#türk-islam sentezi
Explore tagged Tumblr posts
Text
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#muasır medeniyet seviyesi#türk islam sentezi#Ortadoğu Müslümanlığı
16 notes
·
View notes
Text
TAŞERON=TÜRK İSLAM SENTEZİ
ABD veya küreselci baronlar Türk Milliyetçiliğini kontrol altına almak için bir partiye rol verdi. Böylece Türklüğün yanına İslam sentezi eklendi. Matematik bilen bu iki kavramın toplanamayacağını bilir. Dini inançla bir ırkın toplamı olur mu? Emperyalizm oldurdu. Türk İslam sentezcileri Müslüman olmayan Türkleri Türk saymadı. Ne güzel proje değil mi? Türk İslam sentezi kavramı Türçülük taslayan Türkleri Araplaştırdı. Bu tezgahı midesi kabul etmeyenler koptu. Türk İslam sentezcileri siyasal İslamcı, Müslüman Kardeşlerin Türkiye temsilcileri gelene kadar iktidar olamadı. Şimdi bu emperyalist projenin Türk kısmını MHP, İslam kısmını AKP temsil ediyor. Türk İslam sentezi koalisyonu ülkeyi esir aldı. Bunların biri Amerikan milliyetçisi, diğeri İngiliz Müslümanı. AKP İngilizlerin kurduğu Vahhabiliğin kurucusu Şerif Hüseyin’in görevini Türkiye’de güncelledi. Emperyalizme uyumlu, kullanışlı, namaz-oruç-haç ritüeli dışında hiçbir ahlaki değeri olmayan, vitrine sakal ve türbanı koymuş, VATANSIZ bir inanç sistemi oluşturdu.
Amerikan milliyetçisi MHP, Türkler ve Türk yurdu boğazlanırken boğazlayanlarla iş birliği yapmaktadır. Sadece iş birliği yapmakla da kalmıyorlar. Fedailiğini de yapıyor. Mafyokrasinin vitrin mankenleri...
*** *** ***
AKP F-CİA’yı yasaları çiğneyerek devlete ortak etti. Bir düşman ne yaparsa onu yapıp önce ülkenin ordusuna saldırdılar. Savaş sırlarını çalıp CİA ve Yunanistan’a servis ettiler. Yetmedi, bir savaş durumunda ülke içinde harekete geçirilecek siviller de deşifre edildi. Hatta bir savaş durumunda iç direnişte kullanılmak üzere bir yerlere depolanan silahların yeri de açık edildi. Bu faaliyetin Türkçesi neydi?
Bir ülkenin silahlı gücüne düşman saldırır değil mi? Bir ordunun zayıflatılması kimin işine yarar? Tabii ki DÜŞMANIN! Bir savaş durumunda iç direnişi başlatacak isimler niye deşifre edilir? Belli ki Türkiye’Yİ SICAK BİR SAVAŞA SOKMA PLANI VAR. Bu savaş başlamadan iç direnişi başlatacak insanları açığa çıkararak hedef haline getirmek, ülkenin bağışıklık sistemini kırmak anlamına gelir. Sahi, o isimlerden kaç kişi doğal olmayan yollardan ölüme gitti, biliyor muyuz? Hayır, bilmiyoruz.
*** *** ***
Türkiye’de Türklerle sinsice savaşan bir Türk İslam sentezi koalisyonu var. Suriyeli GEÇİCİ SIĞINMACILAR, Afganlı ABD askerleri, şimdi de ülkemiz 15 yaş altı ve 50 yaş üstü Iraklılara açıldı. Filistinliler, Afrikalılar…. Kim varsa ülkeye alınıyor. Bu sadece bir sığınmacı sorunu değildir. Bu, Türklere karşı açılmış onlarca savaşın sadece bir cephesidir.
Bir başka cephe, Türklerin devletten dışlanması ve bile-isteye fakirleştirilmesidir.
Bir başka cephe, gıdalarla oynayıp Türklerin kısırlaşmasına ve sağlıklarını kaybetmesine zemin hazırlamaktır..
Bir başka cephe, çoğunun yabancı istihbaratlarla bağı olan, Diyanet ile birlikte insanları dinden nefret ettiren tarikat ve cemaatler üzerinden, Türk ve Türk akılcılığına karşı açılan savaştır.
Bütün yeraltı ve yerüstü kaynaklarımız küresel şirketlere peşkeş çekilmiş, ABD devlet olamadan vahşi bir şekilde yapılan madenciliğe eşdeğer bir vahşilikle ülkemiz yağmalanmaktadır.
Eğitim çökertilmiş, Laiklik çiğnenerek akılcılığın terk edildiği Ortaçağ aklının hakim olduğu bir sisteme evrilmiştir.. Çocuklar öğretmenlik formasyonu olmayan, yeterli eğitim almayan imam ve tarikat elemanlarıyla buluşturulmuştur. Osmanlı’nın yıkılmasına neden olan dönme-devşirme aklı Milli Eğitim üzerinden bugün ve yarınımıza bir cephe daha açmıştır.
Irak, Suriye, Libya’da BOP için taraf olan AKP, Amerika adına lejyonerlik görevi almıştır. BOP uğruna Barzani imar edilmiş, Suriye’de Fırat’ın Doğusu’na PKK’nın yerleşmesine neden olmuşlardır. Bazıları buna yanlış politika diyor. Bunların hiç biri yanıldıkları için değil, bilakis, bile-isteye gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir.
Ege’de 20 adamızı Yunanistan’a peşkeş çekerek, Yunanistan adına T.C. Devletine sessiz bir savaş açmışlardır.
Dedeağaç Lozan Antlaşmasına göre silahsız bir alandır. Yunanistan Lozan’ı çiğneyerek Dedeağaç’ta ABD’nin askeri yığanak yapmasına izin verdi. AKP Türkiye’nin haklarını savunmayarak ABD’nin ülkemize karşı oluşturduğu tehdide olur verdi. Yani, ABD-Yunan ortaklığının Türkiye’ye olan tehdidini görmemezliğe geldi.
TÜRK İŞÇİLERİNİ sendikasızlaştırarak köle işçi haline getirdi. Ülkemizde beyaz adam ve Arapların aldığı şirketlere Türk çocuklarını ucuz, köle işçi yaptı.
Sağlık ve eğitim piyasalaştırılarak, fakirin çocuğunu okutabilmesini, kaliteli bir sağlık hizmeti almasını imkansız hale getirdi.
Tarımı ve hayvancılığı bile isteye, küreselcilerin taleplerini karşılamak için bitirdi. Köylerdeki okulları önce kapattı, taşımalı eğitim sistemi getirdi. Şimdi servis hizmeti de verilmeyecek. Tasarruf bahane, köylüleri şehirlere sürüp tarlalara çökme fikri şahane.
Vatandaşın vatandaşlık bağı mülkiyet hakkı ile güçlenir. Köyünüz, ata yadigarı toprağınız o topraklardaki kökünüzdür. Kökünüz ne kadar derine inerse o kadar güçlü ve dirençli olursunuz. Köylünün vatanına bağı bu kökler nedeniyle sağlamdır. Tarımı bitirenler, köylünün elinden meraları alanların asıl niyeti, yani ev ödevleri şimdi açık oldu. Tarımı yapılamaz hale getirip 2 yıl ekilmeyen tarlaları kiraya vereceklermiş…. Önce köylülere teklif edeceklermiş… Hikaye, asıl niyete kılıf… Ahmet’in ekemediği araziyi komşu Mehmet mi ekecek? Tabii ekemeyecek. O zaman araziler birleştirilerek küresel şirketlere kiralanacak. Küresel şirketler GDO’lu ürün ekecek. Artık o toprak bitmiş demektir. Normal tohum ekemezsiniz. AKP zaten yerli tohumu yasaklayıp,Türk çiftçisini küresel şirketlerin insafına terk etmişti değil mi? İşte bu da Türk köylüsüne Küresel şirketler adına açılan bir savaştır. Köy biterse ülkeyi unutun. Köy, toprak bağımsızlıktır. İşte bu önemli ayak kırılacaktır.
Bu uygulamayı Doğuda yapamazlar. Ağalar direnir. Kan davası çıkar. Gene elinden toprağı alınacak olanlar İçanadolu’da tarım yapan gariban çifçiler olacaktır.
Tarlaları kiraya verin. Çifçiliği hepten terk etmeye iki yıl yeter. Tarım çok zor iştir. Bıraktığınız an geriye dönüş nerede ise imkansızdır.
Artık mal ve can güvenliğimiz yoktur. Çünkü hukuk bitmiş, yargı Turuncu Türk İslam sentezci taşeronların SİLAHINA dönüşmüştür.
Mal ve can güvenliği olmayan insanların vatandaşlık bağı zayıflar ve sonra kopar. Her cepheden saldırı altında olan Türk Milleti köksüzleştiriliyor.
Osmanlı’nın yıkılış sürecinde de kanun yoktu. Eşkıya halkı haraca kesmişti. Şimdiki gibi mala çökmeler vardı. Rüşvetsiz iş yapılmazdı. Aynı durumu farklı biçimlerde YENİDEN yaşıyoruz.
Mütareke basınımız emperyalizmin emrindedir. 2008 yılında Soros, “basına 8 milyon dolar dolar dağıttım” açıklaması yapmıştı. Din adamı kisvesiyle, “Türklüğümden istifa ettim” deyip sonunda tecavüzcü Yunan’a sığınan Mustafa Sabri’nin fikri mirasçıları da görev başındadır.
Her açıdan 1914 şartları 2024 yılında ortaya çıkmıştır. Aktörlerin sadece isimleri farklıdır. Dedelerimiz Osmanlı’nın borcunu ödedi, bu gidişe Osmanlıcılık üzerinden ülkemizi borç batağına sürükleyerek çöküşü hızlandıranların borcunu gene gariban Türkler ödeyecektir.
AKP gariban Türkler üzerinden lale devri yaşıyor. Abdülhamit üzerinden saray sömürüsü yapanlar, Abdülhamit’in yolundan giderek savaşmadan isteyene istediğini veriyor.
Ülkemizi uyuşturucu cenneti yaparak en büyük cepheyi açtılar. Uyuşturucu kullanımı ilkokula kadar indi. Küçücük kasabalarda bile uyuşturucu kullanımı hızla yayılıyor. Uyuşturucu baronu Hikmetyar’ın dizinin dibine çökenlerin ne yapacağını sanıyorduk acaba?
AKMHP Türk İslam Sentezi koalisyonu T.C. Devletine karşı bir değil, yüzlerce cepheden saldırıyor.
Anayasa Mahkemesini tanımamak demek BAL GİBİ DARBEDİR!
Bu darbenin son resmi de Ahlat’ta verildi. Bahçeli, Erdoğan ve Anayasa’nın 4. Maddesi değişsin diyen bölücü Zekeriya Yapıcıoğlu elele poz verdi. İşte yeni anayasa dedikleri şey, bu resmin yasal hale getirilme işlemidir. Yapıcıoğlu AKP’nin kimine göre gizli, bize göre çok açık ajandasının tepkisini ölçmek için kullanılmıştır. Yani, bir anlamda AKP’nin mayın eşeği rolünü üstlenmiştir.
Bartholomeos AKP’nin gizli ajandası gereği Ekümenik Patrik sıfatıyla faaliyet yürütmektedir. Unutmayın, Bartholemeus CİA organizasyonuyla kurgulanan Ergenekon davasına müdahil olmuş, Kurtuluş Savaşı kahramanlık madalyası olan Papa Eftim’in emaneti Sevgi Erenerol aleyhinde açıklamalar yapmıştır.
AKP Atatürk’ün hain ilan edip Yunanistan’a yolladığı Türk düşmanı Rum papaz 6. Konstantin’in kemiklerini 2011 yılında İstanbul’a getirdi. Neden?
Keşke Yunan kazansaydı diyen ajanı en üst düzeyde ağırlamak sözün sahibini onaylamak değil de nedir?
Asker katili hain Seyit Rıza’nın heykeli Tunceli’ye dikildi. CHP sessiz kalarak onay verdi.
İşgalin içeriden yürütüldüğünü anlamak için daha ne yapsınlar istiyoruz?
*** *** ***
Ya anamuhalefet?
Meclis konu mankeni durumundadır. Sarayı meşrulaştırma aparatıdır. Bir işlevi yoktur.
AKMHP yargı dışına çıkartılmıştır.
Laiklik, dil birliği, vatanın bölünmez bütünlüğü ihlal edilmiştir. Vatan Batıdan bölünmüştür. T.C. Devletine ait topraklar(adalar)da Yunanistan ile yetki paylaşan bakanların, valilerin, askerlerin cezadan kurtulmak için yeni anayasaya ihtiyaçları vardır(!)
Güney Doğu’da Kürtçe sessizce resmi dil haline geliyor.
PKK Diasporası Kürtlerin kendi kaderini tayin için BM’e başvurdu. Başvurusu kabul edildi.
İkiz yasalar kim döneminde hazırlandı? 57. Hükümet döneminde. Yani Bahçeli’nin de içinde olduğu koalisyon döneminde. Yasalaşamadan 57. Hükümet yıkıldı. AKP gelir gelmez İkiz Yasaları(bölünme yasası) Baykal’ın CHP’si ile onayladı. Yani, hepsi orada, suç, cinayet ve ihanet mahallindeydi. Üstelik önümüzde Yugoslavya gibi dilimlere ayrılmış bir örnek varken. İşte o nedenle bugün kimse konuşmuyor. Üç maymunu oynuyor.
Diyarbakır’da bir bulvara “Türk öldürmek gavur öldürmekten daha iyidir” diyen İngiliz ajanı Şeyh Sait hainin adı verildi. Gene İngiliz ajanı İskilipli Atıf’ın adı cadde, hastane, cami ve parklara verildi. 2012 yılında Çorum’da yapılan bir parka İskiliğli Atıf’ın adı verildi. Açılışa Bülent Arınç katıldı.
Ordu belediyesi tarafından Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına ithafen; “biz denize insan dökmedik, biz denize taş dökerek Avrupanın tek havalimanını inşa ettik” pankartı asıldı. Yunan lobisinin bir elemanı AKP’den belediye başkanı seçilmiş. Seçenler bu pankarttan utanmamış.
Şeyhülislam, hain, Türklüğümden estağfurullah diyen Mustafa Sabri’nin adı Tokat’ta Anadolu İmam Hatip Lisesine verildi.
Bütün bu ihanet tablosu, Kuvayi İnzibatiye ihanet birliğinin yeniden dirilip T.C. Devletinin kurucu unsuruna meydan okuduğunu göstermez mi?
Binali Çanakkale Köprüsünün açılışında; “Çanakkale artık her türlü geçilir” dedi iyi mi?
Siz bu söz cahillikten mi söylendi sanıyorsunuz? Tabii ki hayır. Çanakkale’de hangi devletlerle savaştık? Fransa, Avustralya, Y. Zelenda, İngiltere ile savaştık. Çanakkale artık her türlü geçilebilir davetiyesi bu ülkelere mi gönderildi?
Türk düşmanlarının ölüsüyle dirisi Türklere karşı birleşiyor, kör müyüz?
*** *** ****
Ana Muhalefet partisi Türk Milletine savaş açmış bir koalisyonla particilik oynayarak koalisyonu meşru hale getiriyor. Sığınmacı adı altındaki sessiz işgale yeterli tepki konmuyor. Rezerv Alan kumpasının iptali için dava açmadılar. Ege’de işgal edilen adalarımızı halka anlatmadılar. Vatandaşlar suç duyurusunda bulundu ama muhalefet(CHP, İYİP) suç duyurusunda bile bulunmadı.
Ülkemiz kara para cehennemine döndü. Kara paranın piyasaya hakim olduğu bir ülkede namuslu para barınmaz, barınamaz. Nerede ise tek üretim alanımız olan tekstil firmaları komşu ülkelere taşınıyor. Üretim bitirilmiş. Emperyal aklın emrindekiler paraları millet bahçelerine GÖMÜYOR. Bu ne ANLAMA GELİR? “Çalışmayın, üretmeyin, beslenmeyin... Bunlar gerçekleşince zaten tembelleşecek, yardımlarla nefes alacak, onurunu koruyamayacaksın. Hayal bile kuramayacaksın. Nefes alan kuklaya dönüşeceksin..” ANLAMINA GELİR.
Böyle bir ülkede enflasyon düşecek demek YALANIN EN BÜYÜĞÜDÜR!
Böylesine büyük ihanet ve işgale susan halk MAZLUM DEĞİL, SUÇ ORTAĞIDIR.
Dünya bambaşka bir döneme evrilirken Ortaçağ Karanlığında debelenen ülkeler yok olmaya mahkumdur. Sen deccaliyetin temsilcisi şeyh, şıhlar önünde secde ederken, cami cambazlarının ağzına aval aval bakarken elin oğlu gelir seni kıçından patlatır, mefta olursun.
En çok hayret ettiğim durum ise;
“KENDİ ÜLKESİNDEKİ ŞEYTANLARA TAPANLARIN ŞEYTAN TAŞLAMAK İÇİN HACCA GİTMESİ....”
Zahide UÇAR (23.09.2024)
2 notes
·
View notes
Text
Siz dine karışırsanız, din de size karışır… – Özgür Üniversite
Siz dine karışırsanız, din de size karışır…
Fikret Başkaya
Bütçe görüşmelerinde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in, “sizin tarikat-cemaat dediğinize biz STK diyoruz” demesiyle, laiklik tartışma gündemine gelir gibi oldu… Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924’de Şeriyye ve Evkaf Vekaletinin yerini aldı. 1924 Anayasası’nın 2. maddesinde: “Türkiye Devletinin dini, dîni İslamdır” deniyordu. 1928 yılında yapılan değişiklikle ‘Devletin Dini İslamdır maddesi anayasadan çıkarıldı… İlerleyen dönemin anayasalarında da (1961, 1982) laiklik maddesi yer almaya devam etti…
Bir ilkenin, bir şeyin anayasada ve yasalarda yer alması, onun gerçek dünyada reel bir karşılığı olduğu anlamına gelmez… Nitekim, 1982 cunta anayasanın ikinci maddesinde: Türkiye Cumhuriyeti ‘demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” deniyor… Geride kalan dönemde bunların her birinin gerçek yaşamda ne kadar karşılığı vardı?.. Eğer tevatür edildiği gibi ‘hukuk devleti’ olsaydı devlet onca zamandır bu kadar katliam yapabilir miydi? Eğer ‘demokratik’ olsaydı Türkiye bu günkü sefil hallerde olur muydu? En temel insan hakları ayaklar altına alınır mıydı? Düşünce suçu diye bir şey olur muydu? ‘Soysal olsaydı’ insanlar açlık, yoksulluk ve işsizlikle, çaresizlikle cebelleşir miydi?
Laikliğin bir tanımı var: ‘Devlet hiçbir dinî işlev görmeyecek, din de siyaset alanının dışında kalacak, politika alanına burnunu sokmayacak’… Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devasa bir kurum devletin göbeğinde yerini almışken, hala laiklikten söz edilebilir mi?.. Aslında söz konusu olan da ‘başkanlık’ değil, ‘bakanlık’… Din Bakanlığı… Örgüt yapısı bakanlıklarınkinden farklı değil… 1924 Anayasasından ‘devletin dini İslam’dır’ maddesinin çıkarılmasının reel bir karşılığı yoktu… Benim ilk nüfus cüzdanımda “Dini İslam, mezhebi Hanefi” yazılıydı… Laik bir rejimin insanların diniyle-imanıyla, inancıyla ne ilgisi olabilir? Türkiye’de geçerli olan “Türk-İslam Sentezi” denilendir… Din her zaman politikaya karışmaya devam etti…Tabii politika da dine… En büyük tarikat/cemaat Diyanet İşleri Başkanlığıdır…
Laiklik sadece devletin, siyasi otoritenin tüm dinler ve inançlar karşısında ‘eşit mesafede durması’ değil, ne surette olursa olsun dine bulaşmamak, ‘karışmamak’, müdahale etmemeyi varsayar…
O halde sadede gelebiliriz… Türkiye’de laikliğin neden hiçbir zaman gerçek bir varlığı olmadı? Türkiye’nin egemenleri, mülk sahibi sınıflar, sadece uyduruk resmî ideolojiye dayanarak yönetemeyeceklerini biliyorlardı… Dini yardıma çağırmak zorundaydılar ve çağırdılar… Dinin devlet aygıtına daha çok nüfuz etmesinin bir nedeni de ABD faktörüydü… ABD- NATO cephesinin dini ,toplumsal uyanışın, demokrasinin ve sosyalizmin önünü kesmenin aracına dönüştürmek gibi bir planı vardı… Türkiye 1945 sonrasında ama asıl 1952 de emperyalist bir askeri saldırı paktı olan NATO’ya üye olmasıyla din devlet aygıtına daha çok sokuldu… Süreç 1980 NATO’cu darbe sonrasında daha da hızlandı… 2002’de Politik İslamcı AKP’nin iktidara taşınmasıyla da zirve yaptı… AKP iktidarı bidayette şimdilerde FETÖ’ denilenle bir ittifaktı… 2010’dan sonra aralarında sürtüşme başladı, 2016 da da FETÖ’cü darbe girişimi denilenle de son buldu ama AKP darbe girişimini bir fırsata çevirerek devlet aygıtını baştan sona dizayn etmeyi başardı… Elbette “FETÖ’den boşalan yer de başka tarikat ve cemaatler tarafından doldurulmak kaydıyla… Şimdilerde Türkiye’deki rejim ‘ İslam soslu faşizm manzarası arz ediyor… Siz anayasada yazılana bakmayın…
Geride kalan dönemde Türkiye’de din, burjuva partilerinin seçimi kazanma araçlarından biriydi… Ama asıl amaç sosyal uyanışın, demokratikleşmenin, sosyalist mücadelenin önünü kesmekti… Din o için araçlaştırıldı… Tarikatların ve Cemaatlerin devlete sızdığı bir vakıa ama hep sızan sorun ediliyor da sızdıranın dahli hiçbir zaman ilgi ve kaygı konusu yapılmıyor…
Diyanet İşleri Başkanlığının 2024 yılı bütçesinden aldığı pay 79 milyar 557 milyon 847 bin TL… 6 Bakanlığınkinden fazla… Geçen yıla göre %151 artış var… İstediğinde daha çok kaynağı kullanmanın önü açık olmak kaydıyla… 211 bin 164 personeli var… Devlet aygıtı içinde bir din ordusu…
‘Laik demokratik’ dedikleri Türkiye’de 87 bin 806 cami var… Nüfusu yaklaşık aynı olan İran İslam Cumhuriyetinde 48 bin cami var… Ve cami inşaatları hız kesmeden devam ediyor… Okul sayısı da 70 bin 393… Bu rakamlar size bir şey ifade ediyor mu?
Öyle laik bir ülke ki, bir mezhebin finansmanı için 85 milyondan vergi alınıyor… Ve sadece Sünni Müslümanlara ‘hizmet veriyor’… Bu ülkede herkes Sünni Müslüman mı? Farklı inançlar yok mu, dini farklı yorumlayanlar, Aleviler, ateistler, bir dinî inancı olmayanlar yok mu?
Devlet aygıtının tüm gözeneklerine ‘sızdırılan’ Cemaat-Tarikat denilenlere gelince, bu yapılanmalar, dini servete el koymanın aracına dönüştürüyorlar… Tarikat ve Cemaat Liderleri müritlerini köleleştiriyor… Düşünme yeteneklerini dumura uğratıyor… Yurttaş olmalarının önünü kapatıyor… Söylemleri başka olsa da asıl yapılan dini özel çıkarlar için araçlaştırmak, din kisvesi altında zenginleşmek… Tarikattan-Cemaatten çok, büyük kapitalist holdinglere dönüşüyorlar… Büyük servetlere sahipler… En önemli kozları Batılı düşünce ve yaşam tarzlarına yönelik itirazları ama Batı karşıtlıkları da bir ikiyüzlülükten ibaret… Elbette Batı Düşüncesi ve yaşam tarzı da eleştiriyi hak ediyor ama onu bir zenginleşme aracına dönüştürmemek kaydıyla! Retorik öyle olsa da Batı’nın ürettiği ne varsa kullanmakta acele ediyorlar ve asla bir sakınca görmüyorlar… Velhasıl ikiyüzlülük istisna değil, kural…
O halde laikliği tartışmaya var mısınız?
0 notes
Text
youtube
Normalde osmanlı imparatorluğu dediğin şey, kurucusu türk osman bey olan; italyan, bizans-yunan, slav, türk, moğul, arap, iran, çin, hint, kafkas,ermeni yahudi, kuzey afrika, mezopotamya vs karışımı kültürel etkileri bir imparatorluktu
Din olarak da ortodoks hristiyanlık, musevilik, ve islam aynı çatıda. Farklı eyaletlerden, bölgelerden oluşuyor
Bunun dengeleriyle oynarsan bir şeye benzemiyor güdük kalıyor
bugünkü gibi
Ya da sadece iran, arap afganistana middle easterne dönüşüyor vs
Aslında ne roma-yunan ne arap ne de iran, hint, çin kültürü tek başına varolabilen kültürler
Bunun mecburi sentezi, ve harmanı burada geçmişte yapıldı ve anlamı bitti artık da sadece kaos ve gerilim kaldı
İstenmeyen hayata dönüştü
Ne bir batılı, avrupalı ne de bir doğulu müslüman bunu bugünkü modern hayattan bakıp bunu algılayabilme kapasitesine sahip değil çünkü aşırı derecede komplike bir sentezdi, tarihçi arkadaşla o şekilde karar kılmıştık bir kere oldu bitti.
Bugün çirkin ve anlamsız geliyor, çünkü herkes kendine mal etmeye çalıştı.
0 notes
Text
kemalizm yapıcıdır, kenanizm yıkıcı,
kemalizm laiktir, kenanizm türk-islam sentezi,
kemalizm kurtuluş savaşıdır, kenanizm yarım demokrasiye vurulan darbedir,
kemalizm gününe göre ciddi bir ilerlemedir, kenanizm ciddi bir gerileme,
kemalizm bursa nutkudur, kenanizm andımız...
0 notes
Photo
Türk-islam sentezi!! bakın neler yapıyorlarmış!! neden yurt yapılmadığı ortada!! #hayatınıseçenkadın #SedefKabaş @sedefkabas 🧿✌️ https://www.instagram.com/p/CnpkbY3sV4p/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
GEPPETTO USTA VE İSLAMCILIK
1925 Türkiye - Sovyet saldırmazlık antlaşmasının SSCB tarafından tek taraflı feshinin sebebi, 2. Dünya savaşında tarafsızlık çizgisini benimsemiş olan Türkiye'nin Alman'ları resmi olmayan yollar ile SSCB ye karşı desteklemiş olmasıdır. 1939 yılından itibaren süreç biraz incelendiğinde, batı ile askeri anlamda entegre olma çabalarının hız kazandığını gözlemleyebiliriz.Bu çabaların en önemli gerekçesi, Sovyetler Birliğinin bölgede ki hak talepleridir.Bu talepler siyasal bahane olarak kullanıldı ve CHP iktidarı ABD ile '' askeri üst yapımını '' da kapsayan ilk gizli ikili anlaşmasını imzaladı.Ardından reddedilen ilk resmi NATO başvurusu yapıldı.14 Mayıs 1950 de Demokrat Parti iktidar oldu. Demokrat Parti, seçim kampanyasını NATO üyeliği üzerinden yürüttü. Öyle ki 26 Haziran 1950'de Kore savaşı patlak verdi Henüz Amerikan tümenleri Kore'ye varmamışken Demokrat Parti’nin Dış işleri Bakanı Fuat Köprülü; '' Türkiye, BM çerçevesi içinde kendi hissesine düşen bütün yükümlülükleri yerine getirmekle sorumludur’ açıklamasını yaptı. Açıklama havada kalmadı.Türkiye ABD'den sonra Kore'ye kara kuvveti göndereceğini açıklayan ilk ülke oldu.Oldukça özet ile geçtiğim bu sürecin ardından Ağustos 1950 'de NATO başvurusu yenilendi.Bu başvurunun kabul edilmesi ile Eylül 1951 de Türkiye resmi olarak NATO ya girdi.
1945 senesinden sonraki süreç, İslam dünyasının hızla dindarlaştığı bir süreçtir. Daha doğru bir cümle kurmak gerekirse, 1945 den sonra İslam dünyası hızla DİNDARLAŞTIRILDI! Çünkü bu bir projeydi ve bu projenin içinde pek tabii Türkiye de bulunuyordu.
*1968 senesi, 68 kuşağı dediğimiz kuşağın çiçek açtığı senedir.Altını çizmemiz gereken husus, bu kuşak sadece Sosyalist birikimin öncülük ettiği aydın sınıfını ortaya çıkarmadı! Karşısında özellikle silahlı güce başvurmaktan çekinmeyecek milliyetçi Sağ çizgiden de beslenen önemli akımlarda çıkardı entelektüel seviyede olmamada içlerinde ciddi çalışmalar yapanlar organizasyonda beyin takımını oluşturdular. Dünyadan haberdar,yenilikler ile ileri derecede entegre, üretken,Türkiye'ye pusula olabilecek zihinler 68'in sol zihinleridir.Fakat devletin tarikatlara el attığı sene de 60 lardır! Bir nesil hazırlanacak ve bu nesil 70'ler den tek yara almadan kendini 80'lerin ardına atacaktı. Fakat 80'ler sonrasına gitmeden, yani İslamcılar ile tanışmadan evvel, projenin Ülkücü/Milliyetçi hedefini yerli yerine oturtmakta fayda var. 70'ler şiddet olaylarının tavan yaptığı ve kesimlerin/kutupların kendini çok derin çizgiler ile belirlediği yıllar.Sağ-Sol tartışmasına girmeyeceğim.Bu tartışmanın ve bu tartışma etrafında parlayan ateşin ne kadar canımızı yaktığı, ne kadar enerjimizi tükettiği aşikar.bir oyalamacaydı diyip kapatayım Fakat işin sosyolojisi ile direkt ilgileniyorum.Ülkücü kesimin önemli isimlerinin başında, sonralardan Doğu'nun başbuğu olarak da anılacak Yılma Durak sol ile aralarında ki farkı şöyle izah ediyordu; ''Biz sosyalistler ile teşhiste bir'iz. Tedavi de ayrılıyoruz.'' Bu söylem Goebbels’in İşçimsınıfına yaptığı konuşmasının benzeridir ‘ bizi sosyalistlerden ayıran en büyük fark sizin halkınızı daha iyi savunabilecek kadrolara sahip olmaktır” Ülkücüler ile solcular ekonomi, ülkenin kalkınması, adil bölüşüm, adalet ve hukuk'un temin'i konusunda çok benzer fikir'lere sahiptiler. Fakat kavga ediyorlardı. Aynı ülkücüler, hemen her alanda zıt düşüncelere sahip oldukları İslamcılar/Şeriatçılar ile aynı yol'a itildiler. ( Dikkat edelim ABD başkanı Carter’ın 1947 de ABD başkanı Truman tarafından hazırlanan doktrine ( BOP) yeşil kuşak projesini dahil etmesinden sonraya denk gelir -> Türkeş’in Türk-İslam sentezi projesi ) 70'ler kutupların hızla silahlandığı ve bu silahların hemen her gün kan döktüğü bir iklimin adı oldu. Birtakım silahlı örgütler kuruldu. Bu örgütlerin bazılarının başına solcular. Bazılarının başına ülkücüler getirildi.
O döneme ait ufak bir gazete çalışması bile yapsanız, komando kamplarında yetiştirilen ülkücü çocukların haberlerine rastlayabilirsiniz.Aynı çalışmadan silah kullanmakta pek mahir solcu çocukların da haberlerini okuyabilirsiniz.Proje çok açıktı.Ülkücüler hızla hidayet'e erdirilecek. Sol 12 Eylül 1980 darbesine kadar canlı tutulacak. 80 darbesi ile hidayet'e ermiş ülkücüler ve devlet ile masaya oturmuş solcular hariç her iki kesiminde potansiyel kuvvetlerinin üstünden buldozer gibi geçilecekti. Öyle de oldu! 12 Eylül 1980 darbesi sadece Türkiye'de yapılmış bir darbe değildi.Hedef alınmış koca bir coğrafyanın dindarlaştırılması için uygulamaya konmuş planın bir halkasıydı. İslam dünyasının, Sovyet'lere karşı dindarlaştırılmasına karar verilmişti. Ardı ardına;
1978 Pakistan'da Ziya Ül Hak darbesi.
1979 İran'da Humeyni darbesi.
1980 Türkiye'de Kenan Evren darbesi.
Perde açılır ve karşınız da '' Yeşil Kuşak.
10 notes
·
View notes
Text
Türk-İslam sentezi
Türk-İslam sentezi veya Türk-İslâm Ülküsü, 1970'lerin ortalarında Türkiye'de ortaya çıkan sağ kanat ideoloji.
Sentez, Aydınlar Ocağı��çevresinde ortaya çıktı.��İdeolojinin önemli bir savı, Türklük ve İslamiyet arasında esasta bir uyum olduğudur. Kuramcıları, Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan ümmetçilik-milliyetçilik tartışmasıyla ilgilenmiştir. Senteze göre ümmetçilik Allah iradesine teslim olmuş bir topluluğun peşinden koşmaktır, oysa milliyetçilik kişinin kendi durumunun bilinçli olarak farkında olması hâlidir. Bu iki durum arasında bir çelişki bulunmamaktadır. Aksine, İslam, Türk olmayı mümkün kılan bir önkoşuldur, Türk kimliğinin onsuz olmaz bir parçasıdır.
Sentezciler nihai olarak ümmet birliğine karşı olmasalar da, pratik nedenlerle bunun zorluğundan hareketle, Türklüğün birliğinin önem kazandığını öne sürmüşlerdir. Senteze göre Türk milleti, diğer İslam milletlerine göre Allah yolunda savaşma açısından ayrıcalıklı bir konumdadır.
#türk #islam #turan #vatan #devlet #bayrak #millet #tarih #türktarihi #islamtarihi #muslim #asker #polis #jandarma #milliyetçihareketpartisi
#mhp #bbp
#ülküocakları #alperenocakları #türkiye #ülkücü #asena #bozkurt #ankara #tbmm #malatya #reis #alperen #durak #birumutturyaşamak
1 note
·
View note
Photo
POLİTİKA’DAN GEÇMİŞ HAFTAYA BAKIŞ
18.05.-24.05.2020 • DARBE SENARYOLARI • ERKEN SEÇİM MANEVRALARI • KANLI İÇ SAVAŞ TEHDİTLERİ TÜMÜNÜN SEBEBİ AYNI VE BİR! MHP destekli AKP-Saray İktidarı uzatmaları oynuyor. Ekonomik alanda, Dış politika alanında, iç politikada krizde. Çareyi ülke içinde Kürtlere ve sınıf güçlerine saldırmakta buluyor. O da yetmediği yerde kendinden olmayan düzen sınırları içindeki demokrat muhalefet güçlerine saldırıyor. Diktatörlük karşıtı geniş bir barış ve demokrasi cephesinin oluşumunu engellemek, güncel olarak bir araya gelmiş olan güçleri de zayıflatmak, bölmek ve etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Son haftalarda TV'lerde ve sosyal medya mecralarında kendi tetikçilerine ve figüranlarına sallattıkları tehditler de bu çerçevede ele alınmalı. Bu soysuzlar vasıtasıyla da suya sabuna fazla dokunmayan ama diktatörlüğe karşı tavır alan çok geniş bir nüfusu sindirmeyi hedefliyorlar. HDP ülkenin üçüncü en büyük partisiyken, onu yıpratmak, geriletmek ve diğer muhalif güçlerle arasına kama sokmak için çeşitli senaryolar düzenliyorlar. HDP'nin ülkenin barış, demokrasi, emek, bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin sınıf mücadelesinin belirli bir alanında birlikte temsilini sağladığı biliniyor. Halkların demokratik cephesi olarak da adlandırılabilecek ve parlamentoda da temsil edilen, seçimlerde karşılığını bulan bu oluşumu taktik alanda en tehlikeli düşmanları olarak görüyorlar. Bilinmelidir ki, AKP iktidarı 2013 yılından beri sürekli kan kaybetmekte, zayıflamakta, bölünmekte ve yokuş aşağı gitmektedir. Devlet statükosunun ve örgütlenmesinin hizmetine girmeleri, onların vitrinine oturtulmaları ile başlayan süreç, 7 Haziran 2015 seçimlerinde aldıkları yenilgiyi önleyemedi. Eğer 2015 Haziran'ından itibaren, baskı, terör ve yasaklamalara baş vurmasalardı, hukuksuzca Haziran seçimlerini Kasım ayında o devlet terörü ortamında tekrarlatmasalardı ne Saray İktidarı oluşacaktı ve de MHP'nin desteğini alacaklardı. MHP de sanal bir destektir, AKP'nin kendisi ve Erdoğan da vitrindeki figüranlardır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin iradesi bu işbirliğini sağlayarak parlamenter alanda yüzde 30-35'leri geçmeyen seçmen oy oranını AKP'yi vitrine çıkararak, onların etkilediği seçmen kitlesini kendi amaçları doğrultusunda yönlendirerek yüzde 60'lara ulaşmışlardı. Şimdi bu yapı tekrar çatırdıyor. Toplumu kanlı bir iç savaşa yönelik tehditlerle, Darbe senaryoları, ve Erken Seçim manevraları ile etkileyerek kendi güçlerini tekrar toplamaya çalışıyorlar. Dışarıda da Irak, Suriye ve Libya'da savaş oyunları körükleyerek ülke içinde güçleneceklerini zannediyorlar. Bu etmenlerin tümünü kullanarak "Türk-İslam Sentezi" düşüncesini ön plana çıkararak yığınları etkilemeye yöneliyorlar. Kısmen başarılı da oluyorlar. 2013 yılından beri inişler ve çıkışlarla bunu yaşadık. Ancak, 2019 Mart ve İstanbul'da tekrarlanan yerel seçimlerle tehlike çanları tekrar gündem oldu. Devletin tüm olanaklarını kullanmalarına rağmen, Cumhurbaşkanı meydanlarda AKP için seçim çalışması yapmasına rağmen, AKP ve MHP devletin güvenliğinden, medyasına, araç gerecinden, parasına kadar tüm kaynakları kullanmasına rağmen MHP destekli AKP-Saray İktidarı yerel seçimlerde yenildi. Bu cümlenin altını çizmek ve önemini anlamamız lazımdır. Şimdi her türlü hukuksuz yöntemle, seçim kanununu da değiştirip yüzde elli artı bir maddesini kaldırarak görüntüde güçlü olduklarını göstermeye çalışacaklar. Bunu da becerebilirler. Ama aynen seçimlere hile karıştırıldığı gibi bu tür hilelerle bu iktidarın uzun vadede sürmesi mümkün değildir. Bilmeliyiz ki tüm hukuksuzlukların nedeni aslında kendi güçsüzlükleri ve gidici olmalarıdır. Türkiye'nin barış, demokrasi, emek, bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm güçleri bu oyunu bozacak yegane güçtür. Sanıyorlar ki, işçinin, emekçinin yemek masasında her gün daha da küçülen ekmek, cebine giren maaşın azalması, işsiz sayısının artması toplumda hiç bir tepkiye neden olmayacak. Bu tepkilerin oluşması ve ilk aşamada seçimlerde kendini belli etmesi onların tadacakları en büyük yenilgi olacak. Ancak onlar yine varlıklarını sürdürdükleri sürece bu sefer kaybettiklerini geri kazanmak için her tür çirkinliğe baş vuracaklardır. Kanlı iç savaş senaryoları üretmelerinin nedeni budur. Sıtmayı gösterip halkı ölüme razı etmek istiyorlar. Veya diğer bir ifadeyle halka yağmurdan kaçarken doluya tutulacaksınız demeye getiriyorlar. Bu şekilde halkların kendilerine istemeye istemeye rıza göstereceklerini bekliyorlar. Bu oyunu bozmak ülkenin barış ve demokrasi güçlerinin mücadelesi sonucunda halkların iradesi ile sağlanacaktır. Korktukları ve engellemeye çalıştıkları budur.
1 note
·
View note
Text
Siyaset bilimci Ümit Kumcuoğlu: "AKP yerine BKP kurulsa da hiçbir şey değişmez. Türk-İslam sentezi demek yönetim boşluğu, yolsuzluk, yoksulluk, adam kayırma, kamu kaynaklarını çar çur etme ve ..."
Siyaset bilimci Ümit Kumcuoğlu: “AKP yerine BKP kurulsa da hiçbir şey değişmez. Türk-İslam sentezi demek yönetim boşluğu, yolsuzluk, yoksulluk, adam kayırma, kamu kaynaklarını çar çur etme ve …”
Siyaset bilimci Ümit Kumcuoğlu: “AKP yerine BKP kurulsa da hiçbir şey değişmez”
“Türk-İslam sentezi demek yönetim boşluğu, yolsuzluk, yoksulluk, adam kayırma, kamu kaynaklarını çar çur etme ve …”
Siyaset bilimci Ümit Kumcuoğlu, Erdoğan’ın “dava arkadaşları” Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül ve Ali Babacan’ın yeni parti kuracakları yönündeki iddiaları farklı bir perspektiften değerlendirdi.
Kumcuoğlu…
View On WordPress
#abdullah gül#ahmet davutoğlu#Ali Babacan#gazeteler#Gazetelink Medya#haberler#Türk-islam sentezi#Türkiye İttifakı#Ümit Kumcuoğlu#yeni parti
0 notes
Text
🎯 Müslüman Kardeşler Macerasının Sonu 🎯
Yıl 1928 Mısır'da Müslüman kardeşler adı altında bir dinci ideoloji örgüt kurar.
Ortadoğu ve çevresi ihanet topraklarıdır. İnsanlığa zulüm eden bütün çabalar dünyaya bu topraklardan dinler veya ideolojiler aracılığıyla yayılmıştır.
Müslüman kardeşler adı altında dinci ideolojinin amaçlarını ve ilişkilerini tam zamanı geldiği için anlatmaya çalışacağım.
Bu örgütün kurulma sebebi Osmanlı imparatorluğu parçalanır bu coğrafyada bir tek Mustafa Kemal Atatürk Anadolu topraklarında Türk insanlık devrimini yapar.
Dil devrimi, kadınlar ile ilgili devrimler dine karşı bir devrim gibi gösterilmesini dinci bir ideolojiye dönüştürmek isterler. Anadolu üzerinde planları olanları Türk insanlık devrimi çok rahatsız eder.
Her coğrafya ve her toplumun farklı gerçekleri var.
Çok klasik bir sözdür coğrafya kader diye bilinen söz.
Oysa coğrafyanın kader olduğu kadar o coğrafyanın üzerinde yaşayanlar da o coğrafyanın kederi olabilir.
Bağımsızlık marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un tarih ile ilgili tarihi sözünü hatırlatmakta yarar görüyorum.
✓ Tarih ders alınmış olsaydı tekerrür etmezdi.
Osmanlı sonrası devrim ile kurulan Mustafa Kemal Atatürk zamanında ki Türkiye Cumhuriyeti için bir müddet devrime muhalefet adına Mısır da kaldıktan sonra ülkemize dönen Mehmet Akif Ersoy Türk devrimini övmüş ve sahiplenmek zorunda kalmıştır.
Görkemli tüm kazanımlar aldatıcıdır.
Demo-krasi arap dilinde sürekli koltuk ve makamda kalmak anlamına gelir.
Her ziyniyetin demokrasi anlayışı farklıdır.
Bu sebeple demokrasi söylemleri dönektir. Niyeti okunamayan demokrasi söylemleri tehlikelidir.
Ortadoğu demokrasi anlayışı dinci sömürü niyeti taşır. Makam ve yetkiyi sürekli bu niyeti yaşatan zihniyetlere teslim etmek ister.
Batı demokrasi anlayışı da bundan farklı değildir. Maddi zenginliği birileri çıkarına koruyan zihniyetlerin makam ve yetki almasını ister.
12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası bu iki niyetin işbirliği yaptığı tarihtir.
Dinci ideolojiyi benimseyen, muhafazakar milliyet��i ideolojiyi benimseyen tüm ideolojiler bu anlamda Türk-İslam sentezi adı altında Müslüman kardeşler dinci ideoloji ile laiklik devrimine karşı mücadeleye giriştiler.
28 Şubat öncesi ülkemiz ideolojisini benimseyen Erbakan bu anlamda Libya'da Kaddafi'yi ziyaret etme amacı bu örgütün lideri benim havası içinde gitti.
Bir çadır tiyatrosu yaşandı ve Kaddafi Erbakan'a yardımcısı gibi davranınca orada rezil olup gelmişti.
Sonrasında sermaye asker ortaklığı 28 Şubat yaşandı kendi içinden yeni bir müslüman kardeşler ideolojisini doğurdu.
Bop projesinin eşbaşkanı ülkemizi bu yolla yönetmeye başladı.
2011'de arap baharı başladı Ortadoğu ve Batı sömürge çetesi yeni bir temizliğe başladı.
Mısır'da Müslüman kardeşler kaybetti. Tunus kaybetti. Libya'da müslüman kardeşler ve batı çetesi operasyonu ile devrimci Kaddafi tuzağa düşürüldü ve öldürüldü.
Bugün hala Libya iç savaşı bitmiş değil. Bitecek gibi de değil.
Her toplumun ve coğrafyanın gerçekleri farklıdır. Libya'da devrim lideri Kaddafi'nin politikası yeniden hakim olmadan orada huzurlu bir yaşam mümkün değildir.
Gelelim asıl konumuz bize.
Bugün gelinen noktada dine en büyük zararı dini siyasete alet eden ideolojilerin verdiği gerçek ile karşı karşıya kaldık.
Arap baharı sonrası planlanan Türk Mevsimi çalışmaları batı çetesi tarafından yönetiliyordu.
Sermaye adına bu projeyi Bilderberg adına Mustafa Koç üstlenmişti. 21 Ocak 2016 tarihinde deşifre ettiğim için yaşamını bir ibret sonucu kaybetti.
Suriye'de ki politika da Türk Mevsimi amacına hizmet etmeye yönelik bir sömürgeci ve dinci ideoloji ortak projesiydi.
Mültecilerin ülkemize getirilmesi, 15 Temmuz ile rejimin sürekli makam ve yetki demorsasisi adı altında 1950 tarihinde başlayan ihanetin bir devamı ortaklığa dönüştü.
Bop projesi hangi niyete hizmet ediyorsa sermaye ve dinci ideoloji ortaklığı da aynı amaca hizmet ediyordu.
Dış siyaset us, duyunc ve mantık sorumluğu gerektiren bir alandır.
Sonunu düşünmeyen her çaba bedel ödemek zorunda kalır. O bedeli ödemek istemeyen zihniyet ise o bedeli hile ile topluma ödettirmeye kalkar.
Darbe yapar, yaptırır, savaşa sürükler iç savaşı kendini kurtarmak adına tercih eder.
Bugün yaşanan tüm gelişmeleri bu doğrultuda değerlendirmek gerekir.
Türk devrim tarihinin üç yüz yıllık bir geçmişi vardır.
Yetmiş beş yıllık bir yıkım mücadelesi olan niyetin geldiğimiz sorunlara baktığımız zaman bu devrime yenilmiş olduğu gerçeğini değiştirecek bir gücü ve iradesi kalmamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk ve Türk insanlık devrimi yeniden kazanmıştır.
Anadolu'nun farklı ideolojik faaliyetler ile Türk ulusuna düşmanlık eden siyasi parti ve ideolojilere ihtiyacı yoktur. Anadolu ve Türk ulusunun birlik, beraberlik ve toprak bütünlüğünü koruyacak iradeye ihtiyacı vardır.
Ne mutlu Türküm diyene.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#laiklik#Müslüman kardeşler macerasının sonu
2 notes
·
View notes
Text
EMPERYALİZM BİR PROJE OLARAK ERDOĞAN'I TOPLUMUN TEPESİNE TAŞIDI, SÜREÇ İÇERİSİNDE TOPLUMSAL BİR SELEKSİYON AYGITINA DÖNÜŞTÜ
Bazı durumlarda “bir musibetin bin nasihatten daha evla olduğu” bir atasözü olarak hafızalarda yer edindiği gibi somut hayat içerisinde bir gerçeklik olarak da insan toplumunun karşısına çıkmıştır. Örneğin Erdoğan ve devri Erdoğan gibi. Erdoğan’ın ABD ve diğer emperyalist güçlerce önce BOP projesinin başına, devamında da Türkiye toplumunun tepe noktasına kadar çıkartıldığı yaşanarak da görülmüş somut bir gerçekliktir. Amaç Erdoğan’ın “yeşil kuşağın” bir mensubu, emperyalizmin “ılımlı İslam” kuramının bir uygulayıcısı olarak Arap-İslam dünyasının liderliğine, bölgede yaratılacak olan “Arap baharının” yöneticiliğine, Türkiye’nin, M. Kemal’in yönlendirmek istediği “muasır milletler” amacından saptırılarak Ortadoğu’nun tipik bir ülkesi konumuna getirmesini sağlamak olmuştu. Emperyalizmin önüne koymuş olduğu bu planı hayata geçirmek için din temelinde bir ayrışma yaratarak, Demirel’in sık sık tekrarladığı “% 99'u dindardır, Müslümandır” teranesini Erdoğan’a yaptırmak istediler. Erdoğan önüne konmuş olan bu görevi yerine getirmek için kolları sıvadı ve bütün gücü ile hayata geçirmeye çalıştı. Emperyalistler toplum mühendisliği temelinde kelimenin gerçek anlamına denk, derin bir planı uygulamaya koymaya çalıştılar.
Bu bağlamda toplumun “% 99’unun Müslüman dindar olduğu” söylemine dayanarak dindar Müslümanları öne çıkartıp geriye kalanını ise onların peşine takarak Türkiye’yi “muasır medeniyetler” amacından saptırıp, Ortadoğu’nun sıradan bir ülkesi haline getirmek için ayrıştırma işlevine başladılar. Bu plan çerçevesinde Erdoğan önce “her türden milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım” diyerek dindarları milliyetçilikten kopartmaya ve milliyetçileri dindarların peşine takmaya çalıştı. Çünkü “Türk-İslam sentezi” daha önce askeri cuntalarca denenmiş, fazla işe yaramadığı görülmüştü. O nedenle “ılımlı İslam” kuramı, onun uygulayıcısı Erdoğan ile birlikte farklı bir deneme sürecine girilmişti. 20. yüzyılda Türkiye sınıf zemininde bir ayrışma süreci yaşamıştı, toplumsal ilerlemenin bu süreci de görülmüştü. Emperyalizm o dönemde “bizim çocuklar" dediği ordu eliyle cuntalar yapıp, onlara “Türk-İslam sentezi” politikalarını ürettirerek amacına varmaya çalışmıştı. Olmadı, yapamadı, ulaşmak istediği yere varamadı. Söz konusu amacına devri Erdoğan’la varmayı planladı. Devri Erdoğan’da Türkiye toplumu Kılıçdaroğlu’nun sık sık tekrarladığı gibi “bir ayrıştırma, ötekileştirme” sürecine sokuldu. Ama sınıf temelinde değil genel toplum temelinde yapılmaya çalışıldı.
Erdoğan, "amacım bir dindar kesim yaratmak” diyerek, dindar insanlarla toplumun diğer kesimlerini ayrıştırarak amacına varmayı planladı. Bununla da yetinmedi, basın- yayın, işçi sınıfı, akademisyenler, hatta “yerli ve milli” diyerek burjuvazi arasında da mimarlar, mühendisler, doktorlar, avukatlar, hakimler, savcılar vb. gibi bütün toplum kesimleri arasında amansız bir ayrıştırma süreci başlattı ve bütün hızı ile devam ettirdi ve ettiriyor. Söz konusu ayrıştırma toplumu böldü ama olması gereken doku ve dengeler üzerinde böldü. Örneğin dindarlar arasındaki bölünme: dini çıkarlarına alet eden, dini bir sömürü malzemesi yapan din bezirganları ile gerçek dindarlar arasında yaşandı. Dini bir sömürü aracı olarak gören din simsarları Erdoğan’ın yanında, dini tanrı ile kendi arasında bir vasıta olarak görüp, dini görevlerini yapanlar karşısında yer aldılar. Dindarlar söz konusu temelde bir ayrışma yaşarken bir dindar bütünlüğü sağlanamadığı gibi dindarların dinamik ve ruh sağlığına sahip olanları Erdoğan’ın karşısında, çürümüş, tortulaşmış olanları da Erdoğan’ın yanında yer almaya başladılar. Dindarlar mezrasında böylesi bir gelişme süreci yaşanırken basın yayın alanında yapılan ayrışmada da benzeri bir ortam oluştu.
Basını bir sömürü ve çıkar aracı olarak gören, böyle davrananla basını bir toplumun haber hakkı olarak görüp, ona denk bir tavır içine giren iki basın erbabı ortaya çıktı. Basın yayın işini toplumun bir haber alma olgusu olarak gören gerçek yayıncılar Erdoğan’ın karşısında, basını bir toplumu yanıltma aracı olarak gören sahtekarlar ise Erdoğan’ın yanında “yandaş basın” olarak yer aldılar. İşçi, memur ve bütün emekçiler de böyle. Erdoğan’ın kurdurmuş olduğu bazı “sarı” memur ve işçi sendikaları açık, açık işçi sınıfı ve entelektüel emek sahibi memur tabakasına ihanet ederek Erdoğan hükümeti ile anlaşırken gerçek memur ve işçi sendikaları işçi sınıfı ve entelektüel emek sahibi emekçilerin hakları için direnip mücadele ederek, Erdoğan yönetiminin karşısındaki yerlerini aldılar.
“Yerli ve milli” diyerek burjuvazi içerisinde yapmaya çalıştıkları ayrışmada da umduğu sonuca varamadı. Varamadığı gibi sitem karşıtı burjuva bile yaratmak durumunda kaldı. Gençliği, işsizleri katmıyorum bile, gençlik Erdoğan tarafından tümü ile dışlandığı için sistem dışı bir konumda durmaya devam ediyor. İşsizler kendilerini yakacak kadar Erdoğan yönetimine karşı bir duruş içindeler. Aynı duruş avukatlar için de geçerli. Avukatlar içinde Fevzioğlu ile yaratmaya çalıştığı ayrışma Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) bir bütün olarak Erdoğan’ın karşısına çıkmalarına neden olmuştur.
TBB Erdoğan’ın genel başkanları Fevzioğlu’nu “yandaş” hale getirince dünyada eşine az rastlanır bir tavır koyup, tutum geliştirerek Türkiye’de geçek hukukun sahibinin kim olduğunu net olarak göstermiştir. Erdoğan’ın hukuk düşmanlığı karşısına TBB aşılmaz bir engel olarak dikmiştir. Erdoğan’ın olağanüstü hal ilan ederek işten atarak ayrıştırmaya çalıştığı akademisyenler bir bütün olarak olmasa bile büyük bir çoğunlukla Erdoğan’ın karşısında yer aldılar. Topluca belirtmek gerekirse: Emperyalizmin toplum mühendisliği temelinde siyasi arenaya sürülmüş olan Erdoğan, kendisine biçilmiş olan kaftanın erbabı olamadı. O nedenle de araları açıldı, bozuştular. Söz konusu bozuşma sonucu Erdoğan kulvar değiştirme tavrı içine girdi. ABD ve NATO’ya sırt çevirerek, rotayı Rusya’ya çevirmeye başladı. Yapmış olduğu bu manevra gereği NATO silahları yerine Rusya’dan silah alamaya başladı. Erdoğan kendine yeni bir partner arayışı içine girdikçe ABD ve AB de Suriye’nin Kuzey ve doğusunda yeni bir oluşum yaratmaya başladılar. Askeri, mali, siyasi destek vererek, Erdoğan’ın düşman olarak gördüğü bir yapı yaratıyorlar. ABD, ABD olalı hiçbir insan toplumuna insani bir katkı yapmamıştır. Suriye Demokrasi güçlerine nasıl bir katkı yapar bilemiyorum. Ama söz konusu alanda hiç de küçümsenemeyecek bir yapılanmaya destek verdiği şimdilik kesin gibi.
Suriye Şam yönetimi şimdiye kadar QSD’ye “demokrasi” gücü diyor, öyle niteliyordu. Ama ABD ve AB’nin söz konusu alanda yaratmış olduğu yapılanmayı net olarak görünce: “bölücü terörist” olarak niteleyerek BM'ye şikayet etmeye başladı. AB ve ABD açık açık Suriye’nin kuzey ve doğusunda askeri, mali ve siyasi olarak destek verip bir yeni güç yaratırken Erdoğan ha bire “sabrımız kalmadı” diyerek söz konusu alana saldıracağını tekrarlıyor. Kendi kendini mi yoksa Suriye yönetimini mi aldattığı belli değil. Ama herhangi bir saldırı yapma olanağı en azından şimdilik olası gözükmüyor. Erdoğan yaptığı ayrıştırma siyaseti ile iç politikada başarılı bir sonuca varamadığı gibi dış politikada yapmaya çalıştığı ayrıştırma ile iyice bataklığa saplandı. Özellikle yapmış olduğu Kürt düşmanlığı iç politikada iktidar tabutuna çakılan bir çiviye dönüşürken dış politikada ise müthiş felaketi çağrıştıran bir konuma doğru ilerliyor. Erdoğan’ın Savunma Bakanı her gün “birkaç teröristi etkisiz hale getirdik” diyerek kendini avuturken “terörist” olarak niteledikleri güçler Suriye’nin kuzeyinde askeri, mali ve siyasi bir güç olma yolunda hızla ilerliyorlar. Erdoğan diktatörlüğü yaratmış olduğu yandaş medya, yandaş dinciler, yandaş işçi vb. gibi iç güçlerle çürümüş, kokuşmuş bir olguyu ifade ederken, dış politikada da sadece hiçbir değeri olmayan kuru gürültü yapan bir palavra mekanizmasına dönüşmüş durumda.
Evet, Erdoğan emperyalizmin bir projesi olarak Türkiye siyasi arenasına sokulurken süreç içerisinde toplumu ayrıştıran bir selektöre dönüşerek toplumun çürüyen kesimini kendi yandaşı yaparken en dinamik kesimini de karşısına iterek derinlemesine bir ayrıştırma gerçekleştirdi. Aynı ayrıştırmayı dış politika ve diplomasi planında da yaptı. Şu anda korkunç bir iç ve dış çatırdama ile önü alınamaz bir çöküş yaşıyor. Erdoğan diktatörlüğü çürütmüş olduğu toplum kesimi ile birlikte tarihin çöplüğüne doğru yol alırken toplumun diri ve dinamik kesimi Türkiye’yi bir üst düzeyde yeniden yaratmanın gayreti içine girmiştir.
Teslim Töre 19 Eylül 2019
3 notes
·
View notes
Note
Atsız’ın dini görüşü hakkındaki düşüncen nedir?
İslam felsefesi/dini arap muhammedin bedevi çöl uydurmalarından ibarettir. Müslüman olan bir kişi tamamen Türk olamaz. Tamamen özü, sözü, inancı, dileği, dili Türk gibi Türk'e göre yaşamak varken hem müslümanım hem de Türk'üm diyerek Türk-islam sentezi gibi aptalca bir düşünceyi savunanlar, Türklüğü sulanmış olan kimselerdir. İslamiyet bize ruh katmaz, Türklüğünü arap devşirmelerin eline bırakmayanlara esenlikler diliyorum.
Atsız Ata'nın da dediği gibi;
“Tanrı insan idraki dışındadır. kur'an, muhammed'in talimatıdır. bunun birçok delilleri vardır. bir tanesi birçok yerinde aya, güneşe, fecre, atların köpüren ağızlarına yemin ve and verilmesidir. yemini kim eder? insan eder ve kendisinden daha üstün bir varlığın adına eder, tanrı yemin eder mi? tanrı'dan daha üstün bir varlık olmadığına göre kendi yarattığı aya, güneşe neden yemin etsin? görülüyor ki bu yeminler muhammed'in gönlünden ve beyninden doğmadır ve hatta araplar arasında islamiyetten önceki zamanların usul ve adabınca edilmektedir.”
3 notes
·
View notes
Text
Başbuğ Alparslan Türkeş i gören ve seven ozan özellikle MHP genel başkanı ile yıldızı hiç barışmadı. Özellikle ataerkil erkeklik yiğitlik ve mertlik yanlısı eğilmeyen bükülmeyen sert boyun eğmeyen sert mizacı ile çok kişi ile de arası bozulmuştur. Lafını esirgemeyen korkusuz bir Karadenizli olan ozan Arif birçok kişi ile mahkemelik olmuş ama en fazla da Bahçeli ile onun yancıları olanlarla olmuştur. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye hakaret ettiği iddiasıyla yargılandığı davada 6 bin 80 lira adli para cezasına çarptırılmıştı. Sert ideolojik kamplaşmalar döneminde her mahalle kendi sanatçısını sever ve dinlerdi. Solun en büyük ozanı rahmetli âşık Mahsuni şerif, sağın en büyük şairi Abdülrahim Karakoç ve ozan Arifti. Ozan Arif Türk İslam sentezi diye tabir edilen ruhu İslam bedeni Türklük anlayışına hakim birini diğerinden ayırmayan ülkücü dünya görüşüne sahipti.Ülkü ocaklarının geceleri,halk konserleri ve Kayseri Tekir yaylası kurultayının kitleleri coşturan güçlü sesi idi.Askeri darbede işkenceler görmüş ve siyasi yasaklı olarak avrupada bir süre yaşamak zorunda kalmıştı.Sert mizacı nedeni ile kavgacı bir görüntü verse de inançlı sevgi dolu merhametli babacan bir ozanıydı.Özefagus kanseri ameliyat ve kemoterapi görmüştü bu sabaha karşı hakkın rahmetine kavuşmuş.Rabbim mekanını cennet eylesin tüm milletimizin başı sağ olsun.Rahmetli ölmeden önce veda şiirini de yazmıştı.
1 note
·
View note
Text
Belki de ben 12 Eylül'ü gördüğüm içinde Atatürkçü oldum.
12 eylül geçmişle ait alalede bir tarih değil. Bence bir dabe olduğu kadar Ataütürk Türkiye'sinin de resmi yıkılış tarihi. Günümüze gelen süreçte en önemli kavşak.
Türk ordusunun emperyalizmce, ilericilere, demokratlara, devrimcilere karşı olduğu sır değildi. Yakın zamanda okudum..Cumhurbaşkanı taa 1950lerde 60 larda kominizm tehlikesine karşı devletin dindarların önünü açmasını, dini örgütlemesini öğütlüyor. Bunu yaparken bu adam askerlikten gelme cumhurbaşkanı. Tabii bu isteğin aynı zamanda Cumhuriyetin ilk yıllarından beri, 1920 lerden beri Kemalizme düşman, yenilmiş işgal devletlerinin isteği olduğunu da unutmamak gerek.
İşte 1980 de Sunay'ın ve emperyalistlerin hayalleri tam olarak hayata geçirildi. Sonrasında yine herkesin bilebileceği gibi, ülkede bütün ilerici unsurlar zindanalara doldurulup işkenceden geçirilip öldürlürken, fetullah gülen gibi gerici tarikatçıların önü açıldı.
Bunu da yakın zamanda okudum. 80 darbesi günleri. Sokağa çıkma yasağı var. Gülen bir tanıdığına gelmiş. Çıkarken ziyaret ettiği o tandığı diyor ki " sokağa çıkma yasağı başladı, bu gece bizde kalın, başınıza bir iş gelir"
Gülen de sırıtıyor. " Bize bir şey olmaz. Ben serbest hareket edebilirim" diyerek çıkıyor.
Ona darbenin en berbat günlerinde serbestçe gezebilme hakkını kim sağlıyordu?
---
Benim icadım değil bu söz, güzel özetlemişti bir yazar:" Kendi cumhuriyetini kendi yık!" planı her zaman gündemdeydi ama 80 de en büyük hedefine ulaştı.
Askerlerin dilinden düşürmediği iktidar modeli " türk-islam sentezi" gibi aslında ne islamla ne türklükle ilgisi olmayan - çünkü ırkçılıkla ümmetçilik bir birine zıttır aslında- ucube bir iktidar modeli öneriyorlardı. Şu anki iktidara baksak ne? Tam istedikleri değil mi? Bu kadar zorlama bir model bile tuttu. Çünkü yıllar önce onların tohumlarını yere saçanlar aynı. Sahipleri aynı bi kere. O yüzden islamcı gerektiğinde milliyetçi kılığına girebiliyor. Millyetçi gerektiğinde milletle hiç bir bağ tanımıyor. Milleti yoketmeye de devleti çökertmeye de dünden gönüllü.
Hep sahte muahalefet diyorum ya.. işte iktidarın kendisi de sahte, dincinin dinle ilgisi yok, milliyetçi geçinenin milletle en ufak bir ilgisi yok.
İşte bu garabetin yaratılmasında en büyük pay sahipleri 12 eylülün emperyalist uşakları.
0 notes
Text
Bir de nasıl hristiyanlığın tek bir yorumu yoksa, islamında yok, yani türklerin islamı, boşnakların, ile farsın, arabın vs islamı aynı olmak zorunda değil, ve değilde
Bektaşi kültürü vs türk islam sentezi mesela.
0 notes