Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
ROBERT M. PIRSIG «Lila ahlakın sorgulanması»
Clyde Kluckhohn'la, Boas ve onun öğrencilerinden Alfred Kroeber antopolojiye değeri sokmak gerektiğini düşünüyorlar.
Kluckhohn diyordu ki;«kültürü tümüyle anlaşılabilir kılmanın temelini oluşturun tek şey değerlerdir ,çünkü aslında tüm kültürlerin yapılanma biçimi öncelikle kültürlerin değerlerine dayanır.Bu özellikle bir kültürü,değerlerini hesaba katmadan gözler önüne sermeye kalkışıldığında çok belirgin bir hale gelir.Yapılan açıklama,birbiriyle ilişkisi aynı yer ve zamanda birlikte var olmaktan ibaret şeylerin bir araya gelmesinden oluşan anlamsız bir bütünlük alfabetik olarak da düzenlenebilecek bir bütünlük,yani tam bir çamaşırhane listesi haline gelir.»
Kültür, gözlemlenebilir tanımlanabilir ve karşılaştırılabilir doğa fenomenleri olarak görünen değerlerin ve değer sistemlerinin açık ve sistematik incelemesini de kapsamalıdır.
«Değerlerin uzun süredir doğa bilimcilerince dikkate alınmaları uygunsuz diye tabu haline gelmelerine yol açan öznel yanlarıydı,»diyordu Kroeber ve Kluckhohn.«Bunun yerine değerler,Almanların "manevi bilim"i içinde yer alan ve adına "beşeri bilimler" denen özel bir entelektüel etkinlik grubuna sürgün edildi.Değerlerin Tanrı tarafından verildikleri için ebedi olduklarına ya da tanrısal esinle geldiklerine ya da en azından,insanın bedensel bölümünce ve dünyanın diğer bedensellik ve maddeselliklerince değil de ,insanın biraz tanrısal bir nitelik taşıyan ruhsal bölümünce keşfedildiğine inanırdı.
Kluckhohn değerlerin kötü tanımlanmış olduğunu ve birbiriyle çelişen bir sürü tanıma sahip olduğunu kabul ediyor,ama değerlerin sözel tanımlarının alan çalışması için gerekli olmadığını da öne sürüyordu.İyi tanımlanmış olsalar da, olmasalar da gerçek pratikte bunların ne olduğu konuşunda görüş birliği olduğunu söylüyordu.Herkesi değerleri ve kendi istediği gibi tanımlayacağı "değerler Tasarısı"nda serbest bırakarak bu sorunu çözmeye çalışıyordu;ama bu ,formel toplumsal bilimlerde kabul edilir bir şey değildir.
Kültürel biçimler ,değerlerle ilgili temel yaklaşımlar,egemen töreler,başlangıç noktası ve belirleyici ilke olarak kabul edilirse çözümlenmemiş birer varsayım durumuna düşerler.Normları anlamamızı sağlayan,soruların bile sorulamama eğilimi ağır basar ve toplumla ilgili bazı gerçekleri anlamak imkansız olmasa da zorlaşır.
Normlara ya da değerlere bağlı yaklaşımlara dayanarak açıklama yapmanın aldatıcı rahatlığı metodolojik sorunlara karşı kayıtsızlığı teşvik eder.Öznel duyguları ve etik karakterleri nedeniyle,norm ve özellikle değerler,kesin olarak belirlemesi dünyada en zor şeyler arasındadır.Bunlar anlaşmazlık nedenleri ve uzlaşmazlık konularıdır...araştırmacı bilineni bilinmeyenle ,spesifik olanı spesifik olmayanla ,açıklamaya itilir.Normatif ilkeler konusundaki tanısı evrensel geçerlilik taşıyacak kadar muğlak olabilir.yani tek tek her şeyi de, bir şeyi de tanımlanabilir kılar.Örneğin Amerikalılar alkollü içkilere,tiyatro ve sinema biletlerine ,tütüne kozmetiklere ve mücevherlere çok para harcıyorsa bunun açıklaması basittir.Hoşça vakit geçirme ideolojisine inanmaktadırlar.Öte yandan zenciler ve beyazlar arasında toplumsal bir yakınlık yoksa bu,"ırkçılık" değer yargısı yüzündendir.Kinik eleştirmen,bir "kültür"e ait değerlerin nedensel yoruma elverişli olması için daima birbirinin karşıtı olan çiftler halinde tanımlamasını öğütleyebilir."verilen kesin tanımlar değerin muğlak karakterini gösterir" diyordu Blake ve Davis "işte, örneğin değer oryantasyonu üzerine 437 sayfalık bir kitaptaki "değer oryantasyonu" tanımı;
değer oryantasyonları karmaşık, ama ,değerlendirme işleminin analitik olarak ayırt edilebilen ve' genel insanlık' sorunlarının çözümleri ile ilgili olduğu gibi,insan eylem ve düşüncelerinin hep devam eden akıntısına düzen ve yön veren öç öğenin yani bilmeye dayalı ,duygulara dayalı yönlendirici öğelerin -karşılıklı etkileşiminden kaynaklanan,belli modellere kesinlikle uygun(sıra düzenli)ilkelerdir.
: ) bu saldırı Phaedrus'ta işin içine girme tartışma isteği uyandırdı.Değerler yargısıyla ilgili hiçbir şey muğlak olamaz .Oy verme odasına giden seçmen bir değer yargısına varmaktadır.Borsada alınıp satılanlar değer değil mi neresi muğlak.Yalnız bu ifadeleri getirip antropolojinin genel jargonuyla bütünleştirmeye çalışırsanız muğlak hale gelir.
Antropolojiye yeni bir teorik antropoloji yapısı kurmak yerine ona sağlam bir zemin bulmak gerekirdi.
Metafizik,Aristoteles'in değişiyle Birinci felsefedir.Hiyerarşik düşünce yapılanmasının en genel ifadelerinin bir toplamıdır.Notlarından birinde onun" felsefenin gerçekliğin doğası ve yapısıyla uğraşan dalı" diye bir tanımı aktarmıştı.Metafizik,"algıladığımız nesneler gerçek mi yoksa yanılsama mıdır?Nihai olarak gerçeklik tek bir temel maddeye indirgenebilir mi?Eğer öyleyse maddi midir manevi mi?Anlaşılabilen bir düzen ya da bir kaos mudur.
0 notes
Text
SANAT VE ESTETİK Peter de Bolla
Söyleyecek söz bulamama ya da sanat yapıtı karşısında konuşmaya nasıl ve nereden başlayacağını bilememe duygusunun,sanat yapıtlarına verilen en yaygın ilk tepki olduğuna inanıyorum.Neredeyse aynı deredeyse iki en yaygın görüşte sanat yapıtı karşısında hissedileni dile getirmeye yönelik hemen her çabanın,deneyimi zayıflatacağı hatta tamamen yok edeceği fikridir.
Duygulanım deneyimleri,biliş düzeyinde ortaya çıkmadığı için,sanki bildik anlamda söylenecek bir şey yoktur.Uygun olabilecek tek dil,ünlemlerin dili şaşkınlıktan a! demek-olabilir.Bu gözlem bazen sanat kavramının kurumsal incelemesi ile ilintilendirilir.Bu bakış açısına göre sanatın kendisi,açıkça dile getirilemezlik özelliği ile bağlantılıdır.Ancak ya asıl durum bundan farklıysa? Ya "suskunluk" dediğimiz şey yalnızca dilimizdeki bir kusurun,böyle deneyimleri ifade eden söz dağarcığının bulunmayışının sonucuysa ve bir kategori olarak sanatın kurucu bir yönüyle ilgili değilse? Duygulanım deneyimlerini ifade edecek çok az sözcüğümüz olması ya da hiç olmamasıyla ilgili gözlem doğru olsa bile,bu gözlem böyle bir dağarcığın icat edilemeyeceği anlamına gelmez.Bazı yazarlar ,sanat yapıtlarıyla karşılaşmanın bu özelliğine dikkat çekse bile,aşağıda sıralayacağım nedenlerden ötürü estetik sorgulamanın bu yönünün ihmal edildiğini söylemek mümkün .
Estetik kelimesi filozofların ve düşünsel tarihciler tarafından sıkca anlatılan şekliyle,18.yy da Baumgarten'in sözcüğü ilk defa kullanmasıyla(yununcadan türetilen sözcüğün"duygu algılaması"anlamı en başta gelen kullanımıdır)başlayan bin "estetik" geleneğinden söz edilir.Bu geleneğe farklı açıklamalar getirilir,farklı bağlamlara oturtulur.Fakat pek çok kişi bu geleneğin,ne bir şeyi sanat yapıtı yapan diğerini yapmayan."sanat meselesi"ile bağlantılıyalın "sanat"konusu ne de sanat yapıtlarının genellikle "estetik özellikler"diye adlandırılan kendine has özellikleri üzerinde odaklandığı gözlemiyle hemfikir olacaktır.Bu gelenek,yalnızca sanat yapıtlarıyla karşılaştığımızda ortaya çıkan özgül deneyim biçimlerinin çözümlemesi ya da tartışmasına da adanmış değildir.Örneğin Kant güzelliğin insan elinden çıkmış olanları kadar,doğal biçimleriyle de ilgilidir.bazı yazarlara göre "sanat meselesi"tek başına anlaşılamaz;yalnızca "estetik"deneyimle ilişkilendirildiğinde anlam kazanır,çünkü bir sanat yapıtının ne olduğu ancak ve ancak"estetik"adı verilen özel bir deneyim yoluyla kavranabilir.
0 notes
Link
0 notes
Photo
0 notes