hayata,olmasını istediklerime ve olmak istediklerime dair...
Don't wanna be here? Send us removal request.
Photo
A Palestinian looks at the heavy destruction in Al Shaaf neighbourhood in Gaza City on Aug. 11, 2014. (Alessio Romenzi for TIME)
1K notes
·
View notes
Quote
Bir zaman gelir, bütün çıkış yolların kapatılmıştır. Odanda oturursun, bedenindeki, boğazını sıkıştıran, gözlerinin ardındaki gözyaşı torbacıklarında tehlikeli bir biçimde sıkışan o batışan ağrıyı duyarsın. Tek bir sözcük, tek bir el kol devinimi, derken içinde sıkışıp kalmış her şey -irinleşmiş pişmanlıklar, kangrenleşmiş kıskançlıklar, yerine getirilmemiş fazla istekler- öfkeli, erksiz gözyaşları, belli bir kişiye yönelik olmayan boğucu hıçkırıklar ve zırlamalarla dışına taşar. Seni kucaklayan kollar yoktur. “Hadi, uyu, yok bir şey” diyecek bir ses yoktur. Yeni ve korkunç bağımsızlığında, az uykudan, gergin, aşırı duyarlı sinirlerden kaynaklanan o tehlikeli uyarıcı ağrı, kartların bu kez sana karşı hileli biçimde karılmış olduğu, hala da üst üste yığılmakta oldukları duygusuna kapılırsın. Senin bir çıkışa gereksinimin vardır, çıkışlarsa mühürlenmiştir. Gece gündüz kendin için yarattığın o daracık tutukevinde yaşarsın. İçinde fokurdayıp duran o dağarcığı serbest bırakmaz, setteki bir yarıktan dalga dalga akmasını sağlamazsan patlayacağını, parçalanacağını duyumsarsın. Böylece alt kata iner, piyanonun başına geçersin. Tüm çocuklar dışarıdadır; ev dingindir. Klavyede keskin akorların sesi duyulur, omuzlarındaki ağır yükün birazını yitirmenin ferahlığını duyumsamaya başlarsın.
Sylvia Plath (via portakalyokusu)
46 notes
·
View notes
Text
from "the history of non-happenings"
Türkiye’de gündelik hayata içkin bir düşünce alışkanlığı vardır: içinde yaşanan koşulları “Batı” tabir edilen dünyayla(ki bu varsayımsal, iyi bilinen bir rüya dünyasıdır) karşılaştırarak anlamlandırmaya çalışmak. Bu karşılaştırmanın sonucu da hep aynıdır: Bizim diyarlar o rüya diyarların her açıdan karşısında, karşıtında bulunur. Ve hatta bu diyarda olan her şey, olanı var eden nice kaynaklar bizde hiç mi hiç yoktur, var olmamıştır—olamayacaktır. Kader gibi, mahkumiyet gibi kültürel bir dehlizdir bu, sürekli içine düştüğümüz. Bu talihsizlikle yaşamak durumundayızdır. Kendimize acımaktan herhangi bir çözüme bir türlü yeterince inanamayız.
0 notes
Link
"Hiç değilse orta vadede, seçimleri, daha da kötüsü egemenler arası ihtilafın yaratacağı muhtemel çatlakları merkez alan bir siyasal stratejinin güçler ilişkisinde ezilenler lehine bir kırılmaya yol açması mümkün görünmüyor (bu aşağıda ele alacağımız üzere seçimler önemsiz anlamına gelmiyor). Oyunu kuralları içerisinde oynamayı kabul eden bir sol muhalefetin oyunu bozma şansı yok. Hangi sağın, hangi otoriter seçeneğin ehven-i şer olduğuna, sandık başında beterin beterinden nasıl kaçınılması gerektiğine sıkışmış bir siyasal alanda kalmayı reddetmek tek anlamlı seçenek. "
"Sermayeden ve devletten bağımsız alanları çoğaltmak, somut mücadele alanlarındaki değişik çoğul pratikleri biraraya getiren birleşik eylem zeminleri yaratmak iyi bir başlangıç olabilir pekâlâ. Genel olarak Gezi direnişinin açığa çıkardığı siyasal ve sosyal radikalizasyonu, toplumsal mücadele deneyim ve pratikleri içerisinde süreğen kılmak ve böylece mevcut kurumsal çerçeveyi aşan karşı-güç odakları inşa etmek temel hedefimiz olmalı..."
"Telaşa mahal yok. AKP/Erdoğan kaybediyor, kaybedecek. Önemli olan bu yenilginin mevcut siyasal mimaride ancak kozmetik değişiklikler anlamına gelecek bir “saray darbesi” ile mi yoksa güçler dengesinde emekçi ve ezilenler lehine radikal bir kayma ile mi sonuçlanacağı. Bu sonucu en çok bizim ne yapacağımız belirleyecek. “Bas geç” gibi girişimlerin ister istemez çoğaltacağı CHP’nin (ya da MHP’nin) “çare” olduğu yanılsaması, “saray darbesi” ihtimalini güçlendirmekten başka şeye yaramaz. "
18 notes
·
View notes
Photo
Lise Anarşist Faaliyet’in Kadıköy’deki yazılamaları. 25/03/014
20 notes
·
View notes
Text
gezi masalından bugüne doğru
"Siyasetin biçimi değişmeli", "yatay örgütlenme ama mutlaka örgütlenme" zart zurt diye konuşup dururken.. Bir varmış, bir yokmuş, bir Gezi gelmiş. Birden “olabilirlik”lere dair umudumuz artmış, yeni “biçim”lere dair cesaretimiz. O kadar post- şeyler değilmiş bağzı görüşler filan. Evet, bazı post’lardan, ya da daha iyi niyetle, “görmüş geçirmişlik”lerden de öğrenebilir, geleneğin toplumsal hafızamıza geçtiklerinden de beslenebilirmişiz. Ama küçümsenen, bu memlekette “isyan geleneği” yok, “güçlü bir sol yok” bıdıbıdılarını aşıp, başka teorilerden de yeni akımlardan da etkilenen yeni yapıcı şeyler de inşa edebilirmişiz. Bilmekle yaşayarak idrak arasında ciddi bir de fark varmış, hatta.. Mesela devrimci moment diye bir şey hakkaten varmış. "Provakasyon" lafı çok gündelik bir hal alabilirmiş. "Barikat" ha keza. Eskiden en devrimci ağızlara bile “ağır” kaçabilen kavramlar dahi sıradan bir gerçekliğin nasıl da bir parçası oluvermişler.. Duvarlar altında ezilinen değil, senin içindeki yükü kaldırıp götüren lafları taşır olmuş; olan bitene, konuşup düşündüklerine tanıklık etmişler adeta. Meğer dinamiğe göre birden ummadık kavramlar, beklenmedik davranışlar devreye girebilirmiş. Bir gelişme anında tüm yeni ve eski deneyimler, öğrenilmişlikler, ana özel lazım gelen strateji ve dinamizm ve ha keza sağduyu ile vicdan aynı anda devreye girebilir, bireysel ve kolektifte sağlam kararlar aldırabilirmiş. Geçmişinin, yapamadıklarının kendini sınırlandıran maddi koşulların sırta yığdığı dağları, kendinle ve asıl suçlanasılıkları üreten dünyayla uğraşarak, şaka yollu savurabilirmişsin. "Başka bir dünya" gerçekten mümkünmüş. Uygun koşullarda, kolektif hareketin de dinamikleri ile. Onu ellerimizle de kurabilirmişiz.
Sonra o uğrak geri çekilmiş. Sokaklardaki direnme hallerinin "gezi isyanları" diye anılması 2 ayı aşkın sürmüş yine. Ve isim geri çekilse de isyankarlığı sürdürecek koşullar tırmandıkça tırmanmış. İsyanın sembolü olmuş parksa liberal bir mediatöre dönüştürülmeden, hala birçok şeye gebe bir hikâye iken. Ütopya gibi orda bir yerlerde, bir tatlı ukte olarak kalmış, “başka türlü bir yaşam”ın mümkünatına bir kanıtmışçasına. Başka türlü bir siyasete çağrılar yaparak. Kaybetmişlik hissi tam olarak yokmuş da.. O parkta, sokaklarda korkuya bulandığı halde yine de diri duran taraflarda, umut daha düşük profilde seyreder olmuş sanki. Ve yerleşik siyaset, tüm kokuşmuşluğu ve "zorundalıkları"yla, herkesi kendi girdabına çekerken; bir yandan da güya onun tüm "değerlerim" ve "ilkelerim" diye bağırıp durduklarıysa liğme liğme ortalıklara saçılmış. Yine de tüm çekiciliğiyle "oyun"unu oynamaya çekmiş hepimizi. O oyunmuş ki, küçümsenmeli ama oynanmalıymış sanki. Eğlendiririken düşündürmeli. Karşı olduklarımız bir adamda bu denli cisimleşmişken, karşıtlığımız da bu oyunda kendine cisimler arar olmuş. Yetmemiş, içimizi bu durum kemirmiş, bile bile. Tartışmalara, düşünmelere, stratejilere gark ederken, bizi aynılaştırmaya ve parçalamaya çalışan dinamiklerin biraradalığı karşısında şaşırmışız. Evet, başka türlü bir siyaset mümkünmüş ama yerleşiğinin yanına öyle hemen yerleşemiyormuş yenisi. Galiba. Biraz sabırmış lazım gelen. Biraz da tatlılı sertli ama hakkaniyetli diller.
0 notes
Link
Adnan Menderes, vaktiyle Henri Prost’un İstanbul için hazırladığı nazım planını yeniden uygulamaya koymak için harekete geçmiş ve “İstanbul’un taşıyla toprağıyla kendim ilgileneceğim” demişti. Ortaya bambaşka bir şey çıktı haliyle… Peyami Safa da o yıllarda kaleme aldığı gazete yazılarında ‘Sur...
23 notes
·
View notes
Text
son günlerdeki sıkışmışlık hissine dair
Son süreçten önce insanların bu manyakçasına düzene tahammül etmelerinin bir sebebi vardı belki.asgari bi güvenlik, öyle ya da böyle bir adalet tesisi.bilsen de polis denen teşkilatın ne mal oldugunu. mahkemelerin yavaşlığını ve satılabilirliğini..her yerde oldugu gibi, bu iş alanında da iyiler ve kötüler olduğuna inanmak isterdik. Bazıları onyıllardır diyordu tuz koktu, diye. Dünyanın düzeninin de genel olarak daha az insaniyet dostu olduğu kesin. Yaşamlarımızı eskilere göre daha parlak, teknoolojili, çelik ve cam konstriksiyonlu geçiriyoruz. (Zaten bu "geliştik biraz be" duygusunu vermesi ve inandırabilişi itibariyle AKP dönemine dönüp sonra tekrar bakmalı.) Ama öte yandan bize okuduğumuz sürece vadedilenin altında koşullarda; -biz bile- (ki kendimi şanslı addediyorum, altın bileziği görece havalı kuyumculardan alabildiğim için) sosyal güvencesiz, çalışırken yaşamından, yaşam enerjisinden feci çalınmış olarak yaşıyoruz. Biz değilsek dahi çevredeki çoğu insan, görece en iyi koşullarda çalışan insanlar dahi öyle. Hastalıklar, politik-ekonomik krizler hep gelir, ve elbet boğar insanları. Çoğu gelip geçerler; yenilerini hazırlamak üzere. Ama içinde olana, tabi olanaysa geçmez gibi, sonsuz gibi de gelirler. (O çalışanlara sorduğunuz esnekliği, bir de şu krizlerde sorun. Ne kadar esneyebiliyormuşuz ve tüm bu "esneme" egzerszileri ne acılara bedelmiş hayatlarda.Bitmek bilmeyen krizler yatağı olduğu, sorunlu olduğu bilindiği halde alternatifini konuşmanın yasak olduğu düzendeki "insan"a bunları da sorun! Neyse...)
İçinde yaşadığımız günlere göre sokaktaki güvenlik duygusunun daha az, arkadaş ölümü travmasının daha sıradan olduğu zamanları ben de dinledim. Belki o zamanlar da insanların dayanakları, özgürlük umutları daha sağlamdı; bilmiyorum. Görece rahatlatan bi sistem, kurumlar ilkeler, en kötü koşulda dahi biraz olsun daha fazla umut vadediyor muydu? Yaşayanlara sormak lazım. Konuştuklarım, 50lerde, 60larda doğan bissürü tanıdık, bu ülke böylesini görmedi diyor. En azından mevcutçalanın, pis arsız utanmaz malum Katilin yaptıkları için. Haklılar sanıyorum. Değme mhpli vardır siyasette, onlardan fazla değmiştir sıcak insan kanına eli..Sayıca belki "daha" katil de olmuştur bunlar..ama bu çapta dolandırıcı, bu ölçüde hırsız, bu çapta ülke ve çevre ülke insanlarına zararlı olamamış olabilirler.
Güncelde bizi umutsuz yapan, heralde bu adamdan kurtulmak için, bırakacağı ülkeyi yeniden yaşanır kılmak için gereken mekanizmaları henüz öngöremememiz. Tüm kurumları, mekanizmaları,sistemleri geçtik "ahlaklı ve iyi insanlar" olarak yaşama umudunu kaybetmiş insanlarla fazla çevriliyiz, galiba. Mevcutta görünen, yaşama ve insancalığa alenen, devlet eliyle kastedilen bu tüm modern, postmodern çağ gelişmelerini garipçe onaylarcasına, muhafaza edebilenlerle çok yanyanayız. Tüm bu yıkımı, özgürsüzleşme ve mülksüzleşmeyi doğal sayan insanlarla bu denli sık yüzleşmek, geçmişten belki de farklı ve çok sarsıcı bir deneyim. Okumuş, şehirli, paralı, parasız bissürü insanda çok fazla kabullenmişlik var. Gezide başka bir dünya mümkün müdür diye düşünürken yalnız olmadığımızı anlamamızın, bissürü güzel yürekli insanı görmemizin hemen üstüne karşılaştık üstelik bu çapta bir kabullenmişlikle. Umutlulukla umutsuzluk hiç bu kadar birarada olmamıştı belki de.
Yaşadığımız coğrafyada her şeyimize karışan ailelerin ve mahallelerin baskısına, çaresizlikten ve bize getirilerinden ötürü eyvallah diyoruz ya. hayatı kuşatmaya çalışan politikacıların baskısı ile uzlaşımızın da aynı, işkencevi şekilde istemesen de kaçınılmaz hale. geldiğini görüyoruz. Üstelik orda şevkat de yok. Baskı artmıyor sadece. Beklentiler de artıyor. Vaadedilenlerin, özendirilenlerin, doğal addedilenlerin bolluğuna inat verilenler çok azalıyor. Bizim verdiklerimiz artıyor. O yüzden bana haklı sebepleri de olan depresyonlarımızın, öfkelerimizin bu kadar körüklenmesinde çevremizdeki dünyanın, ülkenin şu anki krizinin ciddi payı var gibi geliyor. Ülkeyle beraber bizim de sıkışmamız tesadüf müdür? Belki öyledir. Belki de değildir. En kötüsü bu hal midir? Çoğu açıdan öyle olsa gerek. Ama belki de değildir. Ha ama içinde olduğumuz alenen bir sıkışmışlık hissi ve kaçış umudu konusundaki hareket edemezliğimiz, olası dayanakların yitikliği bize "daha önce hiç hissetmediğimiz" bi huzursuzluk veriyor.
Herkes bunlar üstüne ülkeden-gelecekten korkma, kaçma söylemleri içinde. Bende ise niyeyse o yönde bir umutsuzluk yok. Oysa kişisel düzeyde ciddi hayal kırıklığı yaşayabilecek moddayım. Ama içinde bulunduğum durumun bir dünya hali olduğunu iliklerime dek hissediyorum. Ve bu bana bi parça rahatlama veriyor. Neden bilmiyorum. Ortada "basitçe bir şartların olgunlaşması" tablosu veya ülkenin, düzeninin birden iyileşmesini beklentisinde değilim elbet. Çok daha kötü ülkelerin durumlarının, hatta koşulların önümüzde yaratabileceği korkunçlukların fena halde mümkün olduğunun da farkındayım. Ama sağduyumun bir yeri, güzellikler de mümkün diyor. Biraz şans biraz irade diyor.Çirkinlikler artıp-dayanılmazlaştıkça insanlar nefes almak için alternatiflere de daha çok yer açacak gibi hissediyor. Biz ki, altı üstü yolunu bulmaya çalışan insanevlatlarıyız. Umalım ki insan ve kişilik onurumuza daha şayan yolları tutabilmek kabil olsun. Yeni yollar açılırken, cesurca orda olup, yapıcı ve yıkıcılığın dengeli bir uyumuna destek olabilecek şekilde davranabilbilelim. Hangi ülkede, semtte olursak olalım...
1 note
·
View note
Quote
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/52285/Marquez_den_veda_mektubu_tartismasi.html
"Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm. İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım. Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanr. Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde… Artık ölebilir miyim?" (via soullab)
1 note
·
View note
Photo
18K notes
·
View notes
Link
seçimlere az kaldı.
televizyon kanallarında “başbakana güveniyorum” mesajıyla biten seçim videosu gösterilip duruyor. yerel yönetimlerin belirleneceğini sanıyordum ben. seçim videolarındaysa “dünyayı kurtaran adam” göze çarpıyor. şu çok açık; seçimlere iktidar partisi, sırtını liderlik kültüne...
3 notes
·
View notes
Photo
8K notes
·
View notes
Photo
US nuclear agency hid concerns over nuclear plants
NBC News: In the days following the Fukushima nuclear plant disaster in Japan, the US Nuclear Regulatory Commission made a concerted effort to play down the risk of earthquakes and tsunamis to American nuclear plants, thousands of internal emails show
You can check how close you are to a US nuclear plant using this interactive tool from ESRI
Photo: Map of US nuclear plants and their proximity to cities (via esri)
346 notes
·
View notes