#doğumdan sonrası
Explore tagged Tumblr posts
Text
ANNEOKULU - DEVASA+ (2)
2 aylık bebek gelişimi olarak bebekler önemli fiziksel ve bilişsel gelişim gösterirler. Yüz üstü yatarken başlarını kaldırabilirler, cıvıl cıvıl sesler çıkarabilirler ve hatta bakıcılarına yanıt olarak gülümseyebilirler. Ayrıca daha iyi el-göz koordinasyonu geliştirmeye başlarlar ve nesneleri daha bilinçli kavrayabilirler. Uyku açısından, 2 aylık bir bebeğin günde yaklaşık 14-17 saat uyuması ve şekerlemelerin 2-4 saat sürmesi gerekir. Bebeği sırtüstü yatırmak ve beşikte gevşek yatak veya yumuşak nesnelerden kaçınmak da dahil olmak üzere güvenli bir uyku ortamı sağlamak önemlidir. Doğum sonrası terleme birçok yeni anne için yaygın bir deneyimdir. Tipik olarak hormonal değişiklikler ve vücudun fazla sıvıyı ortadan kaldırma çabaları nedeniyle oluşur. Doğum sonrası terlemeyi yönetmek için sıvı alımını sürdürmek, nefes alabilen giysiler giymek ve düzenli olarak duş almak çok önemlidir. Vücudun doğal iyileşme sürecini desteklemek için sağlıklı bir diyet ve egzersiz rutinini sürdürmek de önemlidir. Terleme aşırı hale gelirse veya başka belirtiler de eşlik ediyorsa bir sağlık uzmanına başvurmak çok önemlidir. Doğumdan ne kadar sonra hamile kalınır konusunda ise cevabımız doğum yaptıktan sonra tekrar hamile kalmak için en az 18-24 ay beklenmesi tavsiye edilir. Bu, vücudun hamilelik ve doğumun fiziksel ve duygusal taleplerinden tamamen kurtulmasını sağlar. Tekrar hamile kalmayı denemeden önce yaş, genel sağlık durumu ve herhangi bir tıbbi durum gibi faktörleri dikkate almak da önemlidir. Bir sağlık uzmanına danışmak, bu kararı vermede değerli rehberlik ve destek sağlayabilir. Ek olarak, çocuk boy kilo tablosu kullanarak bebeğin boyunu ve kilosunu takip etmek, gelişiminin izlenmesine ve uygun aşamalara ulaştıklarından emin olunmasına yardımcı olabilir. Hafta hafta gebelik, Bebeklerde uykusuzluk, yenidoğan uykusu gibi konular ve hamilelik sırasında veya doğumdan sonra bebeğin boyunu ve kilosunu hesaplamak için popüler web sitemize göz atabilirsiniz.
2K notes
·
View notes
Text
Tolstoy’un Anlam Yüklü Mezarı
1828 yılında çağının çocuklarına göre şanslı bir çocuk olarak doğmuş zengin bir ailenin ferdi olarak büyümüş Lev Nikolayeviç Tolstoy. Doğumdan gelen sosyal ve ekonomik apoletleri düşünce dünyasında sürekli reddeden yazar, filozof. Çağının roman sanatını en güzel örneklerini veren yazar ,arayış içinde olduğu dönemlerde 3. defa evden kaçışının ardından eşine ve çocuklarına bıraktığı mektubun ilk paragrafında şunları söyler:
““Gidişim sana acı verecek, üzgünüm, bana inan ve başka türlü yapamayacağımı anla. Benim evdeki durumum çekilmezdi ve çekilmez oldu. Öteki nedenlerin yanı sıra, şatafatlı koşullar içinde, eskiden olduğu gibi, yaşamayı sürdüremedim ve benim yaşımdaki ihtiyarların göreneğine uyarak, dünyayı terk edip, yaşantımın son günlerini sessizlik ve yalnızlık içinde geçirmek istedim.”
28 Ekim 1910 tarihinde ,sabahın altısında Iasnaya Poliana’daki evinden gizlice ayrılıyor. Yanında paltosu, başında kaba saba bir kasket, ayaklarında kauçuk ayakkabıları, günlüğü, bir kurşun kalem ve bir kamış kalem” yanında. Haricinde hiçbir şey yok. En büyük korkusu birileri tarafından tanınmak ve eski hayatına geri döndürülmek. Ancak şanından kaçmak ve uzak yerlere gitmek için bindiği ilk trende yolculardan biri onu tanır ve bu kısa sürede trendekiler tarafından duyulur. Yazar ,kompartıman ve trenin kapısının önünde oluşan izdihamdan rahatsız olur. Şanı bir kez daha onun ideallerinde yer alan sade cennetine giden yolun önünü kesmektedir. Trenin gittiği her istasyonda telgraflar işler ve onun için özel tren hazırlatılır. Gazeteciler onun peşine düşer.
Tren sınıra geldiği sırada ise, bir memur Leon Tolstoy’u nezaketle selamlar ama sınırı geçmesine izin vermez. Bu onun için oldukça sarsıcı olur ve yaşlı bedeni uzun süredir taşıdığı rahatsızlıkları koyar sahneye. Sırtını oturduğu sert tahta sıranın arkalığına dayar. Bundan sonrası küçük bir tren istasyonu olan Astapova’da oluşan kargaşadan ibarettir. Misafir edilebileceği bir otel veya han odası olmadığı için şaşıran istasyon şefi, istasyona ait tek katlı ahşap evin içerisindeki çalışma odasını teklif eder. Bu oda basık tavanlı, ağır bir havayla ve kapalı yerlere özgü bir koku ve yoksullukla dolu küçük odadır.
Hayat ömrünün son anlarında büyük yazara hayatı boyunca aradığı sadeliği zarif bir şekilde sunmaktadır. Demir karyola, gaz lambasının kısık ışığı. Kaçtığı lüks ve konfora ait hiçbir şeye sahip olmayan odanın dışında onun şanınından faydalanmaya çalışan büyük kalabalığa rağmen içeride alabildiğine sadelik hakimdir.
4 kasım gecesi kendine geldiğinde hala hayatı sorgulama peşindedir. “‘Peki ama köylüler nasıl ölüyorlar?” diye sorar. Sonrası derin bir sessizlik. 7 Kasım 1910 sabahında saat altıda aradığı kadim yalnızlığa kavuşur ve ölür Tolstoy.
Sonrasında onun arayışına yakışan bir şey daha olur. Tarihin gördüğü en muazzam mezarlardan birisi inşa edilir Tolstoy için. Mimarı bütün kadim ikametlerin mimarlarının en kıdemlisi olan doğadır. İmrenilecek bir mezara sahiptir. Etrafında ağaçlar ile kaplı bir alanda tüm sadeliği ile yeşil bir örtü. Her hangi bir sembol, her hangi bir işaret yok. Yasnaya Polyana ‘da zaman zaman çiçeklenen bir örtünün altında ömrünce aradığı ve kaçış mektubunun ilk paragrafında bahsettiği sadeliğe kavuşmuş bir Tolstoy yatmaktadır.
Not: Ölüm tarihi bazı kaynaklarda 8 kasım,bazı kaynaklarda ise 20 kasım olarak geçmektedir. Baz alınan 7 kasım tarihi eşi Sofiya Tolstoy’un güncesinden alıntılanmıştır.
31 notes
·
View notes
Text
Yıllardır beklediğim, yolunu gözyaşları ile suladığım evladıma kavuşmuşum. O kucağımda ama ben bitik. Öyle bir bitik ki, doktor göndermem seni diyor. Bir kan geliyor, bir boşu gidiyor. Vücudumu toparlamak için kan nakli yapıyorlar.
Annemi arıyorum. Anne diyorum gel.
Gelmem diyor.
Gelmem.
Unutamıyorum o sesini.
Öyle bir an ki. Hani öldüm ama yaşayan ölü. Biliyorum o ses hiç gitmeyecek zihnimdem. Belki bir gün annemi uğurlayacağım ama o sesi kulağımda iken...
Sessizliğime bakmayın. Yaram çok derin.
Ve.
Hala bana hesap soruluyor, hala ben yargılanıyorum.
Sindiremiyorum. Hayatımda, eşim ve evladımdan başka kimseyi sindiremiyorum.
Doğumdan sonra, Batumu kucağıma alamadan bayıldım. Belki yalan belki film gibi geliyordur ama yaşadım ben bunu inanın. Sesini duydum, ayağa kalkmaya yeltendim sonrası yok. Gözümü açtığımda başıma toplanmıştı tüm doğumhane ekibi. O kapıdan çıktığımda ise, sadece eşim vardı. Öyle tek başına bekliyordu...
Yazsam roman olur dedikleri şeyi dibine kadar yaşadık. Hep tek başımızaydık. Kimse anlamadı bizi. Kimse omzunu omzumuza vermedi. Bizde kimseyi zorlamadık. Öldük ama söylemedik. Dirildik ama söylemedik.
Yanlışı biz başlatmadık ama en derin yarayı biz aldık.
Şimdi bize hesap soruluyor.
Öyle bir haldeyim ki, ölümü umursamıyorum. İnsanlar ölüyor ve ben etkilenmiyorum.
İçimde ki, canı almışlar. Ruhsuz biri yapmışlar beni.
Ruhumun en derin parçasını da, o sabah annem, gelmem dediğinde koparmıştı, kopardı, çiğnedi, tükürdü.
Öldürdü şimdide canlanmamı istiyor.
Bu acımasızlık.
5 notes
·
View notes
Text
Doğum Sonrası 23 Kilo Veren Gonca Vuslateri, Sırrını Açıkladı
Gonca Vuslateri’nin Anneliğinde Kilo Verme Süreci Ünlü oyuncu Gonca Vuslateri, 26 Nisan 2024 tarihinde kızı Asya’yı dünyaya getirdi ve hamilelik sürecinde yaşadığı değişimlerle dikkatleri üzerine çekti. Hamilelik döneminde toplamda 22 kilo alan Vuslateri, doğumdan sonra yalnızca birkaç ay içinde 23 kilo vererek eski formuna kavuştu. Bu süreçte yaşadığı deneyimleri ve kilo verme sırrını…
0 notes
Text
Depresyon Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri
Depresyon, dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyen ciddi bir ruhsal sağlık sorunudur. Belirtileri, kişiden kişiye değişebilir ve yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir. Ben Doğukan Koçak, sizlere bu yazıda Depresyon Belirtileri ve Tedavi Yöntemleri hakkında bilgiler vereceğim.
Depresyon Nedir?
Depresyon Nedir Depresyon, bireylerin uzun süre boyunca kendilerini psikolojik olarak iyi hissetmediği ve günlük hayatlarını olumsuz yönde etkileyen bir ruhsal rahatsızlıktır. Genellikle "çökkünlük" olarak tanımlanan depresyon, kişinin duygu, düşünce ve davranışlarını olumsuz etkileyerek sosyal, mesleki ve fiziksel sağlık alanlarında sorunlara yol açar. Bu durum, kişinin yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürebilir ve tedavi edilmediğinde uzun vadeli etkilere yol açabilir.
Depresyon Türleri Nelerdir?
Depresyon, çeşitli türleriyle farklı semptomlar ve şiddet derecelerine sahip olabilir. İşte bazı yaygın depresyon türleri: - Majör Depresyon (Büyük Depresyon): Depresyonun en yaygın ve tipik türüdür. Majör depresyon, kişide birkaç hafta veya yıllarca sürebilen yoğun semptomlarla kendini gösterir. Belirtiler arasında çökkünlük hali, ümitsizlik ve değersizlik duyguları bulunur. Bu tür, genellikle tedavi edilmeden kendiliğinden düzelmez ve kişiyi günlük yaşamında ciddi şekilde etkiler. - Katatonik Özellikli Majör Depresyon: Nadir ancak şiddetli bir depresyon türüdür. Katatonik depresyon, bireylerde motor davranış bozuklukları ve diğer semptomlarla kendini gösterir. Bu tür depresyonda kişiler, nedensiz kas hareketleri, alışılmadık beden pozisyonları, başkalarının hareketlerini tekrar etme veya hiç konuşmama gibi belirtiler gösterebilir. - Distimi (Süreğen Depresyon): Kronik ama genellikle daha hafif olan bir depresyon türüdür. Distimi yaşayan kişiler, genellikle iki yıl boyunca zamanın büyük bir kısmında depresif bir ruh hali içindedir. Bu bozukluk, kişinin hayatındaki aktivitelerden eskisi kadar zevk alamamasına neden olur. - Doğum Sonrası Depresyon (Postpartum Depresyon): Doğumdan sonraki birkaç hafta içinde başlayan ve en az iki hafta, en fazla bir yıl sürebilen bir depresyon türüdür. Yorgunluk ve uykusuzluk gibi belirtilerle birlikte, duygusal dalgalanmalar, iştah değişiklikleri, konsantrasyon güçlüğü ve suçluluk hissi gibi semptomlar gözlemlenebilir. Tedavi edilmediğinde, doğum sonrası depresyon kendi kendine düzelebilir ancak bu süre üç aydan bir yıla kadar sürebilir. - Mevsimsel Depresyon (Mevsimsel Duygudurum Bozukluğu): İklim değişiklikleriyle ilişkilidir ve genellikle kış aylarında ortaya çıkar. Bu tür depresyon, mevsim değişikliğinden sonra genellikle kendiliğinden iyileşir. - Atipik Depresyon: Atipik depresyon, ani duygu değişimleriyle birlikte iştah artışı, kilo alma, aşırı uyuma ve kollarda veya bacaklarda ağırlık hissi gibi belirtilerle karakterizedir. Reddedilme ve eleştirilme korkusu da bu türde sık görülen semptomlar arasındadır. - Bipolar Bozukluk (Manik-Depresif Bozukluk): Bu rahatsızlık, taşkınlık (mâni) ve çökkünlük (depresyon) dönemleri ile karakterizedir. Bipolar bozukluk, manik evrelerde aşırı coşkulu duygudurum, hiperaktivite ve uyku ihtiyacında azalma gibi belirtilerle kendini gösterir. - Siklotimik Bozukluk: En az iki yıl süren ve sayısız duygudurum dalgalanmalarıyla karakterize edilen bir bozukluktur. Bu türde, derin bir huzursuzluk hali ve normal duygudurum dönemlerinin günler ve haftalar arasında değişkenlik göstermesi görülür. Tanısı genellikle zor olup, semptomlar erken yaşlarda başlamış olabilir. Bu depresyon türlerinin her biri, farklı semptomlar ve tedavi yaklaşımları gerektirir. Depresyonun doğru bir şekilde anlaşılması ve tedavi edilmesi, bireylerin yaşam kalitesini artırmada önemli bir adımdır.
Depresyonun Temel Belirtileri
Depresyon, bireylerin duygusal, zihinsel ve fiziksel sağlığını etkileyen bir ruhsal bozukluktur. Depresyonun belirtileri çeşitli şekillerde kendini gösterebilir ve kişiden kişiye farklılık gösterebilir. İşte depresyonun en belirgin temel belirtileri: - Karamsar ve Kederli Duygular: Depresyon yaşayan bireyler genellikle sürekli olarak karamsar ve kederli bir ruh hali içindedirler. Hayata karşı umutsuzluk ve çaresizlik duyguları hakim olabilir. - Kötümser Düşünceler: Depresyon, kişinin düşünce yapısını olumsuz yönde etkiler. Gelecek hakkında kötümser düşünceler ve umutsuzluk duygusu yaygındır. Bu düşünceler kişiyi yaşamdan zevk almaktan alıkoyar. - Hayattan Zevk Alamama: Depresyon, kişinin günlük aktivitelerden, hobilerden veya sosyal etkinliklerden keyif almasını engeller. Önceden ilgi duyulan şeyler artık ilgi çekmeyebilir. - Boşluk Hissi ve Anlamsızlık: Depresyon yaşayan kişiler genellikle boşluk hissi ve hayatın anlamını yitirdiği duygularını yaşarlar. Özellikle sabahları bu hisler yoğunlaşabilir. - Motivasyon Kaybı: Gelecekle ilgili hedefler belirlemek ve bu hedeflere odaklanmak zorlaşır. Kişinin yaşamındaki motivasyon kaybolur ve gelecek hakkında endişeler artar. - Kaygı ve Korku: Depresyon, iç huzursuzluk ve gerginlik hissi ile birlikte kaygı ve korku duygularını da beraberinde getirebilir. Bu durum, kişinin kendisini sürekli huzursuz ve gergin hissetmesine neden olabilir. - Düşünce ve Konuşma Yavaşlaması: Depresyon, düşünme hızını etkileyebilir ve bu da konuşmanın yavaşlamasına neden olabilir. Kişi kendini düşünceleriyle ifade etmekte zorlanabilir. - Unutkanlık ve Dikkat Bozukluğu: Depresyon, unutkanlık ve dikkat bozukluklarına yol açabilir. Yeni bilgiler öğrenmek ve konsantre olmak zorlaşabilir. - Enerji Düşüşü ve Yorgunluk: Depresyon, kişinin enerjisini düşürebilir ve çabuk yorulmasına neden olabilir. Günlük aktivitelerde bile enerji eksikliği hissedilebilir. - Uyku Sorunları: Uykuya dalmakta güçlük çekmek, gece boyunca sık sık uyanmak veya sabah erken saatlerde yorgun bir şekilde uyanmak yaygın belirtilerdendir. Aksine, aşırı uyuma eğilimi de görülebilir. - İştah ve Kilo Değişiklikleri: Depresyon, iştah değişikliklerine yol açabilir. Bazı kişiler iştah kaybı ve kilo kaybı yaşarken, bazıları aşırı yemek yeme ihtiyacı hissedebilir. - Ağır Durumlarda Kendine Zarar Verme: Depresyonun ağır vakalarında, kişi kendine zarar verme düşünceleri veya planları yapabilir. İntihar düşünceleri veya girişimleri, depresyonun ciddi bir belirtisi olabilir. Depresyonun tanısı, bir psikiyatrist tarafından yapılan kapsamlı bir muayene ile konur. Depresyon belirtileri diğer bedensel hastalıklarla karışabileceği için, doğru tanı koyabilmek adına çeşitli tetkiklerin yapılması gerekebilir. Bu tetkikler arasında kan testleri, kantitatif EEG (QEEG), beyin MR'ı ve psikometrik testler yer alır.
Depresyonun Tedavi Yöntemleri
Depresyon tedavisinde birden fazla yaklaşım mevcuttur ve tedavi süreci genellikle bireysel ihtiyaçlara göre şekillendirilir. İşte bazı etkili tedavi yöntemleri: - Psikoterapi: Psikoterapi, depresyon tedavisinde sıklıkla kullanılan bir yöntemdir. Bilişsel davranışçı terapi (BDT), insanın olumsuz düşünce ve davranışlarını değiştirmeye yardımcı olur. Ayrıca, kişilerarası terapi (IPT) ve psikodinamik terapi gibi diğer terapi türleri de faydalı olabilir. - İlaç Tedavisi: Antidepresan ilaçlar, beyin kimyasallarını dengelemeye yardımcı olabilir ve depresyon belirtilerini hafifletebilir. SSRI'lar (seçici serotonin geri alım inhibitörleri) ve SNRI'lar (serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri) bu kategorideki ilaçlardandır. - Yaşam Tarzı Değişiklikleri: Sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek, depresyon belirtilerini yönetmeye yardımcı olabilir. Düzenli egzersiz yapmak, dengeli beslenmek ve yeterli uyumak, genel ruh sağlığını iyileştirebilir. - Destek Grupları: Destek grupları, benzer deneyimleri paylaşan bireylerle bir araya gelmeyi sağlar. Bu tür gruplar, duygusal destek ve paylaşım fırsatları sunabilir. - Meditasyon ve Mindfulness: Meditasyon ve mindfulness teknikleri, kişinin ruhsal sağlığını destekleyebilir. Bu teknikler, stresi azaltabilir ve kişinin genel huzurunu artırabilir. - Alternatif ve Tamamlayıcı Terapiler: Akupunktur, aromaterapi ve bitkisel tedaviler gibi alternatif yöntemler bazı kişilerde olumlu sonuçlar verebilir. Ancak, bu yöntemler genellikle geleneksel tedavi yaklaşımlarıyla birlikte kullanılmalıdır. İlginizi Çekebilir; Aile İçi İletişimi Güçlendirmenin Yolları
Depresyonun Önlenmesi
Depresyonun Önlenmesi Depresyonun önlenmesi, kişisel sağlık ve iyi yaşam alışkanlıklarının benimsenmesiyle mümkündür. Stres yönetimi, sosyal bağlantıları güçlendirme ve düzenli sağlık kontrolleri, depresyon riskini azaltabilir. Ayrıca, erken belirtiler fark edildiğinde profesyonel yardım almak, depresyonun daha ileri seviyelere geçmesini engelleyebilir. Depresyon, karmaşık ve ciddi bir sağlık sorunudur, ancak uygun tedavi ve destek ile yönetilebilir. Belirtilerini tanımak ve tedavi yöntemlerini öğrenmek, kişisel sağlık yönetiminde önemli adımlardır. Eğer kendinizde veya çevrenizde depresyon belirtileri gözlemliyorsanız, bir sağlık profesyoneline başvurmak en doğru adım olacaktır. İlginizi Çekebilir; Özgüven Artırma Teknikleri Etkili İletişim Teknikleri: İş Yerinde Başarının Anahtarı Read the full article
0 notes
Text
0 notes
Text
Yurt Dışında Eğitimin Şartları Değişti
Yeni yayımlanan "Türk Öğrencilerin Yabancı Ülkelerde Öğrenimleri Hakkında Yönetmelik" Resmî Gazete'de duyuruldu. Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), 1416 sayılı Kanun kapsamında yurt dışına gönderilen Türk öğrenciler için çeşitli değişiklikler ve yeni düzenlemeler yaptı. Yönetmelikte Yapılan Değişiklikler Yeni Tanımlar: - "Hesabına öğrenim görülen kurum, öğrenim planı ve mezuniyet tarihi" gibi tanımlar eklendi. Bekleme Süresi: - Yüksek lisans veya doktora kabulü almak için verilen 12 aylık bekleme süresi, 18 aya çıkarıldı. Doktora İmkanları: - Yüksek lisans öğrenimini 6 aydan fazla süre uzatımıyla tamamlayan öğrencilere, resmî burslu veya kısmi burslu statüde doktora yapma imkânı tanındı. Öğrenim Süreçlerinin Takibi: - Süre uzatımı, bilimsel hazırlık, tez-alan çalışması, bilimsel etkinlik talepleri ile doktora sonrası araştırma izni ve ülke, alan, öğrenim seviyesi ve okul değişikliği taleplerinde yurt içi akademik danışman görüşünün alınmasına yönelik düzenlemeler yapıldı. Doğum İzni Düzenlemeleri Yurt İçi Doğum İzni: - Yurt içinde dil öğrenimi gören veya henüz yurt dışına çıkmamış hamile kadın öğrencilere doğum izni düzenlemeleri getirildi. Doğumdan önce ve doğumdan itibaren toplam 16 haftaya kadar burslu izin verilecek. Yurt Dışı Doğum İzni: - Yurt dışında eğitim gördüğü sırada doğum yapan kadın öğrencilere tanınan 12 aya kadar burssuz izin hakkı, yurt içinde öğrenim görürken veya bekleme sürecindeyken doğum yapan kadın öğrencilere de tanındı. Doktora Sonrası Araştırma İzni Araştırma İzni: - Doktora sonrası araştırma izninin gereklilikleri ve sınırlarının belirlenmesi için usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenecek. - Mezuniyet tarihinden itibaren en geç 2 ay içinde yapılması gereken başvuru zorunluluğu, 1 aya düşürüldü. Vize Düzenlemeleri ve Oryantasyon Vize Türü: - Yurt dışında öğrenim görecek öğrencilerin Bakanlıkça belirlenen vize türünü kullanmaları zorunlu hale getirildi. Oryantasyon ve Bilgilendirme: - Resmî burslu statüde yurt dışında lisansüstü öğrenim görmeye hak kazanan öğrencilere yurt içinde oryantasyon, bilgilendirme eğitimleri veya toplantılar düzenlenecek. - Yurt dışında gerekli görülmesi hâlinde, müşavirlik veya ata��elik koordinesinde Bakanlıkça oryantasyon yapılabilecek. Read the full article
0 notes
Text
Sezaryen doğum sonrasında normal doğum yapılır mı?
New Post has been published on https://renklihobi.com/sezaryen-dogum-sonrasinda-normal-dogum-yapilir-mi/
Sezaryen doğum sonrasında normal doğum yapılır mı?
Türkiye de sezaryen doğum oranı normal doğuma göre oldukça yüksek olduğu için, kadınlar sezeryan doğumun ardından normal doğum şanslarının olup olmadığı merak ederler. İlk doğumunu sezaryen olarak yapan kadınlar için bu konuyu biraz araştırdık;
Sezaryen doğum sonrasında normal doğum yapılır mı? Gelişmiş merkezlerde ve seçilmiş vakalarda sezaryen sonrası normal doğum yapılabilir. Bu rutin bir uygulama değildir, ilk sezaryenin rahim darlığı gibi, diğer doğumların da bu yolla yapılmasını gerektirecek bir nedenden dolayı gerçekleştirilmesi halinde, normal doğumun mümkün değildir. Sezaryen sonrası normal doğum gerçekleştirilebilmesi için hem bebeğin hem de doğumun çok iyi takip edilmesi, kan kaybından ölümlerin engellenmesi, kanama halinde hemen kan verilmesi ve hastanın hemen ameliyata alınması gerekiyor. Bu şartların sağlanamaması halinde sezaryen sonrası normal doğum çok risklidir.
SEZARYEN SONRASI NORMAL DOĞUMUN RİSKLERİ Anne adayının sezaryen sonrası vajinal doğum yapmak istemesi halinde, doktorunun durum değerlendirmesi yaparak bunun risklerini hastasına iyi anlatması gereklidir. “Sezaryen sonrası vajinal doğumda hem anne hem de bebeğin yaşamı tehlikeye girebilir. Çünkü rahimde daha önce yapılmış ameliyata bağlı nedbe dokusu (eski yara) vardır. Burası doğum ağrıları sırasında yırtılabilir. Böyle bir yırtık oluşursa anne ve bebeğin yaşamı tehlikeye girer. Bu riskle karşılaşmamak için, olanaklar da yeterli değilse, sezaryenle gerçekleştirilen ilk doğumdan sonraki doğumların da aynı yöntemle yapılmasında yarar vardır.” Teknik olanaklar geliştikçe ve hasta yoğunluğu azaldıkça sezaryen sonrası normal doğum oranlarının artacaktır.
TÜRKİYE’DE SEZARYEN ÇOK YAYGIN Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği oranının yüzde 15-25 olmasına rağmen, ülkedeki bazı hastanelerde bu oranın yüzde 60-70’lere kadar çıkabilmektedir. Sezaryen yapılmasını gerektirecek şartlar bellidir,bunların dışında, hastanın kendi isteği gibi durumların iyi değerlendirilmesi gereklidir. “Normal doğumun avantajları ve sezaryenin dezavantajları hastalara ayrıntılı olarak anlatılmalıdır. Bugünkü veriler ışığında, herhangi bir endikasyonu olmayan olguda sezaryenin normal doğuma üstün olduğunu savunmak mümkün değildir”
0 notes
Text
Memur-Sen Bursa: Doğum izni 32 haftaya çıkarılmalı
https://pazaryerigundem.com/haber/169668/memur-sen-bursa-dogum-izni-32-haftaya-cikarilmali/
Memur-Sen Bursa: Doğum izni 32 haftaya çıkarılmalı
Memur-Sen Bursa Kadınlar Komisyonu Toplantısı’nda konuşan, Memur-Sen Kadınlar Komisyonu Başkanı Sıdıka Aydın, 2 aylık bebeğinden ayrılarak işe giden bir anneden asla iş verimi beklenemeyeceğini belirterek, taleplerinin doğum izninin 32 haftaya çıkarılması, süt izni, ücretli ve ücretsiz doğum izninin artırılması, kadınların çalışma hayatından kopmaması için, esnek mesai yarı zamanlı çalışma hayatının uygulamaya geçmesi gerektiğini söyledi.
BURSA (İGFA) – Memur-Sen Bursa Kadınlar Komisyonu Toplantısı gerçekleşti. Bursa’da gerçekleşen toplantıya Memur-Sen Kadınlar Komisyonu Başkanı Sıdıka Aydın, Memur-Sen Kadın Komisyonu Başkan Yardımcısı Bayındır Memur-Sen Kadın Komisyonu Başkanı Betül Cineviz, Memur Sen Bursa İl Temsilcisi Eğitim Bir Sen Bursa 1 Nolu Şube Başkanı Ramazan Acar, Memur Sen Konfederasyonu’na bağlı sendikaların üyeleri katıldı.
AYDIN “YARI ZAMANLI ÇALIŞMA HAYATI UYGULAMAYA GEÇMELİ”
Kadınların iş aile dengesizliğinden kaynaklı birçok sorun yaşadığına değinen Başkan Sıdıka Aydın, iş aile dengesizliğinden şiddet ve mobbinge, karar mekanizmalarında etkin rol almamalarından analık haklarımızın korunmasına kadar önemli başlıklarda ciddi sorunların sürdüğünü söyledi.
Son 20 yılda geliştirilen politikalar sayesinde bir yol alındığını ancak yeterli olmadığını ifade eden Aydın, “2 aylık bebeğinden ayrılarak işe giden bir anneden asla iş verimi bekleyemezsiniz. Günde sadece 1.5 saatlik süt alan bir bebekten sağlıklı bir nesil yetişmesini de bekleyemeyiz. Doğum izinlerinin de yetersiz olduğu bir çalışma ortamında nasıl bir verim bekleyebiliriz. Biz diyoruz ki toplumun temel taşı aileyse ailenin de temel direği kadınsa anneyse iş hayatındaki kadınları ailedeki sorumluluğundan sıyrılmadan iş performansını sağlamalısınız. OECD ülkelerinde doğum izni ortalama 24 hafta. Kadın memura; doğumdan önce sekiz, doğumdan sonra sekiz hafta olmak üzere toplam on altı hafta süreyle analık izni veriliyor. Bizim Toplu sözleşme taleplerimizden biri de bu sürenin 32 haftaya çıkarılmasıdır. Kadın memura, çocuğunu emzirmesi için doğum sonrası analık izni süresinin bitim tarihinden itibaren ilk altı ayda günde üç saat, ikinci altı ayda günde 1 buçuk saat süt izni veriliyor. 1 buçuk saatlik zaman dilimi de burada yetersiz. Özellikle büyükşehirlerde yaşayan birçok kadınımızın süresi zaten yolda geçiyor. Süt izni, ücretli ve ücretsiz doğum izninin artırılması, kadınların çalışma hayatından kopmaması için, esnek mesai yarı zamanlı çalışma hayatı uygulamaya geçmeli, çocuk sahibi kadın çalışanların verimliliğini ve iş huzurunu artırmak için kreş ve gündüz bakımevi sayılarının artırılması gibi konularda mücadelemiz sürecek.” diye konuştu.
AYDIN, BOYKOT ÇAĞRISINI YİNELEDİ
Kadınlar Komisyonu’nun kapasite ve çalışmalar bakımından önemli bir noktaya geldiğini vurgulayan Memur-Sen Kadınlar Komisyonu Başkanı Sıdıka Aydın, kadın kamu görevlilerinin örgütlü olması yolundaki en önemli payın Memur-Sen’e ait olduğunu söyledi.
Kadınlar Komisyonu olarak bugüne kadar birçok başarılı çalışmaya, kampanyaya, eyleme ve mitinglere imza attıklarını hatırlatan Aydın, Siyonist İsrail’in başlattığı bu soykırımda da teşkilatın öncü kadınları olarak bu süreçte üzerlerine düşen büyük vazifenin boykot olduğuna dikkat çekerek, “Çocukların emniyet altında olmadığı bir dünyada yaşıyoruz kardeşlerim. Onları öldürmeyi haysiyet sayan bir katil sürüsü ile karşı karşıyayız. Tarihin ve insanlığın en kirli savaşlarından biriyle yüz yüzeyiz ”dedi.
Kadınların çalışma hayatı ve sosyal hayatta giderek daha fazla yer aldığını söyleyen Aydın, sendikal örgütlenmenin böyle bir zeminde önemini artırdığını belirtti. Kadınlar Komisyonu’nun önümüzdeki dönemde kapasitesini büyütmek, emek dünyasında temsiliyetini artırmak ve kurumsallığını güçlendirmek adına çalışmalara güçlü bir şekilde devam edileceğini aktardı.
Memur sen ve Eğitim Bir Sen Bursa Kadın Komisyonu Başkanı Nermin Polat da, kadının toplumsal dönüşümdeki gücü düşünüldüğünde bir ideolojik taşeronu olarak değil medeniyetini hamisi olarak konumlandırma menfuresi daha hayati bir anlam taşıdığını ve bu bağlamda bizler kadıncılık yapan sendikacılar olmadıklarının altını çizdi.
Konuşmalar sonrasında Memur-Sen Bursa İl Temsilciliği’nde teşkilat olarak atılması gereken adımlar görüşülürken, ilerleyen süreçte hayata geçirilmesi planlanan çalışmalar istişare edildi.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Turgut Özal Üniversitesinde Ebeler Haftası Etkinliği Düzenlendi
Battalgazi Konferans Salonu’nda düzenlenen “Ebeler: Yaşamsal Bir İklimin Çözümü” adlı konferansta Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Deniz Sayıner konuşmacı olarak yer aldı. Konferansa Malatya Turgut Özal Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Gündüz, üniversite genel sekreteri Doç. Dr. Ahmet Selim Özkan, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şahin Direkel, Dr. Öğr. Üyesi Çiğdem Karakayalı Ay, akademik, idari personel ile öğrenciler katıldı. Programda konuşma yapan Malatya Turgut Özal Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Çiğdem Karakayalı Ay konuşmasında Ebelik bölümünün üniversitemizin misyonuna uygun olarak, dünyadaki gelişmeleri iyi tanıyan, bilim ve sanatı birleştiren, bilimsel ve etik değerler üzerine temellenmiş profesyonel bir disiplin olarak, 2023-2024 Güz Döneminde eğitim hayatına başlayarak fakültemiz sağlık meslekleri içerisinde yerini aldığını belirtti. Karakayalı sözlerine şöyle devam etti: “Ebeliğin bilgi, beceri ve uygulama yönüyle, kadim bir meslek olduğu, kendine has bilgi, beceri birikiminin olduğu, ebe liderlerle bu bilgi, beceri ve uygulamanın gelecek nesillere aktarılması ve ebenin anne, kadın, yenidoğan ve toplum sağlığını iyileştirmedeki gücünün etkisi önemli olmuştur. UNESCO tarafından Ebelik mesleği kanıta dayalı ve kültürel boyutları olup, yaşayan, korunan ve geleceğe aktarılan kültürel miras değerler olarak görülmüştür. Mesleğimizle ilgili bir değer gelişme ise 2023 yılında ÖSYM tarafından düzenlenen YKS ve AYT sınavının ardından başlayan tercih sürecinde istatistiklere göre 4 yıllık eğitim veren ve binin üzerinde kontenjanı bulunan bölümler arasında, adaylar tarafından en çok tercih edilen ve en gözde bölümün ebelik olduğu görülmüştür. Ebelik bölümlerine her bir kontenjan için tam 36 aday başvurmuştur. Bu popülerliğin dünyada en eski ve ilk kadın mesleği olma özelliği ve istihdam olanaklarının gelişmiş olmasından kaynaklandığını ifade etmek isterim. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü, uluslararası alanda ebelik hizmetlerinin 2030 yılına kadar tüm kesimlere ulaştırılmasına yönelik politikalar geliştirilmesinin altını çizmektedir. Birleşmiş Milletler 2024 yılında 8 Mart Dünya kadınlar günü temasını “Kadınlara yatırım yapın: İlerlemeyi hızlandırın” olarak belirlemiştir. Ebelerin kadınla birlikte olma özelliğinden yola çıkarsak, Ebelere yapılan yatırım doğrudan kadına ve topluma yapılan bir hizmettir. Çünkü kadınları eğitmek, yatırım yapmak toplumun temelini eğitmek anlamına gelmektedir.” Etkinlik kapsamında konuşma yapan Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şahin Direkel şunları ifade etti: “Tarihinin en eski mesleklerinden biri olan ebelik sağlıklı birey, sağlıklı aile ve toplum oluşmasında çok önemli bir yere sahiptir. Bir bebeğin dünyaya gelmesine yardımcı olmaları, doğumda bir annenin acısını dindirmeleri ve aileye istek ve özlemle beklenen bir bireyin katılımını sağlamaları ebelerin toplum içinde saygın bir yer edinmesine neden olurken bu kutsal görevleri onların insanlarla derin bağlar kurmasına vesile olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, ebeyi; gebelik sırasında doğumda ve doğumdan sonra gerekli bakım ve danışmanlığı sağlamak, normal doğumları kendi sorumluluğunda yaptırmak, yeni doğanın bakımını, aile planlaması danışmanlığı yapmak üzere eğitilmiş kişi olarak tanımlar. Ebelik doğum öncesi ve sonrası annelere büyük destek veren ve onları huzura kavuşturan, rahatlatan; daha bilinçli doğuma vesile olan ve bu süreci her yönüyle titizlikle takip eden, bilgi birikim ve becerileri de anne ve bebeğe uygulayan bir meslek dalıdır. Türkiye'de ebelik eğitiminde dünya standartların yakalamış, hatta bazı alanlarda geçmiş durumdadır. Son yıllarda anne ve bebek ölüm oranlarının büyük bir hızla düşmesinde ebelerimizin rolü oldukça büyüktür. Normal doğumun bebek sağlığı açısından sezeryan doğuma göre ciddi katkıları olduğunun bilimsel yöntemlerle kanıtlanmıştır Bu duygu ve düşüncelerle mesleklerinin kutsallığına inanarak büyük bir sevgiyle insanımıza hizmet eden, gece gündüz demeden özveriyle görev yapan tüm ebelerimizin ve Ebelik bölümünde eğitimlerini sürdüren öğrencilerimizin Ebeler Haftasını bir kez daha kutluyor, sağlıklı anne ve çocuklar yetiştirmeleri içinde eğitim hayatları boyunca ve sonrasında da kendilerine kolaylık ve başarılar diliyor, saygılar sunuyorum.” Programda konuşma yapan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Gündüz şunları ifade etti: “Eskişehir Osmangazi Üniversitesinden gelerek aramıza katılan ve bugünün anlam ve önemine binaen çok güzel bir söyleşi gerçekleştireceğine inandığımız kıymetli hocamız, İnönü Üniversitesi ve Malatya Turgut Özal Üniversitesinin ilgili ana bilim dallarının, ilgili bölümlerinin çok kıymetli öğretim elamanları, çok kıymetli gençlerimiz, öğrencilerimiz hepinizin 21-28 Nisan Ebeler Haftası ve aynı zamanda 5 Mayıs Dünya Ebeler gününü kutluyorum. Bu programa katılımlarınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ebelik konusuyla ilgili olarak benden önceki konuşmacılar zaten ebeliğin insan hayatındaki anne çocuk sağlığındaki önemini detaylıca izah ettiler, bizler de bunun çok detayına girmeyelim ama Malatya Turgut Özal Üniversitesi olarak da nitelikli eğitim öğretim faaliyetinde bulunarak siz çok değerli öğrencilerimizin meslek hayatınıza daha nitelikli birer birey olarak adım atmanız için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bu yıl daha ilk öğrencilerimizi almış olduk önümüzde yaklaşık üç yıllık bir süreç var, bu süre içerisinde gerekli nitelikli eğitimi alacağınıza inanıyoruz. Biz her türlü desteği tabi kamu kaynaklarını kullanarak yapıyoruz. Bu konuda eksiklerimiz olabilir çünkü yeni bir üniversiteyiz hem fiziki hem de diğer açılardan bazı eksiklerimiz olabilir ama samimiyet ve gayretle bu işin içerisinde olduğumuzu ifade etmek isterim.” Anadolu Ebeler Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fatma Deniz Sayıner Uluslararası Ebeler Konfederasyonu (ICM) tarafından 2024 teması olarak belirlenen "Ebeler: Önemli Bir İklim Çözümüdür" adlı sunumunu gerçekleştirdi. Bu kapsamda Sayıner şunları ifade etti: “ Dünyada iklim krizinin yakıcı etkileri artık iyice hissedilirken, bu krizden en çok etkilenenlerin başında kadınlar geliyor. Kadınla erkek arasındaki eşitsizliklerin sonucu olan kadınların eğitim düzeyinin düşüklüğü, kadınların üzerindeki bakım yükü vb. birçok sebep ekolojik felaketlerden erkeklere göre daha fazla etkilenmesine yol açmaktadır. Araştırmalar, iklim krizine bağlı doğal afetlerde, kadınların ve çocukların ölüm riskinin erkeklere göre 14 kat daha fazla olduğunu göstermektedir. Yine iklimle ilgili afetler nedeniyle yerinden edilenlerin yüzde 80'inin kadın ve kız çocukları olduğu ve daha fazla şiddete maruz kaldıkları bilinmektedir. Susuz alanlarda yaşayan topluluklarda uzak diyarlardaki su kaynaklarından su taşıma ve eve bakma da kadınların ve kız çocuklarının görevi olarak değerlendirilmektedir.” İklim değişikliğinin üreme sağlığı üzerine etkisine değinen ve ebelerin kadın sağlığını sürdürmedeki önemine dikkat çeken Sayıner şunları aktardı: “Kadınlar, menstruasyon, gebelik ve doğum sonrası dönemde artan beslenme ihtiyaçları nedeniyle iklim değişikliği kaynaklı gıda yetersizliğine/güvensizliğine karşı hassastır. İklim değişikliği aynı zamanda göçler nedeni ile erken yaşta yapılan evliliklere ve kadınlar arasında cinsiyete dayalı şiddet sorununa yol açmaktadır. Ayrıca ilerleyen yıllarda iklim değişikliği menopoz üzerinde de etkili olmaktadır. Buna bağlı olarak kardiyovasküler hastalık insidansında artış, kemik kütlesi kaybı ve bilişsel bozulma meydana gelebilir. Tüm bu olumsuzlukların verdiği hasarın ortadan kaldırılması veya en aza indirilmesi için iklim krizleri sırasında ebeler, kadınlara güvenli, saygılı ve kaliteli bakım sağlamak için uyum sağlayabilir. Ebe bakımının sürekliliği anne sağlığı sonuçlarını iyileştirir ve daha fazla bebeğin canlı ve zamanında doğmasını sağlar.” Read the full article
0 notes
Link
0 notes
Text
Anne Çocuk Sağlığı 2023-2024 Vize Soruları
Anne Çocuk Sağlığı 2023-2024 Vize Soruları 1. Doğumdan itibaren ilk 28 günü tamamlamamış bebeklere verilen ad aşağıdakilerden hangisidir? A) Yenidoğan B) Postmatür C) Sürmatür D) Prematüre E) İmmatür Cevap : A) Yenidoğan Doğumdan itibaren ilk 28 günü tamamlamamış bebeklere “yenidoğan” adı verilir. Bu durum, bebeğin doğum sonrası ilk dönemidir ve genellikle bu süreçte bebeklerin daha fazla bakıma…
View On WordPress
0 notes
Text
15 soruda çalışan kadının sosyal hakları
Çalışan kadının sosyal hakları, emzirme parasından gece çalışmaya, doğum yardımından iş göremezlik ödeneğine kadar birçok konuda geniş imkanlar sunuluyor. Çalışan anneler borçlanarak erken emeklilikten yararlanabiliyor. Çalışma koşulları hamileliği riske atmayacak şekilde düzenlenirken, periyodik kontroller konusunda her türlü kolaylık gösteriliyor. Kamuda çalışan işçi, memur kadınlar muayene günlerinde ücretli izinli sayılırken, doğum iznine çıkan kadının primini devlet karşılıyor.
15 soruda çalışan kadının sosyal hakları
Sosyal Güvenlik Kurumu kadın çalışanların analık sigortası, doğum borçlanması başta olmak üzere sosyal güvenlik haklarına ilişkin edilen sorulara yanıt verdi. İşte, çalışan kadınların sosyal haklarına ilişkin merak 15 sorunun yanıtı şöyle: 1-Analık sigortası kapsamında hangi ödemeler yapılıyor? Gebeliğin başladığı tarihten itibaren doğumdan sonraki ilk 8 haftalık, çoğul gebelikte ilk 10 haftalık süreye kadar "gebelik, analık haliyle ilgili rahatsızlık, engellilik halleri" analık hali kabul ediliyor. SSK, Bağ-Kur sigortalılık statüsüne tabi kadınlar, erkeğin sigortalı olmayan eşiyle birlikte, ev ceza infaz kurumları, tutukevlerinde çalışan hükümlü, tutuklular da analık sigortası kapsamında bulunuyor. Analık sigortasından sigortalıya, geçici iş göremezlik ödeneği, emzirme ödeneği ödeniyor. 2-Ev hizmetlerinde çalışanlar analık sigortasından yararlanabilir mi?
Ev hizmetlerinde çalışanlardan ay içinde çalışma saati süresine göre hesaplanan çalışma gün sayısı 10 gün ve daha fazla olanlar analık sigortası kapsamında yer alıyor. Sosyal güvenlik sözleşmesi olmayan ülkelerde iş üstlenen işverenlerce yurt dışındaki işyerlerinde çalıştırılmak üzere götürülen Türk işçilerini de kapsıyor. 3-İş göremezlik ödeneği hesaba mı yatırılıyor? Sigortalının erken ya da beklenenden ge�� doğum yapması halinde, doğum öncesi ve doğum sonrası geçici iş göremezlik ödeneği ödenecek olan süreler sistem tarafından hesaplanıyor. Tekil gebelikte 112 gün, çoğul gebelikte 126 gün olmak üzere, anlaşmalı bankaya sigortalının kimlik numarasına tanımlanarak gönderiliyor. 4-Doktor raporuna karşın işe başlayan iş göremezlik ödeneği alır mı? İstirahat raporu almasına rağmen hekimden çalışabileceğine dair rapor olmaksızın işyerinde çalışan sigortalıya çalıştığı süreye ait geçici iş göremezlik ödeneği ödenmiyor. Geç doğum olması halinde ise geçen süre için sistem tarafından otomatik olarak "hastalık" raporu düzenleniyor, bu süreye ait geçici iş göremezlik ödeneği sigortalıya ayrıca verilmiyor. 5- Emzirme ödeneği kimlere verilir? Emzirme ödeneği (süt parası), doğum yapması halinde sigortalı kadına veya sigortalı olmayan karısının doğum yapması halinde sigortalı erkeğe verilir. Ayrıca hizmet akdine tabi ya da kendi adına yaptıkları çalışmalarından dolayı gelir veya aylık alan kadına, erkeğin sigortalı olmayan eşine ödenir. Bu yıl için emzirme ödeneği 232 lira olarak belirlendi. 6-Süt parası alabilmenin koşulları neler? Süt parası verilebilmesi SSK'lılar için doğumdan önceki bir yıl içinde en az 120 gün kısa vadeli sigorta kolları primi bildirilmiş olması, Bağ-Kur'lu olanların da doğumdan önceki bir yıl içinde en az 120 gün kısa vadeli sigorta kolları priminin yatırılması gerekiyor. 7-Prim borcu olan da emzirme ödeneği alabilir mi? Genel sağlık sigortası primi dahil prim ve prime ilişkin her türlü borçlarının ödenmiş olması zorunluluğu bulunuyor. Doğumun canlı gerçekleşmiş olması da koşullar arasında yer alıyor. Emzirme ödeneğine hak kazanıp sigortalılığı bitenler bu tarihten itibaren 300 gün içinde çocukları doğarsa doğumdan önceki 15 ay içinde en az 120 gün prim ödenmiş olması şartıyla emzirme ödeneği alabilecek. 8-Emzirme ödeneğinden yararlanmak için süre sınırı var mı? Emzirme ödeneğinin talep edilmesinde hak düşürücü süre, hakkın doğduğu tarihten itibaren 5 yıldır. Emzirme ödeneğine hak kazanan sigortalıların ödeneklerini almaları için Kuruma talep dilekçesi verme şartı kaldırıldı. Emzirme ödeneği, sistemde görülen emzirme ödeneği raporuna istinaden otomatik olarak ödeniyor. 9-Memurlar emzirme ödeneği alıyor mu? Emzirme ödeneği hizmet akdine tabi çalışan SSK ve Bağ-Kur'lu çalışan sigortalının yararlanabildiği bir ödeme türü olup, kamu görevlisi olan sigortalılara 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu gereğince kendi kurumlarınca ödeme yapılmakta olup bu kişilere emzirme ödeneği ödenmez. Emzirme ödeneği (süt parası) için doğumdan önce bir yıl içinde 120 gün prim bildirimi gerekiyor. 10-Evlenme ödeneğinden kimler yararlanabilir? Evlenme ödeneğinden (çeyiz parası) ilk defa Ekim 2008'den sonra çalışmaya başlayanlar yararlanabilir. Çeyiz parası aylık alırken evlenen kız çocuklarına aylığının 2 yıllık tutarı kadar ödenir. Evlenme ödeneğinin ödenmesi için hak sahibi kız çocuğunun bir dilekçe ile Kuruma başvurması gerekir. Evlenme tarihi nüfus kütüğüne işlenmemişse, dilekçeyle beraber evlenme cüzdanının bir örneğinin de Kuruma verilmesi gerekiyor. Evlenme ödeneği verilen kız çocuklarının gelir veya aylıkları, evlenme tarihini izleyen ödeme dönemi başından itibaren durdurulur. Gelir veya aylıklar, durdurulduğu tarihten iki yıl sonra da kesilir, varsa diğer hak sahiplerinin gelir veya aylıkları, gelir veya aylığın kesildiği tarihten itibaren yükseltilir. 12-Boşanma halinde yeniden aylık bağlanır mı? Evlenme ödeneği alan kız çocukları boşandıkları takdirde, bu kişilere hak sahipliğinden doğan gelir ve aylığı tekrar bağlanır. Ancak bu kişiler evlenme ödeneğini aldıkları tarihten itibaren iki yıl içinde boşanırlarsa, bu iki yıllık sürede gelir ya da aylık bağlanmaz, iki yıllık süre dolduktan sonra aylığa tekrar hak kazanırlar. 13-Emekli Sandığı'na tabi olanlar da evlenme ödeneği alıyor mu? Ekim 2008'den önce Emekli Kanunu'na tabi çalışan kamu görevlisi sigortalılarının hak sahipleri de evlenme ödeneği alabiliyor. Evlenmeleri sebebiyle dul ve yetim aylığı kesilen eş (karı veya koca) ve kız çocuklarla anaya bir defaya mahsus olmak üzere almakta oldukları dul veya yetim aylıklarının on iki aylık tutarı evlenme ikramiyesi olarak ödeniyor. 14-Kimler borçlanma talebinde bulunabilir? Kadın sigortalılar doğumdan önce çalışmaya başlayarak sigortalılık şartını yerine getirmesi durumunda borçlanabilir. Kadın sigortalılar doğum nedeniyle çalışamadıkları en fazla üç defa olmak üzere ikişer yıllık sürelerini (toplamda en fazla 6 yıla tekabül ediyor) borçlanabilir. . İlk doğumunu yaptıktan sonra iki yıl dolmadan ikinci doğumunu yapan kadın sigortalı, ilk doğumdan ikinci doğuma kadar geçen süre ile ikinci doğum için borçlanabileceği iki yıllık sürenin toplamı kadar geçen süre borçlanılabilir. 15- Çocuğun vefat etmesi durumunda borçlanma iptal edilir mi? Doğumdan sonra adına prim ödenmemesi, borçlanılacak sürede çocuğun yaşaması da koşullar arasında yer alıyor. Doğum borçlanması yapılacak sürede çocuğun vefat etmesi halinde vefat tarihine kadar olan süreler borçlanılabilir. İş Güvenliği Samimiyet Testi Read the full article
0 notes
Text
Sezeryan doğum, normal doğumdan farklı bir doğum prosedürüdür. Bu doğum yöntemi, birçok sebeple gerekebilir. Bu sebeplerden biri de normal doğumun mümkün olmayacağı durumlardır. Sezeryan doğum, normal doğuma oranla daha uzun bir sürece sahiptir. Bu uzun sürecin sonunda bir bebek dünyaya gelmiş olur. Sezeryan doğum sonrası lohusalık süreci normal doğuma göre daha zahmetli olabilir. Sezeryan doğumda, anne vücudu daha fazla incinir ve daha zor iyileşir. Bu nedenle, lohusalık süresi de normal doğuma göre daha uzun sürer. Sezaryan doğum sonrası lohusalık süresi genellikle 6 ila 8 hafta arasında değişebilir. Ancak bu süre kişiden kişiye değişebilir. Sezeryan doğum sonrası lohusalık sürecinde, doğum sonrası kanamalar ve sert karın ağrıları normaldir. Ancak bu durumların şiddeti kişiden kişiye değişebilir. Sert ağrılar veya normalden daha fazla kanamanın olması durumunda, doktorunuza başvurmanız gerekmektedir. Aynı zamanda, lohusalık dönemi boyunca bebeğinizi emzirmeniz de önemlidir. Emzirme, hem bebeğinizin sağlığı için hem de anne sağlığı için önemlidir. Sezeryan Doğum İle Normal Doğum Arasındaki Farklar Nelerdir? Normal doğum (vaginal doğum) nedir? Normal doğum, bebek ve plasentanın vajina yoluyla doğum kanalından çıkarılmasıdır. Bu doğum türü, çoğu insan için en yaygın olanıdır ve doğum sonrası iyileşmesi daha kolaydır. Sezeryan doğum nedir? Sezeryan doğum, anne karnının ameliyat yoluyla açılmasından sonra, bebek ve plasentanın doğum kanalından değil, annenin karnından alınmasıdır. Bu doğum türü, tıbbi nedenlerden dolayı veya annenin seçimine bağlı olarak yapılır. Özetle, normal doğum ve sezeryan doğum arasında bazı farklar vardır. Bunlar, iyileşme süresi, riskler ve doğum sonrası enfeksiyon riski gibi faktörlere göre değişir. Anne veya bebek için tıbbi bir zorunluluk yoksa, hangi doğum türünü seçeceğine karar vermek, anne için en uygun olan seçenek olacaktır. Ayrıca, Sezeryan Sonrası Ağda Ne Zaman Yapılır? başlıklı yazımız da sizin için ilgi çekici olabilir. Okumanızı önerirriz. Sezeryan Doğumda Lohusalık Dönemi Kaç Gün Sürer? Sezeryan doğum, anne adayları için çok sık tercih edilen bir doğum yöntemidir. Ancak, bu doğum şekli lohusalık dönemi için normal doğuma göre farklılıklar gösterir. Sezeryan doğumda lohusalık dönemi kaç gün sürer? Sezeryan doğum, genellikle normal doğumdan daha uzun bir süreçtir. Bu nedenle lohusalık dönemi de normal doğumlara göre uzun sürmektedir. Sezeryan doğumda lohusalık dönemi yaklaşık olarak 6 hafta sürer. Ancak, her kadında bu süre farklılık gösterebilir. Sezeryan doğumda lohusalık dönemi boyunca anne adayları önemli değişiklikler yaşayabilir. Özellikle sezeryan doğum sonrası ilk günlerde ağrılar ve halsizlik hissedebilirler. Ayrıca, emzirme süreci de normal doğumlara göre daha zorlu olabilir. Bu nedenlerle, lohusalık döneminde dinlenmeyi ihmal etmemek çok önemlidir. Anne adayları bebeklerinin bakımı ile birlikte kendilerine de özen göstermelidirler. Sezeryan doğumda lohusalık dönemi boyunca doktorunuzun tavsiyelerine uymak, sizin ve bebeğinizin sağlığı açısından önemlidir. Sezeryan Doğumda Lohusalık Dönemi Nasıl Geçirilmelidir? Sezeryan Dogumda Lohusalik Donemi Bazı durumlarda hamilelikteki risk faktörleri sebebiyle doktorlar bu yöntemi tercih ederler. Sezeryan doğumda annenin daha uzun süre dinlenmesi gerekmektedir. Bu süre boyunca anne, lohusalık dönemi yaşar. Lohusalık dönemi, doğum sonrasında anne vücudunda bir takım değişikliklerin yaşandığı bir süreçtir. Sezeryan doğumla birlikte bu süre daha uzun olabilir. Sezeryan doğumda lohusalık dönemi 6 haftaya kadar sürebilir. Bu süreçte annenin dinlenmesi oldukça önemlidir. Vücut toparlanmak için zaman ister. Ayrıca doğum sonrası depresyon (postpartum depresyon) gibi psikolojik sorunlar da bu dönemde görülebilir. Bu nedenle anne, sağlığına özen göstermeli ve doktorunun önerilerine uymalıdır. Sezeryan Doğumda Lohusalık Dönemi Nasıl Geçirilmelidir? Annenin beslenmesine dikkat etmesi gerekmektedir.
Yeterli ve uygun beslenme, vücudun toparlanmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca sıvı alımına da dikkat edilmelidir. Sezeryan Doğumda Lohusalık Döneminde Dikkat Edilmesi Gerekenler: 1. Ameliyat sonrası karnınıza ve dikiş bölgelerinize özen gösterin. 2. Emzirme sürecinizi destekleyecek bir pozisyon tercih edin. 3. Bol bol istirahat edin ve dinlenin. Dinlenme, bu dönemde oldukça önemlidir. Yeterince uyumalı ve stresten uzak durulmalıdır. Bebeğin uyku düzenine ayak uydurmak, annenin dinlenmesine de yardımcı olacaktır. Doğum sonrası egzersizler de vücudun toparlanması için önemlidir. Ancak, doktorun önerisi olmadan yapılmamalıdır. Yapılacak egzersizlerin hafif olması ve yavaş yavaş artırılması gerekmektedir.
0 notes
Text
Tüp Tıkanıklığı: Nedenleri
Tüp Tıkanıklığının Nedenleri
Tüp tıkanıklığı, kadınların doğal olarak gebe kalamamasına neden olan bir üreme sorunudur. Tüpler, kadın üreme sisteminin önemli bir parçasıdır ve yumurtaların rahim içine ulaşmasını sağlar. Ancak bazı durumlarda tüplerde tıkanıklıklar meydana gelebilir. Tüp tıkanıklığının nedenleri karmaşık olabilir ve farklı faktörlerden kaynaklanabilir. İşte tüp tıkanıklığının yaygın nedenleri:
Enfeksiyonlar: Enfeksiyonlar, tüp tıkanıklığının en yaygın nedenlerinden biridir. Pelvik enfeksiyonlar, özellikle cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar (CYBE) ve pelvik iltihap hastalığı (PID) tüp tıkanıklığına yol açabilir. Bu enfeksiyonlar, tüplerin iç yüzeyinde iltihaplanma ve yapışıklıklara neden olarak tıkanıklığa yol açabilir.
Endometriozis: Endometriozis, rahim iç tabakasının (endometrium) rahim dışında büyümesi durumudur. Bu durumda, endometrial dokunun tüplerde veya çevreleyen dokularda büyümesi ve yapışıklıklara neden olması tüp tıkanıklığına yol açabilir. Endometriozis, tüp tıkanıklığının yaygın bir nedenidir ve tedavi edilmediğinde doğurganlık sorunlarına yol açabilir.
Rahim İçi Yapışıklıklar: Önceki rahim ameliyatları, enfeksiyonlar veya rahim içi prosedürler sonucunda rahim içinde yapışıklıklar oluşabilir. Bu yapışıklıklar, tüplerin normal hareketini engelleyebilir ve tıkanıklığa neden olabilir. Özellikle düşük veya kürtaj sonrası rahim içinde oluşan yapışıklıklar, tüp tıkanıklığının birincil nedeni olabilir.
Doğuştan Anomaliler: Nadir durumlarda, doğuştan gelen anatomik anormallikler tüplerin normal şekilde gelişmesini engelleyebilir veya tıkanıklıklara yol açabilir. Bu anomaliler genellikle doğumdan sonra fark edilir ve tüp tıkanıklığının birincil nedeni olabilir.
0 notes
Text
Depresyon Nedir? Belirtileri ve Tedavisi
Depresyon, insanların duygu, düşünce ve davranışlarını etkileyen yaygın ve ciddi bir ruh hali bozukluğudur. Bu durum, sürekli bir üzüntü, kaygı veya ilgisizlik haliyle karakterize edilir ve bireyin günlük yaşamını, iş hayatını, sosyal ilişkilerini ve genel yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilir. Depresyonun ortaya çıkmasına katkıda bulunan faktörler arasında genetik, biyokimyasal, çevresel ve psikolojik etkenler bulunmaktadır. Depresyonun şiddeti ve süresi kişiden kişiye değişiklik gösterebilir ve bazı durumlarda tıbbi müdahale gerektirebilir. Depresyon belirtileri arasında enerji kaybı, ilgi ve zevk duymanın azalması, uyku ve iştah değişiklikleri, konsantrasyon ve karar verme zorlukları, sürekli düşük ruh hali, özgüven eksikliği ve hatta intihar düşünceleri gibi psikolojik ve fiziksel semptomlar yer alır. Depresyonun teşhisi ve tedavisi, psikiyatristler ve psikologlar tarafından gerçekleştirilir. Tedavi süreci, genellikle psikoterapi, ilaç tedavisi veya yaşam tarzı değişiklikleri gibi farklı yaklaşımları içerebilir. Erken teşhis ve etkili tedavi, depresyonla mücadelede önemli faktörlerdendir ve bireyin yaşam kalitesini önemli ölçüde iyileştirebilir.
Depresyonun Tanımı ve Türleri
Majör Depresif Bozukluk Majör depresif bozukluk, en az iki hafta süreyle sürekli ve ciddi bir üzüntü hali ve ilgi kaybı ile karakterize edilir. Bu durum, günlük yaşamı ve işlevselliği olumsuz etkileyen duygu durumu, enerji, uyku, iştah ve konsantrasyon gibi alanlarda değişikliklerle birlikte ortaya çıkar. Bu tür depresyon, yaşam boyu tekrarlayabilir ve tedavi edilmezse kişinin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürür. Düzensiz Depresif Bozukluk (Dysthymia) Düzensiz depresif bozukluk, daha hafif ancak daha uzun süreli bir depresyon türüdür. En az iki yıl boyunca sürekli olarak düşük duygudurum, ilgi kaybı ve enerji düşüklüğü ile kendini gösterir. Düzensiz depresif bozukluk yaşayan kişiler, günlük yaşamlarında ve işlerinde daha az işlevsel olabilirler. Bu bozukluk, genellikle daha az belirgin olduğu için teşhis edilmesi zordur. Sezonluk Duygudurum Bozukluğu Sezonluk duygudurum bozukluğu, mevsimsel değişikliklerle ilişkili olarak ortaya çıkan bir depresyon türüdür. Genellikle kış aylarında gün ışığının azalmasıyla başlar ve ilkbahar ve yaz aylarında düzelir. Sezonluk duygudurum bozukluğu yaşayan kişiler, enerji düşüklüğü, uyku düzeni değişiklikleri ve karbonhidratlara yönelme gibi belirtiler yaşayabilirler. Doğum Sonrası Depresyon Doğum sonrası depresyon, doğumdan sonra ortaya çıkan ve annenin yaşam kalitesini ve bebeğiyle olan ilişkisini olumsuz etkileyen bir depresyon türüdür. Hormonal değişiklikler, uyku düzensizlikleri ve yeni sorumluluklarla baş etme stresi gibi faktörler, doğum sonrası depresyonun ortaya çıkmasına neden olabilir. Doğum sonrası depresyon, uygun tedavi ve destekle yönetilebilir. Bu konuda daha fazla detay için Hamilelik Psikolojisi başlıklı yazımızı inceleyebiliesiniz. Bipolar Bozukluk Bipolar bozukluk, depresyon ve mani (aşırı enerji, hızlı düşünce ve konuşma, düşük uyku ihtiyacı) dönemleri arasında dalgalanan bir duygu durum bozukluğudur. Bipolar bozukluk, majör depresif bozukluktan farklı olarak enerji ve aktivite seviyelerinde dikkate değer değişikliklerle karakterize edilir. Bu bozukluk, kişinin iş, sosyal ve aile yaşantısında önemli zorluklara yol açabilir ve uygun tedavi olmadan yönetilmesi zordur.
Depresyonun Nedenleri
Genetik Faktörler Depresyonun ortaya çıkmasında genetik faktörler önemli bir rol oynar. Ailede depresyon öyküsü olan bireylerin, depresyon geliştirme riski daha yüksektir. Ancak, genetik faktörler tek başına depresyonun nedeni değildir ve diğer faktörlerle birlikte değerlendirilmelidir. Beyin Kimyası ve Hormonlar Beyindeki nörotransmitterlerin dengesizliği, depresyonla ilişkilendirilmiştir. Serotonin, norepinefrin ve dopamin gibi nörotransmitterler, duygu durumunu düzenlemeye yardımcı olur. Ayrıca, stresle başa çıkma yeteneğini etkileyen kortizol gibi hormonlar da depresyonla bağlantılıdır. Çevresel ve Sosyal Faktörler Yaşanan travma, kayıp ve stresli yaşam olayları depresyon riskini artırabilir. İşsizlik, yoksulluk, aile içi şiddet gibi sosyal faktörler de depresyonun ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir. İyi sosyal destek sistemleri ve sağlıklı ilişkiler, depresyon riskini azaltmaya yardımcı olur. Psikolojik ve Kişilik Özellikleri Bazı kişilik özellikleri ve düşünce kalıpları, depresyona daha yatkın hale getirebilir. Örneğin, mükemmeliyetçilik, düşük benlik saygısı, sürekli olumsuz düşünme gibi özellikler depresyonla ilişkilendirilmiştir.
Depresyon Belirtileri
Duygusal Belirtiler Duygusal belirtiler, depresyonun en yaygın belirtilerindendir. Sürekli üzüntü, umutsuzluk, değersizlik ve suçluluk duyguları, depresyonun duygusal belirtileri arasındadır. Fiziksel Belirtiler Depresyon, enerji düşüklüğü, uyku düzeni değişiklikleri (uyuyamama veya aşırı uyuma), iştah değişiklikleri ve kilo kaybı veya kilo alma gibi fiziksel belirtilere neden olabilir. Ayrıca, baş ağrısı, mide ağrısı ve kas ağrısı gibi somatik belirtiler de görülebilir. Davranışsal Belirtiler Depresyonda olan bireyler, sosyal izolasyon, ilgi kaybı, önceden keyif alınan aktivitelere karşı ilgisizlik ve öz bakım eksikliği gibi davranışsal belirtiler yaşayabilirler. Ayrıca, depresyonlu kişilerde öfke ve irritasyon artabilir ve bu durum, ilişkilerinde sorunlara yol açabilir. Kognitif Belirtiler Depresyon, düşünme ve konsantrasyon güçlüğü, karar verme problemleri ve hafıza sorunları gibi kognitif belirtilere neden olabilir. Aynı zamanda, depresyonda olan bireylerde sürekli olumsuz düşünme ve intihar düşünceleri gibi belirtiler de görülebilir.
Depresyonun Teşhisi
Klinik Görüşme Depresyonun teşhisi genellikle bir psikiyatrist veya psikolog tarafından gerçekleştirilir. Klinik görüşme sırasında, uzman kişinin yaşam öyküsü, belirtileri, düşünce ve duygu durumları hakkında detaylı bilgi toplar. Bu bilgiler, depresyon tanısı koymada ve tedavi planı oluşturmada önemli bir rol oynar. Psikolojik Testler ve Değerlendirmeler Depresyonun teşhisi için, bazı durumlarda psikolojik testler ve değerlendirmeler kullanılabilir. Bu testler, kişinin duygu durumu, düşünce kalıpları ve yaşam kalitesi gibi faktörleri değerlendirmeye yardımcı olur. Testlerin sonuçları, depresyonun şiddetini ve tedavi sürecini planlamak için kullanılır. Tıbbi Değerlendirme ve Laboratuvar Testleri Depresyon belirtileri, bazen tıbbi sorunlar veya ilaç kullanımından kaynaklanabilir. Bu nedenle, depresyon teşhisi öncesinde tıbbi değerlendirme ve laboratuvar testleri önemlidir. Kan testleri, hormon düzeylerini ve tiroid fonksiyonlarını kontrol etmeye yardımcı olabilir. Böylece, depresyonun altında yatan başka bir tıbbi neden olup olmadığı anlaşılabilir.
Depresyon Tedavisi
Psikoterapi Yaklaşımları i. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): BDT, depresyonlu bireylerin düşünce ve davranış kalıplarını değiştirerek duygu durumlarını iyileştirmeye yönelik bir tedavi yaklaşımıdır. BDT, olumsuz düşünceleri tanımlamayı, meydan okumayı ve değiştirmeyi öğretir. ii. Psikodinamik Terapi: Bu terapi yaklaşımı, bireyin bilinçaltındaki çatışmaları ve iç dinamikleri anlamaya çalışır. Psikodinamik terapi, geçmiş deneyimlerin ve ilişkilerin şimdiki duygular ve davranışlar üzerindeki etkisini keşfeder. iii. İnsancıl Yaklaşımlar: İnsancıl terapiler, bireyin özgüvenini, benlik saygısını ve potansiyelini geliştirmeye odaklanır. Terapist, bireye koşulsuz kabul ve empati sunarak kişinin kendini daha iyi anlamasına ve kabul etmesine yardımcı olur. İlaç Tedavisi i. Antidepresanlar: Depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların başında antidepresanlar gelir. Antidepresanlar, beyindeki nörotransmitter dengesini düzenleyerek duygu durumunu iyileştirmeye çalışır. ii. Anksiyolitikler: Bazı depresyon vakalarında, anksiyete belirtileri de görülebilir. Bu durumda, anksiyolitik ilaçlar kullanılabilir. Anksiyolitikler, anksiyete belirtilerini hafifletmeye yardımcı olur. iii. Mood Stabilizatörleri: Özellikle bipolar bozukluk gibi durumlarda, mood stabilizatörleri kullanılabilir. Bu ilaçlar, duygu durumunu dengelemeye ve aşırı duygulanım dalgalanmalarını önlemeye yardımcı olur. Yaşam Tarzı Değişiklikleri i. Fiziksel Aktivite ve Egzersiz: Düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz, depresyonun yönetiminde önemli bir rol oynar. Egzersiz, stresi azaltır, enerji seviyelerini artırır ve beyindeki duygu durumunu düzenleyen nörotransmitterlerin salınımını teşvik eder. ii. Beslenme ve Diyet: Sağlıklı ve dengeli bir beslenme düzeni, depresyonun tedavisinde etkili olabilir. Omega-3 yağ asitleri, B vitaminleri, magnezyum ve folat gibi besin öğeleri, beyin sağlığı ve duygu durumu üzerinde olumlu etkilere sahiptir. iii. Uyku Hijyen: Uyku hijyenine dikkat etmek, depresyonun yönetiminde önemlidir. Uyku düzenini sağlamak ve yeterli uyku almak, enerji seviyelerini artırır ve duygu durumunu iyileştirmeye yardımcı olur. Alternatif ve Tamamlayıcı Tedaviler i. Elektrokonvülsif Terapi (EKT): EKT, özellikle şiddetli depresyon ve tedaviye dirençli vakalarda kullanılabilen bir yöntemdir. Elektriksel uyarılar kullanarak beyinde kontrollü bir nöbet yaratır ve bu nöbet, beyin kimyasını düzenleyerek depresyon belirtilerini azaltır. ii. Transkraniyal Manyetik Uyarım (TMS): TMS, depresyon tedavisinde kullanılan non-invaziv bir yöntemdir. Manyetik alanlar kullanarak beyindeki belirli bölgeleri uyararak nörotransmitter dengesini düzenlemeye çalışır. iii. Işık Terapisi: Sezonluk duygudurum bozukluğu gibi depresyon türlerinde, ışık terapisi etkili bir tedavi yöntemi olabilir. Işık terapisi, bireyin güneş ışığına maruz kalma süresini artırarak duygu durumunu düzenlemeye yardımcı olur.
Depresyon ve İlişkiler
Aile ve Arkadaşlarla İlişkiler Depresyon, aile ve arkadaşlarla ilişkiler üzerinde olumsuz etkilere sahip olabilir. Depresyonlu bireyler, sosyal izolasyon ve iletişim problemleri yaşayabilir. Aile ve arkadaşların desteği, depresyonun yönetiminde önemli bir rol oynar. İş ve Okul Hayatındaki Etkiler Depresyon, iş ve okul hayatında performansı düşürebilir. Depresyonlu bireyler, konsantrasyon ve motivasyon eksikliği nedeniyle iş ve okulda zorluklar yaşayabilir. İlişkilerde İletişim ve Destek Depresyonlu bireylerin, duygularını açıkça ifade etmekte ve destek aramakta zorluk yaşayabilirler. İletişim ve destek, ilişkilerin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesinde önemlidir.
Depresyonla Başa Çıkma Stratejileri
Stres Yönetimi ve Ruh Sağlığı Bakımı Stres yönetimi, depresyonun önlenmesinde ve yönetiminde önemlidir. Meditasyon, derin nefes alma ve gevşeme teknikleri gibi stres azaltma yöntemleri, duygu durumunu dengelemeye yardımcı olabilir. Ayrıca, ruh sağlığı bakımı, düzenli olarak terapi ve kendi kendine yardım tekniklerini içerebilir. Sosyal Destek ve Yardım Grupları Depresyonla başa çıkmak için sosyal destek ve yardım grupları önemli bir rol oynar. Aile, arkadaşlar ve meslektaşlar gibi sosyal destek ağları, bireyin duygularını paylaşmasına ve baş etme stratejileri öğrenmesine yardımcı olabilir. Yardım grupları, benzer deneyimler yaşayan insanlarla bağlantı kurarak duygusal destek sağlar. Kişisel Gelişim ve Başarıları Kutlama Depresyonla başa çıkmak için, bireylerin kendilerine karşı daha nazik olmaları ve başarılarını kutlamaları önemlidir. Kendini ödüllendirmek ve öz-sevgiyi teşvik etmek, duygu durumunu iyileştirebilir ve depresyonla başa çıkmayı kolaylaştırabilir.
Depresyon Farkındalığı ve Önleme
Toplum ve Okul Tabanlı Eğitim Programları Depresyon farkındalığını artırmak ve önlemek için toplum ve okul tabanlı eğitim programları düzenlenebilir. Bu programlar, depresyonun belirtileri, nedenleri ve tedavisi hakkında bilgi sağlar ve bireylerin erken müdahale için farkındalığını artırır. İş Yerinde Ruh Sağlığı İyileştirme İş yerinde ruh sağlığı iyileştirme programları, çalışanların depresyonla başa çıkma becerilerini geliştirmeye yardımcı olabilir. Bu programlar, stres yönetimi, esnek çalışma saatleri ve destekleyici bir iş ortamı sağlayarak depresyon riskini azaltır. Ulusal ve Küresel Depresyon Farkındalık Kampanyaları Depresyon farkındalığı için ulusal ve küresel düzeyde kampanyalar düzenlenebilir. Bu kampanyalar, toplumun depresyon hakkındaki bilgisini ve anlayışını artırmayı amaçlar ve etkili önleme ve tedavi stratejilerini teşvik eder.
Depresyon ve Çocuklar-Adolesanlar
Çocukluk ve Ergenlik Dönemi Depresyonu Çocuklar ve ergenler de depresyona karşı hassastır. Bu yaşlardaki depresyon, duygu durum, davranış ve düşünce süreçlerini olumsuz etkileyebilir. Çocuklar ve ergenlerde depresyon belirtileri, yetişkinlerden farklı olabilir ve daha zor fark edilebilir. Belirtilerin Farkına Varmak ve Teşhis Çocuklar ve ergenlerde depresyon teşhisi, uygun tedavi ve destek sağlamak için önemlidir. Ebeveynler, öğretmenler ve sağlık uzmanları, depresyon belirtilerini tanıyarak erken müdahalede bulunabilir. Çocuklar ve Adolesanlar için Tedavi Yaklaşımları Çocuklar ve ergenler için depresyon tedavisi, farmakolojik ve psikoterapi yöntemlerini içerebilir. Çocuk ve ergen psikoterapisi, genellikle aile terapisi ve bilişsel davranışçı terapi gibi yaklaşımları kullanır. Aile ve Okulun Rolü Aile ve okul, çocukların ve ergenlerin depresyonla başa çıkmasında önemli bir rol oynar. Aile ve okul, sağlam bir sosyal destek ağı sağlayarak ve uygun müdahale ve tedaviyi teşvik ederek çocukların ve ergenlerin iyileşmesine katkıda bulunur.
Yaşlılarda Depresyon
Yaşlılarda Depresyon Belirtileri ve Tanısı Yaşlılarda depresyon, bazen yaşlılıkla ilgili fiziksel ve bilişsel değişikliklerle karıştırılabilir. Yaşlılarda depresyon belirtileri, halsizlik, uyku problemleri ve hafıza sorunları gibi daha belirsiz olabilir. Yaşlılarda Depresyon Risk Faktörleri Yaşlılar, sağlık sorunları, sosyal izolasyon ve yaşam değişiklikleri gibi nedenlerle depresyona daha yatkındır. Yaşlılarda depresyon riskini azaltmak için bu faktörlere dikkat etmek önemlidir. Yaşlılar için Tedavi ve Destek Yaşlılarda depresyon tedavisi, ilaçlar ve psikoterapi gibi yöntemleri içerebilir. Ayrıca, yaşlıların sosyal ve fiziksel aktivitelere katılımı ve aile ve arkadaşların desteği, yaşlılarda depresyonun yönetiminde önemli bir rol oynar.
Depresyon ve Komorbid Durumlar
Anksiyete Bozuklukları Depresyon, anksiyete bozukluklarıyla sıklıkla birlikte görülür. Bu durumlar aynı anda tedavi edilmelidir, çünkü birinin varlığı diğerinin şiddetini artırabilir. Tedavi yaklaşımları, hem depresyon hem de anksiyete bozukluğu belirtilerini hedef alacak şekilde uyarlanabilir. Yeme Bozuklukları Depresyon, yeme bozuklukları ile komorbid olabilir. Anoreksiya nervoza, bulimia nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi yeme bozuklukları, depresyonun şiddetini artırabilir ve tedavisini zorlaştırabilir. Bu durumlar için bütüncül bir tedavi yaklaşımı önemlidir. Madde Kullanım Bozuklukları Depresyon, madde kullanım bozuklukları ile de ilişkilendirilebilir. Alkol, uyuşturucu ve reçeteli ilaçların kötüye kullanılması, depresyon belirtilerini kötüleştirebilir ve tedavi sürecini olumsuz etkileyebilir. Bu durumların her ikisi de uygun tedavi ve destekle ele alınmalıdır. Diğer Psikiyatrik Bozukluklar Depresyon, şizofreni, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve kişilik bozuklukları gibi diğer psikiyatrik bozukluklarla da ilişkilendirilebilir. Komorbid durumlar, depresyon tedavisini karmaşıklaştırabilir ve özelleştirilmiş tedavi yaklaşımları gerektirebilir.
Depresyon ve Cinsiyet
Kadınlarda Depresyon Kadınlar, hormonal değişiklikler, doğum sonrası dönem ve menopoz nedeniyle depresyona daha yatkın olabilir. Kadınlarda depresyon tedavisi, cinsiyete özgü risk faktörleri ve ihtiyaçlar dikkate alınarak uygulanmalıdır. Erkeklerde Depresyon Erkeklerde depresyon, daha az sıklıkta tanınabilir ve rapor edilebilir. Erkeklerde depresyon belirtileri, öfke, riskli davranışlar ve madde kullanımı gibi farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Erkekler için uygun tedavi ve destek sağlanması önemlidir. Cinsiyet Rollerinin Depresyon Üzerindeki Etkisi Cinsiyet rolleri ve toplumsal beklentiler, depresyonun ortaya çıkışı ve tedavisi üzerinde etkili olabilir. Bireylerin cinsiyet rolleriyle ilgili stres ve baskılarla başa çıkma becerilerini geliştirmeleri, depresyonun yönetiminde önemlidir. Cinsiyete Özgü Tedavi Yaklaşımları Depresyon tedavisi, bireyin cinsiyetine ve ihtiyaçlarına özgü olarak uyarlanmalıdır. Kadınlar ve erkekler için farklı terapötik yaklaşımlar, terapi sürecinde cinsiyetle ilgili konuları ele alarak daha etkili olabilir. Cinsiyet duyarlı tedavi yöntemleri, her bireyin benzersiz deneyimlerini ve ihtiyaçlarını dikkate alarak depresyonun başarılı bir şekilde yönetilmesine yardımcı olur.
Depresyon ve Kültürel Farklılıklar
Kültürel Farkındalık ve Ruh Sağlığı Kültürel farklılıklar, depresyonun anlaşılması, teşhisi ve tedavisi üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Kültürel farkındalığa sahip sağlık uzmanları, hastalarının kültürel değerleri ve inançlarına saygı göstererek daha etkili bir tedavi süreci sağlayabilir. Kültürel Özgü Depresyon Belirtileri Depresyon belirtileri, kültürel faktörler nedeniyle farklılık gösterebilir. Bazı kültürlerde depresyon, fiziksel belirtilerle daha çok ilişkilendirilirken, diğerlerinde duygusal belirtiler ön plandadır. Bu nedenle, kültürel farklılıklara duyarlı bir değerlendirme ve teşhis süreci önemlidir. Kültürel Hassasiyetli Tedavi Yaklaşımları Depresyon tedavisi, bireyin kültürel değerlerini ve inançlarını dikkate alarak uygulanmalıdır. Kültürel hassasiyetli tedavi yöntemleri, hastaların tedavi sürecine daha kolay uyum sağlamalarına ve daha etkili sonuçlar elde etmelerine yardımcı olur.
Depresyon ve İş Yükü
İş Stresi ve Depresyon İş stresi, depresyonun önemli bir nedeni olabilir. Yüksek iş yükü, sürekli performans beklentisi ve iş yerindeki sosyal ilişkiler, çalışanların ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yapabilir. Read the full article
0 notes