Tumgik
#sonuçlandı
nevzatboyraz44 · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
600 bin çocuğun umudu!
'Büyüyen ayakkabı' dünyaya yayıldı,
20 dolar yetiyor
Ayakkabınızın olmadığını ve ölünceye dek ayakkabı benzeri bir şeyle tanışmadan her gün yürüdüğünüz yollarda 4 mevsim ilerlediğinizi düşünmek size endişe verici geliyor olabilir.
Dünya üzerindeki 600 bin çocuk az önce kafanızda canlananları yaşamak durumunda kalıyordu.
Ta ki birileri, ‘çünkü’ diyene kadar!
Toplamda 510 milyon 100 bin kilometrekare yüz ölçümüne sahip dünyada ne yazık ki her çocuk aynı şartlara sahip olamıyor.
 Bazıları savaşın ortasında dünyaya merhaba derken, bazıları genç yaşta dünya yıldızı olan futbolcuların aksine giyecek ayakkabı bile bulamıyor.
 Kenya, Somali ve birçok Afrika ülkesinin ismi bu acı tablonun altına yazılsa hiç de yanlış olmaz. 
Diğer çocukların sahip olduklarıyla tanışma şansı bulamayan çocukların hayalleri ve hayatları için ‘1 adım’ atan Kenton Lee’nin, Kenya’da bir yetimhanede çalışırken zihninde doğan fikir 600 binden fazla çocuğa umut oluyor.
ÇOCUKLARIN UMUDU OLDU ÇÜNKÜ...
Yoksulluğu azaltmak misyonuyla yola çıkacak olan Kenton Lee, 2007’de ABD’de okuduğu Nampa Idaho’da Northwest Nazarene Üniversite’sini bitirdikten sonra Nairobi, Kenya’nın yolunu tuttu. 
Gittiği yerde çalışacağı yetimhane onu bambaşka bir yola çekecek ve çıplak ayaklarıyla keskin çakıl taşlarına, ıslak toprağa basmak zorunda kalan çocuklara Lee umut olacaktı. 
Lee de aynen öyle bir yolda minik bir çocukla yürürken binlercesinin hayatını değiştirecek o fikri bulmuştu.
 Tozlu yolda yürürken yanında beyaz elbiseli küçük bir kızın yürüdüğünü fark eden Lee, ayaklarına baktığında ayakkabılarının ayakları için çok küçük olduğunu görünce şokla karışık bir hüzün onu esir aldı.
 Ayakkabılar o kadar küçüktü ki ayak parmaklarının dışarı çıkması için ayakkabılarının önünü kesmek zorunda kalmışlardı. 
Bir yanda sayısız ayakkabısı olan çocuklar, diğer yanda hayat boyu hiç ayakkabı giyemeyen çocukların olduğu dünyada bir şeyler yapılmalı ve çocuklar artık canları yanmadan yürüyüp koşabilmeliydi.
O gün Kenton Lee şunu düşündü:
Peki ya boyutunu ayarlayabilen ve genişletebilen bir ayakkabı olsaydı?
Ya büyüyebilecek bir ayakkabı olsaydı?
Lee, bu düşüncesinden 1 adım bile uzaklaşmadı ve hiç vazgeçmedi.
Çünkü, ona göre “Bir çift ayakkabı ile hayat değiştirmek büyük bir mutluluktu.”
Lee, ismini ‘Because’ koyduğu projesinde büyüyebilen ve genişleyen ayakkabılar üretip dağıtmayı hedefliyordu.
İngiliz dilinde ‘çünkü’ anlamına gelen ‘because’ Lee için gerçekten de sebebi olan bir mücadeleydi.
80 ÜLKEDE 70 BİN AYAKKABI
Bu fikri alıp gerçeğe dönüştürmek Kenton Lee ve bir grup arkadaşının memleketleri Idaho'ya dönmeleri gerekiyordu.
 Bu süreç tahmin ettiklerinden daha uzun sürdü, yani Kenya’dan ABD’ye gidişleri 6 yıldan uzundu.
 2009’da ismen kurdukları proje, 2014 yılında her şeyi başardıklarında, tam 5 beden büyüyen ve yıllarca dayanabilecek kadar sağlam bir ayakkabı üretmeleriyle sonuçlandı. 
Kenton Lee liderliğindeki grup, ayaklarını korumak için ayakkabıya acil ihtiyaç duyan mümkün olduğunca çok sayıda çocuğa büyüyen ayakkabıyı ulaştırmak amacıyla kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan ‘Because International'ı kurdu. 
Bu Kenton ve arkadaşları için fedakar ve duygusal bir hobiydi.
 Ancak hiç kimse, onların tutkuyla yaptıkları bu girişimin, bugün olduğu gibi dünya çapında bir dava ve hareket olacağını tahmin etmemişti.
 Kenton Lee ve arkadaşları başarmış, binlerce çocuğu da ayakkabıyla tanıştırmıştı.
SADECE 20 DOLAR YETİYOR
Bugünlerde 80 ülkede süren mücadele, 2017 itibarıyla 70 bin ayakkabının çocuklara ulaştırılmasını sağladı.
 Kenton Lee, yaptıkları fedakar girişimle ilgili, “Biz ayakkabıları distribütörler aracılığıyla göndermiyoruz.
Çocuklarla çalışan organizasyonlar yoluyla ihtiyacı olanlara iletiyoruz.
6 bin farklı aracıyla bunun için çalıştık” diyor. 
Şimdi ise sadece 20 dolarlık bir bağışla bir çocuğun daha ayakkabı sahibi olması için destek çağrısında bulunan Because, bu girişimini her geçen gün daha fazla insana fayda sağlayacak şekilde büyütüyor.
2023’te 40 bin 500 çift büyüyen ayakkabı dağıtan 'Because', 24 girişimciyi eğiten ve yoksulluktan etkilenen topluluklarda yüzlerce istihdam sağlayarak 2024’teki mücadelesine başladı.
Girişimcilerin bu yılki mesajı ise, “Birlikte 2024'te daha fazlasını başarabiliriz!”
Derleyen: Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr
41 notes · View notes
kalbim-sana-emanet · 1 year
Text
ve yine aynı sonuçlandı;gitmek isteyeni bırakın,gitsin.
159 notes · View notes
musfika-hanim · 7 months
Text
Tumblr media
bugün dernekte toplantı masasında arkadaşlarla istişare ederken bir yandan da gruba bakıyorum, annem sedyede ameliyata hazırlanıyor götürülüyor vs.. her kare bizim için paylaşılıyor. hayati tehlikesi olan bir ameliyat olmasa da içim titriyor, orda olmak istiyorum, önüme düşen fotoğraflar videolar, onların bekleyişleri derken toplantı masasında içime ağlamam dışavurumla sonuçlandı. kafamı ellerimin arasına alıp gözyaşlarımı saklarken ifşa oldum. hepsi gurbetin getirdiği hüzünden.. şükür ki her şey yolunda. elhamdülillah
20 notes · View notes
potikare · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
|23.03.23
nefiss yumuş yumuş bir portakallı kek denemesi başarıyla sonuçlandı. anne kız keyfini çıkarıyoruz 🍊🧡
107 notes · View notes
bilmece · 1 month
Text
Daha sık yoga yapmama vesile olur diye matımı ortada bırakmam yalnızca daha fazla tırmalanmasıyla sonuçlandı. Hayaller hayatlar.
16 notes · View notes
thbcway · 5 months
Text
Heaven Official's Blessing Revize edilmiş versiyon, kitap 1 bölüm 3 - Hayalet gelini alıyor, Veliaht prens gelin arabasına biniyor
Tüm kurtları ve binusları boğan Ruoye geriye doğru uçtu ve uysal bir şekilde bileğine sarıldı.
Xie Lian, sonsuz karanlık ve hışırdayan ağaçlardan oluşan bir denizle çevrili arabada sessizce oturuyordu.
Bir anda, herşey sessizliğe boğuldu.
Rüzgârın sesi, ormanın sesi ve iblislerin kükremesi sanki bir şeyden korkuyormuşçasına anında ölüm sessizliğine dönüştü. Daha sonra çok yumuşak sesli bir kıkırdama duydu.
Bu bir erkek olabileceği gibi bir genç de olabilirdi.
Xie lian hiçbir ses çıkarmadan dikleşerek oturdu.
Ruoye sessizce elinin etrafında döndü ve harekete geçmeye hazırlandı. Ziyaretçi masum olmayan bir niyet belirtisi gösterecek olursa eğer, on katı güçle çılgın bir güçle karşı saldırıya geçecekti.
Kim bilebilirdi ki ani bir saldırı ya da öldürme niyetiyle sonuçlanmayacağını, bunun yerine başka bir şeyle sonuçlandı.
Gelin arabasının perdesi biraz açıldı ve parlak kırmızı düğün duvağının altındaki aralıktan Xie Lian ziyaretçinin ona elini uzattığını gördü.
Parmak eklemleri iyice bitişmişti. İnce ve soluk elin üçüncü parmağına, parlak ve canlı bir yakınlık düğümüne benzeyen kırmızı bir ip bağlanmıştı.
Elini vermeli miydi? Yoksa, vermemeliydi?
Xie Lian öylece kaldı, bu şekilde oturmaya devam mı etmesi yoksa paniklemiş bir gelin gibi davranıp çekingen bir şekilde geri çekilmesi mi gerektiğine henüz karar veremiyordu. Ama elin sahibi oldukça sabırlı ve nazikti; Xie Lian hareket etmedi ve o da hareket etmedi, görünüşe göre bir yanıt bekliyordu.
Uzun bir süre sonra, tanrıların ya da hayaletlerin açıklanamayan etkisi altında kalmış gibi Xie Lian elini uzattı.
Ayağa kalktı, perdeyi kenara çekip arabadan inmek üzereydi ama karşı taraf bir adım öndeydi ve onun için kırmızı perdeyi kaldırdı. Ziyaretçi elini tuttu ama sanki onu sıkmaktan ve incitmekten korkuyormuş gibi çok sıkı tutmadı, bu da ona azami özen gösterdiği izlemini veriyordu.
Xie Lian başını eğdi ve elinden tutarak yavaşça arabadan çıktı. Ayaklarının dibinde yatan, Ruoye tarafından boğulmuş bir kurdu gördü. Başı dönerken, hafifçe takıldı ve nefesi kesilerek öne düştü.
Ziyaretçi yardım etmek için hemen elini hareket ettirdi ve onu yakaladı.
Bu yakalamanın ardından Xie Lian’ da onun elini yakalamak için elini hareket ettirdi ama dokunuşunda buz gibi bir şey hissetti; Ziyaretçinin bir çift gümüş önkol koruması taktığı ortaya çıktı.
Önkol koruması muhteşem ve zarifti, akçaağaç yaprakları, kelebekler ve vahşi hayvanlarla oyulmuş ilginç deseni oldukça gizemli görünüyordu ve Merkezi Ovalar’daki hiçbir şeye benzemiyordu, daha ziyade yabancı bir ırktan kalma eski bir eserdi. Onun bileğini tam olarak çevreliyordu, zarif ve çevik görünüyordu.
Buz gibi gümüş, soluk beyaz eller, cansız ama yine de öldürücü ve şeytani bir enerji yayıyordu.
Düşüşü sahteydi, aslında kasıtlı bir testti ve Ruoye, saldırmaya hazır şekilde gelinliğin geniş kolunun altında yavaşça kıvrılıyordu. Ancak ziyaretçi sadece elini tuttu ve onu ileri götürdü.
Öncelikle Xie lian başı düğün duvağıyla örtülü olduğundan yolu net bir şekilde göremiyordu ve ikinci olarak biraz zaman çalmak istiyordu. bu nedenle kasıtlı olarak çok yavaş yürüdü, ancak karşı taraf şaşırtıcı bir şekilde onun hızına ayak uydurarak çok yavaş yürüdü ve diğer eli de zaman zaman sanki tekrar düşeceğinden endişeleniyormuşçasına ona yol göstermek için uzanıyordu. Her ne kadar Xie Lian bu şekilde davranıldığı için temkinli davransa da şunu düşünmeden edemedi: "Eğer bu gerçekten bir damatsa, kesinlikle son derece nazik ve düşünceli.”
Bu noktada aniden bir tıngırdama sesi duydu. İkisi her adım attığında, o çan sesi duyuluyordu. Tam bu sesin ne sesi olduğunu anlamaya çalıştığında, her yerden vahşi hayvanların bastırılmış ulumaları duyuldu.
Vahşi kurtlar!
Xie lian biraz hareket etti, ve Ruoye bileğine sıkıca sarıldı.
Kim bilebilirdi, herhangi bir hareket yapmadan önce, onu yönlendiren kişi, görünüşe göre onu rahatlatmak ve endişelenmemesine izin vermek için elinin üstüne iki kez hafifçe vurmuştu. İki vuruş o kadar hafifti ki neredeyse nazik oldukları söylenebilirdi. Xie Lian biraz şaşkına dönmüştü ve alçak uluma sesleri çoktan bastırılmıştı. Tekrar dikkatlice dinlediğinde, aniden bu vahşi kurtların ulumadığını, sızlandığını fark etti.
Xie lian’nın ziyaretçiye dair olan merağı giderek artıyordu. Ve şu düğün duvağını fırlatıp bir göz atmayı çok istiyordu ama bunun uygun olmayan bir hareket olduğunu biliyordu, bu yüzden sadece kırmızı düğün duvağının altındaki aralıktan bakabildi. Gördüğü şey kırmızı bir kabanın eteğiydi. Kırmızı kabanın altında bir çift siyah deri çizme, rahat bir yürüyüş.Bir çift küçük siyah deri bot sıkı bir şekilde sarılmıştı ve bunların üzerinde yürürken olağanüstü hoş görünen bir çift ince ve düz baldır vardı. Siyah botların yanlarında iki ince gümüş zincir sallanıyordu; Her adımda gümüş zincirler sallanıyor ve kulaklara çok hoş gelen keskin bir tıngırdama sesi çıkarıyordu.
Adımları sakindi, hareketli, daha çok bir gence benziyordu. Yine de attığı her adım sanki onu kimse durduramayacakmış gibi özgüven yayıyordu. Her kim onun yoluna çıkmaya cesaret ederse, parçalara ayrılmayı bekliyor olacaktı. Bu göz önüne alındığında Xie Lian bunun tam olarak nasıl bir insan olabileceğinden emin değildi.
Kendi kendine düşünürken birdenbire yerdeki ürpertici beyaz bir şey görüşüne girdi.
Bu bir kafatasıydı.
Xie lian’nın adımları bir anlığına durdu.
Kafatasının yerleştirilmesinde bir sorun olduğunu ilk bakışta anlayabilirdi. Bu belli ki belirli bir dizinin bir köşesiydi ve eğer ona dokunulursa büyük olasılıkla tüm dizi anında bu noktaya saldırı başlatacaktı. Ancak genç adamın adımlarına bakılırsa orada bir şeyin olduğunu bile fark etmemiş olduğu anlaşılıyordu. Keskin bir "tık" sesi duyduğunda ve genç adamın oraya dönüp kafatasını anında parçalara ayırdığını gördüğünde, bir uyarıda bulunup bulunmamayı düşünüyordu.
Sonra hiçbir şey hissetmemiş gibi göründü, toz yığının üzerine bastı ve kayıtsızca oraya doğru yürüdü.
Xie Lian, “… …”
Bir şekilde tek bir adımla tüm diziyi ayaklarının altına alıp bir atık toz yığınına dönüştürmüştü…
Bu sırada genç adam adımlarını durdurdu. Xie Lian'ın kalbi heyecanlandı ve harekete geçmesi gerekip gerekmediğini merak etti ama genç adam ona doğru ilerlemeye devam etmeden önce yalnızca bir anlığına duraksadı. Birkaç adım sonra yukarıdan yağmur damlalarının şemsiyenin yüzeyine çarpmasına benzeyen bir "pıtırtı" sesi geldi. Az önce genç adamın bir şemsiye tutup ikisini de yağmurdan koruduğu ortaya çıktı.
Doğru bir an olmamasına rağmen Xie Lian bu kadar düşünceli olduğu için onu övmeden edemedi ama aynı zamanda oldukça şaşırmıştı: "Yağmur mu yağıyor du?”
Karanlık dağ sessizdi ve vahşi orman uçsuz bucaksızdı. Uzak aralığın derinliklerinde kurtlar aya uludu. Belki yakın zamanda dağda bir kavga yaşandığı için soğuk havada hâlâ hafif bir kan kokusu vardı.Bu sahne, bu atmosfer, ikisi de son derece ürkütücüydü. Ancak genç adam bir eliyle onun elini tuttu, diğer eliyle şemsiyeyi kavradı ve yavaşça ileri doğru yürüdü; hiçbir sebep yokken kışkırtıcı derecede romantik ve kalıcı derecede şefkatliydi.
Tuhaf yağmur döngüsü garip bir şekilde gelip gitti ve kısa bir süre sonra şemsiyeye çarpan yağmur damlalarının "pıtırtı" sesi kayboldu. Genç adam da durdu ve sanki şemsiyeyi kapatıyor gibiydi. Aynı zamanda sonunda onun elini bırakmıştı ve ona bir adım daha yaklaştı.
Onu tüm bu yolu yönlendiren el, yavaşça düğün duvağının bir köşesini tuttu ve yavaşça kaldırdı.
Xie Lian başından beri bu anı bekliyordu; hareketsiz durarak, önünde kalan kırmızı perdenin yavaşça yukarı doğru kaldırılmasını izledi -
Ruoye ortaya çıkmıştı!
İlk önce saldırmak niyetindeydi ama beklenmedik bir şekilde Ruoye, uçup gittiğinde ters bir rüzgar çıkardı, parlak kırmızı düğün duvağı genç adamın elinden sıyrıldı, yükseldi ve düştü. ve Xie Lian, Ruoye'nin içinden geçmeden önce kırmızılı genç adamın görüntüsünü ancak bir an için görebilmişti.Genç adam binlerce gümüş kelebeğe bölündü ve parıldayan gümüşten parlak, yıldızlı bir rüzgârın içine dağıldı.
Her ne kadar doğru bir an olmasa da Xie Lian birkaç adım geri gittikten sonra bu sahnenin gerçekten bir rüya kadar güzel olmasına yüreğinde hayret etmeden duramadı. Sonra gümüş bir kelebek gözlerinin önünden uçtu. Daha yakından bakamadan, gümüş kelebek onun etrafında iki kez dönmüş, sonra kelebek rüzgarına karışmış ve havayı dolduran gümüş parıltının bir parçası haline gelmiş, kanatlarını çırparak gökyüzüne uçmuştu.
Uzun bir süre sonra Xie Lian nihayet zihnini temizledi ve şöyle düşündü: "Bu genç adam gerçekten hayalet damat mı?”
Doğrusu durumun böyle olduğunu düşünmüyordu. Ama eğer değilse genç adam neden gelin arabasını kaçırsın ki?
Düşündükçe daha da tuhaf görünüyordu olay ama Xie Lian, önce doğru işi halletmeye kararlı bir şekilde Ruoye’i omzuna attı. Gözüyle Etrafı tarayıp "huh" dedi. Çok uzakta olmayan bir yerde, şaşırtıcı bir şekilde, orada ciddi bir şekilde duran bir bina vardı.
Xie Lian düğün duvağını yerden aldı ve yaklaştı ve binanın benekli kırmızı duvarlara sahip olduğunu ve aslında eski bir tapınak olduğunu gördü. Tasarıma bakılırsa bu muhtemelen bir savaş tanrısı tapınağıydı. Tabii ki, ön kapıların üzerinde çelik gibi üç büyük harf vardı: "Ming Guang Salonu"!
Bu Kuzeyden sorumlu savaş tanrısı Ming Guang olmasına rağmen tapınağı neden dağların derinliklerinde gizemli bir düzende gizlenmişti?
8 notes · View notes
okusana-org · 8 days
Text
4 Temmuz 2020’nin Akıllarda Kalan Korkunç Kazası: Kadın Havuza Atlamaya Çalışırken Çatıya Çarpıyor – İşte O Kaçınılmaz An!
2 notes · View notes
etaali · 9 days
Text
Tumblr media
İbrani medyası: Yemen füzesi, İsrail hava savunmasını ve birçok Arap ülkesinin hava sahasını deldikten sonra ülkenin merkezine ulaştı ve füzeyi engellemeye yönelik tüm girişimler başarısızlıkla sonuçlandı.
2 notes · View notes
doriangray1789 · 10 days
Text
sesli düşünce -KRALİÇE-
Zihnimin çöpünü dökme ihtiyacı hissettiğim anlardayım yine. Bakalım ne yazacağım;
Pierre-Paul Grasse, Fransız bir zoolog. Onu tanımamı sağlayan aslında ''stigmergy'' kavramı oldu. Bu kavram, karıncalar üzerinde var olduğu düşünülen komuta ve hiyerarşi ağının yok olduğunu öne sürüyor. Kraliçenin, kolonide yaşayan tüm karıncalar ve onların çalışma disiplinleri içinde merkezi sosyal bir görevinin olduğu düşünülüyordu. ''Stigmergy'' kavramı, bu önermeye reddiyede bulunuyor. Karıncalar yol aldıklarında, geride feromon izi bırakıyorlar. Bu aslında bir çeşit veri aktarımıdır. Arkadan gelen karıncalar, kraliçe komutasına göre değil, feromon izinin yoğun olduğu verisine göre hareket ediyorlar. Feromon verisine, kraliçeden bağımsız cevap veriyorlar! 
Bunu kendi kolonimiz içerisinde değerlendirmemiz gerektiği düşüncesindeyim! Sizce toplumsal koordinasyonumuz bir kraliçenin hiyerarşik düzende aşağıya doğru bildirdiği buyruklarla mı sağlanıyor? Yoksa  bizim ardımızda bıraktığımız feromon(veri), koordine olabilmemiz için gereken derinlik ve muhteviyatı içeriyor mu? Kitabın ortasından konuşalım. Korkulan şey, sosyal çevremiz içinde ardında feromon(veri) bırakan bireylerin sayılarının artmasıdır!  Eğitim bu sebeple her iktidarın ilk elini attığı alandır! Amerika'nın keşfi ile başlayan, kapitalizmin doğuşu ile devam eden geniş süreçte, insanlığa en çok satılan kavram nedir?
Küreselleşme-Globalleşme!
Küreselleşme sadece ürünlerin alışverişinden doğacak bir bütünleşme halini idealize etmez. Fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin de idealize edilen bütünleşmeye dahil olmasını amaçlar!  15.yy'da başlayıp, 19.yy'a kadar süren insan mülkçülüğü, yani kölelik başka ne olabilir? Sırtınızda şakırdayan kırbacınız yoksa, zihninizi hırpalayan internetiniz de mi yok?  Blockchain gibi teknolojilerin, iddiasının kökü işte tam olarak bu açmazdan filizleniyor. Bireysel kullanıcılık, küresel hesap defteri, merkeziyetsizlik vs.. Aslında bunların pek çoğu bir paradoks. Bununla ilgili bir yazı yazmış olmalıyım. Lakin bu alan başka bir tartışma konusu. 
Geçtiğimiz yıllarda karşılaştığımız süreçlere bir de bu pencereden bakmalıyız. Bir örnek üzerinde çalışalım. 29 Kasım 2010'da WikiLeaks belgeleri hemen herkesin eşim sağlayabileceği arama motorlarına ve internet sağlayıcı IP adreslerinin ulaşımına düştü(açıldı). Hükümetlerin bu durum karşısında gösterdikleri reaksiyon ve belgelerin eşime açılmasının sonuçları neydi?
Belgelere erişimin kesilmesi çalışması karşılığında, yüzlerce ayna site oluşturularak erişimin devam etmesi sağladı. Belgeler, Tunus hükümetindeki yolsuzluk düzenine dair pek çok detayı da içinde barındırıyordu. Tunuslu bir hükümet yetkisinin bir sebze satıcısı olan Mohamed Bouazizi'ye attığı tokat, Mohamed Bouazizi'nin protesto için kendini ateşe vermesiyle sonuçlandı. Bir tokat ve protesto, Tunus halkının ayaklanmasına ve bu ayaklanma 23 yıllık iktidar sahibi Zeynel Abidin Bin Ali'nin ülkeden kaçmasıyla sonuçlandı. Bu hareketin enerjisi Londra, Amsterdam, İspanya, Yunanistan, İsrail ve Wall Street'e kadar pek çok ülkeyi ilgilendiren bir sonuç doğurdu! Mısır, interneti kapayarak belgelere olan erişimi durdurmaya çalıştı. Bu örnekler şunun için;
Bunların hepsi üzerine teoriler üretilebilir, tartışılabilir lakin bir bilgi açığının Kraliçe kontrolü altındaki koloninin bağımsız hareket etmesini sağlayacak potansiyeli barındırabileceğini görmemiz açısından öğretici oldu. 
Eğer feromon(veri) izi bırakarak yaşıyorsanız, önce sizi feromon(veri) izinin günah olduğuna, işe yaramaz olduğuna, gereksiz olduğuna, toplum için faydasız olduğuna inandırdıkları kitleye boğdururlar! O kitle pek çokları için yeterlidir. Lakin bir talihin ya da stratejik düşünme kabiliyetinin ürünü olarak bu saldırıdan kurtulursanız, devlet bu işi üzerine belgeseller çekilecek kadar romantik bir şekilde halledebilir!!!
İyi toplum, doğru bireyselleşmeden geçer!
Aksi halde ortaya çıkacak olan yığındır, kalabalıktır, kitledir, kabiledir...
Sağlıcakla..
6 notes · View notes
pansehirim · 2 months
Text
Töre
Nasıl bir töresin ey aşk? Ne çok adam, ne çok kadın öldürdün...
Kan davası dediğin şey ise bileğimden döktüklerin, Dava sonuçlandı bir yalnızlıkla, Ve beraat ettim senden...
Ve sen, Nasıl bir töresin sen ey cenazem? Benim uğurlama törenimde susmayın, n'olur, Şarkılar söyleyin, şarkılar fısıldayın, şarkılar okuyun. Sesinizi duydukça kapalı kutular içinden,
Heyecanlanıyorum, Konuşacak gibi oluyorum, Şarkı söyleyecek kadar heyecanlanıyorum, Ve kan bağım çözülüyor dizlerimden... Uyumayın ne olur, Ölüyorum, Mekanımı cennet dilemeden, Ve bir rüya görmeden, Ana rahminden dünyayı düşler gibi, Cehennemimden medet ummayın ne olur... Öldüm gittim sanıyorsunuz, Oysa Ben dünyaya hiç gelmedim...
Şimdi bir çocuk, uçurtma yapmayı bilemez mesela.... Sapan yapıp cam kırdıkça, yalandan ağlamayı beceremez. Şimdi bir çocuğa izin vermezler sokağa çıkmasına, Şimdi bir çocuk kaçamaz durur. Şimdi bir çocuğu kaçırıp sökerler ciğerini, Dışarı çıkmam dururum. Yetişsem koşsam. Sokağa çıkarsam, ayak izleri beni gözlerimden vurur. İzin veremem çocuk, Gitme, izin veremem... Bir çocuk ölürse, Ben ölmeyi beceremem, Senin gibi, yalandan ağlamayı beceremem, Ağlarsam korkmayın çocuklar, ellerim korkunç olabilir. Gözlerim kan yuvasına dönünce, yuvamı dağıtabilirsiniz. Korkunç olabilirsiniz...
Ben de korkunç bir şekilde, Çocukluğumu kaybettim, hatırlamıyorum. Bir kış akşamı belki, Belki bir eylülün ikindisi yaptım bunu. Kendi uçurtmamı göğe salıp, Kendi sapanımla vurdum. Bir kadın gitti diye, Barutlu sapanımla, Alnının ortasında vurdum çocukluğumu. Oysa diğer bütün kadınlarım, Kusura bakmayın... Bütün kapılarınızı açık bıraktınız, Ben girmedim....
3 notes · View notes
benmisim · 3 months
Text
şikayet edemeyiz işimizden atmıyorlar bizi. aç kaldığımız yok. karnımız doyuyor. otlar büyüyor. büyüyor milli gelir. tırnak uzuyor. uzuyor tarih sokaklar boş. sağlamca sonuçlandı pazarlık canavar düdükleri ötmüyor. n'olsa geçer hepsi. ölüler vasiyetlerini yaptı. yağmur seyreldi artık. daha ilan edilmedi savaş. acelesi de yok zaten. otları yiyoruz. milli geliri. tırnak yiyoruz. yiyoruz tarihi. saklı gizli bir şeyimiz yok. özlenecek bir şeyimiz yok. söyleyecek bir şeyimiz yok. bir şeyimiz. saatler kuruldu. faturalar ödendi. hepimiz yıkandık. son otobüs geçiyor. boş şikayet edemeyiz. ne bekliyoruz peki?
2 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 1 year
Text
Tumblr media
İşgal altında olan peygamberler şehri #Kudüs, bundan tam 836 yıl önce bugün #20Eylül1187'de, şarkın en sevgili Sultanı Selâhaddin Eyyûbî tarafından kuşatıldı.
Kuşatma şehri savunan Kudüs komutanı #İbelinliBalian'ın #2Ekim1187'de şehri teslim etmesiyle sonuçlandı.
Kudüs işgal altındayken ben nasıl gülebilirim ki?
......
#Jerusalem, the city of the prophets under occupation, was besieged by the most beloved Sultan of the East, Selahaddin Eyyubi, on #20September 1187, exactly 836 years ago today.
The siege ended with the Jerusalem commander Balian of Ibelin, who defended the city, surrendering the city on October 2, 1187.
How can I laugh when Jerusalem is under occupation?
28 notes · View notes
yurekferahligi · 1 year
Text
19.04.2023
aşağılarda evi temizlerkenki düşüncelerimi yazmıştım, tüm bunlar gerçek oldu. 9 aydır beklediğimiz şey sonuçlandı. erzincan’da otelin lavabosunda kısık sesle ağladığımı, eşimin bizim bu dilekçeyi vermemiz lazım istanbul’dan gitmemiz lazım demesini, düğün üstü yaşadığım strese evimizi kuramamanın stresinin de eklenmesi, asla ayrı kalmak istemememden dolayı izinleri ayarlamak için sayısız kere müdürümün yanına mahcup şekilde çıkmamı, evime bavulla eşya taşıyıp yerleşmemi, 4 ay boyunca her beş günde bir sakarya istanbul arası mekik dokumamı abartısız kıta değiştirmemi, yol yorgunluğumu, taşıdığım çantaların ağırlığını, marmarayla 42 durağın 42’sini de gitmeyi, istanbul’dan sakarya’ya gitmeye yaklaşırken yaşadığım berbat hisleri, herkesin ee sizin iş sonuçlanmadı mı? bir yerleşemediniz sen de düzenini kuramadın çok üzülüyorum deyip olayı yaşayan benken motive etmek yerine daha çok motivasyonumu alt üst etmesini ve sayamayacağım daha nicesini unutmayacağım. tüm bunları geride bırakıp yine de eşime ve ya başka birine hiçbir zaman içinde bulunduğum durumdan şikayet etmedim. çok sabrettim. hiçbirine takılmadım. hiçbir şey üzmedi beni. çünkü kapıyı açtığımda sımsıkı sarılan kollar vardı hep. gülen göz, sıcacık eller. o minicik evde tartıştıktan sonra uzağa gidemeyip dönüp yanına oturmak zorunda kalınca güldüm mesela. ev çok küçüktü ama bize yuva oldu. çok güzel anılarımız var bunları ayrıntılı bir şekilde veda yazısında yazarım.
eşimin telefonu açtığım gibi coşkulu bir sesle aşkım gidiyoruz demesini, heyecanını hiç unutmayacağım. tüm yorgunluğum dindi sanki, üzerimden bir şeyler kalktı rahatladım. şimdi yeni bir şehir. ben hep izmit’te yaşamak isterdim lise zamanlarımda. sakarya’ya dönerken seka’dan geçince eşime seka’ya da gelelim mi bir gün demiştim o da gülerek florya varken ne seka’sı demişti çok değil 3-4 gün sonra belli oldu. istanbul’da çok güzel gezdik, izinler azdı çok da zamanımız yoktu ama gitmek istediğimiz çoğu yere gittik. benim hala listede birkaç yer var belki onları sıkıştırırız bir zamana. çok mutluyum çünkü ne sakarya ne istanbul. ikisine de yine sık sık gideceğiz. istanbul’da yine gezeceğiz. sabrımızın karşılığını almış gibi hissediyorum ama burası için de duaya başladım hemen. Allah iyi insanlarla karşılaştırsın, bize güzel günler yaşamayı nasip etsin inşallah. pişman etmesin hiçbir zaman.
20 notes · View notes
oguzatayinruhu · 1 year
Text
Tumblr media
Kuru Otlar Üstüne
22 yaşında hiç bilmediğim bir coğrafyada öğretmenliğe başladım.
28 yaşında metropole geri döndüm.
Geçen 6 seneye ütopik anlar, travmalar sancılar sığdırdım. en nihayetinde 6. Yılında ödül gibi bir hayat kazanarak geri döndüm.
Terapi aldım seanslarca. Şizofren sanıldığım oldu. Hepsini bitirmişken bu film bütün anıları geri getirdi.
Konfor alanından çıkan bir bireyin, ülkede dışarıdan en kolay yargılanan mesleklerden biri olan öğretmenliği öğrenmesi, kendini öğrenmesiyle sonuçlandı.
Bu film öyle sıradan bir film değil. Dağ köylerinde çırpınan hayatların oraya giden şehirlilerin sancılarını o kadar net anlatıyor ki, yaşamayana hayal gibi gelir. Kurulan cümleler, ortamdaki eşyalar, krizler hepsi yaşandı, yaşanıyor.
Ağlarım anlatamam.
8 notes · View notes
korelist · 4 months
Text
Tumblr media
MY NAME // KDRAMA DİZİ YORUMU
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb: 7,8 Benim Puanım: 8
Drama: My Name (English title) / Undercover (early working title)
Hangul: 마이 네임
Director: Kim Jin-Min
Writer: Kim Ba-Da
Date: 2021
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Han So-Hee, Park Hee-Soon, Ahn Bo-Hyun, Lee Hak-Joo, Yoon Kyung-Ho
8 bölümlük minnacık bu dizi çok uzun süredir listemdeydi. Başroldeki hanım arkadaşımızı bir türlü sevemediğim için başlamıyordum. Sonra Nevertheless dizisini izlediğime göre artık bu diziye de bir şans vermenin zamanı geldi diye düşündüm. Bölüm sayısı ve süresi kısa olan bu dizi aynı zamanda son dönem moda olan 1. Kısım – 2. Kısım kafasına da girmemiş. 8 bölüm çekmiş anlatacağını anlatmış, bitirmiş. Bu anlamda benden bir geçer not aldı. Keza dizinin konuyu anlatma şeklini izlediğinizde bana katılacağınızı düşünüyorum, dizi zaten 8 bölümden uzun olamazmış. Hatta bir ihtimal bölümleri 1 saat yapıp 6 bölümlük bile yapılabilirmiş.
Konusu aptalca bir intikam planı olarak yazılmış. Bunu kötü yazılmış anlamında söylemiyorum. Itaewon Class ve Reborn Rich gibi zekice planlanmış intikam konulu dizilerin üzerine bunun zekice bir intikam planı olduğunu söyleyemeyiz. Zaten örnek verdiğim iki dizinin kalite olarak yanından dahi geçemeyeceğini de belirteyim. Aynı kulvarda yarışmıyorlar onu da bir netleştirelim. Senaryo gereği fevri karar verilmiş, çokta zekice olmaya bir şekilde planlanmış bir intikam hikayesi olarak özetleyebiliriz.
Yoon Ji-Woo(Han So-Hee)’nın babası Yoon Dong-Hoon(Yoon Kyung-Ho) polis tarafından aranmaktadır. Bu yüzden sürekli evi gözetlenmektedir. Babası aranan bir suçlu olduğu ve annesi olmadığı için de tek başına yaşamak zorunda kalan bir lise öğrencisidir. Okulda bu konu ile sürekli üzerine gelinmekte, zor zamanlar geçirmektedir. Doğum gününde babası dayanamayıp eve gelir ancak kapının kilidini açarken vurularak öldürülür. Ji-Woo’da buna kapı deliğinden şahit olur. Polis merkezini ne kadar aşındırsa da babasının katili ile ilgili hiçbir sonuç çıkmaz. Cahil cesareti ve gözü dönmüşlük ile babasının en yakın arkadaşı dedikleri uyuşturucu kartelinin başı olan Choi Mu-Jin(Park Hee-Soon)’a gider ve babasının katilini bulmasını ister.
Big boss Mu-Jin karizmanın yürüyen hali olarak kızımızı önce reddeder, sonra alır getirir çetenin dövüşmeyi öğrendiği mekana. Bu kızı ben getirdim, artık bizden biri der. Atar onca testosteron salgılayan yamyamın içine. Gözünü intikam bürümüş olan kızımızın planı da burada güçlenecek ve babasının katilini bulup öldürecektir. Toparlayacak olursak, Mu-Jin babasının katilinin bir polis olduğunu söyleyince, kızımız akademiye girip polisin içine sızıyor. Ve hikaye böyle böyle akıyor.  
Canım genç polis memuru Jeon Pil-Do rolünde Ahn Bo-Hyun role o kadar güzel yakışmıştı ki… Itaewon Class’ın kötü adamını bu kadar seveceğimi hiç düşünmezdim. Youth MT isimli reality show’u izlediğimde Bo-Hyun’a oldukça ısınmıştım. Tekrar söylüyorum bu diziye inanılmaz yakışmış. Kendisinin kötü adam olarak izlemediğim için de ayrıca memnun oldum. 
Dizi tam bir Netflix dizisiydi. Kore dizilerine benzemeyen bir kimya ile yapılmıştı. Kötü anlamda mı iyi anlamda mı karar veremedim. Belki de çok fazla bu tarz dizi izlemiş biri olarak ilk saniyede sonunu tahmin etmiş olmak beni biraz da üzdü. İlk bölüm sonunda aha dedim böyle bitecek bu dizi, inşallah yanılıyorumdur. Yanılmış olmayı gerçekten çok isterdim. Merak uyandırıyordu ama “benim tahmin ettiğim gibi mi çıkacak” şeklinde bir meraktı. Oyunculuklar şahaneydi, onu atlamayalım. Herkes inanılmaz konunun içine girerek tam anlamı ile adapte bir şekilde oyunculuk sergilemişti. Karakterleri adeta yaşıyorlardı.
Sonuna gelirsek, evet düşündüğüm şekilde sonuçlandı ama düşünmediğim şekilde sert bir son yapıldı. Gerçekten bu kadarına gerek var mıydı diye sorguladım. Ve bir miktarda tutarsız buldum. Vallahi tadım kaçtı. Dizide hemen hemen herkes mütemadiyen yaralanıyordu. Ama öyle böyle yaralanmak değil, kan revan oluyorlardı. Sonraki sahnede ise hiçbir şey yok gibi olmaları dizinin gerçekçiliğini benim gözümde sorgulattı. Son ana kadar bunu göz ardı etmişken finalde overdose oldum.
Dizi, izleyiciyi rahatsız edici havası ile kısa bir yolculuğa çıkarıyor. Benim şahsi fikrim çıkılabilir bir yolculuk olduğu yönünde. Hala başrol hanım kızımız Han So-Hee’ya çok ısınamamış olsam da, dizi için güzel bir tercih olduğunu düşünüyorum. Abbys dizisinde sezon boyunca “anam, anam, anamda anam” diye dolaşmasından ötürü bizim lügatımızda ismi “anam anam” kaldı. Bu dizide de “babamda babam” diyordu ama uzunca bir süre daha anam anam kalacak gibi durmuyor.
OST:
Rapheal Lake, Royal Baggs - A Thought is haunting me
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
2 notes · View notes
bilmece · 4 months
Text
Bizde her düğün sezonunda başka başka abiyeler alacak ne sabır var ne bütçe. Bu nedenle misafir listesinin çakışmadığı etkinliklerde elbiseleri tekrar tekrar değerlendiriyoruz.
Yıl 2017, düğünümüz olacak. Annem tabi gelinin anası mod on çok şık olmak istiyor. Annemin İstanbul’da yaşayan bir kuzeni kendi kızının düğününde giymek için kendine çok zarif, şık, mor bir elbise diktirmiş bir tasarımcıya. Bu annemin aklında kalıyor, kuzenden rica ediyor elbiseyi. Kuzen de severek veriyor, annem düğünümde giyiyor bunu.
Yıl 2021, annemin 40 yıllık dostunun kızı evleniyor, kız kardeşim sayılır. Annem bu sefer anne yarısı pozisyonunda, yine şık olacak tabi! Mor elbise tekrar çıkıyor meydana, bu düğünde de giyiliyor.
İstanbullu kuzenin kızının boşanma kararı aldığını duyuyoruz. Ah vah, iki çocuk var, olur öyleler, kabulleniş ve kapanış. Gel zaman git zaman ben boşanmaya karar veriyorum. Annem espri yapıyor mor elbise lanetli hangi düğüne giyildiyse çift boşanıyor diye.
Az önce annem, bahsi geçen kız kardeş arkadaşım ve ben görüntülü konuşma yaptık, arkadaş da boşanmaya karar vermiş. Annem artık mor elbisenin suçlu olduğuna emin asdfjslf. Üç çiftin evliliği boşanmayla sonuçlandı yani?! diyorum teyitlemek için, meğer kuzen de kendi yeğeninin düğününde de giymiş onlar da boşanmış!
Velhasıl varsa arayı bozmak istediğiniz bir birliktelik bizde boşanma garantili elbise var asdfldşg
14 notes · View notes