bahanuralp-blog
İnsan
9 posts
DENEYSEL BİR BLOG
Don't wanna be here? Send us removal request.
bahanuralp-blog · 5 years ago
Photo
Tumblr media
BAHANUR’DAN DENEYSEL YAKLAŞIMLAR
Bölüm 2.
Gelecek ve geçmiş hakkında yapılan konuşmalarda aklıma hep şu cümle gelir; “insan zaman makinesi gibidir, geçmişi, geleceği ve anı beraberinde taşır”. Bu cümleyi nerde okudum, kim söyledi, kimden duydum hiçbir fikrim yok.  Açıkçası cümle böyle miydi tam olarak doğru mu hatırlıyorum bilmiyorum ama anlatmak istediği şuydu; gittiğimiz her yere geleceğimizi de geçmişimizi de o anı yaşarken taşıyoruz. Etkilendiğim bir cümle, öyle ki hala aklımda. İnsan zaman makinası gibidir…
Hep sorarlar ya? Geçmiş tarihte bir yıla gitmek isteseydiniz hangi yıl olurdu bu? Hani öyle bir an geldi diyelim, zaman yolculuğuna başlamadan ekrana istediğiniz yılı tam olarak yazmak için çok fazla süreniz olmayacaktır. Bu yılı önceden düşünüp, araştırıp bulmanız gerek.  Benim için bu 1960 olacak. 1960lı yılları hiç oturup araştırmadım ama ne zaman beğendiğim bir saç-kıyafet-makyaj modeli, sanat kavramı, bir yazarçizer, müzisyen-şarkı sözü, bir düşünür olsa hep karşıma 60lar çıkıyor.
Uzak doğuda çok popüler bir inanış vardır. İnsan ruhunun yaşadığı hayat tek bir hayattan ibaret değildir. Geçmişte bir tarihte de yaşamıştır o ruh ve gelecekte bir yerde de var olmaya devam edecektir. Mesela ben 1989 yılında Türkiye’de doğmuş bir kadın olarak bu bedende yaşıyorum. Geçmişte ise belki 1960larda yaşayan Joseph Beuys’un düşüncelerine tanık olan bir ruhtum. Neden Joseph Beuys?  Çünkü kendisi kavramlar üzerinden, gerçekliği sorgulamak ve kısaca hangi bilginin gerçek ya da doğru olabileceğini, bunun nasıl doğru kabul edildiğini sorgulama üzerine sanatını icra etmiştir. Bana göre sanatı icra etmenin en güzel yolu. Beuys'a göre sanat açıklayıcı değil, değiştirici biçimlendirici bir eylemdir. Kendileri Fluxus adı verilen sanat akımının en etkin yaratıcılarından biriydi.
Eğer uzak doğudaki bu inanış gerçek ise, şuandan eminim ki- insan bundan nasıl emin olabiliyor acaba-1960larda üst seviye eğitimli bir ailede büyüyen ya da o aile için çalışan, görevi için çok iyi eğitim almış biriydim. Aşırı sadık, kendimi işime adamış, fazlasında asla gözü olmayan bir ruhtum. Neden böyle düşünüyorum, çünkü uzun zamandır yaşıtlarımı gözlemlediğimde davranışlarımız arasında devasa bir fark görüyorum.  Benim davranışlarım sanki 1960lardan kalma. İlk tanıştığım birine herkes gibi siz diye hitap ediyorum bu gayet normal. Ama sohbet ilerlese dahi ya da o kişiyi sık sık görsem dahi o kişiye hep siz diyorum. İsmiyle neden hitap etmiyorum? Saygısızlık mı yaparım acaba? Etrafımdaki birkaç kişi haricisinde herkese nasılsınız diye sormam çok mu tuhaf?
Geçen günlerde sosyal medyada bir paylaşım gördüm. Tam olarak beni anlatıyordu. Ben yazsam eksik yazardım belki. Paylaşımı olduğu gibi aktarıyorum.
1960larda yaşayan ruhuma sevgilerimle.
Bahanur.
“1690lı yıllarda “Adabı-ı Muaşeret” diye bir ders okutulurdu İlkokullarda!
1.       Ayakta bir şeyler yiyip-içilmez.
2.       Elleri pantolon cebine sokulmaz.
3.       Başkasının kusuru ile alay edilmez.
4.       Emanet eşyalar fazla geciktirilmez.
5.       Pazarlık yaparken mal kötülenmez.
6.       Telefon eden, önce kendisini tanıtır.
7.       Kalabalık yerlerde çiklet çiğnenmez.
8.       Hiçbir yere ağzında sigara ile girilmez.
9.       Sokak ortasında durarak konuşulmaz.
10.   Kusur yüze karşı açık açık söylenilmez.
11.   Alay ve kötüleme, ima ile bile yapılmaz.
12.   Yerlere tükürülmez ve çevre kirletilmez.
13.   Bencillik, ancak çocuklarda ayıplanmaz.
14.   Aksırırken el veya mendille ağız kapatılır.
15.   Toplu yerlerde yüksek sesle konuşulmaz.
16.   Uzun zaman kalan misafire bir oda ayrılır.
17.   Yemek davetinde, yemekler geciktirilmez.
18.   Sıra olan yerlerde sıraya geçilir, sıra bozulmaz.
19.   Başkasının yanında ayakları uzatarak oturulmaz.
20.   Bir konuyu reddederken ciddi ve terbiyeli olunur.
21.   Başkasının lafı kesilmez, devamlı da konuşulmaz.
22.   Erkeği olmayan eve, erkeğin ziyareti hoş karşılanmaz.”
Bölüm 2 sonu.
0 notes
bahanuralp-blog · 5 years ago
Photo
Tumblr media
ANNELİK DÜRTÜSÜ
Annelik, çoğu kadında otuz yaşından sonra oluşan dürtülerden sadece biri. Üniversiteyken içgüdünün sadece hayvanlarda olduğunu, insanlarda ise dürtülerin ve iradenin olduğunu anlatan birçok makale okudum. Fakat yeni doğan bebeklerde gözlemlenen bir durum bunun dışında kalıyor. Emme içgüdüsü doğuştan gelen bir refleks. Bu refleks hala araştırılan ucu açık bir tartışma konusu. Emme refleksi dışında hareketlerimizi dürtüler oluşturuyor. Örneğin, eğer karnımız acıktıysa, buzdolabını açıp yemek arama davranışına bizi iten şey dürtüdür. Dürtü canımız bizden bir şeyler arzulasın istiyor ve onu gerçekleştirene kadar peşimizi bırakmıyor. Sürekli etrafımızdan duyduğumuzun aksine insanlardaki ‘annelik’ kavramının bir içgüdü değil, öğrenilmiş bir davranış olduğunu söylersek yalan olmaz. Anneliği çoğu kadın annesinden öğreniyor. İnsanlarda annelik bir içgüdüdür dersek; tüm kadınların içinde annelik duygusu olduğunu ve içgüdüsel olarak tüm kadınların doğurmak zorunda olduğunu iddia etmiş oluruz. Ama dünyada çocuk yapmayı tercih etmeyen bir sürü kadın var. Hatta çocuk dünyaya getirip maalesef çocuğuna bakamayan ya da terk eden bir sürü kadın var. Eğer içgüdüsel bir annelikten bahsedecek olsaydık tüm kadınların doğum yapması zorunlu bir durum olurdu ve aynı şekilde her kadının çocuğuna aynı annelik duygusuyla bakmasını beklememiz gerekirdi. Kendi annelik dürtümü bir şekilde yaşarken sağa sola küçük notlar alma şansım oldu. Aldığım notlar hamileliğimden başlayarak çalışma hayatına geri dönünceye kadarki süre içindeki yaşadıklarım. Şu gerçek, kesinlikle annelik hamilelik ile başlıyor. Paylaşacağım notların bir kısmı oğlum doğduktan sonra uyku ve beslenme periyotu oluşturabilme amaçlı yaptığım gözlemler. Bir kısmı hamilelikte kendimde yaşadığım değişimler. Bir kısmı ise hamilelikten sonra yaşadığım değişimler. Bir kısmı oğlumun sağlık takibini içeren kısa notlar. Bu gözlemleri her okuduğumda anneliğin görünmez iç yüzeyini tekrar hatırlıyorum. Annelik dürtüsü şimdiye kadar tecrübe ettiğim hiçbir şeye benzemiyor. Bu kavram benim içimde farklı türde dürtü katmanlarından oluşuyor. Bu katmanların tarifi işte bu yazdığım küçük notlarda. Bugün sadece oğlumun uyku ve beslenme gözlemlerimden iki günü paylaşacağım.
Sevgiler.
Bahanur. 
15 Eylül 2018 Kartal 8 günlük
00.36’da uyudu.01.07’de uyandı kaka yapmış altı değişti. 5 dakika emdi.
01.31’de uyudu. 03.08’de uyandı. 30 dakika emdi. 05.40’da uyudu. Kaka yapmış altı değişti.
07.00’de uyandı 10 dakika emdi. 07.19’da uyudu.07.47’de uyandı 10 dakika emdi kaka yapmış bezi değişti.
08.07’de uyudu. 09.33’de uyandı. 20 dakika emdi.
10.00’da uyudu. 11.51’de uyandı. 15 dakika emdi 12.35’de uyudu. Kaka yapmış altı değişti.
13.00’da uyandı kaka yapmış altı değişti 35 dakika emdi. 14.30’da uyudu.16.42’de uyandı. 19.30’da uyudu 1 saat emdi.19.54’de uyandı 15 dakika emdi. Altı değişti. 20.34’de uyudu. Tekrar uyandı. 20.57 de uyudu. Tekrar uyandı. 21.24 de uyudu.
21.45 de tekrar uyudu (gaz sıkıntısı) zor bir geceydi.
04.32 den sonra düzenli 2 saatte bir uyumaya başladı.
28 Kasım 2018 Kartal 2 ay 21 günlük
Saat 11.12’de beşiğine koydum. Bir kaç defa sıçradı. 11.19’da ağlayarak uyandı. (7 dakika uyudu).
11.29’da hiç kucağa almadan yatakta piş piş yöntemiyle tekrar uyudu.1 defa gaz çıkardı. Sıçramalar fazla. 11.36’da ağlayarak uyandı. ( 7 dakika uyudu) (emmek istedi kucağıma aldım 3 dakika emdi tekrar yatırdım beşiğine uyumamak için direndi ağladı tekrar emmek istedi kucağıma aldım 3 dakika emdi kucağımda uyudu beşiğine yatırdım.)
Saat 12.01. Beşiğinde uyuyor. 12.04’de ağladı. (Meme arıyor) 5 dakika emdi 10 dakika kucağımda uyudu.
12.27 de beşiğine koyar koymaz ağladı. Saat 12.31 kucağımda emiyor gözleri kapalı. Böylelikle beşiğinde toplam 27 dakika uyudu. Şuan kucağımda huzurla uyuyor. Saat 12.47 (18 dakikadır kucağımda uyuyor)13.42 uyandı.
15.05 Kartal emerek kucağımda uyuyakaldı.15.52’de uyandı
17.12’de uyudu 18.10’da uyandı
19.20’de ağlayarak uyudu (kolik ağlaması) 20.00’de uyandı
Kaka yaptı. Banyo yaptırdık 21.22 de uyudu.
Yaklaşık saat gece 2.00’de, 4.00’de ve 6.00’da emdi.
Sabah 8.12’de uyandı ve emdi. 9.19’da memede uyudu
10.06’da uyandı.
0 notes
bahanuralp-blog · 5 years ago
Photo
Tumblr media
BAHANUR’DAN DENEYSEL YAKLAŞIMLAR
Bölüm 1.
“Eğer eleştiriden korkuyorsanız, dünyadan hiçbir şey yapmadan geçip gideceksiniz demektir.” W.W.Z.
Arkadaşlar ile bir yerlere gitmek, bana zamanı öldürmek gibi gelirdi hep. Anlamsız. Ne biliyim,  sanki yapacak işleri yok mu bu insanların derdim içimden. Zaten bu düşüncem etrafımda pek arkadaşımın kalmamasına sebep olma listesinde 3 numarada.(bu listeyi bir ara yaz.)  Çok sosyal bir insan olamadım. Ortaokulda 1 tane, lisede de 1 tane arkadaşım vardı. Hala onlar ile haberleşiyorum. Üniversite arkadaşları hep geçicidir derlerdi, öyle de oldu. Arkadaş edinme konusunda fazla seçici davrandım. İyi mi kötü mü bilmiyorum. Asosyal biriyim çoğu insana göre. Kendime göre ise değilim, tiyatro, bale, sinema nerdeyse her ay giderdim, üniversitede tiyatro kulübündeydim, çok da başarılıydım. Güzel alışkanlıklarım oldu ama 5 parmağımı geçmeyen arkadaş sayısı ile beraber. Erkek arkadaşım da olmadı, olamadı. Hani 5 -6 kişilik klasik arkadaş grupları vardır ya, hepsi arkadaş olarak yola başlar sonra o gruplarda mutlaka birbirinden hoşlananlar olur ve bir çift meydana gelir. Benim hiç öyle dâhil olduğum her yere beraber gittiğim bütün problemleri beraber yaşadığım bir grubum da olmadı. Hep yalnız koştururdum sağa sola. Bu durum beni soğukkanlı bir savaşçı yaptı, ama etrafımdakileri de yavaş yavaş ölüme terk etmeme sebep oldu.
Çok yer gezdiğimi söyleyemem. Türkiye’de daha gitmediğim bir sürü şehir var. Dünyada ise sadece Amsterdam, Rotterdam, Belgrad, Zlatibor, Atina, Brüksel’i görme şansım oldu. Seyahat etmek çok keyifli fakat evimden her ayrıldığımda evimi, şehrimi, ülkemi özlemeye başlıyorum. Köklerim derinden bağlı. Üniversite yıllarında para kazanma amacım bu olmalı diye hayal etmiştim ama bunu canı yürekten istemediğimi fark ettim. Gezmeyi seviyorum, uzun süreli olanları değil. 1 haftalık yaz tatilinin dönüşünde bile evime geldiğimde rahatlamış hissediyorum. Evcil bir insanım. Macera beni yoruyor. Bu da beni sıkıcı bir insan olarak gösteriyor olabilir. Bilmem belki de sıkıcıyımdır. Sıradan.
Spor yapmayı hep sevdim. İlkokul, ortaokul ve lisede basketbol takımındaydım. Hep ilk beşteydim. Basketbolu yıllar sonra kocamla oynadığımda çok şaşırmıştı. İyi oynardım. Daha sonra yüzme, modern dans, toplu pilates ve meditasyon yaptım. Şimdilerde de aireal yoga (hamak yogası) yapıyorum. Spor hayatımda hep oldu. Yapmayınca eksik hissederim.  Ne yaptığım önemli değil, bedenimle beraber zihnimi çalıştırmayı seviyorum. İkisini aynı anda disiplin etmek beni çok mutlu ediyor. Kocam geçen günlerde kendimde hiç fark etmediğim bir şeyi fark etti. “Sporla ilgili bir işi sen çok iyi yaparsın ve çok mutlu olursun”. Sanırım haklı. Hep derler ya insan anca otuzundan sonra ne yapmak istediğini keşfeder.
Her dakika elinde kitap olan insanlar vardır ya. Hep çok özenmişimdir. İlkokulda hatırımda kalan bir öğretmen var. Kadın koridorda nöbetçiyken aynı anda iki kitap okurdu. Mesela bir elinde aşk romanı diğer elinde bilim kurgu. Annem de çok kitap okurmuş. Osmanlıca okurmuş, üniversitede öğrenci iken Osmanlıca kitapları varmış. Bana gelirsek, okuduğum kitap sayısı başlayıp bitiremediğimden daha az. Bir dönem geliyor peş peşe 6-7 kitap okuyorum, bir dönem geliyor sıfır.  Roman sevmiyorum. Klasikleri bitiremiyorum. Okuyabildiğim tek bir alan var o da psikoloji. Bu alanda kitap okumaktansa bilimsel makaleler okumak beni daha mutlu ediyor.  Okudum bir şeyler bilimin bir parçası olsun istiyorum.  Her kitap insana bir şeyler katar mı, bu tartışa bilinir. Dediğim gibi kitap kurdu değilim ama okuduklarım arasında hayatıma şekil veren beni derinden etkileyen (şiir kitapları hariç) bir kitap var mı uzunca düşünmem lazım.  Keşke olsa.
Yapmak istediğim bir şey varsa eğer, o şeyi yapmak için çok çabalarım. Yaparken çok mutluyumdur. Dört elle sarılırım yapacağım işe. Her noktasında heyecanlıyımdır. Başarısız olursam ya da beğenilmez ise çok çabuk sinirlenir ve anında o işi bırakırım. Başka bir iş bulurum kendime. Fazlaca yorucu. Tüketici ve doyumsuz. En sevmediğim özelliğim bu. Çok meraklıyım. Bu çoğu zaman bana öğretilen bir şeyi çabuk kavramama sebep olur ama bazı zamanlarda öğrenmemem gerekenleri öğrenmeme neden olur.
İstemsiz ukalayım. Mesela ilgilendiğim, bildiğim bir alanda başka birinin yorumlarına tahammül edemem, sanki o konuda her şeyi zaten biliyorumdur ve öğrenebilecek bir şey kalmamıştır gibi düşünürüm. Çoğu zaman bu konuda yanılırım. Çok iyi sır tutarım. Aslında doğrusu şöyle, bana verilen bir sırrı zaten unuturum. Dolayısıyla herhangi birisine iletme riski ortadan kalkar. Bunun bana bir yararı oldu mu düşünüyorum, hayır olmadı, aksine insanlar dedikodu sever. Ben malzeme veren biri olamadığım için yanımda dedikodu yapılmaz. Biraz fazla ciddi bir insanım. Gülerken, ağlarken, yemek yaparken vs. Yaptığım işlerde ciddiyeti severim. Bu çoğu zaman etrafımdaki insanlar için komik bir görüntü oluşturur. Ben ciddiyken insanlar bana gülebilir.
Kötü şeyleri çabuk atlatırım. Sonuca erkenden varırım. Bence bu bir psikolojik sorun. Çünkü bildiğim kadarıyla yaşanılan her ne ise zamana yaymalı ve ruhsal denge açısından bedenin sindirmesine, kabul etmesine izin verilmeli. Bu daha sağlıklı. Ben bu adımları next, next, next yapıp hemen almam gereken derse ulaşırım. Bu yüzden bir şeye çok bağlanamam ya da saplanamam. Bunun bir avantajı şu ki, geçmişe takılan insanlar gibi melankoli yaşamam. Anı yaşamayı hedef olarak koysam da daha çok gelecek kaygısı taşıyan bir yapım vardır. Bir yandan da gelecek merakım yüzünden izlemediğim bilim kurgu alanında film, belgesel, dizi kalmamıştır. Fütürist bir insan mıyım, bence evet. Ama nostalji de severim. İki tarafta da kendimde bulabildiğim yanlar vardır. Bohem tarzı çok beğenirim. Burçlara inanmam ama iyi bilirim. Fala inanmam ama iyi uydurduğum söylenir.
Fazla güler yüzlüyümdür. Bunu  “sen çok sempatik insansın” olarak duyarım hep. Fazla güler yüzlü olmamım sebebi mutsuzluğu hep saklamak istememdir. Güçlü görünmek benim için prensiptir. Bunun doğru bir şey olduğunu savunamam. Bunu insanlar rol yapmak gibi algılar ama aslında benim için öyle değildir. Mutsuzluklarımı paylaşmak istemem. Onlar benim zaaflarımdır ve ben onları çok az kişiye gösterebilirim. Bu çok az kişiye güvendiğim anlamına mı gelir. Evet. İnsanları severim. Ama onlara sırtımı dönmem. Birilerinin ihtiyaçlarına yönelik yardım etmeyi çok severim. Bir insanı mutlu ettiğim sürece yaşadığımı daha derinden hissederim. Benim için gerisi önemli değildir. Ötesini düşünmem.
Gökyüzünü çok severim. Gececi bir insanım. Geceleri daha üretken olurum. Yıldızları çok severim. Yıldızlarla yaşamak, onları seyretmek bana huzur verir. Gökyüzünü göremediğim zamanlarda mutsuzlaşırım. Yıldız adlarını öğrenmeyi çok severim, ama isimlerini ezberlemek gerçekten zor. Konum itibariyle görebildiğimiz yıldızlar arasında kolaylıkla seçip bulabildiğim ve en sevdiğim yıldız kuzey yıldızı. Genlerimin yarısı kuzeyden gelmiş ne de olsa.
Hayvan sever miyim, bilmem. Sahiplenenlere çok saygı duyuyorum, ben sırt çantasında mama taşıyıp sağa sola bırakan cinslerdenim. Ya da bir büfeden süt alıp sokağa bırakanlardanım. Sevgiyi göstermenin çok farklı yöntemleri vardır, dokunarak, öperek, koklayarak. Yada hayatlarını kolaylaştırarak. Hayvanların hayatlarını kolaylaştırmaya çabalarım. Ama bunu hayvan severlik olarak yorumlamıyorum, herkesin zaten yapması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.
Yaşımdan daha olgun davrandığım fakat dış görünümümün yaşımdan daha küçük olduğu söylenir. Bence tam yaşımda gibiyim. Ne kadar yıl yaşadıysam o kadarını gösterdiğimi düşünüyorum. İnatçıyım. İddialı konuşmayı severim ki bu durum genelde beni komik durumlara düşürür. Özür dilemeyi hiç sevmem. Hatalarımı çok zor kabul ederim. Bu sevmediğim özelliklerim arasında. Hatalarımı görmezden gelmem kendimi mükemmel olana ulaştırma çabamdır, ama bu boşa bir çaba.  Teşekkür etmeyi çok severim. Edindiğim ikinci prensip şükür etmektir. Şükür etmeyi de edeni de çok severim. Varsa da yoksa da olanlar için ve olacaklar için şükürler olsun.
Bu bölümde kendimi ne kadar tanıdığımla ilgili kısa deneysel bir yazı yazdım.
“Kendimizden ne kadar habersiz olduğumuzu, yazdıklarımızı tekrar okurken anlarız.”
P.W.
 Bölüm 1 sonu.
1 note · View note
bahanuralp-blog · 7 years ago
Text
Mutluluk Bilimi
Bu yazıyı okuyabilmeniz için tüm ön yargılardan ve dogmalardan kurtulup hayal gücüne ve pozitif enerjiye sahip olmalısınız. Evet başlayalım.
İnsan zaman zaman yaşadığı bu hayattan daha çoğu olduğu hissine kapılır. Bu hisse kapılıyorsanız hiçbir yere kıpırdamayın doğru noktadasınız. Bu noktanın daha ötesi var mıdır? Bu düşünceler bizi bilime, sanata, edebiyata iter ve bilmek isteriz, merak edip öğrenmek.
2 Aralık 1995 yılında ben 6 yaşındayken NASA ve Avrupalı bilim adamlarının ortak çalışmasıyla, güneşin çekirdeğini incelemek üzere SOHO adlı bir proje üretmişlerdir. Tabi ki NASA bu projeyi duyurmamış, bilgiler NASA’dan sızdırılmıştır. Bundan 22 yıl önce güneşten enerji almak ve bu enerjiyi kullanılabilir hale getirmek için NASA böyle bir proje üretmiştir. NASA her zaman yaptığı gibi proje detaylarını ve sonucun başarı getirip getirmediğini paylaşmamıştır. Yani bir şeylerin ötesini bizden daha fazla bilenler varmış, hep olmuş.  Devam edelim. 2016 yılında İngiltere’de bir haber yayınlanmıştır. 14 yaşında kansere yakalanan kız, Yüksek Mahkeme'de başlattığı "bedeninin dondurma yöntemiyle korunması" talebiyle ilgili hukuk mücadelesini kazandığı açıklanmıştır. 14 yaşında yakalandığı hastalığın tedavisinin olmadığını ve öleceğini bilen bu kız, 200 sene sonra tedavinin bulunacağını düşünerek uyandırılmak üzere 37 bin sterlin karşılığında (yaklaşık 155 bin Türk Lirası) dondurularak uyutulmuştur. Sadece bilim kurgu filmlerinde olduğunu düşündüğümüz bir olgunun bir mahkeme tarafından onayladığını duymak sanırım bizden çoğu şeyin saklanıldığının bir kanıtıdır. Daha fazlasını bilmeye hakkımız var ama bu bizlerden çalınmakta. Kendi coğrafyamızda tabir etmek gerekirse orta çağı yaşarken, birileri bilim kurgu filmlerinde senaryo olarak bize pazarladığı hayatları yaşadı ve yaşamaya devam mı ediyor?
Ufkumuzu biraz daha genişletelim. Lucid rüya denilen bir kavram vardır ve bu kavramın fiziksel bir gerçek olduğu bilim adına kabul edilmiştir. Nedir bu Lucid rüya? Rüya anındayken mantığın devreye girmesi durumudur. Yani rüya görürken rüyada olduğunuzun farkına varmanız sonrası rüyanızı istediğiniz şekilde yönlendirebilmenizdir. Normal dışı bir durum değildir. Bu araştırmalar 1995 yılında Almanya’da başlamıştır, 2004 yılında rüyada zaman algısı testler başlığı altında kanıtlanmıştır. Günümüzde yapılan çalışmalarda ise pozitif bakış açısı olan insanların çoğunluğunun farkında olarak ya da olmayarak Lucid rüya deneyimi yaşadıkları sonucuna varılmıştır. Gün boyu stresle mücadele ederken rüyada biraz nefes almak iyi bir fikir! Ama bu kavramı bilen kişi sayısının çok fazla olduğu düşünmüyorum. Kokain, esrar gibi zararlı uyuşturucu maddeler kadar reklamı yapılan bir kavram değil. Belli ki birileri mutlu olmamızı istemiyor.
Hayatın farklı bir amacı olmalı ama bu bizden gizleniyor. 1920 yıllarında üstün matematikçiler ve fizikçiler tarafından paralel evren kavramı tartışılıyor, 1905 yıllarında ise zamanda yolculuk, CIA Ekim 1960 bir projesinin 94 raporunda deneklerde beyin kontrolünün olduğunu not olarak geçiyor, yani zihin kontrolünün kullanıldığını açıklanıyor. Kim bilebilir bu kadarıyla sınırlı olduğumuzu. Yıl 2017 ve biz neredeyiz? Aslında biz sandığımızın yerin çok fazla ilerisindeyiz. Ama bunlar bizlere paylaşılmıyor, aktarılmıyor ve öğretilmiyor. Neden mi? Benim aklıma tek bir soru geliyor. Mutsuzluğun yaydığı enerji tüm enerjilerden kuvvetli mi? Bilim, insanın sadece  moleküllerden oluşan fiziksel bir yapıya sahip olmadığını, aynı zamanda enerji alanına sahip olduğu doğrulamıştır. Vücut içinde titreşen elektromanyetik akım vardır. Bu akım fiziksel bedenle  sınırlanmamıştır. Böylece bir bedenden diğerine akış yapabildiği gibi, insandan  maddeye de akış yapabilmektedir. Yani giydiğiniz kıyafetlere, taktığınız takılara ve kullandığınız her şeye akış yapabilir. Sağlıklı bir bedende negatif enerji bulunmaz. Kişi hep olumsuz, kötümser yaşıyorsa negatif enerji üretmeye başlar. Bizi mutsuz etmek için kurulan bir düzen var ve bu düzenin yaydığı enerji kullanılmakta mı? Bence evet.  Ama şunu unutmayalım. Her denklemin karşında eşit olmasını sağlayacak bir değer olmalıdır.  Yani dünyanın bir denklem olduğunu varsayarsak, bir ucunda mutsuz insanlar var ise diğer ucunda da mutlu insanlar var. Peki, bu denklemin diğer tarafında bulunan mutlu insanlar kısmında biz var mıyız? Bizim coğrafyamız bu denklemin neresinde? Bence mutsuz tarafında. Neden mi? İşte yukarıda saydığım birçok gelişmeden bihaber yaşatıldığımız için.  Yani, kütüphane gidip araştırma yapmak yerine, televizyon bize ne verirse onu izlediğimiz için, bulunan yeni bir icadın ülkemiz için hiçbir anlam taşımasına izin vermediğimiz için,  sanatı takip etmek yerine modayı takip ettiğimiz için,  sorgulamak yerine sadece inandığımız için, hayal gücümüzü ilerletip şekillendirmek yerine sadece dış görünüşümüzle ilgilendiğimiz için, ilgi alanlarımızın sınırlı olmasına izin verdiğimiz için.  Denklemin diğer tarafına geçmek için ilk önce kendimizi mutlu etmemiz gerektiği çok açık çünkü mutluluk da aynı mutsuzluk gibi, enerjisi bulaşıcıdır. Mutlu olalım ve bunu etrafımızdaki insanlara dağıtalım. Çok takdir ettiğim yazar, şair Murathan Mungan’ın dediği gibi mutluluk bir varış değil bir yolculuktur. Mutlu olabilmeyi kendimize tavır edinmeliyiz. Bir amaç olmak yerine bir davranış olmalı.  
0 notes
bahanuralp-blog · 7 years ago
Text
Dünyadaki Son İyi İnsan
Benim hayatımda bir adam vardı. Sizlere benim gözümden bu adamı paylaşmak istiyorum. Her şeyi yapabilen güçlü bir karakterdi. Sanki doğaüstü bir gücü vardı ve en olmayacak şeyleri olur yapar, her zaman bir yol, bir çözüm bulmayı başarırdı. Asla problemlerinden kaçmaz cesurca hepsiyle yüzleşir, bir lafıyla her şeyi tekrar düzene sokardı. Sanki dünyada yaşayan son iyi adamdı. Ne zaman mutsuz olsam hep önceden bilirdi, hep hissederdi. En kötü günümde belki de bilmeyerek, içgüdüsel bir şekilde beni güldürür, mutlu etmek isterdi. Kahramandı. Kırılan her şeyi yapıştırmayı, tamir etmeyi çok severdi. Kalpten severdi insanları, o yüzden kalbi kırık birini hemen anlardı. Hiçbir şeyi çöpe atmazdı, çünkü belki yarın ona ihtiyacı olacaktı. Ön görülüydü.  Sanki ben ne yaşarsam o da yaşardı yani hayatı benim gözümden yaşar bana gelebilecek her türlü tehdidi ortadan kaldırmak için elinden gelen her şeyi yapardı ve başarırdı.  Ben bu adamı hiç ağlarken görmedim, en kötü gününde bile yani kendi canından birini kaybettiğinde bile ağlamadı. Hayat böyle dedi. Bugün böyle, yarının nasıl olacağını bilmiyoruz derdi. Üzülme derdi, her şey böyle kalmaz düzelir, bir sabah kalkmışsın bir bakmışsın her şey düzelmiş, o kadar hızlı düzelmiş ki sen bile şaşırırsın derdi. Hayatın hep bir sürprizi olur sen sabretmeyi bil derdi. Önceliklerine dikkat et, aileni hiçbir şeyin önüne koyma sonra çok pişman olursun derdi. Ailesi için dünyayı 2 kez turlar ama yine enerjisi bitmezdi. Dedim ya kahramandı. Ailesi zarar görmesin diye aile içindeki her bir bireyin hayatını tek tek yaşayarak bütün kötülükleri sırtlanmak için can atardı. Sırtlanırdı da. Ama ailesinin ruhu duymazdı. Ailesi için birçok kahramanlıklar yaptı. O adama asla yalan söyleyemezdiniz, kalpten sevdiği bir kişiyseniz hele, imkânsız. Sanki beyin okurmuşçasına tek bir göz hareketiyle her şeyi anlardı. Yalandan nefret ederdi. Yalan söyleyenden de. Gizli bir iş yapmazdı, her şeyi açık net yapardı, gizli yaptığı tek şey iyilikleriydi, iyiliklerini kimsenin gözüne sokmadan yapar ve karşılığında hiç bir şey beklemezdi. Dürüstlük derdi, ne yaparsanız yapın dürüstlükten vazgeçmeyin, doğrularınızdan vazgeçmeyin derdi. En kötü özelliği sigara alışkanlığıydı, düşünüyorum başka bir kötü alışkanlığı var mıydı diye? Yoktu, bence o bu dünyaya gönderilmiş son iyi insandı. Seçimlerinizin sonuçlarını iyi hesaplayın, seçimleriniz için nelerden feda ettiğinizi bilin derdi, aldığınız her kararın bir sonucu olacak bunu unutmayın derdi. Eğer bir hata yaparsak bizi cezalandırırdı ama o kadar merhametli ve vicdanlıydı ki biz hatalarımızın dersini alırken, o da geceleri uyuyamaz hep verdiği cezanın doğru olup olmadığını düşürdü. Ama dayanırdı, çünkü hayat insanın gözünün yaşına bakmaz derdi.  Hayatımda onun gibi bir insan henüz tanımadım, tanıyacağımı da düşünmüyorum.
Hayatımın her evresinde bu adam benim başucumda, yanımda, kalbimde oldu. Benden en uzak olduğu dönemler de bile hep söyledikleri kulaklarımda, kalbimdeydi. Her kararımı bu adam olsa böyle yap derdi diye aldım, onun bana söylediklerini hiç unutmadan nefes aldım. Ben de bir aile kurdum ve bu adamı örnek aldım. Ben de bu adam gibi her şeyi ailem için yapmaya karar verdim. Hayata bakış açımın tıpkı bu adam gibi olması için onun söylediklerini ruhuma bedenime kalbime sindirdim. Asla yalan söylemeyeceğime kendime olan saygımı hiçbir zaman kaybetmeyeceğime kendime söz verdim. Pes etmeyecektim, hayatla yüzleşecek karşıma ne tür bir problem çıkarırsa çıkarsın aynı o adam gibi kendi bedenimi aileme siper edecektim. Koruyup kollayacaktım. Her ne olursa olsun her şeyi feda edebilirdim ama benimle yol alanları asla feda etmeyecektim. Geçmişimi hiç unutmayacaktım. Nereden nasıl geldiğimi hep aynı onun gibi anlatacaktım. Diyecektim ki biz ne zorluklar yaşadık ama hepsinin üstesinden beraberce gelmeyi başardık! Bununla övünmeyecektim ama kendime bunu hep hatırlatacaktım. Mutluluklarım olacaktı mutsuzluklarım da. Ama bana hiç biri pişmanlık yaşatmayacaktı. Çünkü seçimlerimi kendim yapmıştım, bunu bana o öğretmişti ve onun gibi cesurca hepsinin sonucunu açık yüreklilikle hoş geldiniz der gibi karşılayacaktım. Çalışmaktan yılmayacaktım, koşacaktım düşecektim kırılacaktım. Ama suçlamayacaktım. Suçlu aramayacaktım. Yine koşacağım yine düşeceğim yine kırılacağım ama biliyorum sonunda onun gibi olacaktım. Dünyadaki son iyi insan gibi, yani babam gibi.
0 notes
bahanuralp-blog · 7 years ago
Text
Aslında Dünya Yalan Değil
İnsan neden yalan söyler? Ne zaman ve nasıl öğrenir yalan söylemeyi? Bu konuyu harika detaylarla işleyen bir filmi sizlerle paylaşmak isterim, Yalanın İcadı (The Invention of Lying). Filme göre yalan söyleme bilinci, bir ihtiyaç sonrasında ortaya çıkmaktadır. İşlenen konuyu kısaca özetlemek gerekirse, bir ihtiyaç belirir, o ihtiyacı karşılamaya yönelik bir yalan üretilir, üretilen yalan toplum içinde tüketilir. Böylece insan yalan söylemeyi bir ihtiyaç sonrası öğrenir ve bir sonraki nesillere öğretir. Yalana ihtiyaç duyuyoruz, bu cepte! Peki, bu ihtiyacın kaynağı nedir?  Hangi ihtiyaç bize yalanı ürettiriyor? 
Birçoğumuz gündelik hayatta başka insanlarla iletişim halindeyken % 25’e yakın bir oranda yalan söylüyor. Yani, bilim bize fark etmeden de yalan söyleyebildiğimizi, üstelik bu söylemlerin de hiç göz ardı edilmeyecek bir orana sahip olduğunu göstermektedir. %25 oranına sahip olan yalanlar, karşı tarafı incitmemek, ilişkilere zarar vermemek, gerçek olanı saklamak vs. gibi nedenlerden kaynaklı olan yalanlar olarak tanımlayabiliriz. Bunun dışındakiler? Ceza sistemi, ceza siteminin sonucunda oluşan korkular, gerçeği kabullenmemenin doğurduğu kaçışlar, problemlerle mücadele edememenin getirdiği yok sayma ve görmezden gelmeler, ego tatminsizliği, sevgisizlik, özgüven eksikliği vs. Bunlara daha da fazlası eklenebilir. Ama işin özünde kişi kendi dünyası ile dış dünyasında yaşananalar arasında bir uyum yakalayamadığı için, saydığım sebeplerin birine takılıp, yalanı üretmektedir.
İngiltere’de bir araştırma yapılmış. Araştırmada birbirini çok iyi tanıyan kişilerin 10 dakika boyunca sohbetleri gözlemlenmiş ve bu gözlem sonucunda; ortalama 10 dakikalık bir konuşmada yaklaşık 3 kez yalan söylenildiği ortaya çıkmış. Sanırım bu araştırmada yalanın bir çeşit alışkanlık haline dönüşebildiği sonucuna varabiliriz. Yani yalan söyleme sebeplerinden biri de alışkanlık! Hiç şüphesiz bu alışkanlığı çocukken edinmekteyiz. Aile tarafından kabul edilmek, övülmek, saygı görmek hatta belki o yaşta yapılan hatalar sonucu cezalandırılma korkusu. İlerleyen yaşlarda da bu öğrenilmiş davranışı, olağan bir alışkanlık olarak insan ilişkilerinde yaşamaktayız.
Farklı bir araştırmaya göre de yalan söyleme ile zekâ arasında bir bağlantı olduğu ileri sürülmüştür. Yalan söylemek bir yetenek mi! Neden? Çünkü yalan söyleyen kişi olayları iyi kurgulamak zorundadır, kişi hem geçmişi, hem geleceği hem de şimdiki zamanı içine alan hikâyeler uydurur. Bunun yanı sıra, söylediği yalanları unutmaması için çok iyi bir hafızaya sahip olması gerekmektedir. Sonuç? Zeki değilseniz yalan söylemeyin lütfen...
İnsanın kendine yalan söylemesi veya bireyin kendi kendini kandırması yani gerçeği bilip, görüp, farkında olup yine de istediğine inanmaktan, istediğini yaşamaktan vazgeçememe durumudur. Bunu yalanın en üst seviyesi olarak tanımlamaktayım. Kişisel bir bozukluk ya da travma sonucu ortaya çıkabildiğini düşünüyorum. Yoksa hangi birey sürekli kandırılmaktan, yalan dolu bir dünyada var olmaktan hoşlanabilir? Kandıran kendisi. Kandırılan da yine kendisi. Bu bir hastalık olarak insan bünyesinde nefes alır ve bu hastalıktan kurtulmak bir takım ruhsal tedavilere ihtiyaç duyacaktır.
Peki, yalan söylemekten nasıl kaçabiliriz? Her insanın bunu için farklı yöntemlere ihtiyaç duyduğuna inanmaktayım. Ben sizlere kendi yöntemimden bahsedeyim. Bir kere her şeyi olduğu gibi çırılçıplak görmem gerekiyor ve kabullenmenin alt yapısının temellerini sağlam atmam lazım. Bunun için birinci şart kendini sevmek. Kendini sevmek derken tabii megalomanlıktan bahsetmiyorum. Çevremdeki insanlara verdiğim değerden ne biraz azı ne de biraz fazlası. Bunun birinci şart olması çok önemli çünkü bu şartı yerine getirdiğinizde kendinize olan saygınız ve öz güveniniz oluşmaktadır. Bu farkındalık bünyeye yüklendiğinde insan kendisine yapılmasından hoşlanmadığı hiçbir şeyi başkasına yapmamayı ve empati kurmayı öğreniyor. Keza empati yapabilme yeteneği yalan söylememek için güçlü bir engelleyici. Empati yeteneği bilimsel çalışmalarda her bireyde gelişemeyeceği kanıtlanmış bir bulgudur. O yüzden bu mekanizma herkeste başarı getirmeyebilir. Benim naçizane tavsiyem yalan söylememek için her insanın kendine has bir mekanizma keşfedebilme farkındalığına ulaşma isteğinin oluşmasına yönelik olabilir. Bunun keşfinden sonra hayat daha akıcı, keyifli belki de basit, karamsarlıklardan uzak umut dolu bir hale dönüşeceğinden emin olabilirsiniz. Öz olmak gerekirse, kendinize karşı samimi olmayı öğrenmek, dünyaya karşı tüm tavrınızı değiştirecektir. 
0 notes
bahanuralp-blog · 8 years ago
Text
Para
Paranın birçok anlamı var. Kimleri için her kapıyı açan güçlü bir anahtar, öğrenci için bir paket sigara, bazıları için elbise, ayakkabı, bir çocuk için sadece bir çikolata, bazılarımız içinse barınak, su, hayatta kalabilecek kadar erzak. Maalesef ki yaşadığımız çağda sahip olmak zorunda bırakıldığımız bir oluşum. Paradan kaçış yok. Kendisini sevsek de sevmesek de onsuz kalmayı hiç kimse sevmez. Öğrenciliğimden bu yana paradan tiksinerek ve onun kölesi haline gelmemeyi bir prensip haline getirerek yaşamaya çalıştım. Ama yanıldığım bir konu vardı, paradan nefret etmek sizi ona bağlayan bir durum. Bu yüzden parayı sevin. Ve onu nasıl harcayacağınızı iyi bilin. Mesela 5000 dolarlık bilmem ne marka çantanız olmasın da, dünyanın el değmemiş manzaralarında güzel anılarınız olsun. En lüks restoran nerededir diye araştırmayın mesela. Salaş bir balıkçı ve bir duble bulanık su ve deniz kokusu nerededir bunu araştırın. -para benim için nedir sorusuna cevap-. Tabi 5000 dolarlık çanta sizi mutlu ediyorsa gidin alın. Peki, insan parayla nasıl tanışıyor ve bu oluşma nasıl adapte oluyor? Araştırmalara göre, parayla insan ilişkisi 3 yaşından sonra başlıyor. Eğer 3 yaşındayken her istediğimiz alınıyor ise, belirli bir yaşa geldiğimizde kazandığımız parayı doğru yönetmemiz biraz zor. 6 yaşından sonra neye para harcadığımız, yani seçimlerimiz ön planda. Para harcarken kalitesine fiyatına ya da ihtiyaç olup olmadığı konusunda mantıklı sebepler aramıyorsak ileride para harcamak keyfi bir alışkanlık haline gelebilir. 11. yaş, tutumlu olma yaşı. Para biriktirme alışkanlığını bu yaşlarda öğreniyoruz. “Ayda şu kadar kenara atsam yılda şu kadar param olur” hesapları, gelecek için bize parayı doğru değerlendirme şansı verebilir. 18 yaşına geldiğimizde tüm bu bilgileri tecrübe etiksek, ayda ne kadar masrafımız olduğunu hesaplayabilir ve hayatımızın ekonomik kısmını rahatça planlayabiliyoruz. Yani para harcamayı ailemizden öğreniyoruz. Birebir onları taklit ediyoruz. Etrafımızdaki kişilere bu bilgi çerçevesinde baktığımızda paraya olan bağımlıkları için kimsede bir hata bulamıyorum. Tabi hayalimde paranın olmadığı bir dünya senaryosu da yok değil. Herkese fazlaca pembe gelecek bir hayal. O zaman ne için yaşayacaktık? Bu soru geldi mi akıllara? Ufkumuzu genişletmek için aşağıdaki videoya göz atabiliriz. Belki paranın olmadığı bir dünyada neler yapabileceğimiz konusunda sonsuz kadar olasılık vardır. https://www.youtube.com/watch?v=o1hxoHbtFcc
0 notes
bahanuralp-blog · 8 years ago
Text
Gelecekten Notlar
Evlenmek üzere olan biri olarak, etrafımdaki evli insanlara ‘evlilik nasıl’ sorusunu sorarak, olumlu veya olumsuz cevapları topladım ve kendime nasihat listesi düzenledim. İşte listem;
1) Aşk, sevgi, saygı, sadakat  evlilikte elbette önemli. İki kişi arasındaki temel bağ, yani ilişki, bu maddeler üzerinde ilerliyor. Fakat altı çizilmesi gereken şey şu. Evleneceğiniz insanın ruhunu sevmek, ruhuna aşık olmak ve ruhuna saygı duymak gerek. Sadakat o zaman kendiliğinden gelir zaten. Ruhunuzla sevin birbirinizi! Bu nasihatı unutmamalıyım. 
2) Evliliği yaşarken bazı şeyler baştaki gibi olmayabilir. Her şeyin değiştiğini düşünebilirsin ama bu bir yanılgı. Daha önce hiç birlikte yaşamamış iki insan, kendilerine ortak bir dünya kurarak bu dünyayı paylaşacaklar. Bu süreç birbirine alışma süreci değil. Bu süreç birbirini öğrenme süreci. Öğrenmeye açık ol. Böylece aranızdaki arkadaşlık hep gelişir. 
3) Hiçbir şeyi zorlama! Kendiliğinden olan her şey daha tatlıdır. Bu yüzden kendinden ve ondan çok şey bekleme. Beklentisiz bir yaşam hayal et. En iyi şeylere sahip olma derdine girdiğin an, aranızda mesafeler oluşur. Mesafeler büyür ve bir bakmışsın çok uzaktasın. Bu yüzden şu cümleyi hep kur; ‘o zaten benim için hep en iyisini ister.’. 
4) Çoğu evli çifttin tecrübelerine göre evlilikte pazar günleri çok önemli. Bir çok evli kadın (çalışan) cumartesi yada pazar günleri, genelde ev temizliğine vakit ayırdıkları için, eşleriyle yada çocuklarıyla vakit geçirmiyorlarmış. Bu yüzden kendime not! Hafta sonları ev telaşına düşme. Kendini, eşini dinlendir ve yeni bir haftaya yenilenerek gir.
5) Erkekler evlilikte düzene bayılıyorlar. Düzenli hayatı güvenilir buluyorlar. Fakat bu düzenden bazen bir kaç saatliğine ayrılmak isteyebilirler, sakın korkma! O saatlerde küçük bir erkek çocuğuna dönüştüklerini bil. Bu yüzden baskıcı olma. O küçük bir erkek çocuğu olduğunda, sen de küçük bir kız çocuğu ol. 
6) Evlilikteki bir başka problem, evlendikten sonra çiftlerin kendilerine bakmamaları. Sen kendine bakarsan bu ona da bulaşır. Bu konuda destekleyici ol, suçlayıcı değil. 
7) Çocuk sahibi olmaya gelince; bu, üzerinde daha fazla düşünülmesi gerekilen bir konu sanırım. Çoğu çift zamanlama konusunda sıkıntı yaşadıkları için bu mucizevi olayı yorucu bir süreç halinde yaşamış. Hayatta herhangi bir konuda zamanlama kısmında hata yapma hakkın var, ama çocuk sahibi olma konusunda doğru zamanı bulmak için daha fazla çaba göster. 
8) Evli çiftlerinin çoğunlukla şikayet ettiği şey rutinlik. Bu korkutucu bir şey değil, rutinliğin bile bir huzuru olabileceğini unutma. İçinde  huzur olan her şey ruha iyi gelir. Her gün aynı insanla uyumak, uyanmak, her hafta sonu evde olmak, bunlar rutin ve can sıkıcı şeyler değil. Bunları eğlenceli hala getir.
9)Affedici ol. Hatalar olacaktır. Her günün yeni bir gün olduğunu unutma. Gönül almasını bil. Gülümsemek ve gülümsetmek gönül almak için en iyi yöntem bunu unutma. 
10) Başka evli çiftlerle kendi evliliğini karşılaştırma. -Kadınların daha sık yaptığı bir durum. Erkeklerin üzerinde inanılmaz bir baskı oluşturuyor.- Her evlilik özel ve güzeldir. Karşılaştırmak sadece mutsuzluk getirir. 
Bu maddeler gelecekteki evli Bahanur’un kulağına birer küpe. Elbette yaşamadan bilinmez. Gelecek için heyecanlanıyorum.
1 note · View note
bahanuralp-blog · 8 years ago
Text
Yedekleme
Yedekleme -'Dün akşam neredeydin?' -'Dün ben evde miydim, evet evet evdeydim.' -'2 gün önce öğle saatlerinde ne yapıyordun?' - 'Ne yapıyordum.. Bir dakika ne yapıyordum ya ben? Bu diyalog sık sık başıma gelen bir durum. Sanırım şuursuzca yaşamanın getirdiği bir yan etki:) Günlerin yedeği varmışcasına bol keseden harcamanın bir sonucu da olabilir tabi. Yedekleri varmışcasına yaşamak. Yedek ayakkabı, yedek kıyafet, yedek çanta, yedek pazartesi, yedek akşam üstü.. Bu yedekleme adaptasyonu sonucunda, değerlerini bir çırpıda yitiren ya da unutulan zamanlar. İstesek de istemesek de her gün binlerce kirli bilgiye medya, arkadaşlarımız ya da çevremiz tarafından maruz kalıyoruz. Dolayısıyla günlük bilgilerimizin çoğu gelen yeni bilgiler tarafından belleğimizin içinde köşe kapmaca oynar gibi yer arıyor. Bu gayet normal bir durum, doğamız gereği olması gereken bir gerçek. Bunu kabullendikten sonraki adım, değer verdiğimiz insanlarla yaşadığımız zamanların unutulabilmesi durumudur. -Alzheimer (unutma hastalığı)'dan bahsetmiyorum tabi.- Hiç unutmak istemediğiniz zamanlarınız olmadı mı? (Bu soruya eğer cevabınız evet ise, yazıya devam edelim.) Benim bu aralar neredeyse yaşadığım her anın her detayını hatırlamak ister gibi bir halim var :) -Yaş ilerledi tabi..- Yaşadığım hiç bir şeyin yedeği yok; bunu anlamakla beraber, yaşadıklarımın tüm detaylarını hatırlamam oldukça zor. Bu yüzden yedekleme tezime farklı bir açıdan bakıp, yaşadıklarımı yedeklemeye karar verdim.Nasıl mı? Şöyle ki; öncelikle kendime "unutmak istemediklerim" başlıklı bir defter edindim, daha sonrasında gün içerisinden maruz kaldığım bilgilerden kendime göre ayıkladığım bilgileri defterime yazmaya başladım, okuduğum kitaplardan etkilendiğim cümleleri de aralara serpiştirdim. Buna ek olarak, değer verdiğim kişilerle paylaştığım özel anlarımı anlatan eşyalar topladım. (tiyatro&sinema biletleri, yaprak, fiş, peçete.. v.s.).Hepsini hikayesini anlatan bir cümleyle beraber defterime not ettim. 2016 yılında başlayan bir süreç bu. Yeni ve devam eden bir süreç. Şu an için bu sürecin olumlu ya da olumsuz bir tarafını gözlemlemekle beraber, iyileştirici, hayata karşı tatmin edici ve mutluluk veren yanlarının olduğunu söyleyebilirim. Yaşanılanları hızlı hızlı çarçur etmek yerine, yavaş yavaş soluklanarak, tadını çıkarmak niyetinde olduğum göz önüne alındığında, etkili bir yöntem olabileceğini düşünmekteyim. Günlük sinir harabeleri ya da stres bombardımanı sırasında açıp o deftere şöylece bir göz atmanın sakinleştirici bir etkisi olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. :) Defterimi herhangi bir yerde unutmadığım sürece, unutmak istemediklerimin "güvende" ya da "yedekte" hissiyatı iyi mi kötü mü tabi bunu da zaman gösterecek. :)
0 notes