Text
""Biliyorsun, hala birine aşık olabilirim. Sana hiç benzemeyen çocuklarım olur. Adının hiç anılmadığı bir hayat kurarım. Hayalimdeki yüzünü eskitir zaman . . .
Biliyorsun, herkes bir yolunu bulup tamamlanır aslında. Herkes unutur. Babanın cüzdanından çaldığın paralar gibidir bazı şeyler. Belli oluncaya kadar devam edilir.
Biliyorsun, unutabilirim. Zaten ben kimleri unuttum. Onlardan biri olur, hayatimin en kullanılmayan yerine kaldırılır suretin. Tozlanırsın üzerin örtülür . . .
Biliyorsun, seni sevdim. Bir gün kör olsaydın da severdim. Ellerin olmasaydı mesela. Ellerin olmasaydı sen bile kendini sevmezdin oysa.
Biliyorsun. Kimsenin tek bir seçeneği yok bu hayatta. Hala seni bana unutturacak insanlar tanıyabilirim. Başka bir ses kazınır kulaklarıma.
Biliyorsun. Herkesin kendini kurtaracak bir bahanesi var aslında. Oysa, ölene kadar sevebilirdim seni. Eğer biraz yardım etseydin bana.""
1 note
·
View note
Text
!
“Çabasını görmediğin hiç kimsenin sevgisine inanma.”
Kızlar siz varken yokmuşsunuz gibi hissettiren, bir çiçeği çok gören, mutsuz uyumanıza izin veren, siz haklıyken üste çıkmaya çalışan, gönül almak için çaba göstermeyen, siz varken başkalarıyla takipleşmeye devam eden erkek sizi sevmiyordur. Kendi kendinize onun yaptıklarına bir kulp bulup onu affetmeye çalışmayın. Sizin çabanızla devam eden bu ilişkide kalmayın. Unutmayın bir yerlerde sevgilisinin tırnağı kırılsa bile dünyayı yakacak adamlar var. Hak ettiğiniz ilişki bu değil. Size değer verecek birisi illaki çıkacak. Bu kişilere takılıp o doğru insanı kaçırmayın. Sizden sonra belki birisini bulup ona size vermediği ilgiyi, değeri verecek. Üzülmenizi gerektirecek bir şey yok. Çünkü muhtemelen size sunduğu ilişkiyi başkası ona veriyor olacak. Karşıdaki sallamadığı için o da daha çok çabalayacak. Buna karma deniyor. Bir de şuna benzer bir söz okumuştum. Herkes sevilme isteğine göre davranırmış. Karşıdakinden ne bekliyorsa onu sunarmış. Karşısına çıkan kişi de aynı onun gibi davranacak ki o da sevdiğini, sevildiğini sanacak. Çünkü onun sevgi anlayışı bu. Aslında hak ettiği de bu.
0 notes
Photo
1 note
·
View note
Text
Sensiz ben diye bir şey var. Var ama nasıl var? Kırık dökük, darma dağınık. Ne yapacağını elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen saçma sapan davranan küçük bir kız çocuğu. Seninle kadın, sensiz çocuk.
0 notes
Quote
Dünya gezegenini bir tür okul olarak gören Neo-spiritüalist görüşe, insan ruhunun dünya okulundan mezun olabilmesinde, edinmesi gereken en önemli nitelikler, esas olarak sevgi, şefkat, merhamet, fedakarlık gibi ruhsal yeteneklerini geliştirmiş olmak, vicdan kanalını tam anlamıyla açmış olmak, diğerkam olmak (kendisi kadar başkalarını da düşünmek), kısaca kendisine ve diğer canlılara karşı vazifelerini hakkıyla yerine getirmeyi öğrenmektir.
0 notes
Text
Belki bir akşam boğaza karşı bir bankta yanında olurum. Varlığın ısıtır içimi ama olur ya üşüdüğümü hissedip ürperdiğimde sarılman harlar ateşimi. Sarılmasan da kabulüm, bir yaz gününde güneşin sıcaklığı gibi gülüşüne sığınsam yeter. O gülüş ki beni sana bağlar. Ömrümü uğruna harcatır. Olur ya bir yıldız kayar belki o an. Ayrı ayrı fakat tek bir dilek dileriz içimizden. Yüzümüzde tebessüm.
0 notes
Text
Olur ya, belki bir gün.
Olur ya bir şehrin en kalabalık semtinde yanından geçerim ayrılırken üzerimdeki siyah beyaz blüzümle. Kokularımız tanır belki birbirlerini aynı anda yüzümüzü döneriz. Belki yüzüm her zamankinden daha solgun gelir sana, derdin ya “yüzünde belli belirsiz bir hüzün taşıyor gibisin gülerken bile” bu sözünü kanıtlarız tekrardan. Gözlerimin toprak kahvesi, çimen yeşili gözlerinle buluştuğunda geç kalınmış bir mutluluk şarkısı çalar fonda. O an anlarsın bana yaptığın haksızlığı. Geçen zamana birlikte söveriz, bir akşam oturduğumuz boğaza karşı bankta. Belki bir akşam daha yanında olurum. Sonra bir akşam daha. Bir akşam, sabah, öğlen, gece... Olur ya belki bir gün biter bu kızgınlığım sana, kırgınlığımı unutturacak olan sensin.
0 notes
Text
Herkes güçlü ol der, güçlü olmaya iterler seni. Oysa senin bazı şeyleri iliklerine kadar yaşaman lazımdır. Üzüldüysen ağlaman, güldüysen kahkaha atmaktan çekinmemen...
1 note
·
View note
Text
çok basit düşünüyorum çok basit yaşıyorum hayata dair tek amacım iyilik. onu da yapınca darbe üstüne darbe yiyorum. Ne yapmalıyım doktor
1 note
·
View note
Text
Soğudu buralar, aynı İstanbul'a yanına geldiğim zamanlardaki gibi yağmurlu... Gelip de başımı omzuna koyamadığım o tek gün gibi. Bir söz okumuştum: "yağmurlar ağlayamayan insanlar için yağar." Yanına gelmeden bu sözün hayatımda yer edebileceğini hiç düşünmemiştim. Sen orda yanı başımda. Ben tek şemsiyeyle kolunda ama birbirine yabancı iki insan. İki kısa gülüş, tek oturuş, biraz sohbet.
0 notes
Text
Kitap İncelemesi
Çizgili Pijamalı Çocuk
Öncelikle yazılarımda bilimsellik aramamanızı sadece okuduğum kitapları kendi zevkime göre yorumladığımı bilmenizi isterim. Gelelim kitabımıza en son bu kitabı okuduğum için taze taze yazmak istedim. Açıkçası okumakta biraz geç kaldım ama ne demişler "geç olsun güç olmasın."
Kitaptan genel hatlarıyla okumayanlar için bahsedecek olursam. 205 sayfalık, Tudem yayınlarınca basılmış ve John Boyne tarafından yazılmış bir çocuk kitabı. Gayet sürükleyici. Bruno adında küçük bir çocuk baş kahraman. Şimdi içeriğine geçelim. Eğer kitabı okuyacaksanız bu kısmı daha sonraya erteleyin derim. Çünkü kitabın içeriği hakkında hiçbir bilgim yokken okudum ve böylesi inanın daha heyecanlı oluyor. Bir kere her şeyi kontrol etmeyin ve kendinizi kitaba bırakın.
Kitabı benim gibi araştırmayıp direk okuyanlar için şaşırtıcı bir durum var ortada. İlk adını duyduğumda meraklı, çizgili pijamalı bir çocuğun, toz pembe hikayesinden bahsediliyor diye düşünmüştüm. Düşündüklerim kısmen doğruydu. Örneğin çocuğumuz araştırmayı seven, her çocuk gibi masum, hatta hayatın zor yanlarıyla tanışmadığı için saf denilebilecek, ailesinin konumu itibariyle büyük bir evde hizmetçilerle bir hayatı olan dokuz yaşında bir çocuktu. Fakat kitapta bu düşüncemin tam tersi asıl çizgili pijamanın sahibi Shumel adında sırf Yahudi olduğu için cezalandırılan, ailesini kaybetmiş, hayatın acımasızlığıyla küçük yaşta tanışmış, henüz çocuk olduğu için yine de az bir şeyler kapabilmiş, bu yüzden -Bruno kadar olmasa da- her çocuk gibi saf bir çocuk daha vardı. Bu iki zıt ortamdaki karakterler çok yakın iki dost oldular. İşte bu noktada kitap çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de bir mesaj gizlemişti. Çocuk yüreği ne olursa olsun saf ve temizdir. İnsan insandır. Çocuk çocuktur. O yetişkinlerin aksine din, dil, ırk ayrımı yapmaz. Ayrıca Bruno'nun kendisinin kadar başkalarının yaşantılarını da dikkat aldığı ve bazı sorunları çekerken tek başına olmadığını başka insanlarında bu zorluklardan muzdarip olabileceğini anladığı anlar vardı. Kendi kendisini bu kadar iyi tedavi edebilmesine , empati yeteneğine hayranlık duydum. Düşündüklerimin doğru olmayan tarafı ise 'Toz pembe hikayesinden bahsediliyor diye' düşündüğüm kısmıydı. Ancak öyle bir hikaye çıkmadı. Cidden bir üzücü ve insanı dağıtan bir sonla bitti. Küçük 9 yaşındaki Bruno'muz babasının komutanı olduğu kampa arkadaşı Shumel yardımıyla Shumel'in babasının nerede olduğunu araştırmak için gizlice giriyor ve çok sevdiği arkadaşının son gününe ortak oluyor. Yani arkadaşının almanlar tarafından öldürülmek için götürüldüğünü bilmeden, kendiside yahudilerin arasında ölümüne gidiyor. Yahudi kampları hiçbir suçları yokken sırf Yahudi oldukları için işkence edilen, öldürülen insanlar ve çocuklar... Nazi kamplarındaki içleri acıtan durumlar... Kitapta bir çocuğun saf dünyasından hissettirilmeye çalışılıyor. Son olarak kitabın filmi olduğundan bahsetmem gerekir. Henüz filmine bakmadım. Kitap okumayı sevmiyor hasbelkader bu yazıya denk gelmiş ve merak etmişseniz izleyebilirsiniz.
0 notes
Text
Çizgili Pijamalı Çocuk
Bir ev; bir sokak, bir şehir ya da tuğla ve harç gibi yapay şeyler değildir. Ev, insanın ailesinin olduğu yerdir...
Bir adamın geceleri gökyüzüne bakması onu astronom yapmaz, biliyorsun.
Doğru kostümü giyersen kendini, rolünü yaptığın kişi gibi hissedersin
.Ama sanırım nereye gidersem gideyim birilerini özlerim.
Bence yapılacak en iyi şey tüm bunları unutup eve dönmek. Bunu deneyimler hanesine yazabiliriz.
“Beğenebileceğin bir söz daha var,” dedi. “Her kötü şeyin iyi bir yanını bulmalıyız.”
0 notes
Text
Ekmek Arası
Bukowski’nin otobiyografik romanı. Romanda Henry Chinaski adını verdiği başkahraman üzerinden aslında kendi çocukluk anılarından ipuçları vermektedir. Henry Chinaski deli bir aileye sahip olan deli bir babadan ve güçsüz bir anneden oluşan hayatında sürekli ezilen -önce babası tarafından kayışla- dövülen fikirleri önemsenmeyen bir çocuk olmuştur.Bu sonraları onu kavgacı mutsuz hiçbir şeyi umursamayan öyle ki tanrıyı terk eden birine dönüşmesine sebep olacaktır. Hayatında Amerika’daki 1929 bunalımındaki metaliksiz yaşamdan insanların özellikle ailesinin etkilenmesiyle sefil bir çocukluk geçirmiştir. Ayrıca kavga dövüş ömründen hiç eksik olmamış bununla bazı kendini bilmezlere ders bile vermiştir. Çok sevdiği sporu Beyzbol’u ise yapabilmek için her fırsatı kollamış düşüncelerini söylemekten asla çekinmemiştir. Sürekli dışlandığı tüm vücuduna yayılan siğillerle uğraştığı içinden geleni söyleyebildiği için kızlar ona yaklaşmamış o da zaten “Uzaktan iyi görünüyorlar, yakınlaşıp ağızlarından akan beyinlerini görene kadar “ diye düşündüğü için onlara yaklaşmamayı tercih etmiştir. Beni en çok etkileyen tüm bu zorlukları yaşayan insanlardan nefret etme noktasına gelen adamın her şeye rağmen empati yeteneğini veya vicdanını (ne derseniz artık içinde yumuşak bir yan)kaybetmemesi. Her şeye rağmen intiharı kaçış yolu görmemesi. Her şeye rağmen yazar veya büyük bir beyzbol oyuncusu olduğu hayalini kurabilmesi. ( Hayaller “bok çukuru”nda (kendi tabiriyle) bize karışılmadığı tek yer. )Her şeye rağmen yaşamdan zevk alabilmeyi bilmesi. O hepimizin çoğu zaman unuttuğu modern dünyaya kapılmış beyinlerimizin fark etmediği bir şeyi keşfetmişti aslında. (Mutlu insanların kendinin farkında olmadığı bir şeyi keşfettiklerine inanırdı.^^’’^’^’) Ne olursa olsun sevdiğin şeyleri yap. Nasıl mutlu olacaksan onu yap. Kimseye rol yapmana gerek yok. Neysen osun. Kendini her şeye rağmen kabul et. Hayat zor onunla geç ya da erken karşılaşabilirsin fark etmez! Kendini kabullendi isen kaldırabilirsin. Kitabın sonuna doğru 2. Dünya Savaşının başladığı haberi alınıyor. Onun ağzından savaşa bakışı: “Savaş. Bakirdim henüz. Bir kadının ne olduğunu bile öğrenemeden tarih uğruna paramparça olmayı düşünebiliyor musunuz? Veya bir otomobil sahibi bile olamadan. Kimi savunacaktım? Başkasının sikinde bile olmadığım başka birini. Savaşta ölmek savaşların çıkmasını engellemiyordu.” Bu savaş hakkındaki en iyi tanım olabilir belki de. Ayrıca kitap bitiminde küçük bir çocukla boks makinesinde oyun onaması da bence savaş düşünceleriyle doğru orantılı. Orada ilk turda çocuğa yenilince ikincisinde içinde kazanma isteği duyuyordu. Belki alman nazizmini tanımlamak istedi. Belki insanların savaşa neden girdiklerini bilmediğini kazanmasının neden önemli olduğunu bilmediğini vurgulamak istiyordu. Son olarak “Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir.“ dediği bir kısım var. Bunu bana yaşattığın bu hazzı tattırdığın için teşekkür ederim büyük usta. Kitaptan tekrar tekrar açıp okuduğum alıntıları ekleyeceğim.
0 notes
Text
Yok olmak ya da olamamak
Hiçbir zaman benden beklenildiği gibi biri olamadım kendi içimde. Yaşamın kokuşmuş gerçekliğinde çabalarımın ne denli sonuçsuz kaldığıyla bile ilgilenemedim. Koşar adım uzaklaştım böylece kendimden. Olduğum gibi değil olmam istenildiği gibi yaşadım. Üzerimdeki prangalar sizin eseriniz insanlar. İçimdeki acı sizin eseriniz. Kurtulmak istediğim hayatım sizin eseriniz. Beni destekler gibi görünüp hiç istemediniz. Çünkü sizden biri olmadığımı hazmedemediniz.
0 notes
Text
"Ve sevdiğin şey yazmak... Bu şehir, arkadaşların... Hepsi Benji gibi adamlar. Ortak olduğumuz konular... Seni asla sevmeyecekler. Sen her şeyini versen bile." Sanırım benim de sizinle ortak konum bu Beck ve Joe.
0 notes
Text
Beni hissetmeni bekledim günlerce.
Çok değil belki az önce
Seni düşledim.
Kimi sevmek istesem kendi önüme bariyerler kurdum.
Kendi kendimi avutmakla günleri savurdum.
Belki koşmam gerekirdi sana ama ben kendi uçsuz bucaksızlarımda kayboldum.
Bu yer bu yüzler benim sana ulaşmam için varmış gibi
Hissedelim mi
bazen oyunlara gerek yoktur
Şuradan her girdiğinde kalbim çıkacak gibi oluyorken
Bu duyguları hata olarak görmeni istemem
En azından arkadaşın olmama izin ver.
0 notes
Text
KİTAP İNCELEMESİ
FARKINDALIK
İnsanlar ailelerini, dinini, dilini, ırkını birçok şeyini seçerek doğmaz. Bunu herkes bilir. Fakat yine herkes bu farkındalığını yaşam içinde eritir gider. Bu yanıbaşımızdaki kişilerin, sahip olduğumuz değerlerin, şansların farkında olmadan yaşamamız gibi bir şeydir. Onları da yaşarken unutur ve sürekli bir şeylerden yakınırız. İnsanoğlu yaşama kapıldığından gözü hiçbir şeyi görmez halde. Halbuki etrafındaki güzelliklerin, farklılıkların yarattığı cümbüşün, bilmenin, öğrenmenin, keşfedebilmenin, sevmek ve sevilmenin tadını başka hiçbir canlı bizim gibi alamaz. Artık sevgiler basitleşti, dost sayıları gittikçe azalıyor, bilgiye ulaşmak tek parmağın ucuna bakıyor, insanlar birbirlerinin acılarını film izler gibi izlemekle yetiniyor. Kısacası bence hayatı kaçırarak yaşıyoruz. Peki hayatın anlamı ne? Yunus Emreler, Mevlanalar, Hz. Muhammed bu dünya da yaşamadı mı yoksa? Bu koşturmacalar, çabalar ne için, nereye yetişmek için? Bu soruları bir süredir kendime soruyordum. Bu yüzden kitapta özellikle "hayatın anlamı, hayat" bölümleri dikkatimi çekti. Yine de düşüncelerim sadece bu iki bölümden ibaret değildir, diğer bölümlerin bir kısmını da karşılamaktadır.
"hiç şiir okumamış gibi kötüsünüz,
bir köpeğin başını hiç okşamamış,
hiç bayram şekeri dağıtmamış,
çocukla çocuk olmamış gibi kötüsünüz!
sevinince kötüsünüz,
korkunca kötüsünüz,
korkunçca ve korkakça kötüsünüz!
bu topraklardan hiç turgut uyar geçmemiş gibi kötüsünüz."
Bu dizelerin sahibi Cem Uslu diye birisiymiş, tanımıyoruz. Fakat bildiğim bir şey var, böyle güzel anlatılamazdık! Kötüyüz. Bize verilen güzelliklerin değerini anlayamayacak kadar da körüz. Kendimizden başka kimse için yaşamıyor gibiyiz. Benciliz hepimiz bir yerde. Etraftaki yoksulluğun, savaşların, ölen çocukların, gencecik fidanların hepsinin suçlusu biziz. Hayatı adaletsiz yapanlar yine biz ve bizim büyüttüklerimiz değil mi? Eğitimde öğretilenler kalıplaşmış düşünceler... Bizi din, dil, ırk olarak ayıran gördüğümüz eğitim değil mi yine? Neye göre, kime göre yaşıyoruz? Durup düşünmüyoruz. Çünkü fırsatımız olmuyor. Çünkü yaşamımızı bir televizyon karesi gibi hızlı geçirmemiz isteniyor. Doğduğumuzdan beri hep bir koşturmaca içinde sürüklenip gidiyoruz. En iyi şeylere sahip olmaya çalışıyoruz. Bu en iyiler uğruna kendimize ve çevremizdekilere zarar veriyoruz. Fakat yine kime göre neye göre hareket ediyoruz, sorgulamıyoruz. Eflatun insanoğlu için "Yarından endişe ederken bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler. " demiş, ne güzel demiş. Sürekli dünü, yarını düşünürken bugünün kıymetini bilemiyoruz. Oysa dünyadaki hiçbir şey bize kalmayacak ki...
Modern yaşamda giderek duygusuzlaşırken, bir yanda diğer insanları duygusuzlaştırıyoruz. Onları farklı sebeplerden eziyoruz, hor görüyoruz, kendi isteklerimiz için evinden barkından ailesinden ediyoruz. Bunları hep birlikte yapıyoruz. Çünkü hepimiz birbirimizden şekilleniyoruz. Gördüğümüz çoğu insan da aslında gerçek değil, tepkileri, mimikleri konuşmaları bir rol aslında. Sen bile gerçek değilsin, ben bile. Sosyal medyadaki kaçı göründüğü kadar mutlu ki? Büyük bir kandırmaca içindeyiz. Kendi kendimize zarar veriyoruz. Yetmezmiş gibi kendi isteklerimiz doğrultusunda, rahatımız için, doğaya zarar verip diğer canlılara da dünyayı dar ediyoruz. Gerçektenden canlıların en kötüsü biz insanlarız!
Albert Camus'un Veba eserini merak ettiğimden o bölümü de okuduğumda, onun da hayatla alakalı, hayatın içinden yazarın deyimiyle 'yaşamın saçmalığı ve belirsizliğine karşı insandaki onurlu direniş duygusunu anlatan bir kitap' olduğunu öğrenmiş oldum. Bu eserde hastalığın halka, hükümete, kurumlara etkileri anlatılmaktaymış. Aklıma henüz bitiremediğim "Ölüm bir varmış bir yokmuş" adındaki Jose Saramago romanı geldi. Bu romanda da ölüm bir anda ortadan kalkmaktadır. Artık insanlar ölmemektedir. Bu durum Veba'da olduğu gibi hükümet, halk ve kurumlarda değişikliklere neden olmaktadır. İnsanların durumu vebadaki gibi fırsata çevirmeye çalıştığı göze çarpmaktadır. Hayatımızda aslında Veba'daki gibi belirgin bir hastalık olmasa da biz de yalnızlık, çaresizlik, sevgisizlik, duyarsızlık hastalıklarına yavaş yavaş kapılıyoruz. Oysa sonumuz belli, -yazması kolay, düşünmesi zor bir kelime- "ölüm".Ölüm bir varmış bir yokmuş romanındaki gibi bizi terk etmedi de. Her anı son günümüzmüş gibi sadece kendimiz için de değil başkaları için, başkalarını mutlu ederek yaşamalı.
Hayatta kimi için para, kimi için aile kimi için çocukları kimi için arabası en önemlidir. Ama dikkatli bakınca hepsinde sevginin varlığını görebiliriz. Yani aslında sevgidir bizi ayakta tutan, yaşama bağlayan, odur. Ama önemli olan bir şeye, bir kimseye sevgi duymak değil, herkese her şeye sevgi duyabilmek. Ancak o zaman yaşam güzelleşecek ve anlamlı hale gelecektir."Bir gün veba çekip gider, geride iyilik ve sevgi kalır..." der yazar Veba romanını anlatmayı bitirirken. Thomas Mann Büyülü Dağ kitabında da insanlığın kurtuluşununun sevgide olduğunu söyler. Genç Weither'ın acısı ve intiharının sebebi bir kadına duyduğu sevgidir yine. Kafka modern yaşamdaki sevgisizlikten, samimiyetsizlikten yakınır, çözümü yabancılaşmada bulur.
İşte böyle bir dünyada yaşadık yaşıyoruz. Söylediğim gibi her şeyin sorumlusu biz ve körelen kalbimiz. Oysa herkes sevgiyle yaşasa şu dünyada! Ölümün varlığını unutmasa! Ölüm varmış, yine varmış, hep varmış. Bu yüzden her günü son günüymüşcesine yaşamalı insan. Sevgisini belli etmekten çekinmemeli, yapılacak iyi işleri erteleyip durmamalı, o çok sevdiğinden giyemediği kırmızı kazağını dolabının kuytusundan çıkarmalı, kalp kırmamaya uğraşmalı, kırılmışsa gönül almalı.... Çünkü ölüm her anımızda, her an yanımızda.
1 note
·
View note