#toksinleri
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bitkilerde kardenolid oluşumu inceleniyor
Bitkilerde kardenolid oluşumu inceleniyor
#BitkiBileşenleri, #BitkiBiyokimyası, #BitkiBiyosentezi, #BitkiHücreleri, #BitkiKimyası, #BitkiMetabolizması, #BitkiSavunmaMekanizmaları, #BitkiToksinleri, #BitkilerdeDoğalIlaçlar, #BitkilerdeKardenolidIçerenTürler, #BitkilerdeKardenolidOluşumuSüreci, #BitkilerdeKardenolidSentezi, #BitkilerdeKardenolidler, #DoğalBileşenler, #KardenolidAlkaloidleri, #KardenolidAlkaloidlerinEtkileri, #KardenolidIçerenBitkiAileleri, #KardenolidKaynakları, #ToksinÜretimi https://is.gd/gWPs2C https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/blog/bitkilerde-kardenolid-olusumu-inceleniyor/
Bitkilerde kardenolid oluşumu sürecini inceleyen Jena’daki Max Planck Kimyasal Ekoloji Enstitüsü’ndeki bilim adamları bitkilerde kardenolidlerin oluşumuna yol açan, daha önce büyük ölçüde bilinmeyen biyosentetik yolu araştırıyorlar.
Nature Plants dergisinde yayınlanan bir çalışmada , iki farklı bitki ailesinde bitki steroidlerinin biyosentezinin öncüsü olan pregnenolonun oluşumunu katalize eden anahtar enzimler olarak CYP87A ailesinden iki enzim sunulmaktadır. Bu tür enzimlerin keşfi, tıbbi kullanım için yüksek kaliteli steroid bileşiklerinin ucuz ve sürdürülebilir üretimine yönelik platformların geliştirilmesine yardımcı olacaktır .
Bitkiler, tıbbi açıdan değerli birçok steroid de dahil olmak üzere etkileyici bir dizi metabolit üretir. Bitkilerden elde edilen bu sınıftaki maddelerin iyi bilinen örnekleri kardenolidlerdir. 1785 gibi erken bir tarihte, İngiliz doktor William Withering (1741-1799) kırmızı yüksük otu ve tıpta kullanımı üzerine bir kitap yayınladı .Birmingham 1785).
Deneylerde, bitki özlerinin alınmasının hasta kişilerde idrar akışını arttırdığını ve böylece vücutta su tutulmasını tedavi ettiğini keşfetmişti. Ancak yüksük otu yapraklarındaki etken maddelerin kalbe doğrudan etki ettiğini bilmiyordu.
19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana, bitkilerden elde edilen kardenolidler, kalp kası üzerindeki etkilerinden dolayı kalp yetmezliği veya aritmi tedavisinde kullanılmaktadır.
“Kalbin kontraktilitesi üzerindeki etkilerine ek olarak, kardenolidler son yıllarda çeşitli kanserlerin tedavisinde büyük bir başarıyla kullanıldı. Bununla birlikte, bu steroid moleküllerinin insandaki başarısına rağmen, karşılık gelen bitki biyosentetik yolları büyük ölçüde bilinmiyordu . Tıp. Bu nedenle amacımız, bitkilerin bu son derece karmaşık molekülleri tahmin edilen ancak basit öncüllerden nasıl sentezlediğini anlamaktı” diye açıklıyor ilk yazar Maritta Kunert.
Araştırma ekibi, yüksükotu Digitalis purpurea’nın yanı sıra başka bir bitki türü olan kauçuk ağacı Calotropis procera’yı da inceledi. Bu iki bitki farklı bitki familyalarına ait olmasına rağmen, her ikisi de büyük miktarlarda kardenolitler üretmektedir.
İncelenen türler, genomları sıralanan ve birçok gen fonksiyonunun bilindiği model bitkiler olmadığından, proje başlangıçta araştırmacılar için bir nevi “kara kutu” gibiydi; zira ellerinde mevcut veri setleri ya da geri dönecek standart yöntemler yoktu. Açık.
Çalışmanın başlangıç noktası yüksük otu ile ilgili bir tür üzerinde daha önce yapılan bir çalışmaydı; bu çalışma, biyosentezin, bazen “tüm steroid hormonların anası” olarak anılan pregnenolon molekülü yoluyla gerçekleştiğini öne sürüyordu; çünkü testosteron, progesteron ve progesteron gibi tüm ana steroid hormonları, İnsanlardaki östrojenin kökeni pregnenolonun öncüsüne kadar takip edilebilir.
“İki bitki türünün karşılaştırmalı analiziyle kardenolid biyosentezinde yer alan aday genleri belirledik. Bu bitkilerdeki kardenolidlerin yapıları hem örtüşen hem de farklı profillere sahiptir. Bu nedenle bitkilerin genomları hakkındaki bilgilerin, özellikle de hangi genlerin ifade edildiğine ilişkin bilgilerin karşılaştırılması Doğa Bölümü’nde “Bitkilerde Steroidal Özel Metabolizma” proje grubuna başkanlık eden çalışma lideri Prashant Sonawane, “Bu iki bitkide metabolitlerin oluşumuyla ilgili olarak, pregnenolonun oluşumunda yer alan enzimlerin tanımlanmasında çok yardımcı oldu” diyor Ürün Biyosentezi.
Buna ek olarak bilim insanları, ilgilenilen metabolitlerin bitkilerin farklı kısımlarında nerede biriktiğini bile bilmiyorlardı. “Kardenolidlerin dokuya özgü lokalizasyonu, genetik veri setlerinin 13 aday genin seçimine olanak tanıyacak şekilde kullanılması açısından çok önemliydi. Bu veri setlerini farklı bitkilerle karşılaştırmak, daha ileri karakterizasyon için aday genlerin sayısını azaltmamıza yardımcı oldu” diye açıklıyor. Prashant Sonawane.
Son olarak, yüksük otu ve Calotropis procera’da hem kolesterol hem de fitosterollerin pregnenolon’a dönüşümünü katalize eden sitokrom P450 ailesi 87A’nın iki enzimi tanımlandı. Bu, yalnızca uzaktan akraba olan bu iki bitkide kardenolid biyosentetik yolundaki ilk adımdı. Daha da önemlisi bu, sitokrom P450’nin bu alt ailesi için rapor edilen ilk enzimatik fonksiyondur.
Bilim adamları bulgularını, Arabidopsis thaliana model sisteminin bitkilerini daha fazla CYP87A enzimi üretecek şekilde değiştirerek test ettiler. Genetiği değiştirilmiş Arabidopsis bitkileri alışılmadık derecede yüksek seviyelerde pregnenolon biriktirdi.
CYP87A enzimlerinin pregnenolon oluşumuna dahil olduğuna dair diğer kanıtlar, yapraklarında CYP87A enzimleri bulunmayan genetiği değiştirilmiş yüksük otu bitkilerinden geldi. Bu bitkilerde pregnenolon ve kardenolidlerin oluşumu büyük ölçüde azaldı. Yazarlar, özel metabolitlerin incelenmesi amacıyla yüksük otu bitkilerini değiştirmek için ilk kararlı dönüşüm sistemini kurdular.
Araştırma ekibi, kardenolid biyosentezinin ilk enzimatik adımını çözmekten çok uzak. “Farklı bitki türlerinde kardenolidlerin oluşumuna yönelik alt adımlar üzerinde halihazırda çalışıyoruz. Bu biyosentetik yol uzun ve son derece karmaşıktır. En son dizileme, biyoenformatik ve metabolomik yöntemleri birden fazla bitki türüne uygulama yeteneği ile bu sorunu çözmeyi umuyoruz. yakında bu bulmacayı çözeceğiz” diyor Prashant Sonawane.
Bitkiler birçok farmasötik bileşik üretir. Bu doğal ürünlerin çıkarılması hala çok karmaşıktır ve çoğu zaman pek de sürdürülebilir değildir. Max Planck Kimyasal Ekoloji Enstitüsü’nün Sarah O’Connor liderliğindeki Doğal Ürün Biyosentezi Bölümü, tıbbi açıdan önemli fitokimyasalların biyosentetik yollarını açıklamayı amaçlıyor.
Sarah O’Connor , “CYP87A gibi enzimlerin keşfi, biyosentezleri için diğer bitkileri kullanarak yüksek değerli bitki bileşiklerinin sürdürülebilir üretimi için biyolojik platformların geliştirilmesine yardımcı olabilir” diyor.
Kaynak: Max Planck Topluluğu
#bitki bileşenleri#bitki biyokimyası#bitki biyosentezi#bitki hücreleri#bitki kimyası#bitki metabolizması#bitki savunma mekanizmaları#bitki toksinleri#bitkilerde doğal ilaçlar#bitkilerde kardenolid içeren türler#bitkilerde kardenolid oluşumu süreci#bitkilerde kardenolid sentezi#Bitkilerde kardenolidler#doğal bileşenler#kardenolid alkaloidleri#kardenolid alkaloidlerin etkileri#kardenolid içeren bitki aileleri#kardenolid kaynakları#toksin üretimi
0 notes
Text
Yenilebiliraltin - Silver
Yenilebilir altın, yemek süslemeleri ve pastacılık alanında sıkça kullanılan bir malzemedir. Özellikle Hindistan'da altın, özel gün yemeklerinde sıklıkla kullanılmaktadır . Altın yapraklarından yapılan dekoratif pastalar ve süslemeler, yemeklere görsel bir şıklık katmaktadır. Ayrıca, yenilebilir altın yaprakları, pastalar, cupcakes, makaronlar, çikolatalar ve diğer tatlılar gibi yiyecekleri süslemek için kullanılmaktadır. Bu sayede, yemeklerin estetik görünümü artırılarak göze hitap edici bir sunum sağlanmaktadır. Yenilebilir altın, özel davetlerde veya kutlamalarda da kullanılarak, yemeklere daha zarif bir görünüm kazandırır. Yani, yenilebilir altın kullanarak yemeklerinizi görsel açıdan daha çekici hale getirebilirsiniz. Yenilebilir altının kullanım alanları sadece görsel şıklık katmakla sınırlı değildir, aynı zamanda sağlık ve beslenme açısından da değerlidir. Altın, antienflamatuar özelliklere sahiptir ve bazı ilaçlarda romatoid artrit tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca, altın yemek vücuttaki toksinleri atma konusunda da faydalı olabilir. Yenilebilir altın, ağır metaller içermeyen bir malzemedir ve güvenli bir şekilde kullanılabilir. Bunun yanı sıra, yenilebilir altın, yüksek yağ, protein, vitamin ve mineral içeriğiyle beslenme açısından da değerlidir. Bu nedenle, yenilebilir altın kullanarak yemeklerinizi hem görsel açıdan şık hale getirebilir hem de sağlık açısından faydalar elde edebilirsiniz. Yenilebilir altın, yemek süslemeleri ve sağlık açısından değeri sayesinde popüler bir malzeme haline gelmiştir. Hindistan'da en fazla tüketilen altın ülkesidir ve özellikle özel yemeklerde altın kullanımı yaygındır. Ayrıca, yenilebilir altın ürünlerini piyasada bulmak da oldukça kolaydır. Restoranlar, lüks mekanlar ve ev aşçıları, yenilebilir altın kullanarak yemeklerine şık bir dokunuş katmaktadır. Yenilebilir altın, yemeklerinize zarif bir görünüm kazandırırken aynı zamanda beslenme açısından da değerli bir katkı sağlar. Bu nedenle, yenilebilir altını kullanarak yemeklerinizi daha özel ve göz alıcı hale getirebilirsiniz. Web sitemize ulaşarak bilgi sahibi olabilirsiniz.
141 notes
·
View notes
Text
GÖRMEDİĞİM ATIK BENİM DEĞİLDİR
Dünyada her yıl toplam 350 milyon tondan fazla plastik atık üretiliyor.
Bazı mutsuz ve monoton ruhlar tarafından skiouros teriminin anlamının sadece “gölge-kuyruk” olduğu, ya kuyruğun sahibiyle hemen hemen aynı boyutlarda olduğu ve onu gölgesi gibi takip ettiği ya da kendisinin kabarıklığından, gerçek dışı yumuşaklığından kaynaklandığı iddia edilir. Ancak sincabın dinlenirken ve korkusuzken kuyruğunu her zaman bir şemsiye gibi sırtının üzerinde tuttuğu gerçeği bir yana, o bu dünyadaki güzel kibirlerden birine hayat verir.
Atık doğası gereği, ille de atık olması gereken bir nesne değil. Aslına bakılırsa hiçbir şey değil. Atık algısı bu nedenle göreceli. Atık bir amaca hizmet etmeyen veya artık istenmeyen nesne olarak tanımlanıyor.
Gözden çıkarılmış atık işlenebildiği takdirde ömrünü uzatabiliyor. Atığın döngüselliği onu dinamik kılıyor. Atık endüstriyel toplumların gelişmesinde büyük bir rol oynuyor. Kurduğu uzun zincirle modern dünyanın en belirgin karakteristiğini yansıtıyor.
Tarihin akışındaki tüketici değişimi, modern yaşamda atığın önemini belirginleştiriyor. 18. yüzyıldan itibaren endüstrileşmiş toplumlarda artan tüketimi temsil ediyor. Bu nedenle atık modern toplumların tarihinde gölge-kuyruk olarak adlandırılıyor.
Atık, devasa miktarlarda üretildiğinde nasıl yönetileceği sorusunu doğuruyor. Atık yönetimi karmaşık bir görev olmakla birlikte dünyanın üzerindeki toksinleri temizlemek bir mecburiyet. Atık yönetim tesisleri, endüstriyel toplumların karaciğeri ve modern endüstriyel sistemlerin “sürdürülebilirlik” için sunduğu bileşenlerden biri. Her şeye rağmen etkili bir atık yönetimi için olmazsa olmaz gerekliliklerse fazlasıyla maliyetli. “Ülke ne kadar zenginse bu tesislere yatırım yapacak donanıma o kadar sahiptir,” düşüncesi son derece basit, kitlesel tüketimi kışkırtan uyarıcıların başında geliyor. Oysa atığın hatrı sayılır miktarı limanlara gönderiliyor. Bunun ardındaki mantık ve motivasyon, atığın gemilere yüklenmesinde öncü rol oynayan baskın güçlerin siyasi ve ekonomik temellerinde yatıyor.
Khian Sea ve Koko
Modern dünyanın endüstriyel toplumlarındaki kitlesel tüketimin bir kısmı “Gözden ırak, gönülden ırak” mantığını baskın kıldı. Atığın günlük hayatlarımızı doğrudan etkilemesine gerek yoktu. İstenmeyen bir şey için en kolay çözüm. Toksik ve riskli atık yönetiminde karşılaşılan zorluklar, endüstriyel ülkelerdeki aktörlere atığı gemiyle başka ülkelere gönderme çözümünü adeta altın tepside sundu. Atığın gemiyle sınır dışına yollanmasıyla sorun etkili ve ucuza giderildi. Döngüsü uzayan atık, küresel ekonomi ve siyaset sahnesinde kendine geniş bir yer buldu.
Toksik ve riskli atığın sınırötesi hareketleri, milyar dolarlık bir iş modeli ortaya çıkardı. Güney’de yoğunlaşan küresel ekonomik pazarda güçsüz konumdaki yoksul ülkeler, atığı gözden uzak tutma çözümünde ilk aracı haline geldiler. 1980’lerdeki iki olay, uluslararası manşetlere taşınmasıyla kamuoyunun gündemine oturdu: Khian Sea kargo gemisi pazarlığı ve Koko olayı.
1986’da Pensilvanya’nın evsel atıklarının yakılmasıyla ortaya çıkan 14 bin ton kül, lokal atık artışıyla mücadele etmek zorunda kaldığı için 1984’te tüm atık ithalatını sınırlayan New Jersey’ye dökülmek yerine, Khian Sea kargo gemisine yüklendi ve Bahamalar’a doğru yola çıktı. Yükünün boşaltılması yetkililerce reddedilen gemi bir seneyi aşkın süre kendine yeni bir durak aradı. Atığın 4 bin tonu, gübre olduğu iddia edilerek, Haiti’de bir kumsala döküldü. Greenpeace yetkilileri tarafından bilgilendirilen Haiti hükümeti, atığın geri yüklenmesini istese de Khian Sea çoktan demir almıştı. Geriye kalan 10 bin ton, Filipinler dahil birçok ülkenin atığı reddetmesi nedeniyle 1988’de denize bırakıldı.
Koko olayı ise 1987-1988 yıllarında İtalya’dan Nijerya’nın Koko kentine doğru yola çıkan 3.884 ton toksik atığın inşaat malzemesi olarak etiketlenmesi ve yerel halkın atık Koko’ya ulaştıktan sonra hastalanmasının ardından gündeme taşındı. Araştırmaların sonunda kargonun x-ray atığı, Norveçli Dana Cyanamid’ce üretilen metil melamin, birçok İtalyan üreticiden gelen dimetil ve etil asetat formaldehit gibi toksik atık içerdiği ortaya çıktı.
Hikaye, toksik atıkların Avrupa’da yeni destinasyon bulma girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından geminin 1988’de İtalya’ya dönmesiyle son buldu.
Atık ticareti işi ekonomik, politik ve sosyal bakış açılarını birbirine karıştıran karmaşık bir sürece işaret ediyordu ve dünya ölçeğinde sosyoekonomik eşitsizlik uçurumunu derinleştirdi.
1960’ların ortasında yeşermeye başlayan çevresel farkındalıkla odak eninde sonunda “çevresel adalete” kaydı. Yoksul ülkelerin çevresel olarak araçsallaştırılması endişesi 1980’lerin sonuna kadar devam etti. Bu devamlılık ırkçılık, sosyal adalet, insan hakları ve çevrecilik alaşımının bir araya gelmesine, bugün bildiğimiz adıyla çevresel adalet hareketine öncülük etti.
Toksik sömürgecilik söz konusu olduğunda, çevresel adalet hareketi kültürel çeşitlilik temeline dayanan çevresel adaletsizliğin yanı sıra zengin ve yoksul ülkeler arasındaki sosyal ve politik eşitsizliği de gün yüzüne çıkarmayı amaçlıyordu.
Toksik atık ticareti
1970’ler boyunca büyüyen çevresel farkındalıkla uyumlu olarak, küresel toplumun çevre koruma eylemlerinde belirgin bir artış gözlendi. Acil küresel eylem baskısıyla su ve hava kirliliği gibi çok sayıda olay basında yer buldu. Daha önce düzgün şekilde denetlenmeyen toksik atıkların ticareti konusu, sadece çevreyi değil insan sağlığını da korumak adına önemli bir meseleye dönüştü. Çevresel adaletsizliğin temel sosyal haklardan mahrumiyeti artırdığı ve ülkeler arasındaki uçurumu derinleştirdiği gerçeği iyice netleşti.
Toksik ve riskli atıkların gelişmekte olan ve endüstrileşmiş ülkeler arasındaki ticareti, elbette adil koşullar altında gerçekleştirilmiyordu. Dünyanın bölüştüğü finansal pozisyonlar, zamanın başlangıcından beri zaten asimetrikti.
Temelleri 1970’lerde Bretton Wood sisteminin çökmesiyle atılan 1980’ler resesyonu, ekonomik resmin ana karakterini oluşturuyordu. Resesyon daha az endüstrileşmiş bölgelerde devasa bir borç krizi olarak karşılık buldu. Bu krizden çıkış yolunun taşlarını da ABD Hazine Bakanlığı, IMF ve Dünya Bankası neoliberal yaptırımlarla döşedi. Sadece borç krizine değil, bölgesel ekonomik farklılıklara da çare olacak Washington Konsensusu, 1990’lı yıllara gelindiğinde eşitsizliği, çevresel hasarı ve sosyoekonomik yankıları artıran bir paradoksa dönüşmüştü.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’nca 1989’da hazırlanan Basel Sözleşmesi, riskli atıkların sınırötesi hareketlerini kontrol etme ve bu hareketleri düzenleme tartışmasını 116 üye ülkenin dikkatine sundu. Konferans uluslara atıklarını yönetmeleri için harekete geçme çağrısının yapıldığı ilk resmi girişimdi.
Gelişmekte olan ülkelerin bu gibi atıklardan korunmasını, gelişmiş ülkelerin bu ticaretten sorumlu tutulmasını amaçlıyordu. Sözleşme, toksik atık ticaretinin sınırlandırılması açısından bir köşe taşı niteliğindeydi. Atık sömürgeciliği, bir kavram olarak ilk kez dillendirildi ve kayda geçti.
Sömürgeciliğe sömürgecilik demek
Çoğunlukla hükümetler ve sivil toplum kuruluşları aktörleri tarafından kullanılan “atık sömürgeciliği” kavramı, aralarında elektronik atık, kalıcı organik kirletici, endüstriyel atık, yetkisi alınmış gemiler, kentsel katı atık, radyoaktif atık ve diğer atıklar olmak üzere çeşitli zehirli ve riskli atığın sınır ötesinde imha edilmesi anlamında kullanılıyor. Bu kullanım, kardeş kavramlar da doğuruyor. Çöp emperyalizmi, toksik kolonyalizm, nükleer kolonyalizm ve toksik terörizm, her zaman ayrıcalıklı ve varlıklı bölgelerdeki atığın daha düşük ekonomik statüye sahip bölgelerdeki sınırötesi hareketlerle ilgili.
Ancak atık sömürgeciliği atığın kolonyal merkezlerden çevreye ihracatının ötesine geçerek merkezleri olabildiğince güçlendirmeyi amaçlıyor. Sömürgeciliğin –yerleşimci, çıkarıcı, içten ve dıştan olmak üzere– pek çok formu olsa da hepsi tek bir ortak paydada buluşuyor: Sömürgecilik, yerleşimcinin kendi amaçları doğrultusunda o karaya erişimini garanti eden hakimiyet sistemi. Bu her zaman yerleşmek için bir arazi veya çıkarmak için su haklarına sahip olmak anlamına gelmiyor. Karayla ilişkili kültürel tasarımlar ve semboller moda için erişime açılabiliyor. Boru hatları, hava hareketleri ve gemi rotaları ile kara, kirletilecek bir çukura dönüşmeye başlıyor. Sömürgecilikte esas motivasyon din, etnisite, uygarlık yarışı değil, sınıra erişimdir. Bölgesellik, yerleşimci sömürgeciliğin en belirgin ve küçümsenemeyecek bileşenidir. Nerede olduğu fark etmeksizin, bir karayı çukur olarak kullanmanın kökleri sömürgecilikte aranmalıdır. Kirliliğe sınır koymak sömürgeciliktir, çünkü belli miktarda kirliliğin o karaya bırakılmasına izin verilmiş demektir. Atığın ve toksik maddelerin o karada yaşayan yerli halka verdiği zarar sömürgeciliktir. Plastikten ve kağıttan gözden çıkarılabilir şeyler yaratmak için o karanın petrol ve doğalgazını kullanmak sömürgeciliktir. Geridönüşüm, yakma gibi yöntemlerle atığın icabına bakmak adına o karayı kullanmak sömürgeciliktir.
Kolonyal bir yanılsama: Geridönüşüm
O dönem için görece yeni bir konsept olan geridönüşüm endüstrisi, Basel Sözleşmesi’nde bir açık buldu. Geridönüşüm atıkları anlaşmaya dahildi, ancak geridönüştürülecek şeylerde “geridönüştürülecek atık” etiketinden sakınılabilirdi. Örneğin kullanılmış pillerin, eğer halen kullanılabilirlerse veya parçaları kullanılabilir durumdaysa, atık olarak etiketlenmesine gerek olmayabilirdi. Varış noktasına ulaştığında, seçili parçaların geri dönüştürmek için ayrıştırılması sırasında ortaya çıkacak toksik atığın geridönüştürülemeyecek veya verimli şekilde yönetilemeyecek olması gibi boşluklar, Basel Sözleşmesi’ni toksik atıkların sınırötesi hareketini sınırlamaktan uzak tuttu. Hattâ ticaret süreci daha da ilerledi.
Çöpünün geridönüştürülebilir olduğunu bilmek insanı ürettiği atık hacmi konusunda vicdanen rahatlattı ve onun atığı anlama konusunda mucizevi bir düşünce biçimi geliştirmesini sağladı. Küresel Kuzey’deki insanlar, bir şeyleri uzağa atabilmeyi doğal karşılamaya başladı.
Uzak, ikinci bir düşünceye yer bırakmaksızın ahlâki hayal gücünün sınırlarının çok ötesinde, adeta efsanevi bir yerdi. Oysa “uzak” diye bir yer yoktu. Sadece ötekilerden daha az önem atfedilmiş yerler ve insanlar vardı.
1950’lerde kitlesel pazarı istila eden plastiklerin cazibesi dayanıklılığıydı. Dirençliydiler ve uzayabilen zaman döngüleri boyunca biçim değiştirmeyeceklerdi. Doğada çözünmeleri 500 yılı bulabiliyordu. Burada geridönüşüm devreye girdi. Oysa pek çok geri dönüştürülebilir şey, yanlış kutuya veya yemek atıklarıyla birlikte atıldığında bozulmaya uğruyor. Bozulma, devasa balyalar halinde toplanmış maddenin geri dönüştürülmesini engelliyor. Her madde her tesiste işlenemiyor. Dahası, toplanan plastik pipet ve çatal-bıçak, yoğurt ve al-götür kapları gibi nesneler düşük kalitede oldukları için çoğunlukla geri dönüştürülemiyor. Onlar ya yakılıyor ya boş arazilere dökülüyor ya da okyanusa bırakılıyorlar. Yakma işlemi kimi zaman enerji üretmek için kullanılsa da atık tesisleri toksik emisyonlarla ilişkilendiriliyor. Araziler karbondioksit, metan, uçucu organik bileşik ve diğer riskli kirleticilerin havaya salınmasını sağlıyor. Okyanuslarda plastik adaları oluşuyor. İnsanların aşırı hızlı tüketiminin sonucu olarak yönetilmesi imkânsız boyuta ulaşan plastik atığın ne yapılacağı konusunda gözler elbette uzaklara çevriliyor.
1980’lerden itibaren Çin dünyanın gözden çıkardığı şeylerin neredeyse yarısının geri dönüşümünü üstlenmişti, çünkü üretim sektöründe patlama gerçekleşiyordu ve onu beslemek için bu şeylere ihtiyacı vardı. 2016’da sadece ABD’den Çin’e 16 milyon ton plastik, kağıt ve metal taşındı. İşin aslı, bu karışık geri dönüştürülebilir maddelerin yüzde 30’u aslında geri dönüştürülemediği için o karanın da uzaklarına bırakıldı. Öyle ki her sene yaklaşık 1,5 milyon ton plastiğin ömrü Çin’in okyanusa bakan kıyılarında son buluyordu. Dünyanın en iyi geri dönüştürücüleri ile en büyük plastik atık ihracatçıları arasındaki bağ bu sayede gün yüzüne çıktı. Geridönüşümün marka yüzü İngiltere, plastik atığının yüzde 61’ini uzağa gönderiyordu. Dünyanın en geridönüşümcü ulusu tacını takan Almanya, Avusturya, Güney Kore ve Galler’in karışık plastik ihracatının yıllık boyutu bir milyon tonu buluyordu. 254 milyon euroluk değerle diğer tüm AB ülkelerini geride bıraktılar. Tahmin edilen, toplanan tüm atığın sadece üçte birinin ülke içinde geri dönüştürüldüğü veya yakıldığıydı.
Onlarca yıl süren bu ticaret, 2018’in ilk gününe uyanıldığında son buldu. Dünyanın en büyük geridönüşüm pazarı olan Çin, artık kapılarını kapatmıştı. Ulusal Kılıç Operasyonu politikasıyla 24 tip atığın ülkeye girişi yasaklandı. Yine de bütün bu atığın bir yere gitmesi gerekiyordu. Atık yönetiminin çok kârlı bir endüstri olması, onu diğer ülkeler için cazip kılmaya devam etti.
Kuzey’in radarında artık Türkiye ve Vietnam vardı. ABD ise kendine Vietnam, Malezya ve Tayland’ı seçti. Sadece 2018’de 68 bin konteyner plastik atık gönderildi. Bu ülkelerin de plastik atık ithal etmeyi yasaklamasının ardından yeni rota arandı: Kamboçya, Bangladeş, Gana, Laos, Etiyopya, Kenya ve Senegal. Ucuz işgücü ve gevşek çevre politikaları ile yılda 1 milyon ton plastik atık. Diğer yanda kirletilmiş sular, ölü ekinler, solunum yolu hastalıkları ve örgütlü suçlar.
Alüminyumu geri dönüştürmek kârlı ve çevreyle barışık bir işlem. Bir tenekeyi geri dönüştürülmüş alüminyumdan üretmek onun karbon ayak izini yüzde 95 azaltıyor. Söz konusu plastik olduğunda durum bu kadar basit değil. Pek çoğu sürecin pahalı ve karmaşık olması ve son ürünün daha düşük kalitede çıkması nedeniyle geri dönüştürülemiyor. Karbon azaltma faydası da henüz net değil. Onları bir yerden bir yere transfer etmeniz, yıkamanız, ince ince kıymanız ve eritmeniz gerekiyor. Bu da çevresel etkiyi en aza indirme motivasyonuyla yapılan geri dönüşümün kendisine çevresel bir etki yüklüyor. Bu nedenledir ki okyanustan toplanmış plastik şişelerin geri dönüştürülmesiyle üretilmiş spor ayakkabı projesi açık bir yalan. Projenin hayata geçirilmesi için sıfırdan üretilen plastik şişeler geri dönüştürüldü.
Broni we wu yani ölü beyaz adamın kıyafetleri
Endüstri dışı geri dönüşümle elde edilen ürünlerin bir daha geri dönüştürülemeyeceği gerçeği bir yana, söz konusu atık sömürgeciliği olduğunda kendini en iyi aklayan endüstrilerden biri de moda. Sadece ABD her sene yaklaşık 12 milyon ton tekstil atığı üretiyor. Hızlı moda markalarının 48 saatte ürettiği kıyafeti bugünün teknolojisiyle geridönüştürmek için 24 sene geçmesi gerekiyor. Günümüz endüstrisinde kıyafetlerin yüzde 69’u polyester ve naylon gibi petrol bazlı hammaddelerden üretiliyor ve çoğu geri dönüştürülmez, doğada çözünmeleri ise 200 yılı buluyor. Tekstilden tekstile geri dönüşümün oranı yüzde %1 bile değilken H&M’in 10 yıldır yürüttüğü “Döngüyü Kapatalım” kampanyasıyla geri dönüştürülmek üzere kupon karşılığı topladığı kıyafetlerin akıbetinin ne olduğu sorusunun cevabı elbette üçüncü dünya ülkelerinde aranmalı.
Sömürgecilik yıllar içinde moda endüstrisini şekillendirmede de kilit rol oynadı. İkinci el kıyafet ihracatı düşük gelirli ülkelerin ekonomisini canlandırmaya yardımcı olacak bir yöntem olarak konumlandırılırken aynı zamanda aşırı üretim ve aşırı tüketim başlıkları üzerindeki yükün boşaltılması için elverişli bir yoldu. Gana’da Batılı kıyafetlere olan talep ilk kez Birleşik Krallık’ın sömürgeci yönetimi altında ortaya atıldı. Afrika ulusu 1950’lerin sonunda bağımsızlığını kazandığında ABD’li iş insanları ikinci el kıyafetleri ihraç ederek kazanç elde etme fırsatını gördü.
Gana’nın Akra kenti, Batı Afrika’nın en büyük ikinci el pazarı Kantamanto’ya ev sahipliği ediyor. Burası 3 binden fazla tüccarın tasarımcılarla bir araya geldiği buluşma noktası. Kantamanto’ya her hafta konteynerler içinde yaklaşık 15 milyon kıyafet geliyor. Tüccarlar, girişimciler ve tasarımcılar pazardan yüksek fiyata satabilecekleri veya ileri dönüşümle yeni parçalar elde edebilecekleri kıyafetler için bu adreste toplanıyor. İçeriklerini bilmeden para yatırdıkları balyalar, zaman içinde kaliteleri gittikçe düştüğü için yeniden kullanılamayacak durumda olan kıyafetlerle dolu. Yatırım yapmak ailelerini güvence altına almaları, aracıların ödemelerini yapmaları ve borçlarını kapatmaları için çoğu zaman riskli. Yine de ayda 20-30 milyon arasında kıyafetin ömrü yıkama, onarma, boyama, ütüleme, dikme ve ileri dönüştürme gibi adımlarla uzatılıyor, Gana pazarına kazandırılıyor.
Kantamanto’ya gemiyle gönderilen kıyafet balyalarının yüzde 40’ı doğrudan arazilere gönderilerek şehrin uzaklarında kıyafet dağları oluşturuyor. Karşı konulmaz yoğunluktaki atığı ve düzensiz boşaltımı denetim altında tutmak için araziler ateşe veriliyor. Zaman zaman 11 ayı bulan yangınlar havaya koyu renk duman ve toksik gazlar bırakıyor, ekinleri ve Old Fatima gibi çevre mahalleleri zehirliyor.
Sonu yakılmak olmayan kıyafetler kendilerini şehrin kanalizasyon sisteminde buluyor. Muson yağmurları zamanında kıyafetler barikatları taşkınlara, yoğun sivrisinek istilasına, dolayısıyla hastalıkların yayılmasına neden oluyor. 2014’te kötü atık yönetimi ve temiz suya erişim sıkıntısı nedeniyle patlayan ve 243 insanın hayatını kaybetmesine neden olan kolera salgınının nedeni, atık sömürgeciliğinde aranmalıdır.
Şehrin ötesinde, okyanusta ise farklı bir felaket yaşanıyor: Deniz biyoçeşitliliği yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Parçalanan kıyafetlerin ve elyafın birbirlerine eklenmesiyle oluşan kıyafet dokunaçlarının uzunluğu 10 metreye ulaşıyor. Okyanus mikroplastikle dolu ve sualtı yaşamı sona ermek üzere. Hiçbir şey şans eseri gerçekleşmiyor. Satın aldığınız ama yine de çok hoşunuza gitmeyen o gömlek. Delindiği için gözden çıkardığınız o tişört. Size artık kötü anlar hatırlatan o pantolon. Hepsi birbirine dolanmış. Döngü kapanmış.
Atığımızı isteyen onlar değil, onları oraya göndermek isteyen biziz
Gölge-kuyruk sincabın lâneti midir bilinmez, ancak atığın insanın kibri olduğu bir gerçek. Atık ticareti Kuzey ile Güney arasındaki bir eşitsiz ve adaletsiz dinamikler yanılsaması.
Atık sömürgeciliği mevcut dünya düzenini pekiştiriyor, uluslar arasındaki ekolojik, sosyal, ekonomik ve politik eşitsizlikleri belirginleştiriyor.
Atığın gelişmiş ülkelerden gelişmekte olanlara gönderilmesi (atık yönetimi kapasitesinin ve altyapının verimsiz olması nedeniyle) giderek artan atığın yönetilememesi gibi mücadele alanları açıyor.
Tüm bu koşullar altında insan ve çevre sağlığının şiddete maruz kalması kaçınılmaz hale geliyor. Dolayısıyla çevrecilik ve çevresel düzenlemeler, sömürgeciliğin yeni boyutuna karşı geliştirilmiş yeni bir direniş formuna bürünüyor.
Çevresel adalet ulusları bu şiddetten koruma amacı taşıyan anti-sömürgeci direnişi sembolize ediyor.
Zeynep Özar Berksü
2 notes
·
View notes
Text
Sağlıklı İçecek Tarifleri: Smoothie ve Detoks Suları
Sağlıklı yaşam trendleri arasında smoothie ve detoks suları önemli bir yer tutuyor. Hem lezzetli hem de sağlığa faydalı olan bu içecekler, vücudun ihtiyacı olan vitamin ve mineralleri karşılamanın etkili bir yoludur. Ben Gizem, bu yazıda, sağlıklı içecek tarifleri: smoothie ve detoks suları hakkında bilgiler vereceğim.
Smoothie Nedir? Nasıl Hazırlanır?
Smoothie Nedir Nasıl Hazırlanır Smoothie, meyve, sebze, yoğurt, süt ya da bitkisel süt gibi malzemelerin bir araya getirilip karıştırıldığı yoğun kıvamlı bir içecektir. Smoothieler, özellikle sabah kahvaltısı ya da ara öğünlerde tercih edilir. Bu içecekler, bağışıklık sistemini desteklemek, enerji seviyelerini artırmak ve günlük vitamin-mineral ihtiyacını karşılamak için harika bir seçenektir. Smoothie Tariflerinde Kullanılan Malzemeler - Meyveler: Muz, çilek, yaban mersini, mango gibi meyveler sıkça tercih edilen smoothie malzemeleridir. Vitamin ve mineral açısından zengin olan meyveler, smoothieye doğal bir tat verir. - Yeşil Yapraklı Sebzeler: Ispanak, lahana gibi yeşil yapraklı sebzeler, smoothielere eklenerek antioksidan ve lif desteği sağlar. - Sıvılar: Smoothienin kıvamını açmak için süt, badem sütü, hindistancevizi sütü ya da sade su kullanılabilir. - Protein Kaynakları: Sporcular ve yüksek protein ihtiyacı olanlar için smoothielere protein tozu, yoğurt ya da chia tohumu gibi protein açısından zengin malzemeler eklenebilir. - Sağlıklı Yağlar: Avokado, keten tohumu yağı ya da badem yağı gibi sağlıklı yağlar, smoothienin besin değerini artırır. Popüler Smoothie Tarifleri - Yeşil Enerji Smoothie- 1 avuç ıspanak - 1 adet muz - Yarım bardak badem sütü - 1 tatlı kaşığı chia tohumu - Buz küpleriBu smoothie, hem enerjik hissetmenizi sağlar hem de vitamin ve mineral açısından zengindir. - Kırmızı Meyve Smoothie- 1 bardak çilek - Yarım bardak yaban mersini - 1 su bardağı yoğurt - 1 tatlı kaşığı balAntioksidan bakımından zengin bu smoothie, bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olur. İlginizi Çekebilir; Sağlıklı Beslenme ve Spor: Performansı Artıran Besinler Detoks Suları Nedir? Nasıl Hazırlanır? Detoks suları, vücudu toksinlerden arındırmak ve metabolizmayı hızlandırmak amacıyla tüketilen sağlıklı içeceklerdir. Genellikle taze meyve ve sebzelerle hazırlanan detoks suları, vücutta biriken toksinlerin atılmasına yardımcı olurken aynı zamanda sindirimi destekler ve cilt sağlığını iyileştirir. Detoks Sularının Faydaları - Toksinleri Arındırır: Vücudun doğal olarak toksinlerden arınmasına yardımcı olur. - Hidrasyonu Artırır: Su tüketimini artırarak hücrelerin yenilenmesine katkıda bulunur. - Cilt Sağlığını İyileştirir: Detoks suları, cildin daha parlak ve sağlıklı görünmesini sağlar. - Sindirim Sistemini Destekler: Sindirimi kolaylaştırır ve bağırsak sağlığını iyileştirir. Detoks Suları Tariflerinde Kullanılan Malzemeler - Limon: C vitamini bakımından zengin olan limon, detoks sularına eklenerek bağışıklık sistemini destekler. - Salatalık: Su oranı yüksek olan salatalık, detoks sularına ferahlatıcı bir tat verirken vücudu nemlendirir. - Zencefil: Metabolizmayı hızlandıran zencefil, sindirim sistemi üzerinde olumlu etkiler sağlar. - Nane: Ferahlatıcı bir aroma katan nane, detoks sularına taze bir tat verir. - Elma Sirkesi: Doğal bir detoks malzemesi olan elma sirkesi, sindirimi kolaylaştırır ve toksinlerin atılmasını hızlandırır. İlginizi Çekebilir; Ginkgo Biloba ve Beyin Performansı Popüler Detoks Suyu Tarifleri - Limon ve Salatalık Detoks Suyu- 1 litre su - 1 adet limon (dilimlenmiş) - Yarım salatalık (dilimlenmiş) - Birkaç yaprak naneBu detoks suyu, hem sindirimi destekler hem de gün boyunca ferahlamanızı sağlar. - Zencefil ve Limon Detoks Suyu- 1 litre su - 1 tatlı kaşığı taze rendelenmiş zencefil - 1 adet limonun suyu - Birkaç yaprak naneMetabolizmayı hızlandıran bu tarif, enerji seviyelerini artırarak toksinlerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Smoothie ve Detoks Suları Arasındaki Farklar Smoothie ve detoks suları, her ikisi de sağlıklı içecekler olmasına rağmen farklı amaçlara hizmet eder. Smoothieler, daha yoğun kıvamlı ve besleyici olduğu için genellikle bir öğün yerine geçebilir. Detoks suları ise daha hafif, su bazlıdır ve gün boyunca tüketilerek vücudu arındırma amacı taşır. - Kıvam: Smoothie yoğun kıvamlıdır, detoks suyu ise hafif ve su bazlıdır. - Besin Değeri: Smoothieler protein, lif ve sağlıklı yağlar açısından zengindir. Detoks suları ise daha hafif olup genellikle vitamin ve mineralleri içerir. - Kullanım Alanı: Smoothieler genellikle kahvaltı veya ara öğün olarak tüketilirken, detoks suları gün boyunca arındırıcı bir içecek olarak tercih edilir. Smoothie ve detoks suları, sağlıklı yaşam tarzını destekleyen lezzetli ve besleyici içeceklerdir. Günlük hayatınıza bu tür içecekleri dahil ederek hem vücudunuzu besleyebilir hem de enerji seviyelerinizi yükseltebilirsiniz. Vücudu arındırmak ve vitamin-mineral ihtiyaçlarını karşılamak isteyenler için bu içecekler mükemmel bir alternatiftir. Sağlıklı tariflerle dolu bir yaşam, daha zinde ve mutlu olmanıza katkı sağlayacaktır. İlginizi Çekebilir; Sporcular İçin Bağışıklık Destekleyici Vitaminler ve Takviyeler Vücudumuz İçin Gerekli 10 Temel Mineral Read the full article
0 notes
Text
Şeflera Bitkisi
Bodur şeflera (Schefflera arboricola), tropikal kökenli ve iç mekanlar için popüler bir süs bitkisidir. Normal koşullarda 1–1,5 metreye kadar büyüyebilen bu bitki iç mekanlarda genellikle 30-60 cm arasında büyür (bizim evdeki şeflera bitkimiz 1 metreye yaklaştı ). Şeflera bitkisi, eldivene benzeyen, parlak yeşil yapraklarıyla dikkat çeker ve estetik açıdan oldukça şık bir görünümü vardır (bizim bitkimizin yapraklarının iç kısmında sarı lekeler var ve o lekeler onu olduğundan da güzel gösteriyor ). Bodur şeflera, düşük ışık koşullarına da uyum sağlayabilir ancak doğrudan güneş ışığından kaçınılması önerilir; iyi ışık alan ortamlarda daha sağlıklı gelişir. Bakımı oldukça kolaydır; zengin topraklarda ve sıcaklıkların 18-24°C arasında olduğu ortamda en iyi şekilde büyür. Aşırı sulama ve soğuk havalardan kaçınılmalıdır. Nem oranının yüksek olması sağlıklı gelişim için önemlidir, bu yüzden ortamın kuru olmamasına dikkat edilmelidir. Ayrıca, düzenli budama ile bitkinin boyutları kontrol edilebilir. Bodur şeflera, düşük bakım gereksinimleri ve havadaki toksinleri temizleme özelliği ile iç mekanlar için ideal bir bitkidir.
0 notes
Text
Hacamat Sonrası Hayvansal Gıda Yenirse Ne Olur?
Hacamat vücutta toksinlerin atılmasına yardımcı olan ve sağlığı destekleyen geleneksel bir tedavi yöntemidir. Hacamat sonrası beslenme alışkanlıkları, bu uygulamanın etkilerini doğrudan etkileyebilir. Bu yazıda hacamat sonrası hayvansal gıda yenirse ne olur sorusuna yanıt vereceğiz.
Hacamatın Etkisi ve Beslenmenin Önemi
Hacamat, kan dolaşımını artırarak ve toksinleri vücuttan atarak sağlığa birçok fayda sağlar. Hacamat sonrası vücut, iyileşme sürecine girer ve bu süreçte sağlıklı bir beslenme düzeni oluşturmak önemlidir. Özellikle hayvansal gıdaların tüketimi, bazı kişilerde farklı etkiler yaratabilir.
Hayvansal Gıdaların Tüketiminin Olası Etkileri
Hacamat, vücuttaki kan akışını artırarak toksinlerin atılmasına yardımcı olan geleneksel bir tedavi yöntemidir. Uygulama sonrası vücudun iyileşme sürecine girmesiyle birlikte, beslenme alışkanlıklarının da bu süreçle uyumlu olması önemlidir. Özellikle hayvansal gıdaların tüketimi, hacamat sonrası bazı olumsuz etkilere yol açabilir. İşte hacamat sonrası hayvansal gıda yenirse ne olur sorusunun yanıtları:
Sindirim Sistemi Üzerindeki Yük
Hacamat uygulaması, vücuttaki toksinlerin ve atık maddelerin dışarı atılmasına yardımcı olurken, sindirim sisteminin de hassaslaşmasına neden olabilir. Hayvansal gıdalar, genellikle yağ ve protein açısından zengin olup sindirim sistemini zorlayabilir. Hacamat sonrası, sindirim sistemini yormamak için daha hafif ve kolay sindirilebilir gıdalar tercih edilmelidir.
Enerji Seviyesi ve Yorgunluk
Hacamat sonrası vücut, toksinlerden arınma sürecindedir ve bu süreçte enerji seviyeleri düşebilir. Yağlı ve ağır hayvansal gıdalar, sindirim için daha fazla enerji harcamasını gerektirdiğinden, kişiyi daha da yorgun düşürebilir. Bunun yerine, hafif ve enerji verici gıdaların tüketilmesi önerilir.
Metabolizma Üzerindeki Etkiler
Hacamat, metabolizmayı hızlandırma potansiyeline sahip bir uygulamadır. Ancak, ağır ve yağlı hayvansal gıdaların tüketilmesi, metabolizmanın yavaşlamasına neden olabilir. Hacamat sonrası metabolizmanın hızını korumak için dengeli ve sağlıklı besinler almak önemlidir.
Bağışıklık Sistemi Desteği
Hayvansal gıdalar vücuda önemli besin öğeleri sağlar; ancak aşırıya kaçılması durumunda bağışıklık sistemini olumsuz etkileyebilir. Hacamat sonrası bağışıklık sisteminin güçlenmesi hedeflenmelidir. Bu nedenle, dengeli ve yeterli miktarda hayvansal gıda tüketimi önerilir.
Toksinlerin Artışı
Hacamat sonrası vücut, toksinlerin atılmasına odaklanırken, ağır ve yağlı yiyeceklerin tüketilmesi bu süreci zorlaştırabilir. Hayvansal gıdalar, sindirim sonrası vücutta daha fazla atık madde birikmesine yol açabilir. Hacamat sonrası bu tür gıdalardan kaçınmak, vücudun detoksifikasyon sürecini destekler.
Hassasiyet ve Alerjiler
Bazı kişiler, hacamat sonrası sindirim sistemlerinin hassaslaştığını ve bu dönemde alerjik reaksiyonlar yaşayabileceğini bildirmektedir. Hayvansal gıdalar, bazı bireylerde alerjik reaksiyonları tetikleyebilir. Bu nedenle, hacamat sonrası dikkatli olunmalı ve mümkünse hayvansal gıdalardan kaçınılmalıdır.
Hacamat Sonrası Beslenme Önerileri
Hacamat sonrası ne yenmeli ve nasıl beslenmeli derseniz şu önerilere dikkat edebilirsiniz:
Hafif ve Dengeli Beslenme
Hacamat sonrası, dengeli bir beslenme planı oluşturmak önemlidir. Özellikle sebze, meyve ve tahıllarla zenginleştirilmiş bir diyet, vücudun iyileşmesine yardımcı olur. Hayvansal gıdalar tüketilecekse, bunların miktarına dikkat edilmelidir.
Bol Su Tüketimi
Hacamat sonrası bol miktarda su içmek, vücudun toksinleri daha hızlı atmasına yardımcı olur. Su, sindirimi kolaylaştırır ve vücudun genel sağlığını destekler.
Zengin Lif İçeren Gıdalar
Lif açısından zengin gıdalar, sindirim sisteminin düzenlenmesine yardımcı olur. Hacamat sonrası lifli gıdalar tüketmek, sindirim sorunlarını önleyebilir ve bağırsak sağlığını destekleyebilir.
Özel Pendik Şifa Tıp Merkezi’nin Desteği
Özel Pendik Şifa Tıp Merkezi, hacamat uygulamalarını güvenli ve etkili bir şekilde sunarak hastalarına destek sağlamaktadır. Uzman sağlık ekiplerimiz, hacamat sonrası beslenme alışkanlıkları hakkında danışmanlık yaparak, hastalarımızın sağlıklı bir iyileşme süreci geçirmelerine yardımcı olmaktadır. Hacamat sonrası yaşanabilecek olası yan etkiler ve beslenme önerileri konusunda bilgi almak için uzmanlarımızla iletişime geçebilirsiniz.
#özel pendik şifa tıp merkezi#hacamat#kartal hacamat#pendik hacamat#tuzla hacamat#kurtköy hacamat#hacamat sonrası ne yenir#hacamat sonrası hayvansal gıda
0 notes
Text
Svalinn Hotel Spa Merkezi Ruhunuzu ve Bedeninizi Şımartın
Svalinn Hotel Spa Merkezi, konuklarına tazelik ve rahatlama dolu bir deneyim sunmak için özenle tasarlanmıştır. Modern, lüks ve hijyenik ortamda yer alan spa merkezi hem erkek hem de kadın misafirlerine özel hitabının yanı sıra zengin hizmetleriyle konuklarına unutulmaz anlar yaşatmayı hedefler.
Tuz Odası: Svalinn Hotel'in tuz odası, doğal tuz taşlarıyla kaplı özel bir odadır. Tuzun iyileştirici özellikleri sayesinde solunum yollarınızı temizler ve vücudunuzu detoksifiye eder.
Buhar Odası ve Sauna: Spa merkezinde bulunan buhar odası ve sauna, vücudunuzu rahatlatmanın ve stresten arınmanın ideal yollarıdır. Terleme yoluyla toksinleri atmanızı sağlar ve cildinizi temizler.
Hamam: Geleneksel Türk hamamı, vücudunuzu arındırırken aynı zamanda rahatlamanızı sağlar. Özel olarak eğitilmiş hamam terapistleri eşliğinde, hamam deneyiminden tam anlamıyla faydalanabilirsiniz.
Fitness: Svalinn Hotel'in fitness merkezi, spor yapmayı seven konuklar için ideal bir mekandır. Modern ekipmanlarla donatılmış fitness merkezinde, formunuzu koruyabilir ve enerjinizi artırabilirsiniz.
Masaj: Spa merkezinde sunulan çeşitli masaj seçenekleriyle vücudunuzu şımartabilirsiniz. Profesyonel masaj terapistleri eşliğinde yapılan masajlar, stresi azaltır ve gevşemenizi sağlar.
Cilt Bakımı: Svalinn Hotel Spa Merkezi'nde sunulan cilt bakımı hizmetleri ile cildinizi yenileyebilir ve canlandırabilirsiniz. Özel bakım ürünleri ve profesyonel bakım teknikleriyle cildinizdeki tazelik ve canlılığı geri kazanabilirsiniz.
Manikür ve Pedikür: Spa merkezindeki manikür ve pedikür hizmetleriyle ellerinizi ve ayaklarınızı şımartabilirsiniz. Profesyonel bakım teknikleri ve kaliteli ürünlerle, bakımlı ve sağlıklı tırnaklara sahip olabilirsiniz.
Svalinn Hotel Spa Merkezi, İzmir'e seyahat edenler için mükemmel bir kaçış ve rahatlama noktasıdır. Konumunun merkezi olması ve lüks konaklama imkanlarıyla birleştiğinde, Svalinn Hotel misafirlerine unutulmaz bir deneyim sunmaktadır. Spa merkezimizdeki geniş hizmet yelpazesiyle kendinizi şımartabilir ve yenilenmiş bir şekilde evinize dönebilirsiniz.
İzmir Gaziemir Svalinn Hotel Spa Merkezi İletişim: 444 8 399
GAZİEMİR SPA MERKEZİ MASAJ VE CİLT BAKIMI FİYATLARIMIZ;
0 notes
Text
aktarda satılan zayıflama çayları
Son yıllarda sağlıklı yaşam ve kilo kontrolü konularında artan ilgi, aktarda satılan zayıflama çaylarının popülaritesini de beraberinde getirmiştir. Doğal bitkilerden elde edilen bu çaylar, kilo verme sürecine destek olmanın yanı sıra, metabolizmayı hızlandırma ve toksinleri atma gibi faydalar sunmaktadır. Zayıflama çayları, genellikle yeşil çay, mate çayı ve hibiskus gibi çeşitli bitkisel karışımlardan oluşur ve bu içerikler, sağlıklı bir yaşam tarzının önemli bir parçası haline gelmiştir.
Bu makalede, aktarda satılan zayıflama çaylarının içeriklerini, nasıl kullanıldıklarını ve sağladıkları faydaları detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Ayrıca, bu çayların kilo verme sürecindeki etkilerini ve hangi bitkilerin en etkili olduğunu öğrenerek, kendi zayıflama çayı karışımınızı oluşturmanıza yardımcı olacağız. Doğal ve sağlıklı bir yaşam için bu çayların nasıl bir rol oynadığını keşfetmek için okumaya devam edin!
Unutmayın, zayıflama çayları tek başına mucizeler yaratmaz; sağlıklı bir diyet ve düzenli egzersizle desteklenmeleri gerekmektedir. Ancak, doğru seçimler yaparak ve bu çayları bilinçli bir şekilde kullanarak, hedeflerinize ulaşmanızda önemli bir yardımcı olabilirler. Şimdi, aktarda bulabileceğiniz en popüler zayıflama çaylarını ve bunların faydalarını öğrenmek için yazımızı okumaya devam edin!
0 notes
Text
Böbrek Yetmezliği Belirtileri: Vücudunuzun Sessiz Yardım Çağrısını Duyun!
Yorgunluk ve Halsizlik: Eğer sürekli yorgun hissediyorsanız, bu böbreklerinizin yeterince çalışmadığının bir işareti olabilir. Böbrekler, kanınızdaki toksinleri temizleyemezse, bu durum enerji seviyenizi olumsuz etkileyebilir. Kendinizi bir zombi gibi hissetmek istemiyorsanız, bu durumu ciddiye almalısınız. İdrar Değişiklikleri: İdrarınızda meydana gelen değişiklikler, böbrek sağlığınız hakkında…
0 notes
Text
Karaciğerden Kaynaklı Sivilceler Nasıl Geçer
Karaciğerden Kaynaklı Sivilceler Nasıl Geçer? 1. Karaciğerin Rolü ve Cilt Sağlığı Karaciğer, vücudumuzun en büyük iç organlarından biridir ve birçok önemli işlevi bulunmaktadır. Vücuttaki toksinleri temizleme, metabolizma ve besin maddelerinin depolanması gibi görevleri vardır. Karaciğerin sağlıklı çalışması, cilt sağlığını da doğrudan etkiler. Karaciğerin işlevlerinde bir bozulma, toksinlerin…
0 notes
Text
Asterocoll: Gençleşmenin ve Yaşlanma Karşıtı Bakımın Geleceği
Asterocoll, cilt sağlığını koruma ve gençleşme sürecine destek olma amacıyla geliştirilmiş devrim niteliğinde bir üründür. İçeriğinde Dioksijenil (Dioxygenyl) adlı aktif molekül bulunan bu ürün, özellikle yaşlanma karşıtı etkileriyle dikkat çekmektedir. Günümüzde insanlar genç kalma, sağlıklı bir cilde sahip olma ve yaşlanmayı geciktirme konularında daha fazla bilgi aramaktadır. Bu makalede Asterocoll'ün faydaları, cilt sağlığı üzerindeki etkileri ve yaşlanma karşıtı bakım dünyasında neden öne çıktığına dair kapsamlı bir bilgi sunacağız.
Dioksijenil (Dioxygenyl) Nedir?
Dioksijenil (Dioxygenyl) Nedir Asterocoll'ün merkezinde bulunan Dioksijenil molekülü, oksijenin soğuk plazmik formudur ve serbest radikallerle savaşta güçlü bir silah olarak bilinir. Serbest radikaller, yaşlanmayı hızlandıran en önemli unsurlardan biridir ve ciltteki hücrelere zarar verir. Dioksijenil, serbest radikalleri etkisiz hale getirerek cilt hücrelerini korur, böylece cildin genç kalmasına yardımcı olur. Serbest Radikallerin Yaşlanma Sürecindeki Rolü Serbest radikaller, dengesiz moleküllerdir ve vücuttaki hücrelere zarar vererek oksidatif stres yaratırlar. Bu stres, cildin elastikiyetini kaybetmesine, ince çizgilerin ve kırışıklıkların ortaya çıkmasına neden olabilir. Dioksijenil, serbest radikallerin bu zararlı etkilerini engelleyerek yaşlanma sürecini yavaşlatır.
Asterocoll ile Gençleşme Süreci
Asterocoll ile Gençleşme Süreci Gençleşme, ciltte hücre yenilenmesinin sağlanmasıyla mümkün olur. Yaş ilerledikçe vücudumuzun doğal yenilenme süreci yavaşlar. Bu da ciltte yaşlanma belirtilerinin daha belirgin hale gelmesine neden olur. Asterocoll, Dioksijenil'in antioksidan etkisi sayesinde cildin daha hızlı yenilenmesine katkı sağlar ve cilt dokusunun elastikiyetini korur. - Kollajen Üretimini Artırır: Asterocoll, cildin temel yapı taşı olan kollajen üretimini destekler. Kollajen, cildin sıkı ve pürüzsüz kalmasını sağlar. Yaşlandıkça kollajen üretimi azalır, ancak Asterocoll'ün aktif bileşenleri, bu süreci hızlandırarak cildin daha genç görünmesine yardımcı olur. - Elastikiyet Kazandırır: Cildin elastikiyeti, gençlik göstergelerinden biridir. Asterocoll, cildin doğal elastikiyetini artırır, böylece sarkmaların önlenmesine yardımcı olur. - Cilt Tonunu Düzgünleştirir: Cilt lekeleri ve renk farklılıkları, yaşlanmanın bir başka belirtisidir. Asterocoll, cilt tonunu dengeleyerek daha parlak ve pürüzsüz bir görünüm sağlar.
Yaşlanma Karşıtı Bakımda Asterocoll'ün Rolü
Günümüzde yaşlanma karşıtı bakım ürünleri, sadece kozmetik bir tercih olmaktan çıkmış, cilt sağlığını korumanın önemli bir yolu haline gelmiştir. Özellikle çevresel faktörlerin cildimize zarar verdiği bir dünyada, bu tür ürünlere olan talep artmaktadır. Asterocoll, yaşlanma karşıtı bakımda sunduğu benzersiz özelliklerle ön plana çıkar: Antioksidan Gücüyle Cildi Korur Antioksidanlar, cildi çevresel hasarlara karşı koruyan ve ciltteki oksidatif stresi azaltan bileşiklerdir. Asterocoll'de bulunan Dioksijenil, doğadaki en güçlü antioksidanlardan biri olarak bilinir. Bu özellik, Asterocoll'ü yaşlanma karşıtı bakım dünyasında ayrıcalıklı bir konuma getirir. Ciltte biriken toksinleri temizleyerek daha sağlıklı ve parlak bir görünüm sağlar. Hücre Yenilenmesini Hızlandırır Hücre yenilenmesi, cildin genç görünümünü korumasında kritik bir rol oynar. Asterocoll, bu süreci hızlandırarak cildin yaşlanma belirtilerini ortadan kaldırır. Özellikle ince çizgiler ve kırışıklıkların görünümünü azaltmada etkili olan Asterocoll, cildin daha sıkı ve genç kalmasını sağlar. Cilt Nemini Dengeler Cilt kuruluğu, yaşlanmanın önemli belirtilerinden biridir. Nem kaybı, cildin elastikiyetini ve parlaklığını yitirip matlaşmasına yol açar. Asterocoll, cildin nem dengesini koruyarak daha dolgun ve nemli bir cilt sağlar. Bu özellik, özellikle kış aylarında ve kuru iklimlerde cilt sağlığını korumak için büyük önem taşır.
Asterocoll'ün İçeriği ve Cilt Üzerindeki Etkileri
Asterocoll'ün içeriği, cildin doğal güzelliğini ve sağlığını korumaya yardımcı olan birçok aktif bileşenden oluşur. Bu bileşenler, cildin ihtiyacı olan besinleri sağlarken aynı zamanda cilt bariyerini güçlendirir. Asterocoll'ün en önemli özelliklerinden biri, cilt hücrelerinin yenilenmesini hızlandırarak yaşlanma belirtilerini minimuma indirmesidir. - Hyaluronik Asit: Asterocoll'ün içinde bulunan hyaluronik asit, cildin doğal nemini korur ve dolgun bir görünüm sağlar. Hyaluronik asit, cildin nem kapasitesini artırarak cilt bariyerini güçlendirir ve nem kaybını önler. - Peptidler: Asterocoll, cilt yenilenmesini destekleyen peptidler içerir. Bu peptidler, ciltteki kollajen üretimini artırarak daha sıkı bir cilt sağlar. Özellikle kırışıklıkların görünümünü azaltmada etkili olan peptidler, cildin genç kalmasına yardımcı olur.
Asterocoll Kimler İçin Uygundur?
Asterocoll, yaşlanma belirtilerini önlemek ve cildin genç kalmasını sağlamak isteyen herkes için uygun bir üründür. Özellikle 30 yaş ve üzerindeki bireyler, cilt elastikiyetini ve nem dengesini korumak için Asterocoll'ü tercih edebilirler. Aynı zamanda çevresel faktörlerin cilt üzerindeki olumsuz etkilerini minimize etmek isteyen kişiler için de etkili bir çözümdür. - Yaşlanma Belirtileri Gösteren Ciltler: Asterocoll, yaşlanma belirtileri gösteren ciltlerde ince çizgilerin ve kırışıklıkların görünümünü azaltır. Ciltteki elastikiyet kaybını gidererek daha genç bir görünüm sağlar. - Çevresel Faktörlere Maruz Kalan Ciltler: Özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve hava kirliliği gibi çevresel faktörlere maruz kalan bireyler için Asterocoll, cildi koruma ve yenileme amacıyla ideal bir çözümdür.
Asterocoll Nasıl Kullanılır?
Asterocoll'ü cilt bakım rutininize dahil etmek oldukça basittir. Ürünü temiz cilde, sabah ve akşam olmak üzere günde iki kez uygulayabilirsiniz. Etkili bir sonuç almak için Asterocoll'ü düzenli olarak kullanmak önemlidir. Ürün, hafif yapısıyla ciltte ağırlık yapmaz ve hızla emilir. - Temizleme Aşaması: Cildinizi nazik bir temizleyiciyle temizledikten sonra Asterocoll'ü uygulayın. Temiz cilt, ürünün daha iyi emilmesini sağlar. - Serum Uygulaması: Asterocoll, serum formunda kullanılabilir. Yüzünüze küçük bir miktar ürün uygulayıp nazikçe masaj yaparak tüm yüze yayın. - Nemlendirme: Asterocoll uygulamasının ardından cilt tipinize uygun bir nemlendirici ile bakım rutininizi tamamlayabilirsiniz. Asterocoll, Dioksijenil molekülünün gücüyle ciltte gençleşme ve yenilenme sürecini destekleyen devrim niteliğinde bir üründür. Cildin serbest radikallerden korunmasına, hücre yenilenmesine ve kollajen üretimine katkı sağlayan bu ürün, yaşlanma belirtilerini minimuma indirir. Günümüzde yaşlanma karşıtı bakım ürünlerine olan talep giderek artarken, Asterocoll sunduğu yenilikçi formülüyle öne çıkmaktadır. Cildinizde doğal bir parlaklık ve gençleşme etkisi yaratmak için Asterocoll'ü düzenli olarak kullanabilir, cilt bakım rutininizde fark yaratabilirsiniz. Read the full article
0 notes
Text
Midedeki toksinleri temizleyen 5 güçlü karışım! Her evde var: Sindirim sistemini düzene sokuyor
PANCAR SUYU Pancar, folat, manganez ve potasyum gibi temel besinlerle dolu bir besin deposudur. Bir antioksidan türü olan betalainlerin yüksek içeriği, karaciğer fonksiyonunu ve detoksifikasyonu desteklemede özellikle etkilidir. Pancar suyu, karaciğerin doğal detoksifikasyon enzimlerini uyarmaya yardımcı olarak mide ve bağırsaklardan toksinlerin parçalanmasına ve atılmasına yardımcı olur. KAYNAK:…
View On WordPress
0 notes
Text
Ozon Tedavisi Nedir? Nasıl Yapılır? Ozon gazı güçlü oksidasyon özellikleri nedeniyle mikroorganizmaların yanı sıra fenoller, pestisitler, deterjanlar, kimyasal atıklar ve aromatik bileşikler gibi tüm toksinleri etkili bir şekilde öldürebilir ve nötralize edebilir. Yaşla birlikte, reaktif oksijen türleri hücrelerde oksidatif hasara yol açabilir. Bu duruma oksidatif stres denir. Yakın zamanlarda yapılan araştırmalar, ozon uygulama... https://www.begonya.com/ozon-tedavisi-nedir-nasil-yapilir/?feed_id=195395&_unique_id=66a67ec627115
0 notes
Text
Dioksijenil ve Detoks Sağlıklı Beslenmede Yeni Bir Yaklaşım
Sağlıklı beslenme, vücudu zararlı maddelerden arındırmanın ve optimal sağlık seviyesine ulaşmanın anahtarıdır. Son yıllarda detoks programları, vücuttaki toksinlerden kurtulmak ve genel sağlık durumunu iyileştirmek için popüler hale gelmiştir. Ancak, Asterocoll tarafından geliştirilen Dioksijenil, detoks kavramına tamamen yeni bir boyut kazandırmaktadır. Dioksijenil, güçlü antioksidan özellikleriyle vücudu temizler ve hücresel düzeyde detoksifikasyonu sağlar. Ben Tomris, bu yazıda, Dioksijenil ve detoks sağlıklı beslenmede yeni bir yaklaşım adlı konumuz hakkında bilgiler vereceğim.
Dioksijenil Nasıl Çalışır?
Dioksijenil Nasıl Çalışır Dioksijenil, Asterocoll tarafından geliştirilen ve sağlıklı yaşamın birçok alanında kullanılan yenilikçi bir moleküldür. Oksijenin soğuk plazma formunda bulunan bu molekül, vücutta serbest radikalleri etkisiz hale getirerek detoks sürecini destekler. Serbest radikaller, oksidatif strese yol açan ve hücrelere zarar veren zararlı moleküllerdir. Dioksijenil, bu serbest radikalleri yok ederek hücrelerin temizlenmesini sağlar ve vücudu toksinlerden arındırır. Asterocoll’un sunduğu Dioksijenil teknolojisi, detoks programlarında devrim yaratır. Hücresel düzeyde temizlik sağlayan Dioksijenil, vücudun doğal detoksifikasyon süreçlerini hızlandırır ve toksinlerin birikmesini önler. Bu yenilikçi molekül, sağlıklı beslenmeyi destekler ve vücudun optimal işlevselliğini korur.
Dioksijenil ve Detoksifikasyonun Önemi
Vücut, doğal detoksifikasyon süreçleri sayesinde zararlı toksinleri temizler. Ancak, modern yaşamda hava kirliliği, işlenmiş gıdalar, stres ve kimyasal maruziyet gibi faktörler vücuttaki toksinlerin artmasına neden olur. Dioksijenil, bu toksinleri etkili bir şekilde nötralize eder ve vücuttan atılmasını sağlar. Dioksijenil, karaciğer, böbrekler ve sindirim sistemi gibi detoksifikasyon organlarının daha verimli çalışmasını destekler. Dioksijenil’in hücresel düzeydeki detoks etkisi, vücudun zararlı maddelerden tamamen arındırılmasını sağlar. Bu süreç, sadece cilt sağlığını değil, aynı zamanda genel enerji seviyelerini ve bağışıklık sistemini de iyileştirir. Dioksijenil bazlı ürünler, vücudun doğal temizlik mekanizmalarını optimize ederek daha temiz, daha sağlıklı bir yaşam sunar. İlginizi Çekebilir; Sağlıklı Atıştırmalıklar Hem Lezzetli Hem Besleyici
Asterocoll’un Dioksijenil Teknolojisi: Detoksta Devrim
Asterocoll, bilim ve teknoloji alanında devrim yaratan Dioksijenil teknolojisini geliştirerek detoksifikasyon sürecine yeni bir bakış açısı getirmiştir. Asterocoll’un sunduğu Dioksijenil bazlı ürünler, vücudu serbest radikallerden ve toksinlerden temizlerken hücre sağlığını korur. Dioksijenil, vücuttaki zararlı maddeleri etkisiz hale getirerek genel sağlık durumunu iyileştirir ve organ fonksiyonlarını optimize eder. Asterocoll’un Dioksijenil teknolojisi, sağlıklı beslenme ve detoks süreçlerini desteklerken, vücudun daha hızlı bir şekilde yenilenmesini sağlar. Bu teknoloji sayesinde, sağlıklı yaşamın temel unsurları olan enerji, dayanıklılık ve hücresel temizlik bir arada sunulur. Asterocoll’un Dioksijenil bazlı ürünleri, detoks programlarının en önemli bileşenlerinden biri haline gelmiştir.
Longevity ve Dioksijenil: Uzun Süreli Temizlik ve Sağlık
Longevity, yani uzun ve sağlıklı bir yaşam, sadece vücudun zararlı maddelerden arındırılmasıyla değil, aynı zamanda hücresel düzeyde sağlığın korunmasıyla mümkündür. Dioksijenil, hücreleri toksinlerden temizleyerek hücresel yaşlanmayı yavaşlatır ve vücut fonksiyonlarının uzun süre boyunca optimal seviyede kalmasını sağlar. Bu süreç, sadece kısa vadeli bir detoks etkisi sunmakla kalmaz, aynı zamanda uzun vadede vücut sağlığını destekler. Dioksijenil’in Longevity üzerindeki etkisi, hücrelerin daha uzun süre genç kalmasını sağlamasıyla ilişkilidir. Serbest radikallerin neden olduğu oksidatif hasarı engelleyen Dioksijenil, hücresel düzeyde temizlik sağlayarak vücudun genel yaşlanma sürecini yavaşlatır. Bu sayede, daha sağlıklı, enerjik ve genç bir yaşam tarzı sürmek mümkündür.
Anti-Aging ve Dioksijenil: Cilt ve Vücut Temizliği
Anti-aging, yani yaşlanma karşıtı etkiler, Dioksijenil’in detoksifikasyon gücü ile doğrudan ilişkilidir. Cilt yaşlanmasının başlıca nedenlerinden biri serbest radikallerin neden olduğu oksidatif strestir. Dioksijenil, bu zararlı molekülleri temizleyerek cildin genç kalmasını sağlar ve yaşlanma belirtilerini geciktirir. Cilt hücrelerine sağladığı oksijenle ciltteki kolajen üretimini artırarak elastikiyet kaybını önler. Anti-aging etkisi, sadece ciltle sınırlı değildir. Dioksijenil, vücudun tüm organlarında toksinlerin neden olduğu yaşlanma belirtilerini ortadan kaldırır ve vücut fonksiyonlarının sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini destekler. Dioksijenil, hem iç hem de dış detoksifikasyonu sağlayarak genel yaşlanma sürecini yavaşlatır ve vücudun genç kalmasına yardımcı olur. İlginizi Çekebilir; Sağlıklı Beslenme İçin Planlama ve Hazırlık
Dioksijenil ile Sağlıklı Beslenme: Detoks Sürecinde Kritik Rol
Sağlıklı beslenme, detoks sürecinin en önemli bileşenlerinden biridir. Vücudun toksinlerden temizlenmesi, sağlıklı gıdalarla desteklenmelidir. Dioksijenil, sağlıklı beslenmeyi destekleyerek vücudun doğal temizleme mekanizmalarını güçlendirir. Antioksidanlar açısından zengin gıdalarla birlikte Dioksijenil kullanımı, vücudun daha etkili bir şekilde toksinlerden arınmasını sağlar. Dioksijenil, vücut hücrelerinin temizlenmesine yardımcı olurken, aynı zamanda enerji üretimini destekler. Hücreler, daha fazla oksijen alarak daha verimli çalışır ve bu süreçte detoksifikasyon hızlanır. Dioksijenil, sağlıklı beslenme programlarında detoksun en etkili tamamlayıcılarından biri olarak öne çıkar.
Dioksijenil ile Detoksun Faydaları
Dioksijenil bazlı bir detoks programı, vücudun genel sağlığı üzerinde birçok olumlu etkiye sahiptir: - Toksinlerden Temizlik: Dioksijenil, serbest radikalleri ve toksinleri temizleyerek hücrelerin yenilenmesini sağlar. - Enerji Artışı: Hücrelere daha fazla oksijen sağlayarak enerji üretimini artırır ve vücut fonksiyonlarını optimize eder. - Bağışıklık Sistemi Güçlenir: Vücuttaki zararlı maddelerin temizlenmesi, bağışıklık sistemini güçlendirir ve hastalıklara karşı direnci artırır. - Cilt Sağlığı: Cilt hücrelerini toksinlerden temizleyerek cildin daha parlak, sıkı ve genç görünmesini sağlar. - Genel Sağlık: Dioksijenil, detoks sürecini hızlandırarak karaciğer, böbrekler ve sindirim sistemi gibi organların daha verimli çalışmasını destekler. Dioksijenil, detoksifikasyon ve sağlıklı beslenmede devrim yaratan bir bileşendir. Asterocoll’un sunduğu bu yenilikçi teknoloji, vücudu serbest radikallerden ve toksinlerden arındırarak hücresel düzeyde temizlik sağlar. Longevity ve anti-aging etkileriyle, sadece kısa vadeli değil, uzun vadede de sağlıklı bir yaşam sunar. Dioksijenil ile detoks, sağlıklı beslenmenin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir ve vücudun daha enerjik, genç ve sağlıklı kalmasını sağlar. Sağlıklı bir yaşam tarzı için Dioksijenil’i hayatınıza dahil edin ve vücudunuzun en yüksek potansiyeline ulaşmasına yardımcı olun! İlginizi Çekebilir; Dioksijenil ile Enerji ve Sağlık: Asterocoll’un Gücü ile Beslenme Lifli Gıdaların Sağlığımıza Faydaları Dioksijenil ve Bağışıklık Sistemi: Sağlıklı Beslenmenin Önemli Bir Parçası Read the full article
0 notes