Text
...
Pek az zaman önce, gölgelerde ve ancak kalabalık yıldızlı gecelerde farkedilebilir bir yansısı olan karanlık silüetlerin adları çalındı kulağıma. Dünya çökerken oradaydım. Yıldızlar yeryüzüne indiğinde oradaydım.
....
Hiçbir şey henüz hiçbir şeyken ve tek bir kişi tarafından bilinebilir tek şey benken ve onu da ben bilirken oradaydım.
...
Beni daha karanlık, daha kötü, ölüme daha yakın kılan şey daha fazla aydınlık, daha fazla iyilik ve daha fazla hayattı. Acıyı tatmak için, ölümü yarattım, ölümü anlamak için hayatı peydahladım.
3 notes
·
View notes
Text
1000 yıl sonra buradayım ha yine...
Uzun süredir hiçbir şeyi tam anlamıyla yapmaya yetecek kadar bir enerjimin olmadığını farketmiştim. Netflix’te başlayıp izlemeyi bitiremediğim filmler, henüz ekipmanlarını satın alırken sıkıldığım hiç başlayamadığım hobiler, yazmaya başladığım ve asla bitiremeyeceğim roman girizgahları, indirip oynamadığım oyunlar… Hiçbir şeyi öğrenmeye, sevmeye ve hatta nefret etmeye yetecek kadar tecrübe edememe hastalığının pençesine düşmüştüm. Gittikçe daha küçük bir hacim kaplayarak yoğunlaşan bu durumdan kurtulmanın bir yolunu arıyordum. Sonra onunla tanıştım; o umarsamaz, kırıcı olmaktan çekinmeyen, aklına gelen ilk şeyi yıllardır tutkuyla savunduğu bir fikirmiş gibi dillendiren, bin yıldır inandığı fikri bile bir başkasının ağzından duyduğu an o fikirden soğuyan ve antisini dillendiren o adamla tanıştım. Kendimle tanıştım. Zamanın beni her zaman daha iyi yapacağını düşünmüştüm. Daha iyi küfreden biri, daha iyi sevişen, dövüşen, içen, sıçan, öpüşen, okuyan, öğrenen, unutan biri… Olumlu ya da olumsuz hiçbir özelliğim sivrilerek daha iyi ya da kötü bir şeye dönüşmedi. Aksine keskin özelliklerimin hepsi daha olağan ve sıradan bir hale geldi. Son zamanlarda duyduğum ve duymaktan nefret ettiğim tek bir şey var; insanların benim bazı özelliklerimi “törpülemem” gerektiğini söylemeleri.
:)
Bakın ne diyeceğim; kimse, ama kimse ve buna kesinlikle ve en önde ben dahilim, hiçbir sikim özelliğini törpülememeli. Bu siktimin kelimesini kullanmak bile yasaklanmalı. Davranışlarım size rahatsız mı ediyor? Ananızın amına kadar yolunuz var. Daha mı anlayışlı olmalıyım? Siktir git! Konuşmak yerine insaları dinlemeyi mi öğrenmeliyim? Hayır, amına koyayım sen konuşmayı öğrenmelisin. Seni dinlerken kusasım geliyor, sürekli aynı şeyi anlatan yirmi farklı cümleyi kurup konuştuğunu umamazsın. Velev ki böyle bir umudun var benim seni dinlememi bekleyemezsin. Çok içip sarhoş mu oluyorum? Karaciğerim misin orospu çocuğu sanane! İnsanlarla kaba mı konuşuyorum yoksa, bu özelliğimi mi “törpülemem” lazım? Bir sır vereyim sana sen ana rahminde defalarca tecavüze uğramış ve doğanın bir lütfu vuku bulmuş bir kanser hücresisin. Sen varsın diye dünya bu kadar kirli, ucuz ve boktan gözüküyor.Ya da şey mesela, insanları dış görünüşleri ile yargılamamalısın! Sen şişmansın, sen kısasın, sen ibneye benziyorsun, sen götüme benziyorsun, hepiniz bir grup özürlü hayvanın ensest sikişinden doğmuş sakat transseksüellersiniz. Onlar cinsel yönelimleri farklı bireyler… Bu yaptığın ırkçılık… Bu yaptığın şu… Bu yaptığın bu… Bu söylediğinden insanlar alınabilir…
Ne kadar hassassınız amına koyayım! Küfür olarak ibneyi kullanmaya devam edeceğim, seksist veya değil sikimde değil ananın amını sikeyim demeye devam edeceğim… Zenci ya da yahudi esprisi yapıldığında güleceğim. Kimsenin ırkı, tipi, siki, tercihi-türcühü, inancı inançsızlığı sikimde değil. Umurumda değil. Politik doğruculuğunuzun götünü sikeyim. Söylemek istediklerinizi, söylemek istediğiniz gibi söyleyin. Kimin kırıldığını, kırılacağını ya da size hedefe koyacağını düşünmeyin. Bunları yapabilirler, bunlar onların sorunu.
Ahh… Dünya… Çok yorucu. 1000 yıl önce doğduysanız eğer 1000 yıl sonrasından.
2 notes
·
View notes
Photo
THE GOD turned 7 today!
1 note
·
View note
Text
Birinci Bölüm / Ann
BİRİNCİ BÖLÜM /
ANN
“Patlamakta olan bir yıldız, yanmakta olan dünyam, ve karardığında artık son gezegen, dudaklarını doldurarak öp beni.”
* * *
Aydınlanmayacak bir güne uyandığımdan yeterince eminim. En başta, her ne kadar bilinenden epey uzak bu dünyanın varlığına inanmakta güçlük çeksem de, geldiğimiz bu noktada; sonsuz bir bataklıkta, bata çıka yürümeye gayret gösteren bir balçıktan ve kurudukça çamura ve sonra toza dönüşecek hiçbir şeyden ibaret olduğumu anladım. Yakında öleceğimden eminim, ve/fakat ite kaka, çeke sürüye, parçalarını saça döke ilerleyen beni, Ann’i ve kafamın içinde her an patlayan o sesi yoksayıp; Bella’nın gözlerine son bir kez daha bakma isteği besliyor içimde sönmüş bir yıldızın kalbini.
“Bella...” diye mırıldandı Adam. Ann kafasını kaldırdı. Gözyuvarlarından biri boştu ve oyuktan yanaklarına doğru sızan çamur, Ann’in kilden yapılma korkunç bir kukla kız olduğunu düşündürüyordu Adam’a. Arkasından, iki yana ayrılmış ve örülmüş saçları ve kırmızı broşlu siyah elbisesinin ardında, eli neredeyse ıslak toprağa dönmüş bu küçük kız çocuğunun masumiyetini görüyor; hem üzülüyor, hem de elini başına uzatarak sevmek isteyecek kadar bir şevkat biriktiyordu kalbinde. “Bella kim, Adam?” diye sordu Ann ve bir cevap beklemeden devam etti : “Sevdiğin biri mi?”.
Kısa ve pek konuşmak istemez bir tavırla, silkerek omuzlarını, devirerek gözlerini ve yayarak dudaklarını tüm yüzüne, « Evet. » demekle yetindi Adam. Bir « Evet » için az kalsın yüz felci geçirecektim diye düşündü içinden.
“Sevgiden bahsetmek istemediğini görüyorum Adam. Hatta hiç bir duygunu açık etmek istemiyorsun. Ancak epey bir yolumuz var, belki de sohbet etmek bastırılmışlığın içinde yarattığı yıkımını azaltabilir.” dedi Ann.
Bir çocuk için amma ukala diye düşündü Adam. Yüzünün yarısında bir süpernova patlamasının tahribatı bulunan bu küçük kız çocuğu nereden bilebilirdi, hayattaki en güçlü duygulardan biri olan sevginin ne demek olduğunu. Ayrıca kıyametin ortasında, bata çıka ilerdiği, bataklıktan bir dehlizi andıran bu dar kanyonda, Adam’ın bahsetmeye can atacağı bir şey değildi sevgi ya da diğer boktan şeyler.
“Eğer anlatırsam onu, bırakacak mısın elimi?” diye sordu Adam, ümitsizce. Ann, kesik bir kahkaha attı ve muzip bir yüz ifadesi takındı yüzüne. “Pekala, bir anlaşmamız var gibi duruyor Adam, eğer anlatırsan hikayeni elimi bir süre bırakmana izin verebilirim.”
Hiç yoktan iyidir diye düşündü Adam. Ann’in onun elinden tutması, Adam’a hayatı boyunca sahip olmak istemediği bir sorumluluk duygusu yüklüyordu. Yolu gösteren ve sorumluluğu alan her ne kadar Ann olsa da, Ann’in büründüğü kırılgan, küçük kız çocuğu kabuğu, Adam’ın bilinç altından sızan tüm oryantalist sanrılara hücmediyor ve gereksiz bir sorumluluk algısını omuzlarına yüklüyordu. Öte yandan, ölüm olduğuna inandığı bu veletten elini kurtarmak, ölümden de sıyrılabileceğine olan zayıf inancını yüreklendiriyordu.
“Burada bir süre dinlenebilir miyiz?” diye sordu Adam, ileride bir zafer anıtı gibi dikilen gri kayayı göstererek. İlahi bir ışığın aydınlattığı bir sureti vardı kayanın. Ardında, iskelet ağaçların bir kumaş gibi sık ve geçilmez dokuduğu ışıksızlık, ölüm gibi karartmıştı kayanın çoğunluğunu. Ancak gökkubbeyi hınca hınç ışıkla dolduran patlama, kayanın diğer yüzüne mavi bir ışık olarak düşüyordu. Bütün bu karanlığın ve yokoluşun içinde, bir zamanlar yaşadım diyebilmek için elinden geldiğince ışımak istiyordu sanki zavallı kaya. Kadim bir ırkın, otoriteye karşı boyun eğmemek üzere verdiği bir direniş anıtı gibi sergiliyordu kendini. İlk molotovun çaktığı, yanan bir kaldırım yüksekliği gibi canlı, boynuna kadar çamura ve ışıksızlığa boğulmuş bir direniş subayının gözlerindeki ölüm gibi hareketsizdi.
Kanyon boyunca kafasını kaldırıp bakan Adam’ın gördüğü şey ölümden ve cansızlıktan başka bir şey değildi. İşin tuhafı, bütün bu hareketsizliğin ve ölümün yanı sıra, karanlığın yaşadığına yemin edebilirdi Adam. Taşın ve toprağın, bata çıka ilerlerken ayaklarından sıyrılan çamurun, kuru, siyah ağaçların ölü olduğu konusunda en ufak bir şüphesi yoktu. Ancak hala canlı olduklarına dair kuvvetli bir ışıltıları ve hatta karanlıkları olduğunu söylemekte mümkündü. Rüzgarı duyumsamak için, geldiği yol boyunca kafasını pek çok defa geriye doğru çevirerek baktı Adam. O yürüdükçe ardından kapanan kapılar gibi çöküyordu karanlık, toprağa. Rüzgarı hissedemedi. Oysa, yol boyunca sağ tarafında kalan karanlık ormanın aksine, sol tarafından yükselip uzanan tuhaf şekilli kayaç dağların oyuklarından çıktığına inandığı ıslık ve yer yer çılığı andıran seslerin rüzgarın marifetini olduğu düşünmüştü.
Ölüm böyle bir şeymiş demek ki diye düşündü. Sık ve dağınık sakalları arasında kaybolan bir gülümseyle aydınlattı suratını. « Öldüm ve hala yürümek zorundayım. » dedi. Ann garipser gözlerle bir süre Adam’ın yüzüne baktı.
Hayatta olmanın, canlı olmanın, yaşamanın pek çok tanımı yapılabilir. Ancak daha kaba bir spektrumda düşünüldüğü zaman, yaşamak hareket etmek demektir. Hareket varlığın ispatıdır ve insan yaşadığı süre boyunca varlığını kanıtlama uğraşındadır. Sürekli bir ışık kaynağından yayılan dalgaların ışıma süresinin sıklığı pürüzsüz bir aydınlık ve cansızlık yaratır, ancak saniyede bilmem kaç kez ışığını açıp kapatan bu kaynağın varlığını anlamak, onun daha kısa dalga aralıklarında ışımasıyla pek mümkün olabilir.
“Dinlenmeye ihtiyacın yok, ama eğer yürümek yerine, oturmak teşvik edecekse hikayeni anlatma konusunda seni, bir süre oturabiliriz.” dedi Ann ve masumiyet kelimesi ne vakit çalınmışsa insanlığın kulağına ve ne vakit yeşermişse ilk fikir tomurcuğu akılda, ne varsa hayatta masumiyeti hatırlatan bir araya gelip Ann’yı mümkün kılmış gibiydi. Kaldırıp kafasını, kendine yıkıcı gelen ufak omuzlarının ağırlığı üzerinden, ezile büzüle baktı Adam’a. Gri karanlığa doğru yürüdüler. Adam’ın elini bıraktı Ann ve bulduğu bir dal parçasıyla yerdeki çamuru eşelemeye başladı. Aslında çok tatlı bir çocuk diye düşündü Adam. “Evet, dinliyorum Adam. Bella diyorduk… »
Kıçını kayaya uygun bir şekilde yerleştirdikten sonra, başını kaldırıp bir süre daha gökyüzü olduğuna inandığı uzay boşluğundaki yıldızlar kumpanyasının büyüleyiciliğine baktı Adam. Evrenin merkezi burası olsa gerek diye düşündü. Gökyüzü diye adlandırdığı boşluğun merkezinde bembeyaz bir ışık haresi az önce patladığına inandığı bir yıldızın kalbi gibi parlamaktaydı. Etrafına saçılan, kızıl, çoğunluğu mavi ve yeşilden oluşan ve incecik bir zarı andıran, kilometrelerce uzunluktaki ışık hareleri bir kırbaç gibi salınarak uzay boşluğunun karanlığına karışıyordu. Her patlama bir kırbaç darbesi gibi boşluğun karanlığında uzayıp kısalıyor ve tekrar çıktığı merkezin içinde daha sönük bir ışık demeti olarak kayboluyordu. Uzay boşluğunu döven bu hedefsiz ve kaotik kırbaç darbelerinin düzensizliğine kendince anlamlar yüklemeye çalışıyordu Adam.
Kafasındaki sesin söylediklerini düşündü bir an için, gördüğü gökyüzü de pekala, gördüğünden bambaşka bir şey olabilirdi. Kanyonun bir bıçak gibi ikiye böldüğü sert ve girintili kayaçların oluşturduğu düzlüklerin üzerinde bir hayatın kendini gerçeklediğini düşünmek istedi. Düştüğü bu dar çukur, bilinç altında gün geçtikçe büyüyen karamsarlarlığının bir imgesi olabilir ve ancak bir yol bulabilirse tırmanmak için, sıradan dünyanın devam eden gerçekliğine ulaşabilir ve hatta uyanabilirdi.
Çocukluğundan beri aynada kendi yüzüne bakma ve kusurlarını görme konusunda korkak biri olmuştu. İçten içe bir utangaçlık olarak etiketliği bu çekimserlik duygusu, zihninde yarattığı benlik algısının bozulmasını önlemek için oluşturduğu bir kalkandı. Yine bu sebeple belkide, vücut bütünlüğünü ya da süreyliliğini bozan olaylara da yaklaşımı aynıydı. Henüz altı yaşlarında bir çocukken parmağını kapı kolundan çıkan küçük çiviyle kesip kanattığında, vücudundaki bozunmayı görür görmez bayılıp kalmıştı. Yirmili yaşlarında güney izlanda kıyısında bir bisiklet gezisi sırasında düşüp, bir kayanın kestiği ayağındaki açılmayı gördüğünde de yine bayılmıştı. Başkalarının vücutlarında gelişen bozunmalar onu rahatsız etmese de, kendi vücudunun sürekliliği ile ilgili değişimler onu derinden etkiliyordu.
Ellerine baktı. Bu bile tek başına; kendi vücudunun bütünsel güvenliği ile ilgili saplantı seviyesinde tepki gösteren biri için büyük bir adımdı. Çünkü gördüğü şey, ellerinin
bozunmaya başlamasıydı, sanki bütün vücudu yağlı boya bir tabloydu ve bu boya zamanın yıkıcı etkisi altında, suretini oluşturan tuvalinden akıp gidiyordu yavaşça.
“Ann, vücuduma ne oluyor? Neden ellerimden bir çamur gibi akıp gidiyor derim?”
“Bu normal bir süreç Adam.” kafasını kaldırmadan devam etti toprağı eşelemeye.
“Nasıl Ann?” karmaşıklık ve baygınlık arasında neredeyse yığılıp kalmak üzereydi kayanın üzerine.
Bir an için kafasını kaldırıp Adam’a baktı Ann ve kafasındaki karışıklığın giderilmesine duyduğu ihtiyacı görerek: “Bütün karmaşık canlılar gibi, başka bir çok etkenin kolektif bir çalışma sonucu bir araya gelerek oluşturduğu nihai bir varlıksın ve artık bir araya gelip seni oluşturan maddelerin bir arada durmasını motive edecek bir yaşamsal belirti yok Adam. Sen ölüsün ve biraz önce üstümüzde patlayan yıldızdan daha çabuk çöküyorsun içine.”
Umutsuzca kitlenip kaldı Adam. Başını ellerinin arasına alarak üzerinden akıp giden çamurun yerdeki bataklıkla bir olmasını izledi. Sonra bütün yol boyunca yürüdükleri bu bataklık patikanın çamurdan oluştuğu fikri geldi aklına. Bu kadar çamur nereden geliyor diye düşündü. Ann’in biraz önce söyledikleriyle gördüklerini birleştirdiğinde gerçek gün gibi ortadaydı. Gerçeklik Adam’ın hayalini kurduğu kurtuluş planlarından ya da onu yaşadıklarının bir kabus olduğunu düşünmesine iten varlıksal süreyliliğini koruma çabasından uzaklaştırıyordu. Bu yüzden bu konu ile ilgili daha fazla soru sormaması gerektiğini ve düşünmeyi bırakması gerekliliğine inanmayı seçti.
« Hadi ama Adam, anlatmanı bekliyorum. » çocuksu bir kaprisle elindeki sopayı daha bir hırsla vurmaya başladı Ann, toprağın avcuna.
Mahçup ve kabullenici bir tavırla, eğerek başını öne ve yayarak dudaklarını yanaklarının kıyılarına, « Tamam, tamam. » demekle yetindi Adam ve daha hüzünlü bir surat ifadesi takınarak :
« Bir akşam üstü Zürich’de gördüm onu, Zürich’in sıkışık masalarından birinde tek başına oturuyor ve bir şeyler mırıldanıyordu. Aklına geldikçe arada bir kahvesinden yudumluyordu. Karşısında bir masaya geçtim. Filtresiz bir bira söyledim. Dumanın beni gizlediğine inandığım her an gözlerinin içine doğru bakmaya gayret gösteriyordum. Ara sıra mırıldanmasını kesiyor ve bakışlarını benim üstüme indiriyordu, yirmiden fazla kez bu şekilde göz göze geldik. Yirmiden fazla kez nefesim kesildi. Gözleri ıslak ve yaşlı bir kayın ağacının gövdesinin üzerinde birikmiş bir kızıl reçine topağı gibiydi. Bakışını devirdiği her şey soluklaşıyor, evrendeki her renk o reçinenin kızılına bulanıyordu. İşgüzar garson, ikinci filtresiz de; adını fısıldadı. Üçüncü filtresiz de masasından kalkıp, benim masama doğru yürüdü. Eğilip adını bilip bilmediğini sordu. Adının Bella olduğunu duyduğumu söyledim. »
« Bana, adını bilmemin neyi değiştirdiğini sordu. Az önce kalbimin bir koza olduğunu anladı��ımı söyledim, onu gördüğümde ve ancak adını duyduğunda kanatlandığını farkettim kozasını kırıp içindeki güvenin. »
« Gülümsedi. Dudaklarını yüzüme yaklaştırıp bir daha onu asla göremeyeceğimi, bambaşka kelimelerle söyledi. « Toccata and Fugue in D Minor ». Dünya milyon kez patlayarak büzüştü kendi içine, yıldızlar elini eteğini çekti gökyüzünden ve bir daha gelmemek üzere ışığı üstüme son kez ışıdı güneş.»
« Bardan çıkıp gitti. Arkasından bir süre bakıp bir bira daha söylemekle kalkmak arasında kaldım. En sonunda kalkmaya karar verdim. Cadde boyunca üzerime devrilen insan kalabalıklarını yararak ve bir mızrak gibi yırtarak, öne eğdiğim başımla, üstümde beliren bakışları, yürüdüm. Sahile vardığımda bir sigara yaktım. Dalgakıranın başında onu gördüm, rüzgarın ne kadar sert olduğunu uçuşan saçlarını gördüğümde farkettim, irkildim. »
« Paltomun yakalarını kaldırıp kendimi rüzgardan biraz daha fazla korumaya çalıştım. Yanına doğru yürüdüm. Yaklaştığımı farketti, ya da zaten beni bekliyordu. Onu öpmek isteyip istemediğimi sordu. Onu bir daha neden göremeyeceğimi sordum. Hoşçakal demekle yetindi. Sahilde yürüyerek gözden kayboldu . »
« Ne sıkıcı bir hikaye ! Söylesene Adam tanrıya inanır mısın ? » dedi Ann. Elindeki dal parçasını karanlığı doğru fırlattı. Adam’ın yanına gelip eline yapıştı. Masum bir çocuk kadar samimi, birazdan kellesini elleriyle alacak cellat kadar soğukkanlı bir şekilde Adam’ın yüzüne bakıp, gülümsedi.
« İnanırdım. » dedi Adam. Ann’nın böyle bir soru sormasını tuhafsadı. Sonra farketti ki ; eğer gerçekten öldüyse tanrı nerede ? Ya da tanrı var mı ?
« Tanrı var mı Ann ? »
« Herşeyi yaratan kadim bir varlıktan mı bahsediyorsun Adam ? »
« Evet, var mı öyle biri ? »
Sessizlik kanyon boyunca katmanlaşarak çöktü bataklığın boğukluğuna. Ann gülümsedi. « Neden burada olduğumu biliyor musun Adam ? » diye sordu.
Gerçektende hiç aklına gelmemişti, Ann’nın kim olduğu ve neden Adam ile ilgilendiği. Ölümü, gözünü açtığı an kabullenmişti ve buradaki yol gösterici de, demek ki bu küçük kız çocuğuymuş, diye düşünmüştü belkide. « Hayır, neden buradasın Ann, ve neden ben ? » diye sordu.
Muzip bir gülümseme takındı Ann suratına. Bir süre bu gülümsemeyle yürüdü. « Bu bir rüya olsaydı ben kim olurdum Adam ? » diye sordu. Siktimiğin Freud’u diye iç geçirdi Adam. Oldum olası bilimsellikten uzak bilinç altı safsatalarını konuşmayı sevmezdi.
Omuzlarını kaldırıp, « Bilmem, bilinçaltımın bir yansıması mı ? » dedi Adam.
Cevap Ann’in pek hoşuna gitmedi. Suratını ekşiterek : « Pek öyle değil Adam » dedi.
« Öyleyse kimsin sen Ann ? »
« Ben, senin gerçekliği kabullenme yolculuğundaki, bir geçiş kabuğuyum. Zihninde ayıklayabildiğin en net fotoğraf karesiyim Adam. Ama görünenin ardında kim olduğumu soruyorsan eğer, aklındaki sesin biraz ete ve kana bürünmüş yansımasıyım diyebilirim. »
« Eğer aklımdaki ses sensen, neden bu konuşmayı hala sürdüyoruz. Vereceğim bütün cevaplar zaten sen de yok mu ? »
« Hem varlar, hem yoklar. Maalesef yaşadıklarından devşirdiğin hatıralar, senin onlara nasıl baktığınla ilgili. Benim gördüklerim sadece ham veriler ve ancak döküldüğünde ağzından bir anlam kazanıyorlar. Aslında yaşadığını düşündüğün şeyler, başka bir gerçekliğin senin tarafından tekrar yorumlanması.
« Peki bu yüzü ben mi seçtim Ann ? »
« Bu yaşarken gördüğün son anlamlı insan görüntüsü. Hatırlayabildiğin görüntülerin en tazesi. Sen düşerken oradaydı. Yüzünün, yani yüzümün, yarısındaki bozunma zannediyorum trenle ilk temas ettiğin ana denk geliyor -ki bu yüzümün diğer yarısındaki felakati açıklıyor. »
Bir süre sustular. Adam, Ann’nın söylediklerinin tamamını anlıyor ancak aklında canlanan ile gerçekte Ann’nın söyledikleri arasındaki sapmanın büyüklüğü konusunda emin olamıyordu. Üstü kapalı bu açıklamalar, anlamlı ve derin gözükmesi için özenle mi seçiliyordu, yoksa Ann’nın bildiklerini anlatmasının başka bir yolu yok muydu ; bu konudaki ikilemi onu daha derin düşüncelerin kucağına atıyordu.
Bir sesle irkildi Adam, yamacın üzerinden gelen sese doğru baktığında, kanyonun tepesindeki düzlükte dikilen silüetler gördü. Gölgeler Adam’ın zihninde bir çok farklı şekle bürünüp, değişiyordu. Görmek istediklerini mi, yoksa gerçekte olanı mı gördüğünü ayırt edemiyordu. Küçük bir kız çocuğu ve bir adam elele tutuşmuş ve onlara el sallıyordu.Herkesin son gördüğü şey, küçük bir kız çocuğu muydu yoksa !
Uzun zaman önce kabus görmeyi bırakmış olsa da Adam, eskiden gördüğü kabuslardaki en belirgin nesne ayna ve kendisiydi. Kendini defalarca gökdelenlerin tepesinden de bıraksa, arabayla boğaz köprüsünden denize de uçsa, hatırlayabildiği ve en korktuğu kabuslar genelde kendi suretini aynada gördükleriydi.
Aynada kendine bakar bakmaz, bozunmuş suretini görür, oradaki tuhaflık onu rahatsız eder ve kan ter içinde uyanırdı. Tepedeki silueti görür görmez irkildi. Telaşla Ann’e döndü : « Onlar kim Ann, sen de görüyor musun ? » eliyle işaret ederek gösterdi.
Sakin bir şekilde Adam’ın gösterdiği tepeye doğru baktı Ann ve boştaki elini kaldırarak el sallamaya başladı. « Onlar biziz Adam. »
Ann’dan böyle bir cevap beklemeyen Adam daha da irkilerek : « Nasıl yani ? »
«Çöken bir yıldızın altındayız Adam, yarattığı çekim alanı zamanın dokusunu bozuyor. Gelecek ve geçmiş iç içe. O noktadan geçerken insanlara geçmişlerine veda etmeleri yönünde telkinde bulunuyorum. Bu durum, onların gerçekliği algılama yöntemlerinin yanlış olduğunu, çünkü bildikleri gerçekliğin aslında ne kadar yanıltıcı olabileceğini gösteriyor. Sen de durma, el salla. Bu el sallama süreci gerçekliğin aslında düşündüğün gibi olmadığını kabullenişinin simgesel öneme sahip bir ritüeli.»
Adam da büyük bir şok ve şaşkınlık içinde, isteksizce de olsa el sallamaya başladı ve Ann’e dönüp : « Peki o çöken yıldız bizi niye içine çekmiyor Ann ? »
«Seni anlıyorum Adam. Gerçekten etrafında olup bitenleri anlamlandırmak için çabalıyorsun. Bildiğin dünya, inandığın değerler, test edilmiş ve kendini defalarca gerçeklemiş fiziksel kondisyonlar, aslında kendini gerçekleyen hayatın bir izdüşümü. Ancak gerçeklik kırındığında, bildiğin gerçeklik üzerine büyük bir sapma ile yansıyor. Sapmanın sıfır noktasında her iki gerçeklik arasında birbiriyle tamamen örtüşen koşullar bulabilirsin. Ancak derinlik ve sapma açısı arttığında, artık gerçekte olanla senin algıladığın gerçeklik -
arasındaki tutarlılık kayboluyor. Söylediklerimin bir kısmını, senin bildiğin dünyanın gerçekliğiyle örtüştürüp bundan bir çıkarım elde etme çaban sapmanın büyüklüğünü bilmediğin için beyhude. Sana yerçekiminden bahsettiğimde bu mantıklı geliyor. Ancak biraz üzerimizde karadeliğe dönüşmek üzere olan kendi içine sıkışmış bu yüksek yoğunluklu ve görece sonsuz kütledeki yıldızın bizi neden içine çekmediği konusunda bir çıkmaza giriyorsun. Yerçekiminin nasıl işlediğiyle ilgili gerçekliğin bir kısmı, senin inandığın gerçeklikle aynı kırınımda iken, bu bilginin diğer kısmındaki kırınımın büyüklüğü yaptığın çıkarımın yanlış olmasına sebep oluyor. »
Pek memnun gözükmese de aldığı cevaptan, yaşadığı anı hazmetmeyi, kafasında her an çoğalan soruların cevaplanmasına tercih etti Adam.
* * *
Uzun süredir yürüyorlardı. Belki Adam hayatı boyunca bu kadar yolu yayan yürümemişti. Üzerlerinde yürüdükleri akışkanımsı toprağın adımlarını rahatça atmaları konusunda çok yardımcı olduğunu söylemek mümkün değildi. Bırakarak Ann’in elini öylece atıverdi kendini Adam, balçığın vücudunu çevreleyen soğukluğuna.
Şaşkınlıkla irkildi Ann ve kapaklanarak dizleri üzerinde Adam’ın yattığı yere doğru eğildi : « Adam ! İyi misin ? » Bir yandan da ıslak elleriyle Adam’ın gövdesinin üzerine koyduğu elleriyle çekiştiriyordu Adam’ı.
Gözlerini açıp bir süre gökyüzü olduğuna inandığı büyüleyici yıkımı seyretti Adam. Kaldırıp gövdesini ve başını kıçının üzerinde bir süre daha oturdu, dizlerini çekerek karnına iki elini dizlerinin üzerine koyup kafasını da iki dizinin arasına aldı. Bir süre bu pozisyonda kaldı, ara sıra sağ eliyle üzerinden akıp giden çamuru sıyırıyor ve tekrar ayaklarında bir yere yapıştırmaya çalışıyordu.
Nihayet Ann’in de orada olduğunu farkederek ; « Az önce, zaten ölü biri için mi endişenedin Ann ? » diye sordu. Ann’in yüzündeki şaşkınlığı görünce iyice meraklandı
Adam : « Yürümeyi bırakıp burada karışmayı bekleseydim eğer toprağa, ne olurdu Ann ? Nereye gidiyoruz biz ? Neden gitmek zorundayım ki , zaten artık ölüysem ? »
Bu kez Ann konuşmadı. İki elini kullandı, zayıf dizleri üzerinde bataklığa gömülü vücudunu kurtarmak için. Güç bela ayağa kalkıp, biraz yürüdü. Sonra Adam’a doğru geri yürüdü. Adam, hazır cevap tanrısının ve üstüne geçirdiği Ann kabuğunun ilk kez düşünmek için zaman kazandığını düşündü.
« Ne oldu Ann ? Söylemediğin ne ? Nereye gidiyoruz ? Artık daha fazla yürümek istemiyorum. »
« Eğer burada kalmak istiyorsan kalabilirsin Adam. Ancak vaktin tükendiğinde üzerine basıp geçtiğimiz bataklığın bir parçası olarak dağılacaksın. Yaşadığın hayat boyunca koyduğun hangi hedefe ulaştın Adam ? Ben söyliyim sana, hiçbirine. Berbat bir evin, dahası bundan da kötü bir hayatın vardı ve hiçbir etki bırakamadan geride kalanlar üzerinde öldün. Yaşadığın hayatta bıraktığın en büyük etki, bir kız çocuğunun senin trajik ölümün yüzünden aylarca kabuslar görmesi olacak. »
« Yaşadığım hayat boyunca hep önemli biri olacağıma inandım. Varlığımın etkisini yirmili yaşlarımda keşfettim. Ben varım diye, olduğum kişi olduğum için bir şeylerin çok daha farklı olabileceğine inandım. Ne zaman bu inancımı kaybettim bilmiyorum, ne zaman bir şeyleri değiştirebileceğime olan inancımın köreldiğini ve yalnızca sürüklenmeye başladığımı hatırlamıyorum. Ama bu oldu Ann ! Dünya’nın bir yerinde, bir ben hacimlik yer işgal ettim bir süre. Hayatım boyunca asla unutmayacağım insanlar, hayatlarından çıkardıklarında bir çırpıda unuttular beni. Ben, varlığını kısa bir süre anlamlı kılmaya çalışmış ve kendini olduğundan daha önemli biri zanneden ben, şimdi sadece uyumak istiyorum. Uyumak ve daha çok uyumak, dünya çöktüğünde, ışıksız bir karanlık « kuru bir ceviz tanesi » gibi boşlukta yuvarlanan soğuk gezegenimizin üzerine çöktüğünde, en sevdiğimiz renkler solduğunda, en sevdiğimiz kadın öldüğünde bile uyanmak istemiyorum. Artık çabalamak istemiyorum Ann. Kabul ediyorum ; akıntı güçlü ve yüzmek için kollarım çok zayıftı. Şimdi
bir kez olsun, inandığım gibi davranmak istiyorum. Ölüm ani ve tutkulu olmak zorunda, belki bir kaç numara öğrenebilir yaşayan sürüngenler sefil yaşamları boyunca ! »
« Yaşadığını zannetiğin hayat boyunca, gerçekleştirdiklerin, gerçekleştiremediklerin, hayallerini besleyen umutların, hatta hayallerin, korkuların, yaşamak için çalışmak zorunda olduğuna inanışın, yaptığın her seks, bir başarıyı kutlamak için tuttuğun alkış, dans etmen, cinsel tercihin, bir sabah omlet yemeye karar vermen, bisiklet sürerken düşmen… Hayatta yaşadığın, biriktiğin, gördüğün her şey, en basit eylemlerin bile gerçek değildi Adam. Nöral ağlardan, işlemcilerden oluşan, çelikten ve bakırdan gövdesi olan bir ara işlemcisin sen, tanıdığın ve tanımadığın herkesle beraber. Bildiğin dünya, o dünyanın yasaları, inandığın gerçeklik hepsi ön tanımlı bir programlayıcı tarafından yönetilen yapay bir gerçeklik algısı. Çok uzun zaman önce kodlanmaya ve inşaa edilmeye başladı bu. Deneysel bir projede, birlikte çalışan parçaların ortak bir bilince sahip olmasının sistemin tamamının verimliliğini arttırdığı keşfedildi. Ancak gerçekte ne olduğunuzu ve ne iş yaptığınızı bilmeniz sistemin güvenilirliğini tehdit edebilirdi. Bu yüzden alternatif bir gerçeklik senaryosu yaratıldı. Sistemin parçası olarak dahil edildiğinizde, birden kendinizi bu gerçekliğin içinde varolarak buluyorsunuz. Siz büyüdüğünüze inanırken, sistem için önemli olan modifikasyonlar, sizden önceki önemli parçalardan sökülerek size adapte ediliyor. Bütün enerjinizi hayatta kalmaya harcıyorsunuz, hatta hasar gören parçalarınızı kendiniz tamir ediyorsunuz. Bu sistemin sürekliliğini ve uzun ömürlü olmasını sağlıyor. Aranızdaki rekabet verimliliği arttıyor. Başarısız veya bozuk parçalar, senin hastalıklı olarak bildiklerin, sistemden çıkarılıyor ve bunu da ölüm olarak biliyorsunuz. Dünya artık eskisi gibi bir yer değil, çünkü sistem kendi kendini idare edebileceğinden çok daha fazla genişledi. Uzun süredir bir savaştayız ve hayati parçalar dışında kalanların geliştirmelerini yapabilecek kaynaklara erişimimiz git gide azaldı. Senin fakirlik, hayal kırıklıkları, yalnızlık olarak algıladığın gerçeklik, seni var eden sistemin senin sürekliliğini sağlayacak kadar hammaddeye sahip olmamasından kaynaklanıyor. »
Dünya, çevre gezegenler ve yıldızlar… Milyon kez genişleyip, milyon kez kendi içine çöktü. Adam, Ann’e inanmaması gerektiğini söyleyen, her saniye üzerine daha fazlası eklenen binlerce iç sesi baskılamaya çalışsa da, bir çırpıda Ann’in ağzından dökülen her kelimeyi tekrar tekrar kafasında çeviriyor ve kendi anlamını bulmaya çalışıyordu.
Bakışlarını Ann’in suratından çekip vücudunu, üstüne yıkılan dünyasının ağırlıyla birlikte, toprağa attı Adam. Gökyüzü olduğunu sandığı boşluğa baktı. Beethowen’ın 6. Senfonisini duyar gibiydi. Notaların üzerinde yürüdü Adam. Her bastığı nota, bir sonrakinin ne olacağını hissetmesini sağlıyordu bir sebeple. Aydınlanmanın ağırlıyla, şimdi olduğundan bin kat daha küçük ve milyonlarca kat daha ağırdı. Nükleer bir bomba kafasının içinde patlamış gibiydi. Bildiği ve inandığı her şey, o daha farkına varamadan moleküllerine ayrılmıştı. Aklında kalan hatıraları, anıları, bildiklerini elleriyle havada yakalayıp parçalanan kafatasının içine tekrar yerleştirmek istiyordu. Ölüm, kabullenilebilirdi. Berbat bir hayat, pekala, kabullenilebilirdi. Duyduklarından sonra, aklında her an yeni bir sorunun patlamasına sebep olan bu zincirleme reaksiyonun etkisini durdurmak ve hiçbir şey düşünmeden rüzgarı duyumsamak istiyordu. Yoksa, rüzgar da mı gerçek değildi ? Peki ya Bella ? Sırtındaki yara ?
* * *
Ne kadar uzun süredir yerde öylece yattığının farkında değildi Adam. Zaman, uğrunda endişelenmesi gereken bir şey de değildi artık. Yüzünde tuhaf bir gülümseme peydahlandı Adam’ın ve birden fırladı ayağa, Ann ne olduğunu anlayamamıştı.
« Sana inanmıyorum Ann ! », kekeleyerek devam etti : « Eğer söylediklerin doğruysa, ki buna asla inanmıyorum, neden buradayım ben ? Madem ben, ben değilim. Madem ölüm ve hayat hiçbiri gerçek değil, neden hala rüya olduğunu söylediğin yerdeyim. Bak, hala yüzüm ve ellerim var. Beni ben yapan hatıralarım var. Nereye gidiyoruz ? Ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum, amacını ya da kim olduğunu ama artık uyanmak istiyorum. »
« Hiç bu kadar uyanık olmamıştın Adam. Gerçeği kabullenmek, bir yalanı savunmaktan daha zordur. Bunu anlıyorum. »
« Burası neresi Ann ? »
« Burayı bir arka kapı olarak düşünebilirsin Adam. Gerçeklikle, senin gerçekliğin arasında bir bekleme noktası. Sistemden çıkarılmadın Adam, yaşadığın berbat hayat, düşük motivasyon ve mutsuzluk, sistemin verimliliğini düşürüyordu. Ama bu senin hatan değil elbette. Sadece yapılması gereken, ihtiyacın olan güncellemeyi ve yükseltmeleri yapıp seni sisteme yeniden eklemek. Bu kez, her şey senin için daha iyi olacak ve sistem için elbette. Madem inandığın yalan gerçeklikten daha önemli, madem yarım kalmış uykuna devam etmek istiyorsun ; bunu mümkün kılacağız Adam. Ancak fiziksel olarak sana bağlanmalı ve bu sorunları gidermeliyim. Bu yüzden Ann’in gösterdiği yolda ilerlemen ve benim yanıma gelmeniz gerekli. »
« Neden yanında değilim ki ! Buraya nasıl geldiysem, beni en başta yanına da çekebilirdin. Neden bu yolu yürümek zorundayım. »
« Planlanan yerde ölmedin Adam. Tren seni sürükledi. Her nasılsa tren seni sürüklediği sırada hala hayattaydın. Bu küçük sapma, izdüşümsel olarak olman gereken yerle şuan olduğun yer arasında bir farka sebep oldu. Aslında bu da bizim hatamız, seni yatağında da öldürebilirdik. Ancak, bu hala kendini geliştiren bir sistem ve sizin gerçekliğinize müdahale sınırlarımızı da test ediyoruz. Senin ölüm şeklin gibi karmaşık ve vurucu bir ölümü de, diğer dış etkileri de kontrol altında tutarak planlamak istedik. Aslında bu konuda da çok büyük bir ilerleme kat ettiğimiz ortada. Ancak ufak bir aksilik oldu. Ama bu sisteme müdahaleyle ilgili ciddi bir deneyim kattı bize.»
* * *
Uzun süre hiçbir şey hakkında konuşmadan yol boyunca yürüdüler. Adam ara sıra Ann’e farkettirmeden gizlice ona bakıyor ve Ann’in hareketlerinden aslında yalan söylediğine dair bir şeyler yakalayabileceğini umuyordu.
Bir türlü Ann’in anlattıkların doğru olabileceği konusunda kendisini ikna edemiyordu Adam. Ann’in en son anlattıklarından sonra ölmüş olabileceğine de inanmıyordu. Bu,
insana içindeyken çok gerçekçi gelen, ama uyandığında ne kadar saçma olduğunu anladığı rüyalardan biri gibiydi.
Yavaş yavaş bu düşünceye alışmaya başlamıştı. Biraz sonra her nasılsa uyanır ve boktan hayatını yaşamaya devam edebilirdi.
« Adam ! »
« Evet, Ann. »
« Merak ettiğim bir şey var, ama bu soruyla seni yargıladığımı düşünmeni istemiyorum. »
«Bunca şeyden sonra, beni sözcüklerle yaralayamazsın herhalde Ann, sor lütfen. »
«Bu karmaşık bir sistem tabi ama, asıl sorumu sormadan önce merak ettiğim bir başka soruyu soracağım. Söylesene, eğer ölmeyeceğini bilseydin, hatta küçücük bir çizik bile almayacağını bilseydin bir binanın tepesinden kendini boşluğa bırakır mıydın, sırf nasıl hissettirdiğini öğrenmek için ? »
« Bilmiyorum Ann, daha önce hiç böyle bir şey düşünmedim . »
« Öyleyse şimdi düşün. »
« Neden atlıyım ki ? »
« Nasıl hissettirceğini merak ettiğin için Adam ? »
« Böyle bir şeyin nasıl hissettireceğini merak etmiyorum Ann. Hiç iyi hissettireceğini de zannetmiyorum. »
« Denemeden bunu nasıl bilebilirsin ki ! »
« Asıl sorun neydi Ann ? »
« Boşver Adam. Unuttum bile. »
Adam, Ann’in asıl soracağı soruyu unutmadığından emindi. Ancak ilk soruya verdiği cevabın Ann’i tatmin etmediğini, hatta neredeyse kızdırdığını farketti. Yenilik ve değişimlere her zaman kapalı biriydi Adam. Yaşadığı hayat da aslında bu sınırların ötesine çıkmasının önündeki en büyük engeldi. Hiç kayakla kaymadığını hatırladı Adam. Düşüp bir yerini kırmaktan ölesiye korkuyordu. Oysa şimdi ölmüştü ve aslında o kadar da korkunç bir şey olamacağını düşünmeye başlamıştı. Ann’in aslında tek bir sorusu olduğunu farketti Adam. Ann’in üstü kapalı olarak Adam’a sormak istediği şey ; neden hayatını değiştirmekten korktuğuydu.
Ann bu soruyu şimdi soruyordu, çünkü Adam hayatının hiçbir anlamı olmadığını biraz önce Ann’in anlattıklarından sonra farketmişti. Kendi hapishanesine hapsolmuş biriydi Adam ve kaybedecek hiçbir şeyi yokken, hayatını değiştirmek için hiçbir şey yapmamıştı. Yavaşça öleceği günü beklemişti. Çağresizliği kabullenmiş ve çağresizliği yaratanın kendisi olduğunu hiçbir zaman anlayamamıştı. Eğer yaşadığı tüm hayatın yalan olduğunu bilseydi yine bu hayatı mı yaşardı ? Ann’in sorusuna verdiği cevaba göre yine aynı sefaleti, aynı çirkinlik içinde yaşardı.
« Atlardım Ann. Emin olmasam bile atlardım Ann. »
Ann gülümsedi. Adam’ın verdiği cevabın kendisine ikinci bir hayat verecek cevap olduğunu anladığını biliyordu ve aslında Adam’ın asla kendini o binadan aşağıya atmayacağından da emindi. Çünkü her şey ne ise, oydu. Değişim sadece bir ilüzyondu.
« Aşağıya bak Adam ! »
« Onlar biz miyiz Ann ? »
« Evet, Adam. El sallamak ister misin kendi geçmişine ? »
Adam yamacın üzerinden, yamacın altındaki kendine, daha az şey bilen ve buradan bir şekilde kurtulabileceğine inanan kendine dakikalarca el salladı. Gülümsemesinin ardında asıl hissettiği şey, zamanın her anında, kendini buradan kurtarabileceğine inanan bir Adam’ın kendini gerçekleyeceğine olan ironik inancıydı.
* * *
Yüksek tutuculuğa sahip ıslak çamurun yayıldığı zemin boyunca güç bela çevirip vücudunu ışığın daha az düştüğü diğer yanına doğru devirdi hantal kütlesini Adam. Gördüğü rüyayı bir süre daha düşünmek istedi. Uyandığını farkettiği andan beri, rüyasını gördüğü o geçmişteki mutlu ana geri dönüp, o günden bugüne kadar olan hayatını yeniden yaşamak istedi Adam. Ne acınası bir hayat !
Nerede olduğunu, gözleri kapalı sırada vücudunu çevirirken diğer yanına, yatağının yanına kadar gelip düşme hissi yaşamadığı an anlamıştı. Çağmurdan ve kilden yapılma, ölü ağaçların gittikçe aydınlanan yol boyunca çoğalarak, ufuk çizgisinden döküldüğü ve kızıl, soluk kayaçların kendisini küçük hissettirdiği yerde, Ann’in krallığının hüküm sürdüğü hiçliğin merkezindeydi.
Bugüne kadar aklında kalan her anıyı ziyaret etme isteği uyandırmıştı Adam’a, gördüğü rüya. Gördüğü rüya çok etkileyici ya da ilham verici bir rüya değildi. Ancak Adam’a düşündürmeye başladığı şey rüyanın kendisinden çok sıradanlığı ve etksizliğiydi. Doğduğu günü, öldüğü günü, okuldan mezun olduğu günü, ilk araba kullandığı anı, ilk seviştiği anı-kadını, ilk tek başına okuyabildiği zamanı, ilk kez ne zaman yaralandığını, sayıp sayabileceği pek çok ilk anı hatırlamakta neredeyse zorlanıyordu. Oysa, çok basit bir kaç olayı, daha biraz önce gerçekleşmiş gibi net hatırlıyordu. Lisede pinpon oynarken kızın kucağına düşen topu, kızdan aldığı an gibi. Topu alırken kız çocuğunun yüzünde muzip ifadeyi, saçlarının taranma şeklini, kızın eteğindeki kırışıklığın büküp hatvesini, alnında peydahlanan ter tomurcuklarının hissini, topu aldıktan sonra attığı ilk serviste topun dönüş şeklini…
Bu olayın hayatına hiç etki ettiğini zannetmiyordu. Onu başka biri yapmamıştı, o kızla bir ilişki yaşamamıştı. Kafasında sebepsizce yer kaplayan bu yüksek çözünürlüklü anı aslında hiç yaşanmasaydı, hayatında hiçbir şey birazcık bile değişmezdi.
« Uyandın mı Adam ? »
Ölümün sokluğu sardı Adam’ın iri kıyım cüssesini. Bir türlü yalnız hissedemiyor olma durumu rahatsız etmişti.
« Hayattayken bile bu kadar iyi bir uyku çekmemiştim Ann. Ne oldu ? Bir anda sızıp kaldım mı öylece ? » Gözlerini açmaktan imtina ediyordu Adam. Bir süre daha uyumanın ve rüyanın yarattığı etkiye sarılarak uyuklamak istiyordu.
« Ölü bir adam niye uyur Ann ? » Bu soru daha çok « Hadi bakalım hoşgeldin yeni muammam . » tadında bir soruydu. Bu soru sorulsun diye Ann başında dikilmişti, bu soru sorulsun diye bir rüya görülmüştü. Bu soru sorulsun diye vardı, varolan her şey.
« Sana saygı duyuyorum Adam. Ama ilgilenmem gereken başka bir konu vardı ve bu sırada senin olayı daha karmaşık bir hale getirmeni istemezdim. »
* * *
1 note
·
View note
Text
Kanla, bulayarak kana gölgesini, kanla ve ihtirasla yürüdü. Zırhı ejdarha derisi ve kösele bir papuçtan yapılma elleri. Titrek mum ışıklarının aydınlattığı yol boyunca yürüdü. Yorulmadı desem, haksızlık olur. Yürüdü. Işığın gölgeyi kestiği yere kadar yürüdü.
0 notes
Text
12 YIL + 1 GÜN
Tarih: 6 Mart 2020 bir gün bir tanrıça bir velet peydahladı bir güveden... veletin kalbi bir kozaydı çıkacak güvenin ömrü bir gündü. güve öldü. velet öldü. 12 yıl sonra tanrı güveye ol dedi güve son kez bir daha vurdu kanatlarını güvenin ömrü bir gündü. güve öldü. veletten geriye 2 ceset kaldı. veledin ömrü 12 yıl + 1 gündü.
1 note
·
View note
Text
adının Bella olduğunu duydum, biraz bakıp yüzüne, utandım. adının Bella olduğunu duydum, yıldızların kalbinde dövülmüş bakışları, varolan her canlı onun yüzünden güzel olmalı. adının Bella olduğunu duydum, molotof gibi çaktı gözlerini geceye bir direniş anıtının altında, geceyarısı vuruldum.
0 notes
Text
Yalnızlığım benim, süpürge saçlım, ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi!
0 notes
Text
İç dünyamda 70′lerdeki Pink Floyd gibiyim, anasının amı gibi müzik yapıyoruz ama yıl 2019.
0 notes