bayutopia
bayutopia
23 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
bayutopia · 8 years ago
Text
Atamıza Saygıyla
Atamızın boyu 1.74, kilosu ise 75 civarıydı. 42 numara ayakkabı giyiyordu. Ayakkabıları genelde siyah rugan dı. Atatürk’ün de TC kimlik numası: 10000000146. Aslında bu, ilk sırada özel TC kimlik numarası. Sondaki 46, güvenlik amacıyla, sistem tarafından otomatik konulmuş. Atatürk’ün en sevdiği yemek, etsiz kuru fasulye ile pilavdı. Kahveyi de çok seviyordu. Günde 10-15 fincan Türk kahvesi içiyordu. Atatürk’ün tüm gömlekleri beyazdı. Takım elbiselerinin modelini kendisi çiziyordu. Lacivert rengi sevmezdi. Bu nedenle gardırobunda laciverte yer yoktu. Atatürk’ün “Foks” adında bir köpeği vardı. Atamız Foks’u Yalova kaplıcalarına gittiği bir gün, seyyar bir fotoğrafçıdan 50 liraya satın almış. Foks öldükten sonra doldurulup mumyalanmış. Halen de Anıtkabir’deki “Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi”nde sergileniyor. Atatürk spor yapmayı çok severdi. Düzenli ata binerdi, yüzerdi ve bilardo oynardı. Mustafa Kemal, çok kitap okuyan biriydi. Yüzlerce kitabı vardı. Ancak en sevdiği kitap, Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu adlı romanıydı. Öyle ki, o kitabı sürekli yanında taşırdı ve zaman zaman rastgele bir sayfa açıp okurdu. Atamız 44 sayfalık bir geometri kitabı yazdı. Bugün kullandığımız üçgen, dörtgen, çap, artı, eksi, bölü, oran gibi Türkçe kelimeleri Atatürk buldu. Atatürk’ün bu kitap dışında 13 kitabı daha var. Mustafa Kemal; Medeni Bilgiler, Karlsbad Hatıraları, Bölüğün Muharebe Eğitimi gibi hem askeri hem de toplumsal konularda kitaplar yazdı. Atatürk isminde bir çiçek vardı. Rivayete göre, Atamız çok seviyor diye bu ismi koymuşlar. Bir başka iddiaya göre ise Meksika kökenli çiçeği Türkiye’de yetiştiren bitkibilimciler çiçeğe Atatürk ismini verdi. Mustafa Kemal Atatürk, son söz olarak, “Aleykümselam” dedi. Anlatılanlara göre, Atatürk, doktoruna dikkatle baktı ve “Aleykümselam” dedi. Ardından girdiği komada 30 saat kaldı. 10 Kasım 1938’de maalesef hayatını kaybetti. Atamızı sevgiyle, saygıyla, minnetle anıyoruz. Herkes bilsin onu. Bilsin iyi tanısın öğrensin. Hepinize Saygı ve Sevgilerimle Sunuyorum…
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
HAYIR DİYORUM
Neden ‘HAYIR’ diyorum? Bir dönem Milletvekilliği yapmış bir kişi olarak Parlamenter Sistemin tamamen etkisizleştirilmesine müsaade edemeyeceğim için hayır diyorum.
Atatürk’ün en büyük eserimdir dediği TBMM’nin kapısına 1960’ta 1980’de kilit vurulmuştur. 15 Temmuz 2016’da da bombalanmıştır. Şimdi getirilen yeni Anayasa Paketi ile de tamamen etkisizleştirilmektedir.
1 – Güven Oyu mekanizması ortadan kalkıyor
2 – Gensoru mekanizması ortadan kalkıyor
3 – Sözlü soru mekanizması ortadan kalkıyor
Sayısı arttırılacak olan TBMM’de sadece kanun yapma yetkisi kalıyor. Buna da kararnamelerden sıra gelirse kanun yapacak bir durum ortaya çıkacaktır. Şimdi bizlere düşen iyi düşünmek ve iyi karar vermek olacaktır. Türkiye’miz parlamenter sisteme göre dizayn edilmiş bir Cumhuriyet’tir. Getirilen sistemle, tek adamlık tamamen öne çıkmaktadır.
Partili Cumhurbaşkanlığı daha önce uygulanmış ve daha sonra terk edilmiştir. Şimdi neden tekrar eskiye dönerek, partili Cumhurbaşkanlığı getirilecektir? Başbakan taraflıdır. Partisinin genel başkanıdır veya üyesidir. Ancak, partili Cumhurbaşkanlığı taraflı olacaktır ve herkesin Cumhurbaşkanı olamayacaktır.
Siyasal partilerin il ve ilçe başkanları, valilerin ve kaymakamların üstü, amiri konumuna gelecektir. Şimdi, bir kez daha iyi düşünüp doğru karar vermeliyiz. Yeni getirilen sisteme ‘HAYIR’ diyerek elimizde mevcut birkaç yetkiyi de tek adama devretmeyelim.
16 Nisan’da ülkemiz için en ‘HAYIRLI’ karar vererek, sistemin devamı yönünde ‘HAYIR’ oyu kullanmak olacaktır.
Hepinize Saygı ve Sevgilerimi Sunuyorum…
  dc���-#[�
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Kadınların Toplumu Değiştirme Becerisi
1930’lu yıllar; İzmir Kadınlar Hapishanesindeki mahkum kadınlara akşam dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı. Bir gün milli eğitim müdürünün odasına zayıf, ufak-tefek bir genç kız girdi. - Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim, dedi. Müdür şaşırmıştı. Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik son derece de hassas bir insana benziyordu. Müdür bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey değildi... Lakin düşüncesini belli etmedi. - Peki, hoca hanım, dedi. Bu işle meşgul olacağım. İki hafta geçmeden, genç kız, soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor, süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı adımlarla evine koşuyordu. Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi. O, kavgacı, o geçimsiz mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya başlamışlardı. Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu. Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir suçla adliyeye götürüldüğünü görüyoruz. Hakkındaki suçlama: Misyonerlik... Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner öğretmenden bahsediyordu. Neler de neler yapmamıştı ki: Kadınlar hapishanesi derken, çocuklara iyi insan olmak etrafında birtakım telkinler. Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi....? İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Ankara’ya kadar intikal etmiş ve onca mühim işi arasında Atatürk meseleyi merak etmişti. - Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz, dedi. Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen Sıdıka Avar’ı yanına çağırttı. Genç öğretmen Atatürk’ün karşısına çıktığı vakit bir yaprak gibi titriyordu. Atatürk, bu ufak-tefek kıza hayretle baktı. - Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?” diye sordu. Avar şaşırmıştı. Yavaşça, - Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı. Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle şunları söyledi: - Hayır. Sen misyoner Avar’sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım. Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı: “Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilirdi. Genç öğretmen Doğu’ya gidecekti. Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile toplayacaktı....Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti; sonra bu çocuklar birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti.” Sözlerinin sonunda: - Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin, dedi. Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk’ün yanından çıktı. İşte yıllar ve yıllardır Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde bu inanılmaz işle meşguldür. Şimdi; Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder. Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır. O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür. Avar, Doğu’da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler: - Kızımı da götür, Avar...! diye atın üzengisine yapışıyorlardı. Şehre, Avar’ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz. Ben, bir insan mucizesini orada gözlerimle gördüm. Hikmet Feridun Es Hayat Dergisi 1957 Sıdıka Avar; bugünkü TRT’nin işine son verdiği gazeteci Banu Avar’ın annesidir. Kendisinden yukarıdaki yazı sayesinde haberdar oldum. Kızı da anası gibi... Aynı özveri ve tükenmez bir cesaretle Atatürk’ün gösterdiği hedefe doğru yürüyor. Hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım.
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Yeni sistem ne getirecek?
‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ adı altında getirilmek istenen yeni sistem şu değişiklikleri de beraberinde getirecek. 16 Nisan 2017’de halk oylamasına sunulacak olan Anayasa değişikliği maddelerini irdelediğimizde şunları görüyoruz; Madde 1’de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bir kez daha vurgulanmıştır. Bu madde ile getirilecek olan ‘tarafsızlığı’ kelimesinin eklenmesidir. Tarafsızlık öğesi ‘yargı’ kelimesinde zaten yer alan bir tanımdır. Burada eklenmesi pek bir fayda getirmeyecektir. Madde 2’de Milletvekili sayısının 550’den 600’e çıkarılması öngörülmektedir. Burada amaçlanan sayı artışıdır. Aslında Türkiye Milletvekilliği gündeme getirilmesi gerekirdi. 1995’te Anayasa Mahkemesi 100 Türkiye Milletvekilliğini  iptal ederek toplam sayıya eklemişti ve 450 olan vekil sayısı 550’ye gelmişti. Şimdi getirilmek istenen değişiklikle sadece sayı artışı olacaktır. Türkiye’nin ihtiyacı Türkiye Milletvekilliğidir. Böylece baraj sorunu olan partiler de TBMM’de temsil edilmiş olacaktır. Madde 3’te ise, seçilme yaşı 25’ten 18’e düşürülmektedir. Bu madde de ülkemiz için çok gereksiz olacaktır. Zaten 25 olan seçilme yaşı 2011’den itibaren uygulanmaktadır ve pek bir yararı da görülmemiştir. Şimdi 18’e düşürülmek istenen bu seçilme yaşı, kimi hangi tecrübeyle TBMM’ye taşıyacaktır? Bence seçilme yaşı 30’da kalsa çok daha iyi olacağı düşüncesindeyim. Ben 38 yaşında seçilmiş bir kimse olarak, bu yaşların bile küçük kaldığını kendi tecrübelerimle gördüm ve yaşadım. 18 yaş çok küçük ve etkisiz bir yaş olarak görülmektedir. Ayrıca erkeklerin seçilme yeterliliğindeki askerlik sorunu çözülmüş değildir. Erkekler 18 yaşını doldurduklarında askerlik sorunuyla karşılaşacaklardır. Kadınlarımız 19 yaşında vekil olabilirler ama erkeklerle ilgili bir düzenleme halen getirilmemiştir. Tecil edilerek de çözülecek bir durum değildir. Çünkü anayasada yer alan seçilme yeterliliğinde askerliğini yapmış olmak şartı halen mevcuttur ve yapılmak istenen yeni değişiklikte bu sorun giderilmemiştir. Böylelikle cinsiyet ayrımcılığı da yapılmış olacaktır. Kadınlar 19 yaşında milletvekili ve bakan olabilecekler, erkekler ise ancak 22 yaşında seçilme yeterliliğine sahip olacaklardır. Dolayısıyla bu madde ülkemiz için gereksiz bir değişiklik getirmektedir. Madde 4; TBMM seçimlerini 4 yıldan 5 yıla çıkaracak bir madde değişikliğidir. Şimdi daha önce 1982 Anayasası’nda 5 yıl olarak getirilen milletvekili görev süresi, daha önce 2007 yılında 4 yıla düşürülmüştü. 3 dönemdir uygulanan 4 yıllık süre tekrar 5 yıla çıkarılmaktadır. Peki neden 4 yıla düşürüldü? Şimdi neden 5 yıla çıkarılıyor. Yaz boz tahtasına dönüştüğünden bu madde de gereksiz bir değişikliktir. Madde 5 ile daha önceki hükümetlerin güvenoyu almaları ve gensoru ile düşürülmeleri kaldırılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi getirildiği için bu işlemlere gerek kalmamıştır. Bu da demektir ki, yeni bir sistem gelmektedir. Ama biz bilmediğimiz bir sistemin mahsurlarını uygulayarak mı göreceğiz bilemiyorum. Bu madde de çok gereksizdir. Meclisin etkisi ortadan kalkmaktadır. Şimdi gelelim yazımızın son cümle ve paragraflarına; yukarıda ilk 5 madde değişikliğini irdelemiş bulunmaktayım ve gerekli gördüğüm bir madde yoktur. Diğer maddeleri gelecek hafta irdelemek üzere, bu haftalık yazımı sonlandırıyorum. Daha iyi bir dünya ve daha iyi bir ülke, daha mutlu bir hayat için ‘ütopya’ başlığımızı hatırlatarak, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Photo
Tumblr media
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Anayasa Değişikliği
Şahsım halen yürürlükte olan 1982 anayasasına “hayır” oyu veren yüzde 8’lik bölümün içindedir. 1982 yılında İzmir’de oturduğum için ilk oy hakkımı Anayasa oylamasında 22 yaşında iken kullandım ve “hayır” oyu verdim. Kenan Evren askeri yönetimi şöyle bir uygulamaya gitmişti: Evet oyları beyaz renkli, hayır oyları ise turuncu renkteydi. Bunda sorun yok. Ama oyların konulduğu zarfları şeffaf yapmıştı. Turuncu hayır oyunu zarfın içine koyduğumuzda zarf kızarıyordu. Yani, sizin oyunuz belli oluyordu. Ben de bir tane oy pusulası yerine birkaç tane turuncu oy pusulasını zarfın içine koydum ve oyumu kullandım. Zarfı sandığa atarken sandık görevlilerinin hepsi yüzüme baktı. Bakmalarını hiç umursamamıştım. Oyumu kullandım. Şimdi çok da güzel yapmışım diyorum. 18 Nisan 1999 genel seçimlerinde Demokratik Sol Parti’den Kocaeli Milletvekili seçildim. Mecliste yanlış hatırlamıyorsam 38 kadar maddeyi kapsayan bir anayasa değişikliği yaptık. Hepsinde kabul oyu kullandım. Yaptığımız değişiklikler 367’den fazla oy aldığı için halk oylamasına gidilmedi. 1999 yılında kurulan 57. Hükümetin desteği şöyleydi. DSP 136, MHP 129 ANAP ise 88 milletvekiline sahipti ve toplamda 353 kişi olduğu halde muhalefet partileri olan DYP ve Fazilet Partisinden gelen oylarla 367’nin üzerinde oluşan oylarla birçok madde değiştirildi. Şimdi halk oylamasına sunulan 18 maddelik değişiklikte sadece MHP destek verdiği için halk oylamasına sunulması gerekti. Hâlbuki sistemi değiştirme iddiasıyla bu kadar radikal değişikliklere gidilmese, CHP’nin de desteğiyle TBMM’den alacağı oylarla Anayasa değişikliği kabul edilebilirdi. Böylece iki kutba ayrışmamış olurduk. Yeni Anayasa yapmak tamamen ayrı bir olaydır. Anayasanın bazı maddelerini değiştirmek ayrı bir olaydır. Şimdi yapılan Anayasa değişikliğidir. Yeni bir Anayasa değildir ama yeni bir sistemdir. Anayasa değişikliklerini TBMM’de yapmak en iyisidir. Halkı kutuplaştırmamak adına mecliste halletmek gereklidir. Daha önce idam konusu TBMM’de halledilmiş ve idam Anayasadan çıkartılmıştı. Şimdilerde ise halk oylamasına sunulması gündemdedir. Bu da sakıncalıdır. Hâlbuki 19’uncu madde olarak idam konusu bu değişikliğe eklenebilirdi. Buraya eklenmemiş olanlar daha sonra tekrar gündeme getirilebilir. Tüm toplumun mutabakatlarıyla Yeni Anayasa yapılabilir ve halk oylamasına sunulacaksa da çok yüksek bir desteğe sahip olur. Anayasa üst kanundur ve her şeyi belirler. Toplumun yarısının kabul edeceği bir Anayasa uygulamaya koymak ne kadar demokratik olur bilemiyorum. Diğer yarısına ne diyeceğiz veya onlar ne diyecekler? İyi bir toplum için iyi bir anayasa şarttır. Şimdi önümüzde olan Anayasa değişikliği de gereksizdir. Oyumun rengi bellidir. Tüm toplumun katkılarıyla Yeni Anayasa yapma ümidiyle başlığımız olan ütopyayı hatırlatarak satırlarımı bitiriyorum. Hepinize Saygı ve Sevgilerimi Sunuyorum...
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Kendini Anlatmak ve Karşı Tarafı Anlamak
Anlaşılmak günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz ve arzu ettiğimiz bir konudur. Çoğumuz kimse beni anlamıyor diyebiliriz. Acaba kendimizi ifade edemiyor olabilir miyiz? Mesajım yanlış anlaşılıyor, beni yanlış anlıyor diyebilir miyiz? Bunların temel sebebi nedir diye sorguladığımızda kendimiz olma ihtimali büyüktür. Şimdi neler yapmalıyız ki; kendimizi daha iyi anlatalım ve karşı taraf bizi tam olarak anlasın ve temasa geçsin. Öncelikle karşı tarafın fikir yapısından yola çıkmak gerekir. Kendi fikrimizi önemseten bir formata karşı tarafa anlatmaya başladığımızda, karşı direnç olursa, çok ve kabul etmeme gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Karşı tarafın format ve fikriyle konuları açıp pekiştirip tartışma yaparsak belki daha iyi anlaşabiliriz. İyi ilişkilerin temeli iyi iletişimdir. İyi iletişimin sonucu da iyi bir hayatı paylaşmak anlamına geleceğini belirtmek isterim. Karşı tarafı anlamaya çalışmak kendinizi anlatmanın en iyi yoludur. Karşı taraf sizi anladığında siz mutlu olacaksınız. Daha iyi bir dünya için karşı taraf diye bir kimse yoktur. Anlaşılabilir bireyler olursa hep aynı taraf oluruz ve daha mutlu bir dünyada yaşarız. Hepinize saygı ve sevgilerimle…
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Cumhuriyet’in Erdemleri ve Kazanımları
11 Kasım 1938. Atatürk’ün vefatının ertesi günü.
Atatürk’ün naaşı, İslam Tetkikleri Entsitüsü direktörü Ordinaryüs Profesör Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın nezaretinde yıkandı. Başbakan Celal Bayar’ın talimatıyla, Profesör Lütfi Aksu tarafından tahnit işlemi yapıldı. Vücudun bozulmadan korunmasını sağlayacak olan solüsyon, 200 gram formalin, 1 gram sublime, 200 gram tuz, 10 gram acide pehenque, 1000 gram su’dan oluşuyordu. Profesör Aksu, tahnit işlemi bittikten sonra, iki küçük şişeye solüsyondan doldurdu, ağızlarını lehimledi, üzerlerine yapıştırdığı etiketlere terkibi yazdı, Atatürk’ün kollarının arasına sıkıştırdı. Kurşun galvanizli tabuta yerleştirildi, kapağı kapatıldı, gül ağacından yapılmış tabuta yerleştirildi, onun da kapağı kapatıldı, üzerine Türk Bayrağı örtüldü.
Cenaze namazı için camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı konusu, cumhuriyetimizin ilk diyanet işleri başkanı Mehmet Rifat Börekçi’ye danışıldı. Milli mücadele kahramanı Börekçi, “Atatürk’ün cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği vatan toprağının her yerinde kılınabilir” dedi. Namaz, Dolmabahçe Sarayı’nda Ordinaryüs Profesör Yaltkaya tarafından kıldırıldı. Tekbir, Türkçe verildi.
15 sene sonra…
Anıtkabir tamamlandı.
Atatürk’ün ebedi istiharatı için, Anıtkabir’deki son kontroller, inşaat başmühendisi Sabiha Rıfat Gürayman tarafından yapıldı.
8 Kasım 1953, saat 23 suları… Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi histoloji kürsüsü başkanı Profesör Kamile Şevki Mutlu’nun ev telefonu çaldı. Arayan, Ankara valisiydi. “Atatürk’ün tabutunun açılması ve tahnit işleminin çözülmesi için, hükümet tarafından kendisinin görevlendirildiğini” bildirdi.
9 Kasım 1953, saat 7.30… Profesör Kamile Şevki Mutlu, Etnografya Müzesi’nde, geçici kabirden çıkarılan ve katafalkın üzerine konulan gül ağacı tabutun önündeydi, titriyordu. İçinden “galiba bayılacağım” diye mırıldandı. Ama, dayanmak zorundaydı. Saygı duruşu yapıldı. Ve “başlayalım lütfen” dedi. Yardımcı olmaları için, Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’ndan 10 öğretmen getirilmişti, öğretmenler gül acağı tabutun vidalarını söktü, kapak kaldırıldı, kurşun tabutun lehimleri söküldü, onun kapağı da kaldırıldı, ortalığı tahnitte kullanılan solüsyonun kokusu sardı. Cenaze, kahverengi muşambaya sarılıydı. Taşınma sırasında zarar görmesin diye, naaş ile tabut arasındaki boşluklar talaşla doldurulmuştu. Talaş ıslaktı, bu iyiye işaretti, koruyucu solüsyonun uçup gitmediğini gösteriyordu. Profesör Kamile Şevki Mutlu, muşambayı göğüs hizasına kadar açtı, vücut parafinli sargılarla örtülüydü, yüzü ise, ıslak pamukla kaplıydı. Adeta zaman durmuştu. Çıt çıkmıyordu. Nefesler tutulmuştu. Profesör Mutlu, pamuk tabakasını yavaşça kaldırdı. Atatürk’ün yüzü ortaya çıktı. Hiç bozulmamıştı… Teni bronzdu. Altın saçları, rengini kaybetmemişti. Kalın kaşlarından bi kaç tel kopmuş, sol göz kapağının üstüne düşmüştü. Sakalı hafif uzamıştı. İnce dudakları yapışıktı. 15 sene önce Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında uyur gibiydi. Ne bozulma, ne kokuşma vardı. İki sene önce rahmetli olan Profesör Lütfi Aksu’nun tahniti son derece başarılıydı. Profesör Kamile Şevki Mutlu, Atatürk’le yüz yüzeydi. Yanağına dokundu, okşadı. O an neler hissetti derseniz… Hatıralarında anlatacaktı. “Bir an için sanki konuşacakmışız gibi hissettim” diyecekti. Salonda derin sessizlik hakimdi, duygular darmadağındı. Atatürk’ün naaşı kurşun tabuttan çıkarıldı, dualarla kefenlendi, ceviz ağacından yapılan yeni tabuta konuldu, Türk Bayrağı’yla örtüldü, yarın Anıtkabir’de toprağa verilmek üzere, generaller tarafından ihtiram nöbetine başlandı.
Demem o ki..
Bu milletin yetiştirdiği en büyük insan, vefat ettiğinde bir erkeğe, toprağa verileceği zaman, bir kadına emanet edilmişti.
Çünkü… 1938’de Atatürk’ün naaşını emanet edebileceğimiz en yetkin kişi bir erkek’ken, 1953’te bir kadın’dı.
Çünkü kadınlar… Atatürk devrimleri sayesinde, sadece 15 sene gibi kısa sürede, erkeklerin önüne geçmeyi başarmıştı.
Kamile Şevki, 1924’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi, 1930’da mezun oldu. O tarihe kadar kadın hekimlere kamusal görev verilmiyordu, Sağlık Bakanlığı ilk kez 1930 mezunu kadın hekimlere kadro verdi, Kamile Şevki patoloji asistanı oldu. 1931’de Milli Tıp Türk Kongresi’ne tek başına bildiri sundu, bu bildiri kadın hekimlerimiz adına ilk’ti. Türkiye’nin ilk kadın patoloji uzmanı oldu. Türkiye’nin ilk kadın tıp profesörü oldu. Türkiye’nin ilk elektron mikroskobu laboratuvarı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Kamile Şevki’nin yönetimindeki histoloji kürsüsünde kuruldu. Ankara Üniversitesi Senatosu’nda ilk kadın öğretim üyesi oldu. Bugün bile hâlâ kendi adıyla anılan, böbreküstü beziyle alakalı “Şevki metodu”nu geliştirdi. 1987’de rahmetli oldu. Taa en başından, en sonuna kadar, Atatürk devrimlerinin eseriydi, Cumhuriyet kadınıydı.
Sabiha Rıfat, 1927’de, bugünkü adıyla İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girdi, o sene ilk defa kız öğrenci kabul eden üniversitenin, ilk kız öğrencisiydi. 1933’te mezun oldu, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendisi oldu. TBMM binası dahil, sayısız önemli projeye imza attı. . Fenerbahçe’nin ilk kadın voleybolcusuydu. Ve, bu konuda da erkeklerden daha başarılıydı. Üniversite öğrencisiyken, o tarihlerde karma oynanan, beş erkek ve bir kadından oluşan, İstanbul şampiyonu olan Fenerbahçe voleybol takımının “kaptan”ıydı. 2003’te rahmetli oldu. Çocuğu olmamıştı, tüm servetini şehit çocuklarının eğitimine bağışladı. Taa en başından, en sonuna kadar, Atatürk devrimlerinin eseriydi, Cumhuriyet kadınıydı.
Dolayısıyla…
Cumhuriyet’i anlamak için ona sahip çıkmak için;
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum…
Ic��u۔�
4 notes · View notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Neden Evet, Neden Hayır
Sen cemaatin kadrolaşmasına sevindin, Ben sevindim mi ? #HAYIR Sen İlker Başbuğ’un terörist olduğuna inandın, Ben inandım mı ? #HAYIR Sen Arınç suikastına inandın, Ben inandım mı ? #HAYIR Kozmik odada evrakların aranmasına sevindin, Ben sevindim mi ? #HAYIR Onlarca komutanın hain olduğuna inandın, Ben inandım mı ? #HAYIR Sen çözüm sürecine, akil insanlara inandın, Ben inandım mı ? #HAYIR Yüzlerce komutanın yazarın ergenekondan balyozdan tutuklanmasına sevindin, Ben sevindim mi ? #HAYIR Sen hep zaman gazetesi okudun para verdin, Ben okudum mu ? #HAYIR Habur kapısı karşılamasına sevindin, Ben sevindim mi ? #HAYIR Kabataş görüntüsünü haftalarca bekledin, Ben bekledim mi ? #HAYIR Işidi öfkeli müslümanlar olarak gördün, Ben öyle mi gördüm ? #HAYIR Yerli otomobilin bittiğine inandın, Ben inandım mı ? #HAYIR 30 Haziran 2016 dan itibaren tüm Avrupa’da vizesiz gezeceğine inandın, Ben inandım mı ? #HAYIR Yeni anayasa değişikliğini okudum, Sen okudun mu ? #HAYIR Benim #HAYIR demek için bir sürü sebebim var, Senin evet demek için sebebin var mı? #HAYIR Daha neler yazabilirim anladın mı ? #HAYIR...
Hepinize Saygı ve Sevgilerimi Sunuyorum...
1 note · View note
bayutopia · 8 years ago
Text
Cumhuriyet’in Erdemleri ve Kazanımları
11 Kasım 1938. Atatürk’ün vefatının ertesi günü.
Atatürk’ün naaşı, İslam Tetkikleri Entsitüsü direktörü Ordinaryüs Profesör Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın nezaretinde yıkandı. Başbakan Celal Bayar’ın talimatıyla, Profesör Lütfi Aksu tarafından tahnit işlemi yapıldı. Vücudun bozulmadan korunmasını sağlayacak olan solüsyon, 200 gram formalin, 1 gram sublime, 200 gram tuz, 10 gram acide pehenque, 1000 gram su’dan oluşuyordu. Profesör Aksu, tahnit işlemi bittikten sonra, iki küçük şişeye solüsyondan doldurdu, ağızlarını lehimledi, üzerlerine yapıştırdığı etiketlere terkibi yazdı, Atatürk’ün kollarının arasına sıkıştırdı. Kurşun galvanizli tabuta yerleştirildi, kapağı kapatıldı, gül ağacından yapılmış tabuta yerleştirildi, onun da kapağı kapatıldı, üzerine Türk Bayrağı örtüldü.
Cenaze namazı için camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı konusu, cumhuriyetimizin ilk diyanet işleri başkanı Mehmet Rifat Börekçi’ye danışıldı. Milli mücadele kahramanı Börekçi, “Atatürk’ün cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği vatan toprağının her yerinde kılınabilir” dedi. Namaz, Dolmabahçe Sarayı’nda Ordinaryüs Profesör Yaltkaya tarafından kıldırıldı. Tekbir, Türkçe verildi.
15 sene sonra…
Anıtkabir tamamlandı.
Atatürk’ün ebedi istiharatı için, Anıtkabir’deki son kontroller, inşaat başmühendisi Sabiha Rıfat Gürayman tarafından yapıldı.
8 Kasım 1953, saat 23 suları… Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi histoloji kürsüsü başkanı Profesör Kamile Şevki Mutlu’nun ev telefonu çaldı. Arayan, Ankara valisiydi. “Atatürk’ün tabutunun açılması ve tahnit işleminin çözülmesi için, hükümet tarafından kendisinin görevlendirildiğini” bildirdi.
9 Kasım 1953, saat 7.30… Profesör Kamile Şevki Mutlu, Etnografya Müzesi’nde, geçici kabirden çıkarılan ve katafalkın üzerine konulan gül ağacı tabutun önündeydi, titriyordu. İçinden “galiba bayılacağım” diye mırıldandı. Ama, dayanmak zorundaydı. Saygı duruşu yapıldı. Ve “başlayalım lütfen” dedi. Yardımcı olmaları için, Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’ndan 10 öğretmen getirilmişti, öğretmenler gül acağı tabutun vidalarını söktü, kapak kaldırıldı, kurşun tabutun lehimleri söküldü, onun kapağı da kaldırıldı, ortalığı tahnitte kullanılan solüsyonun kokusu sardı. Cenaze, kahverengi muşambaya sarılıydı. Taşınma sırasında zarar görmesin diye, naaş ile tabut arasındaki boşluklar talaşla doldurulmuştu. Talaş ıslaktı, bu iyiye işaretti, koruyucu solüsyonun uçup gitmediğini gösteriyordu. Profesör Kamile Şevki Mutlu, muşambayı göğüs hizasına kadar açtı, vücut parafinli sargılarla örtülüydü, yüzü ise, ıslak pamukla kaplıydı. Adeta zaman durmuştu. Çıt çıkmıyordu. Nefesler tutulmuştu. Profesör Mutlu, pamuk tabakasını yavaşça kaldırdı. Atatürk’ün yüzü ortaya çıktı. Hiç bozulmamıştı… Teni bronzdu. Altın saçları, rengini kaybetmemişti. Kalın kaşlarından bi kaç tel kopmuş, sol göz kapağının üstüne düşmüştü. Sakalı hafif uzamıştı. İnce dudakları yapışıktı. 15 sene önce Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında uyur gibiydi. Ne bozulma, ne kokuşma vardı. İki sene önce rahmetli olan Profesör Lütfi Aksu’nun tahniti son derece başarılıydı. Profesör Kamile Şevki Mutlu, Atatürk’le yüz yüzeydi. Yanağına dokundu, okşadı. O an neler hissetti derseniz… Hatıralarında anlatacaktı. “Bir an için sanki konuşacakmışız gibi hissettim” diyecekti. Salonda derin sessizlik hakimdi, duygular darmadağındı. Atatürk’ün naaşı kurşun tabuttan çıkarıldı, dualarla kefenlendi, ceviz ağacından yapılan yeni tabuta konuldu, Türk Bayrağı’yla örtüldü, yarın Anıtkabir’de toprağa verilmek üzere, generaller tarafından ihtiram nöbetine başlandı.
Demem o ki..
Bu milletin yetiştirdiği en büyük insan, vefat ettiğinde bir erkeğe, toprağa verileceği zaman, bir kadına emanet edilmişti.
Çünkü… 1938’de Atatürk’ün naaşını emanet edebileceğimiz en yetkin kişi bir erkek’ken, 1953’te bir kadın’dı.
Çünkü kadınlar… Atatürk devrimleri sayesinde, sadece 15 sene gibi kısa sürede, erkeklerin önüne geçmeyi başarmıştı.
Kamile Şevki, 1924’te İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdi, 1930’da mezun oldu. O tarihe kadar kadın hekimlere kamusal görev verilmiyordu, Sağlık Bakanlığı ilk kez 1930 mezunu kadın hekimlere kadro verdi, Kamile Şevki patoloji asistanı oldu. 1931’de Milli Tıp Türk Kongresi’ne tek başına bildiri sundu, bu bildiri kadın hekimlerimiz adına ilk’ti. Türkiye’nin ilk kadın patoloji uzmanı oldu. Türkiye’nin ilk kadın tıp profesörü oldu. Türkiye’nin ilk elektron mikroskobu laboratuvarı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Kamile Şevki’nin yönetimindeki histoloji kürsüsünde kuruldu. Ankara Üniversitesi Senatosu’nda ilk kadın öğretim üyesi oldu. Bugün bile hâlâ kendi adıyla anılan, böbreküstü beziyle alakalı “Şevki metodu”nu geliştirdi. 1987’de rahmetli oldu. Taa en başından, en sonuna kadar, Atatürk devrimlerinin eseriydi, Cumhuriyet kadınıydı.
Sabiha Rıfat, 1927’de, bugünkü adıyla İstanbul Teknik Üniversitesi’ne girdi, o sene ilk defa kız öğrenci kabul eden üniversitenin, ilk kız öğrencisiydi. 1933’te mezun oldu, Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendisi oldu. TBMM binası dahil, sayısız önemli projeye imza attı. . Fenerbahçe’nin ilk kadın voleybolcusuydu. Ve, bu konuda da erkeklerden daha başarılıydı. Üniversite öğrencisiyken, o tarihlerde karma oynanan, beş erkek ve bir kadından oluşan, İstanbul şampiyonu olan Fenerbahçe voleybol takımının “kaptan”ıydı. 2003’te rahmetli oldu. Çocuğu olmamıştı, tüm servetini şehit çocuklarının eğitimine bağışladı. Taa en başından, en sonuna kadar, Atatürk devrimlerinin eseriydi, Cumhuriyet kadınıydı.
Dolayısıyla…
Cumhuriyet’i anlamak için ona sahip çıkmak için;
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum…
Ic��u۔�
4 notes · View notes
bayutopia · 8 years ago
Text
ÜTOPYA
- Anayasanın Bütünlüğü İlkesi
En son (Halihazırda) Anayasa değişikliği kanunu TBMM'den geçerek halk oylamasına sunulması için Cumhurbaşkanımızın onayını beklemektedir.
Şimdi bu kanunda (teklifinde) Anayasanın Bütünlüğü ilkesine aykırı olan bir maddenin tartışılmasını istiyorum.
Bütçe maddesi; yeni yapılan değişiklikle yıllık bütçeyi yapma yetkisi TBMM'den alınarak Cumhurbaşkanı'na verilmektedir. Bu madde ile Anayasanın bütünlüğü bozulmaktadır.
Türk Milleti adına yasama yetkisini kullanan TBMM, bu yetkiye dayanarak vergi koyar, vergi oranlarını ve vergi konularını belirler. Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü de verilen bu yetkiyi kullanarak vergi toplama görevini yürütür.  Anayasanın bütünlüğü açısından vergiyi koyan ve toplayan TBMM olacak fakat harcama konusu olan bütçeyi Cumhurbaşkanlığı yapacak ve harcayacak.
İşte burada Anayasanın bütünlüğü bozulmuş olmaktadır. Yani vergi toplayan TBMM olduğuna göre, harcama konularına karar veren de yine TBMM olmalıdır. Eğer bu yetki, yeni hazırlanan anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanı'na verilirse anayasanın bütünlüğü bozulacaktır.
Ayrıca TBMM'den geçen bütçe kanununa Muhalefet Partileri de görüşlerini bildirip, karşı yazı yazabiliyorlardı. Hatta gizli oy olduğuna göre, Muhalefet Partilerinin de kabul oyu verebilme imkanları vardı. Yeni gelecek anayasa değişikliğiyle bu imkân ortadan kalkmaktadır.
Sadece Cumhurbaşkanlığı'nın hazırladığı ve harcadığı bir bütçe kanunu toplumun tümünü temsil etmemektedir. TBMM'de %90’lar seviyesinde destek görebilen bir bütçe kanunu çıkması mümkündür. Şimdiki değişiklikle Cumhurbaşkanı, toplumun bir bölümünün desteğiyle seçildiğine göre, muhalefet görüşü olmadan hazırlanıp harcanacak bir bütçe ile karşı karşıya kalacağız. Dolayısıyla Anayasanın bütünlüğü bozulacaktır.
Şimdi Anayasa Mahkemesi, CHP'nin itirazıyla bu konuyu ele alacaktır. Yukarıda belirttiğim gibi değerlendirme yapılırsa, en azından bu maddenin düşürülmesi veya iptali söz konusu olacaktır.
Daha mutlu bir ülke ve dünya oluşması dileğiyle.
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
M. Turhan İmamoğlu
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Ne muhteşem bir bakış. Ömür boyu dünyaya ve sevdiklerine aynı bakışı atman dileğiyle.
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Nitelikli Çoğunluk
Türkçe adıyla Halk oylaması yapmak çok demokratik görünen bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Şimdi Halk oylamasının nasıl bir etki bıraktığına bakalım. Halk oylamasının katılımcılarının tek yönde bir fazla oy alması, o yönde karar alındığı anlamına gelmektedir. Bu uygulama yanlıştır. Büyük bir çoğunluk olmasına rağmen bir tarafın bir fazla oy alması halinde, o yönde karar alınmasını sağladığına göre, bir kişilik bir karar anlamına gelmektedir.
Halk oylamalarının nitelikli çoğunlukla kabul edilmesi fikrindeyim. Nitelikli çoğunluktan kastım, katılanların 3/2’sinin tek yönde oy kullanması anlamına gelmektedir. Bu şekilde karar verilirse, diğer tarafta kalanların 2 katı bir çoğunlukta sonuca ulaşılır. Halk oylamasında karar aşamasının yüksek tutularak %66 seviyesinde karar alınmasının uygun olacağını düşünmekteyim. Ülkemizin dışında da bazı yerlerde halk oylaması yapıldı. Sonuçlar açısından karar alınan tarafın tersinde, yani karşısında oy kullanan vatandaşların memnuniyetsizliğine meydan vermemek için nitelikli çoğunluğu önermekteyim. İngiltere’de yapılan halk oylamasında %52’ye %48 şeklinde çıkan sonuç, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması yönünde bir karar oluşturdu. Burada benim bahsetmek istediğim konu, %48 kalma yönünde oy kullanan kişilerin mutsuzluğudur. Bana göre bu uygulama demokratik değildir. Nitelikli çoğunlukla kabul edilmeyen halk oylaması, yapılmamış sayılır. Tek kişilik farkla karar alınırsa, 1 kişinin kararı haline gelecektir. 400-500 kişilik meclislerde ve parlamentolarda karar alınması tek oy ile olmaktadır. Halk oylaması daha farklı düşünülmelidir.
Şimdi önümüzde yeni Anayasa için halk oylaması yapılacağı öngörüsü bulunmaktadır. Bu kararda da nitelikli çoğunluk aranırsa, yani %67 oranı aranırsa kimsenin itirazı olmaz. Anayasa değişikliği isteyenlerle istemeyenler arasında 2 kat kadar oy farkı olacaktır. Ama yarı yarıya şeklinde bir oran karşımıza çıkarsa, değişikliği isteyenlerle istemeyenler eşit çıkmış olacaktır. Bu durumda çok az kişinin kararıyla çok büyük bir çoğunluk etkilenmiş olacaktır.
Ütopya başlığıma göre gelecekte daha mutlu bir yaşam inşa etmek açısından düşünülmesi gereken bir konu olarak köşemde ele almış olduğum bu fikrin sizlere de ilginç geleceği düşüncesiyle.
                                            Hepinize Saygı ve Sevgilerimi Sunarım
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Bebeklerde göbek kordonu hemen kesilmeli mi?
Son yıllarda yapılan araştırmalar, göbek kordonunun doğumdan hemen sonra değil, bir miktar geciktirilerek kesilmesini öneriyor...
 Ana rahminde oluştuğu andan itibaren göbek kordonu ile plasentaya bağlı olan bebek, doğumun hemen ardından bu kordonun kesilmesi ile plasentadan (ve anneden) ayrılıyor. Yaşamın ilk dakikalarında yapılan bu ilk müdahaleyi geciktirmenin bebek için daha sağlıklı olacağını öne süren araştırmalar yapıldı. İşte göbek kordonunun kesilmesini geciktirmek için 7 önemli sebep:
1. Bebeğinizin kan seviyesi %32 daha yüksek olacak
Almanya’da Heidelberg Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, doğumun ardından göbek kordonu hemen kesilen bebekler ile kordonu en az 3 dakika bekletilen başka bir grup bebek arasında karşılaştırma yapıldı. Kordonu hemen kesilmeyen bebeklerde sonraki günlerde yapılan ölçümlerde, kan seviyelerinin %32 daha fazla olduğu saptandı.
2. Daha fazla demir
Kan seviyesi yüksek olunca, vücuttaki demir oranı da artıyor. Plasentadan bebeğe aktarılan kan miktarı, kordon geç kesilince daha fazla oluyor ve dolayısıyla bu demir seviyelerini de olumlu etkiliyor.
İlk aylarda bebeklere verilmek üzere üretilen bebek mamalarında demir takviyesi de bulunur. Kordonu geç kesmek, ileriki zamanlardaki demir eksikliğini de engellemek için daha kolay bir yöntem gibi gözüküyor.
İsviçre’de Halland Hastanesi’nden uzmanların 400 bebek üzerinde yaptıkları bir araştırma da gösteriyor ki, kordonun geç kesilmesi, ferritin ve demir seviyelerinde %45’e kadar daha olumlu gelişmeler ortaya koyabiliyor.
GÖBEK KORDONU VE İNCE MOTOR BECERİLER...
3. Anemi riski azalıyor
Bebeğe aktarılan kan miktarı yüksek olduğunda, yenidoğanın anemiye yakalanma riski de azalıyor. Özellikle anemik annelerde (annede kansızlık varsa), bu durumun bebeğe sirayet etmemesi için kordonun geç kesilmesi önemli.
Hollanda’da Ann Trop Peadiatr tarafından 2004’te yapılan bir araştırma da gösterdi ki, geç kesilen göbek kordonu, hemoglobin seviyelerinin ideal seviyede olmasına yardımcı oluyor.
 4. Bebeğin kilosunu etkiliyor
Kanıta dayalı bilimsel araştırmaların yayınlandığı Cochrane Library’de, göbek kordonunun geç kesilmesinin bebeğin kilosunu da olumlu etkilediği açıklandı.
5. Kanama ve enfeksiyon riski daha az
Doğumdan sonraki ilk birkaç günde bazı bebeklerde kanama ve enfeksiyon riski oluşabiliyor. Rhode Island Üniversitesi’nde yapılan araştırmalar, göbek kordonu daha geç kesilen bebeklerde bu riskin azaldığını gösteriyor.
6.  Daha fazla oksijen
Plasentadan bebeğe kan aktarımı devam ederken, bebek daha fazla oksijen de almış olur. Henüz havayla temas etmemiş, suda doğan bebeklerin suyun altında nasıl durabildiğini bu açıklıyor! Doğum sırasında yeterince oksijen alabilmiş olan bebek, daha sonra nefes alma güçlükleri çekmiyor.
7. Çünkü ten tene temas önemli!
Günümüzde ne yazık ki bebeğin doğar doğmaz anneden uzaklaştırılması, ilk kontrollerini yapmak üzere bebek bakım masasına alınması, çoğu hastanede hala rutin bir uygulama. Bu “acil” bakımın yapılabilmesi için kordon bebek dünyaya gelir gelmez kesiliyor.
 Yukarıda saydığımız yedi faydanın yanı sıra, kordon hemen kesilmediğinde bebek anneden hemen ayrılmamış da olur. Ten tene temasın tadı çıkarılırken anne de, bebek de kendini daha güvende hisseder ve rahatsız edilmedikleri için tüm doğal hormonlar olması gerektiği gibi işlerini yaparlar. Acil tıbbi müdahale gerektirmeyen durumlarda, bebeğin kordonu kesilmeden annenin göğsüne yatırılmasının kesinlikle bir zararı olmayacağı, aksine birçok faydasının bulunduğu da pek çok araştırma ve deney ile ispatlanmış durumda.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ise, doğum kilosu ya da zamanı ne olursa olsun, her bebek için göbek kordonunu kesmenin en uygun zamanın kordon üzerindeki kan atımının durduğu zaman olacağı yönünde uyarıyor ve genellikle doğumdan sonra en az üç dakika beklenmesinin bebek için en sağlıklısı olduğunu söylüyor.
Ütopya başlığımıza göre anne babaları bu konuda bilgilendirmek amacıyla gelecekte doğacak bebeklerimizin daha sağlıklı bir birey olmaları açısından, bu konuyu ele almayı görev bildim.
Daha sağlıklı ve mutlu bir dünya dileğimle.
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
M. Turhan İmamoğlu
��b���m��k
2 notes · View notes
bayutopia · 8 years ago
Text
“ORTADOĞU”LAŞMAMAK
2016 yılında birçok terör olayı yaşadık. Hepsi de çok üzünt�� verici ve trajedikti. Yıl biterken Rus Büyükelçisi Ankara öldürüldü ve yılbaşı gecesi İstanbul’da gece kulübü baskınıyla 39 kişi öldürüldü. Yabancıların ülkemizde öldürülmesi, bizde misafir olmaları dolayısıyla turizm açısından çok kaygı verici bir hale dönüşmektedir. Şimdi terörün her halini lanetlemek, ülkemizin sağlıklı ve mutlu bir ülke haline gelmesi için ümitlerimizi korumaya devam ediyoruz.
Suriye sınırımız 1956 yılında mayınlanmıştı. Mayınlamanın amacı, sınır güvenliğimizi daha rahat sağlamaktı. Şimdi ise mayınların bir kısmı kaldırılmış ve sınır güvenliğimiz ortadan kalkmıştır. Hatay sınırına duvar örülmesi işlemi başlamış ama ne zaman tamamlanacak bilmiyoruz. Sınır güvenliği ortadan kalkınca tüm Suriye vatandaşları ülkemize doluşmuş ve bu terör olaylarının müsebbibi olmuşlardır. Suriye sınırının mayından arındırılmasıyla ülkemiz “Ortadoğululaşma”ya başlamıştır. Mayınlı sahanın tekrar getirilmesi mümkün değildir ama; ülkemizin Ortadoğu ülkesi olmaması için elimizden geleni yapmak zorundayız.
Ülkemiz bir Balkan ve Batı ülkesidir. Kuruluşumuzdan bu yana  biz kendimizi Ortadoğu ülkesi olarak görmüyoruz ve düşünmüyoruz. Şimdi yapmamız gereken, Suriye bataklığından çıkıp ülkemizi daha mutlu ve yaşanabilir bir ülke yapmak üzere çabalarımızı artırmalıyız.  Ortadoğululuk nedir diye sorarsanız, şöyle tanımlayabilirim: Ölümü yüceltip, güzel yaşamayı aşağılamak, dini yüceltip, bilime kayıtsız kalmak, imanı yüceltip, aklı aşağılamak, hatasından ders çıkarmak yerine, onunla duygusal bağ kurmak, başına gelen duruma çözüm aramak yerine başkasını suçlamak, kendi hayatında başarısı yokken, atalarıyla övünmek Ortadoğululuktur. Bu saydığım tanımların din ile ilgisi yoktur ama Ortadoğu insanı kadercidir. Ülkelerindeki değişimlerle ilgilenmezler ama Türkiye’ye tatil için gelirler. Biz onları terörün kurbanı olmaktan kurtaramadık. Ülkemizi daha güzel günlere hazırlamak için elimizden gelenin daha fazlasını yapmaya herkesi davet ediyorum. Ütopya mantığımıza ve başlığımıza göre yapacağımız bu dilek ve istekler geleceğimizi şekillendirecek ve daha mutlu bir ülkeye sahip olmamızı sağlayacaktır.
                                               Hepinize Saygı ve Sevgilerimi Sunuyorum.
1 note · View note
bayutopia · 8 years ago
Text
YENİ TAKVİM
TAKVİMİN TARİHÇESİ
İlk Babil takvimleri kamerî Ay'ı, yani birbirini izleyen iki dolunay arasındaki 29,5 günlük dönemi temel alan bir sistemdi. Bu döngüye göre 365,24199 gün olarak gözlemlenen ortalama güneş yılından daha kısa, 354 günlük bir Ay yılı (kameri yıl) ortaya çıktı. Güneş yılına dayalı takvimi ilk geliştirenler, eski çağ Mısırlıları idi. Mısır'da yaşam Nil taşkınlarının etrafında dönüyordu. Gece göğünün en parlak yıldızı olan Sirius, her yıl Nil'in taştığı zamanlarda, gün doğumundan hemen önce parlamaktaydı. Mısırlılar takvimlerini bu olayla ilgili yapılandırdılar. Mayalar da zaman kaydı tutmakla ilgileniyorlardı ama takvimlerini yıllık bir dönemle ilişkilendirmemişlerdi. Onlar hem geçmişe hem de geleceğe yönelik bir takvim sistemi kurmuşlardı. İlk takvimin Mısırlılar tarafından bulunduğu da söylenmektedir. Modern takvimlerin temeli ise 8. yüzyılda atıldı. Bu takvimler MÖ 46 yılında Jul Sezar tarafından kullanıma sokulan Julyen takvimine dönüştü. Julyen takvimi, son şekline MS 8 civarında, imparator Agustus döneminde kavuştu.
JULYEN TAKVİM:
Jul Sezar’ın düzenlemiş olduğu Roma takvimine dayanır ve Julyen takvim olarak adlandırılır. İ.Ö. 46 yılında yani Roma İmparatorluğu’nun 708. Yılında kullanılmaya başlandı. Bu değişiklik, Romalılar için önemliydi çünkü, o dönemde Roma’da günlerin sayılması düzensizdi. Yüksek papazların vade tarihleriyle yüksek memurluğa geçiş tarihlerini gösteren bir takvimdi. Sezar yılbaşını 1 Mart’tan 1 Ocak’a aldı. Güneş yılını esas alan bu takvim artık yılları da kullanan bir takvimdir.
GREGORYEN TAKVİM    
Yıllar 365 gündür. Bununla birlikte dört yıla bir gün eklenir. Dört yılda bir şubat ayı bir gün uzar ve 29 gün olur. Buna da “ARTIK YIL” denir. Yeni çağda papa XII. Gregor tarafından Julyen takvimin reformuna göre 1582’de düzenlenen Gregoryen takvim de mevsimler güneşin hareketini esas alarak belirlenmiştir. Gregoryen yılı on ikiye ayrılır. Bir yılda 52 hafta vardır ve yılbaşı 1 Ocak olarak belirlenmiştir. Türkiye 1 Ocak 1926’dan itibaren bu takvimi kullanmaya başlamıştır (Türkiye’de Miladi Takvim de denir). Dinsel bayramların zamanını belirlemek için başka takvimlerden yararlanan bazı halk grupları dışında bugün artık tüm dünyada gregoryen takvimi kullanılmaktadır.
YENİ TAKVİM
Şimdi ütopya başlığımıza göre önerilerimi sizlere sunuyorum. Yıl 365 gün olduğuna göre, aylar 30 gün üzerinden hesaplanmalı ve bu duruma göre 5 gün artık gün kalmaktadır. Bu artık günleri ayların 31 çekmesiyle sistemi tamamlayabiliriz. Şubat ayının neden eksik ay olduğunu hiç anlamış değilim. Benim önerimde şubat ayına 2 gün eklenerek tam ay olarak kullanılmasıdır. Artık yılı ise, şubat ayının yine 4 yılda bir 31 gün olmasıyla tamamlayabiliriz.
Benim fikrime göre aylar şu şekilde düzenlenmiştir:
Ocak – 30 gün, Şubat – 30 gün, Mart - 31 Gün, Nisan - 30 gün, Mayıs - 31 gün, Haziran - 30 gün, Temmuz - 31 gün, Ağustos - 30 gün, Eylül - 30 gün, Ekim - 31 gün, Kasım - 30 gün, Aralık - 31 gün.
Bu durumda ocak ayından ve ağustos ayından 2 gün alınarak şubat ayına eklenmesiyle aylar daha düzenli hale gelecektir. 4 yılda bir Şubat 31 gün olacak ve artık yıl tamamlanacaktır. Bu durum ve öneriyi kim hayata geçirecektir? Ancak böyle büyük bir değişikliği “Birleşmiş Milletler” bünyesinde gerçekleştirmek mümkün olacaktır.
Ben sizleri düşünmeye sevk etmek için önerimi yapıyorum. 2017 yıla girerken, sizlere güzel ve iyi yeni yıllar dilerim.
                                                    Hepinize Saygı ve Sevgilerimle...
0 notes
bayutopia · 8 years ago
Text
Rusya büyükelçisinin Ankara da öldürülmesi beni çok üzmüştür. Bu tür terör olaylarının SON BULMASI DİLEĞİMLE...
1 note · View note