Tumgik
Text
Andaki Düşünceler
Bir kadeh şarap yanımda, hava sıcak, eylülün ilk günleri, yaz yavaş yavaş terk ediyor ankarayı, oturuyorum bahçe salıncağında. Ayaklarımın altında soğuk beyaz taşlar, güneş salıncak sallandıkça gözüme bir giriyor bir gidiyor. Gölgeler akşam soğuğunun habercisi. Yavaş yavaş esen rüzgar döndürüyor bu ana, şimdiye beni. Eski bir arkadaşım severdi rüzgarı, benim bulutları sevdiğim gibi. Sorardım neden rüzgarı sevdiğini, söylemezdi, anlarsın zamanı gelince derdi, anladım. Anladıysan anlamışsındır, anlamadıysan sen de anlarsın. Hafif bir müzik kulağımda, ıslak çimlerin kokusu. Andayım, düşünmüyorum hiçbir şey bu andan başka. Düşünecek başka bir şey de yok aslında. Bu an dışında gerçek olan hiçbir şey yok. Geçmiş anıdan ibaret, gelecek hayal, veya kaygı. Geçmişi düşünmek de geleceği düşünmek de etki etmiyor şu ana. Yalnızca çalıyor şu anda yaşadığın, geri gelmeyecek olan şimdiden zamanını. Kafamı kaldırıp bakıyorum bir an için etrafa. Gün batımı yakın. Gün doğumundan sonra günün en sevdiğim saatleri. Güneş vurmuş çimlerin bazı yerlerine, daha canlı yeşil oralar, daha önceden görmediğim bir yeşil sanki. Gün batımındaki renklerin güzelliğini, farkını gören, hisseden, anda kalabilen insanlar arasına katılmanın mutluluğuyla. Doğa çünkü, mutlu olmanın en kolay yolu. Birazdan batacak güneş. Karanlıkta, yıldızların sonsuzluğunda, yine fark edeceğim ne kadar küçük olduğumuzu, dertlerimizin önemsizliğini. Özümü ve yaşayan her canlıdaki özü, hepsinin bir olduğunu. Karşımda kızdığım kişinin de özünde aynı kaygıları, aynı sevinçleri yaşayan, temelde, en dipte aynı olduğumuzu işte. En en içte, en en derinde hepimizin varoluşun temel taşı olduğumuzu.
0 notes
Text
4 Anlaşma
Kafamızdaki Yargıç
Hepimiz kendi kendimize kızıyoruz, farkında bile olmadan gün içinde sayısız kere kendimizi eleştiriyoruz. Kafamızda oturmuş belli başlı düşüncelerimiz var ve bu düşüncelerimize o kadar körü körüne bağlıyız ki onları kişiliğimiz olarak tanımlıyoruz. "Ben utangaç bir insanım", "Ben girişken bir insan değilim", "Ben patavatsız bir insanım", "Benim kafam böyle şeylere basmaz", "Ben her zaman eşyalarımı kaybederim" gibi düşünce kalıplarını kişisel özelliklerimiz olarak benimsiyoruz. Bunları doğrulayacak olaylar başımıza geldikçe de beynimizde fosilleşmiş düşünce kalıplarımız üzerinden yargılıyoruz kendimizi.
Antik Tolkek (12.yy da yaşamış, Aztekler ve Mayaların ataları) öğretilerini anlatan Meksikalı yazar Don Miguel Ruiz, kendimizle yaptığımız anlaşmalar olarak tanımlıyor bu fosilleşmiş düşünce kalıplarını. Bu anlaşmaların hepsi bir araya geldiğinde de bir yasalar kitabı oluşuyor beynimizin içinde.
Yeni doğan bir bebek düşün, kafasında hiçbir kural yok. Yasalar kitabının sayfaları bomboş, doldurulmayı bekliyor. Günden güne toplumsal kurallar, bebeğin ailesinin fikirleri, okulda öğretilenler, dini inanışlar... Bütün bunlardan öğrendikleri yasalar kitabına yerleşiyor ve bu bebek büyüdüğünde bütün o zihnine empoze edilen düşünceleri kendi fikirleri olarak görmeye başlıyor. Bu düşünceler üzerinden kendini ve etrafındakileri durmadan yargılıyor. Ve insan nasıl devletin yasa kitabını sorgulamıyorsa, kafasındaki yasalar kitabını da aynı şekilde sorgulamaya gerek bile duymuyor.
Yalnızca etrafından öğrendikleri değil, kendi kendine de yeni anlaşmalar ekliyor zihnindeki yasa kitabına insan. Belki de daha küçükken kendini iyi hissetmediği bir gün kalabalık bir ortamda çok da konuşmuyor ve birisi ona ne kadar sessiz olduğunu söylüyor. Hooopppp bu düşünce hemen bir anlaşma olarak giriyor yasa kitabının içine. Bir veya iki defa eşyalarını kaybediyor diyelim, kendi kendine diyor ki ben çok unutkanım, hopppp anlaşma kaydedildi yasalar kitabına.
Zihnimizde bir yargıç var bir de kurban. Yargıç durmadan kurbanı yargılıyor yasalar kitabı üzerinden, kurbanı beğenmiyor. Kurban da yargılandıkça utanıyor, kendini kötü hissediyor. Ama aslında yargıç kim? Kurban kim? İkisi de benim, ikisi de sensin.
Toltek'lerin öğretisine göre kendine zarar veren anlaşmaları yıkıp dört yeni anlaşmaya göre hayatını yeniden düzenlersen bu toplumsal rüyada huzur içinde yaşayabilirmişsin. Ben kitabı ilk okuduğumda bu dört anlaşma çok yüzeysel geldi bana açıkçası. Ama daha gün bitmeden etrafımda ve kendimde birçok defa fark ettim bu dört anlaşmaya uymamanın yarattığı huzursuzlukları.
Nedir bu 4 Anlaşma?
İlk anlaşma "Kullandığın sözcükleri özenle seç.". Böyle okuyunca insan ne alaka şimdi bu diyor dimi? Ama temeline inersek mantıklı.
Bir kız çocuğu örneği veriliyor kitapta, bu kızın sesi çok güzel, okuldan eve gelmiş, neşeyle şarkı söylüyor. Annesi çok iyi bir anne ama o gün çok yorgun ve başı ağrıyor. Düşünmeden bağırıveriyor:” Kes şu çirkin sesini, başım ağrıyor!!”. Bunun üzerine yerleşiyor kızın zihnine uzun süre düzeltemeyeceği bir düşünce, benim sesim çok kötü diye. Yıllarca şarkı söyleyemiyor, ta ki birisi onu sesin çok güzel diye cesaretlendirinceye kadar. İşte böyle, bu kadar önemli kullandığımız sözcüklerin gücü.
Kullandığımız sözcükler insanlar üzerinde kara büyü gibi kötü etki yaratabiliyor. Ama tam tersini düşünürsek de negatif etki yarattığımız kadar pozitif etkiler de yaratmak mümkün insanlar üzerinde. İnsanlarda fark ettiğimiz güzel şeyleri hemen söylemeli, kötü şeyleri yüz defa düşünüp söylemeli. Aynı şekilde insanların bize söylediklerini de kişiselleştirirken güzellerini hemen almalı, kötülerini yüz defa düşünüp öyle kişiselleştirmeli. Halbuki biz (veya ben) tam tersini yapıyoruz. Kötüleri hemen alıp, iyiler hakkında “alçakgönüllülük” yapıyoruz. İşte yapmamız gereken ilk anlaşma bu, sözcükleri özenle seçmek.
İkinci anlaşmaya gelecek olursak, ilkinin devamı niteliğinde “Hiçbir şeyi kişisel algılama.” Etrafımızdaki insanların kara büyülerini kendi bünyemize almamakla ilgili. Birinci anlaşmayı uygulayamayanlar, sözcüklerini dikkatli seçmedikleri için kara büyülerini yayıyorlar etrafa, bundan korunmak da kişinin kendi elinde. Bir şeyi kişisel algılamak ancak söylenen şeye katılmakla mümkün. Birisi bir şey söylediğinde, onu beynindeki yasa kitabına kaydetmeden önce bir daha düşün. Hakkında söylenen şeye gerçekten katılıyor musun? Yargılayan insanlar her yerde, onların da kafalarındaki yargıçlar çalışıyor hiç durmadan, ama hiçbir insanın herhangi bir aksiyonunde ne kabul görmeye ne de onaya ihtiyacı var. Birisi senin hakkında bir şey söylüyorsa, bu söyleyen ile ilgilidir, seninle ilgili değildir. Kendi kafasındaki yargıca göre yargılıyordur seni. O yargıcın da her zaman haklı olmadığını, yasalar kitabını neye göre yazdığını biliyoruz hepimiz.
Üçüncü anlaşma “Varsayımda bulunma.” Birisine kırıldıysan, neden kırıldığını anlayacağını düşünme. Veya bilmediğin konular hakkında kafandan hikayeler uydurma. Bunların hepsi yanlış anlaşılmaya neden olur ve huzur kaçırır.
En son anlaşma da “Daima yapabildiğinin en iyisini yap.” Bu son anlaşma hem hayat hakkında genel bir anlaşma, hem de diğer üç anlaşma ile ilgili. Yapabildiğinin en iyisi değişebilir her an. Bazen yorgun olursun, üzgün olursun. O anda yapabildiğinin en iyisi, normal zamanda yapabileceğinin en kötüsüne denktir. Ama önemli değil. O anda yapabildiğinin en iyisi zaten olabilecek en iyisidir. Bu yüzden yaptığın her işte yapabildiğinin en iyisini yap her zaman, gerisi önemli değil.
Bu önceki üç anlaşma için de geçerli. Bu üç anlaşmaya uymak konusunda da elinden gelenin en iyisini yap her zaman. Yapamadığın zamanlarda da kendini yargılama. Kendini yargılamak sadece kafandaki yargıca fazladan güç verir. Yasalar kitabına seni üzecek yeni yasalar ekler. Elinden gelenin en iyisini yap sadece, gerisini de bırak evrene.
0 notes
Text
Farkındalık İçinde Bir Akış
Herkes Ya Yogacı Ya da DJ...
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımla yemekteydik. Konu bir noktada yaşam amacına, şu anda bulunduğumuz noktadan, yaptığımız işlerden memnun muyuza geldi. Herkesin cevap aradığı ve genelde bulacağı cevaplardan korktuğu için kendine soramadığı her zamanki sorular. Konuştukça ikimiz de tutkularımızdan bahsetmeye başladık. Arkadaşım bir noktada biraz da alaycı bir  tavırla şöyle bir cümle kurdu: "Etrafımdaki herkes ya yogacı ya da DJ". Masada karşı karşıya oturan iki kişiden mühendis olan ben, avukat olan arkadaşım. Şu anda meslek olarak yapmasam da bir noktada mesleğim olacağına inandığım "yogacı" olarak ben, şu anda profesyonel olarak yapmasa büyük tutkusu elektronik müzik olan, ileride bununla ilgili güzel işler yapacağına inandığım arkadaşım. Çok uzaklarda aramadan kurduğu cümleyi doğrular nitelikte karşı karşıya oturmuş iki insandık.
Peki neden böyle olduk? Neden avukatlar avukat, mühendisler mühendis olarak kalmak istemiyor? Bulunduğu yerden başka bir yerde olmak isteyen insanlar topluluğuna dönüştük. Bunun temelini ailemizin koşullanmalarını kendi fikrimiz gibi özümseyerek yanlış kararlar almış olmamıza bağlıyorum ben. Bu koşullanmalara dayalı oluşturduğumuz fikirler, biz kendimizi tanımaya başladıkça bizim için doğruluğunu yitirmeye başlıyor. Doğruluğunu yitirmeye başladığı noktada da öyle ya da böyle geldiğimiz yerin aslında olmak istediğimiz yer olmadığını fark ediyoruz. İş hayatlarından tatmin olamayan insanlar, hobilerini profesyonel meslekleri haline getirmeyi düşünerek bir kaçış yolu arıyorlar diyebiliriz.
Son yıllarda da bir yoga merakı insanları sarmış durumda. Herkes işinde, aile yaşantısında, günlük hayatında kaybetmiş olduğu huzuru başka bir yerlerde bulmanın peşinde. Bu yazıyı okuyorsan belki de sen de aynı yollardan geçtin veya geçiyorsun.
Farkındalık İçinde Bir Akış
Yoga kendine dönüşün hiç bitmeyen yolculuğu. Matın üzerinde geçirdiğin o bir buçuk saat boyunca hep kendinlesin. Ellerine, ayaklarına vücudunun hiç dikkat etmediğin yerlerine bakıyorsun, ilgini enerjini vücudunun her noktasına teker teker gönderiyorsun. Normal hayatta fark etmeden alıp verdiğin "nefes", pratiğin boyunca dikkatinin odak noktası oluyor. Günlük hayattaki sürüklenme hali, yoga sırasında farkındalık içinde bir akış halini alıyor. Bu alışkın olmadığımız farkındalık hali, içimizde derinlerde uyuyan asıl benliğimizi, özümüzü uyandırıyor ve  kendini dinlemekten doğan sorgulama hali bu noktada başlıyor.
Bu özü uyandıran illa yoga olmuştur veya olacaktır demiyorum tabi ki de. İnsanın o anda kalarak farkındalık ile yaptığı her şey özünü harekete geçiriyor. Peki bir şeyi anda kalarak farkındalık ile yaptığını nasıl anlarsın?
İngiliz bir filozof var ismi Alan Watts, onun felsefi konuşmalarını dinliyorum son zamanlarda. Hayatta farkındalık ile yaptığımız şeyleri nasıl anlarız deyince onun sözleri geldi aklıma. Temelde anlatmak istediği şöyleydi: eğer o sırada yaptığın şeyi belirli bir noktaya ulaşmak için yapmıyorsan, yaptığın şeyin amacı yalnızca onu şu anda yapıyor olmak ise, yaptığın şey seni anda tutuyordur, benim deyimimle farkındalık içinde akıyorsundur yani.  
Müzik çalmayı, şarkı söylemeyi ve dans etmeyi örnek veriyordu konuşmasının devamında Alan Watts. Şarkı söylerken, o şarkının sonuna ulaşmaya çalışmazsın, şarkıyı o sırada söylüyor olmaktır işin güzel yanı. Müzik dinlerken de sonu gelsin diye de beklemezsin çünkü işin güzel yanı o müziği o anda dinlemek, acelen yok, akıyorsun farkındalıkla o anın içinde.
Dans etmek de aynı şekilde, dans ederken dans pistinde bir noktadan bir noktaya varmaya çalışmazsın. O anda dans ediyor olmak işin güzel yanı.  
Bunun gibi örnekler çoğaltılabilir, kişiden kişiye değişebilir, herkesi bu ana döndüren şeyler farklıdır. Zaten aynı olsaydı herkes ya yogacı ya da DJ olurdu sonuçta:)
İşte önemli olan, ve bana göre mutluluğa ulaşmanın da en kestirme yolu, yaparken farkındalık içinde aktığın şey neyse onu bulup, hayatının en merkezine koymak onu.
Farkındalık içinde akacağınız bir hafta olması dileğiyle, sevgiyle:)
1 note · View note