#son çıkış
Explore tagged Tumblr posts
Text
Siren's Call [Ramin Matin]
1 note
·
View note
Text
Görseydin eğer gördüklerimi, kar ederdin kör edipte kendini.
#müzik#müzikler#gece ve müzik#müzik alıntıları#müzik dinle#benim dertler#music#new music#gökçe özgül#köprüden önce son çıkış#hayattan alıntı#hayata dair#hayatın gerçekleri#hayat#kalp acısı#kırık kalpler#geceye not#geceye bir söz bırak#uykusuz geceler#geceye bir şarkı bırak#geceyebirnotbırak#aşk#aşka dair#aşk ile#geceyedair#acı#alınti#alıntı
6 notes
·
View notes
Text
Çıkışı olmayan bir yolda ilerliyorum sanki sonu yokmuşcasına...
3 notes
·
View notes
Text
Bir hayalin gerçekleşmesi çok az insanın başına gelebilecek bir fekakettir.
Düşünürken yüzünüzü ikiye ayıran o kocaman, içten gülümsemenin yavaş yavaş solması halidir.
Her şeye sahip olduğunuzu düşünürler.
Her şeye sahip olamazsınız.
Hiç kimse her şeye sahip değildir.
Gökyüzüne bakarken kulağınıza müzik dolması hali, güneşin ışıldaması ya da yıldızların parlaması, size başarabilirsin hissi veren tatlı bir rüzgar.
Bahar gibi bir koku derin derin içinize çektiğiniz.
Hala hayal kurabiliyorken böyle hissedersiniz.
Bunun mevsimle ilgisi yoktur, o his insana fırtına izlettirir omuzların diktir, yerle gök bir olur ama sen fırtınanın dizginlerini elinde tutuyorsun önemi olmaz.
Hayal kurabilmek böyle hissettirir.
Sonra bedeller ödemeye başlarsın, bu normal diye düşünürsün hiçbir yol bir de hayallere giden yol yıldız tozları ile kaplanmamıştır ki zaten.
Fedakarlıklar gelir ardından.
Evetler ve hayırlar konuşabildiğin tek kelimeler olur.
Evetler hep kendinden daha fazla vermen gereken anlar içindir.
Bir sen üşümeye başlarsın o mevsimde, üzerine bir kazak giyer devam edersin.
Hayırlar vazgeçtiklerin içindir.
Gidemediğin yerler, göremediğin insanlar, vakit ayırmadığın küçük anlar ve küçük mutluluklar.
Ellerin ve ayakların buz keser ama sorun değil, soğuğa alıştın.
Artık gülümsemediğini fark edeceksin.
Yatmak için uzandığında kıpır kıpır bir heyecanla düşler kuramadığını, yapman gereken bir yığın işi daha boşluklara sıkıştırmaya çalıştığını fark ettiğinde yüzündeki tüm kaslar artık gülümsememeye alışmıştı.
Yetişebileceğini düşündüğün anlar olacak ama hiçvir zaman sadece seninle ilgili olmayacak.
Çünkü bu dünyada her şey ekip işidir.
Kimse tek başına mahvetmez hayatını.
Bunun için bir ordu kalabalık bazen de bir avuç insan yeter.
Mevsimlerden bahar olacak, yaz kavuracak ama sen üşümeye devam edeceksin.
Sana yolu göstereceklerini mi sandın?
O gülümsemeyi ve minnetleri saklamalıydın.
Sana sadece eğerler verecekler.
Eğer bunu istiyorsan buna razı gelmelisin.
Eğer bunu istiyorsan önce bunun altından kalkmalısın.
Eğer kazanmak istiyorsan en çok benim cebimi doldurmalısın.
Eğer iyi olmak istiyorsan önce bana bunu kanıtlamalısın.
Yıldızların artık o kadar parlak ve çekici olmadığını mı düşünmeye başladın?
Karanlık hala o kadar yakınında değil halbuki.
Yol gözünde büyür, sapmadığın o sapaklarda kaçırdıkların paçalarına yapışır.
İnsan bir günde kaybetmez, kaybetmek disiplin gerektirir.
Kendinden çaldığın her “biraz daha zaman”da biraz daha kaybeder.
Zaman bir uzvunla bile ödeyemeyeceğin kadar pahalıdır.
Ama sen ne kolay verdin cebinde onca yıldır birikmiş taşlar gibi.
Kenarında ağlayıp durduğun denizlerin dibi zamanla mı dolu sandın?
Hayır, anladın ama çok yol aldın.
Buraya kadar geldim sonuna gitmeliyim dediğinde kaybetme işinde en iyilerinden biri oldun.
Boş yere mi yazıyor tabelalarda köprüden önceki son çıkış diye.
Geri dönemeyeceğin yerler vardı ve sen şimdi o çizgiyi de aştın.
Başardığın şeyler yok değil, bunca kayıba kimin olmazdı ki?
Ama gökyüzüne bakıp gülümseyerek hayal kurabilir misin şimdi?
Hangisi zor?
İşte yıldızlar böyle terk eder insanı.
Baksan gökyüzü hala mavi.
497 notes
·
View notes
Text
gassal’ın kalitesi bir yana…
ahmet kural’ın yine en iyi işlerinden biri; abartmadan, gayet ölçülü ve iyi canlandırdığı baki karakterinin bu meseleyi kafaya takması hikâyenin çıkış noktası ve hafızalara kazınan bir replik "ölünce beni kim yıkayacak?" hiç düşünmüşmüydünüz? amaan ölmüşsün kim yıkarsa yıkasın düşüncesini sizi temin ederim sorgulayacaksınız? neden mi? izledikten sonra anlayacaksınız.
şu kesin bir gerçek ki ölümün gözümüze sokulmadığı tek bir günün olmadığı bozuk bir çağın tam ortasında yaşam ne kadar gerçekse ölüm de o kadar gerçek. fazla yakınımızda nasıl ve nereden gelir bilemeyecek kadar yakın. şanslı olanın temiz bir veda yaşadığı bir ömür.
gassala diğer açıdan baktığımızda asıl anlatılan ölüme dair bir hikâye gibi görünse de derin bir yalnızlığı anlatıyor. içerisinde komedi unsurları bulunmasına, karikatür tiplemelerine, bölümleri otuz dakikayı geçmemesine rağmen izleyicisinin göğsünü sıkıştırması bu yüzden. çünkü inanıyorum ki insanın en büyük korkusu ölüm değil, yalnızlıktır. çoğu kişi bunu kendine itiraf etmekten sakınır sadece. edenlerden olmayalım. yalnızlık ruhun en büyük düşmanı.
biraz da eleştiri ama tatlı bir eleştiri çünkü zayıf tarafları da olan iyi bir dizi gassal. yan karakterler o kadar da karikatür olmayabilirdi mesela, sırtını arabeske çok dayamasa aslında fena olmazdı finalin drama dozajının ölçüsü de biraz kaçırılmış. şu da bir gerçek ki bunlar hep hayatın içinden. bunlara rağmen baş karakteri üzerinden yalnızlık duygusunu o kadar iyi geçiriyor ki seyirciye.
aleyhinde yapılan karalama kampanyası insanların uyanış yaşamasını istemeyen ve kaliteli işi kaldıramayan bir topluluğun çamur at izi kalsından başka bir şey değildir, izleyen biri olarak yorumluyorum. son zamanlarda izlediğim en iyi, en temiz yapımlardan biri olmuş dram sevmem fakat kaliteli işi ayakta alkışlarım.
dipnot; en önemlisi: aile ile oturup izlenebilecek nadir kaliteli işlerden biri olduğu için özellikle sahip çıkılmalı bu yapıma.
hepimiz birer ölü adayıyız belki yarın belki yarından yakın.
#gassal#ölüm#ölümle yaşam arasında#dizi#yalnızlık#edit#fyp#film photography#yaşamak#sağlık#sakin#elde var hüzün
84 notes
·
View notes
Text
Beni yutan bu karanlıkta, kendi kendimi yavaş yavaş yok ediyorum. Tüm bu parçalanmışlık, eksildikçe kalan boşluğu daha derin bir soğukla dolduruyor. İçimde çırpınan son kıvılcım bile sönmek üzere belki, ama yine de bir çıkış aramaktan vazgeçemiyorum. Yine de, her an bu tükenişin nihayet bulmasını bekliyorum ya bir ışık, ya tamamen karanlık.
44 notes
·
View notes
Text
sokaklarda dolaşıyor, bir sinemaya giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, bir kafeye giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, trenlere bakıyorsun; sokaklarda dolaşıyor, daha yeni izlediğin bir filme benzeyen başka bir filmi gördüğün bir sinemaya giriyorsun, dışarı çıkıyor; fazla ışıklandırılmış sokaklarda dolaşıyorsun. odana geri dönüyor, üzerindekileri çıkarıyorsun. çarşafların arasına giriyor, ışığı söndürüyor, gözlerini kapatıyorsun. i̇şte çabucak soyunan hayali kadınların etrafında toplanma vakti. daha önce yüz kez okuduğun kitapları tekrar okuyup bıkma vaktin. gözüne uyku girmeden bir sağa bir sola dönme vaktin geldi. gözlerini karanlıkta fal taşı gibi açıp bir küllük, bir kibrit kutusu, son bir sigara bulabilmek için döşeğinin bacağını elinle yoklayıp üzerine yapışan mutsuzluğunu sakince ölçüp biçme vaktin geldi. gece uyanıyorsun. sokaklarda geziniyorsun, gidip bar taburelerine oturuyor ve kapanana kadar, saatlerce önünde bir bardak birayla ya da koyu kahveyle ya da bir kadeh kırmızı şarapla orada duruyorsun. yalnız ve ipsiz sapsızsın. ıssız caddelerde yürüyor, bodur ağaçların, boyası dökülen duvarların, karanlık sundurmaların yanından geçiyorsun. şehrin sonsuz çirkinliğinde kayboluyorsun. tek görebildiğin yıllar önce kuruyan çeşmeler, viran olmuş kiliseler, bitap düşmüş yarım kalan inşaatlar, solgun duvarlar, parmaklıkları seni hapseden parklar, kanalizasyon ağızlarında oluşan bataklıklar, fabrikaların devasa kapıları. meydanlarda ya da bulvarlarda sabırsız kalabalıklar, gözlerini cennete doğru çeviriyor.
mutsuzluk, üzerine çökmedi. neredeyse usulca sokuldu sana. titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni eline geçirdi. bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı. tuzak, bazen neredeyse seni neşelendiren, kibirlendiren, coşturan o duyguydu; tek ihtiyacının şehir, taşları ve sokakları, seni sürükleyen kalabalıklar olduğunu zannediyordun. tek ihtiyacının mahalle sinemanızda önden bir koltuk olduğunu, sadece odana, o barınağa, o kafese ihtiyacın olduğunu sanıyordun. elli iki kağıdı bir kez daha dağıtıyorsun döşeğinin üzerinde. güçlerin terk etti seni. tuzak: anlaşılmaz olmanın, dış dünyaya bir şey sunmamanın, her şeyi algılayan ama hafızasında tutmayan, yalnızca önüne bakan iki gözle erişilemez şekilde sürüklenmenin tehlikeli illüzyonu. bir şey hatırlamayan, bir şeyden korkmayan. ama çıkış yok, mucize yok, gerçekler yok. ayırıyorsun asları elli iki kağıdın içinden. aynı hareketleri, hiçbir yere varmayan aynı yolculukları kaç kere tekrarladın? fakirhanenden, budala sabrından, yanlışa mahal vermeden seni her seferinde en başa döndüren binbir dolambaçlı yoldan başka sığınacak yerin kalmadı. parktan müzeye, kafeden sinemaya, denizin doldurulan kısmından bahçeye; istasyonların bekleme salonları, büyük otellerin lobileri, süpermarketler, kitapçılar, metronun koridorları, ağaçlar, taşlar, su, bulutlar, kum, kiremit, ışık, rüzgar, yağmur: aslolan yalnızlık: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok. yaptığın her şey boşu boşuna. aradığın hiçbir şey gerçek değil. tek var olan yalnızlık, her karşına çıkışında kendinle yüzleşiyorsun. konuşmayı kestin ve sadece sessizlik cevap verdi sana. ama o kelimeleri, boğazına dizilen o binlerce, o milyonlarca kelimeyi, boş lafları, sevinç göz yaşlarını, aşk fısıltılarını, aptalca gülüşmeleri bir daha nereden bulacaksın? artık sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. ama en sessiz sen değil miydin zaten?
canavarlar girdi hayatına. fareler, türdeşlerin, biraderlerin. onlarca, yüzlerce, binlerce canavar. bilinçaltından gelen işaretlerle, şüphe çeken gidişlerinden, sessizliklerinden, seninkiyle karşılaşınca başka yere çevrilen kurnaz, çekingen, korkak gözlerinden tanıyorsun onları. iğrenç odalarının tavan arası pencerelerinde gece yarısı olmasına rağmen ışık yanıyor. ayak sesleri yankılanıyor. ama yaşı olmayan bu yüzlerin, bu kırılgan ve çelimsiz çehrelerin, bu kambur, gri sırtlıların sana ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyor, gölgelerini takip ediyor, gölgeleri oluyor, saklandıkları o küçük deliklere gidiyorsun; sığınakların, mabetlerin onlarınkilerle aynı: dezenfektan kokulu mahalle sinemaları, meydanlar, müzeler, kafeler, istasyonlar, metro, sebze-meyve halleri, senin gibi parkların banklarında oturup kumun üzerine aynı bozuk çemberi bir çizip bir silen umutsuz yığınlar, çöp kutularındaki gazetelerin okurları. çemberleri aynı seninki gibi beyhude, aynı seninki gibi ağır. metrodaki haritaların önünde senin gibi duraklıyorlar. senin gibi çöreklerini yiyorlar nehrin kenarındaki banklarda. yerinden edilenler, dışlananlar, sürgün yiyenler, yürürken duvarlara sürtünüyor, gözleri önlerine bakıyor ve omuzları düşüyor. savaşta kaybedenlerin, topu dikenlerin, bezgin hareketleriyle duvar cephelerine tutunuyorlar. onları takip ediyor, izliyor, onlardan nefret ediyorsun.
tavan arasındaki canavarlar, kokuşmuş pazar yerlerinde terlikleriyle sürtüne sürtüne yürüyen canavarlar, ölü balık gözlü canavarlar, robot gibi yürüyen canavarlar, boş boş konuşan canavarlar, onlarla omuz omuzasın, birlikte yürüyorsun, aralarından kendine bir yol buluyorsun: uyurgezerler, yaşlılar, berelerini kulaklarına kadar indiren sağır ve dilsizler, ayyaşlar, boğazlarını temizleyip kasılmalarını kontrol etmeye çalışan bunaklar, büyük şehirde kaybolan köylüler, dullar, sinsiler, eski topraklar sana geldiler. kolundan tuttular seni. kendi şehrinde kaybolmuş bir yabancı olduğun için sadece diğer yabancılarla görüşebilirmişsin gibi. yalnız olduğun için, üzerine gelen diğer yalnızları takip etmeliymişsin gibi. o hiç konuşmayanlar, kendi kendine konuşanlar, yaşlı kaçıklar, ayyaşlar, sürgün yiyenler. ceketinin etekleri yapışıyor, nefeslerini yüzüne veriyorlar. o güzel gülümsemeleriyle, ellerindeki kitapçıklarıyla, bayraklarıyla sana yanaşıyorlar.
büyük davaların zavallı savaşçıları, arkadaşları için para toplayan hüzünlü şarkıcılar, tabak altlığı satan sömürülmüş yetimler, hayvanları koruyan sıska dullar, sana yaklaşanlar, seni alıkoyanlar, sana pençesini geçirenler, o iyi niyetli gerçeklerini gözüne sokanlar, ebedi sorularını, hayır işlerini, kendi bildiklerini yüzüne tüküren herkes, taşıdıkları pankartlarla dünyayı kurtaracak olan imanlı insanlar, soluk benizliler, yakası yıpranmışlar, sana hayatını anlatan, hapishanede, tımarhanede, hastanede geçen günlerini anlatan kekemeler, hecelemeyi bir düzene oturtmaya çalışan eski öğretmenler, stratejistler, su falcıları, üfürükçüler, aydınlananlar, takıntılarıyla yaşayan herkes, kaybedenler, yorgun düşenler, barmenlerin dalga geçmek için sonuna kadar doldurduğu kadehlerini dudaklarına götüremeyen zararsız canavarlar, ve onlardan da beter olanlar, kendini beğenmişler, çok bilmişler, benciller, bildiğini sananlar, şişmanlar ve hep genç kalanlar, sütçüler ve süslü püslüler, sefahat düşkünü alemciler, kokuşmuş zenginler, aptal piç kuruları.
haklılıklarından aldıkları güçle senden açıklama bekleyen, tanıklık etmeni isteyenler, geniş aileli, çocukları ve köpekleri de canavar olan canavar aileleri, trafik ışıklarında sıkışan binlerce canavar, bıyıklı, yelekli, askılı canavarlar, berbat anıtların önünde dağılan bir otobüs dolusu canavar, pazar kıyafetlerini giyen canavarlar, canavar kalabalık. başıboş dolaşıyorsun ama kalabalık sürüklemiyor. gece korumuyor artık seni. hâlâ ileri doğru, yorulmadan, ölümsüz olarak yürüyorsun. arıyor, bekliyorsun. fosilleşmiş şehirde dolaşıyor, yenilenmiş bina cephelerinin el değmemiş beyaz taşları, put gibi duran çöp tenekeleri, bir zamanlar kapıcıların oturduğu boş koltuklar: hayalet şehirde dolaşıyorsun, bitap düşmüş apartmanların terk edilmiş iskeleleri, sis ve yağmurda sürüklenen köprüler, kokuşmuş, çirkin, itici şehir, mutsuz şehir, mutsuz sokaklardaki mutsuz ışıklar, mutsuz müzikhollerdeki mutsuz palyaçolar, mutsuz sinemaların önündeki mutsuz kuyruklar, mutsuz mağazalardaki mutsuz mobilyalar, karanlık istasyonlar, kışlalar, ambarlar, sahil boyunca sıralanan kasvetli barlar, gürültülü ya da terk edilmiş şehir, solgun ya da isterik şehir, virane, harap, kirli şehir, engellerle, demir parmaklıklarla, çitlerle çevrili şehir, toplu mezarların şehri, kokuşmuş sebze halleri, şehrin göbeğindeki varoş mahallesi, polisler ortaya çıktığında bulvarların dayanılmazlaşan korkunçluğu.
hücresindeki bir mahkum, bir deli gibi, labirentinden çıkış yolu arayan bir fare gibi şehir boyunca yürüyorsun. açlıktan kırılan bir adam gibi, adresi olmayan bir mektubu ileten bir postacı gibi artık kaçacak yerin kalmadı. korkuyorsun. her şeyin durmasını bekliyorsun; yağmurun, zamanın, trafiğin, hayatın, insanların, dünyanın, her şeyin çökmesini bekliyorsun; duvarların, kulelerin, zeminin ve tavanın, erkekler ve kadınların, yaşlılar ve çocukların, köpeklerin, atların, kuşların, felç geçirip, vebaya yakalanıp yıkılmalarını; mermerin param parça olmasını, odunun toz haline gelmesini, evlerin çıt çıkarmadan yıkılmasını, tufan gibi yağmurların, tabloların boyasını dökmesini, yüz yıllık gardıropların ahşap bölmelerinden ayrılmasını, kumaşların paramparça olmasını, gazetelerin mürekkebinin akmasını, alev alev yanan ateşin merdivenleri kül etmesini, sokakların ortadan ikiye ayrılarak kanalizasyonlardan oluşan labirenti ortaya çıkarmasını, sis ve pusun şehri ele geçirmesini bekliyorsun.
ölmedin, daha bilgili birisi de olmadın. gözlerin, güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalmadı. yeteneksiz, iki yaşlı aktör, seni almaya gelmediler. sana sıkı sıkı sarılıp diğer hepsine diz çöktürmeden birisini yıkamayacakları bir üçlü oluşturmadılar seninle. merhametli yanardağlar sana dikkat etmedi. annen yeni elbiselerini katlamadı. deneyimin gerçekliğiyle milyonuncu kez karşılaşıp ırkının yaratılmamış bilincini dövmeyeceksin ruhunun örsünde. ne büyüklerinin, ne de eski ustaların bir faydası dokunmayacak sana. yalnızlığın sana bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın sana bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin: yalnızdın ve dünyayla arandaki tüm köprüleri yıkmak istiyordun. ama sen öyle önemsiz bir noktayken dünya o kadar uzun bir sözcük ki: binaların, vitrinlerin, parkların ve rıhtımların önünde kilometrelerce yürümekten başka bir şey yapmadın. kayıtsızlık beyhude. i̇nkarın beyhude. tarafsızlığının bir anlamı yok. sadece oradan geçtiğini, caddede yürüdüğünü, şehirde turladığını, kalabalıkları takip ettiğini, gölgelerin ve çatlakların oyunlarına daldığını sanıyorsun. ama hiçbir şey olmadı: ne bir mucize ne de bir patlama.
her geçen gün, sabrın giderek tükendi. zamanın durması gerekiyordu ancak kimse zamanla mücadele edecek cesareti bulamadı. hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin: ama musluktan tahmin edilebilir şekilde damlayan su, saatleri, dakikaları, günleri ve mevsimleri hesaplamayı asla bırakmadılar. uzun süre kendine mabetler kurup, yıktın: düzen ya da eylemsizlik, sürüklenme ya da uyuma, gece devriyeleri, tarafsız anlar, gölge ve ışığın kaçışı. kendini kandırmayı, kendini uyuşturmayı bir süre daha devam ettirebilirdin. ama oyun bitti. dünya yerinden oynamadı ve sen de değişmedin. kayıtsızlık, kayda değer bir değişiklik yaratmadı sende. ölü değilsin. deli değilsin. üzerinde dolaşan bir musibet yok. seni bekleyen hiçbir bela yok. tepende uçan, kem gözlü bir karga yok. sabah, öğlen ve akşam karaciğerine yumulmak gibi hazmı güç bir görev, hiçbir akbabaya verilmedi. kimse suçlamıyor seni, bir suç da işlemedin zaten. her şeyi izleyen zaman, sana rağmen çözümünü sundu. cevapları bilen zaman, akmaya devam etti. yine böyle bir gün, biraz daha geç, biraz daha erken, her şey en baştan başlıyor, her şey en baştan başlıyor ve devam ediyor.
hayal gören bir adam gibi konuşmayı kes. bak! onlara bak. nehir kenarındaki, rıhtım boyundaki, yağmurda ıslanan kaldırımlardaki binlerce ve binlerce sessiz nöbetçi, okyanus hayallerine dalarak deniz serpintisini, setleri aşan dalgaları, deniz kuşlarının tiz çığlıklarını bekliyor fani insanlar. dünyanın isimsiz kahramanı değilsin sen, tarihin, üzerinde hükmünü yitirdiği kişi, yağmurun yağışını artık hissetmeyen, gecenin gelişini göremeyen adam değilsin. ulaşılmaz, saydam, şeffaf değilsin artık. korkuyorsun. bekliyorsun. yağmurun dinmesini bekliyorsun.
278 notes
·
View notes
Text
iyi geceler. mücadeleye son hız devam. biraz sıkıntılı çokça moral bozukluğu olan bir gün de olsa. yolun başındayken vazgeçmek yakışmaz. düştün, evet. kuyu metrelerce yüksek. çıkış gözünü dağlıyor. iki dakika mola verebileceğin o omuz da yok artık. aramayı bırak. annen bile seni anlamıyorken ne bu arama çabası. yaslandığın omuz değil. taşlı duvar.
19 notes
·
View notes
Text
Travel Bulgaria 05 / Burgaz:
Dereköy sınır kapısı çıkış: 08 Ağustos 2024, Perşembe.
Hudut kapısına gelmeden önce son akaryakıt istasyonundan depoyu doldurup sınır kapısına ulaştığımızda 5-6 araçlık kısa bir sınır kuyruğuna girdik ama Bulgaristan tarafından çıkışımız yaklaşık iki saat sürdü. Bugün günlerden perşembe. Cuma, cumartesi ve pazar günleri hafta sonu tatili nedeniyle yoğun giriş çıkış trafiğine yakalanmamak için özellikle bu günü seçtik, nafile. Almancıların tatil dönemlerinde de yoğun giriş çıkışlar oluyor. Bu dönemde Bulgaristan için Kapıkule sınır kapısından uzak durmak gerekiyor. Haliyle anlamsız bir şekilde yoğun olmadığını sandığınız bir giriş çıkış esnasında saatlerce beklemek söz konusu. Bir kaç öğünlük sandviç ile biraz meyve ve yeteri kadar içecek bulundurmak gerekiyor. Bu arada fiyatların daha iyi algılanabilmesi için kur ve benzin fiyatını not düşeyim ki, bir kaç yıl sonrası halimiz ne olur, bir bakarız:
1 Euro: 37,00 TL
1 Leva: 19,20 TL
1 Litre benzin: 44,34 TL / 2,53 Leva
Yurt dışına çıkmadan önce ödediğim sigorta, vergi ve haraçlar şöyle:
Araç yeşil kart sigorta: Üç aylık: 3.706 TL
Araç kaskosuna yurtdışı için ek zeyilname: 1.700 TL
Yurt dışı çıkış harcı: 150 TL
Bulgaristan için yol vergisi: Vinetka: 7 günlük: 366 TL
AirAlo, Bulgaristan için aylık 15 GB internet paketi: 325 TL
Ayrıca Bulgaristan' da araç farları sürekli açık olacak ve ücretsiz park yeri yoksa araç mutlaka ücretli otoparka bırakılmalı.
10 notes
·
View notes
Text
Bir yazar, nilgün marmara'nın dünyayı insanın yolculuğundaki bir nokta olarak gördüğünü ve ölümü bu yolculuktaki başka bir durak olarak düşündüğünü yazmıştı kitabında. Bu yerküreden çıkış biletiydi ölüm, yolculuksa devam ediyordu. Onunla bir ortak nokta arıyor olmak hadsizlik belki ama ölümü son olarak görmemesini ortak nokta olarak düşündüm bir an.
12 notes
·
View notes
Text
Meursult'la Konuşmalar 50
Hello! Ben geldim.
Aşırı derece yoğun geçen birkaç haftadan sonra nihayet kendimi bir parça iyi hissediyor, işleri yoluna koymaya başladığımı düşünmek istiyorum. Mahallemizde bir spor kompleksi var, epey kapsamlı yüzmedir fitnessdir her şey var. Ama benim bütçemi aşıyordu önceden. Epey zamandır oraya gidip fiyat almayı düşünüyordum. Geçen gün aşağı mahalledeki Espressolab'e çalışmaya gitmek için scooter arıyordum. Baktım neredeyse o spor salonuna gelmişim, bunu bir işaret kabule dip gittim. 15 dk içinde bir yıllık üyelik yaptırmıştım. Haftaya muhtemelen Kepsut'a gideceğim ve biraz kalacağım için başlangıç tarihini 1 Ekim olarak belirledik. Bu sefer kararlıyım inşallah yeniden fit bir insan olacağım. Telefonda zayıfladığım zamanın fotoğraflarını görünce ağlayasım geliyor çünkü. Geçen de ofiste misafirlerle fotoğraf çektirmiştik, yarım dünya gibiyim resmen. Bitmesi lazım bunun.
Ofis demişken, yeni işim hız kesmeden devam ediyor. Beni mutlu eden bir iş, her gün ofise gitmem gerekmiyor sadece geliri çok değil. Yine de sıfırdan iyidir diye düşünüyorum. Kitaplarla içli dışlı olmayı ve ortaya çıkış sürecine dahil olmayı seviyorum, bir de az buçuk para getiriyor, daha ne? Bir yandan freelance işlerime de devam ediyorum. Akmıyor ama damlıyor işte. Düzelecek her şey, buna inanmak istiyorum.
O gün spor merkezine gitmeden önce kendi kendime hayatımı düzene sokma kararı almıştım. Çalışmaya gelince de bir yapılacaklar listesi yaptım. Fena gitmiyorum.
Duygusal olarak stabil miyim peki? Elbette hayır. Bu aralar çok zorlu geçiyor. Özellikle bir ara çok küçük bir şeyde istediğim gibi bir sonuç alamayınca çöktüm, epey müddet dizi izledim falan. Ama işlerimi hallediyorum bir yandan. Bu iyi. Arada düşeceğiz yapacak bir şey yok.
Bu aralar hem fiziksel hem duygusal tahammülümün çok azaldığını hissediyorum. Sıcak beni haddinden fazla yoruyor, eskiden asla yorulmayacağım işler beni tüketiyor. Ya bir şeylerim eksik magnezyum falan ya da kabul etmek istemesem de yaşlanıyorum.
Geçen SATC karakterleriyle aynı yaşa geldiğimi fark ettim, böyle dan diye vuruldum bu gerçek tarafından. 32. Herkese 30 diyormuşum bir de onu fark ettim. Ne otuzu acaba ne otuzu? Neyse sakinim. Doğum günüme bir aydan az kaldı, yaklaştıkça geriyor.
Aylardır elime çini fırçası almadım. Kazadan beri yani. Elim hala iyileşmedi, en ufak harekette acıyor. Normalmiş. Neyse en azından basit tutma hareketlerini yapabiliyorum bu da bir şeydir.
Evet, hayat son zamanlarda böyle. Dökmek isteyip dökemediğim çok şey var. Bitkinim. Ama yapacak bir şey de yok. Hayırlısı.
10 notes
·
View notes
Text
youtube
Villa Titanic; lüks villa kiralama telepleriniz için size tavsiye edeceğimiz ve Boğaziçi, Bodrum'da bulunan lüks tatil villalarından bir tanesidir. Villa, 4 yatak odası, sonsuzluk havuzu, doğa ve deniz manzaralı konumu ile 8 kişilik geniş aileler ve arkadaş grupları için ideal bir villa kiralama seçeneği olacaktır. Son derece modern olarak dizayn edilip lüks mobilyalar ile döşenmiş olan Villa Titanic bir tatil villasında ihtiyaç duyabileceğiniz her türlü konfora sahiptir.
1.Yatak Odası : Çift kişilik yatak, komidin, klima, elbise dolabı, deniz manzarası,
2.Yatak Odası : Çift kişilik yatak, komidin, klima, makyaj masası, elbise dolabı, banyo, jakuzi, deniz manzarası,
3.Yatak Odası : Çift kişilik yatak, komidin, klima, makyaj masası, elbise dolabı, banyo, deniz manzarası,
4.Yatak Odası : Çift kişilik yatak, komidin, klima, makyaj masası, elbise dolabı, banyo, deniz manzarası,
Salon : Oturma grubu, Uydu TV , 8 kişilik yemek masası, klima, havuz kenarına çıkış, deniz manzarası, banyo-WC,
Mutfak : Buz dolabı, bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, kurutma makinası, fırın ankastre, 4’lü Ocak (ankastre), otomatik kahve makinesi, elektrikli su ısıtıcı, yemek takımı, tava, tencereler, çatal, bıçak vb.
Yıllık, sezonluk, aylık, haftalık yada günlük kiralama yapabileceğiniz villada konaklayan misafirlerimizin talepleri doğrultusunda günlük villa temizliğinin yanı sıra Bodrum tanıtım video ve gezi sayfalarında sıklıkla bahsedilen Bodrum günübirlik turları içinde en uygun fiyatı sunmaktayız. Sezonun yoğun geçen dönemlerinde değişiklik gösteren Villa Titanic fiyatları ve villanın müsaitlik durumu hakkında detaylı bilgiyi çağrı merkezimizden alabilir size sunacağımız en uygun fiyat avantajlarından yararlanabilirsiniz.
*** Ultra lüks villa tatili ve ultra lüks villa kiralama sektörünün Türkiye'deki en güvenilir firmalarından olan Dreamofholiday olarak; Muğla lüks villa tatili seçenekleriniz için seçmiş olduğunuz Boğaziçi lüks tatil villaları ve ultra lüks tatil evlerimizde hiç bir sorun yaşamayacağınızın ve kesinlikle rahat edeceğinizin garantisini şimdiden verebiliriz.
Not 1: Villalarımız konumu bakımından doğa içerisinde bulunduğundan düzenli olarak ilaçlama yapılmaktadır. Buna rağmen çevrede büyük ölçüde rahatsız etmeyecek kelebek, böcek, sinek vs. bulunma ihtimali vardır.
Not 2 : Villamıza giden yaklaşık 50 m lik yol toprak yoldur.
Not 3 : Villamızın en alt katında ayrı girişli bir daire ve müştemilat vardır, bu kat kullanıma kapalıdır.
Villa Titanic - Transferleri
Bodrum Milas Havalimanı - Boğaziçi Transfer: 12 km
Dalaman Havalimanı - Boğaziçi Transfer: 220 km
Bodrum Otogar - Villa Titanic Transfer: 25 km
Boğaziçi'nde Yapabileceğiniz Aktiviteler
* Su Sporları;
* Doğa yürüyüşleri,
* Kültür turları,
* Boğaziçi gece hayatı;
* Boğaziçi yat turları;
* Boğaziçi helikopter turları,
*** Diğer kuruluşumuz Arsis Vip Transfer firmasından yapacağınız havalimanı transferleri ve Boğaziçi Günübirlik Tur faaliyetleriniz için % 10 oranında indirim fırsatı sunmaktayız.
İyi Tatiller..!
3 notes
·
View notes
Text
Adam kendisini son kez kurtarmak için bir hamle yapak istedi, ama ne yazıkki olmadı :)) Orya giriş var, çıkış yok! Öldün sen öldün :)) Çünkü sonu çene var, hapis var, iş var, boş kart var, varda var :)))
35 notes
·
View notes
Text
Senden sonra bir süre kendime gelemedim. Toparlamam öyle kolay olmadı. Aslına bakarsan, alışmak epey zaman aldı. Öyle basit bir şey değil inan bana. Hayatını, geleceğini, hayallerini yalnızca bir kişiye ayırıp daha sonra ondan ayrılmak hiç kolay değil. Ne kadar acı bir tecrübe olduğu hakkında en ufak bir bilgin bile yok. Hiç yüzüstü kalmadın, aldatılmadın, bütün alışkanlıklarından vazgeçilmek zorunda bırakılmadın. Bu yüzden beni anlamanı beklemiyorum senden, sen sevgiden ne anlarsın ki zaten? Senden sonra çok şey denedim seni unutmak için. Fotoğrafları sildim, geçtiğimiz yerlerden geçmedim, sevdiğin şarkıları dinlemedim bir daha. Beğendiğin her şeyden nefret etmeyi denedim ama işe yaramadı. Daha sonra, çok sigara içmeyi denedim mesela. Sigara efkarı dağıtır derler ya, yemin ederim yalan. Her nefeste biraz daha özlemin doldu ciğerlerime ve gözlerimi yaşartan sigara dumanı değil, yokluğundu sadece. Efkar değil yürek oldu dağlanan. Sonra içimden bir ses, git dedi buralardan. "Git, bir daha dönme. Onun yaşadığı yerden uzaklaş. Anılarından kaç, her şeyden uzaklaş ve git buradan. Gözden uzak olan gönülden de ırak olur zaten" ne mi yaptım? Gittim. Gittim ama o da olmadı. Gözden uzaksın diye gönülden ayrı olmadın. Aslında gönlümüz de ayrıydı zaten ama zihnimden çıkarmayı başaramadım seni. İnsan giderken geride bırakamıyor ki kalbini! En sevdiğim renkti beyaz. Ne kadar da yakışırdı sana. Sırf ben seviyorum diye ne zaman benim yanıma gelsen gömlek giyerdin, hatırlıyor musun? Bembeyaz olurdun kahrolası dünyada. O kadar karanlığın içinden doğan bir umuttu gülümseyen yüzün ve ben, yüzünü avucuma her alışımda umudu ellerime bıraktığı için tanrıya şükrederdim. Sonra gittin işte, umudu kaybettim. Sonra, sonra beyazı sevmekten de vazgeçtim. Seni bu kadar çok seviyorum diye sakın kendini bir şey zannetme. Çünkü, benim seni sevdiğim kadar güzelsin. Sana herkesten farklı baktığım sürece özelsin. Şimdi acı çekiyorsam, özlüyorsam, üzülüyorsam hâlâ yokluğuna alışamayacağım için çok sevdiğimdendir. Yani sen kalbimi kırıyorsun ya, benim kırılganlığım sana olan sevgim aslında. Emin ol, zamanla son bulacak ama unutma; bir gün o kadar çok mutlu olacağım ki, o kırıklar en çok sana batacak. Senden sonra? Aslında senden sonrası hiç olmadı. Ne yaşadığımı bildim, ne sevdiğimi ne de sevildiğimi. Öyle bir boşluğa ittin ki beni, değil bir çıkış yolu bulmayı kendimi bile bulamıyorum hâlâ. Kurtulmaya çalıştıkça daha da çok battım. Yeni bir başlangıç diye diye gömülüp kaldım her seferinde geçmişe. Sevdiğim en güzel adamın mezarını ellerimle kazıp, yüreğime gömdüm. Arkasından sövdüm, arkasından sevdim, arkasından özledim, arkasından ağladım. Farklı biriyle her şeye baştan başlamayı da denedim bunun sebebi yine sensin ama bu da olmadı. Kime sığındıysam seni daha çok hatırladım. Kime sarıldıysam en çok senin kokun geldi burnuma. En çok senin saçlarını sevdim, en çok seni düşündüm. Öyle ya, en çok sen acıttın içimi.
9 notes
·
View notes
Text
biraz karantina filmini yorumlayalım.
öncelikle diğer Beyza Alkoç'un da filmlerini ilk çıktığı gün gidip izlemiş biri olarak (bununla gurur duymuyorum) bugün de Karantina'yı izledim. Beklentimin üstündeydi. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim eser miktarda değişikliklerle film, kitabın aynısıydı. Hiç konudan sapılmamış, hiç gereksiz sahne yoktu. Küçük bir değişiklik gözüme çarptı onu söylemeden geçemeyeceğim. Elektrot şarkısı Bikinisinde Astronomi ile değiştirilmiş ve filmde " Ay benim gece senin " cümlesi geçmiyor. Bu durum minik bi üzdü beni.
Oyunculara gelecek olursam. Cast pek hayal ettiğim gibi değildi. Bir şeyler eksik ve o eksikliğin ne olduğunu anlayamadım. Mesela Onur'un bi kavga sahnesi var kısa kalıyor. Abi o raconu kesmek için uzun olman gerekiyor bence. Bir de couple olarak İzmir ve Ege uyumu gibi bir uyum yoktu bana kalırsa. Ama hoşuma giden bir şey söyleyeyim. Onur kitaptaki kadar sert değil gözlemlerime göre. Filmin ilk yarısındaki tavırları büyüdüğümden dolayı aşırı geldi bana. Ama kitabı okurken yani ben 11 12 yaşındayken falan 'oha çok iyi' dediğimi hatırlıyorum (bununla da övünmüyorum). Zeynep'e odaklanamadım. Sebebi dudağındaki piercing izi. Onu saymazsak genç bir oyuncu olarak güzel bir performanstı. Onur'u oynayan kişinin de güzel bir oyunculuk sergilediğini söylemeliyim. Mert ve Burak gerçekten iyi seçilmiş. Burak harbi komik ve düşündüğümde başka kim oynayabilirdi onu, Onur Bay'dan başkası gitmezdi herhalde. Mert'in de ağırlığını hissettik ama o zekayı o soğukkanlılığı göremedim. Sanki kitapta daha aktifti. O zaman gelelim o'na. Ender Zorlu... İlker Aksum'a ne kadar teşekkür etsek azdır. Çünkü tam anlamıyla bir Ender'di ve o davranışları, hareketleri gerçekten etkileyiciydi. O psikolojik sorunlu olan insanı, nefreti iyi yansıtmış. Büyümek, Ender'i sevmektir.
Yan karakter seçimlerine daha çok özenilmeli bence. Aynı düşüncem 3391 km için de geçerliydi. Cast için diyeceklerim bu kadar.
Şarkılara gelecek olursam da seçilen şarkılar güzeldi (elektrot yoktu içime oturdu) beğendim genel olarak. Çıkış jeneriği hariç güzeldi o jenerik şarkısı olmamış 2. filmde kaldırılması talep ediyorum. Ve evet 2. film olacak her şey tam ortada kesildi. Ne zaman bitti anlamadınız çok hızlı oldu.
Genel olarak da izleyici kitlesini anlatayım size. Kocaman bir salonda izledim ve ilk gün olmasına ve özellikle okul saati olan bir seansa gitmeme rağmen bileti zor buldum diyebilirim. Kapının ağzına kadar insan doluydu. Ve salonun ortalaması 13-14'tü. Haliyle oradaki en yaşlı insan 20 yaşımla ben oldum. Büyümüşüm çünkü artık ergen liseli kahkahası kaldıramıyor bünyem. Sürekli konuştular uyarmama rağmen. Size önerim ya akşam seansına alın ya da hafta içi ilk seans yoksa düzgün bir izleme keyfi süremeyeceksiniz.
Bunlar da film de geçen şarkılar. (Bu bir amme hizmetidir.)
Ömer Balık - You Lost Me
Antonin Dvorak - Allegro con fuoco
Foreign Affairs - Hits Like Lightning
Yedinci Ev - Sevsene Beni
Son Feci Bisiklet - Bikinisinde Astronomi
Peyk, Yasin Soyöz - Derdini Bul
Serhat Erdem - Kurtar Beni
Batuhan Yağız, Eren Can Gülel - Bir Bakış Yeter
Hepsinin bulunduğu bir playlist bırakayım...
2. filmi beklemedeyim.
#karantina#karantinafilmoluyor#onur zorlu#zeynepakay#onur zeynep#beyzaalkoc#beyzalkoç#beyzanınışıkları#mahşerindörtatlısı#mahşerinbinlerceatlısı#3391kilometre#3391km#sıfırkilometre#sıfırkm#yedinci ev#sevsene beni#son feci bisiklet#bikinisinde astronomi#onur boysan#Spotify#elulfilmizliyorbideyorumluyor
4 notes
·
View notes
Text
Sen tersini düşünsen bile, gerçeklerin geçerliliği çift yönlü değildir her zaman. Bir yere girebilmiş olman oradan çıkabileceğin anlamına gelmez. Giriş kapıları çıkış kapısı olarak kullanılamayabilir, bir dakika önce altından geçtiğin kapıya dönüp baktığında aynı kapıyı yerinde bulacağına güvenemezsin. Kent de böyle işte. Herhangi bir sorunun yanıtını biliyorum, diye düşündüğün anda, artık sorunun bir anlamı kalmadığını fark edersin.
Son Şeyler Ülkesinde, Paul Auster
11 notes
·
View notes