#eski Nişantaşı
Explore tagged Tumblr posts
aykutiltertr · 7 months ago
Video
youtube
Gitme - Reynmen ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe Pop)  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) ✩ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. ✩ https://youtu.be/ziqStxHvg9A Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Gitme - Reynmen ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Türkçe Pop) Söz: Serdar Ortaç Müzik: William Enriguel Guillermo Düzenleme: Ozan Çolakoğlu Mix-Mastering: Utku Ünsal Yönetmen: Melih Kun Görüntü Yönetmeni: Ömer Berkli Uygulayıcı Yapımcı: Evrensel Derman Yapım Asistanları: Halit Heval Sarı, Semih Gül Kamera Ekibi: Ferhat Baş, Arif Baş, Alperen Çetinkaya Işık Şefi: Bülent Yenidünya Best Boy: Erkan Şahin Işık Asistanları:Ersin Bağçecik, Hikmet Erkan Taş, Yahya Kesgin Set Amiri: Bilal Çiman Set Asistanları: Sinan Dinler , Ersin Bıyık, Mustafa Furkan İrik Dansçılar: Katia İngrid Ornella Kouame, Kemal Alp Ermiş , Soykan Ermiş Kurgu: Mert Halili Color: Musap Çelik Bm Elimde olsa kalbine taht kuracaktım Vakit gelince                           A Ben bu buhranlı çağı atlatıp F#m              Bm Sana esir olacaktım Bm Düşünüyorduk seninle aynı şeyleri Zaman gelince                       A Unutmuyorduk eski günleri F#m                 Bm Bu kalpte tek olacaktık Em Nasıl güzeldi elini tutmak G                  F# Dudaklarında mühür olmak    ( Bm    ( Ne olur gitme    ( Am                         Bm    ( Ufak tefek şeylere kızıp gitme    (     Am                        Bm 0    ( Ne yapmadım ki sen çok istedin de I  (  Am                  Bm    ( Yavaş yavaş kabul edelim    (          Am    ( Senin ilacın benim. Reynmen Madde Tartışma Oku Bekleyen değişiklikler Değiştir Kaynağı değiştir Geçmişi gör Araçlar Vikipedi, özgür ansiklopedi Reynmen Reynmen Müzikonair Doğum Yusuf Aktaş 6 Aralık 1995 (28 yaşında) İstanbul, Türkiye İkamet İstanbul Eğitim İstanbul Aydın Üniversitesi, Nişantaşı Üniversitesi Meslek İnternet ünlüsü, şarkıcı Etkin yıllar 2015-günümüz Reynmen ya da doğum adıyla Yusuf Aktaş (d. 6 Aralık 1995, İstanbul), Türk vlogger, internet ünlüsü ve şarkıcıdır. Scorp ve YouTube'da paylaştığı videolar ile tanındı. Aktaş'ın YouTube kanalı, Mayıs 2023 verilerine göre en çok abonesi olan 25. Türk YouTube kanalıdır.[1] İlk yılları Yusuf Aktaş 6 Aralık 1995 tarihinde doğdu. Sivaslı olan Yusuf Aktaş’ın babası Azerbaycan göçmenidir.[2][daha iyi kaynak gerekli] İlköğretimi Ahmet Kabaklı İlköğretim Okulunda okurken Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okuluna nakil olmuş ve ilköğretimi orada tamamlamıştır. Daha sonra Bahçeşehir İMKB Anadolu Teknik ve Endüstri Meslek Lisesine yazılmıştır. Ancak oradan da mezun olmadan Başakşehir Lisesine geçiş yapmış son olarak oradan da ayrılarak açıköğretimden liseyi tamamlamıştır. Aktaş, tanınmadan önce babasıyla halde meyve sebze ticareti ve pazarcılık yapmıştır.[3] İstanbul Aydın Üniversitesi Radyo ve Televizyon Programcılığı kazanan Aktaş, daha sonra geçiş yaparak günümüzde Nişantaşı Üniversitesi Radyo ve Televizyon Programcılığı okumaktadır.[4][5][6] Kariyeri Aktaş, Scorp isimli video paylaşım ve canlı yayın uygulamasında çekmiş olduğu videolar ile bir anda sosyal medyanın en çok takip edilen isimleri arasında yer aldı. Daha sonra platformunu YouTube'a kaydıran Aktaş, fenomen Berkcan Güven ile #Biziz adında bir şarkı çıkardı. Enes Batur'un "YouTuberların Düşüşü" adlı diss şarkısında kendi isminin geçmesine ithafen "Enes Batur'u aradım" adında bir video çekerek yaklaşık 400.000 abone kazandı. Ancak daha sonra bu videoyu kaldırdı. 2019 yılının Ocak ayında "Derdim Olsun" adlı şarkı ile Türkiye çapında büyük yankı uyandırdı. Daha sonra 2019 yazında "Ela" adlı müzik videosu ile Türkiye'nin en çok izlenen videoları arasına girdi. Reynmen, 2019 yılında Houze Istanbul ismini verdiği müzik şirketini kurdu. Son EP'si RnBesk'i de bu şirket üzerinden yayımladı. EP'deki parçalardan "Hevesim Yok", "Yoksun Başımda", "Radyoda Neşet" ve "Dolunay" klipsiz olarak, "Leila" adlı parçasını ise video klipli olarak çıkarttı. Houze Istanbul bünyesinde henüz Yusuf Aktaş'ın kurumsal iletişimini sağlayan asistanı Burak Koşar ve şirketin müzik direktörlüğünü yapan Oğulcan Nihat bulunuyor. Şirketin merkez ofisi ise İstanbul'da bulunmaktadır. Tartışmalar İzlenme sayısı sahtekârlığı iddiası Aktaş'ın 2019'da yayınlamış olduğu "Ela" adlı parçanın YouTube'da izlenme sayısından çok beğeniye sahip olması Işın Karaca tarafından eleştirildi ve Aktaş YouTube sistemini manipüle etmekle suçlandı. Aktaş bunun üzerine "Cahil olmak ne güzel şey, her şeyi biliyorsunuz. Hayır üzülüyorum, inanmış bir de bu söylediğine. Bayağı ingilizcesini yazıp inandırmış, yazık günah ya Allah'ım esirgesin" yorumunda bulundu ve Instagram hesabında sorulmuş bir soruda cevap olarak isim vermeden Karaca'ya küfür içeren bir gönderme yaptı.[7][8] Demet Akalın da izlenme sayısı ile ilgili bir sahtekârlık olduğunu iddia eden bir paylaşımı beğendi.[9]
0 notes
gundemarsivi · 8 months ago
Text
Tumblr media
Nâzım Hikmet Üzerine Yeni Bir Okuma
✍🏻 Cansu Bozkurt
Nâzım Hikmet, (Osmanlı coğrafyasında savaşların sürdüğü 1900’lerin ilk yıllarında) 15 Ocak 1902’de Selanik’te doğmuştur. İlk eğitimini Göztepe’deki Taş Mektep’te tamamlamış, ardından Galatasaray Sultanisi’nin hazırlık sınıfında, Nişantaşı Sultanisi’nde ve son olarak Heybeliada’daki Bahriye Mektebi’nde beş yıl okuduktan sonra Hamidiye Kruvazörü’nde yaklaşık iki yıl subay olarak hizmet etmiştir. Ancak yakalandığı plörezi (zatülcenp) hastalığından iyileşemeyeceği anlaşılınca Bahriye Mektebi Komutanlığı’ndan sağlık sorunları sebebiyle ayrılmak zorunda kalmıştır. Nâzım Hikmet, Osmanlı İmparatorluğu’nda kozmopolit bir aileye mensuptur. Nâzım’ın dedesi Mehmed Nâzım Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerinde valilik yapmış bir Mevlevîdir; babası Hikmet Bey, İttihat ve Terakki iktidarında matbuat müdürlüğü yapmıştır. Annesinin büyük babası Mustafa Celâleddin Paşa, İstanbul’a gelerek Müslümanlığı kabul eden Borjenski soyadlı Polonyalı bir Türkolog, mühendis ve topograftır; annesinin babası Enver Paşa dilbilimcidir; annesi Celile Hanım ressamdır. Ressam ve şair olan dayısı Mehmet Ali ise, gönüllü olarak Balkan Savaşı’na katılmış ve şehit olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’na hizmet eden diğer aile mensupları, anneanne tarafından büyük dedesi olan Müşir Mehmet Ali Paşa ve büyük babası Dağıstanlı Hâfız Paşa’dır. Nâzım’ın gelişmesinde aile mensupları büyük rol oynamıştır. Böyle bir ailenin ferdi olan Nâzım, memleketin işgal altında olmasıyla da beraber doğal olarak milliyetçi duygu ve fikirlerle büyümüştür. İstanbul işgal altındayken, Nâzım ve arkadaşları isyan duyguları içindedirler.
Nâzım daha erken yaşlarında farklı edebiyat dergilerinde şiirler yayımlayıp ilgi çekmiştir. İlk şiirlerini Cumhuriyet öncesi yıllarda yayımlamıştır. Bu dönemde Nâzım, “sanat sanat içindir” ilkesini “sanat gaye içindir” ilkesiyle birleştirip kısa sürede ünlenen milliyetçi şiirler yazmaya başlar. İlk şiiri “Feryâd-ı Vatan”ı küçük yaşlarda yazan şairin yukarda belirtilen sebeplerle de olacak ilk dönem şiirlerinde melankolik bir hava ve dönemin savaş hali sezilir:
“Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman
Uzaktan geldi bir ses ah aman aman!
Sen bu feryad-ı vatanıdinle işit
Dinle de vicdanına öyle hükmet
Vatanın parçalanmış bağrı
Bekliyor senden ümit.”(Feryad-ı Vatan)
Bu dönemde şairin Bahriye Mektebi’nden edebiyat öğretmeni Yahya Kemal, kimi şiirlerinin düzeltilip yayımlanmasında yardımcı olmuştur. Şair, 17 yaşında yazdığı “Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?” başlığını taşıyan yayımlanmış ilk şiirini Yahya Kemal’in düzelttiğini söyler. Bu şiiri, serviliklerde yani mezarlıklarda ağlayan, hayatında sevmiş olduğu ölüler üstüne yazdığını belirtir.
“Hâlâ servilerdeağlıyorlar mı?
Bir inilti duydum serviliklerde
Dedim: burada da ağlayan var mı?
Yoksa tek başına bu kuytu yerde,
Eski bir sevgiliyi anan rüzgar mı?
Gözlere inerken siyah örtüler,
Umardım ki artık ölenler güler,
Yoksa hayatında sevmiş ölüler,
Hâlâ servilerde ağlıyorlar mı?” (Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?)
“Bir Dakika”(1920) isimli şiiri de Alemdar dergisinin yarışmasında birincilik kazanmıştır.
“Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor
Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,
Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı..
Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı.
Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya
Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya
Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor
Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor
Yakın olayım diye bu gökten gelen ize
Öyle eğilmişim ki kayalardan denize
Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi
Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi
Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an
Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan
Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim
Doğruldum atılırken bir dakika titredim
Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden
Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.”(Bir Dakika’dan)
ANADOLU’YA GEÇİŞİ VE SOSYALİZMLE TANIŞMASI
Nâzım, başlangıçta “ölçülü uyaklı” şiirler yazmıştır. Bu şiirler, dönemin genel havasına ve söylemine uygun “hececi-memleketçi”şiirlerdir. İşte aşağıda örneğini verdiğim “Yolcu Yolun Şarksa” şiiri de bu şiirlerden olup 11’li hece ile yazılmış (hece sayısını sesli harflerin sayılmasıyla okuyacağınız) tipik memleketçi şiire örnektir. Elbette dönem koşulları, Osmanlı Devleti’nin aldığı yenilgiler, memleketteki genel buhran havasının da buna yol açtığı bir gerçektir.
“Yolcu yolun Şarksa, ansızın çöken,
Her taşı mukaddes harabeyi sor.
Orada son damla kanını döken
Yaralı yiğitler döğüş ediyor.
Yolcu, yolun Şarksa, bahçelerinde
Güllerin üstüne silâh çatılan,
Baharı kan olan illere in de
O yeri özleyen gönülleri an.
Yolcu, yolun Şarksa uğrarsa yarın,
Elinde zaferden kopan çiçekle,
Göklere dayanan karlı dağların
Ardından yükselen güneşi bekle.” (Yolcu Yolun Şarksa)
Millî Mücadele’ye katılmak amacıyla Nâzım Hikmet ve arkadaşları Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû), Yusuf Ziya Ortaç ve Faruk Nâfız Çamlıbel,1 ocak 1920’de Anadolu’ya geçmek için yola çıkarlar. (Vâlâ Nureddin “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” adlı eserinde Anadolu’ya kaçışlarının şair ağabeyler tarafından tertiplendiğini yazar. Murat Bardakçı da “Safiye” adlı eserinde bu ağabeylerden birinin Celal Sahir Erozan olduğundan haber verir.) Anadolu’nun giriş kapısı olan İnebolu’da Faruk Nafiz ile Yusuf Ziya Ortaç “seciyesizlik” gerekçesiyle İstanbul’a geri gönderilmiş; Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nureddin için ise onları yazılarından tanıyan Adnan Adıvar ve Halide Edip, kefil olmuşlardır.
Ayrıca buradaki on beş günlük bekleme süresi Nâzım Hikmet’in inanç ve fikir dünyasında bir sarsıntı yaratır. Burada yepyeni bir fikirle tanışır: Sosyalizm. O sırada orada bulanan Alman sosyalistlerin (Spartakistlerin) etkisiyle sosyalist fikirlere olan ilgisi gelişir. Fransızcası iyi olan Nâzım’a spartakistlerce kendisine verilen Fransızca Kapital’i okur…
Vâlâ Nureddin ile İnebolu’dan Kastamonu-Çankırı yolculukları başlar. Ardından Ankara’ya varırlar. Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde (İsmail Fazıl Paşa aracılığıyla) Mustafa Kemal’e “genç şairler” olarak takdim edilmiş ve Atatürk şunu tavsiye etmiştir: “Bazı genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiyem, gayeli şiirler yazınız.”Ardından Nâzım, Vâlâ Nureddin ile Bolu’da öğretmenlik yapmaya başlar. Aralarında yurtdışında eğitim yapmak istediklerini de konuşurlar.
Tüm bunlarla beraber Anadolu’daki savaş ortamında, bir yandan savaşın bir yandan da halkın sorunlarıyla o güne kadar yeterince farkına varamadığı gerçeklerle karşılaşmıştı. İnebolu ve Ankara’da tanıştığı uzun uzun sohbet ettiği Spartakistlerden dinlediği işin teorik kısmını pratikte gözlemliyordu. Artık Anadolu için bir şeyler yapmak gerektiğini içinde daha fazla duyuyordu. Hece ve aruz ile yetinemeyeceğini yeni bir şiire, başka bir şiire gitmesi gerektiğini düşünüyordu. İşte Nâzım, bu durumu şöyle ifade etmişti: “Anadolu’ya geçtim. Millet sıska, Nuh’tan kalma silahı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı.Milleti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim ve bütün bunları yazmak gerektiğini sezdim. Şiirle yeni şeylerin, şimdiye kadar söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte önce beni yeni öze göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi. (…)” (Henüz Vakit Varken Gülüm)
RUSYA, MAYAKOVSKİ, SERBEST ŞİİR
Bu yıllarda Nâzım, Sovyet Devrimi’ne de ilgi duymuş, Batum’a gitmiş ve Türkiye Komünist Partisi’ne üye olmuştur. Devrimi bizzat görmek amacıyla (o dönemde Sovyet Rusya’ya gitmek yasakken) Rusya’ya gitmeye karar verir, Vâlâ Nureddin ile birlikte Sovyet Rusya’ya kaçar. (1921) Burada otelde hostes ve tercüman olan Lola ve Şura ile arkadaş olurlar. Savaş sırasında Kızıl Ordu tarafında savaşan bu hanımlar artık sanatla ilgilidir… Onların vesilesiyle ilk kez Yesenin, Aleksandr Blok ve Mayakovskişiirlerini dinliyor ve henüz pek bilmediği Rusçasıyla Mayakovski’nin birkaç dizesini ezberliyordu:
“Susunuz hatipler!
Söz sizindir mavzer arkadaş.”
Moskova’da, KUTV yani “Doğu Halkları Komünist Üniversitesi”nde hazırlık sınıfına başlar. Ardından sosyoloji, politoloji ve sanat tarihine yönelir. Nâzım, burada birçok yabancı aydınla tanışır; Moskova yazarlarının farklı toplantılarını ziyaret eder. Yine bu dönemde onu çok etkileyen Mayakovski ve diğer tanınmış şairlerle tanışır. Şiirdeki fütürizm ve konstrüktivizm gibi yeni akımları da tanıma fırsatı bulur.
Nâzım Hikmet Anadolu’yu gördükten ve Rusya’ya gittikten sonra dünya görüşüyle birlikte şiir anlayışı da değişir. Burada geçirdiği iki yıl boyunca komünizm fikirlerini tam olarak oturtur. Bu andan sonra artık bir “komünist şair”dir.
Nâzım, Türk şiirinde “serbest nazım” olarak bilinen paralel-simetrik ve asimetrik kırılmalarla, basamaklı dize sistemiyle, ses ve biçim oyunlarıyla belirginleşen şiirlerle de ilk kez Sovyetler Birliği’ne giderken tanışmıştır; serbest vezinle yazdığı ilk şiiri olan “Açların Gözbebekleri”ni de yine burada yazar:
Açların Gözbebekleri ile beraber kafiye serbestleşir; vezin ortadan kalkar. Dizeler paralel-simetrik kırılmakta; puntolar büyüyüp küçülmektedir. Açlığın artması giderek puntoların büyümesiyle ifade edilmektedir; ağrı da küçükten büyüğe doğru artmaktadır. Göz önüne adeta sinematogrofikbir manzara getirmektedir: ağaçlar ile insanların sıskalığı ifade edilmekte, yarattığı biçimle kırılan dize yapısıyla hem açları hem de biçimi gözler önüne sermektedir.
“Değil birkaç
değil beş on
otuz milyon
bizim!
(…)
“Değil birkaç
değil beş on
30.000.000
30.000.000!
Açlar dizilmiş açlar!
Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
sıska cılız
eğri büğrü dallarıyla
eğri büğrü ağaçlar!
(…)
Ağrımız büyük!
büyük!
büyük!”
MEMLEKETE DÖNÜŞ
Moskova’da Safter adlı bir Hintli arkadaşı Nâzım‟ın hayatını etkilemiştir. Safter, aldıkları tahsilin artık yeterli olduğunu, memleketlerine dönüp politika yoluyla haksızlıklara karşı koymalarının gerektiğini söylemektedir… Nâzım, 1924 Aralık’ında tekrar Türkiye’ye döner. Bir yandan TKP’nin merkez yayın organı Orak-Çekiç gazetesine ve Aydınlıkdergisine yazılar, şiirler yazarken diğer yandan da partinin örgütlenme çalışmalarına katılır.
Memlekete döndüğünde şiirlerinin içeriği kadar biçimi de köklü bir değişikliğe uğramıştır. Türk şiirinde o zamana kadar denenmeyen görsel, sessel ve karmaşık biçimli teknikleriyle okur karşısına çıkar. Bu şiirde kelimeler ortalarından bölünür, basamaklı bir yapıyla şiir kurulur, görsel özellikler şiirde öne çıkarılır. Uzun kısa mısralar, tekrarlar, yüksek sesli söyleyişler, ünlemler-nidâlar, militanca bir söyleyiş edası ve benzer seslerin art arda gelişi ile zengin bir söyleyiş yakalanmaya çalışılır. Ses uyumlarına, özellikle de uyaklara büyük önem verilmiş fakat uyaklar oldukça serbestkullanılmıştır. Kısacası, görsel öğelerle işitsel ögeler bir arada, bütünü, yapıyı belirginleştirmek amacıyla kullanmakta, ikisi arasında bir denge kurulmaya çalışılmaktadır. Ayrıca, sesler gibi mısralar da içeriğin oluşumuna ayak uydururlar. Yerine göre uzar, kısalır, parçalanır, bir sözcüğe hatta bir heceye indirgenirler. Bu şiirler, devrim sonrası modern Rus şairlerinden özellikle fütüristlerden ve konstrüktivistlerden bazı etkiler taşıyan fakat uyağı büsbütün bırakmayan, çok sesli şiirlerdir. Bu anlayıştaki ilk kitabı “Güneşi İçenlerin Türküsü” 1926’da basılır.
Bazı kaynaklarda Nâzım’ın ilk kitabının 835 Satır olduğu kayıtlıdır, bunun nedeni Nâzım Türkiye’ye geldiğinde orijinal adı Güneşi İçenlerin Türküsü olan eserini “835 Satır” olarak Türkçeye çevirmiş; sonra kitaba eski adını vermiştir. Özetle gerçek ismi Güneşi İçenlerin Türküsü’dür, demek doğrudur.
“Salkım Söğüt”te şiir, öncelikle “sinematografik” bir manzara betimlemesi ile başlar; savaşa gelmeden o manzara verilir. Adeta kamera hareketi ile ardından atlıları gösterir; sonra su sesi… İki ordu çarpışıyordur: beyaz-kızıl ordular. Kızıl ordudan vurulan askerin yere yığılması, birleşik sözcük olan “birdenbire” sözcüğündeki “bire”nin alt dizeye kırılarak aktarılmasıyla beraber sinematogrofik sürer; tüfekle vurulan asker kuş gibi… Sona gelindiğinde atlılar uzaklaştıkça perspektif daralır, asker artık ölmektedir; bununla beraber punto küçülür, kan kaybettikçe küçülmeye ve sözcükler eksilmeye devam eder. Sonunda ölür: punto sıradanlaşır.
“Akıyordu su
gösterip aynasında söğütağaçlarını.
Salkımsöğütleryıkıyordusudasaçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılargüneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat…
Atları rüzgâr…
Atları…
At…
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!” (Salkım Söğüt)
PROPAGANDASI
Nâzım Hikmet’te devrimci bir romantizme coşkun bir Devrimin oluşumu ve gelecek inancı, devrimci eylemin coşkusu, devrim savaşçılarının öyküsü, sanayileşme özlemi, uygarlaşma, emperyalizm eleştirisi,sömürgecilik, Millî Mücadele, hapishane anıları şiirlerindeki başlıca temalardandır.
“Türkiye İşçi Sınıfına Selâm” şiiri, “bildiri/propaganda şiir” olduğundan görsele ve sese ihtiyaç duymamış; dizeleri kırmamıştır:
“Türkiye işçi sınıfına selâm
Selâm yaratana!
Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm!
Bütün yemişler dallarınızdadır.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyetgünleri.
Türkiye işçi sınıfına selâm!
Meydanlarındahasretimizi haykıranlara,
toprağa, kitaba, işe hasretimizi,
hasretimizi, ay yıldızı esir bayrağımıza.
Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!
Paranın padişahlığını,
karanlığın, yobazın
ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selam!
Türkiye işçi sınıfına selam!
Selâm yaratana!” (Türkiye İşçi Sınıfına Selâm)
FÜTÜRİZM-MAKİNALAŞMAK
Fütürizm, XX.yüzyıl başlarında ortaya çıkmıştır; İtalyan yazar Marinetti tarafından öne sürülmüştür. Modern sanat ve toplumsal hareketlerin akımıdır. Marinetti, fütüristlerin sürat, gençlik ve şiddete hayran olduklarını ifade ederken modern teknolojik araçların, otomobil ve uçak ile sanayi şehrinin, insanlığın doğaya karşı zaferini gösterdiğini savunmuştur. Makine ve hızı sanata taşıyan bu akım geçmişin köhneleşmiş birikimine karşı “yeni bir toplumsal dinamizm” getirmek istiyordu.
Nâzım, bir fütüristtir. Fütüristler, geleceği inşa edecek olan unsurlar çelik, demir, bakır gibi madenler ile bunlardan yapılan makineler yapılacağı için şiirlerinde adeta bu madenleri kutsamışlardır. Fütüristler için her şey “gelecek”tir. Geçmişte özenilecek, yüceltilecek, putlaştırılacak bir değer yoktur. Nâzım, fütürizmle Mayakovski vesilesiyle tanışmıştı; Rus fütürizmi, Puşkin, Dostoyevski, Tolstoy gibi Rus edebiyatının ünlü isimlerine karşı kampanya başlatmış; Mayakovski de bunda öncü işlev görmüştü.
İşte Nâzım’ın bu anlayışını tamamen yansıttığı şiiri “Makinalaşmak”tır. Nâzım, sanıldığı gibi şiirinde makinalaşmak istemiyor; makinanın yapana ait olmasını yani “üretim aygıtlarının üretenin elinde olmasını” istiyor.)
trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
Makinalaşmak
istiyorum!
Beynimden, etimden, iskeletimden
geliyor bu!
Her dinamoyu
altıma almak için
çıldırıyorum!
Tükürüklü dilim bakır telleri yalıyor
damarlarımda kovalıyor
oto-direzinler lokomotifleri!
Trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak
Makinalaşmak
istiyorum!
Mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
Trrrrum
trrrrum
trrrrum!
trak tiki tak!
Makinalaşmak
istiyorum!” (Makinalaşmak İstiyorım)
Sanat Telakkisi şiiri, “manzum poetikası” gibi okunabilir; sanatta Fütürizm’i savunuyor; fabrikadan çıkan seslerin asıl sanat olduğunu belirtiyor:
“Fakat benim
şiirime ilham veren perimin
omuzlarında açılan kanat:
asma köprülerimin
demir putrellerindendir!..
Dinlenir,
dinlenmez değil
bülbülün güle karşı feryatları…
Fakat asıl
benim anladığım dil:
Bakır, demir, tahta, kemik ve kirişlerle çalınan
Bethovenin sonatları…”(Sanat Telakkisi)
HAPİSLİK YILLARI
Nâzım Hikmet ve İsmail Bilen 1928 Temmuz’u sonlarında Sovyetler Birliği’nden sınırı gizlice geçmek için yola çıktıkları vakit Hopa’da yakalanırlar. Bununla beraber bilindik hapislik hikâyeleri başlayacaktır. Ordu mensupları arasında komünizm propagandası ve örgütlenme faaliyetleri yürüttüğü iddiasıyla Ankara’ya gönderilir. Harp Okulu Komutanlık Askerî Mahkemesinde “askerî kişileri üstlerine karşı kışkırtmak” suçlamasıyla yargılanır. 29 Mart 1938 tarihinde on beş yıl ağır hapsine ve ömür boyu kamu hizmetlerinden men edilmesine karar verildi. Aynı fiillerinden ötürü ayrıca Ağustos ayında 1938 Donanması Davası olarak da bilinen davada da o dönem TKP’nin önde gelen isimlerinden Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte “donanmayı isyana teşvik” suçundan yargılanıp herhangi bir tanık veya kanıt olmamasına rağmen yirmi yıl ağır hapis cezası aldı. Böylece toplam hapis cezası, birtakım indirimlerden sonra, 28 yıl 4 ay oldu. 31 Ağustos 1938’de İstanbul Tevkifhanesine, oradan da 1940 Şubat ayında Çankırı Cezaevine gönderildi. Burada Kemal Tahir ile birlikte kaldı; sağlığının bozulması üzerine Bursa Cezaevine nakledildi. Burada ise Orhan Kemal ve Balaban ile birlikte kaldı. Tüm bu süre zarfında edebi çalışmalarına cezaevinden devam etti, ailesi ve arkadaşlarıyla mektuplaştı. Cezaevindeyken “Kuvâyi Milliye Destanı”, “Memleketimden İnsan Manzaraları” gibi sayısız eserler üretti.
“Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk
ve telaş.
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur:
“Kaat helva yesem her gün” diye düşündü
5 yaşında.
“Mektebe gitsem” diye düşündü
10 yaşında.
“Babamın bıçakçı dükkanından
Akşam ezanından önce çıksam” diye düşündü
11 yaşında.
“Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksa” diye düşündü
15 yaşında.
“Babam neden kapattı dükkanını?
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkanına”
diye düşündü
16 yaşında.
“Gündeliğim artar mı?” diye düşündü
20 yaşında.
“Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?”
diye düşündü
21 yaşındayken.
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
22 yaşında.
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
23 yaşında.
“işsiz kalırsam” diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
“İşsiz kalırsam” diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında “İhtiyarladım.” dedi
“babamdan bir yıl fazla yaşadım.”
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
“Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorgan olacak mı?”
diye düşünüyor.(Memleketimden İnsan Manzaraları’ndan)
MEMLEKET HASRETİ
Nâzım Hikmet, özellikle ikinci kez Rusya’ya gittiğinde aşk şiirleri, yaşlılık ve hastalık şiirleri,hasret dolu memleket şiirleri de yazmıştır.
“Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,
teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz’in gümüş telleri,
bir vapur geçer Boğaz’a doğru.
Nazım usulcacık okşar vapuru,
yanar elleri …” (Vapur, Varna, 1957)
DİPNOT: Nâzım Hikmet şiirleri, genellikle -dünya görüşünü yansıtmasından da dolayı- Marksist açıdan değerlendirilir. Bu da okuyucuyu ister ideolojik olarak yakın olsun isterse uzak olsun Nâzım Hikmet şiirlerini salt “tek anlam”dan oluşan bir yanılgıya götürür. Tıpkı Mehmet Âkif’i de yalnızca “millî şair” olarak İstiklâl Marşı’ndan ibaret bir kısırlığa götürdüğü gibi. Bana göre Nâzım Hikmet şiirlerini yalnızca Marksist teori bağlamında okumak Nâzım şiirini tek bir kalıpta kısırlaştırmak demektir. Nâzım’ın Türk şiirine kattığı gerek şekil gerek içerik zenginliklerini yadsımaktır, daha da beteri bilmediğin alanda ahkâm kesmektir. Bu nedenle perspektif almak, hani mesafe ile uzaktan gözlemlemek, Nâzım şiirinin bütününü görmemizi sağlayacaktır. Elbette diğer taraftan da Nâzım şiirini tek kalıptan okumak -hani okullarda edebiyat öğretmenlerinin en saçma sorusunu akla getirmektedir: “Şair, burada ne anlatmak istiyor?” Acaba şairin kendisi de şiirini tekrarlı bir okumadan geçirirken hep aynı hisle mi okudu? Özetle şiiri kalıba dökerek okumak şiir sanatının imge dünyasına ihanet olacaktır. Sanatçının biçim olarak şiiri seçmesinin bir sebebi de okuyucunun muhayyilesini de şiirine katmak istemesi değil midir? Aksini düşünse bunu öyküyle yahut romanla da yapamaz mıydı? Bu sebeple Nâzım Hikmet şiirinin (elbette ideolojisinin de şiirine katkıları ile) şekil ve anlam üzerinden tarafsız okunmayı hak ettiği fikrindeyim.
Perspektife alırken bireysel hayatından, yaşadığı dönem şartlarından, dünyayı tasavvur etme biçiminden yola çıktım; elbette beslendiğim kaynaklar yoldaşlığında. Özellikle aşk şiirlerinden örnekler vermedim. Hangi kadınına yazdığı şiirini eklesem diğerlerine haksızlık gibi geldi 🙂
Günümüz karmaşasından edebiyatın da nasibini aldığını hissettiğim şu günlerde sloganlarla yürüyen gündemden kopup eskilerin edebiyatına sığınanlara olsun bu yazı. Evet, bu yazı bir okuyucu meramıdır biraz da. Dostlukla…
Cansu Bozkurt
#NazımHikmetRan #NazımHikmet #NazımHikmetinŞiirleriNasılOkunur #NazımHikmetinŞiirlerindekiBilinmeyen #NazımHikmetinHayatı #NazımHikmetinŞiirYolculuğu #NazımHikmetHakkındaBilinmeyenler NazımHikmetinŞiirleriNasılAnlaşılır
https://www.gundemarsivi.com/nazim-hikmet-uzerine-yeni-bir-okuma/
0 notes
fisiltihaberleri · 2 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
#ŞAHSENEM'E #SEKSİ #KRALİÇE KREASYONU #Pop #müzik dünyasında #Özbekkızı olarak şöhret basamaklarını 90’lar döneminde hızla tırmanan usta yorumcu ve hayranlarının taktığı isimle Türk dünyasının kraliçesi Şahsenem, müziğe ara verdiği dönem aldığı kilolarıyla gündem olmuştu. Sözleşme imzalayarak anlaştığı #Nişantaşı #ElsaBeuty ve #uzman #EroPalavan denetiminde eski günlerine dönmeye başladı. Tepeden tırnağa bir güzellik kampına giren Şahsenem ilk hedefi yılbaşı sahne aldığı mekanda hayranlarına gösterdi ve 90’lar Şahsenemin yarısı geldi 14 Şubat sevgililer gününde sizin özlediğiniz Şahsenem olarak sahnede olacağım ifadesinde bulundu. Güzellik uzmanı Erol Palavan’ın, Şahsenem’in zayıflatma konusunda hedeflerini tutturmasıyla modacısı #FatoşAkyıldız sevilen yorumcuya hazırladığı kraliçe kreasyonuna ek olarak seksi kraliçe kreasyonu hazırlamaya başladı. 14 Şubat sevgililer gününde sevenleri 90’lar Şahsenem’i sahnede güzellik uzmanı Erol Palavan mahareti ve özel hazırlanan #Fatoş #Akyıldız imzalı kreasyonla #seksikraliçe olarak izleyecekler. https://www.fisiltihaberleri.com/haber/sahseneme-seksi-kralice-kreasyonu-7910.html #FısıltıHABERLERİ #SelçukAKA
1 note · View note
izimbozada · 2 years ago
Photo
Tumblr media
İstanbul’a alışverişe veya şehrin ritmini yaşamaya geliyorsan, o halde burası tam sana göre; @hotelfavori 👍 Üstelik yılbaşı için de rezervasyonunu hemen yapabilirsin, zira sokak festivallerine çok yakın olacaksın!✨🎭 ✨Hava şu an serseri bir ayaz soğukluğunda olsa dahi, kuytu semtlerin dükkânlarının, çaycılarının ve kitapçılarının kapılarının önünde oturmaya bayılıyoruz biz. İstanbul’un sosyal hayatına da yakın olmak istediğimiz için Nişantaşı’ndaki @hotelfavori ‘de kalıyoruz. Odalar modern ve yepyeni eşyalarla döşenmiş. Otelin sauna ve fitness salonu da bulunuyor. 🚗 Ulaşım, alışveriş ve yeme-içme yerlerine yakın olması da Favori Otel’in bir diğer avantajlı yanlarından. 🥀Gül ve karanfil satan çiçekçilerin, buzlu bademcilerin, hüneri müphem artistlerin, seyyar satıcıların, sokak hayvanlarının ve her renkten ehli keyif insanların olduğu, yılbaşına şimdiden gabele çalan Nişantaşı sokaklarından Tünel’e gidiyoruz. Oradana Şişhane’ye, oradan Kuledibi’ne; Beyoğlu bitip Haliç başlıyor. Haldun Taner’in de dediği gibi bu insan denizinin içinde insan zerresi olduk biz de sevgili okurlarımız. 👨‍🌾 Akşama doğru Balat’ın evlere şenlik hali, cazdan arabeske kadar uzanan müzik karmaşasında bir barda soluklanıp, yemeği meyhanede yemeye karar veriyoruz. Eski rakı sofrası terbiyesinde olsun diye, Haliç’e inen yolun ağzında, neredeyse 132 yıldır hizmet veren Agora’ya gidiyoruz. Can cana tokuşturuyoruz kadehlerimizi. Ooooh, dünya varmış! 👨‍🌾 Sonra editörümüz Galata’da Lindy Hop’a vurup, Swing gecelerine geçiyor. Müzik ve dans iyi ki var. Akabinde doğruca otele geçiyoruz. Jakuzili suit odamız bu yoğun İstanbul günümüzün üstüne iyi geliyor. ☎️ +90 212 2347400 / 2 kişi gecelik 1500 tl’den itibaren, kahvaltı dahil. 👐 Çarşılarından hamamlarına, sahaflarından tiyatrolarına, kiliselerinden camiilerine, eski meyhanelerinden tatlıcılarına kadar dolaşmak isteyeceğiniz önerilerimiz, umarız bizim kadar keyif alacağınızı düşündüğümüz nitelikte olur. ✏️ Notlar: 🐶 Evcil hayvan küçük boy ( çanta boyu ) alıyorlar. 1 hafta ve üzeri konaklamalara tek yön havaalanı transferi ücretsiz. Metroya, kongre merkezlerine ve konser alanlarına yürüme mesafesinde. (Nişantaşı/İstanbul) https://www.instagram.com/p/CliqenvtThn/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
malatyaozelhaber-blog · 2 years ago
Text
İnşaat Alanında Topuklu Sesleri
Tumblr media
Geçtiğimiz yıl Ortak olduğu Magazin Nişantaşı İsimli mekânıyla uzun süre adından söz ettiren sevilen şarkıcı Ayçam, bu sene Etiler'de yeni konseptiyle daha büyük ve kaliteli bir mekân açıyor. Kasım ayı içerisinde yeni mekânın açılacağını dile getiren Ayçam, tamirat halindeki mekanda her gün inşaat alanında işinin başında hızla açılış için hazırlanıyor. Yaptığı her işte iddiasını ortaya koyan başarılı isim Ayçam “Eski Dostum ve iş ortağım dediği ��Yalçın Aslandağ ile Yeni bir heyecan içindeyiz, her kesimin gönül rahatlığı ile gelip eğleneceği ferah bir mekan yapıyoruz bence İstanbul’a damga vuracak Bu kış ve daha uzun süre Magazin Etiler dillerden düşmeyecek, eğlence Sektörünün Nabzını Tutacağız. Magazin’i Etilere taşıyoruz” dedi. “Topuklu Sesleri” isimli şarkısının gördüğü ilgiden çok memnun olduğunu da sözlerine ekleyen Ayçam, inşaat süreci bittikten sonra yeni şarkısı içinde arayışa gireceğini vurguladı.   Read the full article
0 notes
seraploren · 6 years ago
Photo
Tumblr media
♦️Hanfendiye daha önceden yapılan eski, hatalı kalıcı eyeliner işlemini düzelttik🖊🖤 🖤 . -Bilgi ve Randevu İçin: 📲0(538) 262 4334 ✔️
1 note · View note
hasanbulut68-2 · 3 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media
EŞKIYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ. ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA VEKUREYŞANLI DERVİŞ SÜLEYMAN'IN SİNOP HİKÂYESİ:
Sinop Kalesi.Sinop kalesi ilk defa MÖ 2000’de yaşayan yerli kavim Gaşkalılar zamanında yapılmış, Grek, Pontus, Roma, Bizans, Selçuklulara da ev sahipliği yapmış olan bir kaledir. 3 Ekim 1214 yılında Sinop’u ele geçiren Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus tarafından, ana kalenin kuzeyden güneye inen dik bir surla kesilmesi ile meydana getirilmiş. Osmanlılar devrinde büyütülerek onarılmış.. Karadeniz’in hırçın dalgalarına karşı binlerce yıldır ayakta kalan kalenin inşacılarına hayran kalmamak elde değil.Kale’den Cezaevi’neKalenin cezaevi olarak kullanımına ait en eski belgeler ise 1568 yılına dayanmaktadır. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu zindandan şöyle bahsetmiştir;"Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkûmları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkûm kaçırtmak değil, kuş bile uçurmazlar."İç kalenin resmi olarak zindana dönüşmesi ise 1887 yılında olmuştur. O dönem Sinop Mutasarrıfı Veysel Paşa yeni binalarla birlikte bir de hamam eklemiştir. 1939 yılında da çocuk hapishanesi olarak kullanılmak üzere bir bina daha yapılmıştır.Burası; “girilir, ama çıkılmaz” denilen, nemden (rutubet) kibritin bile yanmadığı söylenen, mahkûmların çürümek veya ceza sürelerini tamamlayamadan ölmekle karşı karşıya kaldıkları Sinop Cezaevi “esaslı bir ceza” olmuş mahkûmlar için. Binlerce yıllık bir kalenin surları ardına gizlenmiş, Karadeniz’in hırçın dalgalarına terk edilmiş, rutubetini bir yiyenin bir daha iflah olmayacağı 120 yıllık cezaevi 1997 yılına kadar toplumdan tecrit edilmek istenilen yazar ve şairler ile ağır cezalık mahkûmların sürgün yeri olmuş.Türkiye Cumhuriyetinin tarihi boyunca gerçekleştirmiş olduğu idamların üç yüzden fazlasına ev sahipliği yapmış bir cezaevidir.Sinop Cezaevinde yatan ÜnlülerRefik Halit Karay: 12 Haziran 1913’de Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile başlayan ve bu suikastı takiben “İttihat ve Terakki karşıtı” olması sebebiyle İstanbul dışına sürülüyor. 1913–1918 yılları arasını Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik'te geçiriyor.Mustafa Suphi: İttihatçı rejimin halk düşmanı niteliğini ve haksız savaş yaklaşımlarını eleştiren yazıları nedeniyle Şevket Paşa'nın öldürülmesini bahane edilerek 1913 yılında 15 yıl mahkûmiyetle Sinop'a sürülüyor. 1914 yılında bir kayıkla Rusya’ya kaçmıştır.Ahmet Bedevi Kuran: 1884–1966 yılları arasında yaşamıştır. 1913’de önce Bodrum'a sonra Sinop'a sürülmüş, buradan Sivastopol’e kaçmıştır.Refik Cevat: 1890–1968 yılları arasında yaşamıştır. Alemdar gazetesindeki yazıları sebebiyle 1913’te Sinop'a sürülmüştür.Hüseyin Hilmi: 1910 yılında Osmanlı Sosyalist Fırkası kurucuları arasında yer alan Hüseyin Hilmi 1913 yılında Sinop’a daha sonrada Çorum ve Bâlâ’ya sürülmüştür. 1923 yılında öldürülür.Burhan Felek: Çok kısa bir süre Sinop’ta sürgün kalmıştır.Osman Cemal Kaygılı: 1913 sürgünlerindendir.Celal Zühtü Benneci: (Tayyareci Celal) Nişantaşı Güzelbahçe’de bakkal.Kerim Korcan: 1918 doğumlu–1938 Harp Okulu davası sonucu 10 yıl Sinop Cezaevinde kalmıştır.Osman Deniz: Talat Aydemir hareketindeki önemli isimlerden biridir. Kurmay Yarbaylık görevini sürdürürken 22 Şubat 1962 olaylarına karışması sebebiyle emekliye çıkarılır. 21 Mayıs 1963 eyleminde öncülük yaptığı gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılır. Cezası müebbette çevrilerek 26.06.1964’te kesinleşen cezası nedeniyle Sinop'a gönderilir. 1974’te affında çıkmıştır.Zekeriya Sertel: Gazeteci yazar 1925 yılında Resimli Ay dergisindeki yazılarından ötürü İstiklâl Mahkemesi tarafından üç yıl süreyle Sinop’a sürgün edilir.
ALDIRMA GÖNÜL ALDIRMA'NIN HİKÂYESİ 
Sabahattin Ali: 26 Aralık 1932 – 29 Ekim 1933 yılları arasında önce Konya sonra Sinop Ceza-evinde tutuklu olarak kaldı. Ünlü “Aldırma Gönül Aldırma” türküsünü orada yazdı.“Başın öne eğilmesinAldırma gönül, aldırmaAğladığın duyulmasın,Aldırma gönül, aldırmaDışarda deli dalgalarGelip duvarları yalar;Seni bu sesler oyalar,Aldırma gönül, aldırmaGörmesen bile denizi,Yukarıya çevir gözü:Deniz gibidir gökyüzü;Aldırma gönül, aldırmaDertlerin kalkınca şahaBir sitem yolla Allah'aGörecek günler var daha;Aldırma gönül, aldırmaKurşun ata ata biterYollar gide gide biter;Ceza yata yata biter;Aldırma gönül, aldırma.”Sabahattin Ali “Duvar” adlı öyküsünde Sinop Cezaevi’ni anlatıyor: “… Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasında yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı.” Sabahattin Ali 1936 yılında yazdığı bu öyküsünde bir mahkûmun anlattığı “yarı kalmış bir firar hikâyesinde tutukluluk günlerini de şöyle anlatıyor: “… Fakat benim kaldığım hapishanede her şey, her ses hürriyeti gözlerin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış gibiydi. Surların üstünde büyüyen ufak ufak ağaçlar, yosunlu taşlardan aşağı sarkan sarıçiçekler, bir bahar havası içinde eli kolu bağlı olmanın bütün acılarını içime dökerdi. Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır yüzen bulutlar benden bir teselliyi: unutmayı alırlardı…”Firarın en zor olduğu cezaeviSinop Cezaevi’nden şimdiye kadar üç kişi firar edebilmiş. Firar edenler üzerine Sinop’ta türlü türlü hikâyeler anlatılır. Kaçmayı başaranlardan biri idamlık bir mahkûm olan Amasyalı Emin Aladağ’dır. Ayakkabısında getirdiği küçük bir demir testereyle kaçmayı başarmış. Cezaevinin kalelerinden denize atlayıp üç gün denizde yüzdükten sonra karaya çıkabilmiş.Dinlenmek için yanlışlıkla bir polisin evini seçince yakalanıyor tabii. Emin Aladağ yakalanıyor ama daha sonra 1987 affından yararlanarak salıveriliyor. Yani anlayacağınız firarı gerçekleştirmeseydi idam edilecekti Emin Aladağ.Bir başka mahkûm da pislikleri denize dökülen bir lağımdan kaçmayı başarmış.Yüksek kaleler ve geniş güvenlik önlemiyle çevrili Sinop Cezaevi’nden kaçmayı başaranlardan biri de Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi’dir. Disipliniyle meşhur cezaevinden başka da firar etmeyi başaran olmamış.Ancak Sandıkçı Şükrü hikâyesinde anlatılana göre o da bu hapishaneden firar edenlerden biridir. Hikâye şöyle.
EŞKIYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ
Kalabalıktan hoşlanmayan kendi halinde biriydi Sandıkçı Şükrü. Bir düğünde kardeşi vurulunca katili kovalayıp aynı akıbete uğrattı.Anadolu insanının haksızlık karşısındaki duruşunu anlatır halk kahramanlarının hikâyeleri. Bu topraklardaki kavimler; yiğitlik ve iyilikseverliği destanlaşan nicelerinin içselleştirilmiş hayatlarıyla kaynaşmıştır. Zalimin karşısında mazlumun yana tavır alışları anlatan bu halk hikâyeleri özgürlük mücadelesinin sembolüdür aynı zamanda.Yiğitlik ve dostluk örnekleri hikâyeci âşıkların coşku dolu türküleriyle ulaşır ve özümsetilir topluma. Karadeniz Bölgesinde de dilden dile gönülden gönülle akar durur. İşte bunlardan biri de Sandıkçı Şükrü’nün öyküsüdür.Kısaca şöyledir: Rize'nin Portakallık (eski adı Haldoz) mahallesi sakinleri şamatalı bir güne daha başlamıştır. Her hafta bir düğün vardır. Mevsimidir zira. Holdoz’dakinde her şey yolundadır. Ziyafet gerçekten büyüktür. Oradan oraya taşınır tepsiler. Orta yaşlardaki Sandıkçı Şükrü, pek kalabalıktan hazmetmediğinden yerine kardeşini göndermiştir. Dükkânda oturmuş kafa dinlemektedir. Pencereden görür ki, bir çocuk mekâna doğru koşmaktadır. Kapıda karşılar. Nefes nefesedir. Sakinleşmesini bekler. Nefesleri düzene girince, “Kan ter içinde kalmışsın velet. Anlat hele. Ne oldu ki?” diye sorar. Korku dolu gözlerle kendine bakan çocuktan, “Kardeşin… Bıçakladılar onu! Karnından işte… Koş Ağabey!” cevabını duyar.Bir çırpıda olay yerindedir. Kardeşi kanlar içindedir. Adeta aklı başından uçmuştur Şükrü’nün. Haykırır: “Kim yaptı bunu? Nasıl kıyabildi!” Gözler, Abdi Ağa’nın evini işaret etmektedir. Kan beyne sıçramıştır. Koruma engelini de aşarak eve dalar: “Abdi Ağa! Çık karşıma! Erkekçe öl Abdi Ağa!”Abdi Ağa bahçe duvarından atlayıp kaçar. Peşine düşer. Köy meydanına gelmişlerdir. Kulaklar Şükrü’nün bağırışıyla irkilir: “Abdi Ağa! Yüzünü dön Abdi Ağa. Arkadan vurulanlar, kaçarken vurulanlar, kalleştir.” Hemen ardından iki el silah sesi yankılanır. Abdi Ağa’nın koca vücudu kana bulanmış halde yere serilmiştir. Jandarmalar Şükrü’yü tutuklar. Sinop Cezaevi’nin yolu gözükmüştür.Sandıkçı’nın karısı Fadime’ye göz koyan Rüstem Ağa için gün doğmuştur. Kadın borç erzak isteyince fırsat bilerek evlenmeye zorlar. Hayır yanıtı üzerine zorbalaşır. Olan bitenden haberdar olur olmaz arkadaşlarıyla hapisten kaçar Şükrü. Gerisi çoğu kişinin bildiği ve mırıldandığı “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” başlıklı eserin mısralarındadır.Sandıkçı Şükrü Sinop Cezaevi’nden firar edebilen ender hükümlülerdendir. Sığındığı dağlardan inerek ilkin Fadime’yi rahat bırakmayan Rüstem Ağayı vurur. Jandarma günlerce iz sürer ama izine dahi rastlayamaz. Yöredeki dağlar Şükrü’ye avucunun içi gibidir. Güvenlik kuvvetleri takibi kesince çete kurar. Öyle bildiğiniz kötü çetelerden değildir onun ki. Mazluma asla zulmetmez. Fakirin ekmeğine katiyen dokunmaz. Tek düşmanı para ve gücüne yaslanan zalimlerdir.Sandıkçı Şükrü’nün haberin kutular bölümünde okuyabileceğiniz türküsünde adı zikredilen Perilizade zengin bir şahıstır. Tarlasında yetiştirdiği ürünlerden yoksullara da dağıtması için haber iletir Sandıkçı. Tehdit savurmuştur alenen. Perilizade oralı olmaz. Şükrü ürünleri adamlarına toplattırır ve fakir ve yaşlılara verdirir.Kimin başı sıkışsa, bir haksızlığa uğrasa Sandıkçı Şükrü’ye başvuruyordur. En acizler bile kapısında paşaymışçasına ağırlanır ve korunur. Ahali sürekli onu evine, ocağına çağırır. Urusba köylüleri, aralarında üç kişi seçip ellerinde erzak ve hediyelerle Sandıkçı’ya gönderir. Onları kıramaz, birlikte köye inerler. Bir kahvehanede oturulur, çay eşliğinde hatıralar dillendirilir. Çocuklar dahi yiğidi görebilmek için pencerelere yapışır. Köyün zenginlerinden biri durumu Jandarmaya gammazlar. Mekânın etrafı sarılır: “Etrafın sarıldı. Teslim ol, kan çıkmasın!” Şükrü silahına davranır. Kıran kırana çatışırlar. Adamlarına askere isabet ettirmemelerini söyler Şükrü. Kan dökülmeden uzaklaşabilmeyi amaçlamaktadır. Hapse düşerse Fadime’si kolsuz ve kanatsız kalacaktır.Pencere camını kırarak dışarı atlar. Çatışa çatışa sağ kalan arkadaşıyla birlikte dağlara doğru at sürer. Bundan böyle oralarda barınamayacağını anlar ve Trabzon’un Of ilçesine gider. Trabzon Valisi Kadir Paşa otoritesini sarsacağını düşünür ve beş yüz süvariyi Sandıkçı’nın üzerine yollar. Şükrü’yü tanıyan kolcu başı Varilcioğlu Sadık da yanlarındadır. Aynen türküye de nakşedilmiştir ki; Sandıkçı Şükrü, Of’un İkizdere köyündeki Sanlı Mezrası’nda yaşlı bir kadının evindedir. İhbar sonrası çevresi atlılarla kuşatılır: “Sandıkçı Şükrü! Gel, teslim ol. Öldürülmeyeceksin. Ben Varilcioğlu, söz veriyorum!” Şükrü, bu sesi tanır. Varilcioğlu’nu vakti zamanında birkaç serserinin elinden kurtarmıştır. Yalnızdır, direnecek gücü yoktur. Elleri havada dışarı çıkar. Tutuklanır.Süvariler arkada, Sandıkçı önde yola koyulurlar. Köyün çıkışına varıldığında silah sesleri göğü deler. Namludan çıkan iki kurşun, Sandıkçı’nın sırtına saplanır. Varilcioğlu ateşlemiştir. Kendini ölümden kurtaran yiğidi, para karşılığı kurşunlamıştır. Sandıkçı, iki mermi yemiştir fakat hala ayaktadır. Fazla dayanamaz, yıkılır. Yüzü topraktadır. Abdi Ağa gibi arkadan vurulmuştur. Bir farkla, ‘Mertçe’.O topraklar, Sandıkçı Şükrü’nün sözünü hiç unutmadı. Adı yaşatıldı. Yöre halkı, çocuklarını onun hikâyeleriyle büyüttü. Adına nice türküler yazıldı.Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz"Sene 1341 nefsime uydumSebep oldu şeytan bir cana kıydımKatil defterine adımı koydumEşkıya dünyaya hükümdar olmazSen üzülme anam dertlerim çokturÇektiğin çilenin hesabı yokturYiğitlik yolunda üstüme yokturEşkıya dünyaya hükümdar olmazÇok zamandır çektim kahrı zindanıBize de mesken oldu Sinop’un hanıFirar etme ilen buldum âmânıEşkıya dünyaya hükümdar olmazSinop kalesinden uçtum denizeTam üç gün üç gece göründü RizeKarşıki dağlardan gel oldu bizeEşkıya dünyaya hükümdar olmazBir yanımı sardı müfreze koluBir yanımı sardı VarilcioğluBeş yüz atlı ile kestiler yoluEşkıya dünyaya hükümdar olmaz"
KUREYŞANLI DERVİŞ SÜLEYMAN'IN SİNOP HİKÂYESİ:
Derviş Süleyman ile ilgili halk arasında ki anlatım şudur. Kureyşanlı Derviş Süleyman ve altı talibi Sinop kalesine hapsedilmişlerdir. Uzun bir tutukluluk döneminden sonra Derviş Süleyman’ın talipleri Hapishaneden kaçmaya karar verirler. Bu niyetlerini pirlerine söylerler. Ancak Derviş Süleyman “yaşlılığını ve ömrünün sonuna” geldiğini ifade ederek kaçmak istemez.Bunun üzerine taliplerinden hayır dualarını da esirgemez. Talipleri kaçar kurtulurlar ve Dersime geri dönerler.Derviş Süleyman bir gün Hapishane müdürüne “ Ben perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece hakka yürüyeceğim (Öleceğim) kimse bedenimi yıkamasın. Siz sadece bir kazan su kaynatın gerisine karışmayın” demiş. Hapishane yönetimi olayı ciddiye almamış ancak gerçekten de Perşembe akşamı Derviş Süleyman hakka yürüyünce bu sefer de onun keramet sahibi bir ulu eren olduğunu düşünüp hemen su kaynatmışlar ve meraklı gözlerle neler olacağını beklemeye başlamışlar.Yatağında cansız yatan Derviş Süleyman yerinden kalkıp suyun kaynadığı kazanın yanına gelmiş üstünü başını çıkarıp banyosunu yapıp dualar etmiş sonra tekrar yatağına uzanıp ruhunu teslim etmiş.Kureyşanlılar bu olayı farklı,  farklı anlatsalar da öz itibariyle olay bu.Kureyşanlı canımız Turabi Karabulut olayı araştırmamı isteyince önce çok heyecanlandım. Çünkü daha önce Kureyşanlıların Avrupa da yaşayan en yaşlılarından biri  olan Bawa Mahmut ( Mahmut Yıldız) dan da dinlemiştim.Yazılı kaynaklar bu konu da ne diyor?“Tanzimat: 1839'da ilan edilen Tanzimat dönemi boyunca, Osmanlı Devleti, tarihi boyunca ilk kez Dersim'i denetim altına almak için harekete geçti. O zamana kadar kendi başına buyruk Dersim aşiretleri, merkezi otoritenin herhangi bir müdahalesi olmaksızın yaşayagelmişlerdi.Bu amacı gerçekleştirmek için Osmanlı İmparatorluğu, Dersim'in egemen ailelerini, reisleri ve derebeylerini kazanmaya çalışır.Mesela, Tanzimat ilan edildiği dönemde Soşen Bey diye geçen Çarekan aşiretinden Şah Hüseyin Dersim'e egemendir.Yine Tanzimat döneminde (1850'li yılların başında) bir aralık devlet, büyümekte olan Dersim hastalığına çözüm arar ve bu nedenle İsmail Hakkı Paşa ile Erzurum Müdürü Samih Paşa, aşiret reislerine hediye, birer rütbe vererek onları kontrol altına almak isterler. Ancak başarılı olamazlar.Osmanlı İmparatorluğu bu hastalığın ağaları, beyleri oradan uzaklaştırarak iyileşeceğine hükmetmiş, bu maksatlaÇarekan aşiret reisi Şah Hüseyin Vidin' e, Ferhat uşağı aşiretinden Diyap Ağa oğlu Süleyman, Kahraman Ağa oğlu Süleyman, Amcası Alişir, Kalan aşiretinin Keçel kolu reisi Munzur, Şarki Dersim'den Haydari Ağa'nın oğlu Yusuf (şuran aşireti reislerinden), Ovacık'tan Tampoz oğlu, Kureşan aşiretinden Derviş Süleyman, Baluşağı reisi Hıdır oğlu Gazi ağalar Sinop'a sürgün edilmişlerdir.Fakat bu ağaların tümü daha sonra kaçarak tekrar Dersime gelmiş, yalnız Derviş Süleyman ve Alişir ağalar Sinop'ta ölmüşlerdir.”
(1) (Bkz. Nazmi Sevgen, Zazalar ve Kızılbaşlar, İstanbul, 1946). 
(2) (Mesut Özcan Öyküleriyle Dersim Ağıtları-1. Ankara 2002)
Şimdi bura da Sinop'a sürgün edildikleri yazılıdır ancak Hapis edildiklerine hata Sinop Cezaevinde yattıklarına dair bir bilgi bulunmamaktadır.İki olasılık var.Birinci olasılık Nazmi Sevgen bilerek hapishane olayını yazmamıştır.İkinci olasılık yararlandığı belgelerde böyle bir nota rastlamamıştır.Nazmi Sevgen'in Jandarma Yarbay kimliği ile Kızlbaş Dersim karşıtlığı göz önüne alınınca birinci olasılık daha akla yatkın görülmektedir.Sinop’tan dönenlerin anlatımları yani canlı hafıza burada daha önem kazanmaktadır.Çünkü onlar bire bir olayı yaşadıkları için anlatımları daha doğrudur. Hapishaneden kaçanlar Derviş Süleyman'ın ölüm olayına tanık olmadıkları için olayın o bölümü de Hapishane personeli tarafından ya da daha sonra dan özgürlüğüne kavuşan mahkûmların anlatımı ile öyküde yer almış olabilir. Çünkü halk yaslandığı canlı hafıza olayı o şekilde anlatmakta ve kuşaktan kuşağa da sözlü gelenekle gelip günümüze ulaşmıştır.
Alıntı
2 notes · View notes
arjinliblog · 4 years ago
Text
Sana söyleyemediğim şeyler var
Borsalar iflas ediyor kuşlar intihar edince çoktan seçmeli ölüyoruz yani hiçbir şey
Ekonomi haberlerinden de anlamıyor ki kapıcılar, ne ekmek ne de süt belki de hepten!
Hiçbir şey diyorum evet biraz gökyüzü biraz çarpım tablosu biraz da yoksul gramofon
Matematiğe inanmıyorum, coğrafya defterime şiir dökülünce yalnız gelen ilhama
Vergiden düşülen hayr’lara çokça âmin, topraksız Nişantaşı köylüsü, viva Latin Amerika!
Kızılderililere inanıyorum, biraz sonbahara, göç edemeyen kuşlara ve kırık kumbaralar
Yüzüne ayet çarpılmış bir çocuk kadar hayretkar, incinmelere doymuyoruz zaten, nasılsın?
Sana söyleyemediğim şeyler var, ortaçağ ve karıncalar üstüne eski ve usulsüz
Ajanslara düşen cesetlerden muzdariptir kaç zamandır içimizdeki mezarlık
Kızımın ismi Eylül olabilir, senin ismin ya da herhangi bir filmin
-Bu şiirde ikiz kulelere rastlanmayacaktır, holdinglere ve uyum yasalarına-
Ne çok vuruluyoruz gitmediğimiz yerlerde beklenmediğimiz her saat, itina ile mutlaka!
Vuruluyoruz, adım başı heykellerden kalma ayinlere yaslanırken bekamız
Sıralar boyunca çizik içinde kalbimiz, denize paralel uzanmak bile iyi gelmiyor dağlara
-Orta Asya’yı terk ettiği günden beri huzursuzdur kavmim
Huzur uzak bir ülkedir, bankalar, hisse senetleri, Riyad ve borsalar kahrolsun!
Sana söyleyemediğim şeyler var
Bakkal mahallemizin simgesidir tayyör dirliğimizin, geri kalanları da takrir-i sükûna yaz
Elif deyince gökler yağdırıyor şarkısını nasılsa, yağmur diyoruz insan aklımızca ki, olsun.
Elif bahsi geçince yağmur söylüyoruz ‘be’ deyince ölenlerdeniz, ölesi değilse de canlar
Laiklik elden gidiyor, muhallebiciler kapanıyor birer birer ya da Neşet Ertaş’tır ipucun
Cinayet romanları söze erken başladı Habil’in hakkı Kabil’den sorulmadı zaten, unutun!
Sana söyleyemediğim şeyler var, aklın Nepal’de kalmış romantik bir 68’lidir
Ruhun Slovakya’nın kurtuluşuna çoktan asker yazılmış
Ve oda numarasından başka kaybedeceği bir şeyi olmayan sahipsiz anahtarlar gibi
Kapılar arkasında hiç durmadan İslamcılık öldüren elma kurdunun hikâyesi gibi histerik ya da
Terk ettiği günden beri göçebe ruhunu bu kadar zamansız, ey kavmim!
Elma kurdu dediysek, elma çürüktür mutlaka ve tüm kurtlar anarşist.
Sana söyleyemediğim şeyler var,
Kocaman bir mevsim devrilirdi içimize, dünya hafta sonları da anlaşılmazdı
Üçüncü sınıf yazarların bohem tavırları çay bardakları kadar hatırlanmazdı
İşten kovulmalarım çok şiirsel değildi baştan anlaşalım Nato üyeliğimiz de öyle
Ali’nin gel’mediği günler kekelerdi öğretmenimiz, eğitim kadar milli, devlet kadar uzaktı
-İkinci yeni’den hiç etkilenmiyordu üstelik tebememe-
Fiş’lendiğimiz doğrudur, gözlerin altıpatlar, sana söyleyemediğim şeyler var
Kanun önünde eşittir öyleyse tüm karıncalar!
Sana söyleyemediğim şeyler var
Sana söyleyemediğim şeyler bahsi, dünyanın yenilmiş tüm çocuklarını da kapsar
-Bakkala veresiye yazdıran Meksikalı bir gerillanın
Sigarasını yakmak üzere gökyüzüne bakması da şiirdir, mesela-
Seni, seviyorum.
17 notes · View notes
vuruncaherseycalisir · 4 years ago
Note
beykent üni iyi mi sence melissa yoksa ismi mi var sadece
Beykentin ismi mi var barajı geçenin girdiği bir okul beykent nişantaşı üniversitesinden tek farkı biraz daha eski olması
1 note · View note
edebiyatsoylesileri · 4 years ago
Text
Vahan Bey / Edebiyat binlerce dünya demektir
Tumblr media
Yirmi yıl, 1960'tan 1980'e kadar Beyoğlu'nda Atlas sinemasının orada durmuş; sonra da Galatasaray Lisesi'nin köşesinde. 1993'te de oradaymış, bu yazıdan o anlaşılıyor. Sokak sahafı Vahan Bey, edebiyat tutkunu bir roman kahramanına benziyor.
Hep "nostalji"yle sözü geçen Beyoğlu'nun bir köşesinde, küçük, kara tezgâhına ilişmiş, sokak sahaflığının en eskisi Vahan Bey. "Geçmişe özlem" duyamayacak kadar hayatın sokağında bir insan. İstanbul'u hepimiz çok severiz. Sıkılınca, kolumuzun altına yerleştirdiğimiz bir kitapla belki de yolumuz Beyoğlu sokaklarına düşer; günü kurtarmaya çalışırız. Ama otuz yıl boyunca inatla, onlarca kamyon dolusu eski kitap, tarihi belge, değerli evrağı sırtlanıp sokaklara taşıma kararlılığını göstermek hiç kolay olmasa gerek.
Görmeyi hayal ettiğim yazarlar tezgahıma geldi
Vahan Bey, kuşkusuz, dünyanın yorgun ve hasta bedenle yaşayan ilk sokak kitapçısı değil. Ancak, yıllarca tezgâhından geçen nadir kitap, gravür, albüm ve resimler düşünülürse, Türk kitapçılık tarihinde onun da unutulmaması gerek. 1928'de Yozgat Boğazlıyan'dan İstanbul'a göç eden Vahan Bey ve ailesi, Yıldız'daki Ermeni mezarlığının içindeki bir barınakta uzun yıllar geçirmiş. İşsizlik dönemlerinde İstanbul yılları, bahçecilik, kunduracılıkla yaşanmış. O, yaptığı işlerde, geçmişte olduğu gibi şimdi de hep 'kaybetmiş' bir edebiyat tutkunu. "Benim için edebiyat, basit bir ifadeden çıkar, binlerce dünya demektir. Yirmi yaşına kadar, edebiyatla falan ilgim yoktu. Ama her insanda gizli bir dünya vardır. Giderek okumak için, resim, güzel sanatlar ve edebiyat için muazzam bir arzu doğdu bende. Amerikan dedektiflik hikâyelerini okurken, giderek Fazıl Hüsnü, Afif Yesari, Özdemir Asaf falan okumaya başladım. Onları görmek benim rüyamdı. Sonra yıllar içinde onlar benim tezgâhıma geldiler kendi ayaklarıyla, işte benim rüyalarım da bir yanıyla gerçekleşti."
Kamyonla kitap toplardım
Vahan Bey eskiden kitapları nerelerden toplayıp satardı? Başka kimler gelirdi? "Eskiden buralar kültür membaı halindeydi. Aksaray, Şişli, Nişantaşı, Feriköy'deki evlerden çok değişik kitaplar çıkardı. Evlerde büyük kütüphaneler vardı. Hafta içinde kamyonla kitap topladığımı bilirim. O yüzden de kitap düşkünleri gelip, beni bulurlardı. Sonra sahaflardan kitaplar bulurduk. Kitapçılar rahatça bizim gibi esnafa ellerinde olanları verirlerdi. Şimdi her şey ticaret oldu. Kimler gelirdi bakayım... Mesela Fazıl Hüsnü Dağlarca, Necip Fazıl, Cahit Irgat, Afif Yesari, Özdemir Asaf, Erol Günaydın, şimdi hatırlamıyorum daha da gelirlerdi. Orhan Veli'ye yetişemedim ne yazık ki... Sonra İstanbul ve Anadolu'dan çeşitli şirketler, konularıyla ilgili ve bulunmayan kitaplar için gelirlerdi. Film şirketleri, üniversitelerden insanlar kitap sorardı. Yani her sanat dalında kişilerin benimle irtibatı vardı. Ben '60'dan '80'e kadar Atlas sinemasının orada durdum. '80'den bu yana da Galatasaray Lisesi'nin köşesindeyim. Önceleri benim de bir depom vardı. Ama bir biçimde işlerim kötüledi. Hayatımda yersizlik yüzünden on kamyon kitap zayi olmuştur herhalde. O zamanın İstanbul'u çalkalandı bu kitapların dağılışıyla. Belge, gravür, eski sanat kitapları derken, muazzam bir servet Feriköy'de bir hurdacının onlara hurda muamelesi yapmasıyla yok oldu. Her şey yok oldu. Hazin hikâye. Oysa ben, bu on kamyonu yirmi senede zor meydana getirmiştim. İçinde yegane sahafiye çeşidi vardı. Yağmura, kara, çamura hep kitaplar sayesinde dayanmıştım. İşte insanın başına sır dolu şeyler geliyor. Neyse neyse..."
Sevgiye inanıyorum, onun için ayaktayım
Ya kendi tezgâhından çıkan bazı kitapların müzayedelerde yüksek fiyatlarla satıldığını biliyor muydu? "Ben de öyle duydum aslında. Birkaç kitap müzayedede değerlenmiş. Birkaç Londra, Paris kütüphanesine verilmiş. Kanada belediye heyetinden Ermeni kişiler gelip benden antik kart ve kitap almışlardı; onu hatırlıyorum." Edebiyatçılar, sanatçılar, arşiv toplayıcılar, kitap kurtları, film sanatçıları, yıllarca aradıkları eski basılı yazı, kitap, belge ne varsa ilkin onun tezgâhına bakmışlar, aradıklarını bulmasını istemişler. Yine de zorluk zamanları yıllardır peşini bırakmamış Vahan Bey'in. Kitaplar yok pahasına hurdaya gitmiş. Ancak kimse çıkıp da ona, belki de belediyeden izinli küçük bir yer bulmak için girişimde bulunmamış. Vahan Bey son söz olarak, "durum parçalanmış, onun için hiçbir şey söylemek istemiyorum. Ama, çok şükür aklımı kaybetmedim. Bir de sevgiye inanıyorum, onun için ayaktayım." diyor. İnsana yakınlığı ve samimiyeti her nasılsa kaybolmamış Vahan Usta'nın... (Şule Alpaslan / Cumhuriyet Dergi / 13 Haziran 1993)
1 note · View note
ramsesims · 5 years ago
Text
Uyandığım gibi bi afalladım hemen saate baktım 2 saate yakın bi vaktim vardı 6.07 di saat hemen kalktım ilk elimi yüzümü yıkadım aynadaki benliğim bugün biraz daha değişikti biraz çekingen biraz heyecanlıydım ilk gündü bugün çalışmaya başlayacağım ilk gün hemen mutfağa koştum kahve makinasına bastım o sırada en giyiceğime karar verecektim bi çok kıyafet hazırlamıştım ama kararı sabaha bırakacaktım beyaz bi kot giydim sarı bi gömlek be bi kaş takı ayakabıda kararsızdım ama sanırım spor düz bi ayakkabı giymeliydim ilk günden sendeleyip düşemezdim onları kenara indirdim çantayıda beyaz düz bi çanta olarak tercih ettim daha sonra saçlarımı taradım hafif dalgalandırdım bi kaç ufak makyajdan sonra tamamdı hemen kahvemi içmeye mutfağa ilerledim bardağa koydum balkona çıktım uzun süredir balkonu toparlamamıştım o kadar çok izmarit vardıki yavaş yavaş bunları toparlamam lazımdı ama bugün değil hava o kadar güzeldiki gökyüzü çok sakindi yeryüzünde insanlar koşturmaya başlamıştı bile herkes gözü kapalı yetişmesi gerektiği yere ilerliyordu kimse gökyüzüne bakmıyordu bile kahvemle odaya doğru ilerledim üstümü giydim çantamı kontrol ettim kahvemden bi kaç uydum daha aldım aynadaki kendime teşekkür ettim ve çıktım evden merdivenlerden inerken ayak seslerim hoşuma gidiyordu eski bi binaydı bu ha bu arada benim adım SU tek başıma İstanbul’da yaşıyorum taksim tarafında eski bir binada 1+1 bi evde oturuyorum psikoloji öğrencisiyim uzun süredir iş bulamamıştım sonunda bi iş buldum şans eseri ve bugün o işin ilk günü evet heyecanlıyım iş yerimde Nişantaşı tarafında ünlü bi kadın psikoloğun kliniği kadın biraz yaşlı her işe koşabilecek birini arıyodu bende gittim önemli olan artık çalışmamdı kiramı kaç aydır yarım yamalak ve geç veriyodum diğer giderlerimde aynı şekilde hemen toparlanmalıydım ve kliniğe gitmek için binanın kapısından adımımı attım evet merhaba yeryüzü ve gökyüzü ikinizin arasında sıkışan bu benliğimi artık kullanmaya karar vermiştim...
1 note · View note
aykutilter-blog · 2 years ago
Video
tumblr
Fulya Garaj sokağı haritası kesişen cadde ve sokak isimleri garaj sokak nerede nasıl gidilir krokisi FULYA MAHALLESİNDE YER ALAN SOKAK VE CADDELER https://www.youtube.com/playlist?list=PL05tq_SnKK63T7mxFHvG3cErvD9-ToV2AGaraj Sokak 41.065517 enlem ve 28.996843 boylamda yer almaktadır. Semt/Mahalle olarak Fulya Mh. ve Şişli ilçesine bağlıdır. Garaj Sokak haritası Istanbul ili içinde nerede olduğu harita merkezinde gösterilmektedir. Garaj Sokak posta kodu 34394. Garaj Sokak GPS koordinatları 41° 3´ 55.8612" ve 28° 59´ 48.6348". Garaj Sokak Yakınındakiler Garaj Sokak haritasına mesafe olarak en yakın yerler:  Yer Adı Garaj Sokak Mesafe Ömer Beşiktaş Sokak 570 Metre 31/B 344 Metre Emiroğlu Sokak 331 Metre Özbal Sokak 424 Metre Emiroğlu Sokak 332 Metre Özbal Sokak 411 Metre 158-159-160-161 454 Metre Galipbey Sokak 350 Metre Örmeci Sokak 311 Metre Beşiktaş, Şişli, Gayrettepe Vergi Dairesi 460 Metre Örmeci Sokak 302 Metre Örmeci Sokak (Emirhan Sokak.) 302 Metre Büyükdere Cad. 458 Metre Kadıoğlu Hastanesi 349 Metre Beşiktaş Vergi Dairesi 448 Metre Mehmetçik Caddesi (Emiroğlu Sokak.) 301 Metre Trafik Tescil Şube Müdürlüğü 530 Metre Beşiktaş Şişli-Mecidiyeköy Vergi Dairesi 438 Metre Celal Atik Sokak 388 Metre Vefa Deresi Sokak 455 Metre Garaj Sokak haritasına en yakın yer Mehmetçik Caddesi (Emiroğlu Sokak.) ile arası 301 metre olarak hesaplanmıştır.  Garaj Sokak Posta Kodu 34394 Garaj Sokak ile aynı posta kodu olan yerler:  Yer Adı Semt Tekin Sokak Gülbahar Mh. Ali Sami Yen Sokak Fulya Mh. Üveyik Sokak  A L İ S A M İ Y E N S T A D Y U M U E S K İ  Boncuk Sokak Telsizler Mh. Fazıl Bilge Sokak (Bilgiç Sokak.) Esentepe Mh. Opet Dikilitaş Mh. İsviçre Başkonsolosluğu Levent Ortaklar Caddesi  Özveren İş Merkez  Avrupa Florence Nightingale Hastanesi Araştırma Ve Uygulama Merkezi Fulya Mh. İETT 4. Levent Otobüs Garajı  Depo Ar Sokak Çeliktepe Mh. Esentepe Merkez Cami Esentepe Mh. Kanyon AVM  G-44. Sokak  Gayret Sokak Gülbahar Mh. Karanfil Çıkmazı Gülbahar Mh. İso Vakfı İnşaat Anadolu Tl İnşaat, Turizm Ve Yapı Meslek Lisesi Esentepe Mh. Gym Fitness Center  Garaj Sokak haritasına link verebilirsiniz; Fulya, İstanbul'un Şişli İlçesi'nde, Mecidiyeköy'den güneye doğru dik bir eğimle inen eski dere yatağı bugün bir yerleşim bölgesi olarak derenin adıyla, Fulya diye anılır. Teşvikiye, Meşrutiyet (Nişantaşı), 19 Mayıs, Şişli Merkez, Mecidiyeköy, Gülbahar ve Dikilitaş mahalleleri ile çevrilidir. Sıradan bir hayat hüküm sürer. Fakat Mecidiyeköy'e yakınlığı nedeniyle de Fulya, Şişli'nin en büyük yerleşim merkezlerinden biri hale gelmiştir. Fulya sınırları içinde bazı "residence"ler bulunur. (Örneğin; Şişli Plaza ve Polat Tower)  Ulaşım 26A Fulya Mahallesi - Eminönü 74 Hilton Sitesi - garaj sokak,fulya bayırı sokak,garaj sokak nerede,fulya garaj sokak nerede,garaj sokak ile kesişen caddeler ve sokaklar,garaj sokak üzerinde hangi caddeler var,sırası ile bahçeler sokak,akıncı bayırı sokak,büyükdere caddesi,bahçeler sokak devamında hangi sokak var,garaj sokak kuzeyden güneye uzar,garaj sokak ortaklar caddesi ile paralel ilerler,garaj sokak otobüs durakları,garaj sokak metro,garaj sokak esnafı,garaj sokak nerededir,nasıl gidilir,garaj,sokak
0 notes
imarpanosu · 2 years ago
Link
#EmlakKonut'un o değerli arsası da #DAPGayrimenkul'ün... Firma ne kazanacak? Devletin kasasına ne kadar girecek? #Detay #haber için tıklayın...
0 notes
magazinnisantasi · 3 years ago
Link
Volkan Demirel: Eşimi güzel çekin
0 notes
izimbozada · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Vakit bir İstanbul akşamı bizim için. Köşe bucak, esrarengiz, her oyuğunda bir sır, bir serüven geçmiş, antik ve otantik atmosfer içindeki İstanbul’dayız. Hava şu an serseri bir ayaz soğukluğunda olsa dahi, kuytu semtlerin dükkânlarının, çaycılarının ve kitapçılarının kapılarının önünde oturmaya bayılıyoruz biz. Bu nevi şahsına münhasır İstanbul; ne başka bir şehirle ne de başka bir şeyle kıyaslanamayacak özgünlükte bir yer. Herkesin kendi tecrübesini yaşayarak hakkında karar vermesini hak ediyor. İstanbul’un sosyal hayatına da yakın olmak istediğimiz için Nişantaşı’ndaki @hotelfavori ‘de kalıyoruz. Odalar modern ve yepyeni eşyalarla döşenmiş. Otelin sauna ve fitness salonu da bulunuyor. Her yaştan çocuklarıyla seyahate çıkan aileler için de çok uygun bir yer burası. 🐶Evcil dostlarımızı da kabul ediyorlar. Ulaşım, alışveriş ve yeme-içme yerlerine yakın olması da Favori Otel’in bir diğer avantajlı yanlarından. Gül ve karanfil satan çiçekçilerin, buzlu bademcilerin, hüneri müphem artistlerin, seyyar satıcıların, sokak hayvanlarının ve her renkten ehli keyif insanların olduğu, yılbaşına şimdiden gabele çalan Nişantaşı sokaklarından Tünel’e gidiyoruz. Oradana Şişhane’ye, oradan Kuledibi’ne; Beyoğlu bitip Haliç başlıyor. Haldun Taner’in de dediği gibi bu insan denizinin içinde insan zerresi olduk biz de sevgili okurlarımız. Akşama doğru Balat’ın evlere şenlik hali, cazdan arabeske kadar uzanan müzik karmaşasında bir barda soluklanıp, yemeği meyhanede yemeye karar veriyoruz. Eski rakı sofrası terbiyesinde olsun diye, Haliç’e inen yolun ağzında, neredeyse 132 yıldır hizmet veren Agora’ya gidiyoruz. Can cana tokuşturuyoruz kadehlerimizi. Ooooh, dünya varmış! Sonra kendimizi Galata’da Lindy Hop’a vurup, Swing gecelerine kaptırıyoruz. Müzik ve dans iyi ki var. Akabinde doğruca otele geçiyoruz. Jakuzili suit odamız bu yoğun İstanbul günümüzün üstüne iyi geliyor. ☎️ +90 212 2347400 / 2 kişi gecelik 900 tl’den itibaren, kahvaltı dahil. Çarşılarından hamamlarına, sahaflarından tiyatrolarına, kiliselerinden camiilerine, eski meyhanelerinden tatlıcılarına kadar dolaşmak isteyeceğiniz önerilerimiz, umarız bizim kadar keyif alacağınızı düşündüğümüz nitelikte olur. (Nişantaşı) https://www.instagram.com/p/CXdBMGDtaol/?utm_medium=tumblr
0 notes
antikahane · 3 years ago
Text
Nişantaşı Antika Eşya Alanlar 0534 404 36 00 Antika Alan Yerler
Nişantaşı Antika Eski Eşya Alanlar 0534 404 36 00Antikane olarak antika eşyalar satın alıyoruz. 0534-404-36-00Satmak istediğiniz antika eşyalarınızın fotoğraflarını bize gönderin. En kısa sürede size dönüş sağlayalım. Antika Eşyalarınızı yerinizden satın alalım. 0534-404-36-00Antika Alanlar Antika Eşya Alan Satanlar Antika satın alanlar Antika Alım Antika Ekspertiz Antikacılar Antika hizmetleri Antika Eşya Alanlar Antikacı Antika alanlar, Antikacı Antika Dükkanı Antika eşya alım satım0534-404-36-00
Tumblr media
0 notes