8 years ago
Text
babam için su çaldım.
babam mezarlara çok özenirdi. yıllarca her bayram iki dirhem bir çekirdek giyinir, hiç görmediğim dedeleri, halaları ziyaret ederdik. insan çocukken hiç görmediği birinin mezarına gidince onun gerçekte yaşamış olduğuna inanmıyor. büyüyünce de yaşadığını gördüğün, birlikte güldüğün ağladığın birinin öldüğüne. bu bayram babamı ziyarete gittim. insan böyle bir cümle yazınca hemen devam edemiyor. bi saniye.
ben aslında gidenlerin mezarlıkla alakalılarının kaldığına pek inanmıyorum. ama babam inanırdı. babaannemin karşısında dimdik dikilirdik ki bizi görebilsin, mesela. sonra işte çiçekler, üstlerinde bitmiş tuhaf otlar. yolunması temizlenmesi gerek. yeni yaşamlar yaratarak ölüme kafa tutmak için o mezarların sulanması gerek. kuşların su içebilmesi için mermerden yapılmış küçük saksıların dolması gerek. içlerindeki en anlamlı hareket bu belki, bilmiyorum. bilmediğim için işte, gider gitmez su aradım. şimdiye kadar hep, suyu gayet pratik bir şekilde bulan, oraları bilen birileri vardı yanımda. bu defa eşimle ikimizdik ve ikimiz de epey aşağıda kalmış çeşme dışında su bulabileceğimiz bir yer bilmiyorduk. babam tepede yatar. çeşme uzakta. bizi tepeye çıkaran kuzenim elif ile eşi olgu ve arabada henüz yedi aylık utku yaman var. bir an önce fatihamızı okuyup hareket etmemiz gerek çünkü hava feci sıcak ve sare teyzemin 4'te Ankara'ya otobüsü var. ibrahim (eşim) bir yana koşuşturuyor ben bir yana. bulamıyoruz su. litrelerce suyu her zaman hazır bulundurup annesinin babasının mezarını şakır şukur yıkayan babama bir tas su bulamıyorum. böyle bir şeye inancım yok ama bir görev bu. inançla görevi ayırmak lazım ve emin olun bazı durumlarda görev daha ağır basıyor. ya da canımdan bir parça ya, inanır oldum belki ben de mezarlığın gerçek olduğuna, bilmiyorum. çaresiziz. gidelim diyorum iboya. sonradan fena halde kafaya takacağımı bildiğinden sıcaktan perişan olmasına rağmen aramaya devam ediyor.
-toprağın içinden hortum çıkmış. su filan yoktu ama. -hortum mu çıkmış, o ne be? şener şen'le kemal sunal filmindeki gibi.
gözlerim dolu bunu söylerken ama aklıma gelmesine engel değil. kafam böyle çalışıyor, alıştım artık. içimden “bu sefer bulamadım ama en kısa zamanda geri gelicem, valla bak” diyerek babamla konuşuyorum. dua filan etmiyorum artık, su yok. derken. çitlerle çevrilmiş düzenli bir aile mezarlığının içinde bir ağacın altında içi su dolu beş litrelik bir şişe görüyorum. akabinde dalıyorum, kesik kesik adımlarla dua okuya okuya alıyorum suyu. Aksaray'ın bilindik soyadlarından bir aile. hadi yazayım kim olduklarını da “ünlü'ler”. babamın tam çaprazında yatıyorlar. beş litreyi damlasına kadar boca ediyorum. kuşlar için ayrılan yeri de unutmadan şakır şukur yıkıyorum mezarı. tam babamın yaptığı gibi. sülalenin gerisine suyum kalmıyor ama onlara da Fatiha okuyarak arabaya biniyorum. içim acayip rahatlıyor. söz veriyorum bir gün gidip hepsini tek tek yıkayacağım. tıpkı babam gibi.
1 note · View note
biseylerbiseyler · 8 years ago
Text
19 Ağustos 2016 saat 23 suları
şu an otobüsteyim ve yanımda biraz kilolu bir teyze var. cam kenarında olan yerime geçerken ‘ben felçliyim yavrum, hiç inmeyeceğim, istersen yer değişelim sana zorluk olmasın’ dedi. ben de inmem zaten önemli değil ama daha rahat edecekseniz siz geçin bu tarafa dedim, yok dedi, ben senin için söyledim. geçtim yerime. zayıf olduğuna sevindim kızım, dedi. gülümsedim. kendim için değil sen rahat edemezdin dedi. televizyonu açtı. müzik eşliğinde akan resimlere baktı kulaklık takmadan. sonra bir film açtı. isterseniz kulaklığı ayarlayayım dedim, gerek yok kızım dedi gülerek. bir süre morgan freeman'a bakarak dudakları kıpır kıpır dua etti. kahve içtik. ben sade o sütlü kremalı. 'kahve de içtim hap da aldım ama uyursam beni uyandırır mısın evladım ben çok horlarım’ dedi. e horlayın ne olacak ki dedim, 'hayır hayır lütfen bi dürtseniz hemen uyanırım’ dedi. şu an uyuyor, kendi müziğimi açmadım. uyutur diye otobüsün loş ışığında kitap da okumayacağım. zaten ışıklar kapandı, tuz gölünün gökyüzünde yıldız seçmeye çalışacağım. bu gece önemli bir görevim var. kalabalık aile sofrasından bir anda düştüğüm bu otobüs karanlığı ve dayanamadığım özlem duygusu yerini yıldızlı tuhaf bir huzura bıraktı.
2 notes · View notes
biseylerbiseyler · 9 years ago
Text
hortla kurtul
anneanneli, babaanneli, halalı, teyzeli, komşulu ortamlarda büyüdüğümden çok öğüt dinledim. annem de aynı şekilde öğütlerini severek dinlediğim insanlardan biridir :) o da yaşlı insanlarla uzun süre birlikte yaşadığı için vereceği mesajı hikayesi ile anlatmak konusunda derin bir birikime sahip. çok acayip hikayeler, meseller ( yanlış yazmadım, bana gelişi de böyle bu kelimenin ) dinledim ama annemin kararsız zamanlarıma ışık olsun diye anlattığı hikaye kadar tuhafını hiç duymadım. bu bir hortlak hikayesi:
zamanın birinde bir hayalet varmış. bu hayalet hortlayıp hortlamamak konusunda çok kararsızmış. bir gün yine kara kara düşünürken oradan geçmekte olan başka bir hayalet ''yahu ne düşünüyorsun bu kadar, hortla kurtul'' demiş. hayalet de hortlamış ve kararsızlıktan kurtulmuş.
bu kadar. kimin aklına geldiyse lafı hiç dolandırmamış. ne zaman kararsız kalsam annem -ki o sırada kendisiyle telefonda konuşuyoruzdur- hortla kurtul yavrum der, ne düşünüyorsun bu kadar, der.
ben de hortlar kurtulurum :)) hayalet olmak zor, hele ''oradan geçmekte olan başka bir hayalet'' yoksa👻
0 notes
biseylerbiseyler · 10 years ago
Text
Uyku tutmuyor sakınma gel!
Bu da böyle lanet gibi, ama yakayı da bırakmıyor. Geçenlerde bir yakınımızın eşi küt diye, gece, kalp krizi sebebiyle, başka bir -güzel olmasını umduğumuz-hayata geçiş yaptı. Durum sabah fark edildi zira eşler o gece hiçbir sebep yokken, belki havalar belki başka bir şey bilmiyorum, ayrı ayrı uyumuşlar. Sabah eşlerden kadın olanına eşlerden erkek olanının iş yerinden telefon geliyor. Kendisine ulaşamıyoruz nerede? Eşlerden kadın olanı yukarı kata çıkıyor, ev de büyük katlı kocaman, duşta filan olduğunu düşündüğü eşinin hala yatakta olduğunu görüyor. Sonrası malum... Acı çığlıkların metni olmaz... Yazılmaz.... Ama herkes de bilir. Allah bildirtmesin. Şimdi bir paranoya hasıl oldu ki bünyeye. Çünkü ben uyumam, bu ara hele uykuyla alıp veremediğim var. Uyku kendimi veremediğim, kalemle oynadığım bir ders gibi. Ve bu uykusuzluğum sık sık bölünüyor, gidip gelip nefes dinliyorum. Aklına böyle şeyler getirme diyor içimdeki bir ses, çünkü akla gelenler dua gibi işlev de görebilir. Korktuğun başına gelmesi gibi, e korkma o zaman. Şimdi uykum yok ama çalışacak halim de yok. Gidip yatacağım. Yanımızda nefes olsun, o da hepimize ninni olsun diye dua da edeceğim.
0 notes
biseylerbiseyler · 10 years ago
Note
Bugün okulumuzdaydın.. Bir kez daha sevdirdin okulumu o kadar kişinin arasında sen etkiledin beni. Ağladın ya hani... Duygulandırdın beni de. O kadar ünlü varken bir sana baktım okulum hakkında hatırlayacağım en güzel hatıram olacaksınız.Teşekkürler
Ben bunu şimdi gördüm. Benim için çok anlamlı bir andı. Sizin de daha nice güzel hatıra kalacak kıymetli anlar yaşamanız dileğiyle...
1 note · View note
biseylerbiseyler · 10 years ago
Text
Bu dünya benim memleket eyvallah da esas memleket nire?
Bir zaman sonra; burada çok uzun zamanları kast ediyor olabilirim; tarihler değişip farklı ekinler baş gösterse de tarlalarda... Henüz ekilmiş buğdaylar bayatlamış birer ekmeğe dönüşseler de kimsenin yemediği; aslında çok çok uzun zamanlar ama akıp geçtikçe tarif edilmesi daha zor; Bazı şeyler hiç değişmemelidir.
Mezarlıkta düşündüm ve farkettim; biraz acıyla farkettim hani şu acı sivri biberleri doğrarsın da sonra neye dokunsan acır ya hah işte o acı gibi ama daha büyüğü; insan bir yere ait olmayı en çok ölünce istiyor-dur. İstiyor olması normal-dir. Şimdi tabii bana konuşması kolay bir de ölülere sormalı; ki Allah yokluklarını göstermesin ölüsü bol bir aileyiz biz - ölüler unutulursa yok olur demişti ya biri o hesap. Hepsi de koyun koyuna mışıl mışıl uyuyor. Bu uyuma hikayesini de bizler, yaşadığını düşünenler, uydurduk da neyse artık konu o değil.
Konu şu ki birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan zamanlar belki de ölülerin zamanıdır. Yaşayanların - hele de kent soyluların - sıklıkla hissettiği 'yalnız kalma arzusu' ölünce bitiyor olabilir. Mesela ben tanımadığım insanların olduğu bir ortama girdiğimde hemen tanımak için birini seçerim; ki bunu herkes yapar; yapıyor gibi olduklarından şüphem yok, belki sırf bu yüzden hemen tanışılır benimle, memnun da olunur hani- bi de sorun bende değilmiş işte o zaman vallahi çok gülerim.
Ne diyordum? Ölülerin diyordum hele de ölür ölmez diyordum illa ki diyordum tanıdık birilerine ulaşması gerek diyordum. Bana kalırsa Azrail'in tipi ile sorunlar bitmiyor; hani kötülük yapanlara biraz korkunç görünürmüş ya; diyelim ki melek gibi güzel bir çocukmuş meğerse, ama seni götüreceği yerde kimseyi tanımıyorsun. İşte bu onun tipinden daha büyükçe bir sorun. Bizim mezarlıkta baktım da herkes birbirini birebir tanıyor. Bu büyük bir şans. Çünkü ziyaretçi için de sorun yok. Misal babaannene dua ediyorsun diyorsun ki inşallah cennettesindir babaanne; ki tam bu cümleyi kurarken göz ucuyla bakıyorsun halan da orada hemen aklından onu da geçiriyorsun ve anında ikisini de aynı cümlede aradan çıkarıyorsun. Aslında belki baban da o ara oralarda ama onunla henüz bu kadar sakin konuşamıyorsun. Çünkü o kadar uzun zaman geçirdiğin birini başka bir dünyaya henüz yakıştıramıyorsun. Uzun zamanlar dediğime yine geldik işte hani yeni ekilmiş buğdayların bayatlamış ekmek olduğu yere kadar geçen zamanlar. Şimdi tekrar yazınca da o kadar uzun gelmedi zaman. Cümleyi nasıl yazarsan yaz Dünya zamanı çok kısa azizim, çok kısa, bunu da böyle yaz. Ne diyordum? Ay yoruldum. İşte bu geçen zamanda kimi tanırsan tanı, kime memnun olursan ol, seni en çok tanıyanın olduğu yere gömül diyordum. Şimdi benim kütük değişince içimden sordum dedim ne olacak, Allah yokluğumu göstermesin hani unutulmayayım hesabı ( gülüşmeler ), er ya da geç ama sabit son nihayetinde...
Kütük dediğim de işte, seni nerede kim daha çok hatırlayacaksa orası aslında.
Belki de unutulmamak biri bir cümle kurarken adının yan göz marifetiyle o cümleye karışmasıdır kim bilir. Biz, yaşadığını düşünenler, bundan tam emin olamayız. Anca bu yazıdaki kadar işte.
0 notes
biseylerbiseyler · 10 years ago
Photo
Tumblr media
Şimdi benim aklımdan bunlar hiç çıkmaz. #diyarbakır
0 notes
biseylerbiseyler · 10 years ago
Text
Bir Başkasının Hayalinin Küt Diye Yıkılması Üzerine
Bir başkasının hayali içindeymişim dördüncü kattaki o evde uyurken. İnsan uyurken anlayamıyor. Rüyalarla oyalanıyor hepsi birbirinden renkli. Uyur uyanık, sağımdan soluma dönerken gördüğüm güzel rüyayı kendime anlatıyordum. Unutmayayım diye. Uyurken aklın başında olduğu ender anlardan biri işte. Bilirsiniz hani, gece duyulan garip küçücük sesleri bile işitiverdiğiniz o saydam anlardan. Öyle başladı, yani küçük küçük. Ama öyle devam etmedi sesler, büyüdü. Birden kendimi toprak zeminde uyanık halde buldum. Normalde deli bozuk yatarım ama içe doğru büzüşmüşüm. Ellerim bacaklarımın arasında sanki üşümüşüm. Kalktım baktım üzerimde yara bere de yok, pijamam var. İnsan bazen uyanıkken bile hemen anlayamayabiliyor. Toprağı silkeledim üzerimden. Burada bir ev vardı nerede, diye sordum yoldan geçen birine, demin o evde, dördüncü katta uyuyordum. Senin bu evde uyuduğun hayalini kuran kişi artık burada değil, diye cevap verdi yoldan geçen başka biri. O hayal kurmaktan vazgeçti. Sana kalan işte bu toprak zemin. Dilersen bekle. Belki bir başkası gelir senin içinde uyuduğun bir ev hayali daha kurar. Dilersen yürü git uzaklaş. Yol burada, sen bilirsin.
Yürüdüm tabii. Yoldan geçenin sesini dinledim. Bir daha kimsenin hayali olmayacağım bir yer arana arana... Gittim. Giderek uzaklaştım.
0 notes
biseylerbiseyler · 10 years ago
Text
Ben seçildim.
Regl Tanrılarıyla görülmemiş bir hesabım var. Evet Tanrıları olmalı bu işin. Bildiğimiz Allah'ın bu işlerle ilgilenmediğini az çok deneyimledim. Tanrılar çoğalınca ilkellik düzeyi artıyor, bir cesaret her ay bir kurban istiyorlar sanırım. İlkeller daha cesur olabilir. Bildiğimiz Allah'ın kurban işleriyle ilgisi koyunda keçide tıkanmış. Regl Tanrıları rahmini kurban et diyor. Kan revan. Bildiğimiz Allah insana kıyamaz derler, merhametinden sual olunmaz diye de yazmışlar ama Regl Tanrıları öyle değil. Acımıyor. Süründürüyor. Yere düşürüp halıyı yolduruyor, olmazsa sokağın ortasına kusturuyor.
Aklımı kaybettim. Kuş gibi uçup gitti aklım. Kuşlara daha önce takipsizlik kararı vermiştim. Aklımı kaçmadan önce de takip edemezdim.
Nefis serumlar verdiler. Regl Tanrıları yanımda Ay akrepteydi. Bunu alın benden istemiyorum dedim. Beni bayıltın, hatta isterseniz hemen öldürebilirsiniz beni, isteyin!
Bu ay ben kurban oldum. Ben o Tanrılara kurban olmazdım da işte, bundan da kader utansın.
1 note · View note
biseylerbiseyler · 10 years ago
Photo
Tumblr media
diyorlar ki oyuncuya:
-nasıl bu kadar kolay ağlayabiliyorsunuz?
diyor ki oyuncu:
-hatırlıyorum ağlatanı…siz nasıl bu kadar kolay unutabiliyorsunuz?
55 notes · View notes
biseylerbiseyler · 10 years ago
Text
Aklını Geri Almak İsteyen Kızın Amansız Mücadelesi
-Alo merhaba! Şey aklım sizde kaldı da, rica etsem gönderebilir misiniz acaba?
-Pardon? Kimi aradınız siz?
-Sizi aradım… Sizsiniz yani aradığım kişi.
-Siz kimsiniz?
-Ay başlar başlamaz çok zor oldu bu soru. Kim tam olarak cevap verebilir ki buna? Bilmem ki kimim, şöyle söyleyeyim biraz annem, biraz babamımdır kesin, biraz çevrem tabii, kalanı da ben işte…
-Hanımefendi kötü bir telefon şakası sanırım bu, kapatmak zorundayım.
-Telefon şakası mı? Ay siz çok yaşayın e mi, telefon şaka yapar mı hiç, ilahi…
-Numaramı nereden buldunuz?
-Kaydettiğim günü tam hatırlamıyorum. Epey olmuştur. Hem nasıl hatırlayayım dedim ya aklım sizde diye. Unuttunuz mu? Yoksa sizin de aklınız bende mi kalmış?
-Hasta mısınız hanımefendi?
-Neden sesim öyle mi geliyor? Dün biraz ateşim vardı ama şimdi iyiyim. Çünkü yumurta yemedim.
-Hmmm…
-Evet.
-Bir ilgisi var yani?
-Nasıl?
-Yumurtanın hanımefendi!!! Ateşinizle yumurtanın ne ilgisi var?!!!
-Ay niye öyle bağırıyorsunuz? Annem derdi çocukken. Yumurta yeme soğuk algınlığını ortaya çıkarır derdi.
-Belli proteinde bir eksiklik var, belli. Birkaç sayfa daha bahsedelim isterseniz yumurtadan. Hazır aklınız da yok.
-Aklım yok demedim. Aklım sizde kaldı dedim. Şimdi lütfen gönderir misiniz bana lazım.
-Nasıl gönderilir bilmiyorum hanımefendi. Aklı bu kadar bende kalmış birini ilk defa görüyorum.
-Ay ne tatlı bir itiraf.
-Hayır itiraf değil o sizin anormalliğiniz.
-Kendinizi küçümsemeyin lütfen. Ayrıca sizin aklınız bende kalsaydı ve siz onu isteseydiniz ben hemen gönderirdim ama çok gaddarsınız siz. Neler söylediniz bana, yok protein yok siz kimsiniz filan…
-Ben gaddar değilim, siz şanssızmışsınız demek, kısmetsiz belki daha çok. Mesela aklınız tamamen bende ama sizi göremiyorum.
-Benim aklım mı söyletiyor bunları size? Ağlayacağım artık, susun.
-Hayır lütfen, yeni yeni eğlenmeye başladım.
-Gerçekten yeter. Hem düşündüğünüz gibi değil şanslıyım ben, en azından aklımı nereye kime kaçırdım biliyorum. Çoğu insan bilmiyor değil mi…
-Ne desem bilemedim. Üzüldüm sizin için. Bilsem nasıl yapılıyor teslim ederdim size.
-Ziyanı yok. Kelimelerle yola gelmiş gibi yapmayın lütfen, hem artık konuşmayalım. Pes ediyorum tamam, işinize yaramayacağını da biliyorum ama kalsın sizde. Bununla yaşamayı öğrenirim.
-E şimdi kapatacaksınız telefonu ama aklınızın bende olduğunu hep bileceğim artık.
-Olsun, önemli değil. Ya da durun. Kıyabilirsem kalbinizi gönderin isterim ödeşiriz.
-Kalbimi mi?
-Evet. Hayatıma devam edebilmem için kararlar almam lazım ama aklım sizdeyken doğru kararlar almam mümkün değil. Kalbiniz sizde pek bir işe yaramıyor gibi duruyor. Geçen süre zarfında biraz acımasızdınız, kabul edin. Aklınızsa maşallah cayır cayır. Onunla idare edebilirsiniz, bu tabii benim olmayan aklımla düşüncem.
-Nasıl yani? Bitti mi? Bu kadar mı?
-Bilmem. Belki tekrar arayacağım sizi, bir ihtimal görüşmek üzere.
0 notes