Tumgik
#yemele
defnekalbim96 · 2 years
Text
Karnım ağrımaya basladı eve gitmek istiyom
3 notes · View notes
aysekadinfasulyesi · 1 year
Text
Yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum yoruldum
(Valla artık yeter ya)
0 notes
edapostblog · 3 months
Text
Tumblr media
Nerede onlar....?!
Ne güzeldi çocukluğum....! Kanaviçe işli sedir örtüleri, süt beyazı yatak çarşafları yastıklar, saten yorganlar .!
Yer minderleri, yer sofrası, bir tabaktan çalakaşık yemeler!
Bacasından duman tüten bahçeli kerpiç evler türlü çiçekler kokulu...!
Hanımelleri, Şekayikler, yediveren çardakları onbiray Gülleri şimdi Neredeler?!
Nerede sabah kahveleri....! Fesleğen kokulu.!
Akşamüstü oyunların kızıştığı vakitler!
Saklambaç, çelik çomak, voleybol, çizgi yani seksek, yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım..
Nerde benim basma elbiselerim çiçek çiçek...?!
Nerede benim üzerinde kestane kebap yaptığımız teneke sobam?!
Nerede benim közlerinde patates közlediğimiz mangalım?!
Nerede faytonlar....
At arabaları..?!
Hepsi nereye kayboldular?!
Şimdi her şey değişti..
Ben de dahil...!
Tumblr media
Tumblr media
Nerede onlar?!
62 notes · View notes
katakullii · 3 months
Text
yaklaşık 1 aydır glutensiz besleniyorum, arada yediğim zamanlar oldu, zaten bu yola hiç yemeyeceğim diye çıkmamıştım. pek zorlandığımı söyleyemem, hatta iyi beslenmeme de faydası oldu diyebilirim(kahvaltı hazırlamaya üşenip börek söylemeler, dışarıdan yemeler kalmadı).
ve galiba hayat kalitem bir tık arttı, sürekli şiş hissetmek, hissetmenin de ötesinde bariz şişkinlik zor bir şeymiş. neden bu kadar zamandır korkmuşum anlamadım, kısıtlama düşüncesinden olabilir, ama hiç kısıtlanmış gibi hissetmiyorum, denemek isteyenler denesin bence. yani çölyak değilseniz zaten ara sıra yiyebilirsiniz, full kısmak benlik de değil çünkü. oluyormuş yani deneyen denesin tşklr, iyi günler.
27 notes · View notes
ziyapasa-01 · 7 months
Text
Günün lafı: Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz!
“Mülk Allah’ındır, biz emanetçiyiz.” diyen Turgut Altınok’un açıkladığı mal varlığı, uçuklatmakla kalmadı, milleti dudak kanser yaptı.
Malların çoğu babadan kalmış. Babası ne iş yapıyordu?
Mülk Allah'ınsa eğer, yeme içme hakkı babadan oğula mı geçer?
Nereye kadar sürer bu milleti ayaküstü yemeler!
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
12 notes · View notes
denizeyuruyen · 1 year
Text
Tumblr media
"Kar tren yolu boyunca sıralanmış, korkuluksuz balkonlarında asılı çamaşırların kurumak bilmediği, kırık dökük bacalarından ince bir duman tüten, sıvasız boyasız, ağlamaklı evlerin üzerine bir çuval un dökülür gibi sessiz ve ince yağıyor (...) bütün bu yoksulluğu gizleyerek kendine katıyordu. Gece gibi gizleyen, bir kılan, temiz ve parlak bir örtüydü..."
..................
"Bu bakımsız evler ona kendi evini hatırlattı. Evine gidiyordu, bakımlı, huzurlu, temiz, aydınlık baba evine. Gidince eşofmanlarını giyecek, ayaklarını radyatöre uzatıp oturacak, annesinin demlediği çayı içecek..."
..................
"Bütün bu sohbetler, meyve soyup yemeler, çay içmeler, vakitlice yatmalar, lavanta kokan çarşaflar iyiydi, hoştu. Ama mutluluğu andırmıyordu. Bunların adına dense dense huzur denirdi. Kişiliksiz, sıradan bir huzur. Huzur böyle sıradanlaşınca bir değeri kalmıyordu."
- Ayfer Tunç - Kapak Kızı
15 notes · View notes
benmisim · 5 months
Text
o değil de ressssmen teze geçtim. inanamıyorum. yani üstümden nassssıl bir yük kalktı annnlatamam. 2021’de doktoraya başladığımdan beri aklımda bu vardı, teze nasıl geçeceğim konusu. o yeterlilik nasıl verilecek, o tez önerisi nasıl hazırlanacak, ne çalışcam, bi bok yapamıcam düşünceleri… sürekli bırakayım mı bırakmayayım mı diye kendi kendini yemeler… ve sonunda hakkaten bırakmıştım. devam edemicem demiştim hocama. oturup kpss çalışacaktım. hocam izin veremem cart curt dedi beni ikna etti. ve varamayacağımı düşündüğüm o yerdeyim. tezdeyim :D biliyosunuz ki bir tezin (ya da başka herhangi bir tür araştırmanın) %80’i konuyu bulmaktır. o yüzden, bendeniz tez önerisini hazırlamış ve öneri savunmasını başarıyla geçmiş bir kardeşiniz olarak, doktorayı artık bitirmişim gibi bir huzurla doluyum gkfkv rabbim şaşırtmasın. abartmayayım tabi öyle bundan sonrası kolay diyip. ama bi de bana en heyecan verici gelen yerlerinden biri ne biliyo musunuz bu meselenin. geçen hafta tez önerisi savunması için denizlideyiz işte ailecek, danışman hocam savunma sonrası fotoğraf çekilmek istedi anı kalsın dedi, ali’yi de aldı kucağına, üçümüz bir fotoğraf çekildik. sonrasında fotoğrafa bakarken, tez savunmasında çekileceğimiz fotoğrafı hayal ettim. vay be dedim. bundan iki yıl sonra, bu sefer tez savunmasının ardından, yine bir fotoğraf çekileceğiz, ali artık ayakta duruyor elimizden tutuyor olacak. bu bana çok romantik geldi :D tezin de alişle beraber büyüyecek olması. ne ske derman olacak sanki demeyin! bence aşırı önemli bir konu :d ve çok güzel olacak <3 inşallah.
5 notes · View notes
kahvemsogumadan · 1 year
Text
Dün o kadar çok ağladım ki en son başımın ağrısı mideme vurunca eşim dışarı çıkardı bizi. Temiz hava iyi geldi. Babam iki kızını da özel üniversiteye gönderiyormuş. Bakın 1 değil 2. Söylesem herkes kıskanıyorsun diyecek. Evet kıskanıyorum ama sorun sadece kıskanmak değil. Sorun haksızlık. Çoçukluğumdan beri bana yapılan haksızlık. 28 yaşındayım hâlâ yapılan haksızlık. Kaldıramıyorum artık ben. Çok iyi babaymış gibi davranamıyorum. Bana seneden seneye gönderdiği 5 bin tl onu da annem dün itiraf etti annemin mesajlarıyla gönderiyormuş.
Dün anneme de söyledim neden böyle dedim. Kendi çocuklarını seviyor kıyamıyor, benim erkek kardeşlerimden çekiniyor ama ben şamar oğlanı olmaktan bıktım artık. Ben hor görülmekten beni eziklemesinden bıktım. Kızlarıyla tatile gitmeler aman onların pskolojisi bozulmasın diye annelerinden ayrılması, yıllarca kolejlere, dershanelere göndermek, en lüks yerlerde yemek yemeler, alışverişler, mücevherler ve en basiti onları araması. Benim babam beni neden aramıyor. Çok yoruldum. Korkmasam Hüma olmasa ölmeyi düşünürdüm. Gerçekten belki o zaman bi kızı daha olduğu aklına gelirdi. Ama bitti benden artık buraya kadar aman Allah rızası dedim, bedduasını almıyım dedim, milletten ayıp ve arada para da gönderiyor dedim ama yetti. Benden artık bu kadar. Kendi kardeşlerim dahi hepsini çıkardım hayatımdan.
6 notes · View notes
goldentangerines · 1 year
Text
manuscript search tag
(belatedly) joining an open tag from @talesofsorrowandofruin :-) it took me a few days to translate everything adequately haha
the given words are: sleep, south, sword, saint and summer. all found in my wip willows in gold!
sleep
Sleep eludes her like smoke from a burning house. Asja spends her nights at the window — the gardens are as neatly trimmed and dark as usual for the season — and the days, which are even longer than the darkest hours, at court. The Queen's days are, in times of peace, filled with idle walks across the palace's estates, musical hours and lyrical recitals in the various inner courtyards. And by extension, her entourage's days are, too. And by extension, Asja belongs to her Majesty's entourage, because Yemele does. If only she weren't so tired.
south
The Golden Queen's court is held in the west wing today; the sunset spilling through amber windowpanes and across miraculously white marble lives up to the Queen's title. As they enter — Yemele and Olande up front, curtseying, Asja behind them with Damian's hand in a sweaty, bone-creaking grip — the Queen is laughing about something her lady-in-waiting had said. "Oh," the Queen smiles, her bright, cold eyes setting on their party. "The delegation of the South?" A dark-skinned man with long locs in a blue robe leans over her shoulder from behind and whispers in her ear. "Ah, I see," she says and claps as if to prepare for a children's rhyme. "The dreaded descendants of the God in the Hill are sending the runt of their litter."
sword & summer
But she cannot tell him the truth - she can't, because he's only a boy. He doesn't even count sixteen winters yet. She looks over to where Damian is sitting in a peach tree's shadow, reading. Sunlight filters through the leaves, painting everything softer than it is. She can't tell him — that with every movement of his thin silver chain she sees the blade dance across skin. That every turn of the page sounds like a sword, cutting. That looking at him, here, now, on the brink of summer, hurts more than a golden dagger to her lips.
saint
The Queen of the Wall refuses to rot. The wound in her stomach — where she had been impaled with the wretched spear — doesn't decay. Her hair isn't frail and breaking. Not even her ancient gown is affected by time. The flowers beneath her are still in full bloom. The Queen of the Wall doesn't look alive, she doesn't look as peacefully asleep as the people of Fonadír tell their kids. The Queen is dead, and it's painfully obvious to everyone who lays eyes on her. Her face is gray, her legs broken, her cheeks and lips blank, bloodstained. Even the faint dark bruises on her wrists would be visible if one were to strain their eyes. The Queen of the Wall, the most revered saint in all of Cithane, murdered during prayer, has been frozen in timeless death for three thousand years. But the story of Queen Lyeann and her healer Caleides is alive.
open tag for everyone, please tag me and show me your wips, i'm slowly trying to get back to writeblr :)
4 notes · View notes
bihterlietikaram · 2 years
Text
"Acılar, sancılar, kıskançlıklar, kendini yemeler, boş umutlar, boş hayaller... İşte aşk tam olarak bu."
3 notes · View notes
yenicagkibris · 25 days
Text
Birkaç söz edelim - Özkan Yıkıcı
Bugün Koperatifciliğin kuruluş yıldönümü. Merkez Koperatif oluşumla önemli süreç de oluştu. Konu kuruluş yıl dönümü olunca da klasik davranışlar hemen yürürlüğe girer. Yemeler, içmeler, bolca atıp tutmalar. Koperatif kuruluş yıl dönümünde epey atır tutmak serbes. Nasıl olsa bilen de pek yok. Yemeler işe gırla gidecek. Nitekim böyle de oldu. Koperatiften reklam alan bazı yayınlar da günü yazar.…
0 notes
hibnemerve · 1 month
Text
O kadar çok dopamin eksikliği çekiyorum ki aynı anda yemel yiyo esrarengiz kasaba izliyo müzik dinliyo ve okey oynuyorum 👍🏻
0 notes
benimpencerelerim · 6 months
Text
SESSIZ GEMI
Eklerde değişik tarihlerde kaleme aldığım veda yazıları var. Çoğunu kazık yediğim dönemlerde, o öfkeyle kaleme aldım. Birkaç tanesini de son kazığı yedikten sonra. Bir tanesini ise iyimser bir dönemimde kaleme almışım. O kadar kin tutmayan bir yapıya sahibim ki, yazılarda dillendirdiğim onca kazığa rağmen hepsini unutup olağanüstü iyi şeyler hissetmişim bu camia hakkında. Böylesine zıt uçlarda olan düşüncelerin, duyguların hangisi gerçek derseniz, hepsi gerçek. İyimser olan yazıdaki duygularım da gerçek ama bu kuruma “dev” nitelemesini yaptıracak kadar vicdanlı iki elimin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda insan için geçerli. Onlar kendilerini biliyor. Siz bu vedaların hangi cephesinde ya da hangi cephelerinde ağırlıkla yer alıyorsunuz kendiniz karar verin.
Bu ülkedeki mavi kanlı düzeni sadece benim hakkımı, bilgisayarcıların hakkını yemedi, herkesin hakkını yedi, yiyor. Sadece bana değil hemen herkese kazık attı, atıyor. Kimine daha çok kimine daha az. Naçizane denemelerimde bunu gerekçelendirmeye ve ifade etmeye çalışıyorum.
Bu hak yemeler ve kazıklar bütün çalışma hayatım boyunca bana eşlik etti. Bazısından, hep sonra da olsa, haberim oldu, bazısından ise hiçbir zaman haberim olmadı. Sonuncu kazığımı da emekli olup giderken yiyorum.
Ve bütün bu kazıkları atanlar, hakkımızı yiyenler %90’ı Müslüman olan bir ülkenin vatandaşları. Bütün bu herzeleri yiyip bir de üstüne Müslüman rolleri içinde görünüyorlar, yaşıyorlar, karşımıza çıkıyorlar. Bizim paramızla, bizim ve diğer çalışanların emeğiyle davetler veriliyor, saltanat sürülüyor. Daha da hazini saftirik mavi kanlılar da dahil birçok insan bu aktivitelerle mest oluyor.
Hiç kimseden çekinmeden ve hak hukuk dinlemeden ellerindeki gücü hak yiyecek şekilde de kullanıyorlar. Yasayla personele tanınan hakların hayata geçmesi onların iznine (tabii yine yasayla, yazıda da belirttiğim gibi kaynakları dağıtma gücü ellerinde ve bu gücü ellerinde tutmak için her şeyi yapıyor ülkedeki düzen, böylece diğer insanlar üstündeki yaptırım gücü ve tahakkümünü, onların her türlü herzeye boyun eğmesini, sesini çıkarmamasını garanti altına alıyor) bağlı olduğu için bu hakları kendileri bahşediyormuş havasına giriyorlar. Haksız uygulamalarına ve hak yemelerine itiraz edenlere karşı bir silah gibi kullanıyor, itiraz edenleri cezalandırmak, biat edenleri ödüllendirmek için kullandıkları bir araç haline getiriyorlar. Bu yüzden bir sürü insan biat ediyor, yalakalık yapıyor, biat etmeyen düzgün  insanların ezici çoğunluğu da sesini çıkaramadan her türlü eziyete katlanıyor, her türlü cefaya boyun eğiyor.
Bütün çalışma hayatları boyunca her türlü haksızlığı, eziyeti yaptıkları, her türlü kazığı attıkları diğerlerini olağanüstü bir pişkinlikle her zamanki gibi kendileri çalıp kendileri oynadıkları törenlere çağırıp sözde onore etmek de gerçekten gözleri yaşartan bir vefa örneği. Üstelik bu törenlerde dahi sazı ellerine alıp yedikleri herzeleri es geçerken, en soylu faaliyet olarak gördükleri yasa yapma faaliyetlerini içeren devasa hizmetleriyle övünmekten kendilerini alamıyorlar. Oysa ilk kuruluş yıllarında yasa yapmayla ilgili kadrolar da ayak takımı kadrolarıydı. Ayrıca bugün bile bazı mavi kanlının da mavi kanlısı kibir yumakları kendilerini kılıç soyluları gibi has mavi kanlı (noblesse d’épée,  noblesse de race) olarak görürken yasalarla ilgili görevlerdeki mavi kanlıları ikinci sınıf mavi kanlı, giysi soylusu (noblesse de robe) ya da kaba tabirle çakma soylu olarak görüyor. Kendilerini ve yaptıklarını dev aynasında gören ve gösteren mavi kanlılar bütün diğerlerinin yaptıklarını ne yapıyorlar ki diye küçümsüyorlar. Tabii aynı mantıkla ben de onların yaptıklarını ne yapıyorlar ki diye küçümseyebilirim ama benim öksüz tespitimle onların mavi kanlı yargıları arasında çok önemli bir fark olur. Onlar su başlarını ve ipleri ellerinde tuttukları için yürütme ve bakanlarla direk temasları var. Bu temas ayrıcalığı bile başlı başına bir önem sahibi olmalarına ve sözlerinin dinlenmesine, sözlerine değer verilmesine yol açıyor. Orhan Pamuk’un klasik, batının o payeyi verdiği eserlerdir tespitinde olduğu gibi gücü ellerinde tutanların yargısı belirleyici oluyor. Yani, en tepede ülkenin en büyük gücü olan hükümet ve üyelerinin bulunduğu hiyerarşik bir silsile var neyin, kimin önemli olduğu konusunda. Oysa sağlıklı bir serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu ülkelerde birçok konuda olduğu gibi önem konusu da piyasa güçleri ve onun oluşturduğu dengelerden bağımsız değildir. Hangi meslek, hangi ürün, hangi hizmet daha önemlidir konularındaki en önemli yargıçlardan biri piyasa, piyasa güçleri ve onun oluşturduğu dengelerdir. Rasyonel bir devlet, yasama ve yürütme aygıtı da eninde sonunda piyasanın sesine kulak verip onun kah fısıldayarak kah çığlık çığlığa dile getirdiği gerçeklere boyun eğmek zorundadır. Ama 12 Eylül ve sonrasında doktorlara yapıldığı gibi uzun süre kompleksli bir muktedirin hayata geçirdiği irrasyonel kararlar hüküm sürebilmektedir. Doktorlar uzun bir süre bu eziyetlere katlanmak zorunda kaldıktan sonra çok uzak olmayan bir geçmişten itibaren hem çalışma hem de emeklilik yaşamlarında hak ettikleri en azından maddi ayrıcalıklara kavuşmuşlardır. Ama bu arada mesleklerini icra etmek zorunda olan nesillere yedikleri kazıklar baki kalmıştır.
Bu ülkede doktorlara reva görülenler ülke çapında görece olarak mutlak güce sahip olmayı başaran bir muktedirin ve arka plandaki mavi kanlıların üretici elitlere ve halka yapabileceklerinin ibret verici bir örneğidir. Tabii aynı muktedir, asıl ipleri elinde tutan ülkenin mavi kanlılarının da isteklerini karşılayan, çıkarlarını koruyan ve parlatan sayısız karara imza atmıştır. Bu büyük muktedirler ve mavi kanlılar ülkenin kurumlarındaki küçük muktedirler ve yerel mavi kanlıların rol modeli ve yansıması olurken onların büyük plandaki arketipini, ilk örneğini oluşturmaktadır. Mavi kanlıların bu kültürü, davranış kalıpları, duygusal dünyası sadece bir kuruma özgü değil elbette, ülkenin bütün kurumlarında geçerli. Mesela IMF yönlendirmesiyle gerçekleştirilen muhasebe sisteminin anlatıldığı bir seminerde o mavi kanlılara has özgüven ve kibirle konuşan o kurumun mavi kanlısı, yeni konulan bir yasa maddesini anlatırken ve o bildik üstenci ses tonuyla zaten bunu da ben yazdım derken haz ve önem okyanuslarında yüzüyordu. Elbette bir paragraflık bir metni kaleme almanın ardında büyük bir birikim, eğitim ve tecrübe yatıyor ama bu hemen her meslek için geçerli ama sadece mavi kanlılarınki diğerlerininkilerden çok daha değerli. Buna karar veren de yine mavi kanlılar ve onların kurulu düzendeki daha başta belirlenen “önemli” konumları ve buna göre pozisyon alan hiyerarşinin daha tepelerinde yer alan yürütme organları ve onun aktörleri.
Dahası, yasa tasarısı, yönetmelik, mevzuat hazırlama gibi bütün sistemin eylem alanını ve potansiyelini belirlediği için görece olarak daha önemli sayılabilecek faaliyetler çoğunlukla yürütülen gündelik rutin, mekanik, bürokratik işler yanında görece olarak çok daha küçük bir zaman ve mesai gerektiren faaliyetlerdir. Ama mavi kanlılar için yüksek önem niteliği bütün faaliyetlerine ve görevlerine sinmiş ve onların mavi kanını bir bütün olarak saf ve katıksız hale dönüştürmüştür. Haberlerde bir torna ustasının yetişmesinin BEŞ yılı bulduğu anlatılıyordu. Tabii bu süreyi doktorların tıp eğitimi sürecine benzetebiliriz. Ustalık süreci öncesinde çıraklık ve kalfalık süreçleri de yer alıyor. Böylece bir torna ustasının eğitimi bir pratisyen doktorun eğitimi kadar süre alıyor. Tabii bu, en azından eğitim ölçütü ve süresi göz önüne alındığında torna ustalarının da doktorların aldığı seviyelerde ücretler alması gerektiği anlamına geliyor. Tabii buna başta ebedi ve ezeli mavi kanlılar (noblesse d’épée,  noblesse de race), yine benzer kibir seviyelerini yakalayan yazılım mühendisleri gibi (noblesse de robe diye nitelendirebileceğimiz) piyasanın yeni soyluları hemen itiraz edecektir.
Bir çok konuyu olduğu gibi ücreti de belirleyen bir sürü faktör var. Kapitalist ülkelerde bunu serbest piyasa güçlerinin belirlediği söylense de bu gerçeğin sadece hakim sınıflar tarafından parlatılan kısmıdır. Emeğin ve sermayenin gelir dağılımında aldığı paylar sadece piyasaya bağlı faktörlerle açıklanamaz. Emeğin ve sermayenin birbirine göre mücadele ve pazarlık güçleri, dünyada esmekte olan ve öncelikle sermayenin kar dişlilerini yağlayan, hızlandıran ama gelişmekte olan ülkelere de yarayan küreselleşme rüzgarları, bunun sonucunda yoksul ülkelerin kıt kaynak olan sermayeyi çekmek için giriştikleri ölümcül rekabet, bu kaotik ve insancıl olmayan karmaşayı regüle edecek bir dünya sisteminin olmaması, bunu yapabilecek güce sahip büyük abilerin kendi çıkarlarını maksimize etmek için çalışan ve bu çıkarları kitlelerin çıkarlarıyla çelişen büyük uluslararası şirketlerin lobiciliğiyle yönlendirilmesi ve o doğrultuda yönetilmesi gibi birbiriyle etkileşen karmaşık bir faktörler silsilesi ücret dengesinin oluşmasına etki eder.
Yapılan işin sofistikasyon, zorluk ve risk düzeyi, gerektirdiği nitelikler, bu niteliklere doğuştan sahip olma ve/veya eğitim süreciyle bu niteliklere sahip olma ve/veya bu nitelikleri geliştirme gibi faktörler adil denecek bir ücretin unsurlarını oluşturur. Ayrıca bu faktörler aynı zamanda bu niteliklere sahip emek arzının kıtlığını da etkilediği için piyasa tarafından belirlenen ücretlerle aralarında bir korelasyon da vardır. Ama piyasanın değişen koşullara uyum sağlaması zaman alır. Bu süre zarfında bir işi yapan meslek sahipleri ücretlerini eski koşullar ile oluşmuş piyasa ücretiyle korelasyon içinde olan ücretlerden alırlar. Piyasa gibi son derece dinamik bir sürecin bile adaptasyonu zaman alırken ideoloji, kültür, duygular gibi son derece yapışkan ve inatçı faktörlerin değişimi ve yeni koşullara uyum sağlaması daha da uzun zaman alır. Çünkü bu öğeleri taşıyan bireyler kurumlarda hakim konumdadır ve hem değişen koşulları görme zorlukları hem de değişen koşullarla zayıflayan yeni statülerini ve sınıfsal konumlarını kabul edemedikleri için bu eski koşullara ait kültürel, ideolojik ve duygusal içerikleri nesilden nesile aktarmaya devam ederler.
Ama adil ücreti belirleyen en önemli faktörlerden biri de yeteneğin yeterince büyük popülasyonlarda normal dağılıma uygun bir şekilde dağılması ve nadir bulunan üstün yetenekle çok bol bulunan daha sıradan yeteneğin kaçınılmaz bir şekilde birbirine bağlı olmasıdır. (Temel Gelir, Yetenek Topluma Aittir ve Talent Belongs To Society denemelerimde gerekçelendirdim). Bu yüzden bütün bu faktörleri göz önüne alan ve topluma ait olan ama bireyde yaşayan yetenek perisini yeterince ödüllendiren ve ayrıcalıklı hissettiren adil bir gelir dağılımı 0.20-0.30 arasında gini katsayısına sahip olan görece eşit gelir dağılımlarından biridir. Ülkemizin her kurumunda bulunan mavi kanlılar gibi gelir dağılımının nispeten daha eşit olduğu Avrupa ülkelerinde çalışan yazılımcılar da o ülkedeki diğer çalışanlarla aralarında bir ücret uçurumu olmasını istiyor, olmayınca şikayet ediyor. Aşçı unvanı, kurumdaki önem seviyesinde Daire Başkanı ile aynı seviyede gösterildiğinde mavi kanlı yöneticinin tepkisi ve aşçılığı daha aşağılara çekmesi de aynı düşünce yapısının, kültürün ve duygu dünyasının ürünü. Aşağı sınıflardan birinin sadece mavi kanlılara ve biat eden az sayıda devşirmeye layık görülen bir seviyede, kağıt üstünde bile gösterilmesi onların soylu mavi kanlarının saflığını bozan küçük bir felaket oluyor. Tabii ki mavi kanın kirlenmesi asla kabul edilmiyor, mavi kanlılar surlarında bir iğne deliğinin bile açılmasına izin verilmiyor. Kendi maiyetlerindeki, tüm çalışanların onlar için böceklerden farkı yok. Onlara emrediyorlar ve “pis”, aşağılık işleri yaptırıyorlar ama emeklerine saygı duymuyorlar, emeklerinin karşılığını vermiyorlar, onlara verilen ücretleri ceplerinden gidiyormuşçasına ve ceplerinde akrep varmışçasına sakınıyorlar. Bu tavır ve davranışın, askeri darbelerle iktidarı ele geçiren askerlerin özel sektördeki ve sivil hayattaki kendilerinden daha parlak zihinlere, üretici elitlere, işçilere, gazetecilere, yazarlara, emeğe yaptığı muameleden farkı yok.
Bir yolculukta temas ettiğim bir kurumun mavi kanlısının davranışları ülkedeki mavi kanlıların kültürü ve kibri konusunda epey fikir veriyor. Yandaki koltuğa oturan 35 yaşlarındaki yolcu telefonu açtı ve babası olduğunu anladığım kişiyle mavi kanlılara has üstenci ses tonuyla konuşmaya başladı. (Mavi kanı eğitimi sonucunda biçimlenen ses tonu da mavi kanlı kimliğinin ayrılmaz bir bileşeni olmuştu.)
İçimden bu bir yerin mavi kanlısı diye geçirdim. Konuşması bitince bir roman okumaya başladı. Notlar alıyordu. Hoşuma gitti. Ben de romanları bile bu şekilde okurum. Bir vesileyle sohbete başladık. Okuduğu kitap Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar isimli romanıydı. Oğuz Atay’ın ilk postmodern romanı yazdığı söyleniyor dedim. Bilmediği bu konuyu geçiştirdi ve “Ben daha çok İhsan Oktay Anar’ın ANALİZLERİNİ beğeniyorum” dedi.
Roman için de analiz sözcüğünü kullanınca içimden bu arkadaş çok büyük bir olasılıkla bilgisayarcı diye geçirdim. Nerde çalıştığını sordum. Nispeten daha az prestijli bir kurumda mavi kanlı olduğunu söyledi. Ben de onun kurumuna göre daha prestijli olduğu kabul edilen kendi kurumumu ve bilgisayar programcısı olduğumu söyledim. Altta kalmamak için bilgisayar MÜHENDİSİ olduğunu ve ODTÜ’den mezun olduğunu söyledi. Sesimi çıkarmadım. Sınıf kibri ses tonuna, jestlere, mimiklere, bakışlara ve beden diline yerleşir ve onların aracılığıyla ifade edilir ve toy mavi kanlı adayları daha deneyimli ustalarında gördükleri bu özellikleri sünger gibi emerek içselleştirirler. Böylece sınıf kibri ve ifade biçimleri yaygınlaşır, bütün sınıf üyelerinin ortak özellikleri haline gelir.
Tumblr media
Tabii sınıf kibri her mavi kanlıda bu kadar ve bu biçimde görünür değildir. Bazıları bunu çok iyi kamufle eder. Sadece mavi kanlarına kirlenme tehdidi gibi durumlarda yine gizli kapılar ardında sergilerler. Biz daha önemliyiz, biz daha önemli işler yapıyoruz düşüncesiyle dışa vurulan bu duygular yürütmeyle olan ilişkileri sayesinde yarattıkları ücret uçurumu ve bunu ölesiye savunmalarıyla ete kemiğe ve çok daha hayati biçimlere bürünür.
Önlerindeki mavi kanlılaşmış, mavi kanlılaştırılmış üstadlarının rahlei-tedrisatından geçen toy ve nispeten daha “düşük” kültür ve empati ortamlarında yetişmiş toy ruhların mavi kanlılaşmasının kolayca gerçekleşmesinde şaşılacak bir şey yok. Şaşırtıcı olan aynı tornanın nispeten daha yüksek kültürel ve rafine ortamlarda yetişen toy ruhları da kolayca biçimleyebiliyor olması.
Ankara’da bir süre çalışıp mavi kanlılaştırma tornasından geçen ve sonra İstanbul bürosuna geçen mavi kanlı rafine kadın, bilgi işlemin devşirilmiş daire başkanından hırsla şikayet ederken, dudak büküp, olağanüstü bir şekilde küçümseyerek “o kim ki, o bir destek personeli” ifadesiyle mavi kanı bütün cildine yayılırken net bir şekilde görünür hale geliyor, sınıf kibri ve kendi sınıfları içinde diğerleriyle aralarında yarattıkları ve hissettikleri uçurum ete kemiğe bürünüyordu. Mavi kanlılar, aşağı sınıf olarak gördükleri bilgi işlem personeliyle aynı eğitim, aynı başarı düzeyi, aynı nitelikte emeğe sahip olan ve yeni yasayla mavi kanlı pozisyonlarındaki kadrolara aldıkları bilgi işlem personelini mavi kanlıların doğal üyesi olarak görmekte hiç zorlanmıyor. Ne de olsa aşağı sınıfların bilgi işlem personeli yazılım geliştirme gibi mavi kanlıların aşağı sınıftan niteliklere sahip diye damgaladıkları, ne yapıyorlar ki diye dudak büktükleri “pis”, önemsiz ve değersiz işleri yapıyorlar. Oysa mavi kanlı bilgi işlem personeli kendileri, yazdığı bir paragraflık yasa maddesiyle sarhoş olan mavi kanlı maliyeci gibi, hem yarattıkları ve göklere çıkardıkları doğuştan mavi kanlı niteliklerine sahip hem de genelde zamanlarının çok azını alsa, faaliyetlerinin küçük bir bölümünü oluştursa da yasa yapma, tebliğ çıkarma, mevzuat oluşturma gibi mavi kanlı işler de yapıyorlar. Gerçi aşağı gördükleri yazılım işlerini yapan yeni nesil mavi kanlı bilgi işlemciler de var ama o kadar çelişki kadı mantığında da olur.
Tabii aynı çelişki mavi kanlı bilgisayarcı ihtiyacı varken aşağı sınıftan bilgisayarcılardan bu tür görevleri kıskançlıkla sakınmalarında, kendilerine mahkum ve bağımlı muktedirin bu tür görevleri, talep olduğunda sudan gerekçelerle geri çevirmesini, iptal etmesini sağlamalarında da bulunuyor. Yani şiarları meşhur şarkıdaki gibi: Aşağı sınıfsın sen aşağı sınıf kal, yap aşağılık sınıf işlerini.
Başka yerlerde de bazısı devasa boyutlara varan irili ufaklı bir sürü kazık yedim. O yüzden emeklilik sürecim için kaygılanıyorum ama bütün bunlar ahlaksızlık yapmaktan, hak yemekten, hak yiyerek yaşamaktan iyidir. Ayrıca her şeye rağmen sağ, sağlıklı ve ayaktayım. Üstelik bu ülkede bir sürü insan bu kazıkların çok daha beterlerini yedi. Ben her şeye rağmen yine de şanslı sayılırım.
Sizlere her şeyden önce haysiyetli sonra daha şanslı bir hayat diliyorum.
Rüzgarınız uygun yelkenleriniz şişkin Seyir defteriniz kabarık limanınız bol olsun. İyi yolculuklar.
Mavi Liman
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın... Nazım Hikmet Ran
0 notes
elirluna · 1 year
Note
happy birthdayyy.mutlu pasta yemeler<333
thank youuu <3 <3
0 notes
tokiwright · 9 years
Photo
Tumblr media
#VinylMonday #SergioMendes #YeMeLe #1969 #BossaNova
0 notes
grooveroyale · 10 years
Video
youtube
This is the original version of Ye Mele from Luiz Carlos Vinhas, who was a bit of a legendary Brazilian pianist who played with all kinds of Dons of the scene including Elis Regina and Maria Bethania. He also formed BOSSA TRES which were the most killer bossa trio, maybe even better than TAMBA TRIO who I also dig in a big way.
0 notes