Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Tavuk Suyuna Çorbanın Faydası Tıbben Kanıtlandı
Konuyla ilgili uzmanlar, tavuk suyu çorbanın içerisindeki maddelerin hastalıkla savaşan beyaz kan hücrelerini üretimine katkısı olduğunu belirtiyor. Araştırma sonuçlarına göre; 'Tavuk Suyu', insan vücudundaki hücrelerin büyümesi ve onarımı için gerekli olan aminoasit açısından çok zengin bir kaynak ve mevsim geçişlerinde soğuk algınlıklarına ve diğer bazı hastalıklara karşı vücudu koruyor"… Faydaları antik çağlardan bu yana bilinen Tavuk Suyu Çorbası, Mısır'da soğuk algınlığı için kullanıldı, hatta ünlü ve saygın bilim adamı İbn-i Sina'nın tedavi protokollerinde yer aldı. Tavuk Suyu'nun faydaları günümüzde de bilim insanlarınca kabul ediliyor ve adeta 'sihirli iksir' olarak bazı hastalıkların tedavisinde yardımcı olarak hastalara sıklıkla tavsiye ediliyor. Antiallarjen etki… Bazı hastalıklar insanlarda yüksek oranda su kaybına neden olur ve bol sıvı almaları önerilir. Bol sıvı almak, vücutta bulunan alerjenler ve yabancı etkenler (virüs) ile antikorlarla mücadelede de oldukça etkili bir yöntemdir. Tavuk suyu çorba, kişilerin su ihtiyacını karşıladığı gibi istenmeyen bu maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Antiseptik özelliği vardır… Tavuk suyu, tuzlu su gargarası ile benzer özellikleri taşır. Boğaz, ağız ve bademciklerdeki zararlı etmenleri ortadan kaldırmaya yardımcı olur. Bağışıklık sistemini güçlendirir… Tavuk suyu, vücudun enerjisini dengeler ve artırır. Çorba hazırlanırken içine ayrıca ilave edilen sebzelerle tavuk suyunun besin değeri yükselirken, zengin değerli protein ile de vücut direncine katkı sağlar. Organizmadaki savunma mekanizması için önemli olan beyaz kan hücrelerinin üretimine katkısı bulunur. Vücuda giren yabancı maddelere karşı vücudun ilk savunması olan nötrofiller , bakterilerin yok edilmesi, iltihaplanma ve mukus üretimi (burun tıkanıklığı, boğaz ağrısı, balgam, vs.) yardımıyla vücuttan atımına yardımcı olur. Soğuk algınlığına karşı tavuk suyu çorba içilmesi, sinüslerin temizlenmesi üzerindeki etkisi ile tedaviyi hızlandırıcı rol üstlenir. Tavuk suyunda bulunan carnosin maddesi, beyaz kan hücrelerinin etkisini durdurarak bir yangı oluşumuna neden olur ve bunun sonucu mukus artışı hızlanarak etkenlerin vücuttan atılımına yardımcı olunur. Besleyicidir… Tavuk suyu çorba, barındırdığı kemik iliği ile sadece kalsiyum değil, fosfor, sülfür, magnezyum ve silisyum gibi bağışıklık arttırıcı birçok faydalı mineral içerir. Kıkırdak ve kasları kemiklere bağlayan bağ dokularının parçaları da çorbanın besleyici özelliklerine katkı sağlar. Bu maddeler, diz eklemlerinde kıkırdak erimesi olanların kullandığı "glikozamin kondrotin sülfat" denen tabletlerin ana maddelerini doğal olarak içinde barındırır. Tavuk suyu çorbaya ayrıca eklenecek acı baharatlar, tükürük, boğaz ve akciğer salgısını hızla artırıp balgamı yumuşatıp atılmasını kolaylaştırır. Bağırsak sağlığına etki eder… Bağışıklık sistemimizin dolayısıyla sağlığımızın en önemli bir kısmı bağırsaklarımızdaki faydalı mikropların zararlılardan daha fazla olmasına dayanıyor. Bu denge bozulunca bağırsaklarımızın geçirgenliği olumsuz yönde değişiyor ve yeterince hazmedilmemiş olan ve kana geçmemesi gereken bazı maddelerin kana karışmamasına neden olabiliyor. Bağışıklık sistemi de bu parçacıkları zararlı görerek savaşmak istiyor. Bu durum, uzun süreli iltihabi romatizmal hastalıkların gelişmesini tetikleyebiliyor. Tavuk Suyu çorbasının içerdiği faydalı birçok madde, kolay sindirilir ve besleyici özelliğinin yanında bağırsak iç yüzeyinin iyileşmesine katkı sağlayarak bu olumsuz durumların oluşmasını engelleyebiliyor. Tavuk suyunun faydaları saymakla bitmiyor… Tavuk suyu çorba, içerdiği jelatin sayesinde suyu bağlayıcı özellik kazanarak, sıvıların ve sindirim salgılarının bağırsak içinde toplanmasına, sindirimin kolaylaşmasına yardımcı oluyor. Eklem ağrıları ve iltihabın önleyici etki sağlayabilmesi ve zarar görmüş kıkırdak dokunun tamirinde etkili rol üstleniyor. Yine tavuk suyu içerisinde yer alan arjinin, glisin ve prolin isimli proteinlerin en küçük yapıtaşları olan aminoasitler, vücutta mikroplarla mücadeleyi kolaylaştırıyor. Glisin, rahatlatıcı etkisi sayesinde uyku düzeni sağlıyor ve içerdiği jelatin ile saç ve tırnak sağlığına yardımcı oluyor. Kalsiyum, magnezyum, fosfor gibi birçok faydalı mineral açısından zengin olan Tavuk Suyu, sağlıklı kemik gelişiminde önemli rol oynuyor. Bu nedenle çocuklara ve spor yapanlara ve menopoza bağlı kemik erimesi veya kemik kırığı sorunu olanlara öneriliyor.
0 notes
Text
Peynir cildi güzelleştiriyor
Sağlıklı beslenme için vazgeçilmez gıdamız olan peynir, içerdiği yüksek vitamin ve mineral değerleriyle de aynı zamanda cilt dostu. Uzmanlara göre sağlıklı ve güzel bir cilde sahip olmanın bir yolu da peynir tüketmekten geçiyor. Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Ana bilim Dalı Dermatoloji Uzmanı Dr. Fügen Erdoğan Çekin, her öğünde severek tükettiğimiz peynirin içerdiği besin değerleriyle de cilt sağlığı ve güzelliğinde büyük öneme sahip olduğunu söyledi. Peynirin vitamin ve mineral bakımından çok zengin bir besin olduğunu belirten Dr. Çekin, "Peynir; A, B6, B12, C,D,E ve K vitaminleri, kalsiyum, magnezyum, fosfor, potasyum, sodyum, çinko, bakır, manganez, selenyum ve florür mineralleri açısından çok zengindir. Bunun yanı sıra tiamin, riboflavin, niasin, folat, pantotenik asit ve kolin de içermektedir. Bu değerli besini her öğün sofralarımızda bulundurmalıyız" dedi. Cilt sağlığı ve güzelliğinde süt ve süt ürünlerinin ayrı bir önem taşıdığını kaydeden Dr. Çekin, peynirde bulunan vitamin ve minerallerin faydalarını şöyle sıraladı: "A Vitamini, Akne (sivilce) ve güneş hasarı görmüş ciltlerin tedavisinde önemli bir yer tutar. Daha parlak ve sağlıklı cilt için gereklidir. Cildi enfeksiyonlara karşı korur ve yaşlılık lekelerini azaltır. B6 Vitamini, deri sağlığı için önemlidir. Egzema, saç dökülmesi ve kuru ciltlerin tedavisinde kullanılabilir. C Vitamini, yara ve yanıkların tedavisinde kullanılır. Morarmaları damar oluşumunu önler. İnce çizgileri azaltır. D Vitamini, Derinin daha yumuşak, parlak ve sağlıklı olmasını sağlar. E vitamini cildin daha yumuşak olmasını sağlar. K Vitamini ise özellikle göz çevresinde bulunan koyulaşmanın tedavisinde kullanılmaktadır.
Selenyum, yağlanma ile giden saç ve deri hastalıklarında iyileşmede yardımcıdır. Krem olarak sürüldüğünde yara iyileşmesini hızlandırır. Niasin, derinin üst katmanlarında oluşan hasarları onardığı ve derinin nemini sağlayarak daha nemli ancak daha az kırışıksız bir cilde neden olur. Folat, Cildimizin sağlıklı ve güzel görünmesi için günlük olarak vücudun alması gereken bir maddedir. Kalsiyum, hücre yenilenmesini artırırken eski hücrelerin temizlenmesini hızlandırır. Fosfor, Sodyum, Bakır, Manganez ve Florür vücutta yeterli seviyede bulunduğunda cilt sağlıklı ve gergin bir halde olur. Peynir tüm bunları içererek, adeta vücudumuza koruyucu kalkan görevini üstlenir." Peynir atıştırmalık olarak tüketebilir Türkiye'nin peynir çeşitleri bakımından şanslı bir coğrafyada olduğuna dikkat çeken Dermatoloji Uzmanı Dr. Çekin, son yıllarda geliştirilen yenilikçi ürünlerin peynir tüketimini keyifli hale getirdiğini belirtti. Dr. Çekin, şöyle dedi: "Peynir mutlaka kahvaltıda yenilecek diye bir kural yok. Özellikle yenilikçi ürünlerle peyniri günün her saati yenilebilen bir ürün haline getirdi. Az tuzlu Burgu, Topi, Sürmeli ya da Lor gibi peynirler sağlıklı atıştırmalık olarak ofis ya da farklı ortamlarda günün her saati tüketilebilir. Peynir yiyerek hem sağlıklı beslenmeye hem de cilt güzelliğine yatırım yapılabilir"
0 notes
Text
Su içemeyenlere öneriler
Vücudumuzun yaklaşık yüzde 75'i sudur. Suyun sağlıklı beslenmede çok önemli bir payı vardır. Suyun metabolik reaksiyonlar sonucu oluşan atık ürünler ve toksinlerin vücuttan atılarak sağlığımızın korunmasına katkıda bulunuyor. Anadolu Sağlık Merkezi Tamamlayıcı Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek "Dolayısıyla su bağışıklık sisteminin de önemli bir parçasıdır. Bunun için su günde ortalama 8-10 bardak olacak şekilde sade veya isteğe bağlı olarak sevilen sebze-meyvelerle karıştırıp aromalı bir şekilde de tüketilebilir" önerisinde bulundu. Suya limon, elma, salatalık dilimi, nane veya çubuk tarçın eklemek gibi yöntemler suya aroma katar. Sade suyu az içenlerin tüketimlerini bu şekilde arttırabiliyorlarsa fayda sağlamış olacaklarını vurgulayan Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek "Bitkiler taze olduğundan hücreler parçalanmadığı için hücre içi bileşenlerin suya geçmesi mümkün değildir. Bu bakımdan kesilme yüzeylerinde parçalanmış hücrelerin içerikleri suya geçerek aroma ve biraz etki sağlayabilir" açıklamasında bulundu. Sadece aromalı su içmenin bir zararı yok Sadece aromalı su içiyor olmanın herhangi bir zararı olmadığını söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Tamamlayıcı Tıp Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Tuba Örnek "Kişi suyu nasıl içmekten keyif alıyorsa o şekilde içebilir. Şekerli, asidik veya hazır renklendirilmiş tozlar eklenmediği sürece istenen miktarda aromalı su tüketilebilir. Fakat suyun içine konulan sebze meyvenin çok iyi yıkanmış olması ve şeker/ şekerli gıda eklenmemesi gerekiyor. Günde toplam su ihtiyacı kişiden kişiye değişmekle birlikte ortalama 8- 10 bardak" şeklinde konuştu. Limonlu su tek başına zayıflatmaz Kilo vermek için beslenme ve sporun önemli olduğunu belirten Tuba Örnek "Limonlu su tek başına zayıflatmaz. C vitamini içeriği yüksek olan limonun ancak egzersiz ve sağlıklı diyet yapan kişilerde zayıflamaya yardımcı olduğu bazı çalışmalarda görülmüştür" dedi.
0 notes
Text
Besin zehirlenmesine karşı 14 öneri
Yorgunluk, üşüme, baş ağrısı, baş dönmesi, mide sorunları, ishal, kramplar, görme sorunları… Şiddetli durumlarda bağırsak problemlerine kadar gidebiliyor, hatta zamanında müdahale edilmezse hayata bile mal olabiliyor. Bu problemlere yol açan tablonun adı, yaz aylarında sıkça görülen "besin zehirlenmesi" Besinler içerdikleri su, protein ve karbonhidrat miktarlarıyla bakterilere üremeleri için oldukça uygun ortam oluşturuyorlar. Besinlerde üreyen bakteriler de sağlığımızı ciddi boyutlarda tehdit eden besin kaynaklı zehirlenmelere yol açıyor. Üstelik bazı bakteriler besinin tadını, kokusunu ve görüntüsünü değiştirdikleri için anlaşılabilirken bazılarını fark etmek ise mümkün olmuyor. Besin zehirlenmesinin en önemli sorumlusu ise besinleri ideal ısıda soğutmamak. Besinlerin tüketim sürelerinin geçmesi, hijyenik olmayan ortamlarda hazırlanmamaları ve yetersiz ısıda pişirmek diğer önemli nedenlerini oluşturuyor. Dolayısıyla besinleri satın alırken, hazırlarken ve saklarken bazı noktalara çok dikkat etmek gerekiyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Ertan besin zehirlenmesinden korunmanız için almanız gereken önlemleri anlattı, önemli önerilerde bulundu.
1-Et parlak kırmızı renkte olmalı Etlerin üzerinde kontrol damgası mutlaka olmalı. Etin derisinde parçalanma, kan birikimi, çürüme belirtileri olmamalı, dokusu çok taze, parlak kırmızı renkte olmalı. Dikkat etmeniz gereken bir başka nokta da etin hoş kokması. 2-Tavuğu bütün olarak alın Tavuğun eti diri olmalı, parmağınızı bastırdığınızda oluşan çukur, parmağınızı kaldırınca hemen düzelmeli. Tavuğu çok parçalı almak yerine bütün almayı tercih edin. Bütün olarak alınan tavukların tazeliğini kontrol etmek çok daha kolay oluyor. Taze tavuğu buzdolabında 1-2 günden fazla bekletmeyin, dondurmuş tavuk etini ise -18 ºC'de 1 yıl saklayabilirsiniz. 3-Balığın gözleri parlak ve lekesiz olsun Balığın gözlerinin parlak ve lekesiz, solungaç kısımlarının kırmızımsı pembe, pullar ve yüzgeçlerinin diri olmasına dikkat edin. Ayrıca kasları sert ve esnek durumda, kokusuz, kasa basıldığı zaman parmak izi hemen düzelecek şekilde olmalı. Balığı temizlendikten sonra kağıda sarararak saklayın. Buzdolabında bir günden fazla bekletmemeye özen gösterin. SAKLARKEN 4-Kıymayı bir günden fazla bekletmeyin Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Ertan büyük parçalı etleri buzdolabında 2 günden, kıymayı da 1 günden fazla bekletmemeniz gerektiğine işaret ederek sözlerine şöyle devam ediyor: "Etler derin dondurucuda ise tazeliğini 6 ay koruyabiliyorlar. Etler porsiyon şeklinde saklanırsa çözdürme işlemi için kolaylık sağlanmış ve etin hijyeni bozulmamış oluyor. Bu nedenle derin dondurucuda saklayacağınız etleri tüketeceğiniz miktarlara ayrın" 5-Eti oda sıcaklığında çözdürmeyin Dondurduktan sonra kullanacağınız etleri oda sıcaklığında değil, buzdolabının alt kısmında bekleterek çözdürmeye özen gösterin. Oda sıcaklığında çözdürülen etlerde hızla bakteri ürüyor ve pişirme zamanına kadar sizi zehirleyecek kadar bakteri üremiş oluyor. Dolayısıyla eti kullanmadan bir gün önce dondurucu kısımdan alın ve dolap kısmında 4 derecede çözdürün. Çözdürdüğünüz etleri de hemen kullanmalı ve tekrar dondurmamalısınız. HAZIRLARKEN 6-150 derecenin üzerinde pişirin Büyük parça etleri pişirirken etin iç ısısının yükselmesine dikkat etmeniz gerekiyor. Bunun nedeni ise uzun süre ve düşük ısıda pişirilen etlerde bakteri üremesi. Dolayısıyla etleri 150 derecenin üzerinde pişirmeli ve az pişmiş yerine en azından orta pişmiş olanları tercih etmelisiniz. 7-Oda sıcaklığında 2 saatten fazla bekletmeyin Pişirilmiş hiçbir yemeği oda sıcaklığında 2 saatten fazla bırakmayın. Piştikten sonra hızlıca oda sıcaklığına gelmesini sağlayıp, buzdolabında saklayın. Büyük porsiyonlarda bir yemek ise küçük porsiyonlara ayırarak soğumasını sağlayın.
8-Yiyebileceğiniz kadarını ısıtın Eğer birkaç porsiyonluk bir yemek hazırladıysanız sadece yiyeceğiniz kadarını ısıtın. Her seferinde yemeğin tümünü ısıtırsanız ikinci ısıtmanızdan sonra yemek bozulacaktır. 9-Yumurtayı pişirmeden önce yıkayın Yumurta yıkanmadan, kuru olarak, buzdolabında 2-3 hafta tazeliğini yitirmeden saklanabiliyor, yıkanarak konması halinde daha çabuk bayatlıyor ve bozuluyor. Kullanmadan önce ise mutlaka yıkayın, böylece kirli yumurtadaki mikropların yumurtanın içine girmesi önleyebilirsiniz. Yumurtayla temas ettikten sonra ise ellerinizi yıkamayı ihmal etmeyin. 10-Dondurulmuş sebzeleri hemen pişirin Sebzeleri hafif haşlayarak veya temizledikten sonra tüketilecek kadar porsiyonlara ayırıp öyle dondurun. Kullanacağınız zaman dışarıda çözdürmeden hemen pişirmeye özen gösterin. 11-Kesme tahtasını nemli kullanmayın Kesme tahtası için en uygun materyal aslında camdır. Fakat çoğunlukla ahşap ve plastik kesme tahtaları kullanıyoruz. Kesme tahtalarını işlemin ardından hemen yıkayıp sirkeyle temizledikten sonra zaman kaybetmeden kurumaya bırakın. Çünkü özellikle ahşap kesme tahtaları nemli kaldıklarında bakterilerin oluşmaları için oldukça iyi bir ortam oluşturuyorlar. Tahtanızın üzerinde çok çizik varsa mutlaka zımparalamanız gerekiyor. Özelikle çiğ etlerde yararlandığınız mutfak araç gereçlerini ise çok iyi yıkamadan diğer besinleri hazırlamak için kullanmayın, hatta çiğ et için farklı bir kesme tahtası seçmenizde fayda var.
TÜKETİRKEN 12-Hava almış konserve besinleri yemeyin "Konserve kutularının şişmiş, bombe yapmış olanlarını kullanmayın. Paslı, içindeki sıvıyı sızdıran ezik kutulardan kaçının" diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Ertan evde yapılmış konservelerde de dikkatli olmanız gerektiğini belirterek şu uyarılarda bulunuyor: "Hava almış konserveler tat, koku ve görüntüde herhangi bir değişiklik göstermiyorlarsa bile kesinlikle tüketmeyin. Kapağını açtıktan sonra içindeki yiyecek fışkıran konserveleri de hemen atın" 13-Mayonezden kaçının Mayonez veya onun gibi içerisinde çiğ yumurta bulunan sosların yaz aylarında çok dikkatli tüketilmeleri, hatta yenilmemeleri gerekiyor. Özellikle dışarda yemek yiyeceğiniz zaman içine mayonez eklenmiş besinleri tercih etmemeniz, yaz aylarında karşılaşılabileceğiniz besin zehirlenmelerinden korunmanız adına çok önemli bir adım olacaktır. 14-Pastörize sütleri 2-3 günde tüketin Sütün pastörize olmasına dikkat edin ve paketini açtıktan sonra 2-3 günde bitirin. Uzun ömürlü sütleri tetra-pak kutularda ve açılmadan, oda sıcaklığında 1.5 ay, buzdolabında 3 ay; yoğurtları kapalı olarak 1 hafta buzdolabında saklayabilirsiniz. Sütü açık olarak almışsanız 5 dakika kaynatmalı ve hemen soğutmalısınız. Soğuttuktan sonra buzdolabında en fazla 3 gün bekletebilirsiniz.
0 notes
Text
Doğru et yemenin püf noktaları!
"Etin Profesörü" Cüneyt Asan'dan doğru et yemenin püf noktaları "Etin Profesörü" unvanıyla tanınan Cüneyt Asan, et pişirmenin ve tüketiminin püf noktalarına ve et tüketirken dikkat edilmesi gerekenlere dikkat çekti Cüneyt Asan, sağlıklı beslenmek için doğru eti seçmenin çok önemli olduğunun altını çizerek; "Yediğiniz etin kaliteli, lezzetli ve sağlıklı olması, öncelikle temin edildiği hayvanın ırkı ve nasıl beslendiği ile doğrudan orantılıdır. Ek olarak hayvanın doğru beslenmesi, hijyenik ve doğru yöntemlerle kesilmesi, standartlara uygun bir dinlendirme ve pişirme sürecinden geçmesi şarttır. Ne yerseniz o olursunuz. Mutlu ve sağlıklı olmanın sebebi mutlu yemekten geçiyor" dedi. Asan, iyi pişmiş bir etin sırrının etin kaliteli ve dinlenmiş olmasında yattığını belirtiyor. Evlerinde eti yaygın olarak tüketenlere etin güvenilir ve sağlıklı olduğundan emin olmak için daima aynı kasaba, özellikle de mahalle kasabına gitmelerini öneren Asan; "Etin rengi, dokusu ve aroması ile çok kolay oynanabiliyor. İçindeki yağ dokusunun ve mermer görüntüsünün doğru oranlarda olması gerek. Gıda maddeleri en çok hile yapılan alanlardan biri. İçine bir gram et koymadan köfte, salam, sucuk yapabiliyorsunuz. Bundan korunmanın yolu ise doğru markaları tercih etmek" dedi. Asan, tüketicilere kasaptan et alırken mutlaka yapacakları yemeğe göre et seçmelerini tavsiye etti. Kış aylarında en çok tercih edilen et seçenekleri Asan, kış aylarında Günaydın Et'in spesiyallerini ve en çok tercih edilen ürünlerini de şöyle sıraladı: "Kış sezonunda steakhouse konseptimizde besleyici özelliği yüksek, zengin protein içeren kemik iliği suyu, menümüzde "İlik Shot" olarak yer alıyor. Tomahawk, antrikot ve kuzu kafes en çok tercih edilen ürünlerimiz arasında. Kebap konseptimizde de kış aylarının en çok rağbet gören seçenekleri soğan kebabı, sarımsak kebabı ve Antep yuvalama çorbası.
0 notes
Text
Mangal ateşi bağırsakta kanser riskini artırıyor
Kalın bağırsak kanserinden korunmada beslenme kadar pişirme biçimi de önemli. Mangal ateşinde yanan et; mide, pankreas ve kalın bağırsak kanserine neden oluyor 50 yaşından sonra sıklıkla görülen kalın bağırsak kanseri ile ilgili, Okan Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Alp Gürkan bilgi verdi: Kalın bağırsak kanserleri tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi sağlık sorunları oluşturuyor. Sağlık Bakanlığı'nın istatistiklerine göre en sık görülen ilk beş kanser arasında. Erkek ve kadınlardaki kanserden ölümlerde üçüncü sırada. Her yaşta görülebilmesine rağmen en sık 50 yaşından sonra gözlenir. Ortalama görülme yaşı 63'tür. Kadın erkek arasında görüme sıklığı açısından pek bir fark yoktur. LENF BEZLERİNE YAYILABİLİR Kalın bağırsak kanseri; bağırsak duvarının dışına çıktığında önce çevresindeki lenf bezlerine, daha sonra da karaciğer başta olmak üzere diğer organlara da yayılabilir. Tedavinin başarısı için 50 yaşından sonra düzenli aralıklarla bağırsakların incelenmesi gerekir. Erken evrelerde hastalıktan kurtulmak mümkün olduğu halde geç kalındığında maalesef yaşamı tehdit eden sorunlarla da karşılaşılabilir. Kalın bağırsak kanserini önlemek için, pişirme yöntemi de çok önemlidir. Özellikle mangal gibi pişirme yöntemlerinde etin yanması sonucu kanserojenler oluşabilir. Bu kanserojenler; mide, pankreas ve kalın bağırsak kanserinin gelişmesini tetikleyebilir. Bu nedenle etin ateşe 15 cm'den yakın mesafede olmamasına dikkat edin. Etin mangalda kalma süresi uzadıkça kanserojen madde oluşma riski de artar. KİMYASALLAR OLUMSUZ ETKİLER Kalın bağırsak kanserinin kesin sebebi bilinmiyor. Fakat oluşumunda etkili olan bazı çevresel ve genetik nedenler vardır. Beslenme alışkanlığı, kalın bağırsak kanserinde önemli bir yere sahiptir. Özellikle Batı tipi diyet, kanser ihtimalini artırır. Kalın bağırsak kanserinin oluşmasında hayvansal yağların tüketiminin etkili olduğu araştırmalar sonucu saptanmıştır. Ayrıca bazı kimyasal maddeler, kanser nedenleri arasındadır. Sanayi işçilerinde, bazı fabrikalarda çalışanlarda kalın bağırsak kanseri görülmesi; kimyasal maddelerin etkisini ortaya koymaktadır. KALIN BAĞIRSAK KANSERİ İÇİN BAZI RİSK FAKTÖRLERİ VARDIR: POLİPLER: Polipler kalın bağırsağın iç duvarından kaynaklanır. 50 yaşın üzerindeki insanlarda yaygındır. Başlangıçta iyi huylu tümörler olmasına karşın zamanla kanserleşme olasılığı vardır. Kanserleşme riski nedeniyle polipler, kolonoskopi yoluyla çıkartılmalı ve düzenli aralıklarla kontrol edilmelidir. Poliplerin erken tanısı ve çıkartılması, kalın barğırsak kanser riskini azaltır. YAŞ: Kalın bağırsak kanserleri genelde yaşlılarda görülür. Hastaların yüzde 90'ı, 40 yaşından sonra tanı alır. Ortalama yaş 60'tır. 40 yaşından sonra kalın bağırsak kanserine yakalanma oranı her 10 yılda bir ikiye katlanarak artar. GENETİK BOZUKLUKLAR: Belli genlerdeki değişiklikler, kalın bağırsak kanseri riskini artırır. Herediter polip dışı kalın bağırsak kanseri (HNPCC), kalıtımsal (genetik) kalın bağırsak kanserin en yaygın tipidir. Tüm kalın bağırsak kanser vakalarının yüzde 2'sini oluşturur. Bu, HNPCC genindeki değişiklikler nedeniyle olur. Değişmiş HNPCC genli hastaların yüzde 75'inde kalın bağırsak kanseri gelişir. Kanserin ortalama görülme yaşı 44'dür. AİLEDE KALIN BAĞIRSAK KANSER ÖYKÜSÜ: Bir kişinin yakın akrabalarında (anne, baba, kardeş, çocuklar) kalın bağırsak kanser öyküsü varsa, kişinin bu hastalığa daha genç yaşta yakalanma riski artar. Bu hastalar, kansere ilk yakalanan aile bireylerinin kansere yakalanma yaşından 10 yıl önce kanser açısından taranmaya başlanmalıdır. DAHA ÖNCEDEN KALIN BAĞIRSAK KANSERİ GEÇİRMİŞ OLMAK: Kalın bağırsak kanser öyküsü olan bir kişide tekrar kalın bağırsak kanseri gelişebilir. Yumurtalık, rahim ve meme kanseri öyküsü olan kadınlarda kalın bağırsak kanser riski de artmıştır. BOL MEYVE-SEBZE TÜKETİLMELİ ÜLSERATİF KOLİT VEYA CROHN HASTALIĞI: Bağırsakta adı geçen iltihabi hastalığı olanlarda, kalın bağırsak kanser riski artmıştır. Bu kişilerde normal topluma göre 10 kat artmış risk mevcuttur. DİYET: Hayvansal yağdan zengin, kalsiyum, folat ve liften fakir diyetle beslenenlerde kalın bağırsak kanser riski artmıştır. Meyve ve sebzeden fakir beslenmek de riski artırır. Bol miktarda balık tüketmek, muhtemelen bağırsak kanserine yakalanma riskinizi azaltır. Bağırsak kanserine yakalanma riski haftada 12.5 birim alkol tüketen kişilerde artar. SİGARA: Sigara içen hastalarda polip ve kalın bağırsak kanser riski artar. OBEZİTE: Bilimsel çalışmalarda vücut kitle indeksi 40kg/m2 üzerinde olan kişilerde kalın bağırsak kanseri görülme oranının, normal ağırlıktaki kişilere göre daha fazla olduğu gösterilmiştir. Egzersizin kolon kanseri riskini düşürdüğü iddia edilir. Egzersizin nasıl işe yaradığını bilmiyoruz. Hormon seviyelerini etkiliyor ya da vücudunuzun rölantideki hızını, belki de gıdaların bağırsaklarınızda kalış süresini bile değiştiriyor olabilir. LİFTEN ZENGİN BESLEN, KANSERDEN KORUN Kalın bağırsak kanserlerinden korunmada tarama yöntemlerinin yanı sıra riski azaltıcı bazı basamaklar da mevcuttur. Örneğin fiziksel egzersiz, aşırı kilolardan kurtulmak, sigara ve alkol kullanmamak, yüksek lifli, düşük yağ içerikli gıdaları tüketmek; bunlardan birkaçıdır. Dünya Sağlık Örgütü; 2015 yılında salam, sucuk, sosis, pastırma gibi işlenmiş et ürünlerini kesin kanserojenler arasına dahil etmiştir. Aşırı kırmızı et tüketilmesinin de özelikle kalın bağırsak kanseri riskini artırdığı aynı duyuruda belirtilmektedir. GENETİK TEST YAPTIRILMALI Risk gruplarına girmeyen hastalara, 50 yaşından başlayarak gaitada gizli kan taraması, 50 yaşın üzerinde ise en azından beş yılda bir sigmoidoskopi, 10 yılda bir kalın kolonoskopi yapılması önerilmektedir. Risk grubunda olan hastalardan; daha önce polip çıkarılmış olan hastalar bu işlemden sonra bir-üç yıl içinde tekrar kalın kolonoskopi yaptırmalıdır. Anne-baba gibi yakın akrabalarına kalın bağırsak kanseri tanısı konmuş olanlar, 40 yaşından önce veya akrabasına tanı konulduğu yaştan en geç 8-10 yıl önce taramayı başlatmalıdır. Kalıtsal non-polipozis kalın bağırsak kanseri için genetik test yaptırılmalıdır. Ailesel, adenomatoz polipozis (FAP) olarak adlandırılan hastalık olan kişiler, genetik danışmanlık almalı ve 10-15 yaşından itibaren kalın kolonoskopi ile takip edilmelidir. Meme ve kadın genital organ kanseri olan kişiler; 40 yaşından sonra, ülseratif koliti olan kişiler ise tanı aldıktan sonra periyodik olarak kalın kolonoskopi yaptırmalıdır.
0 notes
Text
Diyabette renkli beslenin
Dünya'da en yaygın hastalıklardan biri olan diyabet ülkemizde de yüksek oranlarda görülmektedir. Türkiye'de yaşayan yetişkinlerde diyabet yani şeker hastalığı görülme sıklığının %13.7'ye ulaştığı bilinmektedir. Diyabet tedavisinde kan şekeri kontrolünü sağlamak ,sağlıklı ve kaliteli bir yaşama sahip olmak için doğru beslenmenin öneminin büyük olduğunu belirten Uzman Diyetisyen İpek Ağaca Özger; 'Doğru beslenme, yeterli meyve ve sebze tüketimini de kapsamalıdır. Liften zengin olan rengarenk meyve ve sebzelerin, kan şekeri yükselme hızını düşürmek, kabızlığı önlemek ve tokluk hissinin oluşmasını sağlamak gibi olumlu özellikleri vardır' diyor. Sebze ve meyvelerin içerisindeki kompleks karbonhidratlar, vücudumuzda şekere yani glikoza dönüşür. Bu yiyeceklerin içeriğindeki karbonhidratların şekere parçalanma hızı yavaş olduğundan kan şekerini daha geç ve daha yavaş yükseltirler; bu yüzden meyve tüketiminden korkulmamalıdır. Tabii meyvelerin tüketim miktarına dikkat edilmelidir; araöğünlerde tercihen 1 porsiyon meyve (kişinin ihtiyacına göre değiişmekle birlikte) tercih edilmelidir.
Meyve ve sebzelerin renklerine dikkat etmek ise daha fazla çeşitte vitamin, mineral ve antioksidan alımını sağlar. Uzman Diyetisyen İpek Ağaca Özger diyabetli kişilerin 5 renkte meyve ve sebze tüketmeye dikkat etmeleri gerektiğini belirtiyor. İşte Özger'in renkli sebze-meyveler listesi ve diyabet için faydaları; Kırmızı Meyve & Sebzeler Aşkın rengi kırmızıyı meyve ve sebzelere veren pigment likopen antioksidanıdır. Kırmızı meyve ve sebzeler: domates, karpuz, kuşburnu, çilek, kırmızı ahududu, greyfurt, nar, kırmızı biber, kızılcık bulunur. Kırmızı renk grubunda en düşük glisemik indekse sahip olan meyve greyfurt, en yüksek glisemik indeksi olan ise karpuzdur. Çok güçlü antioksidan kaynağı olan kırmızı sebze ve meyveler, diyabetli kişilerin sofrasından eksik olmamalıdır. Sarı-Turuncu Meyve & Sebzeler Enerjinin sembolü olan turuncu renkteki meyve ve sebzeler, doğal bir bitkisel pigment olan, karotenoidler tarafından renklendirilmişlerdir Sarı-turuncu renk grubunda yer alan meyve ve sebzeler: Bal kabağı, Havu��, Şeftali, Kayısı, Kavun, Mango, Nektarin, Portakal, Mandalina, Trabzon hurması, Muşmula, Malta eriği (yeni dünya), Ananas, Papaya, Limon, Sarı biber, Tatlı patates, Mısır ve Sarı domatestir.
Turuncu renk grubunda yer alan turunçgillerin tüketiminde diyabetlilerin dikkat etmesi gereken nokta; meyvenin suyunu sıkmak yerine kendisini tercih etmeleridir. Böylece daha fazla posa alarak kan şekerlerinin hızlı yükselmesini engellemiş olurlar. Ayrıca; taze sıkılmış da olsa meyve sularının glisemik indeksinin bir miktar daha yüksek olduğu unutulmamalıdır. Sebzelerden tatlı patates ve havucun; meyvelerden ise kayısı ve kavunun glisemik indeksleri yüksek olan seçimler olduğu unutulmamalıdır. Bu meyve sebzeler, diğerlerine göre daha dikkatli tüketilmelidir. Diyabetlilerde meyvenin kurusundansa tazesini tüketmek daha doğrudur. Diyabetlilere bağışıklık sisteminin güçlenmesi için günde en az 1 avuç sarı ve turuncu meyve sebze tüketilmesini öneririm. Yeşil Meyve & Sebzeler Tabiatın, huzurun rengi olan yeşilin, meyve ve sebzelerdeki kaynağı 'klorofil' dir. Bu gruptaki besinler yüksek C vitamini içermeleri ile dikkat çekerler. Bunlar: Yeşil üzüm, Yeşil erik, Kivi, Lime, Yeşil soğan, Avokado, Brokoli, Kara lahana, Marul, Roka, Taze nane, Dereotu, tere, Kuzukulağı gibi tüm otlar, Taze fasulye, Kabak, Yeşil dolmalık biber, Yeşil sivri biber, Kuşkonmaz, Bezelye, Bruksel lahanası, Salatalık, Ispanak, Pazı, Hardal, Semizotu, Tere ve diğer tüm yeşil yapraklı sebzelerdir. Diyabeti olan kişinin öğünlerde tüketeceği salataya yeşil renkteki sebzelerden en az bir tanesini koymasını öneriyorum. Kivi hem çözünür hem de çözünmez posadan zengin olması; hem de glisemik indeksinin çok yüksek olmaması sebebiyle diyabetli kişiler tarafından sıkça tercih edilmelidir. Mor Meyve & Sebzeler Sakinleştirici özelliğe sahip olduğu bilinen mor renge sahip olan meyve ve sebzelere mavi-mor rengi veren pigment, 'antosiyanin' dir. Patlıcan, Kırmızı pancar, Mor lahana, Kırmızı soğan, Mor/kırmızı turp ,Böğürtlen, Siyah ahududu, Yabanmersini, İncir, Mor erik, Kuru erik, Mor&Kırmızı&Siyah üzüm, Vişne, Kiraz, Kuş üzümü, Siyah dut, Kuru üzüm, Kan portakalı gibi mor renkteki bu meyve ve sebzeleri mevsiminde düzenli olarak tüketmeyi ihmal etmeyin. Diyabetli kişilerin salatalarında mor renkteki sebzeler de mutlaka bulunmalıdır. Mor üzüm, mor renkli meyveler arasında en yüksek glisemik indeksi olan meyvedir; diyabetlilerin tüketim miktarına daha çok dikkat etmeleri gerekir. Hücreleri hasar almaktan korumak için güçlü bir antioksidan olan antosiyaninlerden zengin mor renkteki meyve ve sebzelerin her gün en az 1 avuç kadar tüketilmesini tavsiye ederim. Beyaz Meyve & Sebzeler Temizliğin, saflığın simgesi olan beyaz renkteki meyve ve sebzeler, rengini 'antoksantin' isimli pigment sayesinde almışlardır. Antoksantin, antioksidan özellikte olan bir flavonoidtir. Kaliteli posa içerikleriyle dikkat çeken beyaz renkli meyve ve sebzeler, diyabette oldukça etkilidirler. Beyaz grupta yer alan meyve ve sebzeler: Muz, Elma, Armut, Ayva, Karnabahar, Beyaz lahana, Sarımsak, Soğan, Zencefil, Mantar, Patates, Turp, Yer elması, Hindiba, Kereviz, Enginar ve Pırasa'dır. Beyaz grupta yer alan patates ve muz, glisemik indeksi yüksek olduklarından daha dikkkatli tüketilmesi gereken meyve ve sebzelerdir. Meyvelerden elma, armut ve ayva hem glisemik indeksleri düşük olması sebebiyle hem de pektin içermeleri sebebiyle diyabetli kişilerin bu meyvelere öncelik vermelerini öneririm. Bu meyveleri kabuğu ile tüketmenin daha fazla posa alımını sağladığını hatırlatmak isterim. Tüm beyaz renkli sebzeler, diyabetli kişiler tarafından rahatlıkla tüketilebilir. Her gün salatalara en az bir beyaz sebze eklemeyi veya bu beyaz renkteki sebzeden yapılmış yemeği tüketmek ihmal edilmemelidir.
0 notes
Text
Karıştırılan bitki çayları etkisini kaybediyor!
Kış mevsiminde bağışıklık sistemini güçlendirmek ya da grip ve soğuk algınlığını daha çabuk atlatmak amacıyla içilen bitki çaylarının tüketiminde bazı noktalara dikkat etmek gerekiyor. Diğer bitkilerle karıştırıldığında bitki çaylarının etkisi azalıyor. Uzmanlar çayların sade tüketilmesi gerektiğini belirtiyor. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi'nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Köse, özellikle kış aylarında tüketimi artan bitki çaylarının karıştırılması halinde etkilerinin azalabileceğine dikkat çekerek bir arada değil, tek tek içilmesini önerdi. Karışık olmayan bitki çaylarını çocuk, yetişkin ya da yaşlıların günde 2 fincan tüketebileceğini belirten Gizem Köse, "Kantaron, enginar, hindiba, karabaş, civanperçemi gibi çaylar içerdikleri farklı etken maddeleri ile ilaç etkileşimlerine sebep olabilmektedir. Dolayısıyla bu gruplarda özellikle ilaç kullanan bireyler öncesinde doktoruna danışmalı ve bu konuda onay almalıdır" uyarısında bulundu. Bazı karışık bitki çaylarının karaciğeri yorduğunu böylece bağışıklık sistemini güçlendirmek bir yana daha da zayıflatabildiğini belirten Köse, "Benim önerim her bitki çayının sade olarak tüketilmesi ve boğazda ağrı var ise ılıkken bal eklenmesi yönündedir" dedi. Hangi bitki çayı neye iyi geliyor? Her bitki çayının farklı etkileri olduğunu belirten Köse, şu tavsiyelerde bulundu: "Kış çayı olarak satılan çayların çok karışık olmamasına dikkat edilmelidir. Kuşburnu, adaçayı, karanfil, tarçın, zencefil, papatya gibi karışımlar tüketime uygundur. Ancak mümkün oldukça her çayı tek başına tüketerek bağışıklık sisteminizi daha güçlü hale getirebilirsiniz. Her çay ayrı ayrı tüketildiğinde gün içerisinde birkaç seçeneğiniz de olmuş olur. Özellikle adaçayı antimikrobiyal etkisi ile mikroplardan ve bakterilerden koruma özelliği vardır. Hafif yorgunluk belirtisi durumunda hastalıklardan korunma amaçlı adaçayı tüketilmesi önerilmektedir. Kuşburnu kısa sürede demlenmeli Kuşburnu iyi bir C vitamini kaynağıdır. Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde en çok kullanılan bitkidir. Ancak demlenmesi sırasında kayba uğrayabilmektedir. Bu yüzden uzun süreli demleme işlemi uygulanmamalı, mümkün oldukça hızlı bir şekilde bitirilmelidir. Çünkü uzun süre beklendiğinde içerisindeki C vitamini okside olarak kaybolmaktadır. Ateşli hastalıklarda zencefil ve nane kullanılabilir Nane çayı gribal enfeksiyonlarda ateş durumu da varsa vücudun ısınmasını ve terlemesini sağladığı için kullanılmaktadır. Tüketilen çaya taze olarak da eklenebilir. Aynı şekilde zencefil de ateşli hastalıklarda kullanılabilir ayrıca akciğerlerdeki enfeksiyonun vücuttan çıkarılmasında da yararlıdır. Kırmızı çay, vücut direncini artırıyor "Kırmızı çay" olarak da bilinen roibos bitkisinin çayı da vücut direncini arttırmaya yardımcı olur. Ayrıca tarçınla beraber tüketildiğinde iştah kontrolünü de destekler. Günde 1 fincan içilmesi uygundur. Kasları yasemin ve papatya ile dinlendirin Yasemin ve papatya çayları yorgunluk ve halsizlik durumlarında kasların dinlenmesini sağlar. Özellikle kış aylarında günde 1 fincan tüketilmesi önerilmektedir. Akşam saatlerinde tüketildiğinde uykunun düzenlenmesine yardımcı olur. Düzenli uyku, vücudun toparlanmasını ve bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlar. Böylece dolaylı yoldan enfeksiyonlara karşı koruyucu olabilmektedir."
0 notes
Text
6 Adımda gerçek Türk kahvesi lezzeti nasıl olur?
Türkiye'de üçüncü nesil kahve akımının en önemli temsilcisi Coffee Gutta, bugüne kadar Türk kahvesini pişirme konusunda yanlış bildiklerimize noktayı koyuyor. Kahve severlere 6 adımda gerçek Türk kahvesi pişirmenin yollarını göstermek için atölye çalışmaları düzenliyor. Türk kahvesi benzersiz bir ritüeldir. Yanında soğuk su ve lokumla ikram edildiğini çoğumuz biliriz, fakat lezzetli ve bol köpüklü bir kahve pişirmek konusunda bazen sıkıntılar yaşarız. Coffee Gutta, gerçek Türk kahvesi lezzetini evde, iş yerinde, bulunduğumuz her yerde yakalayabilmemiz için doğru bilinen yanlışlara son veriyor, gerçekleri açıklıyor! Türkiye cezve ve ibrik şampiyonlarından gerçek kahvenin sırrı Geleneksel Türk kahvesini yeni yöntemlerle daha üst standartlara çıkarmayı amaçlayan Coffee Gutta'nın bu kapsamda düzenlediği atölye çalışmalarının ilki, 21 Ocak'ta Galata şubesinde gerçekleştirildi. Atölye çalışmasında gerçek kahve lezzetini hazırlama eğitimini, Cezve ve İbrik Kategorisi 2015 Türkiye Şampiyonu, 2016 Dünya ikincisi Hazal Ateşoğlu ile 2017 yılında yapılacak Dünya Şampiyonasında ülkemizi temsil edecek olan, Cezve ve İbrik Kategorisi 2016 Türkiye Şampiyonu Koray Erdoğdu verdi. İşte kahve severlere 6 adımda gerçek Türk kahvesi pişirmenin yolları. 1-Kahve çekirdeği kalitesi Her çekirdekten Türk kahvesi yapılabilir ama her çekirdek Türk kahvesine yakışmayabilir. İstenilen lezzeti almak için Arabica türü kaliteli bir çekirdek seçmemiz gerekir. 2-Kavrulma biçimi Her çekirdek için farklı kavurma uygulanır. Türk kahvesi için açık kavurmak gerekir. Belirgin asidite, düşük acılık ve kendi aromalarını ortaya çıkarmak önemlidir. Bu tarz kavrulmuş çekirdek tercih edilmelidir. 3- Kullanılan cezve Her noktada olduğu gibi ısının dağılımında da homojenlik önemlidir. Kalın bakır cezveler ısının bu dağılımı için oldukça başarılıdır. 4-Su ve Su Sıcaklığı Temiz, berrak ve orta iletkenlikte bir su kullanılmalıdır. Demlenme süresinin kısalması ve aşırı acılığın önlenmesi için soğuk su yerine ılık su kullanılmalıdır. 5- Isı Kaynağı Demlenme esnasında verilen ısıya müdahale etmek gerekir. Bu sebeple gaz ocak kullanılmadır. 6-Demlenme aşaması Doğru kahve oranı için tartı kullanılmalıdır. 8gr (3 dolu çay kaşığı) kahve ve 60gr suyu ocağa koymadan önce karıştırmalıyız. Demlenme esnasında kesinlikle karıştırmamalıyız. Orta derece ateş ile başlayıp son 10 saniye de ateşi kısarak kaynamadan ocaktan almalıyız.
0 notes
Text
Anne sütü kadar değerli yiyecek
Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber, yumurtanın birçok açıdan faydalı olduğunu belirterek 'anne sütü kadar değerli olduğunun' altını çizdi. Sodexo Avantaj ve Ödüllendirme Hizmetleri'nin yaşam kalitesini yükselten tavsiyeleri paylaşmak için oluşturduğu 'İyi Yaşa" platformunda önerilerde bulunan Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber, kahvaltıların, yemeklerin, çorbaların, böreklerin yani neredeyse yediğimiz her yemeğin içerisinde yer alan yumurtanın anne sütü kadar değerli bir besin kaynağı olduğunu belirtiyor. Şeber sözlerine şöyle devam etti: "Yumurta beyazı yüzde 100 protein yapısındadır. Özellikle kas yapmak isteyen sporcular için veya kas kaybı olan hastalıklarda yumurta beyazı tüketimi çok önemlidir. Ayrıca yumurtada bulunan bu proteinler kaliteli yapıdadır, yani vücudumuzda hızlıca ve kayba uğramadan kullanılırlar. YUMURTA SARISI DEMİR ve PROTEİN KAYNAĞI Yumurtanın sarısı demir minerali içerir. Fakat vücudun bu demiri kullanabilmesi için C vitaminine ihtiyacı vardır. O nedenle yumurtanın taze sebzeler ile veya taze sıkılmış meyve suları ile tüketilmesi son derece yararlıdır. SAÇLAR VE BEYİN İÇİN VAZGEÇİLMEZ: BİYOTİN Yumurta sarısında aynı zamanda biyotin vitamini yer alır. Saç ve tırnak sağlığı ve beyin gelişiminde önemli olan bu vitaminin en iyi kaynağı yumurtadır. Beyazı iyi pişmemiş yumurtalarda, avidin isimli madde biyotinin vücutta kullanılmasını engeller. Bu nedenle yumurtanın beyazının iyice pişmiş olmasına dikkat edilmelidir. HAŞLANMIŞ YUMURTADA GR�� HALKA: YUMURTA YARARSIZ Çok haşlanmış yumurtalarda oluşan gri halka artık bu yumurtadan sadece protein alabileceğimizin, vitamin ve minerallerin büyük kısmını kullanamayacağımızın göstergesidir. Bu yumurtalarda özellikle demir minerali kullanılamaz hale gelmiştir. SADECE 70 KALORİ Bir yumurta ortalama 70 kaloridir. Düşük kalorisine rağmen içerdiği kaliteli protein sayesinde uzun süre tok tutar. AVOKADO İLE YUMURTADAN MAKSİMUM FAYDA Avokado kendisi ile aynı anda tüketilen besinlerin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlar. Yumurta gibi kıymetli bir besinden maksimum fayda sağlamak için avokado ile birlikte tüketmeyi deneyebilirsiniz.
0 notes
Text
Kırmızı et gerçekten bizi öldürüyor mu?
Dünya Sağlık Örgütü'nün işlenmiş etin kansere neden olduğunu ve kırmızı etin muhtemelen kanserojen olduğunu belirtmesi tartışmaları da beraberinde getirdi. Kırmızı et gerçekten bizi öldürüyor mu? Peki nasıl besleneceğiz? Vejetaryen mi olalım? BariatrikLab Obezite ve Metabolik Cerrahi Merkezi kurucusu Prof. Dr. Halil Coşkun ile birlikte çalışmalar yürüten Uzm. Dyt. Nazlı Acar, bu konuda önemli bilgiler verdi: "Bilimsel çalışmalar, kırmızı et tüketiminin artmasının (özellikle işlenmiş kırmızı et) artan ölüm oranları ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Kırmızı etinin aşırı tüketimi ölüm riskini artıyor ve bu konuyla ilgili yapılan son araştırmalara göre, vejetaryen bir diyetin veya Akdeniz diyetinin daha sağlıklı olduğuna dair kanıtlar mevcuttur. GÜNLÜK TÜKETİMİ 70 GRAMA DÜŞÜRÜN 90 gram ve daha fazla kırmızı et veya işlenmiş et yiyen kişilerin bu değeri günde 70 grama düşürmesi öneriliyor. Kırmızı et, batı toplumlarında kardiyovasküler hastalıklarının ve kanser riskini arttırıyor. Yapılan çalışmalar, çok miktarda kırmızı et ve işlenmiş et yemek artan ölüm riski ile istatistiksel olarak ilişkilendirilmiştir. 2003 yılında yapılan çalışmalara göre, et tüketim oranı düşürüldüğünde ölüm riski yüzde 25 ile yüzde 50 arası azalmaktadır. 17 yıldan daha uzun süre vejetaryen bir diyetle yaşamış kişilerin ortalama ömürleri kısa süreli vejetaryenlerden 3.6 yıl daha yüksek bulunmuştur. VEGAN VE VEJETARYEN DİYETİ DAHA SAĞLIKLI Buna karşılık, vegan diyetin, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet gibi kronik hastalıkların riskini azalttığı vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, balık eti ve beyaz et tüketimi artan ölüm riski ile açıkça ilişkilendirilmemektedir. Et ve vejetaryen diyetleri karşılaştırıldığında vejetaryen diyet ile beslenen kişilerin, kansere yakalanma oranı yüzde 10 ve kalp rahatsızlığına oranıysa yüzde 32 daha düşük olduğu yayınlarla kanıtlanmıştır. Kırmızı et ve özellikle işlenmiş etlerden kaçınılması; bunun yerine meyve, sebze, tahıllar ve baklagiller gibi besin değeri açısından zengin ürünlerin tüketilmesi insan sağlığına kanıtlanmış bir biçimde yararlıdır. Böyle ani bir beslenme örüntüsü değişimi kişiye zor geliyorsa, beslenme uzmanları mümkün olduğunca sınırlı hayvansal ürünlerinin tüketimini teşvik etmeli ve kırmızı etin tüketimi azaltılmalıdır; yerine balık veya beyaz et tercih edilmelidir. KIRMIZI ETÇİLER; ERKEKLER, YAŞLILAR VE SİGARA İÇENLER Fazlaca kırmızı et tüketen kişilere bakıldığında profilin çoğunlukla erkeklerden, yaşlılardan ve sigara içenlerden oluştuğu saptanmıştır. Bu insanların kilolu olma eğiliminde oldukları da aynı çalışmada vurgulanmıştır. Kişilerin et tüketiminden ziyade tehdit eden çok sayıda risk faktörü vardır. Aynı zamanda İngiltere'de yapılan araştırmalar vejetaryenlerde, diyabet, böbrek taşı ve yüksek tansiyon gibi diğer yaygın hastalık oranlarının daha düşük olduğunu gösteriyor."
0 notes
Text
Geleceğin protein kaynakları değişiyor mu?
Sabri Ülker Vakfı, "Bilim Bunu Konuşuyor" platformu aracılığı ile sağlık ve beslenme alanlarındaki en güncel bilgileri kamuoyuyla paylaşmaya devam ediyor. Çevre ve besinlerin sürdürülebilirliği için Avrupa Birliği, kaynakları daha verimli kullanma ve sera gazları oluşumunu azaltma hedefiyle yeni projeler üzerinde çalışıyor. Hayvan yetiştiriciliği sera gazı oluşumuna neden olduğu için temel hayvansal protein kaynaklarının daha sürdürülebilir olan besinlerle ikamesi de bu doğrultuda gündeme geliyor. Baklagiller veya soya gibi bitkisel protein kaynakları bir seçenek olarak değerlendirilirken, böcek ve yosunlar gibi Avrupa için "yeni" diğer protein kaynaklarının tüketimi konusu da tartışılıyor. Sabri Ülker Vakfı, işbirliği yaptığı uluslararası referans kurumların görüşlerine dayanarak bu yeni protein kaynaklarını gündeme taşıyor. Sabri Ülker Vakfı kurulduğu 2009 yılından bu yana topluma dengeli beslenme ve sağlıklı yaşam alışkanlıkları kazandırmak amacıyla, uluslararası platformdaki güvenilir kurumları takip ediyor ve bu kurumlarla işbirliği içerisinde çalışıyor. Vakıf, "Bilim Bunu Konuşuyor" bültenleriyle de sağlık ve beslenme alanında bu kurumlardan elde ettiği bilimsel ve en güncel bilgileri Türkiye gündemine taşıyor. Vakıf, son olarak çevre ve besinlerin sürdürülebilirliği için kaynakları daha verimli kullanma ve sera gazları oluşumunu azaltma hedefiyle gündeme gelen "yeni" diğer protein kaynaklarını tartışmaya açıyor. Artan dünya nüfusu ve çevre kirliliği ile buna eşlik eden iklim değişiklikleri birçok tartışmayı da beraberinde getiriyor. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği (AB) de çevre ve besinlerin sürdürülebilirliği için kaynakları daha verimli kullanmayı ve sera gazları oluşumunu azaltmayı hedefliyor. Hayvan yetiştiriciliği, önemli miktarda sera gazı oluşumuna yol açtığı için hayvansal yiyeceklerin tüketiminin azaltılarak, tarımsal uygulamaların arttırılması önemli hedefler arasında yer alıyor. Bu doğrultuda et, balık ve diğer deniz ürünleri, süt, yumurta gibi temel hayvansal protein kaynaklarının, daha sürdürülebilir olan besinlerle ikamesi konuşuluyor. Baklagiller veya soya gibi bitkisel protein kaynaklarının üretim ve tüketimini artırmak bir seçenek olarak değerlendirilirken ek olarak, uzak doğu ülkelerinin çoğunda tüketilen ancak dünyanın diğer coğrafyaları için oldukça "yeni" ve farklı olan diğer protein kaynaklarının özellikle de böcek ve yosunların tüketimi konusu da tartışılıyor. Birçok Uzakdoğu ülkesinde temel besin kaynağı olarak tüketilen böcekler ve yosunların yeni protein kaynağı olarak Avrupalılara nasıl anlatılacağı ve bu yiyeceklere yönelik yasal düzenlemeler ile pazarlama konusundaki potansiyel zorlukların nasıl aşılacağı konusunda tartışmalar gündeme geliyor.
Yenilebilir böcekler Geleneksel hayvan yetiştiriciliğiyle elde edilen protein miktarına ulaşmak için yenilebilir böcek yetiştirilmesi halinde doğaya salınan toplam sera gazı ve doğal kaynak kullanımının daha düşük olacağı belirtiliyor. Yenilebilen yaklaşık 1400 böcek türü olduğu biliniyor. Protein ve buna ek olarak lif yani posa içeren yenilebilir böceklerin, vitamin ve mineral içeriği ise türüne, büyüme evresine ve beslenmesine yani yemlerinin bileşimine göre değişiklik gösterebiliyor. Birçok yenilebilir böcek türü, insan tüketimi için güvenli ve olumsuz sağlık etkileri olmadığı kanaatiyle tüketilebiliniyor. Oysaki yenilebilir böcekler, yetiştirilme koşullarına göre biyolojik veya kimyasal kirleticiler içerebiliyor. Dolayısıyla yenilebilir böceklerin yetiştirilme ve beslenme koşullarının uygunluğunun değerlendirilmesi de büyük önem taşıyor. Örneğin; gıda atıkları yenilebilir böceklerin beslenmesinde kullanılırsa, böceklerin besin öğesi içeriği veya istenmeyen kirletici madde içeriğini nasıl etkileyebileceğine yönelik araştırmalara ihtiyaç duyuluyor. Yosunlar ve su bitkileri Algler, geniş ölçüde mikro algler ve makro algler yani "yosun" olarak sınıflandırılmaktadır. Yosunlar, geleneksel bitkilerle karşılaştırıldığında çok daha hızlı çoğalabilen bitkilerdir. Alglerin, kalsiyum, demir ve bakır gibi mineral içerikleri ise toprakta yetişen bitkilere göre daha yüksek olabilmektedir. Japonya ve Kore'de temel besin kaynaklarından biri olan deniz yosunları, denizden elde edilebildiği gibi çiftlikte de yetiştirilebiliyor. Bazı yosun türlerinin diğerlerine göre protein içeriği yüksek, yağ içeriği düşük olsa da yosunların tümü vitamin, mineral ve bazı önemli elzem amino asitler açısından iyi birer kaynak olarak gösterilebilmektedir. Yosunlar suşilere, makarnalara, püre içeceklere (smoothies) eklenerek veya salatalarda; mikro algler ise genellikle besin destekleri yani gıda takviyesi/besin destekleri üretiminde kullanılabileceği belirtiliyor. Su mercimeği olarak adlandırılan bir diğer deniz bitkisi ise günümüzde çoğunlukla evcil hayvanlar için yem takviyesi şeklinde kullanılırken; Asya'da ise çorba ve salatalara karıştırılarak tüketiliyor. Yeni Bitkisel Protein Kaynakları Kanola bitkisi genellikle yemeklik yağ elde etmek için kullanılıyor. Tohumdan yağın ayrılma işlemi sonrasında, yağsız kuru ağırlığının yüzde 40'ı kadar protein içeren bir ürün elde edilebiliyor. Kolza tohumu proteini olarak da adlandırılan bu ürün uzun zamandır hayvan yemlerinde kullanılırken istenmeyen tat, lezzet, koku gibi duyusal özellikleri ile potansiyel besin kirleticileri bulaşanlar nedeniyle insan beslenilmesinde sınırlı olarak kullanıldı. Kolza tohumu proteininin insan beslenmesinde kullanımının yaygınlaşması için duyusal özelliklerinin iyileştirilmesine ve içerebileceği bulaşan/kirletici düzeylerinin kontrol edilebileceği işleme yöntemlerine ihtiyaç duyuluyor. AB destekli "Protein2Food" projesi, Avrupa'da hâlihazırda tüketilen amarant, karabuğday ve kinoa gibi tahıllar ile bakla, nohut ve yeşil mercimek gibi bitkisel protein kaynaklarının içerdiği proteinin miktarını ve kalitesini arttırmayı amaçlıyor. Avrupa'nın iklim ve topraklarına daha uygun türlerin geliştirilmesi, üretim ve hasat süreçlerinde iyileştirmeler ve teknolojik gelişmelerle protein içeriği ve kalitesi yüksek olan etlere alternatif teşkil edebilecek fırıncılık ürünleri, makarnalar, kahvaltılık tahıllar ve atıştırmalıklar gibi bitkisel besinlerin üretiminin sağlanabilmesi hedefleniyor. Yeni bitkisel proteinler konusunda engeller nedir, nasıl aşılabilir? Besin bileşimi açısından değerlendirildiğinde, böcekler ve yosunların, balık veya kırmızı etlerle kıyaslanabilir ölçüde önem taşıdığı belirtilmektedir. Bu yeni yiyeceklerin besin değerine ek olarak, hayvansal besinlerin üretim süreçlerinin çevreye olası zararları konusunda toplumsal farkındalığın sağlanması, toplum için yeni olan bu protein kaynaklarının tüketimi konusunda motivasyon sağlayabileceği bildirilmektedir. Ancak özellikle böcekler söz konusu olduğunda, "iğrenme/uzak durma" etmeni de işin içine girebilir. Avrupalı tüketiciler, böcekleri genellikle haşere ve kötü hijyenle ilişkilendirmekte ve tatlarının da kötü olduğunu düşünebilmektedir. Böcekler, yosunlar ve yeni diğer besinler konusunda AB üye devletleri arasında yasal düzenlemelerin uyum çalışmaları üzerine tartışmalar da devam ediyor. Örneğin, bütün böceklerin, yukarıda tanımlanan yeni besinler tanımına ve onlara ilişkin düzenlemelere uygun olup olmadığı ve tüketimlerinin yol açabileceği sağlık riskleri konusu tartışmalıdır. AB'de, 1997 ve öncesinde yaygın olarak tüketimi olmayan herhangi bir besin "yeni" olarak değerlendirilmekte ve besin güvenliği açısından sıkı incelemelerden geçmektedir. Dolayısıyla yeni besinlerin Avrupa'da tüketilmesi için yasal düzenlemelerin oluşturulması açısından daha fazla veriye ihtiyaç vardır.
0 notes
Text
Tatil beldelerinde gece siparişleri 5 kat arttı
Yemeksepeti, bünyesinde yer alan sabaha kadar açık 1.800 restoranın verilerini inceleyerek, tatilcilerin yemek alışkanlıklarına ışık tuttu. Bodrum, Çeşme, Fethiye, Ayvalık, Antalya gibi yazlık merkezlerden verilen siparişler yazın gelmesiyle birlikte 5 katına kadar artıyor. Kullanıcılar gece boyunca dondurmayla ferahlarken, günün ilk ışıklarına mercimek çorbası eşliğinde 'merhaba' deniliyor. Yaz gecelerinin kalbi Yemeksepeti'nde atıyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da gece siparişleri yazın gelmesiyle birlikte artış gösterdi. Yemeksepeti ekibi bu değişimden yola çıkarak, bünyesindeki sabaha kadar açık 1.800 restoranın verilerini inceledi ve tatilcilerin gece hayatına ışık tuttu. Yaz sezonunda gece siparişleri Çeşme'de 5, Bodrum'da 3 kat artıyor Yazın gelişiyle tatil merkezleri dolup taşıyor. Bu durum Yemeksepeti'ne de yansıyor. Gece siparişlerinin oransal olarak en çok arttığı tatil beldesi Çeşme. Çeşme'de Ocak ile Temmuz aylarındaki gece siparişleri arasında 5 kat fark var. Bodrum'da ise bu oran yazın 3 katına çıkıyor. Yaz – kış arasında Ayvalık'ta yazın yüzde 78, Fethiye'de yüzde 78 artış görülüyor. Sabaha karşı mercimek çorbası keyfi Türkiye genelinde yaz gecelerinin fatihi çiğ köfte dürüm, Adana dürüm, lahmacun, burger ve ıslak hamburger. Mercimek çorbası ise geç saatlerin vazgeçilmezi; gece saat 3'ten sonra atağa geçen mercimek çorbası en çok sipariş edilenler listesinde 4'üncü sıraya yükseliyor.
Dondurmayla ferahlayanlar Yazın tüm gün boyunca verilen siparişler içerisinde 7'inci sırada olan tatlı kategorisi, gece 5'inci sıraya yükseliyor. Dondurma tüm tatlı siparişlerinin yüzde 10'unu oluşturuyor. Antalya'da kumru Fethiye'de sufle
Bodrum'da yaz geceleri üst sıralara tırmananlar içerisinde pide dikkat çekiyor. Kuşbaşılı kaşarlı ve kıymalı kaşarlı favoriler arasında.
Çeşme'nin gece seçimi ise mercimek çorbası ve domates çorbası.
Ayvalık'ta geceleri en çok yene lezzet pizza. En çok tercih edilenler arasında ilk 5 sıraya pizza tarifleri hakim.
Fethiye'de ilk sıralarda burger ve sufle göze çarpıyor. Kokoreç de diğer beldelere kıyasla daha çok tercih edilenler arasında.
Antalya genelinde Adana dürüm ilk sıraya yerleşiyor, tavuk döner ve kumru da ilk 10'da yerini alıyor.
Her 10 kişiden 1'i sabaha kadar ayakta Yazın gece saatleri içerisinde en çok sipariş verilen zaman 22.00 – 00.00 arasındaki iki saatlik aralık. Tüm gün siparişlerin dörte bire yakını bu aralıkta, yüzde 15'i 00.00 – 02.00 arasında, yüzde 10'u ise saat 02.00'den sabah 06.00'ya kadar veriliyor.
0 notes
Text
Bağışıklık Sistemini Güçlendiren 10 Besin
Özellikle sonbahar ve kış aylarına geçişte soğuk algınlığı, grip gibi viral enfeksiyonlara daha sık rastlanılıyor. Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Dahiliye Uzmanı Dr. Semiha Kaplan, doğru besinler tüketildiğinde besinlerle bağışıklık sisteminin güçlendirilebileceğini belirtiyor. Grip, soğuk algınlığı gibi viral enfeksiyonlar özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde daha fazla görülüyor. Bağışıklık sistemimizi güçlendirerek, direncimizi arttırarak bu hastalıklarla baş etmemiz mümkün. C vitamini bağışıklık sistemini güçlendiren en önemli vitaminlerin arasında yer alıyor. A ve D vitamini magnezyum ve çinko da vücut direncini artırıyor. Ancak bütün bu vitamin ve mineralleri doğal yollarla yani besinlerle de alabileceğimizi söyleyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Dahiliye Uzmanı Dr. Semiha Kaplan, bağışıklık sistemini güçlendiren 10 besini şöyle sıralıyor: Sarımsak: KANSERİ ÖNLEYİCİ ETKİSİ VAR Doğal antibakteriyel, antiviral ve antifungaldir (mantar önleyici). Sarımsak allicin içermekte olup kimyasal bir antikarsinojenik (kanser oluşumunu önleyici) etkisi vardır. Kolesterol ve kan basıncını düşürme etkisi de mevcuttur. Yoğurt: İYİ BAKTERİLERİ VÜCUDA ALIR Bağışıklık sistemimizin yaklaşık yüzde 70-80'ini bağırsak florası oluşturur. Bu dengeyi sağlayan "iyi bakteriler" probiyotiklerle vücuda alınır. Probiyotiklerin en önemlileri yoğurt ve kefirdir. Sabahları yiyeceğimiz 1 kase yoğurt bağışıklık sistemimizi güçlendirmemize yardımcı olur. Ayrıca D vitamini açısından da bize destek olur. Ispanak: HÜCRELERİ YENİLER Folik asit, C vitamini, potasyum ve magnezyumdan zengindir ve hücre yenilenmesine yardımcı olur. Brokoli: KARACİĞER İÇİN FAYDALI Kalsiyum, A, C ve E vitamininden zengin olup karaciğer için faydalıdır. Antioksidan etkisi vardır. Turunçgiller: C VİTAMİN AÇISINDAN ZENGİN Greyfurt, portakal, limon, lime ve mandalina C vitamini açısından çok zengindir. Kalp hastalığı olan, kan sulandırıcı ilaç kullanan hastaların greyfurtu dikkatli tüketmeleri gerekir. Tarçın: SİNDİRİME FAYDALI Doğal antibakteriyel, antiviral ve antifungaldir. Sindirime faydalıdır, kan şekerinin dengelenmesinde olumlu etkileri vardır. Karpuz: YÜKSEK MİKTARDA LİKOPEN İÇERİR A ve C vitamini, yüksek miktarda likopen içerir. Enfeksiyon, enflamasyon ve serbest radikallerde azalmaya yardımcı olur. Kabuklu deniz ürünleri: GRİBE KARŞI ETKİLİ İstiridye, ıstakoz, yengeç gibi deniz ürünleri bol selenyum içerir ve grip virüslerine karşı beyaz kan hücrelerinin sitokin üretmesine yardımcı olur. Omega-3 yağ asitlerinden zengin somon, uskumru, ringa balığı soğuk algınlığı ve solunum yolları enfeksiyonlarında akciğerleri korur ve enflamasyonu azaltarak yardımcı olur. Kırmızı biber: SAĞLIKLI BİR CİLDE YARDIMCI C vitamini deposudur, beta-karotenden zengindir. Bağışıklık sistemini güçlendirmesinin yanı sıra sağlıklı bir cilde ve gözlere sahip olmamızı sağlar. Kivi: HIRILTILI SOLUMAYI ENGELLER Folat, potasyum, K ve C vitamininden zengindir. Solunum sistemini özellikle soğuk algınlığı sonrası oluşan öksürük, wheezing (hırıltılı soluma) gibi komplikasyonlardan korur.
0 notes
Text
Güneş kalkanı beş besin
Bedenimizin ihtiyaç duyduğu D vitaminini bol bol sağlayan güneş ışınları, gereken önlemleri almayanlar için ciddi bir tehdit haline gelebilir. Diyetisyen Emre Uzun, yeşil çay, domates, soya, brokoli ve üzüm çekirdeğinin güneşin zararlı etkilerine karşı önemli ölçüde koruma sağladığını anlatıyor, hassas ciltler için de mükemmel bir maske tarifi veriyor. Gezegenimizdeki hayatın kaynağı olan güneş aynı zamanda mükemmel bir D vitamini deposudur. Bilindiği gibi D vitamini kemik sağlığını geliştirir, bağışıklık sistemini destekleyip güçlendirir, beynin yaşlanmasını önler ve kanserden korur. Saymakla bitmeyecek yararlarına rağmen güneş ışınlarının, özellikle küresel iklim değişikliğiyle hızla artan zararlı etkilerinden korunmak ise daha da acil ve vazgeçilmez hale gelmiş durumda. Güneş altında uzun süre kalmak aşırı sıvı kaybının (dehidratasyon) yanı sıra ve gıda zehirlenmelerine bile yol açabilir. Güneşin yaydığı ultraviyole ışınlarının zararlı etkileri ise ciltte hasar oluşturmanın yanı sıra cilt kanserlerine yol açacak kadar kuvvetli olabilir. Diyetisyen Emre Uzun bu göz korkutan tehditleri bertaraf etmek ve güneşin dost gücünden yararlanmak için su tüketimini artırmanın yanı sıra yeşil çay, domates, soya, brokoli ve üzüm çekirdeğini kullanmayı öneriyor. Emre Uzun ayrıca soya fasulyesi ve domatesle kolayca yapılabilecek bir maskenin de hassas ciltler için tam bir güneş kalkanı işlevini yerine getireceğini belirtiyor. GÜNEŞTEN KORUYAN BESİNLER Peki, bu besinler nasıl ve neden bizi güneşten koruyor? Diyetisyen Emre Uzun bu soruya, antioksidan vitamin ve minerallerle desteklenmiş diyetlerin, güneşin zararlı etkilerini en aza indirmenin garantili bir yolu olduğunu söyleyerek yanıt veriyor. Özellikle A, C, E vitaminleri ile çinko ve selenyum minerallerinin güneşten korunmada önemli rol oynadıklarını belirten Emre Uzun, yeşil çay, domates, soya, brokoli ve üzüm çekirdeğinin bu rolü hakkıyla yerine getirdiklerini vurguluyor. Diyetisyen Emre Uzun bu beş besinin dikkat çekici etkilerini ise şöyle anlatıyor: Yeşil çay Yeşil çayın sahip olduğu EGCG adındaki doğal bileşik, güneşin zararlı ultraviyole ışınlarından koruduğu cildin kırışmasının da önüne geçer. Domates Domatese kırmızı rengini veren ve çok önemli bir antioksidan olan likopen de ultraviyole ışınlarının yol açabileceği hasarlara karşı koruyucudur. Bu nedenle özellikle güneş kremlerinde antiaging etkisi oluşturmak için likopen kullanılır. Soya Soyanın içerisindeki antioksidan genistein'in ve anti dejeneratif fonksiyonlara sahip moleküllerin, güneşe bağlı cilt hasarlarını azalttığı ve cildi güçlendirdiği saptanmıştır. Brokoli Bolca tüketilen brokoli ve brokoli ekstreleri, ultraviyoleye bağlı cilt hasarlarını önemli derecede azaltır. Üzüm Çekirdeği Özellikle güneşin yol açtığı lekelenmelere karşı koruyucu olan üzüm çekirdeği ekstresi ayrıca kan şekerinin düzenlenmesi ve kan kolesterolünün düşürülmesinde de etkindir. BU MASKEYLE GÜNEŞ LEKELERİNE SON! Diyetisyen Emre Uzun güneş lekelerinin oluşumunu engellemek ve oluşan lekeleri gidermek için antioksidan vitamin ve mineraller bakımından zengin besinlerle doğal maskeler yapılabileceğini de belirtiyor. Emre Uzun soya fasulyesi ve domates ile yapılan güneş lekesi maskesini özellikle öneriyor ve maskenin hazırlanışını şöyle anlatıyor. Bir gün öncesinde ıslatıp beklettiğiniz iki yemek kaşığı soya fasulyesini, 20 dakika boyunca hafif kiremit kırmızısı rengini alana kadar kaynatın. Soya fasulyesini ılımaya bırakıp bir adet domatesi küçük küçük doğrayın. İki yemek kaşığı yulaf ezmesi ve ılımış olan soya fasulyesi suyunu doğranmış domatesin üzerine ekleyip tümünü püre kıvamına gelene kadar ezin. Ortaya çıkan karışımı, cildinizdeki lekeli bölgenin tamamına uygulayın ve yaklaşık 30 dakika bekletin.
0 notes
Text
Aşırı sıcakların ilacı beş tropik lezzet
İçinden geçtiğimiz çöl sıcaklarında sağlıklı beslenmenin ve keyifle serinlemenin ilacı meyvelerdir. Diyetisyen Emre Uzun tropik sıcaklarla başa çıkmanın en iyi yolunun mango, avokado, papaya, pomelo ve çarkıfelek meyvesi gibi tropik meyvelerden geçtiğini vurguluyor. Emre Uzun'un verdiği benzersiz tariflerle hem leziz içecekler yapmak hem de sağlıklı beslenmek çok kolay. Yaz mevsiminin bunaltıcı sıcaklarıyla baş etmenin en lezzetli yollarından biri de meyvelerdir. Taptaze yaz meyvelerini yemek ya da suyundan yapılmış enfes içecekleri yudumlamak hem serinlik hem de zindelik ve sağlık verir. Çünkü meyveler bağışıklık sistemini güçlendirir, hastalıklara karşı vücut direncini artırır, çok sıcak havalarda vücudun su kaybını önler, hatta cildi de güzelleştirir. Diyetisyen Emre Uzun özellikle hava sıcaklığının aşırı derece arttığı yaz mevsiminde tropik bölgede yetişen meyvelerin sağlıklı beslenme ve serinleme konusunda daha etkin olduğunu belirtiyor. Özellikle mango, avokado, papaya, pomelo ve çarkıfelek meyvesini öneren Emre Uzun bu meyvelerin sayısız yararları bulunduğunu ifade ederek, kolayca hazırlanabilecek tariflerle alınan hazzın ve hissedilecek serinliğin daha da artırabileceğini altını çiziyor. Pek çok yararı bulunan meyvelerin aşırı tüketilmesinin zararlı olabileceği uyarısında bulunan Emre Uzun, meyvelerin barındırdığı şekerin aşırı tüketim nedeniyle kilo alımına yol açabileceğini dikkat çekerek bilinçli ve porsiyon kontrolü yaparak meyve tüketmenin şart olduğunu ifade ediyor. BEŞ SÜPER MEYVE İşte Diyetisyen Emre Uzun'un özellikle önerdiği beş tropik meyve! Antioksidan meyve Mango! Tropik ve yarı tropik bölgelerde yetişir. Çiğ tüketilmesi daha uygundur. A, B, C vitaminleri ile potasyum ve demir mineralleri yönünden zengindir. C vitamini ve içerisinde bulunan lif sayesinde, kötü kolesterol olarak nitelenen LDL'yi düşürücü etkisi vardır. Glisemik indeksi düşüktür. Beyin fonksiyonlarını artırarak hafızayı güçlendirir. Antioksidan etkisi ile hastalıklara karşı iyi bir bariyerdir. Yapısındaki demir nedeniyle kansızlığa da iyi gelir. Su oranı da yüksek bir meyve olduğu için serinletici etkisi yüksektir. Mangonun küçük boyu 180 gram ve 108 kaloridir. Dikkat! Fazla tüketildiğinde alerjik etki oluşturabilir, kilo aldırabilir, ishal yapabilir. Şeker oranı yüksek olduğu için özellikle diyabet hastaları dikkatli tüketmelidir. Süper meyve Avokado! Orta Amerika'da yetişir. A, B, C, E, K gibi vitaminler ve demir, potasyum, magnezyum, fosfor gibi mineraller dahil 20'nin üzerinde vitamin ile mineral içerir. Yüksek besin değerine sahiptir, mükemmel bir protein deposudur. Antiviral ve antibakteriyel özelliği vardır. Hastalıklara karşı iyi bir kalkandır. Kalp damar sağlığını korumaya yardımcıdır. İçerdiği mineral ve vitaminlerle cildin genç kalmasını sağlar. Avokadonun orta boyu 125 gram ve 271 kaloridir. Dikkat! Avokado muzdan çok daha fazla potasyum içerdiği için böbrek hastalığı ve potasyum fazlalığı olanlar ile gebeler ve emzirme dönemindeki anneler hekime danışmadan tüketmemelidir. Fazla tüketimi alerjiye neden olabilir. Çok yönlü Papaya! Anavatanı Amerika kıtasının tropikal bölgeleridir. Hem meyve hem de sebze olarak tüketilebilen çok yönlü bir meyvedir. A, B, C vitaminleri, lif, karoten, folik asit, potasyum, magnezyum ve antioksidanlar içerir. Metabolizmanın güçlendirilmesinde etkilidir. Kabızlık gibi sindirim sorunlarının giderilmesinde yardımcıdır. Bağışıklık sistemini güçlendirir, enfeksiyonlardan korur. Aterosklerozu (damar sertliği), kalp, akciğer ve böbrek hastalıklarını önler. Göz hastalıkları ve kanser riskini azaltır. Orta boy papaya 150 gramdır ve 19 kalori gibi düşük bir enerji değerine sahiptir. Dikkat! Gebelerde düşüğe yol açabilir. Beta karoten içeriği yüksek olduğu için deri renginde değişikliklere neden olabilir. Aşırı tüketildiğinde böbrek taşı oluşturabilir. Emzirme döneminde tüketilirse bebeğin gelişimini olumsuz etkileyebilir. Var olan ishali artırır. Kendisi de yararı da büyük Pomelo! Güney Asya ile Güneybatı Amerika'da yetişir. Benzediği greyfurt gibi turunçgiller ailesindendir ancak daha iri ve tatlı bir tropikal meyvedir. Piyasada ağaç kavunu olarak da tanınır. Turunçgiller ailesinin en büyük meyvesi olan pomelo kılcal damarları güçlendirir, sindirim sistemini çalıştırır, enerji verir. İçerdiği spermedin ile hücreleri yeniler, tokluk hissini artırır, kabuğu hazmı kolaylaştırır, mide rahatsızlıklarını giderici özelliği vardır, sıtmaya da iyi gelir. Pomelo'nun 100 gramı 26 kaloridir. Dikkat! Pomelo'nun bilinen bir zararı yoktur. Cinsel canlandırıcı Çarkıfelek Meyvesi! Sarmaşık türü bu egzotik bitki Kolombiya, Arjantin, Brezilya'nın tropikal kesimlerinde yetişir. Bilimsel adı "Passiflora edulis" olan meyvenin mor renkte bir dış kabuğu, kıvamlı ve çekirdekli bir iç yapısı vardır. "Tutku meyvesi" (passion fruit) ismiyle anılmasının nedeni cinsel isteği artırmasıdır. Vitamin açısından oldukça zengindir. Günlük A vitamini ihtiyacının yüzde 43'ünü, 100 gramındaki 10,4 gram lif ise günlük lif ihtiyacının yüzde 27'sini karşılar. Uykusuzluk, stres, anksiyete gibi sorunlarda rahatlatıcı etki gösterir. Meyvenin bileşimindeki pektin sayesinde tokluk hissini artırır ve böylece hem kan şekerini dengelemede hem de kilo kaybetmede etkili olur. 100 gramı yaklaşık 97 kaloridir. Dikkat! Gebeler, emziren anneler ve 6 aylıktan küçükler tüketmemelidir. TROPİKAL SICAKLARA SERİN TARİFLER YAZ GÜZELİ MANGO SMOOTHIE Malzemeler: 1 küçük boy mango 1 orta boy pomelo 1 su bardağı laktozsuz süt 3-4 yaprak ıspanak Yapılışı: Tüm malzemeleri blender'dan geçirin. İsterseniz buz ekleyerek servis edin. FERAHLATICI ÇARKIFELEK SMOOTHIE Malzemeler: 4 adet çarkıfelek meyvesi 1 büyük boy muz 500 ml badem sütü 3-4 yaprak nane Yapılışı: Tüm malzemeleri blender'dan geçirin. İsterseniz buz ve nane ekleyerek servis edin. VİTAMİN DEPOSU POMELO SMOOTHIE Malzemeler: Yarım pomelo (kabukları soyulmuş, doğranmış) 1 adet papaya 1 orta boy salatalık 500 ml Hindistancevizi sütü Yapılışı: Tüm malzemeleri blender'dan geçirin. İsterseniz buz ve nane ekleyerek servis edin.
0 notes
Text
Açık Büfe Kahvaltılarda Sahte Bal Riski
Bal adı altında satılan ve içine glikoz şurubu, renklendirici ve esans başta olmak üzere çeşitli katkı maddeleri ilave edilen ürünler tüketicilerin sağlığını tehdit ediyor. Sahte ballar, kahvaltı salonları ve otellerde özellikle açık büfe ile her şey dahil sistemde ambalajsız olarak sunuluyor. Gıdada taklit ve tağşiş yapılan besinlerin arasında bal ilk sıralarda yer alıyor. Son dönemde bazı üreticiler, bal adı altında satılan ürünlerin içine glikoz şurubu, renklendirici ve esans başta olmak üzere çeşitli katkı maddeleri ilave ederek, tüketici sağlığını hiçe sayan hilelere başvuruyor. Yapılan gıda hileleri, tüketicilerin sağlığı için büyük risk oluşturuyor. Merdiven altı üretilen ve çeşitli katkı maddeleri ilave edilerek satılan ürünlere yönelik tüketiciler dikkatli olmaları konusunda uyarıldı. "Piyasada Arı ile Karşılaşmamış Bal Var" Piyasada satılan ballarda, glikoz şurubunun yanı sıra petrol ürünlerinin de kullanıldığını belirten Honeyci markasının kurucusu ve 32 yıllık bal üreticisi Ahmet Bağran Aksoy, "Glikoz şurubunun içine biraz renklendirici ve esans ilave ediliyor, bal adı altında satılıyor. Doğal izlenimi veren petek ballarda ise, saf bal mumumdan yapılmış petek kullanılması gerekirken, çok daha ucuz olan petrol ürünü mumdan petek kullanılıyor. Bal kavanozlarının üzerinde yer alan içindekiler kısmına belli olmayacak kadar küçük harflerle glikoz şurubu yazılıyor. Sahte ballar, kahvaltı salonları ve bazı otellerde, özellikle açık büfe ve her şey dahil sistemde açık bir şekilde sunuluyor" ifadelerini kullandı. Tüketeceğiniz Ürünleri Kontrol Edin Merdiven altı üretilen ve bal adı altında satılan ürünlere yönelik tüketicileri uyaran Aksoy, "Tüketiciler içine katkı maddesi katılan ürünleri kontrol imkanı bulamıyor. Maliyeti düşürmek için merdiven altı üretilen ve bilinmeyen ürünleri kahvaltı salonları ile otellere sokmamak gerekiyor. Bal diye kendilerine sunulan şeyin aslında ne olduğunu tüketiciler kontrol etmeli" dedi.
0 notes