Photo
Bob Dylan Smoking, 1965, Jerry Schatzberg
3K notes
·
View notes
Photo
10K notes
·
View notes
Photo
3K notes
·
View notes
Photo
954 notes
·
View notes
Photo
11K notes
·
View notes
Photo
924K notes
·
View notes
Photo
54K notes
·
View notes
Photo
3K notes
·
View notes
Photo
3K notes
·
View notes
Photo
148K notes
·
View notes
Photo
38K notes
·
View notes
Photo
5K notes
·
View notes
Photo
5K notes
·
View notes
Text
Bonnie and Clyde Syndrome
Bazı yalanlar kendini başından ele verir. O da yalan söylediğimi bal gibi biliyordu fakat bunu benden çok ustaca gizliyordu. Bir düşünsenize çok şık bir restoranda kallavi bir şarap açtıran,klas ve marka giyinmeyi seven bir insansınız. Ama bütün bu parayı temizlik işinden kazanıyorsunuz. Temizlik işi derken şirket sahibi biri değilim yanlış anlamayın. Sıradan basit bir temizlikçiyim. Gündelik temizliğe giden,cam silip halı sirkeleyen temizlikçilerden. Evet 24 yaşındayım ve evet erkeğim… Kulağa nasıl geldiğini biliyorum. Size en başından anlatayım.
Üniversitedeyken hepiniz topluluklara katılmışsınızdır. Ben de üniversitenin ilk senesinde tiyatro topluluğuna girmek istiyordum. Hatta seçmeler için isim de yazdırmıştım. Fakat bir akşam okuldan çıkarken çok tatlı bir kız önümü kesip bana bir broşür uzattı. Bu tür tatlı kızları bilirsiniz. Tatlı tatlı gülümserler. Onlar size broşür uzattıklarında teşekkürler deyip başınızı çeviremezsiniz. Ayıp olmasın diye broşürü inceliyormuş gibi yaparsınız hani… Ben de tam olarak böyle yaptım. Çevre Temizliği ve Sosyal Farkındalık Topululuğu’nun iki gün sonra tanışma toplantısı vardı. O tatlı kızı yeniden görmek için bundan daha güzel bir bahane olamazdı. O yüzden gitmeye karar verdim. Ayrıca başlık ve yazı fontu çok güzeldi; Neler olup bittiğinin farkında mısınız? Sanırım ben bir hayli farkında değildim.
İki gün sonra broşürdeki adrese gittim. Yeri tam olarak bilmediğimden yarım saat geç kaldım. Arnavutköy’de eski bir Rum apartmanının 4.katıydı. Utana sıkıla zile bastım ve kapıda o tatlı ablayı gördüm. Böyle kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu o bana sıcacık gülümseyip göz kırpınca. “Hoş geldin. Dikilmesene öyle kapıda.” diyene kadar kapıda mal gibi dikilip kocaman gözlerle ona bakıyordum. Ayakkabılarımı çıkarmaya çalıştım. “Ayakkabılarını çıkarmana gerek yok rahatına bak.” dedi. Allahım bu kız… Arkasına takılıp salona girdim. Bütün boğazı baştan sona gören bir salondu. Ağzım açık kaldı. Bu arada söylemeyi unuttum bu tatlı kızın adı Damla. Ben ağzım açık manzaraya bakarken göz göze geldik Damla’yla. Sadece bana mı böyle gülüyordu yoksa bu onun genel tavrı mıydı kestiremiyordum. Salonda benim dışımda beş kişiydiler. Koltukta oturan çift Musa ve Selin,balkonda sigara içen Doruk ve mutfakta çay demleyen Doğa. Doğa ve Doruk kardeşti ve birbirlerine aşırı benziyorlardı. İkisi de yapılı ve yakışıklıydı. Musa onlara göre biraz daha çelimsizdi ama çok iyi bir giyim tarzı vardı. Selin ise kendi kulvarında çok güzel bir kızdı. Ama tabii ki Damla kadar tatlı değildi. Salona girerken hepsi yanıma gelip elimi sıktı. Yalnız Doruk elimi biraz fazla sıktı. Neredeyse kemiklerimi kıracak kadar… Damla’ya dönüp “Benden başka gelen yok mu?” diye sordum. “Şu an sen varsın.” dedi ama nedense bu cevap beni pek tatmin etmedi.
Doruk sigarasını söndürüp içeri girdi. Doruk içeri girince Doğa çayı demlenmeye bırakıp salona geldi. Herkes yerine oturdu. Damla üçlü koltukta yanımda oturuyordu. Bir tek Doruk ayaktaydı. Yavaş yavaş gerildiğimi hissetmeye başladım.
“Arkadaşlar herkes Ali’yle tanıştı değil mi?” dedi Doruk. Herkes başını salladı. “Peki kimse Ali’ye bu topluluğun nasıl işler yaptığını anlattı mı?” diye devam etti Damla’ya bakarak. Damla başını öne eğince burada bir şeyler döndüğüne iyice emin oldum.
“Sanırım Damla sana bir şey anlatmamış Ali. Bu da hala bu kapıdan çıkıp gitme şansın var demektir. Fakat şunu bilmeni istiyorum eğer sana bu topluluğun nasıl işlediğini anlatırsam öyle bir şansın olmayacak. Beni iyice anladın değil mi?” dedi Doruk tüm ciddiyetiyle. Nasıl yani? Nasıl bir yere düşmüştüm ben… Sonuçta basit bir üniversite topluluğu,altında yatan ne gibi bir şey olabilir ki? Etrafıma bakındım,herkes tüm ciddiyetiyle beni süzüyordu. Kendimi çok tuhaf hissediyordum. Soğuk soğuk terlemeye başladım. Ve o an aklıma dank etti. Diğerlerine ne olduğunu düşündüm. Acaba onlarda bu soruyla karşılaşıp red mi etti? Yoksa dinledikten sonra… Yoksa.. Yoksa…
“Ali?” dedi Damla ve beni bütün bu düşüncelerden çekip çıkardı. Biraz kendime gelir gibi olunca Doruk’a dönüp “Sanırım sen bana anlatmasan bile o kapıdan çıkıp gitme şansım yok değil mi?” diye sordum. Doruk önce başını öne eğdi. Sonra kafasını kaldırıp yapacak bir şey yok der gibi bir el hareketi yaptı. O an nasıl bir pisliğe bulaşabileceğimi kafamda canlandırmaya çalıştım. Fakat öylesine panikledim ki beynim durma noktasına geldi. Herkesin gözü üzerimdeydi ve sanki bir hareketimi kolluyor gibiydiler. Yapacak bir şeyim yoktu. Teslim olacaktım.
“Dinliyorum.” dedim isteksizce. Damla’ya baktım. Allah belanı versin Damla,bütün bunlar hep senin o güzel yüzün yüzünden başıma geldi. Umarım şimdi mutlusundur. Ah kusura bakma. Hapisteydin değil mi? Neyse bunları da anlatacağım.
Soğukkanlılığımı korumakta zorlanarak Doruk’un anlattıklarını dinledim. Bazı yerlerinde kusacak gibi oldum. Bazı yerlerde bembeyaz kesildim. Olay genel olarak şuydu;salonda oturan herkes birer kiralık katildi. Doruk işleri alan ve dağıtan kişiydi,Doğa gizlilikten ve takipten sorumlu kişi,Musa bilgisayar korsanı,Damla ve Selin ise yem. Onlara bir temizlik gerekiyordu. Ve o şanslı kişi de bendim. Aldıkları işler karşılığında çok iyi para kazanıyordu ve gelen para beşe bölünüyordu -şey,artık altıya bölünüyor- ve iş bittikten sonra bir hafta kimse kimseyle irtibat kurmuyordu. Bir hafa sonrada burada buluşulup diğer iş için hazırlanmaya başlanıyordu. Benim görevim iş bittikten sonra gelip cesedi ortadan kaldırmak ve pisliği temizlemekti. Ve hayır deme şansım yoktu.
“Tamam. Ne zaman başlayacağım?” diye sordum boğuk bir sesle. Herkes derin bir oh çekti. Sanırım beni sevmişlerdi. “Beni takip et.” dedi Doğa. İstemsizce onu takip ettim. Yatak odasının kapısının önünde durduk. Doğa bana gülümsedi ve kapıyı açtı. İşte o an bütün o kendimi tutmalarım,bastırmaya çalışmalarım,soğukkanlılığım ortadan kayboldu. Gözlerim karardı ve olduğum yere düştüm. Yatakta üst üste konulmuş üç tane ceset vardı. Bir tanesi benimle aynı sınıftaydı ve hepsinin alnın ortasında birer kurşun vardı. Doğa bana doğru eğilip “Hani başka gelen var mı diye sormuştun ya,işte buradalar.” dedi ve bunu söylerken o kadar kendini beğenmiş bir tavırla söyledi ki o saniye nefret ettim ondan. Korkudan dudaklarım kitlendi. Bir süre konuşamadım. Çöktüğüm yerde bir ileri bir geri sallandım. Hayatımda ilk defa ceset görüyordum.
“Tuvalete gitmem gerek.” dedim kekeleyerek ve hızla ayağa kalktım. Tuvalete koştum. Kapıyı bile kapatmadan klozete eğilip kusmaya başladım. Arkama baktığımda elinde tabancayla birlikte duran Damla’yı gördüm. Tabancanın susturucusunu takıyordu. Böyle ölemezdim. Hayır! Sonum böyle olmamalıydı. Onların istediği gibi oynayacak ve sonunda bir şekilde bu işten yakamı sıyıracaktım. Buna o klozetin sifonunu çekip ayağa kalkarken karar verdim. Damla’ya doğru yürüyüp “Bana tuz ruhu,elma sirkesi,nişasta ve su lazım.” dedim. Damla telefonuna söylediklerimi hızlı hızlı not alıp telefonu Doğa’ya fırlattı. Damla bana baktı ve yine o sıcak tatlı gülümsemesiyle “Aramıza hoş geldin.” dedi.
Şimdi İstanbul’un en pahalı restoranlarından birinde yanımda çok güzel bir kadınla beraber pahalı bir şarap içiyorum. 24 yaşındayım ve hatırı sayılır bir servetim var. Üniversite hayatım ceset temizleyerek,halı yıkayarak,cam silerek ve bütün işlenilen cinayetlere dair bütün delilleri ortadan kaldırarak geçti. Siz üniversitede neler yaptınız?
1 note
·
View note
Photo
25K notes
·
View notes
Photo
when your nightmares becomes reality itself
205 notes
·
View notes