Kurumsal hayatta emeklilik için gün dolduran bünyenin hayattan zevk alma kılavuzu...
Don't wanna be here? Send us removal request.
Photo
Dodikuşumu uyutup uyutup okudum iki günde bitti:) sonunu pek beğenmedim ancak gündemle örtüşmesi ve sürükleyici dili hoşuma gitti.
0 notes
Photo
Doğum izninde çocukken vazgeçemediğin boyama faaliyetlerine geri döndüm. Malum tüm kitapçılarda en çok satan listelerinin başında yetişkinler için boyama kitapları var bu sıralar. Gizemli bahçe ve gizemli ormandan sonra şimdi de fantastik mandalara verdim kendimi:) Doğa'nın alt değiştirme matının hemen yanına tezgahı açtım. Her çiş/kaka arasında az az boyuyorum:) eeee hasılat fena sayılmaz. Sadece anne sütünden geldiği de hesaba katılırsa oldukça tatminkâr :) Mandala yeni öğrendiğim bir kavram. Henüz internetten araştırmalarım bitmedi ama şu ana kadar anladığım bir çok öğretide ve inanışla kullanıldığı. Mandala Sanskritçe'de çember anlamına geliyor, inanışa göre kötülüğün içeri giremeyeceği arınmış bir alanı simgeliyor. Ayrıca geniş anlamda evreni de ifade ediyor. Bu şekiller çoğunlukla meditasyon aracı olarak kullanılıyor. Desenler öyle göz alıcı ki insan boğarken tamamen anda kalıyor yani kafanızdaki düşünceler, susturamadığınız iç seslerden eser kalmıyor.
0 notes
Link
Hamile kalıp da muhtemelen 5. ay itibarıyla karnınız şişmeye başlayınca Türkiye’deki tüm hamile kıyafetlerinin korkunç olduğu gerçeğiyle baş başa kalıyorsunuz. Çok güzel bir amaç için olsa da vücudunuz günden güne hiç tahmin edemeyeceğiniz şekilde formunu kaybederken bir de abuk subuk çiçekli böcekli, fiyonklu, kaba saba kıyafetlerle ortada dolaşma düşüncesi insanın moralini bozuyor. Hele düzenli bir işiniz ve insan içine çıkma zorunluluğunuz varsa işiniz daha da zor.
İşte tam bu düşüncelerdeyken Asos koştu imdadıma. Maternity sanal reyonunda gerçekten hamileyken sizi maksimum güzellikte gösterebilecek tasarımda kıyafetler var. Ayrıca göbek destekleyici aksesuarlar gibi yan ürünler de oldukça başarılı. Gümrükte takılmaması için ben 100 USD’yi geçmedim. Zaten kargo bedava, siparişlerinizi bölerek verebilirsiniz. Çoğu zaman belirtilen gönderim süresinden çok daha kısa sürede ürünler elinizde oluyor.
1 note
·
View note
Photo
Bugünün nostaljik Kadıköy turunun hasılatı Nubebe’den aldığımız kırmızı deri papuçlar oldu. Eskiden Bahariye Caddesi’nde yan yana konuşlanmış Reis, Pekcan ve Nubebe’den en çok en miniği olan Reis kunduracısını severdim. Her bayram en istediğim modelin numarası kalmaz ağlardım:). Şimsa bu üçlüden sadece Nubebe kalmış. Reis de karşıdaki pasajdaymış ama onu ziyareti başka güne bıraktık. Bebikimin potinleri annesiyle aynı mağazadan. Ne yakıştı ne yakıştı....
1 note
·
View note
Text
Uyku Arkadaşı
Uyku arkadaşı lafını anne olunca öğrendim. Kendi çocukluğumda belirli bir oyuncakla uyuyan çocuklara özenip çeşitli oyuncaklarla uyumayı denesem de içimden gelmediğinden çok uzun süreli uyku arkadaşlarım olmadı...olamadı...
Anne olduktan sonra anladım ki uyku arkadaşı denilen obje aslında bebikin değil annenin arkadaşı, annenin hayatını kolaylaştırıcı bir faktör. şöyle ki; bebik doğup hastaneden çıktıktan sonra 15 gün rüya gibi bir hayatınız oluyor. Bebikin uykuları düzenli ve uzun aralıklarla uyuyor, siz de biraz huzur buluyorsunuz. Sonrasında meşhur gaz sancılarıyla beraber - rivayet o ki erkek bebiklerde gaz sancısı daha da fazla olurmuş - uykusuz geceler, akşamüstü başlayıp gece yarılarına hatta sabahlara kadar süren ağlamalar başlıyor. Anneanneler / babaanneler sizlerin küçüklüğünü çoktan unutmuş, bebik deseniz sanki dokunsanız incinecek durumda, üzerine uykusuzluktan akli dengeniz de gitti gidecek insan başlıyor araştırmaya.
İşte benim beyaz gürültü denen seslerle tanışmam bu vesileyle oldu. Önce evdeki fön ve elektrik süpürgesini denedik ama bunları kesintisiz kaç saat çalıştırabilirsiniz ki! sonrasında ipad uygulamalarına baktık ve bu sesleri (yağmur sesi, çamaşır makinesi sesi, su şırıltısı vb. ) çıkartan ücretsiz uygulamaları indirdik. Bu uygulamalarla ağlamalar tamamen kesilmese de en azından uykuda kaldığı süreyi uzatıyor ve daha konsantre bir uyku uyumasını sağlıyordu. Sonra içime annelikten mütevellit bazı şüpheler düştü: ya bu kaynağı belli olmayan ücretsiz uygulamalar aynı zamanda sübliminal bazı mesajlar içeriyorsa dedim. Tam bu sırada da cloud b kuzucuk uyku arkadaşıyla tanıştım. İnternetteki birçok bebek alışveriş sitesinde ve joker mağazalarında bulabileceğiniz bu cihaz/oyuncağın iki boyu var. Büyük boyundaki kalp atışı sesinin yerini küçük boysa su akışı sesi almış. Hepsinin ortak özelliği bebeğinizin anne karnındayken duyduğu vücudunuzdan gelen seslere yakın olmaları ve bu şekilde bebeğinizin kendini anne karnında, güvende ve rahat hissetmesi. Aynı özellik baby wearing’in de ana amacı.
23 dk ve 45 dk’lık iki modda çalıştırabiliyorsunuz. Şanslı anneler 23′ü kullanabilir, biz halen 45 dakikadayız:)
Bebeğim şu anda 5.5 aylık ve could b uyku kuzucuğu halen en yakın arkadaşlarımızdan biri. İlk başta okyanus sesiyle başlayan yolculuğumuza bu aralar balina sesleriyle devam ediyoruz. İşin fenası ben de bayağı alıştım cloud b’ye:) acaba kuzucuk benim uyku arkadaşım mı:)
0 notes
Text
Hamile Uyku Yastığı / Emzirme Yastığı
Hamileliğim boyunca, bu sürecin tüketim çılgınlığına kurban gitmeye meyilli bir süreç olduğu düşüncesiyle hamileliğe özgü ürünleri almaktan kaçındım. Bu ürünlerden şiddetle reddettiklerimden biri de hamile yastığıydı. Önce bacaklarımın arasına alelade bir yastık da koyabilirim, ne özelliği var diyerek almadım, sonraysa zaten doğuma çok az kaldı, ne yapacağım yastığı şimdi dedim yine almadım:) Doğuma birkaç hafta kala, www.bebekesya.com’un Karaköy’deki showroom’una gittik ve orada gördüğüm mavi pöti kareli hamile yastığını annemin de ısrarıyla aldık. Ah ne şapşalmışım o güne kadar yastık almayarak. Nasıl rahat ettim anlatamam. Hamile kalınca insanın uyku pozisyonları değişiyor. İlk başlarda temkinlilikten aslında vücudun ihtiyacı olmasa da dikkat ediyor insan, sonrasında ise zaten karnınız o kadar büyüyor ki sağdan sola dönmek bile zorlaşıyor. İşte bu zaman zarfında vücudunuzun şeklini alacak, boşta kalan yerlerinizi destekleyecek bir yastık kullanmanız oldukça rahatlatıcı. Ben ilk günden itibaren almadığıma çok pişman oldum. Yastık o kadar rahat ki doğum sonrasında evde paylaşamadık, eşim de başka bir marka aldı.
Evde kullandığım iki yastık var: Theraline ve Mycey. İkisi de hem hamilelik döneminde hem de emzirirken kullanılabiliyor ancak benim tercihim biraz daha uzun ve içindeki dolgu maddesi daha esnek olmasını sağlayan theraline’den yana. Aşağıda hangi şekillerde kullanabileceğinizi görebilirsiniz. Tabi kullanma şekli sınırsız. Herkesin kullanımı kendi ihtiyaçları dahilinde değişebilir. Ben hem uyurken, hem emzirirken kullandım, halen de kullanmaya devam ediyorum. Ayrıca bebeğiniz tam dönme dönemindeyken etrafına bariyer olarak da kullanabilirsiniz.
Not: Fotoğraf çekerken bebek sabitlemek için de birebir:)
0 notes
Text
Baby Carriers / Babywearing
Bebeğinizi kucağa alıştırmak ya da alıştırmamak:) Aslında anne olduktan sonra hiçbir şey kontrolünüzde olmadığından bu tip bir soru sormak ya da bu konuda karar vermeye cüret etmek çok çok saçma...
Eskiler fazla kucak alışkanlık yapar, şımartır diyorlar ama uzmanlar anne-çocuk arasında sağlıklı bir bağlanma oluşması, bebeğin daha huzurlu, sevgi dolu ve güvenli hissetmesi için özellikle ilk aylarda dilediği zaman kucağa alınması gerektiğini söylüyor. Biz de içgüdülerimize güvendik ve bileğimize kuvvet dedik ancak Doğa Bey fazla gazlı bir bebik olunca eller kollar tutmaz oldu, boynumuz tutuldu:) nöbetleşerek kucakta gezdirmeye başladık. İşte bu çaresiz zamanlarda babywearing (bebeğinizi bir nevi giymek) konusunu araştırmaya başladım. Aslında evde bu konuda yardımcı olarak malzemelerimiz vardı ama Doğa o kadar küçüktü ki; doktorumuz kullanabileceğimizi söylediğinde dahi ya canı acırsa diye çekindik. Taa ki Doum’da düzenlenen babywearing atölyesine katılana kadar. Atölye içerik açısından çok zengin olmasa ve aslında tüm içerik (ve hatta daha da ötesi) internette bulunabilse de, Doğa üzerinde pratik çalışma yaparak korkumuzu yenmemiz açısından eğitim çok çok faydalı oldu. Evde internetten indirdiğimiz videoları tatbik etmeye çalışırken ağlama krizlerine giren Doğa bebik sus pus oldu. Anne karnındaki doğal salınım hissiyle rüyalara daldı. Bebekler kesinlikle sizin onları tutarken rahat olup olmadığınızı anlıyorlar. Eğer sizde bir tedirginlik varsa onlara da geçiyor ve başlıyorlar ağlamaya. Bu nedenle yıkarken, taşırken, sallarken rahat değilseniz bu konulara yoğunlaşmanızda fayda var. Yoksa iki taraf için de oldukça sıkıntılı süreçler oluyor.
Bebek taşıma konusunda kangurular ergonomik olarak artık pek tavsiye edilmiyor. Biz de ilk aylar için yeni doğan vücut yapısına en uygun olan wrapleri tercih ettik. Tercihimiz moby markasından yana oldu. Kirlenirse boşta kalmayalım diye bir de yedek edindik ve gazlı gecelerimize bu şekilde çözüm bulduk. Wraplerin dezavantajı evde tekseniz bağlamasının çok zor olması. Özellikle de bebeğiniz ürkekse (bizimki öyleydi) ve bağlama süresi uzarsa, kendini kasıp bağlamanızı engelleyebiliyor. İlk aylarda bebekler wrap içine girer girmez mışıl mışıl uyumaya başlıyor. Bu yöntem zaten aslında en geleneksel bebek taşıma yöntemi, muhtemelen ninelerimiz kumaş parçalarıyla bebeklerini bu şekilde taşıyorlardı.
Bebeğimiz 4. ayını geçtikten sonra, bugün çocuk bayramı şerefine wrapleri bir kenara bırakıp mei tei baby carrier’a geçtik. Bebekteki hissi muhtemelen wrap’e benzer olsa da, sağlamlığı, askılarının kalınlığı ve de en önemlisi tek başınıza bağlayıp çözmenin kolaylığı hayat kalitesine büyük ivme kazandıracak cinsten. Yarın bebeğimle mei tei eşliğinde parka gitmek için sabırsızlanıyorum. Doğum kiloları artık korkun benden:)
Moby wrap’in ilkini çok yakın bir akrabamızdan almıştım. İkincisini ise aynı zamanda markanın Türkiye distribütörü de olan www.anneburada.com sitesinden aldık. Bu sitede başka bebek taşıma aparatları da bulabilirsiniz.
Mei tei’ı da aynı akrabamız verdi ama internette birçok sitede satılıyor. Bağlama konusunda internetteki videoları izlemenizi ve püf noktalarını öğrenmenizi tavsiye ederim.
0 notes
Text
Yatak Yanı Beşikleri
Hamilelik yatırımlarımdan en isabetlisi www.bebekesya.com’dan aldığımız babybay anne yanı beşik oldu. Aslında Doğa’nın odasını aylar önceden hazır etmiştik ama bir arkadaşımızın tavsiyesiyle ilk aylar için bir beşik arayışına giriştik. Yerli malı muadilleri daha uygun fiyatlı olsa da, ahşap kalitesi, cila, tasarım gibi sebeplerle tasarruf yapmamaya karar verip beşiğimizi sipariş ettik (http://www.bebekesya.com/uykuda/beikler/anne-yan-bebek-beikleri/409/babybay-anne-yan-beik). İçine de aynı siteden beşik döşeği aldık. Ancak sonrasında şu yan yatma-sırt üstü yatma meselelerinden işkillenip sevi bebe’nin çok fonksiyonlu yan yatış yastığını aldık (http://www.e-bebek.com/sevi-bebe-cok-fonksiyonlu-yatis-yastigi-asortili_SEV-9021). Döşekten daha rahat oldu. Şu an Doğa neredeyse 4 aylık ve halen sevi bebe yastıkta yatıyor ama babybay’a zar zor sığmaya başladı. Muhtemelen maksimum 5 aylık olana kadar kullanabileceğiz.
Yatağın faydalarına gelince: Öncelikle bebekler ilk zamanlarda mora refleksi denen ani hareketler nedeniyle devamlı kendilerini uyandırıyorlar. Eski zamanlarda devamlı kundak yapılırmış ama şimdi doktorlar tavsiye etmiyor (gerçi ben kulak asmayıp kontrollü olarak kullandım.), bu nedenle de bebikler devamlı uyanıyorlar. İlk başta Doğa’yı odasında yatırdım ve ben de yanındaki çekyatta yattım. Ancak her gece en küçük sesine kalkmak, nefes alıyor mu diye devamlı kontrol etmek ve parmaklıklı karyolaya eğilmek beni bitirdi. Lohusalık kendisine çok dikkat etmeniz gereken bir dönem. En kritik şey süt. Süt varsa huzur var, saadet var:) Süt azsa hayat kabus. Sütün anahtarı da dinlenmekten geçiyor yani uyku kritik. Ne zaman ki babybay’a geçtik huzur geldi. Doğa ile güvenli şekilde yan yana yatma zevkini tattım. Aynı yatakta yatmak bebeğiniz çok küçükken oldukça riskli. Hiç denemedim ama muhtemelen yatağa alsam, acaba ezer miyim korkusuyla tüm gece uyuyamazdım. Oysa babybay’da herkesin sınırı belli:) Biz ilk aylarımızı bebeğimle göz göze, elim onun göğsünde geçirdik. Sabah ilk gözünü açışını, uykudaki gülme ve iç çekmelerini hep izledim. Bakıp bakıp doyamadım. Her sabah mutlu uyandım. Geceleri bebeğimin süt istediğini daha ağlamadan anlayıp hemen onu doyurdum.
Babybay çoğu yatağa uyumlu. Bizde İkea’dan alınma kenarları oldukça geniş bir yatak vardı ve ilk başta acaba yatağa sıfırlayamaz mıyız diye korktum. Ama bizimkine bile cuk diye oturdu. Bazalı yataklarda biraz zorluk olabilir. Ayrıca boyu da ayarlanıyor.
5. aydan sonra yeni yeni keşfetmeye başladığım attachment parenting akımına meyledip Doğa’yı herhangi bir kural olmadan, kendi doğal halinde ve hepimizin hazır olduğu zaman odasına buyur etmek istediğimizden, babybay’ın çocuk yatağına dönüşme aparatını da şimdiden sipariş ettik (gelmesi 1 ay kadar sürüyor, alacaksanız önceden sipariş edin). Bu aparatla artık bitişik uyayamasak da parmaklıkların arasından yine el ele tutuşup göz göze bakabileceğiz yavrumla.
Babybay bir alman markası. Aynı sitede alternatifi dreamgood diye bir yatak yanı beşik var. Bunun dışında chicco’nun da aynı amaca hizmet eden next2me modelini daha sonra internette gördüm. Yatağa bitişik olmasa da kalite ve yan yana olabilme açısından Stokke bebek yatakları da başarılı. Alman ürünleri genelde çok kaliteli ve multi fonksiyonel oluyor. Mesela babybay’ı aparatlarını alarak çocuk yatağı, bank ya da mama iskemlesi olarak kullanabiliyorsunuz. Ama hepsi için bir o kadar para verip:) eklentileri almak gerekiyor. Stokke de aynı mantık ama biraz daha pahalı.
Önemli not: Babybay çok kaliteli ama Türkiye’de eve temizliğe gelen kadınlara dayanacak kadar değil:))) Özellikle de yatağa bağlantı yerleri. Defalarca anlatmama rağmen eve gelen iki yardımcımız da her temizlikte bağlantı yerlerini defalarca yanlış takıp bir kısmını sonunda kırdılar. En sonunda her temizlik öncesi kendim söküp lütfen ellemeyin ben takacağım dedim ama muvaffak olamadım:) Bakalım uzatma aparatı gelene kadar yaşar inşallah babybay’ım canım benim:)
0 notes
Text
Doğum Öncesi Eğitim: İstanbul Doğum Akademisi
Hamilelik heyecanlı bir süreç. Hele de insan kurumsal hayatın girdaplarında oradan oraya savrulup zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsa, an an sanki zamanın kontrolünü kaybetmiş de hiçbir şeye hazır değilmiş gibi geliyor. Ben kontrol manyağı bir bünye olduğumdan aslında bu savrulma bana iyi geldi bir yandan, zira evde bazı tatsızlıklar nedeniyle “zorunlu” istirahat etmem gereken dönemde kendimi dinleyerek tüm huzurumu kaçırmıştım. İşe başlayınca günler birbirini kovaladı ve aylar çabucak geçiverdi.
Hamilelik kimilerine göre hayatlarının en güzel dönemi. Bunu söyleyenler genelde her türlü şımarıklığı yapabilmelerini ve her konuda öncelikli olmanın çok zevkli olduğunu gerekçe olarak gösteriyorlar. Oysa benim gibi he şeyini kendi başına halletmeye alışmış ve aşırı temkinli biri için, hamilelik çoğu zaman rahat hareket edemeyeceğiniz, bazen kontrolünüz dışında yardıma ihtiyacınız olan ve kendinize her an çok çok dikkat etmeniz gereken bir süreçti. Bebeğin karnınızdaki hareketlerini hissetmek rüya gibi, ama asıl güzel olanı onu sağ salim kucağınıza almak. İnsan hamile olunca anne olmuyor, hamilelik sürecinde “ben” olan benlik, sonra “bebeğim”e dönüşüyor.
Hamilelik sürecinde bol bol okudum (okuduğum kitaplar başka bir post’un konusu). Kendimi eğitmeye çalıştım. Kendime yaptığım en büyük iyilik internet forumlarında kaybolmamak oldu. Daha önce bir sağlık problemim nedeniyle dadandığım bu kadınlar kulübü, melekler mekanı gibi forumlar psikolojimi haşat etmişti. Hatta bir noktadan sonra, başlarına bu kadar garip şeyler gelen insanların toplandığı ve daha da kötü şeyleri kendilerine çektikleri bir kommünote olarak kabul ettim bu sanal ortamları (bkz. çekim yasası). Ben daha çok profesyonel eğitimlerden, doğal reçetelerden, kendi doktorumdan ve kitaplardan yararlandım. Hiçbir şeyi kafama takmamaya çalıştım.
Annelik aklıma düştüğü zamandan beri aklımda hep normal doğum vardı. Daha doğrusu şöyle: doğum konusunda bir seçenek olduğunu düşünmüyordum, nasıl olması gerekiyorsa öyle olmalıydı ve bilinen yöntem normal doğumdu. Doktorum Kübra Taman da normal doğumu destekleyen bir doktor olduğundan, bu konuda hamileliğimin hiçbir anında tereddüt yaşamadım, ikileme düşmedim (bu da başka bir postun konusu).
Normal doğum konusunda okuduklarım yetmeyince bu konuda profesyonel bir eğitim almaya karar verdim. İnternetten araştırdığımda adını daha önceden zaten duyduğum Doum ve İstanbul Doğum Akademisindeki bu eğitimlerin içeriklerini ve eğitimcileri inceledim ve İstanbul Doğum Akademisi’ndeki eğitime eşimle birlikte katılmaya karar verdim.
Öncelikle şunu belirteyim, eğitim tamamen çift olarak katılıma göre kurgulanmış, bizim gittiğimiz eğitim grubunda hiç tek katılan yoktu ve tüm egzersiz ve pratik çalışmalar da çiftlere göre hazırlanmıştı. Bu nedenle her ne kadar tek kişi katılım olabileceği yazılsa da çift olarak katılmanızı önemle tavsiye ediyorum. Bazı eşler bu tip konularda pek istekli olmasa da, eğitime katılınca göreceksiniz ki doğum destekçisi olan eşiniz de bundan çok çok zevk alacak. Bu noktada eğitimi verenin de erkek olması (Dr. Hakan Çoker, doğal doğum konusunda Türkiye’nin en önce gelen isimlerinden ve benim de alternatif doktorumdu) ve eşlerle empati yapabilmesi, paylaştığı hikayeler ve hicivli yaklaşımı iki günlük yorucu eğitimi eşler için de zevkli kılıyor.
Eşim de ben de, erkeğin doğum sürecindeki kritik önemini bu eğitimde anladık.
Sabah 9 akşam 6 bir hafta sonu nasıl eğitimde geçirilir derken, zaman nasıl geçti anlamadık.
Her ne kadar benim normal doğum hikayem eğitimde bize öğretilenlerle tam örtüşmeyecek kadar renkli olsa da (bkz. gelecekte yazacağım tarla doğumu postu) eğitim sonrasındaki hamilelik sürecim, eşimin bu süreçteki rolü ve doğum ve sonrasında bakış açım oldukça değişti.
Olabildiğinde müdahalesiz, bebeğimle başbaşa, travmasiz 3. trimester geçirdim. Doğum sürecimin başrol oyuncularından ebe Serpil Varlık’la bu vesileyle tanıştım. Diğer anne adaylarının korkularını, heyecanlarını, duygusallıklarını gözlemleyerek “tek” olduğum hissinden uzaklaştım, kendimi iyi hissettim.
Eğitimde öğrendiğim nefes teknikleri ve bedensel egzersizleri uygulayarak bebeğimle huzurlu zamanlar geçirdim.
Sonuçta iyi ki katılmışım dediğim bir eğitim oldu. Bence insan her bulunduğu duruma göre yaşayabileceği her türlü deneyimi yaşamaya çalışmalı. Bu eğitim de hamilelik süreci için renkli ve yararlı bir programdı. Sakın neye yarayacak, insanlar zaten yüzyıllardır doğuruyor demeyin. Bilgi teknolojisi çağında kendi özümüzden o kadar uzaklaşmışız ki, dünyanın en doğan süreci olan normal doğum korkutucu hale gelmiş. Normal doğum yapacağım dediğinizde cesaretiniz için kutlanmanız (birçok kez başıma geldi) bile aslında bir travma ve insanı sanki çok cesur olması gereken zorlu bir süreci seçmiş psikolojisine sokuyor. Oysa en kolay doğum normal doğum, en az riskli ve doğum sonrası hayat kalitesinin yüksek olduğu yöntem normal doğum. Adı üzerinde “normal”.
Bu eğitime katılmasaydım, doğumumda kullanmamış olsam da epidural hakkında kulaktan dolma bilgilerle felç olabileceğimi sanıp panik olabilirdim, ya da doğum masası, dama yolu açılması, lavman, nst gibi müdahaleler konusunda bilinçli karar veremeyebilirdim. En önemlisi ten tene temas, bebeğe yapılacak iğne/aşı/test, yıkama, tartılma gibi kontrolleri bilinçsizce kabul edip bebeğime de travma yaşatmış olabilirdim.
Unutmayın her doğum özel ve marjinal riskli durumlar olmadıkça doğum süreci tamamen dilediğiniz gibi yaşayabileceğiniz bir süreç. kendinizi bebeğinize bırakın gerisi geliyor zaten:) Oğluma bana bu kadar kolay bir doğum yaşatıp benimle beraber süper bir ikili olduğu için teşekkür ediyorum.
Yararlı linkler:
http://www.dogumakademisi.com/
http://www.do-um.com/
http://www.inannakadin.com/
http://www.ayseoner.com.tr/
http://www.annezen.com/
0 notes
Text
Anne oldummm!!!
16 Aralık 2014 itibarıyla bambaşka biri oldum. Doğa bebeğimin annesi oldum. Artık asli işim, her şeyim Doğa bebek, Doğacan...Ben de onun ekmeği, suyu, yaşam kaynağıyım şu anda. Bundan sonraki postlar doğum iznindeki Ekin anneden:)
0 notes
Photo
Hayat yoldasim Chanel'in hayattan zevk alma yontemi: esnemek:)
0 notes
Text
Gökçeada - Bozcaada Çıkartması - I
Yeniden başlasın diyeli o kadar zaman olmuş ki:) önceki post'u silsem daha mı motive edici olur diye düşünmedim değil. Bir yandan TV'de Halk Tv (kalk tv), Ulusal TV ve Cem TV arasında seyirdeyken diğer yandan feribotta kendime söz verdiğim yazımı yazmaya başlıyorum. Fonda "bu daha başlangıç mücadeleye devam nidalarıyla"...Bir haftadır direnişten uzaktayım, gözden ırak gönülden ırak olmadı ama bir haftayı kaadan nispeten uzak, kendi halinde adalarda, kendilerince gündemi takip edip, aslında çoook uzaklarda olan insanlar arasında geçirince oraya da buraya da adapte olmak zaman alıyor.
Bölüm 1- Gökçeada
Gökçeada yolculuğumuz geçen Cumartesi gününü Pazar gününe bağlayan gece başladı. Evdeki bitmek bilmez tadilat son dakikada sağ gösterip sol vurup yine bitmediğinedn gündüzü pestil geceyi valiz yaparak ve yolda geçirdik. Pestillikten mütevellit Keşan sonrasında benim de co-pilotluktan kaptanlığa terfi etmem gerekti. Şehirlerarası araba kullanmak ya da uzun yollar nedense korkulu rüyam. Şehiriçinden farkı olmasa da zamanında bilinçaltıma işlenmiş hurafeler nedeniyle soğuk terler dökerek geçtim şöför koltuğuna. Topu topu 150 km falan gideceğim ama tuf söförü havalarındayım. Saros yakınlarında yola fırlayan kangurumsu yaratık (kocam emrabi'ye göre "dokun bana" yarışmasındaki aracın içinde Barış Manço'yu görüp yarışmayı bırakıp araca binen yarışmacı gibi rüya gördüm - bu anı hatırlayan gençliğinde olur olmaz tüm sihirli kutu programlarının (biri bizi gözetliyor, ah kızlar vah erkekler, hugo ve daha niceleri...) müptelası olan travmatik patetik orta yaşlılara bu vesileyle selam eder bloguma devam ederim) nedeniyle çığlıklar atıp son anda direksiyonu kırıp türünün tek örneği canlıyla vedalaştıktan sonra Kabatepe'ye vardık.
Pazar sabahı ada yolculuğu için en mantıklı zamanlardan. Hiç sıra beklemeden püfür püfür attık kendimizi Gökçeada'ya. Karnımız zil çaldığından önce kendimizi adanın eski Rum köylerinden Zeytinli'ye attık. Gökçeada faslının son günü gelip de tüm köyleri gezdikten sonra, bu köyün en hareketli en yaşam dolu köy olduğunu söyleyebilirim. Zeytinli'de kahvaltı yapabileceğiniz ya da yemek yiyebileceğiniz birkaç şirin restoran ve kafe bulunuyor. Köyün girişinde ücretsiz bir otopark var. Tavsiyem arabanızı yukarılara çıkmadan otoparkta bırakmanızdır. Zaten birkaç yüz metre sonra yollar araçla manevra yapamayacak kadar daralıyor. Ayrıca yerler irili ufaklı düzensiz arnavut kaldırımı modeli, düz ayakkabı giymenizde fayda var.
Zeytinli'de kahvaltı için aslında adanın üç noktasında işletmeleri olan Son Vapur'a (Son Vapur Köyde: gittik. Sabah erken olduğundan sadece biz, tatlıcık bir köpiş ve old and wise kör bir kedicik vardı. Kör kedicik öyle güzel dolanıp yönünü buluyordu ki bahçede kör olup olmadığı konusunda bir münazara yapıverdik. Kahvaltıdaki peynir çeşitleri ve omlet gayet güzeldi. Ancak bir daha gider misin derseniz cevabım hayır olur, bana çok hijyenik gelmedi. Benim bu konuda fazla hassas olmamdan da kaynaklanabilir. Yine de gidince bir uğramakta fayda var, salaş bir yöresel kahvaltı istiyorsanız Zeytinli'de çok da alternatifi yok sanırım.
Kahvaltıdan sonra köyde kısa bir tur atarken Barba Hristo'nun tatlıları tabelalarını görmeye başladık...krem şola (evet aynen böyle yazıyor), krem karamel, sakızlı muhallebi, domates reçeli, dibek kahvesi...93 yaşındaki Hristo Amca tarafından işletilen sevimli ve tertemiz mekan, kapının önüne atılmış 3 masadan ibaret. İlk gün nefis bir krem karamel yedikten sonra, ertesi gün sakızlı muhallebi, son gece ise meşhur domates reçeli almak için gittik Hristo Amca'nın dükkanına. Yani müptelası olduk:).
Allah hepimize Hristo Amca gibi yaşlılık versin. Nazar değmesinden korktuğumdan tüm detayları yazmıyorum ama bize taş çıkarır... Siz sipariş verdikten sonra sipariş hazırlanırken eşi Maria ile bir rumca atışmaları var evlere şenlik. Müşteriye karşı herşey süt liman, içeride hanya konya...Hristo Amca ziyaretlerimizden birinde Maria için, her gün yüzmeye gidiyor köpek balığı yesin diye dua ediyorum ama yemiyor dedi gülerek...Evlilik böyle birşey mi acaba:), köpekbalığı jaws serileriyle büyümüş bendeniz için en büyük korku, bazen duşta bile aklıma gelir. Hele Bond'un License to Kill filmindeki mafyöz infaz sahnesi aklıma kazınmıştır. Beni seven bana başka beddua etsin:). Hristo Amca'yı internetten araştırdığımda kendisinin zamanında Beşiktaş'ta oynadığına dair birçok yazı, bunun yalan olduğuna dair de asabi yazıla gördüm. Kendisine sorduğumda gülüp geçti ama Beşiktaş posteri dükkanının baş köşesindeydi. Övünmekte haklıyız çünkü Beşiktaşlıyız...Benim aklımda Beşiktaş'ımın eski oyuncusu olarak kalacak Hristo Amca...Kışları adada tek başına yazlarıysa eşiyle beraber yaşayan Hristo Amca'yı mutlaka ziyaret edin, enfes domates reçelinden (reçelde kullanılan domatesler bir harika) tadın, tatlılarına doyamayın...Ayrıca esnaf nasıl olunur görün...Müşteriyi hoş tutma, temizlik, cana yakınl��k hepsi onlarda...
Hristo Amca'ya bu kadar dadanınca, Zeytinli'deki diğer uğrak noktalarına midemizde yer kalmadı. En ünlülerinden Madam'ın dibek kahvesini de tatmak güzel olabilir. Bir dahaki sefere artık...
Kalacağımız yer Taş Otel - Gökçeada Surf Merkezi'ne doğru yola çıkıyoruz...Taş Otel'in hem denizi çok güzel olan hem de odaları temiz. Romantik butik bir dekorasyon falan arıyorsanız size yaramaz ama temel ihtiyaçların hepsini fazlasıyla karşılıyor. Tek sorun hem sahilde hem de odalarda peşinizi bırakmayan garip bir cins sivrisinekler. Adanın diğer kesimlerinde bunlara pek rastlamadım ama Taş Otel'in sahilinde rahat güneşlenmek istiyorsanız rüzgarlı bir tarafta oturmanız şart. Aksi taktirde sinekler etrafınızı sarıveriyor. Odada da mutlaka sinekkovar cihaz kullanmak ve gece pencereyi asla açmamak lazım.
Taş Otel'in kumsalında biraz güneşlendikten ve emrabi surf seansını bitirdikten sonra bir ada turu yapmaya karar verdik. Eskiden tatillerin başarısını ne kadar bronzlaştığımla ölçerdim. Yaş ilerleyince düşünceler nasıl da değişiyor. Artık bronzlaşmanın ne denli zararlı olduğu ortaya çıkınca yüzmek dışında plajda vakit geçirmeyi hiç sevmez oldum. Artık emrabiyle o sahil senin bu sahil benim gezip, denize girip yeni kumsallara yelken açıyoruz.
Bu amaçla kendimizi Gizli Liman'a attık. Yol boyunca keçiler kınalı kuzular eşlik etti bize. Gökçeada'nın en belirgin özelliklerinden biri serbestçe gezen, üreyen, uyuyan, salınan keçi ve kuzuları. Etine pek rağbet olmadığından keçicanlar çok daha korunaklı. Chanel the Cat'ten sonra en sevdiğim hayvan ilan ettim kendilerini. Gizli Liman'da küçük bir kafeterya dışında hiçbir tesis yok, ancak muhtarlık çok güzel duş ve soyunma kabinleri yaptırmış. Sınırlı sayıda da olsa şezlong ve şemsiye var. Deniz çok güzel ve etraf tenha...
Biraz yüzüp turumuza devam ediyoruz. Takip ettiğimiz yol neredeyse adanın çevresini tamamen dolaşıyor. Yolda "Marmaros" diye bir tabela görüp tereddüt etmeden dalıyoruz. Amaç keşif yapmak. Daha sonra bu yol üzerinde sadece yürüyerek gidilebilen bir şelale olduğunu öğrendik. Belki sonraki gelişlerimizde uğrarız. Marmaros yolu çok bozuk, giderken kaldırdığımız tozlar dönerken bile bizi bekliyordu:), yolun sonuna doğru onca engebeyi aştıktan sonra asfalt bir bölüme rastlamak bizi şaşırttı. Yolun sonunda minik ıssız bir sahil var. Bizden başka sadece zıpkınla kayalıkların arasında balık avlayan bir dalgıç ve keçiler var. Kumsal taşlık ve adanın diğer kısımlarından farklı yassı taşlardan oluşuyor, yani denize girseniz ayaklarınız acımaz. Akşamüstü olduğundan kurumayız diye denize girmiyoruz. Aynı tozlu yoldan ver elini Dereköy...
Dereköy sanırım adanın en büyük rum köyü. Çoğu terk edilmiş, yer yer dolu tipik rum evlerinden oluşan kocaman bir köy. Mutlaka görülmeli. Issız havası ve hayal gücünüz biraz kuvvetliyse gözünüzde canlandırabileceğiniz eski günleri insanı biraz hüzünlendiriyor. Ayrıca burası bana ne çok şey hakkında hiçbir bilgim olmadığını da bir daha hatırlattı. Gökçeada Rumları araştırılacak ve öğrenilecek konular arasında yerini aldı.
Yol boyunca sulama alanları, göletler görüyoruz. Gökçeada sulama konusunda çoğu adanın derdi olan su kaynağından yoksunluktan hiç çekmemiş. Kendi kendine yetebilen kaynakları var ve organik tarım ve hayvancılık konusunda Türkiye'nin en şanslı coğrafyalarından biri...
Gelecek durağımız Tepeköy...Burası da diğer tüm köyler gibi eski bir rum köyü. Gökçeada'da tüm köyler tepelerde ve merkezde eski bir yerleşime rastlamak istisnai. Tepeköy gerçekten çok küçük ve merkezinde adanın yerel şarap markası Barba Yorgo'nun merkezi dışında bir de küçük restoran var sanırım. Etraflıca gezmedik. Ancak çok yakınında Çınaraltı'nda İspilya restorana yolumuz düştü. Yemekler güzel, manzara muhteşem, salaş küçük bir restoran İspilya. Uğramadan geçmeyin, güzel mezelerini tadın...Fonda "bir zamanlar"...
İkinci gün kahvaltı için merkezdeki Elta organik ürünlerinden hazırlanmış kahvaltıdan tadıyoruz. Merkeze gider gitmez Elta flamalarını hemen fark edersiniz. Kahvaltı güzel ve sağlıklı. Bugün planımız Elta'nın tesislerini de ziyaret etmek. Ada Elta çitfliği merkezden 5-10 dakika uzaklıkta. Bu markayı önce her hafta gittiğim Feriköy organik pazarından sonra da süper marketlerdeki reyonlardan ve Moda'daki dükkanlarından tanıyorum. Tesisler süper, tertemiz. Hayvanların bulunduğu kısma araçla giriş yasak...Bazısı serbest şekilde arazide bazısı da kapalı alanda saman yemekle meşgul...Artık içim daha da rahat alışveriş edebilirim:)
Bu akşam Kaleköy'deyiz Yakamoz'dayız. Manzara yine çok güzel, Barba Yorgo şarabımız, deniz çupramız, mezeler herşey süper. Fonda Türk Sanat Müziği..Fiyatlar makul. Yakamoz'un ayrıca bir de konukevi var. Daha sonra aynı yerde bir de Poseidon diye bir restoran açıldığını duyduk. Daha samimi ve daha az ticari bir mekan tercih edenler için ideal olabilir....
Son günümüzde kahvaltı için Kaleköy Mustafa'nın Kayfesi'ndeyiz. Burası kahvaltılar arasındaki favori yerim oldu. Hem mekan (kocaman bir çınarağacı altında birbirinin dibinde olmayan masalar, pırıl pırıl masa örtüleri, güzel bir manzara, arkada eski bir kilise ve restore edilmiş çanı). Kahvaltıdaki herşey leziz. Servis çok iyi. Gizmek isteyenler için internet sitesi: http://www.mustafaninkayfesi.net/, daha önce Vedat Milor da konuk olmuş. Siteden videosuna ulaşabilirsiniz.
Mustafa'nın Kayfesi'nin yanında İmroza Sabun'un (http://www.imroza.com/) tabelası gözümüze çarpıyor. İçeri girdiğimizde sahibi Aziz Bey'le tanışıyoruz. Dükkanda aynı zamanda sabun imalatı da yapıldığından, sabun yapımına ilişkin tüm detayları hap bilgi şeklinde alıyoruz. Sabunlar Marsilya sabunu stili benmari usulü kazanlarda eritme şeklinde yapılıyor, keçi sütü ve yağmur suyu kullanılıyor. Uzun zamandır zararlı kimyasal dolu şampuanları hayatımdan temelli çıkarmaya uğraştığımdan ancak saçımın sabuna alışmasına da sabredemediğimden, belki bu sefer olur diye bir sürü keçi sütü sabunu ve hediyelik diye (sonradan hediye vermeye kıyamayacağımı bilerek) çeşit çeşit bitki özlü sabun alıyorum. İnternetten de satış var. Yani başarıp da saçımı sabuna alıştırırsam tedarik garantisi var:) yarı yolda kalmayacağım. Aziz Bey sabunlar dışında, ada hakkında hatta gelecek durağımız Bozcaada hakkında da güzel bilgiler veriyor bize. İmroza aynı zamanda ünlü Suvla şaraplarının da bayisi. Buradan şarap da alabilirsiniz. Tam çıkarken Aziz Bey numune sabunlardan hediye ediyor bize. Tatil boyunca yeni aldıklarımızı açmayıp bunları kullanalım diye. Ne nezaket ne incelik... Sevgiyle anıyoruz kullandıkça.
Güzel sohbetin ardından deniz özlemiyle Surf Merkezine geri dönüyoruz.
Amacımız akşama kadar aç kalmak zira Hristo Amca, meze, organik peynir derken tatil lezzet durakları programına dönüştü:). Akşamki durağımız da Ecem Mantı, yani patlayana kadar yemek (Azeri değişiyle yırtılmak) garanti:)....Güneş deniz derken akşam oluyor ve hevesle Ecem Mantı'nın yolunu tutuyoruz. Eskiden merkezde yer alan lokanta, şimdi sahibi Gülsen Hanım'ın evinin yanında adanın tepelerinde. Merkeze çok çok yakın ama mutlaka sormalısınız, yolu biraz sapa...Dik bir tepenin eteğindeki bahçenin içinde Ecem Mantı'da porsiyonun hakkını veren mantılarımızı yiyip çayımızı içip, Hristo Amca'ya uğrayıp domates reçelini de alıp yapılacaklar listemizi tamamlıyoruz.
Arada atladığım şeyleri özet halinde yazıyorum:
- Merkezde Elta'nın mağazasında hem organik sebze hem de zeytinyağı bulabilirsiniz.
- Merkezde dibek kahvesinden sabun ve bala birçok yöresel ürün ve şarap satan dükkan var. Hepsi yanyana gibi...Mutlaka uğrayın. Ayrıca eğer istikamet evinizse keçi peyniri ve yoğurt alın.
- Yine merkezdeki pastanelerde keçi sütlü dondurma ve efi badem kurabiyesi alın...
- Eski Bademli Köyü'ndeki Kabuk Stüdyo'ya (ttp://www.kabukstudio.com/) uğrayıp tasarımla harmanlanmış pazar çantalarından edinin. Sonrasında plaj çantası olarak kullandım, ayrıca organik pazarda da kendisiyle hava atmayı düşünüyorum.
- http://www.gokceadarehberim.com sitesi adayla ilgili çok yararlı bilgiler alabileceğiniz bir adres. Site ticari, yani sitede yer almak ücret karşılığı ancak ücretsiz olsa da yer verilen dükkanların hepsi yine referans konusu olurdu..
#gökçeada#dibek kahvesi#domates reçeli#kabuk stüdyo#imroza#ecem mantı#yakamoz#dereköy#tepeköy#kaleköy#bademli#taş otel#gökçeada surf merkezi#gizli liman#marmaros#elta ada#efi badem#barba hristo#barba yorgo#son vapur#mustafanın kayfesi#pazar çantası#organik#gezi
5 notes
·
View notes
Text
Yeniden başlasınnn!!!
Yazdım bozdum yazdım bozdum, baştan başlamaya karar verdim, hepsini sildim...
Begoodie yine perdesini açıyor aa dostlar:)
Hürmetler efenimmm umarım devamını getiririm...
0 notes