Text
En Eski Türk Topçu Alayının Marşını Yazan Adam: Muzaffer Tuğsavul 2
Bu hayat hikâyesinden sonra Muzaffer Tuğsavul’un modern Türk Ordusu’nun 1’nci Piyade Alayında görev yaptığı sırada alaya sancak verilmesine bakalım.
Ordu İç Hizmet Talimatnamesi’ne göre sancakların alaylarına Cumhurbaşkanı veya onun belirleyeceği vekili tarafından törenle verilmesi gerekmektedir. Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp, bu konuda ne yapılması gerektiğini Başbakanlığa bir yazı ile sormuştu. Başbakanlık da konuyu Cumhurbaşkanlığı Genel sekreterliğine iletmiş ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza (Soyak) Bey’in Başbakanlığa bildirdiği yazıda alaylara sancak verilmesi töreni için Orgeneral Fahrettin Altay’ın Atatürk adına görevlendirildiğini bildirilmişti.
Başbakanlık Müsteşarı da Alaylara sancak verilmesi törenlerine Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Orgeneral Fahrettin (Altay)’ı görevlendirdiğini Milli Savunma Bakanlığı’na iletmişti. Bu çerçevede Cumhuriyet döneminde Latin Kökenli Türk Alfabesi’ne göre hazırlanan alay sancakları yapılan törenlerle alaylara verilmiştir. Milli Savunma Bakanlığı Ordu Dairesi tarafından 1’nci Ordu Müfettişliği kuruluşundaki birliklere mensup alaylara sancak verilmeye başlanmıştı.
13 Temmuz 1937 tarihinde Davutpaşa Kışlası’nda sancak töreni yapılacaktı. Bu münasebetle törende bulunmak üzere köylerden binlerce köylü kışlaya gelmişti. Saat 11.00’de Orgeneral Fahrettin Altay, Tümgeneral Osman Tufan, General Cemil Cahit Toydemir kışlaya gelmişler ve kışla komutanı Albay Muzaffer Tuğsavul tarafından karşılanmışlardı.
Orgeneral Fahrettin Altay, askeri teftiş ettikten sonra Alay saflarının ortasında durmuş, bu sırada önde askeri bando olduğu halde, yağız bir ata binmiş, gürbüz bir erin taşımakta olduğu şanlı alay sancağı arkasından süngüleri parıldayan muhafızlar olduğu halde kışla kapısından çıkmış ve Orgeneral Fahrettin Altay önünde durmuştu. Orgeneral Fahrettin Altay alay sancağını almış ve “Topçu Alay Kumandanı Muzaffer Tuğsavul” diyerek alay komutanını çağırmıştı. Alayın başında bulunan komutan koşarak Orgeneralin karşısında selam durmuş ve Fahrettin Altay şunları söylemişti:
“Milletimizin timsali olan sancağı Büyük Önderimiz namına size vermekle bahtiyarım. Şanlı Alayınızın bu sancağın gölgesi altında çok büyük muzafferiyetler kazanacağına eminim. Yeter ki Büyük Atatürk başımızdan eksik olmasın. Milletin emanetini size teslim ediyorum.”
Alay sancağı Albay Muzaffer Tuğsavul’a teslim edilmiş ve Tuğsavul da şunları söylemişti:
“Bugün Alayımızın unutulmayacak, şerefli ve şanlı bir günüdür. Bütün milletlerin gözünü kamaştıran Ulu Önderimizin kahraman alayımıza büyük komutanımız eliyle bu sancağı tevdi ediyor. Bu sancağın Alayımıza verilişini tespit eden bu dakikalar asırlarca sonra bile büyük bir kuvvet kaynağı olacaktır. Nerede yurdumuza yan bakacak bir göz olursa, nerede karşımıza çıkacak bir düşman bulunursa son canlı mahlûkumuz kalmayıncaya kadar bu sancağı düşmana bırakmayacağız. 1’nci Alay, Ordunun 1’nci Alayı olduğunu geçmişte olduğu gibi gelecekte de gösterecektir. Bilhassa Atası’nın verdiği sancağı hiçbir zaman bırakmayacaktır.”
Bu sözlerden sonra İstiklal Marşı çalınmış ve askerler tarafından 1’nci Alay Marşı dinlendikten sonra resmigeçit yapılmış ve misafirler Davutpaşa Kışlası’nı gezdikten sonra öğle yemeğine alıkonulmuştu. 1’nci Alay Marşı’nı Alay Komutanı Muzaffer Tuğsavul yazmıştı. Marşın beş-altı mısrası şöyleydi:
“İnönü Dağları’nda biz şimşekler yarattık, / Yıldırımlar saçarak kanı g��vdeye kattık, Gökler gibi gürledik, aslan gibi kükredik, / Çek tetiği gürlesin şanlı sesi topların, Altı üstüne gelsin düşman gibi toprağın.”
Muzaffer Tuğsavul, 30 Ağustos 1939’da Çanakkale Topçu Komutanlığı’na atandıktan sonra bu görevini 17 Mart 1940 tarihine kadar sürdürmüştü. Sözkonusu tarihte Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı görevini yürüten Korgeneral Ali Rıza Artunkal, 8’nci Kolordu Komutanlığına terfi ederek Çanakkale’den ayrılmış ve Tuğgeneral Muzaffer Tuğsavul Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı olmuştu. Vali Atıf Ulusoğlu ve Muzaffer Tuğsavul 28 Nisan 1940 günü Karacaviran Köyü’nde çevre köyler Kemel, Özbek ve Işıklar halkının da katılımıyla halkevi tarafından düzenlenen köy toplantısına katılmış ve burada yaptığı konuşmada halkın milli duygularını coşturan bir konuşma yapmıştı.
Muzaffer Tuğsavul, 1941 yılı 30 Ağustosunda terfi ederek Çanakkale’den ayrılırken, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcından her dakika düşman taarruzunu beklendiği Çanakkale’de, Çanakkalelilerin yanında onları savunmak için bulunmuş ve Çanakkale halkının moralini yüksek tutmak için çaba sarf etmişti. Doğal olarak Çanakkaleliler de bunu unutmamışlar ve Muzaffer Tuğsavul’un 1952 yılında ölümünden sonra onu gelecek kuşakların da unutmaması için bir caddeye ismini vermişler ve sevgilerini göstermişlerdi.
6 notes
·
View notes
Text
En Eski Türk Topçu Alayının Marşını Yazan Adam: Muzaffer Tuğsavul 1
Çanakkale’de bir caddenin ismi Tuğsavul Caddesi’dir. Peki, neden bir caddeye bu isim verildi? Bu hafta Muzaffer Tuğsavul’un Çanakkale ile olan hikâyesini ele alalım. Ama olaya Muzaffer Tuğsavul’un asker olması sebebiyle bu noktadan konuya giriş yapalım. Hiç şüphesiz Türkiye’de “En eski Topçu Türk Alayı hangisidir?” diye sorulsa, farklı farklı cevaplar alınacaktır. Bazıları Çanakkale Savaşları’nın meşhur piyade alaylarının numaralarını sıralayacak, bazıları da Kurtuluş Savaşımızın unutulmaz milis alaylarının isimlerini dile getireceklerdir. Ama hiç şüphesiz modern Türk Ordusu kurulurken ve ordu takım, bölük, tabur, alay, tugay, tümen, kolordu ve ordu biçimde şekillendirilirken ilk kurulan topçu alayı 1’nci Topçu Alayı’dır. O nedenle de sıra numarası birdi. Bu alayın marşını yazan kişi aynı zamanda 1’nci Topçu Alayı’nın komutanlığını da yapmış ve cumhuriyet döneminde Alay Komutanı iken Alay Sancağı kendisine Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal adına tevdi edilmişti. Peki, kimdir bu kişi? İsmi Muzaffer Tuğsavul… Muzaffer Tuğsavul’un ismi pek çok şehrimizde sokaklara, caddelere, okullara, parklar ve kışlalara verilmişti. Önce kısa hayat hikâyesine bakalım ve sonra da Muzaffer Tuğsavul’un hikâyesini anlatalım. Muzaffer Tuğsavul, 1894 yılında Bingazi’de doğmuş, 1914 yılında Kara Harp Okulu’ndan, mezun olarak Osmanlı Ordusu’nda subay olarak Birinci Dünya Savaşı’nda yer almıştı. Savaş sonrasında Mustafa Kemal önderliğinde Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin Ordularına iltihak etmiş, 26 Ağustos’ta başlayan Büyük Taarruz’a Kurmay Binbaşı rütbesi ile 14’ncü Süvari Tümeni Kurmay Başkanlığı görevi ile iştirak etmişti. 1925 yılında Harp Akademisi’nden mezun olarak kurmay subay olmuştu.1939 yılına kadar çeşitli rütbe ve görevlerde bulunduktan sonra 30 Ağustos 1939’da tuğgeneralliğe yükselmişti. Tuğgeneralliğe terfi ettiği sene kendisiyle birlikte daha sonra Türk Ordusu’nda üst düzey görevlerde bulunacak kişiler ile Türk siyasetinin önde gelen şahsiyetler vardı. Bunlardan Arif Tanyeri, Fahri Belen, Sadık Aldoğan, Asım Tınaztepe, Fevzi Mengüç ilk akla gelenlerdi. Korgeneralliğe yükselenler arasında ise Ali Rıza Artunkal, Nuri Yamut ve Amiral Şükrü Okan ilk dikkati çekenlerdi. Muzaffer Tuğsavul, 1939 yılında Tuğgeneralliğe terfi ederek önce Çanakkale Topçu Komutanlığı ve daha sonra da Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığı görevine atanmıştı. Tuğsavul, 1941 yılında tümgeneralliğe terfi etmişti. Tümgeneral rütbesi ile 69’ncu Tümen Komutanlığı ve 2’nci Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığı görevlerini yürütmüş, rütbesi 1944 yılında korgeneralliğe yükseltilmişti. Korgeneral rütbesi ile 2’nci Kolordu Komutanlığı, Genelkurmay Eğitim Yarbaşkanlığı ve Genelkurmay 2’nci Başkanlığı görevlerinde bulunmuş, 1948 yılında orgeneral olmuştu. Orgeneral rütbesi ile 2’nci Ordu Müfettişliği ve Yüksek Askeri Şura üyeliği görevlerinde bulunmuştu. 1281 sayılı kanunun 1’nci maddesi gereğince 27 Ocak 1952 - 15 Mayıs 1952 tarihleri arasında kısa süre İzmir Valiliği görevinde bulunmuş, görevde iken 15 Mayıs 1952 günü Sakız Adası’ndan gelen bir Yunan Heyeti’ne Kadifekale Gazinosu’nda Belediye Başkan Vekili tarafından verilen akşam yemeği sırasında saat 21.30’da kalp krizi geçirerek vefat etmişti. Cenazesi 17 Mayıs 1952 günü İzmir’de düzenlenen törenden sonra uçakla Ankara’ya getirilmiş ve burada yapılan törenden sonra da Cebeci Şehitliğinde toprağa verilmişti.
0 notes
Text
Disconnectus Erectus 'de sect
Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşü ile insana benzer. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz; yokuş aşağı kayarak iner.(Bu arada sık sık düşer.)Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duyusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavrular ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler. Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi de unuturlar. (Bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez.) İç güdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat gene taklitçilikleri nedeniyle başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiç bir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir.(Aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler.)
Din kitapları,bu hayvanları yasaklamışsa da gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, Belediye Sağlık Müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk,hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler. Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların beceriksizleri nedeniyle hiç bir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca bir kaç sirkte halkın karşısına çıkarılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. (Halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir.) Filden sonra din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir.Fakat toplu ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. Başları daima öne eğik gezdikleri için çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmaları ev düzenine uymamaları nedeniyle çok zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler.(Bir keresinde ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini kovalıyarak gittiği yerde de ona rahat vermemiştir.) Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin artık zamanı gelmiştir.
0 notes
Text
Bir Delinin Haykırışı
Şöyle haykırdı deli:
İçimde hangi atam konuşuyor?
Hem aklımdan, hem de bedenimden aynı anda ayrılamam.Bu yüzden tek kişi olamıyorum.
Kendimi aynı anda sayısız şey olarak hissedebiliyorum.
Fazla büyük usta kalmadı.Zamanımızın gerçek kötülüğü budur.
Kalbin yolları gölgelerle kaplanmış.
Yararsız görünen seslere kulak vermeliyiz.
Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının uzun kanalizasyon boruları ile dolu beyinlere böceklerin vızıltısı girmeli.
Her birimizin gözlerini ve kulaklarını büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız.
Birisi piramitleri yapacağımızı haykırmalı.
Yapmamamızın bir önemi yok.O isteği beslemeliyiz, ve ruhun köşelerini esnetmeliyiz sınırsız bir çarşaf gibi.
Dünyanın ilerlemesini istiyorsanız el ele vermeliyiz.Sözüm ona sağlıklıları sözüm ona hastalarla karıştırmalıyız.
Siz sağlıklı olanlar, sağlığınız ne anlama gelir?
İnsanoğlunun bütün gözleri, içine daldığımız çukura bakıyor.
Özgürlük faydasızdır, eğer gözlerimizin içine bakmaya, yemeye, içmeye ve bizimle yatmaya cesaretiniz yoksa!
Dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler sözüm ona sağlıklı olanlardır.
İnsanoğlu dinle!
Senin içinde su, ateş ve sonra kül ve külün içindeki kemikler ve küller.
Kemikler ve küller!
Gerçekliğin içinde veya hayalimde değilken ben neredeyim?
İşte yeni anlaşmam : geceleri güneşli olmalı ve Ağustos ayı karlı.
Büyük şeyler sona erer küçük şeyler baki kalır.
Toplum böylesine parçalanmaktansa yeniden bir araya gelmeli.
Sadece doğaya bak...hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin.
Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz
Yanlış tarafa döndüğümüz noktaya. Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz,suları kirletmeden.
Deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa ne biçim bir dünyadır burası!
0 notes
Text
Tutunamayan Tarikatı
oğuz atay'ın tutunamayanlarından coşkuyla, esasları şu şekilde olan allahsız, asılsız, lidersiz tarikattır:
-1-
tarikata giriş:
“hayat düşünceleri tutan bir hapishanedir. insan can sıkıcı bir saç demetidir, ben de akılsız bir robotum.”
sözleri üç kez söylenerek tarikat’a girilir.
tutunamayanlık’tan sapan müritler, bu sözleri içlerinden bir kere geçirerek tarikat’a tekrar dahil olabilirler..
-2-
tarikat’ta hiyerarşi: tutunamayanlar’ı ilk kez okuyan mürit, yedinin yedisi rütbesini kazanır;
ardından okunan tehlikeli oyunlar kendisine yedinin altısı rütbesini kazandırır.
yedinin biri rütbesine kadar okunacaklar sırasıyla şunlardır: korkuyu beklerken, oyunlarla yaşayanlar, bir bilim adamının romanı, günlük, eylembilim.
bütün eserleri yedi kere okuyan mürit en yüksek rütbeye ulaşmış demektir. bu rütbe, ordinaryus mürittir. ayrıca topografya’yı okumak mürit’e rütbe kazandırmamakla birlikte, tarikat tarafından desteklenen bir davranıştır.
bununla birlikte, bütün bu rütbelerin pratik olarak bir anlamı yoktur; tarikat içerisinde hiçbir mürit, rütbesine dayanarak başka müriti küçük göremez, ona emir veremez, onu ezemez, onunla alay edemez, ona bilgiçlik taslayamaz.
-3-
tarikat’ta müeyyide: öncelikle; tarikat içinde, ikinci maddenin son fıkrasında bahsedilen suçları işleyenler tarikat’tan ilişiğinin kesilmesi ile cezalandırılır; ki yegane müeyyide budur. müeyyide gerektiren diğer suçlar ise, şunlardır:
* “onlar” tarafından gösterilen ufak bir güleryüzlülük karşısında, bu durumun daimi olacağını sanma gafletine düşerek, tutunamayanlıktan ödün vermek.
* hayatını anlamlı bir hale getirmeye çalışmak.
* türkçe tango dinlemek.
* salya sümük diye tabir ettiğimiz eserleri okuyup hüngür hüngür diye tabir ettiğimiz şekilde ağlamak.
* muz kabuğuna basıp da düşene gülmek.
* köşeyi dönmeye çalışmak.
* günde en az bir saat okumamak.
* seri yastığa koyar koymaz uyumak.
* “onlar” gibi olmaya çalışmak.
* sık sık küfür etmek.
* penisinin/vajinasının derdine düşmek.
* karşı cinsi tavlamak için uzun uğraşlar vermek;
* dil sürçmelerine kahkahalarla gülmek.
* önyargılı davranmak.
* özeleştri yapmamak.
* duygulu çekingenliği korkaklık, samimiyeti yaltaklanma ve yardımı bir baskı saymak.
* doğruyu yanlış, yanlışı doğru göstermek.
* hatalarıyla mutsuz olanları aşağılamak.
* kendine açılan bir kalbi, zaaflarından istifade edilecek, istismar edilecek bir akılsız saymak.
* yalnız bırakmak.
* garsonlara parasıyla doğru orantılı olarak bağırmak.
* hakkını arayanlara yumruk göstermek.
* yetkilerini kötüye kullanmak.
* bilgisizin bilgisizliğini yüzüne vurmak.
* her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalıkla bir olmak.
* alkışlamak.
* çanak tutmak.
* her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkartmak.
* kötülemek.
* kazanacak olanı tutmak.
* aldırmamak.
* insanlar arasına duvar çekmek.
* cesaret kırmak.
* korkutmak.
* başkasının yaşama hakkını hiçe saymak.
* kendinden memnun olabilmek için her davranışı meşru saymak.
* “delikanlı” olmak.
* kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin etmek.
* her zaman, her yerde, her sınıftan, her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendine ayırmak.
* ayrımcılık yapmak.
* düşünmemek.
* eziyet etmek.
* ıstırabı paylaşmamak.
* baskı yapmak.
* iyilik etmemek.
* değer vermemek ve hor görmek.
bununla birlikte; tarikattan ilişiği kesilen müritler birinci maddenin ikinci fıkrasından yararlanabilirler.
-4-
ibadet: günde beş defa, mümkünse sesli bir şekilde
“bat dünya bat”
denir.
-5-
mükafat: tarikat’a bağlı müritler, hayata ikinci defa gelmekle mükafatlandırılacaklardır*.
sağ müritler ölen müritlerin ikinci defa gelecekleri dünya’nın daha iyi bir yer olması için ellerinden geleni yapmakla görevlidirler.
*: bunun bir mükafat olup olmadığı doktrinde tartışmalıdır..
1 note
·
View note
Text
Aynaya Kadeh Kaldır
"Kafanda kuruyorsun" , diyor seni tanıyanlar. Hala tanıyorlar mı? emin olamıyorsun; kendine dışardan bakamadığın için tanıdıkları kişinin sen olup olmadığını kestiremiyorsun.Kötü birinden bahseder gibi konuştukları oluyor üzülüyorsun.
Durup durup aynı günü hatırlıyorsun cesaret aradığın gönül darlığında..:
"Ben gidiyorum."
Asıl söylemek istediği kelimeler dilinde değil, bakışlarında asılı duruyordu. Gördün,duydun."Gitme kal" demeni bekliyordu."Benimle kal."
Duydun,duymazdan geldin. İçinden söyledi. Yüzünde çoğaldı kelimeler."Yanımda kal." Yüzünden okudun, gözlerinden, dudaklarının titremesinden,ellerinin üşümesinden,nefes alıp vermelerinden,boynundan okudun ama bir şey söylemedin.
Söyleseydin, söyleyebilseydin seninle mi kalacaktı?
Belki birkaç gün daha, hepsi bu.
Sandığın kadar güçlü olmadığını öğrendiğin anda çırılçıplak kaldın, ayıpların göründü. Daha atılan ilk taşta öldün. Bunu beklemiyordun. Taştan değil ölümün, içindeki yaralardan. Uzun sürdü ölümün aslında. Ve o ilk taş bir sebep oldu ahalinin dilinde.
0 notes
Text
,,,
“İyi ki bitmiş” demişsin, duydum, onu da duydum Hayat. Senden gelen haberleri arkadaşlar laf arasında söylüyorlar. “Oğlum geçen gün Hayat’ı gördüm, senden bahsettik,iyi ki bitmiş, dedi. Sen de unut artık şunu” falan diye çıkıyor onların ağzından ama bana sanki şöyle geliyor:
Gökyüzünde bir beyaz güvercin, ağzında bir zarf...Hayat,Hayat diye kanat çırparak iniyor gökten aşağıya.İsminde dört kuş çırpınışı var senin; ha-yat,ha-yat diye uçuyor güvercin. Yüreğim ağzımda bekliyorum aşağıda. Gelip, uzattığım elime konuyor sanki, gagasındaki zarfı bırakıp gidiyor. Giderken ne dediğini duymuyorum,çünkü o sırada yanıyorum Hayat.
Zarf kapalı, dudaklarınla mühürlemişsin, mührü öpüyorum önce. Sonra diyorum “ buraya dudağı değdiyse, şuraya da parmakları değmiştir, üstüne kokusu sinmiştir.” Zarfın tamamını öpüyorum Hayat, zarfı koynuma alıp yatasım geliyor, zarfın elinden tutup gezesim , zarfla çay içesim , zarfa Hayat diyesim geliyor...Sonra açıyorum, içinden gelincik tarlaları çıkıyor sanki, rüzgarlar esiyor, şelaleler akıyor, kuşlar şakıyarak çıkıyor, içinden sen bakıyorsun Hayat. Tarlalarda koşup şelalelerden geçtikten, kuşları sayıp seni öptükten sonra okuyorum yazdığını.Beyaz kağıda altın yaldızlarla yazmışsın vicdansız.” iyi ki bitmiş...”
Heee Hayat bence de sence. Bence de iyi ki bitmiş.
Allah var ayrılık bana da yaradı.
Hayal gücüm gelişti misal. Eskiden böyle değildim. Gördüğümün ötesini görmezdim.İki boyutlu yaşamdan boyutlar arası yaşama geçtim. Artık dünyadaki her şey seninle bağlantılı Hayat. Sabah güneş doğuyor, diyorum “Hayat da aynı böyle, dünyada bir tane.” Bir derin nefes alıyorum , diyorum “şimdi olaydı,kokusu burnumdaydı.” Yüzümü yıkıyorum,”su” diyorum,”sanki Hayat’ın elleri yüzümde geziyormuş gibi.” Bahçedeki çam rüzgarda sallanıyor, diyorum “Hayat bu, bu onun saçları.” Dalına bir kuş konuyor, “geldi, kuş oldu da geldi.” Az ilerde bir gül görüyorum,diyorum “ bu Hayat’ın dudakları değilse ben de insan evladı değilim.”
Başımı gece yukarı kaldırsam gözlerinin rengi, açıp kapatsam kirpiklerinin siyahı. İyi ki bitmiş hakikaten.Bitmeseydi sabah kalkar, yüzüne bakar, saçını koklar, dudağından öper güne öyle başlardım mesela. Ne sıradan. Hiç yaratıcı değil. Ufkumu açtın Hayat. İçimdeki üçüncü sınıf şairi uyandırdın.Bitmeseydi şu saatte sarılıp uyuyorduk, bak şimdi seni sayıklıyorum.
İyi ki bitmiş; olmayan kimya bilgimle eve laboratuvar kurmalara kalktım sayende Hayat. Kokunun sindiği her şeyi topladım.O kokuyu ordan sıyırıp bir şişenin içine falan saklayabilsem dünyanın en mutlu adamıydım. Denedim, yapamadım. Onu yapabilsem bir sonrakinde fazla bakışlarını toplardım.Şuraya da bakmıştı , buraya da değmişti gözü, şuraya bakarken gözlerini kırpmış, şu pencerede dalıp gitmişti bakışlarıyla kedileri sevmişti der, bakışlarını başka bir şişede damıtırdım. Onu başarsam; dokunuşlarına takardım kafayı. Parmak izlerini toplardım üzerinden.Yorganı açarkenki o el hareketin orda duruyor, kahve bardağını kavrayışın, sabah uyanışın, elektrik düğmelerini şak diye indirişin, giderken kapının kulbuna son dokunuşun...
Hepsi duruyor.Bütün hareketlerini, adımlarını, oturuşunu, dokunuşunu, parmak izlerini, varlığının havada bıraktığı rüzgarı toplar; onları seyreltirdim. Düşünsene beher kapta hayaletin kaynıyor..
Varsın,ordasın,ama yoksun...
Fakat fen hiç ilerlememiş Hayat, seni geri getirmenin formülünü bulamadık ya, bırak Nobel ellerin olsun.
İyi ki bitmiş Hayat..İtikadımı sağlamlaştırdım. Her gün adım adım isyana sürüklendim.Annemden sıkı bir tokat yedim.Çarpılırsın tövbe de diye sarıldı geçirdikten hemen sonra. Çarpıldım zaten daha ne kadar çarpılıyım diye ağladım. Tövbe de dedi; vardır bunda da bir hayır... Beni terk edişini hayırlara vesile kılmak için didiniyorum epeydir Hayat.
Yağmur duasına çıkanlar gibi senin duana çıkıyorum her sabah. Oldukça sakin, oldukça temkinli , oldukça nazik başlıyorum, iyi halden kazanırım diye tekmil hazırlıyorum.
Diyorum “Hayat’ı bir zaman hayatıma dahil ettiğin için teşekkürler tanrım, onu benden almanı da saygıyla karşılıyorum, tabii her şey bizim için, lütfun da hoş kahrın da, tamam ama yine de Hayat’ı geri veremez misin?”
Ananem “bak gör daha iyisini nasip edecek allah sana” diyor ama ben daha iyisini istemiyorum Hayat. Daha iyisi nobeli alanın olsun.
Doğru dedin, iyi ki bitti tabii de, ben de bittim be Hayat. Beceriksizliğimle, yeteneksizliğimle yüzleştim.
Sesim güzel olsa adına türküler yakardım, ellerim çamur tutsa toprağa şeklini verirdim, yüzün gözümün önüne geldiğinde parmağımı oynatabilsem portreni yapar, dokuma bilsem adını dokurdum Hayat. Ne yerimden kalkacak takatim, ne yeni bir şey öğrenecek mecalim var.Bunların yerine yokluğunda kendime inanılmaz meşgaleler buldum.
Olmayacak şeylerin hayalini kurma federasyonu olsa, başkanı ben olurdum Hayat.
Bir gün bana telefon edersen nasıl açacağımın, nasıl alo diyeceğimin hayalini bin kere kurdum. Seni başbaşa yolda görürsem ne yapacağımın, kapıyı çalarsan dürbünden kaç dakika bakacağımın, markette karşılaşırsak alışveriş arabasını nasıl kenara çekeceğimin, şans eseri aynı hastanenin aciline kaldırılırsak kalp atışlarımın ritminin, yağmurlu bir günde aynı taksiye binersek eğer, takside çalan müziğin, seni bir başkasıyla görürsem nasıl yutkunacağımın,evlendiğini duyarsam nasıl intihar edeceğimin, karlı bir günde elimde bir kilo portakalla yürürken seni gördüğümde yere düşürdüğüm portakalların karlar üzerine düşüş hızının, bir kitapçıda rafların arasında senin kokunu duyuvermenin hayalini hep kurdum Hayat. Her şey hazır bir sen eksiksin.
Bitmeseydi, tek meşguliyetim sen yanımda otururken yüzüne bakmak olurdu. Bitti de aklım yolunu buldu.
1 note
·
View note
Text
...
“Bizim kavuşmamız binde bir ihtimal hiç beni beklemesin’’ demişsin.
Yapma gözünü seveyim Hayat.
Nezaket göstermişsin, Allah razı olsun tabii ama, hiç gerek yok böyle şeylere.Beklemek ne demek, ben seni beklemek için bizim salonun kapısına bekleme odası yazmışım, elime dergiler almışım, her an sıra bana gelir de seslenirsin diye diken üstünde oturuyorum.Ne demek hiç beklemesin.Şimdi durumu ben sana şöyle izah edeyim.
Sen bana bir kuyu kaz mesela Hayat. Beni içine göm, ben seni orda da beklerim. Yanıma bir ceviz yatır, ona seni anlatayım, acısın ceviz bana, sarılsın , ‘vah be kardeşim’ desin. Sarılıp öylece kalalım, özü özüme geçsin. Üstümüzden bin yıl geçsin.Gömdüğün topraktan bin yıl sonra tekrar süreyim Hayat, yine sana döneyim.Dallanıp budaklanayım senin için, gökleri tutsun dallarım. Bin yeşil meyve vereyim, birini yuva bileyim. Bin yıl da kabuğumda bekleyeyim.Bin ceviz sallansın dallarımda , ben hariç bin ceviz. Binini koparsınlar Hayat, bir bana dokunmasınlar.Sen gelene kadar ben o dalda dururum. Ha, gelmedin diyelim, yokluğunla kururum.Yapma Hayat, ben o binde bir ihtimale tutundum.
Sen beni bir tut mesela, ben sana taş olurum. En iyisi, bir deniz kenarında fırlatıp at sen beni.Dans ederken ölümü bulmuş gibi, iki kere sekeyim, üçüncüde düşeyim. Uykuya dalar gibi ineyim derinlere.Kumların içine gömülüp kalayım öyle. Bin taş olsun yanımda, benden hariç bin taş.Mezolitik çağdan neolitik çağa geçsin ister tekmili, ben kımıldamam, yerimde ağırım Hayat. Suyun dibine gelmesen de olur, yüzünden geç bana yeter.Her dalgaya sen derim.
Konuşanlar çok oluyor, gemidir derler, rüzgardır derler, suya yağmur düşmüştür, bir balık oynamıştır, ona titremiştir su derler.Kabul etmem.
Hiç mi kelebek etkisi falan duymadın biraderim, Hayat camdan bakarken esnemiştir, onun nefesi perdeye değmiştir, perde pencereyi itmiştir, bir aralık olmuştur, ordan bir kuş geçmiştir , yel kanada değmiştir, kuş uçup denize varmıştır, bir yudum su almıştır, orada deniz titrediyse demek, ben onu hissetmişimdir derim.
Uykun geldiyse yat istersen Hayat, esneme oralarda, titriyorum su altında.
Denizde,karada,havada her şart altında beklerim Hayat. Dokuz felekten geçer,yedi kat gökten yağarım, param parça dağılırım gecene, bin bir yıldız çıkartırım kendimden.Gök katına serilir seni öyle beklerim Hayat. Bin yıldızımı söndürür, bir tanesine kalırım. Olur da gözünün feri sönerse, olur da bir ışık lazım gelirse şayet göz bebeklerine, ben burdayım Hayat. İcap etmez dersen ona da tamam, çekerim sineye. Yine işine karışmak gibi olmasın, sen gene bildiğini yap tabii de, bence Hayat, senin de istikbalin göklerde...
Geceni sevmediysen gününe bulut olayım Hayat, öyle beyaz, öyle saf,öyle yumuşak bekleyeyim ben seni.Bin bulutla yoldaş olayım, senin olduğun yere varayım.Bini kararsın, bini yağsın, bini aksın, bini çekip gitsin göğünden, bir ben kalayım Hayat.Çimenlere uzanıp bulutları izlediğinde beni başka şeye benzetme. Köpeğin oldum Hayat, peşindeyim gündüz gece.
Ben seni terkedilmiş evlerin posta kutularında bekledim mesela.Kırk gün kırk gece tarihi geçmiş faturalarla,pizzacı ilanlarıyla,muhtar adaylarıyla yattım.Gıkım çıkmadı Hayat, ne demek beklemesin beni? Göçmüş kuşların yuvalarında, kelebek kozalarında, yol kenarlarında, otobüs duraklarında, atm içlerinde , parktaki banklarda, kaldırım taşlarında,kimsesiz sokaklarda da bekleyeyim mi Hayat, sen onu söyle.Yüklüğe kaldırılmış ipek yorgan arasında bekleyeyim istersen, varlığı unutulmuş paltoların cebinde, kilidi kaybolmuş çekmecelerde bekleyeyim. Bin yıl açılmayacak kitapların arasında kurutayım mı kendimi? Film izlerken kanepenin kenarına kaçan mısıra uzanınca gör beni, çantanı temizlerken silkelediğinde içinden düşeyim, dolapları temizlerken eline geçeyim.
”Sorun yok Hayat, bekliyorum ben seni, sıkıntı yapma, sen işine bak” diyeyim.
Yalnız Hayat, burda olduğun kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi diyeceksen eğer, kırk yıl düşünme, güzelim aklına yazık.
Çağıracaksan kaldırma elini ,elinin işaretine yazık.
Sesleneceksen incitme sesinin telini.
Gel anlaşalım, gözünün önünde bekleyeyim, göz kırp,ıslık çal,bir ışık yak o dakika, sendeyim...
0 notes
Text
𝓲𝓴𝓲 𝓴𝓲ş𝓲𝓵𝓲𝓴 𝓫𝓲𝓻 𝓻𝓸𝓶𝓪𝓷
Bir sinsi çiçek gibi büyüyor ormanınızda yalnızlığınız.Giderek eksilen kelimelerinizden anlıyorum.Boş can simitleri açığa sürükleniyor. Rüzgarın sesi titriyor. Deniz tersine ürperiyor. Nedensiz saatinize, çalmadan telefonunuza bakıyorsunuz. Ne tuttuğunuz ne de tutamadığınız bir söz var ortada. Kimse size sitem etmiyor. Bugün yansa dünya, kendinizden başka kime dertlenirsiniz? Kaldırımlar caddeleri, bulutlar göğü sıkıştırıyor. Kararıyorsunuz bir elmanın hareketsizliğiyle. Umurunuzda olana sözünüz geçmiyor, lafınızı dinleyene tahammülünüz yok. Yıkılıyor binalarınız depremsiz. Küfür etseniz ayıplayan yok. Işığı gidip gelen bir ampül gibisiniz biri kapatsa da kurtulsanız. Bir şehir günahla yanarken duaya durmuşsunuz. Kımıldayan dudaklarınızı duyan yok.
Jilet gibi giyindikçe yalnızsınız. Oradan oraya yetiştikçe geç kaldınız. Yazarken kalem biter, ağlarken müzik, severken aşk biter, yaşarken nefis. Eridiniz buz gibi üşüdükçe. Unutuldunuz mazi gibi geçtikçe.
Pencereyi açsanız hava, kaçsanız derman, sorsanız anlayan yok.
0 notes
Text
Ben Çubuk turşusu ve şalgamla katılıp, geldiğim yerlerin son derece ekşi tatlarını tartışmaya kapatırken, beklenmedik bir anda on bir ayın sultanı Ramazan gelsin. Bu yıl yine herkes oruç tutsun, ben seni tutayım istiyorum, tıpkı geçen yıl ve ondan öncekinde olduğu gibi.
Aklımda tutayım seni, kalbimde tutayım, dilimin ucunda burnumun direğinde, orta kulağımda, işitme merkezimde avuçlarımın içinde, kollarımın arasında ve gözümün önünde tutayım.Evet evet, en çok da gözümün önünde tutayım seni, tabuda kaybedince, tavlada kaybedince tavlayı alıp kolumun altına poz vereyim, sen kalbimdeyken yenilmenin hiçbir türlüsünden korkmayayım diyorum ben bu yaz.
Kuşluk vakti uyanayım, hakikaten de kuşlar ötüyor olsun.Ağaçların hışırtısı falan, çok şey mi? Sefertasım olsun,onunla evden işe, işten eve seferlere çıkayım, aç kalmayayım karnım doysun, her gün seni son bir kez olsun görmek için geçireyim.Bilmiyorum, benim bu yazdan beklerim fazla mı ama çektiğim acı son bulsun. Heyecanlanınca yine yüzümü kapatayım ellerimle, heyecanlandığımı kimse görmesin ve gülünce gözlerim küçülsün.
Bu yaz bunları istiyorum çok mu ?
0 notes
Text
Gözlerin ateş, dudakların su.. Birinde yanar, birinde boğulurum...
0 notes
Text
к i m ѕ э ѕ i z
En zoru unutulmak.. Sanki yeniden doğmak Ölen birine veda etmek.. Sonsuz hatırlanmak , olsa ya Belki de kimseyi aramıyorum Zaman nasıl hızlı hızlı geçiyor.. Kanlar akıyor yine gözlerimden , Durmaz durağanlık , dursa ya Susmam kadere karşı Duyulmaz duvarlardan arkaya Kırdım duvarları aynaya karşı.. Biri parçalarımı yerden , toplasa ya
0 notes
Text
вєи∂єи öтє
Tarih olup gitsem Saati de alıp sırtıma. Gömülüp kurtulurdum Şu mezarlar olmasa.. Zamanında titrerdim; Kalbim çocuk misali Alev alev yanardım ; Şu yağmurlar olmasa.. Güneşimi versen geri Olsa mutlu ben ve kalanlar geri Kim bilir aydınlığı ; Şu karanlıklar olmasa..
0 notes
Text
Yakınımsı
Arada bir bakıyorum aynaya.. Dertlerden oluşan tual gibisin. Dalıyorum düşlere , sedaya Zamanı umursamayan saat gibisin.. Derinlerden gelen ufacık bir melodi Geceyi aydınlatan kuşlar gibisin.. Sessizlikle sallanan rüyada Yâr içinde yâren gibisin.. Rüzgar yalıyor hafiften Ne hoş duygu tadımsı. Bilmesen biteceğini güzel olurdu ; Ölüm yakınımsı..
0 notes
Text
Bir Gün, İşine Gelir Delirmek
Bir gün susarsın, su içersin. Bir gün susarsın, bir daha konuşmazsın. Bir gün bir yüksek binanın balkon demirlerinden aşağı bakarsın. Herkes birbirine benzemektedir. Bir gün deniz seviyesinde; dostlarını izlerken, gözüne batar farklılıklar. Bir gün eski bir şiirini okur, bir bok anlamazsın. Bir gün eski bir şiirini okur bombok olursun. Bir gün kumsalda yürürsün. Ayak izlerine bakıp anlamaya çalışırsın, geçmiş adımların hangisi takma bacağına aittir diye. Bulamazsın. Sahtelerinle gerçeklerin birbirinden ayırt edilemez olmuştur. Bir gün kumsalda yürürsün. Ayak izlerini siler dalgalar. Her şeyi unutursun. Bir gün bir ceset görürsün. Çevirirsin kim diye. Sensindir. Beğenirsin yüzünün donukluğunu. Ölmek matah bir bokmuş gibi gelir. Bir gün bir ceset görür götüne takmazsın. Bir gün bir ceset görür meraklanırsın. Ceplerini karıştırırken yakalarlar seni. Cinayetin olur. Bir gün bir ceset görürsün. Seninle konuşur. Seninle içer. Seninle makyaj yapar. Tüm aynaları kırasın gelir. Bir gün aklına esti diye caddenin ortasında durursun. Gelen geçen çarpar bedenine. Bir gün aklın kesmez dışarıda ki kalabalığ��. Evden çıkamazsın. Bir gün evden çıktığında kimse olmaz sokakta. Korkarsın. Bir gün uyandığında .. bir kadın girer hayatına Üstelik her şeyiyle çırılçıplaktır inanırsın. Taparsın. Bir gün Tanrı apaçık görünür olur. Tipini beğenmezsin. Tapmazsın. Bir gün taptığın bir kadını da, taptığın tanrıyı da ertesi gün inkar edersin. Bir gün inkar edilirsin sana tapanlar tarafından. Bir gün denize dalarsın, Aklın iyice karışır. Bir gün denize dalarsın, son dalışın olur. Bir gün denize dalarsın, soğuktur. İşersin içine. Isınır. Bir gün bir tak tak motora binersin yat limanından. Hem ilk, hem son durakta inersin. Bir gün inesin gelmez, geri dönersin başladığın yere. Bir gün bir seçim yaparsın, öncesine dönmek imkansızlaşır. Bir gün bir duvarla konuşursun. Sana cevap verir. Bir gün bir duvara toslarsın. Sana dersini verir. Bir gün kendi kendini beklerken bir kadın görürsün. Peşi sıra gidersin. Kaybolmuşluğun olur. Bir gün bir kadın her şeyden vazgeçer gelir, istemezsin. Bir başka kadın için her şeyden geçtiğin bir güne denk gelmiştir. Bir gün şehrin eskisinde, eski bir aşkına rastlarsın. Tüm o tarihi doku içinde yeni gibi kalır. Bir gün ısınmak için sobayı yakarsın sıcaklığın olur. Sonra kestane pişirirsin üstünde, ocağın olur. Söndürmeyi unutursun ocağın yanar. Bir gün işe gelmek delirtir seni. Bir gün delirir, işe gelemezsin. Bir gün, işine gelir delirmek. Bir gün parmaklıkların ardından izlersin dışarıdakileri. Onlar da seni izlerler aynı aralıktan. Kim hürdür? Kim hükümlü karışır…
0 notes
Text
kafamda delİ teneke kutular
Başlangıç: karar anı. Dejavu : bir anı.Eski zamanlı eşyalar arasından, kutunun en dibinden çıkan siyah beyaz bir fotograf.
bir yol…yine , yeni bir yol..
Bırakmaya kıyamadığın , artık tadını alamadığın şekeri bitmiş düşünceler..Esprisi kısır hollywood filmlerinde , çocukların bisikletlerinin arkasına bağladıkları teneke kutular gibi takılmış peşine geliyorlar boş boş.
Ağırlar…
Ağırlık engel yeni düşlere ; duvar aynalardan.Kırmak lazım aynaları bakmak gerek duygulardan..
0 notes
Text
Gözlerinde Bir Saniye
Neden bakıyorsunuz genç bayan Bir gerçek çok hoşsunuz Ama fazlasını arıyorum ben Göründüğünden fazlası olduğu belli gerçi sizde.. Neden bakıyorsunuz genç bayan Yanınızda dolu zengin çocuklar Denizde kum kadar çokturlar.. Benim gibi boş biri Ne hissettirecek size..belli değil ölü mü diri mi.. Neden bakıyorsunuz genç bayan Pişman olmayın ; istemem üzülmenizi İstemem de istemediğiniz biri tarafından düzülmenizi.. Çaldınız kalbimi nedendir bilmem Bilmem de neden biter gecenin mehtabı.. Belki siz değilsiniz kalbimi çalan Bilmiyorum sizmisiniz rüyalarımdaki Ama neden sesi , gözü , yüzü size benziyor genç bayan.. Gözleriniz ateş olup kalbimi yakıyor.. Dudaklarınız su Benliğimi boğuyor.. Neden baktınız ki genç bayan.. Bitmek üzere bedenim Yok işe yaramasa da tavsiye verenim Yok anlattıklarımda , benden başkasına , küfür edenim.. Ben bu kadar kötümüyüm genç bayan.? Neden baktınız Yok alabileceğiniz fazlası Ne yaş kaldı dökecek ne söz var atacak.. Öyle dalıyorum işte saatlerce duvarın birine.. Çok boşmuşum öyle diyor ; eş dost.. Doktorlar da çare bulamadı bu halime Büyük ninem , hocaların tükürükleriyle ıslattı Babam yumruk , tüfek yağlattı Korkutmaya çalıştı ; ağlattı.. Yinede bitmedi yazılar..duvardaki genç bayan… Neden baktınız genç bayan.. Alkolik oldum sokaklarda dolandım Kayışı kopardım karakollarda uyandım.. Yanlış anlama suçlamıyorum seni.. Soruyorum sadece niye , niye baktın Beni karanlık bıraktın.. Soğuk sıcak farketmedi yaktın.. Neden genç bayan.. Diyemem daha çook bakma.. diye Belki tek gözlerimi ayırdığım duvardan Gözlerini gördüğüm an.. Gözlerimin ışığını söndüren genç bayan Neden baktın.. Belki tesadüf tabii.. Belki yanlış anladım Belki cesur olamadım.. Ama tanıyamadın ki beni genç bayan Merhaba dedimya sana bir gece Pardon dedin..tanıyamadın ya beni Tanıyamadım bende seni genç bayan.. Unutamıyorum o geceyi.. Yaşların tadının tuzlu olduğunu Alkolün işe yaramadığı anların olduğunu Sigaranın senin kadar yakmadığını Öğrendim..unutamıyorum genç bayan.. Hatırladın mı ?.. Şimdi beni tanıdın mı ?.. İçim içime sığmıyor..unutamamda geçmişi Diyemem de diyemediğim pek çok şeyi Ama anla be genç bayan.. Daha çook bugünü söyleyemem bugün ben sana.. Daha çook anlatamam beni sana.. seni sana…
0 notes