#feryad eden ruh
Explore tagged Tumblr posts
klasikturkmuzigi · 4 years ago
Video
youtube
Klasik Türk Müziği'nde 40 Makam ve Manası: Türk musikisi makamlarının insan üzerinde fiziki, psikolojik, duygusal etkileri olduğu yaklaşık bin yıldan beri düşünülmektedir. Makamların duygular, organlar, gezegenler, burçlar, dört element ve dört hılt ile ilişkileri, Farabi, İbn-i Sina, Ebu Bekir Râzi, Hasan Şuuri, Hekimbaşı Gevrekzade Hafız Hasan Efendi, Haşim Bey gibi alimler tarafından tasnif edilmiştir.Bu tasniflerden derlenen bilgilere göre müzik terapide kullanılan başlıca makamlar ve etkileri videodan görülebilir. 
Makamlar; belirli bir duyguyu, düşünceyi, anlamı simgeleyen, her biri ayrı karaktere, renge, özelliğe sahip müzik renkleridir. Aşkı bildiren ses yollarıdır.  
Makamlar 3'e ayrılır. 1- Garami Makamlar: Aşk makamlarıdır bunlar. Rast, Hüzzam, Hicaz, Hüseyni gibi.
2- Uhrevi Makamlar: Sonsuzluğu çağrıştıran, dini makamlardır. Segah, Saba, Mahür gibi. 
3- Tasviri Makamlar: Evreni ve iç dünyamızı gösteren makamlardır. Nihavend, Acemaşiran, Hicazkar gibi.  Usül: Aşka eşlik eden şevk yollarıdır. Ritmdir. Her usül bir iş yapış tarzına, bir yürüyüş şekline denk gelir.  Melodilerin içinde döküldüğü kalıplar gibidir.   Usülün temeli 2 farklı vuruştur. 1- Düm: Kuvvetli, tok bir ses vardır. Davulun tokmağının çıkardığı sestir.   2- Tek: Daha ince ses verir. Davulun ince çubuğunun çıkardığı sestir.  
Tasviri: 1- Acemaşiran: Yaşam Coşkusu.  "Bir Acem oldu Aşiran perdesinde nağme-saz. Bu makamı dinleyenler buldu gayetle ruh-nüvaz." | “Acem makamı Aşiran perdesinde nağmeler verdi. Bu Acemaşiran makamını dinleyenlerin ruhları ferahladı.“
2- Sultaniyegah: Gece Mutluluğu.  "Eyledik bezm-i tarabda fasl-ı Sultaniyegah Nazeninim hoşlanıp etti bize bir nim-nigah." | “Neşeli bir mecliste Sultaniyegah faslı yaptık. Bu makamdan birçok eser söyledik. O nazlı sevgilim de bu meşki pek beğendi. Bana şöyle göz ucuyla bakıp beğenisini gösterdi.“ 
3- Ferahfeza: Mutluluk Veren Lütuf. "Bu nigah-ı iltifatın aşkıka Ferahfeza. Gel diriğ etme nigah-ı lütfunu ey bi-vefa" | "Ey sevgili aşkına iltifat eden tebessüm eden bir bakışın onun rühunu açar. Ferahlık verir. Ey vefasız, gel de o lütuf bakışını benden esirgeme."
4- Şedaraban: Aşkla Güzelleşmek "Dinlese Şed-arabanı Araban'dan bir kez Terk ider mamelikin gayro Hicaz'a gitmez." | "İnsan Araplar'dan Şed-araban makamını bir dinlese. O Hicaz memleketini terk eder, daha da dönmez." 
5- Kürdilihicazkar: Yakıcı Hüzün "Dün geve fasl-ı Hicazkar'ı teganni eyledik. Doymadık, tekrarını dilden temenni eyledik." | "Dün gece Hicazkar faslını söyledik. Doymadık, bir daha söylemeyi istedik." 
6- Hicazkar: Aşkta Sebat  7- Nihavend: Aşk Sevinci "Neş'esi Rümi Nihavend'in gönülde ber-karar Meclis-i ehl-i tarabda bu makamın zevki var." | "Bu Nihavend makamının neşesi gönülde daima yaşar gider. Sevinçli insanların sohbetlerinde bu makamın zevki vardır."   
8- Neveser: Gönül Ferahlığı "Dinle canım zevkine bir Dilküşa'dır Nev-eser Hüsn-i te'siri gönüllerde uzun müddet gezer." | "Neveser makamı gönül açandır. Makamın güzel etkisi gönüllerde uzun süre kalır." 
9- Acemkürdi: Lütfedilen Mutluluk "Bezmimiz mutrib ile hayret-feza-yı bezm-i Cem Dinle ey şüh, Acemikürdi'dir işte bu nagam." | “Sazendeler geldi. Sohbet meclisimiz, aşk meclisimiz efsanevi Cem'in meclisi gibi hayretler veren bir güzelliğe kavuştu. Ey güzelim dinle, bize bu nağmeleri bahşeden Acemkürdi makamıdır." 
10- Muhayyer: Ayrılık Feryadı "Nideyim, ister darıl, ister barış ey gonca gül. Sen Muhayyer'sin, feragat eylemez senden gönül." | "Sevgili muhayyerdir, aşkına her şeyi yapabilir. Sevgili darılsa da, barışsa da elbette aşıkın şikayeti olamaz. O sevmeye devam edecektir. Çünkü hür olan sevgili, esir olan kendisidir."  11- Hisar: Sevgilinin Nazı "Mah-i tab olsun cihan, zevk eylesin üftadeler. Naz ile ey meh buyur, semt-i Hisar'ı kıl meker." | "Bütün dünya dolunayla ışısın, aşıklar zevk etsin. Ey ay yüzlü sevgilim, sen de gel Hisar semtine, orayı yer edin." 
12- Şehnaz: Sevgilinin Güzelliği "Lutfedip bezme gel, revnak ver efendim naz ile Mutrib agaz eyledikçe, nağme-i Şehnaz ile." | "Ey sevgili, lütuf et nazınla da olsa şu meclisimize bir güzellik kat. Çünkü bak, sazendeler Şehnaz makamından nağmeler çalıyorlar."
13- Ferahnak: Bahar Neşesi "Ol güzel cayi Feraknak istemiş üftadeden. O da bahsetmiş o şüha meclis-i amadeden." | "O güzel sevgilisinden ferah bir mekan istemiş. O da güzele kendisini bekleyen meclisten, baş başa kalacakları yerden bahsetmiş." 
Uhrevi: 14- Şevkefza: Hüzün İçinde Lütuf "Şerefza'dır efendim iltifatın aşıka. İhtiyacı aşıkın yok başka türlü saika." | "Ey sevgili efendim, şu aşıka iltifatın, lütfun elbette beni şevke getirir. Benim tek ihtiyacım da zaten bu şevktir."
15- Süzidil: Gönül Yangını "Yandı nağmenle cihan hep, yalınız bir ben değil. Ser-te-ser aşk ehline oldu nihayet Süz-i dil." | "Senin nağmenle sadece ben değil, bütün dünya yandı. Bu makam baştan başa bütün aşıkların gönlüne ateş düşürdü."  16- Çargah: Aşkta Yok Olmak "Bezi eder gah bir nigah-ı yare mal ü canını. İstemez üftade-i na-çar gah ihsanını." | "Çaresiz aşık, yeri gelir sevgilinin bir bakışı için malını, canını feda eder. Bazen de sevgilinin hiçbir ihsanını istemez." 
17- Dügah: Derdin İçindeki Derman "Ettiği çün aşk ile sübn u mesa feryad ü ah. Oldu ey çeşm-i gazalim perde-i ahım Dügah." | "Ey ceylan gözlüm! Sabah akşam aşk sebebiyle inlediği için, ahımın perdesi dügah makamına döndü."
18- Bestenigar: Sevgiliye Hasret "Kim olursa şevk ile beste nigarın zülfüne. Muntazır olsun heman va'd-i vuslatın hulfüne." | "Kim şevk ile sevgilinin zülfüne bağlanırsa kavuşma vaadinin gerçekleşemeyeceğini baştan bilsin." 
19- Süzidilara: Ateş Saçan Aşk "Mıtrıba, mecliste her bir nağme ateş-feşan. Aşık-ı bi-çareye Süz-i dilaradır heman." | "Ey saz çalan dostlar! Şu aşk meclisinde her bir nağme ateş saçıyor. Bunu dinleyen çaresiz aşık için bütün o nağmeler gönlü süsleyen ateşlerdir." 
20- Rast: Sevincin Zirvesi "Kavli de kaddi gibi rast olsa ger ol mehveşin. Hiç bükülmezdi beli üftade-i hasretkeşin." | "O güzel sevgilinin boyu gibi sözü de rast olsaydı, yani düzgün olsaydı şu hasret çeken aşıkın beli böyle bükülmezdi."
21- Mahir: Sevincin Zirvesi "Her ne dem ol işvebazın nağmesi Mahür olur. Sabr u takat aşık-ı mihnetkeşandan dür olur." | "Ne zaman o cilveli sevgilinin nağmesi Mahür olur, dikçe olur, sıkıntılar çeken o aşıkın sabır ve kuvveti kalmaz."
22- Acem: Ruh Yüceliği "Zülfünü tasvir içün gelseydi Behzad'ı Acem. Aczile titrerdi destinde görünce kıl kalem." | "Ey sevgilim, sen o kadar güzelsin ki senin zülfünü İranlı efsanevi ressam Behzad çizmeye çalışsaydı, o güzelliğini görür görmez elindeki ince kalemi titremeye başlardı."
23- Isfahan: Aşka Feda Olmak "İttifaka seyreden ol mehveşi derdi heman. Sürme-i çeşm-i siyahına fedadır Isfahan." | "O ay gibi güzeli seyredenlerin hepsi şöyle derlerdi: Onun siyah gözlerinin sürmesine Isfahan şehri feda edilir." 
24- Büselik: Aşk Sırlarını Açmak "Büselik ile ol mehr çıtlasa mıtrıb razını. Arttırır gittikçe bezm-i meyde ol şeh nazını." | "Saz çalan, sırrını Büselik makamıyla o sevgiliye çıtlatsa, şarap meclisinde o güzel nazını giderek arttırır." 
25- Hicaz: Aşktan Yanmak "Gerçipek esmer olur ruhsar-ı mahlüb-i Hicaz. Nağmesin güş eyleyince yanmayan gayetle az." | "Hicaz güzelinin yüzü gerçi pek esmerce olur, ama onun nağmesini duyup da yanmamak elde değildir."  
26- Segah: Sonsuzluğa Çağrı "Verse ol meh bende-i gamharına bir büse gah. Perde-i ahım benim olmazdı böyle bir Segah." | "Eğer o güzel şu gam yiyen, kederli aşıkına bir büse verseydi, benim de ah çektiğim perde böyle Segah olmazdı." 
27- Müstear: Dünyaya Susmak, Ötelere Konuşmak "Kimden ahz ettin, ne olsun böyle bigane eda. Öyle tavr-ı Müstear ey şüh layık mı sana." | "Sen bu umursamaz tavrı kimden aldın? Ey güzel, böyle beni görmezden gelen tavrın hiç sana yakışıyor mu?" 
Garami:
28- Saba: Sonsuzluk Esintisi "Gayri sen de ol biraz bülbül-i gönlüm hamüş. Vasfını ol goncanın bad-ı Saba'dan eyle güş." | "Ey gönül bülbülüm sen de gel biraz sus. Çünkü o güzel gonca gibi olan sevgiliyi bak Saba rüzgarı zaten övüyor. Sus da onun söylediklerine kulak ver biraz."
29- Eviç: Yücelik "Ol hüma-pervaze evc-i vahşet olmuşken mekan. Dinlese saz-ı dili agüşum eyler aşiyan." | "O Hüma gibi uçan sevgiliye yaban dünyasının zirvesi mekan olmuştur. Ama o gönlümün sazını bir dinlese hemen gelir kucağımı yuva yapardı."
30- Yegah: Aşk Suskunluğu "Cevr-i pey-der-pey ile şimdi, aşık-ı zarın sesi. Çıkmaz oldu, akıbet indi Yegah'e perdesi." | "Aşığın inleyen sesi (sevgilinin) art arda gelen zulmü ile artık çıkmaz oldu, sonunda perdesi yegah makamına indi." 
31- Nikriz: Aşkın Verdiği Cesaret "Halka-i meclisde Nikriz eylesse ol meh heman. Sabr u samanın olur benden girizan nagehan." | "O ay yüzlü güzel mecliste hemen Nikriz makamından bir şeyler okusa, birden sabır ve kudret benden uzaklaşır."
32- Suzinak: Aşkın Verdiği Cesaret "Nağme-i hünyagerle oldu sabrım çak-çak. Güş edince yandı tekraren bu cism-i Süzinak." | "Kanlar akıtan nağme ile sabrım paramparça oldu. O nağmeyi bir daha işitince zaten yakıcı olan, yanmakta olan cismim yeniden yandı."
33- Neva: Sevgiliye Çağrı "Meclise gel, ben zarı bekletme aman ey gonca leb. Vasf-ı hüsnündür Neva'yı mürg-i dil her zer rüz ü şeb." | "Ey gonca dudaklı sevgilim, şu üzgün sevgilini bekletme yanımıza gel. Her gece gündüz gönül kuşumun nevası, sesi senin güzelliğini anlatmakta." 
34- Uşşak: Aşkın Verdiği Şevk "Sanma Uşşak'ın bu heman bende-i azadedir. Ariz-i gülgununa zülfün dahi dildadedir." | "Senin aşıkların sanma ki azaad edilmiş kullarındır, onlar daima senin kölendir. O al al yüzüne sen de vak gör ki, kendi zülfün, saç perçemin bile o yanağa aşık olmuş. Çünkü o gül renkli yanağının üzerine düşmüş, hiç oradan ayrılmıyor." 
35- Beyati: Aşkın Verdiği Şevk  "Mutriba sevdasını halkın, Beyati tazeler. Ateş-i aşkı devam-ı şevk ile yelpazeler." | "Ey sazende! Halkın sevdasını beyati makamı tazeler. Aşkın ateşini arzunun devamı ile yelpazeler.” 
36- Karcığar: Mutluluğu Arayış "Bir sada-yi dil-nüvaz ile okunsa Karcığar Kalbine gam-didenin elbet meserretler yağar." | "Hakkı verilse, Karcığar nağmesini işiten kişinin ağlayan gözlerine sevinçler dolar." 
37- Hüseyni: Aşk Ağıtı  "Pestten eyler niyazı, saydı çün ol dilberi. Dil bulup ruhsat, Hüseyni'ye çıkardı işleri." | "O dilbere saygı g��sterdiği için yalvarıp yakarmasını pes sesinden dile getirir. Gönülden izin alıp söylemek istediklerini hüseyni makamına çıkardı."  38- Gerdaniye: Aşk Çilesinden Şikayet "Perde-i pestten nezaketle o meh çok iş yapar. Fasl-ı Gerdaniye'de uşşak-i zare dik çıkar." | "O sevgili ne oyunlar oynuyor! Alttan alıyormuş gibi bana çok işler yapıyor. Gerdaniye makamına geldiğinde ise gözü yaşlı aşıklarına sert çıkıyor." 
39- Hisarbüselik: Tatlı Buseler "Sevdiğimden dün Hisar'da Püselik etdim reca . Döndü va'dinden o dilder etmedi ahde vefa." | "Dün Hisar'da sevgilimden bir öpücük istedim. Sevgilim önce söz verdi, ama sözünde durmadı, beni öpmedi."  
40- Hüzzam: Parlak Hüzün "Sazın al ağuşa mızrabın ile del sinemi. Nağme-i Hüzzam ile def eyle gönlümden gamı." | "Ey sevgili! Sazını kucağına al, mızrabın ile sinemi del. Hüzzam'ın o yakıcı nağmeleriyle gönlümdeki gamı, kederi kov gitsin."
2 notes · View notes
nursinvuslatsamsun · 6 years ago
Text
[8.4.2016 11:04:46]
 Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillâhi Rabbül âlemîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve ala âlihi ve sahbihi ecmaîn.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) talim makamında, ümmetine ders verme makamında “Ey ümmet ben günde yetmiş defa Allah’tan mağfiret talep ediyorum.” buyuruyor. Yani bu demek oluyor ki; benim ümmetimin günde en az yetmiş defa istiğfar etmesi lazım. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Ey ümmet şu başınızdaki göz sadece şu âlemi görüyor, şu perdenin arkasındaki dehşetli hadiseyi göremiyorsunuz. O perdenin arkasında sizleri neler beklediğini, cennet denilen şeyin ne olduğunu, cehennem denilen hadisenin dehşetini bilseniz, eğer benim bildiğim, gördüğüm şekilde siz de bilip görmüş olsaydınız haliniz böyle olmazdı. Vallahi dünyada pek nadir bir şekilde görme hâsıl olacaktır.
Siz göremeyeceksiniz, görseydiniz ağlamanız çok fazla olacaktı. Lakin bu kâinatın arkasında, şu perdenin arkasında sizi neyin beklediğini bilmediğiniz için meseleye çok ehemmiyet vermiyorsunuz.”
Fatiha suresinde günde beş vakit Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkıp “İhdinas sırâtel mustakîm”diyoruz. Bir ehli iman şunu arz ediyor: Yarabbi beni hak yoluna sevk et! Müfessirler bu meselede insanın her an sapma ihtimali olduğunu, insanın merkezi olan kalbe her an taarruz başlayabileceğini, Allah Teâlâ’nın sarayı hükmünde olan kalbe yönelik istilanın her an başlayabileceğini söylüyorlar. Günde beş vakit O’nun huzuruna çıkıp “İhdinas sırâtel mustakîm” diyoruz. Allah Teâlâ’ya iman etmiş bir mümin, sürekli “Allah’ım beni affet.”diyor. Demek ki imanın insanın elinden her an kayma ihtimali var. Zira insanda Allah Teâlâ’ya asi, Allah Teâlâ’nın düşmanı ve çok büyük güçte olan bir nefs hadisesi mevcuttur. İnsanın ruh ve kalbini her an istila edebilecek ve insaniyet dediğimiz güzel hasletlerin gidip -neuzibillah- nefse ait olan hasletlerin her an kalbe yerleşme ihtimali olduğu için Allah Teâlâ’ya böyle bir niyazda bulunuyoruz.
Hz. Ali’nin (r.a) ifadesiyle bir insan abdest alırken kimin karşısına çıktığını düşünürse, bu âlemin sultanı Rabbül Âlemin’in karşısına çıkma düşüncesiyle Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkarsa elbette namazı ve Allah Teâlâ’dan istediği şeyler makbul olur. Eğer ki içine garezini, dünyaya ait düşüncelerini, kin ve nefretini, enaniyet ve bencilliğini katmazsa o ibadetten fayda görür. Bunun için insanın namazdan, ibadetten, sohbetten istifade edebilmesi için garezini, dünyaya ait olan düşüncelerini adeta onun bir libası gibi kapının arkasında bırakması gerekir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Sizi bekleyen dehşetin ne kadar büyük olduğunu bilmiyorsunuz. Süreniz bittiği zaman geri dönüş fırsatı hiçbirinize verilmeyecek, mevcut sürenizi çok iyi değerlendiriniz.” diyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cenâb-ı Allah tarafından Allah Teâlâ’nın insanlardan istediği bir numuneydi. İnsanlar O’nun sünnetine, hal ve hareketlerine bakıp kendilerine onu örnek alsınlar diye gönderilmiş bir numunedir. İnsan Peygamber Aleyhisselâm’ın ve Sâdât-ı Kiram’ın hal ve hareketlerini örnek alarak onların yoluna ulaşır ama tam tersi durumda insan neuzibillah Sâdât-ı Kiram’ın yolunda değil de geçmişten bugüne kadar itaat ettiği enaniyetine, akıl ve mantığına iman ederse o zaman insan delalete düşer ve Allah Teâlâ’ya ulaşma şansı çok azalır.
Seyda Molla Muhyeddin’in (k.s) ifadesiyle “Mu'temeddin âlimlerinin hepsi Allah Teâlâ’ya ulaşmak için tasavvuf ilmiyle buluşmuştur.” Dolayısıyla insan inşallah Sâdât Kiram’ın sohbetine müdavim olursa, hizmetlerine müdavim olursa ilerler. Ama tam tersi olursa nefs onu kendi lehine müdavim eder, nefse bağlı hale gelir. Allah Teâlâ’ya asi ve düşman olan bir taraf seçmiş olur ve neuzibillah bu tarafı seçmekle o da asilerden sayılır. Asilere verilen cezalarla ahirette cezalandırılır.
Sâdât-ı Kiram Allah Teâlâ’nın dostudur. Dostluk yolunu seçmek gerekir. Allah Teâlâ’nın dostluğunu kazanmanın yolu dostuna dost olmaktan geçer. Peygamber Aleyhisselâm’a dost olan Allah Teâlâ’ya dost olur. Ayet-i kerimede Allah Teâlâ “Kul in kuntum tuhibbûnallâhe fettebiûnî yuhbibkumullâh.” “Eğer bana dost olmak istiyorsanız dostum olan Peygambere dost olacaksınız. Eğer onun dostluğunu kazanırsanız benim dostluğumu da kazanırsınız. Peygamberler, Âlimu Rabbaniler benim varisimdir, benim vekilimdir.” diyor. İnsanı Peygamber Aleyhisselâm’a ulaştıran Sâdât-ı Kiramdır. Dolayısıyla Allah Teâlâ’ya ulaşabilmek için ilk dostluk kapısı Sâdât-ı Kiram’ın kapılarıdır. İnsan o kapıları açarsa Peygamber Aleyhisselâm’ın dostluğunu kazanır, o kapıdan da Allah Teâlâ’ya ulaşır.
İnsan bilmelidir ki; Allah Teâlâ yarattığı mahlûkatlar içerisinde diğer mahlûkatların hiçbirine vermediği fırsatları sadece insana vermiştir. Bunlardan biri olan “Allah’a dost olma fırsatı” meleklere bile verilmemiştir. Allah Teâlâ bu fırsatı sadece insana vermiştir. İnsan bu fırsatın kıymetini bilmeyip elinin tersiyle iterse Allah Teâlâ insanı en yüksek mertebeden en aşağı konuma düşürür. İnsan o makam için çalışırsa Allah Teâlâ’nın yarattığı bütün mahlûkat insanın hizmetkârı olur, insanın abdı olur, insana hizmet etmek için adeta yarışır. Fakat insan makamını bilmezse dünyanın, nefsin, şeytanın arkasından giderse Allah Teâlâ bu kez ceza olarak insanı kendisine hizmet etsin diye yaratılan varlıklara abd kılar. Dünya kaçar, insan ona kul olarak arkasından koşar. Bu yüzden insanın Allah Teâlâ’nın ona layık gördüğü dostluk makamını gaflet içinde elinin tersiyle itmemesi icab eder. Lakin bu makam öyle birdenbire kazanılmış bir makam değildir. Hiçbir mahlûkat buna itiraz etmiyor, melekler bile… Ve Allah Teâlâ dostluk makamını sadece insana veriyor.
Hz. Ali’ye (r.a) münkir insanlar: “Ya imam, ahiretten bahsediyorsunuz, ebedi cennet, ebedi cehennem diyorsunuz ama diğer taraftan buraya gelen var mı? Hiç kimse yok. Siz nasıl kendinize bu kadar güvenerek emin konuşuyorsunuz?” diyorlar. Hz. Ali cevap veriyor: “Sizler ebedi cennet ve cehennemin olduğunu inkâr ediyorsunuz, ben ise var olduğunu iddia ediyorum. Eğer yarın bunca peygamberin keramet ve mucizelere dayanarak söylediği gibi ahiret varsa, siz buna inanmamakla neyi kaybettiğinizin farkında mısınız? Dünya yurdundan sonra cennet ve cehennem dışında başka bir yurt yok, ortası yok, insan ya cennete ya da cehenneme girecek. Eğer sizin dediğiniz gibi ebedi cennet ve cehennem yoksa inanmamakla neyi kaybettiğinizin farkına varın.” Münkirler diyorlar ki: “Bu dediğinize inanırsak belli bir disiplin içinde yaşamak gerekiyor ve bu disiplin bir kayıptır.” Hz. Ali şöyle diyor: “Bu disiplin dünyadaki hayatın lezzeti için bile gereklidir.”
Nefs insana asidir, eğer insan nefsini serbest bırakırsa, nefs sürekli insanı tehlikeye atar, insan sürekli feryad eder. Bu nedenle insan için nefs terbiyesi gereklidir. Sadece meseleye dünyevi açından bakılsa bile dünyanın saadeti açısından bu gerekli olacaktır. Mesela çocuklarınızın İslami ve tasavvufi bir eğitimle eğitilmesi çok gerekli bir mevzudur. Bu şekilde eğitilmeyen çocuk, anne babası yaşlandıktan sonra onları sokağa atabiliyor, fakat İslam ve tasavvufla terbiye edilmiş çocuk anne babaya “of” demenin bile günah olduğunu biliyor.
Aşk ve muhabbet bütün duygularımızı zaten itiraf ediyor. Dünya bizi tatmin etmez, bu tatmin sadece ebedi hayattadır. İnsan anne baba ya da yakınlarından birini kaybettikten sonra ahiret gibi bir yerin olmadığını varsayarsa dünyası başına yıkılır. İnsan inandığı zaman kaybedeceği hiçbir şey yok, tam aksine kazancı çok. Fakat insan inanmadığı takdirde çok büyük bir zarar görür, onun için hem bu dünya hem ahiret dönülmez bir hüsrandır.
Ticarette risk alınabilir yüzde doksan risk olsa bile o riski almaya değer bulur alırsın ve en kötü ihtimal kaybedersin. Ama ahiret meselesinde milyonda bir risk olsa bile o risk alınmaz. Ahiretten geri dönüş hiçbir şekilde yok. Tek bir fırsatımız var: artık nefsimize “Ey nefs, bugüne kadar senin abdın oldum, sana hizmetkâr oldum, artık yeter. Ben Allah’ın abdıyım, ben bana bu dostluğu teklif eden, bana rahmet ve müşfik olan zata yöneliyorum.” demek lazım. Bunu demezsek yetmiş yaşına da gelsek nefs bizi kandırır. Bir an önce nefsimizden kurtulmalıyız.
Hazret’in (k.s) ifadesiyle “Tasavvuftaki sohbet, hizmet, rabıta, evrad-u ezkarın her biri sizleri ihlas, muhabbet ve teslimiyet sarayına götüren bir kapıdır.” Ashab-ı Kiram’ın bile cennetle müjdelenmelerine rağmen ahiret korkuları vardı. Hz. Ali “Keşke annem beni doğurmasaydı.”, Hz. Ömer “Keşke Ömer bir ot olsaydı da Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmasaydı.” demiştir. Onların dahi ahiret kaygıları vardı.
Bir gün evde otururken pencereden içeri bir kuş girdi. Seyda Fadlullah Hazretleri bana kuşu pencereden dışarı bırakmamı söyledi, ben de bıraktım. Meğer kuş yavru olduğundan uçamıyormuş, benim kuşu bırakmamla kuş yere düştü ve kedi kuşu yedi. Bu hadiseden sonra Seyda yedi gün boyunca akşamdan sabaha kadar gözyaşı döküp Allah Teâlâ’dan mağfiret diledi. Ama bunu kimse bilmiyordu. Bir gün anneme “Seyda (k.s) hasta mı? Nesi var, neden böyle?” diye sordum: Annem, Seyda’nın (k.s) günlerdir “Allah Teâlâ’nın bana bunun hesabını sormasından korkuyorum, Allah bana sende nasıl vicdan var diye sorarsa ne derim…”diyerek gözyaşı döktüğünü söyledi. Hâlbuki biz onun yavru olduğunu bilmiyorduk, uçsun diye serbest bırakmıştık. Bütün bunlara rağmen Seyda (k.s) kahroldu. Allah Teâlâ’ya ulaşmanın yolu Peygamber Aleyhisselâm’ın yoludur, Sâdât-ı Kiram’ın yoludur. İnşallah büyükler hizmetlerimizi ve muhabbetimizi kabul eder. Çünkü bu insanın en büyük sermayesidir.
Ve sallallahi aleyhi vesellem. 
3 notes · View notes
kelimelerin-ruhu · 7 years ago
Text
KEMAL SAYAR Derinlik sarhoşluğu 22 MAYIS 2017  “Dün yürüdüğün yoldan, bugün bir kez daha yürü” dedi adam, sesini bir bilge edasıyla bükerek, “bak o zaman yeni şeyler göreceksin”. Kaybolmayı göze alarak yürü. Çünkü dünya, sırlarını kaybolanlara açar. Dünyayı kaybetmeyi başaran, ruhunu bulur. Tam tersi de doğrudur hani, çokları dünyayı kazanacağım derken ruhlarını kaybeder! Rüya bizim içimizde değil, biz rüyanın içindeyiz. Bakar körüz biz, sadece dokunduklarımızı gerçek zannetmek gibi bir bahtsızlıktan mustaribiz. İnsanların yanından geçiyor ama onları görmüyoruz, hangi rüyanın peşi sıra gidiyorlar ve neye sevinip neye üzülüyorlar bilmiyoruz. Bilmek için durup bakmak gerek. Gördüğün şeyin ne olduğunu unutabilecek bir dikkatle bakmak gerek, ana gömülmek, anda derinleşmek, anın bir parçası olmak gerek. Sabır, sükûnet, teenni ve belirsizliği kabulleniş. Beklemeyi bil. Sen orada olursan, hayat kendisini sana açar. Gaflet, sana kendisini fâş etmek için bekleyen âlemi fark edememendir. Biz âlemin içinde değiliz sadece, âlem de bizim içimizde. O halde derinleş. Derinlik bir kuvvettir. Dikkatin çelinmesine, uyaran bombardımanı altında değerli olanın acil olana kaybedilmesine karşı durmaktır. Modernliğin sakinleri olarak biz; bilmediğimiz arkadaşlar, derinlemesine incelenmemiş fikirler, hissedilen ama doyasıya yaşanamayan duygular, kalp ve ruh tarafından deneyimlenmemiş aşklarla malul durumdayız. Önümüzde uzanan sonsuz sayıda seçenek arasında bocalıyoruz. Sığlaşma ruhları çoraklaştırıyor. En büyük kıtlık içimizde. Yağmur alamamış ruhlar. Bölük pörçük, tatmin edici olmayan bir hayatı yaşamaya çalışan dalgın androidler. Derinlik bir kuvvettir. Sıkıntı ve güvensizliği aşmanız, şevkinizi korumanız ve belirsizliğe tahammül göstermeniz lazımdır. Gayret ve şevkle bir aşk çiçeklenir, üzerinde çalıştığımız konu zenginlik ve anlamını önümüze boca eder, elimizdeki iş meyveye durur. Sebatkârlık ve azimle gerçekliğin katmanları bize açılır, anlamak için ısrar etmek gerek. Derinliğine bakamazsan, özü göremezsin. Heves azimle taçlandığında bize derinliğin kapılarını açar. Attar’ın kuşları gibi nice vadiden geçersin, nice yağmur boran yersin de dostun yüzüne yolculuktan geri dönmezsin. Demek ki derinlik için sadakat da lazımdır. “Bütün varlığı dökmektir, adı aşk”. Adanmamış bir hayat derinliği bulamaz. Derinlik bizi onarır, iyileştirir. Bir kitabın sayfalarında sessiz saatler geçirebilmek, Dost’un huzurunda pür dikkat kalabilmek. Başka mahallelerde, başka hikâyelerde kaybolabilmek. “Nereden bileceğiz?” diye soracaktır kimileri, “Bize doğru hikâyelerin anlatıldığını?” Her birimiz kendi hikâyemizi kendi benliğimizin prizmasından geçirerek anlatıyoruz. Hikâyelerimizin yaşanan hadiselerin bire bir doğru aktarımı olmasını bekleyemeyiz. Ne de olsa zihnimiz onları eğip büküyor. Ama anlatımızdaki tutarsızlık ve çelişkiler de o hikâyenin bir parçası. Neyi neden eğip büküyoruz? Bu hikâyeyi bu şekilde dile dökmekle, hangi öznel hakikatimizi ifşa etmiş oluyoruz? Dosta gitmek, hikâyemizi dinleyecek bir insana içimizin o derin karanlığından rast gele bir demet çiçek sunmak değil. Dosta gitmekle bizim tecrübemizi içine alacak ve içinde tutacak, emanete ihanet etmeyecek, o tecrübeyi yeni bir biçim ve anlamla bize sunacak bir insan aramış oluruz. Dost, derinliktir. Dost, bizi hakikatle yüzleştiren kişidir. Ona içimi dökmem yetmez, daha fazlası lazım: Karmaşık ve acı verici olan hakikatle yüzleşebilme. Dost acı söyleyebilen kişidir o yüzden, o acı söylediğinde ben acımam, o ağulu aşı yağ ile bal ederek beni iyileştiren kişidir. Yaşantıma bir biçim ve anlam kazandırarak onu bana geri verir, böylece o yaşantıyı başımdan savmak yerine ondan bir şey öğrenmiş olurum. Öğrenmek bir yaşantıyı, bir tecrübeyi onu anlamlandırarak yeniden içime alabilmemle olur. Tıkanıp kaldığım yerde, dönüp durduğum o fasit dairede, aşırı zihinsel meşguliyet veya “aşırı düşünme”nin mahkumu olageldiğim bu zindandan bir huruç harekatıyla çıkabilmem için o kapı yeter. Dostun yüzü. İki insan arasındaki buluşma için kendimi, kendi sınırlarımı aşabilmem ve onun hayat görüşüne, onun kendi gibi olduğu haliyle varlığına nüfuz edebilmem gerek. Onu hayal ettiğim gibi değil olduğu gibi kabullenerek. Bu ne kadar sıkıcı ve nahoş olsa da. Bilinçdışı ile karşılaşma insanın kendi dışındaki bir şeyle tanışmasını andırır, kendi zihninizin içinde olup bitse de yaşantınızın bu bölümünü hiç fark etmemiş, ondan haberdar olmamıştınız. Dost bilinç dışını ters yüz eden kişidir. En derinde, sen ve ben yoktur. “Bizim içtiğimiz şarap, içilmemesi günah olandı” diyor İbn Fariz. Fuzulî üstadımız feryad ediyor: “Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünyâ nedir / ben kimem sâki olan kimdir mey-i sahbâ nedir”. O halde gezdir kadehi sâkî, ruhlarımızı yağmur duasına çıkardık madem, yüzümüzü dosta döndük, indikçe derinlere başımız dönsün.
2 notes · View notes