#sunuş
Explore tagged Tumblr posts
Text
“Sevgi” sözcüğünü hatırlasana. Çoğu zaman buralarda dolanırdı. Çocukluğum boyunca o burada, köşedeki dükkanda, otobüste, dondurmacıda, başka sözcüklerin başını çeken, rehberlik eden, ileriyi gösteren, harekete, yeni bir başlangıca ve sona işaret eden, daima çevremde dolanan bir sözcüktü. Ne zamandır kullanmaktan tedirginlik duyduğumuz bir sözcük oldu; çok sık kullanmanın onu hafife almak demek olduğu geldi kulağımıza. Ben öyle hissetmedim hiçbir zaman. Ağırlığı olan, güven veren, kesinlik ifade eden bir sözcüktü. Güvensizliğin yaygın, toplumsal ıstırapların derin olduğu hayatlara güven veren bir sözcük vardı. Evet, Luv (Sevgi).
s.140 — Eve Dönüş John Berger Bir Fotoğrafı Anlamak
Hazırlayan ve Sunuş: Geoff Dyer Çeviren: Beril Eyüboğlu Metis Yayınları
5 notes
·
View notes
Text
oradan oraya bir sohbet
Benim baba dedem ve babam şeker hastalığı ile önce bacaklarını sonra hayatlarını kaybettiler. Abim de şeker hastası olduğunu öğrendi 3 ay önce. Bu durum abimde korkuya sebep oldu tabii. Ölmek değil de sürünmek korkusu, söylediğine göre. Abim 160 kiloydu. 3 aydır sıkı sıkı yaptığı diyet sayesinde 130 kilo şu an.
İnternette bir tane beslenme uzmanının videosuna denk geldim, psikodiyet diye bir şeyler anlatıyor. Beslenme-psikoloji ilişkisi elbette gerçek ama kadının yöntemini sunuş şekli sinirlerimi bozdu. Tahtaya bir şeyler yazmış, o kelimeleri kullandıkça tahtadan o kelimeyi gösteriyor şdlfkg. Videoyu abime attım, kadının salak olduğunu düşündüğüm için. Abim de, abim bile, yılların morbid obezi "Alt tarafı diyet yapacaksın niye her şeyi bu kadar zorlaştırıyorlar" yorumunu yaptı. Tam olarak bu: Her şeyi neden bu kadar girift hâle getirdik ya? Tabii ki bu gereksinimi hisseden herkesin bir uzmana danışması makul ama sosyal medyada ne uzmanlık sorgulanıyor ne de kişi gerçekten bu hizmete ihtiyacı olup olmadığını tartıyor.
Her şeyle ilgili bir danışman var artık ve ben bunun masumiyetine hiç inanmıyorum. Çoğu şey insanın psikolojik boşluklarını ya da dalgalanmalarını finanse etmek olarak çağrışıyor bende artık. Her şey tüketmemiz için çoğalıyor. Bu da işleri bence daha da karmaşıklaştırıyor.
Her karar ya da eylem için birine danışırsak bir yerden sonra irademiz tamamen yok olacak diye düşünüyorum. Burada konuyu biraz dağıtabilirim. Hamileliğimde hayatımda hiç olmadığım kadar prensesleştirildim. Biraz eril ve özgür bir ruhum var, bu bana çok tatsız geldi. Oraya çıkma, onu silme, kayarsın, düşersin, bırak biz yapalım... Bir yerden sonra öyle edilgenleştim ki suyumu kendim doldurabilecekken abim durmadan mataramı doldurduğu için abime aptal aptal matara uzatmaya başlamıştım. Avrupa Yakası'nda her işini Osman yaptığı için Aslı'nın aptallaştığı bir bölüm var. Heh tamamen o. Yâr ben zaten herrr şeyimle Aslı Sütçüoğlu'nun ta kendisiyim.
Dolayısıyla danışılacak bir durumda kalbimiz ve beynimize kulak vermeliyiz biraz. Biraz doğalına, matematiğine bırakmalıyız olayı. "Ben şöyleymişim, ondan şöyle yapıyormuşum" bilgisi, bizi o şey için mücadele etmekten alıkoyup kendimize devamlı hak veren bir tembelliğe itiyor. Bundan çok eminim.
Ama üçüncü paragraftan daha çok eminim.
(Üçüncü paragraf da şey gibi Avrupa Yakası, Selin Yerebakan'ın yaşam koçuyla -Dolunay Soysert- çalışmaya başladığı bölüm şdşfkg)
13 notes
·
View notes
Text
YAKMA ZEVKİ – RAY BRADBURY-BÖLÜM 1 Her Şeyi YAK GİTSİN!!! – II
"Kitap yakılan bir yerde sonunda insanları yakarlar." ~Heinrich Heine, Almansor, 1821 Damarlarımda hissettim, düşlerimde hayal ettim, gözlerimle gördüm, yüreğimle yaşadım, yürürken düşündüm, okurken doyamadım, bir yandan hızlıca sayfaları çevirmek, bir yandan sayfalar bitmesin istedim. Vücuda verilmiş özel bir karışım almışım gibiydi, hayallerimle sonsuz öykülerde kaybolmak çoğu kez yaptığım bir iştir, kitap bu bağlamda benimleydi ve o dünyadan ayrılmak istemedim. Bir yazar, milyonlarca insanı bu ruh haline bir kitapla sokabilir mi?, benim gibilerse evet bunu yapabilir. Kitapların gücü o kadar fazla ki, işte bu yüzden korkuyorlar! İşte bu yüzden yok etmek istiyor, yasaklıyorlar! Fahrenheit 451 ile Ray Bradbury dünyasına adım attım. O kadar zevk aldım ki, o kitabı da bitirmek istememiştim. Ana kahramanız Guy Montag ile bağ kurdum, o bağ kopmasın istedim. 451 severler, bunu hep dilemiştir muhtemelen. Yakma Zevki ile 451’in daha öncesine gidiyoruz. incelemeyi tamamlamaya yakın ‘’kitap kıyımının evrensel tarihi’’ne başladım..Fernando Baez’in 18 sayfalık sunuş bölümü, buraya bir şeyler eklemem gerektiğini hatırlattı. İncelemem eksik gibiydi, tam olmasa bile daha iyi hale getirdiğimi düşünüyorum. * Sistemin eleştirisini doruklara taşıyan anlar vardır. Bu anları iyi anlamak ve kavramak gerekir. 1984 ‘ün üçüncü bölüm sonrasında ki Winston ve O’Brien, Cesur Yeni Dünya ‘nın on altıncı bölümden itibaren Vahşi, Helmholtz ve Mustafa Mond, Yakma Zevki ‘nin ise Montag ve Leahy ile olan yüzleşme diyaloglarını dikkatlice ve anlayarak okuyunuz, gerekirse birkaç kez okuyup, notlar alınız. Güçlü ile güçsüzün diyalogları ve aktarılan bilgiler o kadar önemli ki, nefesiniz tutulurcasına okursunuz. Vurucudur, hakikattir, gizlenmiş tüm sözcüklerin ortaya çıkması, akla karanın yüzleşmesidir. Bilgidir, birikimdir, PATLAMADIR! HAYKIRIŞTIR! Her diyalog beyninize inmiş bir balyoz gibidir. Sizi kör eden her şeyin ilacı gibidir. Oradadır, çekip almak size kalmıştır. Bir kitap o kadar çok şeydir ki, neleri başarıp başaramayacağı, okuyucusunda gizlidir. YAKMA ZEVKİ! İnsanın Yıkıcılığı arttı ve artmaya devam ediyor. İnsanın içinde yok etme içgüdüsü olduğunu savunmuş Sigmund Freud İnsan eyleme geçmek için bir kıvılcım bekler, her zaman içinde var olanın dışarıya çıkmasını bekler. En masum görünümlü insan, ne yaptığına anlam veremediğimiz ve zihnimizin kabul etmek istemeyeceği suçlar işleyebilir. Bunun önceden kestirilmesi güçtür. İnsan bir şey yapmak isterse yapar, onu ne yasa ne de başka şey durdurabilir. Kitapta on üç ana öykü bulunmakta. Sonda ki diğer üç öykü ise, kısa olduğu için diğerlerine nazaran biraz daha hafif. İncelemeyi biraz öykü öykü, birazda doğaçlama yolu ile yapacağım.
7 notes
·
View notes
Text
🎧 Bleachers - I Wanna Get Better
.
Sunuş: Sahnenin ortasında yalnızım. Personalar, bilyelerim. Sahneden sekerek düşüp seyircilerin arasına karışacağım. Amacım budur. Kimse fark etmeden, onlardan biri olacağım.
.
Kitap, ünlü bir adli psikiyatristin görüşme odasından hikayeler sunuyor bizlere. Farklı suçlar işlemiş insanların hayat hikayelerine tanık oluyoruz. Aynı zamanda pek çok suça dair, araştırma ve istatistiksel bilgilerle de karşılaşıyoruz.
.
Bu kitabı okurken, sindirilmesi gereken pek çok his oluştu içimde. Dünyanın siyah ve beyaz olmadığını git gide daha çok anlıyorum ancak gri oldukça karmaşık bir renk. Suç işleyen kişiyle, tüm anlatılanlara rağmen kavga verdiğim, nedenlerini anlayamadığım ve merhamet hissedemediğim anlar oldu. İyilik kadar kötülüğün de toprağımızda ekili olması bir yandan çok anlaşılabilir ancak bir de "O kadar da değil, yok artık daha neler?!" yorumlarımla aklımın karıştığını fark ettim. Belki de soru "Herkesi kurtarabilir miyiz?" değildir, soru "Böyle kötülükler yapmış birini dahi kurtarmak, ona yardımcı olmak istiyor muyuz?" noktasındadır. Kendi adıma, cevabım "Bilmiyorum." olur. Kafam karışık.
.
Bazı bölümler, ağır konular içeriyor ama türü bakımından çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.
.
#thedevilyouknow #domingoyayinlari #bookblogger #kitapsever #kitap #kitaptavsiyesi #neokudum #neokuyorum #booklover #psikoloji #adlipsikoloji #kişiselgelişim #psikiyatrist #bookgeek #kitapönerisi #book #bookphotography
instagram
6 notes
·
View notes
Photo
YAKMA ZEVKİ – RAY BRADBURY
Her Şeyi YAK GİTSİN!!! – II
"Kitap yakılan bir yerde sonunda insanları yakarlar." ~Heinrich Heine, Almansor, 1821
Damarlarımda hissettim, düşlerimde hayal ettim, gözlerimle gördüm, yüreğimle yaşadım, yürürken düşündüm, okurken doyamadım, bir yandan hızlıca sayfaları çevirmek, bir yandan sayfalar bitmesin istedim. Vücuda verilmiş özel bir karışım almışım gibi kendimden geçtim, sonsuz öykülerde kaybolmak, o dünyadan ayrılmak istemedim. Bir yazar, milyonlarca insanı bu ruh haline bir kitapla sokabilir, evet bunu yapabilir. Kitapların gücü o kadar fazla ki, işte bu yüzden korkuyorlar! İşte bu yüzden yok etmek istiyor, yasaklıyorlar! Fahrenheit 451 ile Ray Bradbury dünyasına adım attım. O kadar zevk aldım ki, o kitabı da bitirmek istememiştim. Ana kahramanız Guy Montag ile bağ kurdum, o bağ kopmasın istedim. 451 severler, bunu hep dilemiştir muhtemelen. Yakma Zevki ile 451’in daha öncesine gidiyoruz. incelemeyi tamamlamaya yakın ‘’kitap kıyımının evrensel tarihi’’ne başladım..Fernando Baez’in 18 sayfalık sunuş bölümü, buraya bir şeyler eklemem gerektiğini hatırlattı. İncelemem eksik gibiydi, tam olmasa bile daha iyi hale getirdiğimi düşünüyorum. * Sistemin eleştirisini doruklara taşıyan anlar vardır. Bu anları iyi anlamak ve kavramak gerekir. 1984 ‘ün üçüncü bölüm sonrasında ki Winston ve O’Brien, Cesur Yeni Dünya ‘nın on altıncı bölümden itibaren Vahşi, Helmholtz ve Mustafa Mond,
Yakma Zevki ‘nin ise Montag ve Leahy ile olan yüzleşme diyaloglarını dikkatlice ve anlayarak okuyunuz, gerekirse birkaç kez okuyup, notlar alınız. Güçlü ile güçsüzün diyalogları ve aktarılan bilgiler o kadar önemli ki, nefesiniz tutulurcasına okursunuz. Vurucudur, hakikattir, gizlenmiş tüm sözcüklerin ortaya çıkması, akla karanın yüzleşmesidir. Bilgidir, birikimdir, PATLAMADIR! HAYKIRIŞTIR! Her diyalog beyninize inmiş bir balyoz gibidir. Sizi kör eden her şeyin ilacı gibidir. Oradadır, çekip almak size kalmıştır. Bir kitap o kadar çok şeydir ki, neleri başarıp başaramayacağı, okuyucusunda gizlidir.
YAKMA ZEVKİ!
İnsanın Yıkıcılığı arttı ve artmaya devam ediyor. İnsanın içinde yok etme içgüdüsü olduğunu savunmuş Sigmund Freud İnsan eyleme geçmek için bir kıvılcım bekler, her zaman içinde var olanın dışarıya çıkmasını bekler. En masum görünümlü insan, ne yaptığına anlam veremediğimiz ve zihnimizin kabul etmek istemeyeceği suçlar işleyebilir. Bunun önceden kestirilmesi güçtür. İnsan bir şey yapmak isterse yapar, onu ne yasa ne de başka şey durdurabilir. Kitapta on üç ana öykü bulunmakta. Sonda ki diğer üç öykü ise, kısa olduğu için diğerlerine nazaran biraz daha hafif. İncelemeyi biraz öykü öykü, birazda doğaçlama yolu ile yapacağım. Öykülerin ana teması yakılan ve yasaklanan kitaplar, sansür edilen fikirler, yok edilen özgür düşünceler ve yaratılan otomat kafalı insanlar. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirme hayalleri içinde, ruhsuz bir dünya yaratılması, ruhsuz dünyanın hiçbir şey hissetmemesi. İnsanın doğası mümkün olabilecek her şeye gebedir. En önemlisi, insan dediğimiz varlık, mutluluktan mutsuzluk, mutsuzluktan da mutluluk çıkarabilecek bir yapıya sahiptir. Yeter ki kendi özgür hür iradesi ile yaşasın ve düşünsün. İnsan ilk önce kendisine hükmetmelidir. Kendi kontrolünü başkasına vermek gibi bir ahmaklığa düşmemelidir. Yönetilmesi normal olabilir fakat, kendisini yöneteni de denetlemekle görevlidir. Sustukça balyozu kafana yersin, sonra bir bakmışsın, öyle bir susmuşsun ki, son balyoz darbesi ile toprağa gömülmüş, boğulmuşsun. İpler hiçbir zaman bir başka varlığın eline ya da devlete veya sisteme bırakılamaz. Bilimkurgu, distopya ve ütopya eserler bunlar üzerine kuruludur çoğu zaman. Var olanın tam tersini ya da daha ilerisini gören, düşünüp; kurgulayan ve yazan insanlara ayrıca minnet duymalıyız. Öykülerin adlarını büyük harfle yazıp birkaç tanesini az ve öz size aktarmaya çalışacağım. Çünkü bu kitabın adını arattığınızda öykülerin ne anlattığı hakkında bilgi edinemezsiniz. Ben biraz katkı sağlamak istedim. *ÖLDÜKTEN SONRA DOĞMAK, yaşamın bittiği, ölümün hüküm sürdüğü mezardan taşan bir yaşama konuk ediyor sizi. Mezardan kalktınız ve hayatınızı geçirmek istediğiniz, yarım kaldığını düşündüğünüz yere koşuyorsunuz, aşkınızın evine gidiyorsunuz. Sizi gördüğünde verdiği cevap ise "Biz artık düşmanız, Paul. Artık birbirimizi sevemeyiz. Ben canlıyım, sen ölü. (...) Doğal düşmanlarız biz." burada ki düşmanlık, yaşamın ölüm karşısında ki zıtlığıdır. *ATEŞ SÜTUNU, mezardan ölüm doğurmaya devam ediyor. William Lantry 2349 yılında ölüm uykusunda uyanıyor ve beyaz pudra şekeri kıvamındaki bedeni ile uyumsuzluğa adım atıyor. Bu yüzyıl ona çok yabancı. Kitaplar yok edilmiş, insanlar düşünemeyen tek tip halini almıştır. Kendisi gibi ölüler yok edilmiş, mezarların içinde ki ölüler yakılmıştır. Kendisi son kalandır. Yok edilmeden önce uyanmış ve ölümü bu dünyaya getirmeye yemin etmiştir. Bu öyküden başlayarak edebiyat ve kitaplar karşımıza çıkıyor ve bize müthiş bir şölen yaratıyor aslında. Kütüphaneye gider Lantry ve Edgar Allan Poe var mıdır diye sorar… "Kim demiştiniz?” “Edgar Allan Poe.” "Dosyalarımızda bu isimde bir yazar yok.” "Bir kez daha bakar mısınız lütfen?” Bir kez daha baktı. “Ah, evet. Endeks kartına kırmızı bir işaret konmuş. 2265 yılındaki Büyük Yakma’dan önceki yazarlardan biri olsa gerek.” (…) Bu arada, hiç Lovecraft var mı elinizde?” “Seksle ilgili bir kitap mı?" Lantry kahkahayı bastı. “Hayır, hayır. Adamın adı o!” Kadın dosyaları karıştırdı. “O da yakılmış. Poe’yla birlikte.” *PARLAK ANKA KUŞU, 2022 yılında geçiyor, Kütüphane ile başlıyor hikâye. Kitapları yakmak için Kütüphanenin kapısını çalıyor Barnes. İnsanlık için yakmak istiyor, onun görevi bu. Kitapların kime ne faydası vardır ki? Kitaplar yakılırken, insanlar toplanmıyor bile, karşı bile çıkmıyor, unutmuşlar onları. “Kitaplar gibi insanları da yakmayacağım ne malum?” diyor ve doğru bir soru soruyor. Kitap yakan, insanı da yakar. Ki yakmadı mı zaten? *MARS’IN ÇILGIN BÜYÜCÜLERİ, 2100 Yılı Mars’ta bir sorun var ve oradaki sorunu kökten halletmek için bir roket fırlatıyor, dünyada ki kitaplar yakılmış, yazarlar da yakılmış. Geriye sadece Mars kalmış, çünkü Mars’a kaçmışlar. Bu hikaye de Edgar Allan Poe, Bram Stoker, Mary Shelly, Henry James, Lewis Carroll, H.P Lovecraft, H.G.Wells, Aldous Huxley, Stendhal, William Shakespeare ve niceleri eşlik ediyor. Okurken bu dünyadan ayrılmak istemeyeceksiniz. "Çok acımasız bir adamsın, Poe." "Korkmuş ve öfkeli bir adamım. Ben bir tanrıyım, Hawthorne, tıpkı senin gibi, hepimiz gibi tanrıyım.
*ÇILGINLIK KARNAVALI, Ray Bradbury, Sthandal ın önderliğinde bizi alıp götürüyor. Kendimizi Stendhal’ın kollarına bırakıp, gözümüzü kapatıyor ve karnavalın tadını çıkıyoruz! Edebiyatın en ürkünç karnavallarından bir tanesi ile karanlığın hüküm sürdüğü kalede, kötü ile daha kötünün karşılaşmasına konuk oluyoruz. "Cehalet, Bay Garrett, ölüm getirir.K ısa kısa ve bilerek yarım bırakarak anlattım. Her detay size spoiler olarak dönebilir o yüzden okuma zevkinizi almak istemedim.
Kitapta Fahrenheit 451 in çok iyi bildiğimiz İTFAİYECİ hikayesi de mevcut. Ben bu hikâyeyi ezbere yakın biliyorum. İtfaiyeci yazılmadan önce, GECEYARISINDAN EPEY SONRA ‘yı yazıyor Ray Bradbury’i. İkisinin birbirinden farkları var ama bütünlük olarak aynı hikayeler. Öykücülüğünün iyi olmasının sebebi defalarca defalarca yazması ve edebiyata hakim olmasıdır. Geceyarısından Epey Sonra’yı okuduğumda farkları hemen hissettim. Guy Montag ile yeniden buluşmak fazlasıyla keyiflendirdi beni. Kitabın başlangıç konuları, birbirinden farklı. Hatta HBO’nun yeniden çevirdiği ve hiç sevmediğim 451 filmine de bu giriş hayat vermiş. Filmi 20 dakika zor izledim o yüzden geri kalanını pek bilmiyorum. İlk hikâyeyi yani Geceyarısından Epey Sonra’yı baz almışlar. İki hikâyeyi de okuyup kendiniz bu farkları bulabilirsiniz. Ben size iki örnek vereceğim. GECEYARISINDAN EPEY SONRA Hepsi Bay Montag’a baktı. “Dün gece yakaladığımız o yaşlı adama ne yapacaklar şimdi?” diye sordu Montag. “En az otuz yıl tımarhaneye atacaklar.” Sy.186 İTFAİYECİ Hepsi Bay Montag’a baktılar. Bay Montag yutkundu. “Dün gece kitaplarla yakaladığımız o yaşlı adama ne olacak şimdi? diye sordu. “Tımarhaneye atılacak.” sy.274 GECEYARISINDAN EPEY SONRA “Bir kız için ne çok şey düşünüyorsun,” demişti Bay Montag ona bakarak. “Düşünmek zorundayım. Düşünmek için o kadar çok vaktim var ki. Hiç televizyon izlemem ya da yarışlara veya lunaparklara ve onun gibi yerlere gitmem.” Sy.196 İTFAİYECİ “Bir kız için ne çok şey düşünüyorsun,” demişti Bay Montag, huzursuz bir edayla. “Çünkü düşünmek için vaktim var. Ben hiç televizyon izlemem ya da oyunlara, yarışlara veya lunaparklara gitmem.” Sy.284
Bu iki örnek birçok yerde önümüze çıkıyor. Sevgili Ray Bradbury tekrar tekrar okudukça daha iyisini yazabileceğini düşünmüş olsa gerek. Benim düşünceme göre de İtfaiyeci öyküsü daha derli toplu, daha usta işi olmuş. Kelimeler, diyaloglar daha iyi kotarılmış. Kitabın sonunda da farklılar var tabi ki. Okuyunca bütün farkları kendiniz analiz edersiniz. Unutmadan, 451 kitabında ki öykü İtfaiyecidir, gece yarısından epey sonra değil. Yakma Zevkinde ikisinin de olması çok isabetli bir karar. Zaten 451 öyküleri diye geçiyor. Bu kısa incelememi toparlamam gerekiyor artık. Kısa oldu bence… : ) Öykülerini yazdığı yılları düşündüğümüzde bol bol “Gotik” edebiyattan alıntılar yapmış Ray Bradbury. Özellikle Poe’yu tanımayan okurlar, bu kitabı okuduktan sonra kesinlikle Poe’nun kitaplarına hücum edecektir. O kadar güzel detaylandırmış ve konu etmiş ki öykülere doyamıyorsunuz. Neredeyse, İthaki’nin “Karanlık Kitaplar Serisi” Yakma Zevki içinde geçen yazarlarla dizayn edilmiş diyeceğim. Kim mi onlar? Washington Irving , Stephen Graham Jones, Bram Stoker, Edgar Allan Poe, H.P. Lovecraft, Mary Shelley …
Kitapları yakanların “cahiller” olduğu düşüncesini aklımızdan çıkarmamız gerekiyor. Tam tersi, akıllı ve donanımlı insanların kitapları yaktığını ve yok ettiğini düşünebiliriz. Bilgiden, düşüncelerden, kitlelerin bu fikirlerden etkilenmesinden korkuyorlar. Korudukları tahtlarından olmamak için, kitlesel kitap kıyımları gerçekleştiriyorlar. 1984’ün yazıldığı döneme bakın. Araştırma yaptığınızda Sovyet Düşmanı yazar olan çıkıyor karşımıza Orwell. Hedef tahtasıdır. Kendisi de kitapları da yasaklıdır. Zaten kitabının basılması da kolay olmamıştır. Okunan kitap sayısı, çoğalmak yerine her yıl azalırsa, bu öngörüler rahatça gerçekleşecektir. İnsanların önem vermediği kitaplar yakıldığında, sabah işlerine gitmeye, yemeklerini yemeye devam edeceklerdir emin olabilirsiniz. Bir grup azınlık direnir ve onlarda susturulur zaten. Her kitap değerli midir sorusu başka bir konudur. Buna kesinlikle evet diyemeyiz. Safsataların dolu olduğu, sırf propaganda yapmak için ısmarlama şekilde yazılmış kitaplar değerli kitaplar değillerdir. Genellikle, tarihi; gerçeklerden saptırmak için uydurulmuş yazılardır. Dünyanın her yerinde bu kitaplara rastlamak mümkündür. "On yıldır dünyanın beynini öldürüyor, üstüne gazyağı döküyorum. Tanrım, Millie, bir kitap bir beyin demek. Biz tüm bu yıllar boyunca sadece o kadını ya da onun gibi bir sürü başka insanı öldürmedik. DÜŞÜNCELERİ YAKTIM BEN, PERVASIZCA, CAYIR CAYIR" Birisi korkutucu kitaplar mı yazmış, YAK GİTSİN! Birisi sistemi eleştiren kitaplar mı yazmış, YAK GİTSİN! Birisi geçmişin gerçeklerinden bahseden kitaplar mı yazmış, YAK GİTSİN! Birisi 2+2=4’tür diyen kitaplar mı yazmış, YAK GİTSİN! BURN IT MR. MONTAG, BURN IT!!! Jorge Luis Borges şöyle der: "İnsanın araçları içinde hiç şüphesiz en şaşırtıcısı kitaptır. (...) kitap bambaşka bir şeydir: Kitap belleğin ve hayal gücünün uzantısıdır." Her Şeyi YAK GİTSİN
Burning Days, Restless Nights by Felipe Morin
26K notes
·
View notes
Text
Dünya Elon Musk'ın İnadına Mı Bırakılacak?
“Dünya Trump’a mı Kalacak?” başlıklı kitabım, Donald Trump’ın yeni ABD Başkanı olarak Beyaz Saray’a taşınmasından kısa bir süre sonra, 2017 yılının mart ayında yayımlanmıştır. Soli Özel’in bu kitaba yazdığı “Kapitalizmin krizinden demokrasi krizine” başlığını taşıyan etkileyici sunuş yazısı, günümüzde de ilgiyle okunabilmektedir. Kitabın giriş bölümünde şöyle bir iddia ortaya koymuştum:…
0 notes
Text
Bursa'da İznik turizmine 'rehber' oldu
https://pazaryerigundem.com/haber/189970/bursada-iznik-turizmine-rehber-oldu/
Bursa'da İznik turizmine 'rehber' oldu
Bursa’da İznik Belediyesi tarafından farklı rotaları ziyaretçilere sunacak olan ‘İznik Gezi Rehberi’ oluşturuldu.
BURSA (İGFA) – Kırgızlar-Ayasofya, Ayasofya-Lefke ve Antik Su Yolları-Bazilika rotalarıyla İznik’i ziyaret edeceklere büyük kolaylık sağlayacak gezi rehberine internet ortamında da erişilebiliyor.
İznik Gezi Rehberi’nin sunuş yazısında açıklamada bulunan Belediye Başkanı Kağan Mehmet Usta, İznik’in ortaya çıkmasında en etkili faktörlerin başında Şehir ve Kutsal ilişkisinden mülhem Kutsal’ın bulunduğu bir gerçek olduğunu vurguladı. İznik’in bir kesişme noktası olduğunu ifade eden Başkan Usta, “İznik medeniyetler, şehircilik, tarım, turizm konularında söyleyecek sözü her zaman olmuştur” dedi.
Her bir köşesinde hayatın taştığı bu şehir için bir gezi rehberi ve üç adet birleşik gezi rotası oluşturduklarını belirten Başkan Usta, “Yenişehir Kapıdan Lefke Kapıya, Antik Roma Tiyatrosundan Süleyman Paşa Medresesine, İznik Ayasofya Orhan Camii’nden, Eşrefzade Camisi’ne, İstanbul Kapıdan Bazilika’ya değin uzanan bu müstesna noktalar arasında gezerken kültüre, sanata, mimariye, medeniyetleri besleyen yapılara, ilim ve irfan merkezlerine rastlayacaksınız. İznik bir hazinedir. Her hazine için de muhakkak bir harita gerekir. Kırgızlar-Ayasofya, Ayasofya-Lefke ve Antik Su Yolları-Bazilika rotalarıyla oluşturduğumuz İznik Gezi Rehberi ve Haritasını sizlere takdim ediyoruz. Farklı medeniyetlere başkentlik ve ev sahipliği yapmış, kutsalın mekân, mimariye ve şehre yansımalarının izinin sürüldüğü gezi rotalarımızda güzel hatıralar biriktireceğinizi umuyor, bu vesile ile selam ve sevgilerimi sunuyorum” diye konuştu.
İznik Gezi Rehberi’ne online olarak www.gezirehberi.iznik.bel.tr adresinden erişilebiliyor.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Kültür Üretimi: Sembolik Ürünler - Sembolik Sermaye, Pierre Bourdieu'nun iki önemli makalesinden oluşuyor. Kitaptaki iki makaleye geçmeden önce şunu belirtmek lazım bu kitap The Field of Cultural Production kitabının bir parçası hatta bu kitabı derleyen önsözünü yazan Randal Johnson'un bu önsözü de çeviride yer alıyor. Ama ne hikmetse İngilizce kitabın içinde yer alan diğer makaleler çeviriye alınmamış. Yayınevinden veya editörden bu konuda bir açıklama bekledim kitabı açar açmaz ama herhangi bir bilgi yoktu. Neyse kitaba geçelim dediğim gibi kitap Randal johnson'un Bourdieu'nun edebiyat, sanat, kültür alanlarındaki bilimsel mirasının derli toplu bir sunuş yazısıyla başlıyor. Bourdieu'nun yazdığı ilk makale "Sembolik Mallar Piyasası" kültür üretiminde iki önemli üretim alanı olan sınırlı üretim ile büyük üretimi tanımlıyor. Sınırlı üretim ile Bourdieu sanat alanı içerisinde kalan ve biriciklik iddiasıyla üretilmiş kültür nesnelerini anlıyor. Büyük üretim ise kültür endüstrisi içerisinde üretilen popüler ve kitlesel üretimleri kastediyor. Bu iki kültürel üretimin boyutları ve etkileri farklı olsa da benzer şekillerde ortaya çıkıyorlar. Bourdieu'nun ikinci makalesi "İnancın Üretimi: Sembolik Mallar Ekonomisine Katkı". Burada Bourdieu alanında inşasında tasdik, ikna, rıza gibi unsurların sanat simsarları, eleştirmenler ve sanatseverler arasında nasıl üretildiğini ve bu inançların sanat alanın sürüp gitmesindeki etkilerine değiniyor. Hem kültür ve sanat alanlarında çalışanlar için hem de Bourdieu sosyolojisine ilgi duyanlar için kaçırılmaması gereken bir bir kitap.
0 notes
Text
ÇMH104U Toplanti ve Sunu Teknikleri Ünite -7
Etkili Sunuşlar ve Özellikleri Etkili Sunuşlar ve Özellikleri Anadolu Aöf Açıköğretim Sınav Soruları Ders : ÇMH104U Toplanti ve Sunu Teknikleri Bölümler : Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik Sınıf : 1 Dönem: Bahar Arasınav Ünite 7 : Etkili Sunuşlar ve Özellikleri Etkili Sunuşlar ve Özellikleri Bu ünitede, etkili sunuş teknikleri ve sunuşların özellikleri üzerine odaklanılmaktadır. Sunumların…
View On WordPress
0 notes
Link
Sekiro: Shadows Die Twice İnceleme Sekiro: Shadows Die Twice incelememizle ...
0 notes
Link
1917’nin Devrimci Cumhuriyetinin Karşısında 29 Ekim 1923’ün Karşı Devrimci Cumhuriyeti Enternasyonal Komünist İşçi Birliği (EKİB) ve Köz ortak imzalı ‘İki Farklı Ekim: 1917 Ekimi’nin Devrimci Cumhuriyetinin Karşısında 1923 Ekimi’nin Karşı Devrimci Cumhuriyeti’ başlıklı broşürün sunuş yazısını aşağıda paylaşıyoruz. Kuruluş Efsaneleri Karşısındaki Tutum Bir Turnusol KağıdıdırDevlet, tüm sınıflı toplumlarda hâkim sınıfın baskı aygıtıdır ama sadece baskıyla ayakta durmaz. Efsanelere de ihtiyaç duyar. Sınıflı toplumların en gelişkini olan burjuva toplumu da, devletin varlığını gerekçelendirmek, ona meşruiyet kazandırmak için efsanesiz yapamaz. Burjuva diktatörlüklerinde dinî, mitolojik figürlerle bezeli efsanelerin yerini halkın kurtuluş/ bağımsızlık savaşı efsanesi alır. Temsilî demokrasiye dair kurumların varlığı devletin, burjuvazinin sınıf diktatörlüğü değil “tüm yurttaşların” devleti olduğu yanılsamasını azaltmaz arttırır. ”Tüm halkın devleti” safsatasına inandırıcılık katmak için devletin bir halk mücadelesiyle kurulduğu efsanesini yaymak daha da gereklidir. Üstelik bugün hüküm süren iki yüz küsur devletin ezici çoğunluğu proletaryanın tarih sahnesine çıktığı dönemde, proletaryanın ve ezilen ulusların devrimci mücadelesini kendisine yedekleyip tasfiye ederek, çoğu zaman da boğarak kurulmuştur. Söz konusu efsaneler bu tarihsel gerçeği de baş aşağı çevirerek, işçi sınıfını kendi sınıf düşmanlarına bağlamaya hizmet eder.Yüzüncü yıl dönümünü kutlamaya hazırlayan Türkiye Cumhuriyeti’nde üretilen cumhuriyet efsaneleri bu anlamıyla tüm burjuva diktatörlüklerindeki efsanelere benzer. Maddi temeli olmayan bir bağımsızlık savaşı efsanesine dayanır, emekçi kitlelerin seferberliğinin yasak ve zor ile engellenmesini bir halk mücadelesi, kitle desteği olmayan bir burjuva politikacılar kadrosunu ise halkın savaşçıları/önderleri olarak sunar; bu topraklardaki emekçilerin kanı üzerine kurulmuş devleti tüm halkın devlet olarak takdis eder.Osmanlı İmparatorluğu’nun emperyalist paylaşım savaşının aktörlerinden biri olduğunu unutturmak, 1919-23 arasındaki mücadeleyi mazlum bir milletin tüm emperyalistlere karşı bağımsızlık mücadelesi olarak tanımlamak, gayrimüslimlere yönelik katliamları yok saymak, Kürtlerle-Türklerin omuz omuza mücadele ettiğini, “Milli Mücadele”nin kongrelere dayalı bir iktidar kurduğunu savunmak, saltanatın kaldırılıp cumhuriyetin ilan edilmesini devrimci bir adım olarak bayraklaştırmak Türk işi cumhuriyet efsanesinin tamamlayıcı parçaları arasında yer alır.Burjuva diktatörlükleri ne kadar kırılgan bir zemin üzerine kurulmuşsa efsanelere, gözü yaşlı ruh çağırma ayinlerine duyulan ihtiyaç büyür. Yaşadığımız topraklardaki Millî Mücadele’nin dört ayrı aşamasını anlatan dört ulusal bayram, sirenli, esas duruşlu 10 Kasımlar, cami sayısından fazla olan Mustafa Kemal heykelleri bu ihtiyacın ürünüdür. Tüm bu müsamerelerin Atatürk’ü Koruma Kanunu’yla olan çelişkili beraberliği ise Türkiye’deki hâkim sınıfın aczini sergiliyor.Kuruluş efsaneleri karşısındaki tutum, dünyanın her yanındaki sol hareketler için olduğu kadar Türkiye’dekiler için de bir turnusol kağıdıdır. Burjuvazinin sınıf egemenliğini şu ya da bu reform aracılığıyla daha sağlam temeller üzerine oturtmak isteyenler, bu efsanelerden beslenmeye, onları diriltmeye ve mirasını ileriye taşımaya çalışırlar. Sınıfsız ve sınırsız bir dünya yolunda burjuvazinin sınıf egemenliğini parçalamak isteyenlerinse sadece burjuvazinin baskı aygıtlarına karşı değil onu gerekçelendiren bu tür efsanelere karşı da mücadele etmesi gerekir.Sol akımların kâh “Cumhuriyet’in kazanımlarını geri getirme” yeminleri ederek kâh Cumhuriyet’in çoktan çözüldüğünü saptayıp “Artık yeni bir Cumhuriyet kurmalıyız!” şiarını yükselterek Cumhuriyet’in yüzüncü yılını coşkuyla, mücadele azmiyle hep bir ağızdan selamladıkları bu dönemde elinizdeki broşürdeki yazılar tam da bu mücadeleyi amaçlıyor.Sönük Cumhuriyet Kutlamaları, Rejimin Aczi ve Reformistlerin VazifesiTürkiye Cumhuriyeti yüz yıl boyunca büyük badireler atlattı. Ekim Devrimi’nin yarattığı ürküntü İngiliz Emperyalizminin önceliklerini değiştirdiği için sınırlarını genişletebildi; kurulduğu andan itibaren Kürdistan’daki ulusal başkaldırıları bastırmak zorunda kaldı. İkinci emperyalist paylaşım savaşında sınırlarını tesadüflere ve kendi dışındaki faktörlere bağlı olarak koruyabildi. Topraklarını saran devrimci durumdan 12 Eylül darbesiyle kurtulmaya çabaladı. Kırk yılı aşkın bir süredir Kürdistan’ın kuzeyinde tarihinin en uzun süreli ulusal başkaldırısı ile yüz yüze. Tüm bu gelişmelere karşın Cumhuriyet’in hâlâ ayakta kalabilmesine onun görevli muhafızları ve gönüllü şakşakçıları ne kadar sevinseler az.Bununla birlikte yüz yılı deviren Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde daha ferah bir yol da bulunmuyor. İçeride rejim krizi derinleşiyor ama, hükümet Kürdistan’da da Türkiye’de de devrimci dinamikleri yok etmeyi başaramadı. Dışarıda ise bir ateş çemberiyle çevrili. Güneydeki komşularından Suriye on iki yıldır bir içsavaşın içinde, Irak’taki içsavaşı engelleyen dengeler ise pamuk ipliğine bağlı. Türkiye’nin güneydeki diğer komşusu ise ölümüne ürktüğü ama bir türlü yok edemediği Rojava Kantonları. Tahrandaki hükümetin Kürdistan’ın doğusundaki ayaklanmayı bastırmada ne derece başarılı olduğunu kendisi dahi bilmiyor. Azerbaycan ve Ermenistan aralarındakii sınır anlaşmazlıklarını artık diplomasi masasında değil savaş meydanında çözmeyi tercih ediyorlar. Ukrayna ise neredeyse iki yıldır ABD ile Rusya’nın sıcak çatışma alanı.Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve fiziksel varlığının tüm dayanaklarının altını oyan bu koşullar altında Türkiye burjuvazisinin cumhuriyetin ruhunu çağırmaya her zamankinden fazla ihtiyacı var. Gelgelelim hâkim sınıfın içindeki çatışmalar o denli keskin durumda ki rejimin sahipleri uzun bir süreçtir şovenist propagandanın en bilindik araçlarını dahi hayata geçiremiyor. Sınır ötesi operasyonlar coşku ve fedakarlık duyguları uyandırmıyor, askerî bozgunlar ulusal bir yas havası yaratmıyor, futboldan voleybola milli takımların zaferleri birlik ve beraberlik duygularıyla kutlanamıyor. Çeyrek asır önce 28 Şubat’ın hemen ertesinde, PKK’yi bitirme, Avrupa Birliği’ne girme hayallerinin kurulduğu döneme denk gelen yetmiş beşinci yıldönümü kutlamalarıyla bugünün sönük törenleri kıyaslandığında Türkiye Cumhuriyeti’nin hem içinde boğuştuğu krizin derinliği hem de bu kriz karşısındaki aczi daha da açığa çıkıyor. Ezilenlerin kanı üzerine kurulu bu cumhuriyetin yaşam ateşi çoktan sönmüştür.Bu tabloya bakarak rejimin içine girdiği derin krizin onun nihai olarak çökerteceğini yahut cumhuriyetin adım adım çözüleceğini savunmak sadece burjuva diktatörlüklerinin yıkmadan yıkılmayacağı gerçeğini gözardı etmek anlamına gelmez, aynı zamanda Türkiye’de reformizmin tarihsel rolünü unutmak anlamına da gelir. Rejim içindeki yarılma nedeniyle hükümetin ya da devletin başka organlarının yerine getirmediği vecibeleri bugün holdingler, kültür sanat faaliyetleri aracılığıylayerine getirmeye soyunuyor.. Bu kesimlerin eksik bıraktığı siyasi propagandayı ise cumhuriyeti ve kurucularını “saygı ve minnetle anan” sol akımlar kendi törenleri ve yürüyüşleriyle yürütüyor.Krizdeki burjuva siyasetinden beslenmeyi hedefleyen fırsatçılığıyla, burjuvaziye koltuk değneği olmaya talip reformizmi teşhir etmeden can çekişen Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı mücadeleyi büyütmek mümkün değildir. Elinizdeki broşürün ikinci amacı da Cumhuriyet sevdalısı reformizmi teşhir etmek için gerekli politik donanımı sağlamaktır.Karşı Devrimci İleri KarakolBütün burjuva cumhuriyetlerinin kuruluş öyküleri ve bu öykülere yönelik efsaneler birbirine benzese de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun, üzerinde ayrıca durulmayı hak eden bir yönü bulunuyor. Ekim Devrimi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu arasında yakından bir bağ var. 7 Kasım 1917’deki Kışlık Sarayı baskınıyla başlayan Ekim Devrimi, devrimci etkisini kısa zamanda Çarlık Rusyası’nın sınırlarının dışına taşıdı. Bu devrimci rüzgarların önünü kesmek başından itibaren başta İngiltere olmak üzere tüm emperyalistlerin ortak kaygısı oldu. Emperyalistler devrimci sovyet iktidarını Litvanya’dan İran’a işbirlikçi devletlerle çevreleyerek kuşatma yolunu seçtiler. Ekim Devrimi sırasında, bugünkü topraklarının yedide biri Çarlık Rusyası sınırları içinde olan, Türkiye bu işbirlikçi devletlerin en fırsatçısı ve önemlisiydi, üstelik o günden bugüne sürekliliğini koruyan tek karşı devrimci devlet oldu.Türkiye Cumhuriyeti emperyalist planları bozan anti-emperyalist bir mevzi değil tam aksine komünizmin yayılmasını engellemek için emperyalistlerin tahkim ettiği karşı-devrimci bir ileri karakoldu. Türkiye Komünist Partisi ise uluslararası komünist hareket içinde en erken kurulanlardandı, İtalyan ve Fransız Komünist Partileri’nden önce kurulmuştu. Programı Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresi tarafından onaylanan üç partiden biriydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsü aynı zamanda Türkiye Komünist Partisi’ni ortadan kaldırma girişimlerinin, cinayetlerin ve tutuklamaların başından sonuna bir karşı-devrimin öyküsüdür.Bugün sol içinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı devrimci karakterine dikkat çeken az sayıda akım olsa da, bu azınlık dahi Millî Mücadele’nin şu ya da bu aşamasını ilerici, anti-emperyalist olarak kabul ediyor. Millî Mücadele’ye önderlik edenlere en mesafeli duranları dahi “Kurtuluş Savaşı”nda anti-emperyalist, halkçı bir damar olduğunu savunuyor. Anti-komünist, karşı-devrimci politikaların sürekliliğini görmeyenlerin “Yeni Ekimler’e” önderlik etme iddiası havada kalmaya mahkumdur, sınıf düşmanlarına şu ya da bu aşamada eleştirel destek vererek devrimci mücadelenin önderliğini kazanma hayalini kuranların, bağımsız siyasi çizgiye sahip bir parti yaratması dahi mümkün değildir.Tam da bu nedenle, hangi politikaların Ekim Devrimi’nin kuşatılıp, boğulmasına hizmet ettiğinin anlaşılması için Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerindeki efsane pelerinini kaldırmak yetmez, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun Millî Mücadele adı verilen, başından sonuna karşı devrimci bir nitelik taşıyan bir sürecin son halkası olduğunu da göstermek gerekir. Elinizdeki broşürün bir diğer amacı da bu sürekliliğe işaret etmektir.Sosyal Şovenizme Karşı Mücadelenin ÖnkoşuluDünyanın en kalabalık ezilen ulusunun en büyük parçası Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde ikamet ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Kürtleri inkar ve sindirme girişimidir. Millî Mücadele’nin Kürtlerin ulusal başkaldırılarıyla yaşıt olması da tesadüf değildir. Kürdistan’ın batısında bir kanton yönetiminin varlığını koruduğu, doğusunun ayaklanmalarla sarsıldığı, kuzeyindeki kırk yıllık başkaldırının tanklarla ve SİHAlarla teslim alınamadığı koşullarda “cumhuriyetin erdemleri” hakkındaki güzellemeler Kürdistan’ın esaretini perçinleme girişimleri olarak görülmelidir.Buna karşılık Millî Mücadele’de Kürtler ve Türklerin birlikte, omuz omuza emperyalizme karşı mücadele ettiği safsatası Kürtleri Türk devletine zincirlemek isteyenlerin vazgeçilmez propaganda araçlarından biridir. Türk Devleti’nin 1921 Anayasası’na “Kürt Sorununun Çözümü” için işaret edenlerin sayısı da az değildir.Hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu kutlamak hem de Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savunmak mümkün değildir. Mustafa Kemal’in cumhuriyetini selamlayanlarınKürdistan’ın batısında, güneyinde, kuzeyinde yürüttüğü haksız savaşta Türk Devleti’nin karşısında sesini yükseltmesi dahi mümkün değildir. Millî Mücadele’ye tümüyle ya da kısmen bağlananlar aynı zamanda sözüm ona anti-emperyalizm ve cumhuriyetçilik adına sosyal şovenizm katarına da bağlanmaktadır. Millî Mücadele’nin karşı-devrimci karakterini sergilemek şovenizme karşı mücadelenin de önkoşuludur. Elinizdeki broşür “Milli Mücadele” ile Kürdistan’ın bağımsızlık mücadelesi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı sergileyerek sosyal-şovenizme karşı mücadeleyi güçlendirme yi de amaçlıyor.Kemalist Cumhuriyet’e “Yetmez Ama Evet!” Diyenler İşçi Hareketini Burjuva Muhalefetine ZincirliyorYüzüncü yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti hakkında konuşmak bir başka bakımdan da politik önem aşıyor. Yüzüncü yıl kutlamalarının sönüklüğü, devletin aczini ve kendini tahkim edecek ideolojik araçlardan yoksunluğunu anlatsa da; kemalist cumhuriyetçilik ideolojik, politik önemini yitirmiş değil. Bilakis rejim krizi içinde debelenen, ikiye yarılmış burjuva siyasetinde hükümet karşıtı güçlerin temel ideolojik paydasını oluşturuyor.Burjuva muhalefeti, bir yandan AKP’nin seçmenine göz kırparken diğer yandan da sol akımları kanatları altında tutmak için hükümetin cumhuriyetin ve onun değerlerinin içini boşalttığını, kurumların altını oyduğunu, Cumhuriyet Türkiyesi’nin temellerini attığı bilime ve liyakata dayalı anlayışı ortaçağ fikirleriyle, tarikatçılıkla, kayırmacılıkla değiştirdiğini savunuyor. Bu bakımdan, bugün Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyeti hayırla, nostaljiyle yahut “yetmez ama evet” diyerek ananlar işçi hareketini Amerikancı, burjuva muhalefete karşı yedekleyecek köprü vazifesini üstleniyorlar.Hâlbuki, Erdoğan’ın Osmanlı paşalarının kurduğu cumhuriyetin tüm karşı devrimci politikalarını hız kesmeden uyguladığı bir dönemde, hükümetin karşısına “asıl cumhuriyetçi biziz” diyerek çıkmak, yenilgiyi baştan kabul etmek anlamına gelir. Gelgelelim, açmazları ve kısıtları gereği burjuva muhalefetinin benimseyebileceği başka yol da yoktur. “Atatürk Cumhuriyeti”ni savunmak işçi hareketini mağlubiyeti tartışmasız bu müflis stratejiye zincirlemek anlamına geldiği için kemalist cumhuriyetçiliğin tüm tortularına savaş açmadan Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanı seçimindeki teslimiyet tablosundan da kurtulmak mümkün değildir. Broşürümüz bu tablodan çıkışın koşullarını göstermeyi de amaçlıyor.Broşürümüz Devrimci Bir Eylem Birliği’nin ÜrünüHedefimiz Devrimci Güçbirliğini BüyütmekBroşürdekiyazılar, Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ve Köz imzalarını taşıyor. Bu iki akım daha önce de Cumhurbaşkanı seçimlerinde birlikte Emekçi Seferberliği İçin Bağımsız Aday (ESİBA) kampanyasını birlikte örmüşler, Millet İttifakı’nın kuyruğuna takılan akımlardan ve doktriner bir boykotçu çizgiyi benimseyenlerden farklı olarak hükümete karşı emekçilerin düzen partilerinden bağımsız seferberliğini örmek için adım atmış, bağımsız bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmışlardı.Dün emekçilerin hükümete karşı Kılıçdaroğlu’nun arkasında yedeklenmesine karşı duranların bugün de cumhuriyetçilik adına burjuva muhalefetin peşine takılmaya itiraz etmeleri tesadüf değildir. Cumhurbaşkanı seçiminde Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkının propagandasını yapanlar elbette Cumhuriyet’in Kürt ulusuna düşman karakterini sergileyeceklerdir. Cumhurbaşkanı seçim süreci boyunca “seçimle değil devrimle gidecek” diyenler elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin Ekim Devrimi’ne set olan karşı devrimci karakterini gözler önüne sereceklerdir.Broşürdeki yazılar bilimsel çalışma olma değil politik mücadeleye hizmet etme maksadını taşıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin karşı devrimci karakterini yayıncılık faaliyetiyle teşhir etmek mümkün değildir. Broşürümüz anlamını politik bir mücadeleye hizmet ettiğinde, bu mücadelenin bir parçası olan propaganda ve ajitasyonu donattığında kazanacaktır. Broşürün arkasında duranların muradı tam da budur. Broşürün çıkışını mümkün kılan eylem birliğini, “ayrı dur birlikte vur” prensibi uyarınca broşürden sonra düzenlenecek ortak propaganda faaliyetleriyle devam ettireceğiz.Broşürümüz, farklı geleneklere ve referanslara sahip iki akımın, bayrakları karıştırmadan, devrimci temelde bir güçbirliği yapabileceğinin bir başka kanıtıdır. Cumhurbaşkanı seçimlerinde emekçilerin önüne devrimci bir seçenek sunmak isteyenlerin Enternasyonal Komünist İşçi Birliği ve Köz ile sınırlı olmadığını biliyorduk. Bu nedenlecumhurbaşkanı seçiminde tüm devrimci güçleri Emekçilerin Seferberliği İçin Bağımsız Aday kampanyasının bir bileşeni olmaya çağırmıştık. Cumhuriyetin karşı devrimci bir karakter taşıdığını savunan devrimci güçlerin sadece bu broşürün arkasında duranlarla sınırlı olmadığının da, önümüzdeki günlerde reformist kaynaşmalara karşı devrimci güçbirliğinin öneminin azalmayıp artacağının da farkındayız. Bu bakımdan broşürümüzü sadece politik bir mücadelenin parçası kılmaya değil, demokrasi ve anti-emperyalizmin bir devrim sorunu olduğunu savunan tüm kesimleri eylemli bir güçbirliğine daha etkin ve ısrarcı bir şekilde çağırmak için kullanmaya da kararlıyız.Ayrı Dur Birlikte Vur!Yaşasın Devrimci Dayanışma!
0 notes
Link
TBMM Genel Kurulunda, 28. Dönem 2. Yasama Yılı'nın başlaması dolayısıyla Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş başkanlığında açılış toplantısı gerçekleştirildi. HABER: YELİZ ERDEM Meclis Başkanı Numan Kurt... ---------------------------- Haberin devamı haber71.net'te.
0 notes
Text
Mini etekte bile yırtmaç olması çok garip ama aşırı derece kafa açıcı çünkü çekici olan insan uzvu değil çünkü uzuvlarımız normal onu çekici kılan uzvu sunuş biçimi etekteki o yırtmacın mesajı şu etek ne kadar mini olsa bile hala bi şeyleri ucundan gösterip görmediğin bir şey daha var ve sana bunu yırtmam yoluyla biraz daha gösteriyorum demek kadınları yüz yıllardır bu yüzden hep kapattık dinde yasaklı hala getirdik aslında uzvunu şehvetli bir şekilde sunmasın diye yoksa memesi götü normaldi çekici olan şey onu saklamasıydı çikolatayı ucundan ucundan verirseniz bir daha isterler değil mi sonuçta mini etekteki bir yırtmaç bence kadınların yüzlerce yıldır aldığı darbenin resmiyetidir bence bunu giyen kadınsa bu lekeye ortak olur bakın giymesin demiyorum isterse çıplak gezsin ama benim düşünce yapımda o yırtmaç çikolatanın devamı var demek
1 note
·
View note
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/alp-alperin-gokyuzunden-turkiye-air-kitabi-cikti-yalnizca-kamera-degil-fotografci-da-uctu.html
Alp Alper’in ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabı çıktı... Yalnızca kamera değil fotoğrafçı da uçtu
Ankaralı fotoğrafçı ve gezgin Alp Alper’in bu dördüncü kitabı. Birinci çalışması ‘1000 feet’ten TÜRKİYE’ Yunanistan’da basılmış, akabinde da Türkiye’de. İkinci kitabı ‘Dreamscape TURKEY’ ve üçüncüsü de ‘4 Mevsim İSTANBUL’. Son kitabı ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ı geçen ay yayımlayan Alp Alper’le buluştuk.
Alper, ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabında ülkemizin hoşluklarını uçarak fotoğrafladı.
Tutkusu yalnızca fotoğraf değil, gökyüzü… 1992’de Türk Hava Yolları’nda başlayan uzun bir yöneticilik mesleği var. Kokpitlerde kısa bir müddet çalışmış lakin yeryüzünü üstten görmenin hazzını bir kere alınca peşini bırakmamış. Artık uçak, helikopter, gyrocopter demiyor, hepsiyle uçup fotoğraflar çekmeyi sürdürüyor. Yeni kitabı ülkemiz için pahalı bir arşiv, bilhassa son devirde hızlanan global ısınma üzere etraf sıkıntıları nedeniyle birçok doğal güzelliğimiz yok olup giderken… Kimileri da insan elinden kurtulamıyor. O denli ki bu kitabı bitirene kadar birçok doğal ve tarihi güzelliğimiz yok olmuş.
‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabının sunuş yazısında öyküsünün nasıl başladığını da şöyle anlatıyor Alper: “Bazen yolda yürürken gözünüz birden uçan bir kuşa takılır. Tahminen bir martı, tahminen bir güvercin, tahminen bir serçe, tahminen de bir kumrudur o… ‘Ben de keşke uçabilseydim ve kuşlar üzere özgürce yeryüzüne gökyüzünden bakabilseydim’ dediğiniz oldu mu hiç?
Mağlova Kemeri-Eyüpsultan/İstanbul
Bu niyetle başladı bende her şey, öykümün başladığı üzere…”
– Ülkemizde foto-kitap hazırlamak hayli maliyetli, dördüncüyü çıkarmak büyük muvaffakiyet, kutlarım. Bu kitapların öyküsü nedir?
Projelerimin en süratlisi 6,5 sene sürüyor zira dediğiniz üzere çok maliyetli ve düzgün takımlarla çalışmanız gerekiyor. Uçmak ve tıpkı anda fotoğraf çekmek yeterli bir tecrübe ve deneyim gerektiriyor. Birinci kitabımı o periyot vazife yaptığım Atina’da bastırmıştım. Son kitabım ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabım için de 7 yıl boyunca tekrar sponsor olmadan çalıştık. Ülkemizin tarihi ve doğal hoşluklarını farklı bir açıdan fotoğraflamayı hedefledik ve tüm zorluklara karşın kitabı tamamladık.
Ağrı Dağı
– Ortada kazalar da atlatmışsınız…
Doğru, iki defa vefattan dönsek de yolumuzdan asla dönmedik. Bu son kitaba kadar hiç sponsorumuz da olmamıştı ancak baskı etabında Duyar Vana CEO’su Faruk Çizmecioğlu’nun takviyesiyle kitabımızı basabildik.
– Drone’la çekilen fotoğraflara alışığız lakin sizinki apayrı. Siz uçarak fotoğraf çekiyorsunuz, anlatır mısınız biraz ayrıntılarını?
Ben bu durum için her vakit “Drone çıktı, mertlik bozuldu” diyorum. Bizim uçtuğumuz hava araçları Cessna 172, ultralight, microlight, paragliding, paramotor, helikopter ve gyrocopter. Hepsiyle uçmak ve fotoğraf çekmek çok zevkli fakat helikopter en uygunu,. doğal helikopter fiyatını saymazsak. Son 5 yıldır gyrocopter ile uçuyorum ve bu hava aracından Türkiye’de etkin olarak kullanılan 6-7 tane var. Bu uçuşlarda genelde jeolog Mustafa Yavuz Hocamla uçuyoruz ve havadan tahliller de yapıyoruz.
Ayasofya-Sultanahmet, Fatih/İstanbul
– Asıl maliyet uçmak sanırım…
İşte bu bizim en büyük yaramız. 2000’lerden bugüne Türkiye için çalıştığımız bu projeler için bir tane bile ana sponsor bulamadık.
– Tüm Türkiye’yi uzun bir müddette gezdiniz, birtakım fotoğrafladığınız yerler artık yok, onları sıralar mısınız, nereler, nasıl yok oldu?
23 yıllık gökyüzü serüvenimiz içinde yok olan yerler o kadar arttı ki… Kimilerini sayayım: Hasankeyf, Meke Gölü, Allianoi Antik Sıhhat Kenti, Tuz Gölü’nün bir kısmı ve zelzelede yıkılan Antakya. Bunlar yok olmadan evvel fotoğrafladığımız ve kitabımda yer alan kareler. Maalesef bugün yalnızca fotoğraflarda kalan bu yerlerin dışındaki doğal ve tarihi hoşlukları de korumazsak hepsi vakit içinde yok olacak.
Küçüksu Kasrı-Beykoz/İstanbul
– Bugüne kadar 70 ülke görmüş bir gezginsiniz. Hobinizi işe çevirip rehberliğe de başlamışsınız, nerelere gidiyorsunuz?
Pandemide meskende kaldığımız devirde turizm ve rehberlik eğitimi aldım. Akabinde katılanların fotoğraf çektiği, daha az bilinen noktalara tipler götürmeye başladım.
Atatürk Barajı-Bozova/Şanlıurfa
– Kitabı nereden, nasıl satın alabiliyoruz?
Penguen ve BKM kitapevlerinde satılıyor. bulamayanlar bana @alp_alper_ Instagram hesabımdan yazabilir, imzalı gönderebilirim.
GEZİ LİSTENİZE EKLEYİN…
70 ülkeyi gezen Alp Alper kendisi üzere seyahat ve fotoğraf tutkunu gençlere yurtdışında Socotra Adası, Yemen; Cape Town, Güney Afrika; Jawa ve Bali, Endonezya; Botswana ve Küba’yı gezmeyi öneriyor. Yurtiçinde de Dalyan (Muğla), Mardin, Şavşat (Artvin), Rize yaylaları ve Kapadokya’yı (Nevşehir) listelerine eklemelerini tavsiye ediyor. (Fotoğraf: Dalyan, Ortaca/Muğla)
Kız Kalesi-Erdemli/Mersin
Haziran 2023 sayımızdaki soruyu hakikat cevaplayarak ‘Saffet Emre Tonguç’la Yerebatan Sarnıcı’nda Bir Gece’ çeşidi kazanan kişi Melike Erdönmez oldu. (Galešnjak Adası). kitap, seyahat üzere mükafatlar verdiğimiz ‘Burası Neresi’ sorularımızı görmek ve yanıtlamak için Hürriyet Seyahat’in Instagram adresi @hurriyet_seyahat’i takip edebilirsiniz.
0 notes
Text
Alp Alper’in ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabı çıktı... Yalnızca kamera değil fotoğrafçı da uçtu - Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/alp-alperin-gokyuzunden-turkiye-air-kitabi-cikti-yalnizca-kamera-degil-fotografci-da-uctu.html
Alp Alper’in ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabı çıktı... Yalnızca kamera değil fotoğrafçı da uçtu
Ankaralı fotoğrafçı ve gezgin Alp Alper’in bu dördüncü kitabı. Birinci çalışması ‘1000 feet’ten TÜRKİYE’ Yunanistan’da basılmış, akabinde da Türkiye’de. İkinci kitabı ‘Dreamscape TURKEY’ ve üçüncüsü de ‘4 Mevsim İSTANBUL’. Son kitabı ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ı geçen ay yayımlayan Alp Alper’le buluştuk.
Alper, ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabında ülkemizin hoşluklarını uçarak fotoğrafladı.
Tutkusu yalnızca fotoğraf değil, gökyüzü… 1992’de Türk Hava Yolları’nda başlayan uzun bir yöneticilik mesleği var. Kokpitlerde kısa bir müddet çalışmış lakin yeryüzünü üstten görmenin hazzını bir kere alınca peşini bırakmamış. Artık uçak, helikopter, gyrocopter demiyor, hepsiyle uçup fotoğraflar çekmeyi sürdürüyor. Yeni kitabı ülkemiz için pahalı bir arşiv, bilhassa son devirde hızlanan global ısınma üzere etraf sıkıntıları nedeniyle birçok doğal güzelliğimiz yok olup giderken… Kimileri da insan elinden kurtulamıyor. O denli ki bu kitabı bitirene kadar birçok doğal ve tarihi güzelliğimiz yok olmuş.
‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabının sunuş yazısında öyküsünün nasıl başladığını da şöyle anlatıyor Alper: “Bazen yolda yürürken gözünüz birden uçan bir kuşa takılır. Tahminen bir martı, tahminen bir güvercin, tahminen bir serçe, tahminen de bir kumrudur o… ‘Ben de keşke uçabilseydim ve kuşlar üzere özgürce yeryüzüne gökyüzünden bakabilseydim’ dediğiniz oldu mu hiç?
Mağlova Kemeri-Eyüpsultan/İstanbul
Bu niyetle başladı bende her şey, öykümün başladığı üzere…”
– Ülkemizde foto-kitap hazırlamak hayli maliyetli, dördüncüyü çıkarmak büyük muvaffakiyet, kutlarım. Bu kitapların öyküsü nedir?
Projelerimin en süratlisi 6,5 sene sürüyor zira dediğiniz üzere çok maliyetli ve düzgün takımlarla çalışmanız gerekiyor. Uçmak ve tıpkı anda fotoğraf çekmek yeterli bir tecrübe ve deneyim gerektiriyor. Birinci kitabımı o periyot vazife yaptığım Atina’da bastırmıştım. Son kitabım ‘Gökyüzünden Türkiye Air’ kitabım için de 7 yıl boyunca tekrar sponsor olmadan çalıştık. Ülkemizin tarihi ve doğal hoşluklarını farklı bir açıdan fotoğraflamayı hedefledik ve tüm zorluklara karşın kitabı tamamladık.
Ağrı Dağı
– Ortada kazalar da atlatmışsınız…
Doğru, iki defa vefattan dönsek de yolumuzdan asla dönmedik. Bu son kitaba kadar hiç sponsorumuz da olmamıştı ancak baskı etabında Duyar Vana CEO’su Faruk Çizmecioğlu’nun takviyesiyle kitabımızı basabildik.
– Drone’la çekilen fotoğraflara alışığız lakin sizinki apayrı. Siz uçarak fotoğraf çekiyorsunuz, anlatır mısınız biraz ayrıntılarını?
Ben bu durum için her vakit “Drone çıktı, mertlik bozuldu” diyorum. Bizim uçtuğumuz hava araçları Cessna 172, ultralight, microlight, paragliding, paramotor, helikopter ve gyrocopter. Hepsiyle uçmak ve fotoğraf çekmek çok zevkli fakat helikopter en uygunu,. doğal helikopter fiyatını saymazsak. Son 5 yıldır gyrocopter ile uçuyorum ve bu hava aracından Türkiye’de etkin olarak kullanılan 6-7 tane var. Bu uçuşlarda genelde jeolog Mustafa Yavuz Hocamla uçuyoruz ve havadan tahliller de yapıyoruz.
Ayasofya-Sultanahmet, Fatih/İstanbul
– Asıl maliyet uçmak sanırım…
İşte bu bizim en büyük yaramız. 2000’lerden bugüne Türkiye için çalıştığımız bu projeler için bir tane bile ana sponsor bulamadık.
– Tüm Türkiye’yi uzun bir müddette gezdiniz, birtakım fotoğrafladığınız yerler artık yok, onları sıralar mısınız, nereler, nasıl yok oldu?
23 yıllık gökyüzü serüvenimiz içinde yok olan yerler o kadar arttı ki… Kimilerini sayayım: Hasankeyf, Meke Gölü, Allianoi Antik Sıhhat Kenti, Tuz Gölü’nün bir kısmı ve zelzelede yıkılan Antakya. Bunlar yok olmadan evvel fotoğrafladığımız ve kitabımda yer alan kareler. Maalesef bugün yalnızca fotoğraflarda kalan bu yerlerin dışındaki doğal ve tarihi hoşlukları de korumazsak hepsi vakit içinde yok olacak.
Küçüksu Kasrı-Beykoz/İstanbul
– Bugüne kadar 70 ülke görmüş bir gezginsiniz. Hobinizi işe çevirip rehberliğe de başlamışsınız, nerelere gidiyorsunuz?
Pandemide meskende kaldığımız devirde turizm ve rehberlik eğitimi aldım. Akabinde katılanların fotoğraf çektiği, daha az bilinen noktalara tipler götürmeye başladım.
Atatürk Barajı-Bozova/Şanlıurfa
– Kitabı nereden, nasıl satın alabiliyoruz?
Penguen ve BKM kitapevlerinde satılıyor. bulamayanlar bana @alp_alper_ Instagram hesabımdan yazabilir, imzalı gönderebilirim.
GEZİ LİSTENİZE EKLEYİN…
70 ülkeyi gezen Alp Alper kendisi üzere seyahat ve fotoğraf tutkunu gençlere yurtdışında Socotra Adası, Yemen; Cape Town, Güney Afrika; Jawa ve Bali, Endonezya; Botswana ve Küba’yı gezmeyi öneriyor. Yurtiçinde de Dalyan (Muğla), Mardin, Şavşat (Artvin), Rize yaylaları ve Kapadokya’yı (Nevşehir) listelerine eklemelerini tavsiye ediyor. (Fotoğraf: Dalyan, Ortaca/Muğla)
Kız Kalesi-Erdemli/Mersin
Haziran 2023 sayımızdaki soruyu hakikat cevaplayarak ‘Saffet Emre Tonguç’la Yerebatan Sarnıcı’nda Bir Gece’ çeşidi kazanan kişi Melike Erdönmez oldu. (Galešnjak Adası). kitap, seyahat üzere mükafatlar verdiğimiz ‘Burası Neresi’ sorularımızı görmek ve yanıtlamak için Hürriyet Seyahat’in Instagram adresi @hurriyet_seyahat’i takip edebilirsiniz.
0 notes
Text
MEB yıllık projelerini raporladı
https://pazaryerigundem.com/haber/178464/meb-yillik-projelerini-raporladi/
MEB yıllık projelerini raporladı
Millî Eğitim Bakanlığı, Haziran 2023-Haziran 2024 tarihleri arasında Öğretmenler Odası Buluşmaları’ndan sınıf tekrarının yeniden uygulanması ve devamsızlık affının kaldırılmasına, açık liselere geçişin zorlaştırılmasından müfredat değişikliği gibi hayata geçirilen pek çok yeni düzenlemeyi bülten hâline getirerek yayımladı.
ANKARA (İGFA) – MEB Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından Millî Eğitim Bakanlığına bağlı tüm birimlerce 2023-Haziran 2024 tarihleri hayata geçirilen projelerin yer aldığı Yıllık Bülten hazırlandı.
Bültenin sunuş yazısını kaleme alan Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, eğitimin çok yönlü bileşenleri içeren bir sistemler bütünü olduğunu belirterek, “Bu bütünün en değerli varlığı olan öğrencilerimizin yetişmesinde, köklü geçmişimizden ve geleneklerimizden ilham alarak onları millî ve manevi değerler çerçevesinde donanımlı bireyler hâline getirmeyi ve maddi kalkınmanın zirvesine ulaşmayı hedeflemekteyiz. Öğrencilerimizin Türkiye Yüzyılı’nda Anadolu’dan dünyaya, insanlığın gelişimine katkı sağlayacak evrensel nitelikte fikirler üreteceğine ve geleceğe yön vereceğine olan inancımız tamdır. Tüm insanlığa yeni yollar sunacak öğrencilerimizin yetkin ve erdemli bireyler olarak yetişmeleri için daima yanlarında ve destekçisi olacağız.” dedi.
Bültendeki sunuş yazısında Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ne değinen Bakan Tekin şunları söyledi: Gücünü aziz milletimizden, tarihe sığmayan destanlarımızdan, kadim medeniyetimizin yazgısından, bilimden, inancımızdan ve değerlerimizden alan model; Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında hedeflerimize ulaşmak için maarifin en güçlü argümanı olacaktır.
“İstiklalden istikbale, Türkiye Yüzyılı’nı inşa edecek nesiller yetiştirme vizyonu, kararlılıkla yürüdüğümüz bu yolda bize aydınlık bir istikameti işaret etmektedir.” diyen Bakan Tekin, “Bu inançla hazırlanan ‘Millî Eğitim Bakanlığı Yıllık Bülteni’ Bakanlığımız merkez teşkilatı birimlerince Haziran 2023’ten itibaren son bir yıl içinde hayata geçirilen çalışmalardan bazılarını içermektedir. Başarıya dair her ne varsa eğitim paydaşlarımızın bu hususta rolü büyüktür. Bu vesileyle tüm paydaşlarımıza gayretleri ve emekleri için bir kez daha teşekkür ediyorum.” değerlendirmesinde bulundu.
Millî Eğitim Bakanlığı Yıllık Bülten’e ulaşmak için TIKLAYABİLİRSİNİZ.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes