#devlet düşmanları
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sakallı Kızılay görevlisini beğenmiyorlar, tekbir getiren arama kurtarma ekibini beğenmiyorlar, çadır kuran tarikat ehlini beğenmiyorlar, AFAD’ın ismini beğenmiyorlar.
“Müslüman düşmanısınız” dediğimizde de kızıyorlar."
|Orhan Aydın
20 notes
·
View notes
Text
Selam olsun, selam olsun için için kaynayan ve uyanan Arpat'ın torunlarına
Atlarının ayak sesleriyle Roma'yı titreten Attila'ya bin selam
Selam olsun Kırım'a
Gaspıralı'nın yaktığı ateşi kor kor yüreklerde taşıyan yiğitlere bin selam
Selam olsun 'sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana' diyen şehit analarına selam
Cudi'de, Gabar'da, Hakurk'ta, Mezi'de, Ari'de, Basyan'da, Kuringam'da,
Beyazdağ'da, Balkayalar'da, Mezargediği'nde, Yüksekova'da,
Dağlıca'da yurt için can verip kelle alanlara
Türk yurdundan yurt verilmez diyenlere
Güneşi yükseltenlere selam
Ya istiklâl, ya ölümse bunun adı
Yıkılsın Habur, yıkılsın dağlar yüz binlerce can yürüsün diyenlere selam
Selam olsun Türk'ün dinini, kinini bilip yaşayıp yaşatanlara
Türk yurtlarını koruyup, kollayıp, kuşatanlara
Hakk buyruğu üzre kardeşini gözetip, mazluma yetişenlere
Sırayı şaşırmayanlara
Sabrımızı taşırmayanlara
Töre üzre yaşayıp töreyi yaşatanlara selam
Selam olsun aydınlık ufukları gözleyenlere
Yeniden Türk asrını özleyenlere selam
Selam olsun çocuklarımızın Türk bakışlarına
Mustafa Kemal'lere, Atsız'lara, Türkeş'lere, Muhsin'lere selam
Kahrolsun Türk düşmanları
Kahrolsun emperyalizm
Kahrolsun emperyalizmin yerli işbirlikçileri
Yaşasın Kızıl Elma'mız
Yaşasın büyük Turan ülkümüz
Yaşasın büyük Türk milleti
İl, devlet devlet kükreyecek
Şan, ordu ordu yürüyecek Türk'ün olsun
Mazlumların kurtuluşu insanlığın huzuru için cihan mülkün; mülk Türk'ün olsun
Tanrı Türk'ü korusun!
130 notes
·
View notes
Text
"BELKİ SESLERİN DE KANATLARI VARDIR"
İçim ateşin ve düşmenin yurdudur. Bu hiç aklımdan çıkmıyor. Ve senin yolun oraya hiç düşmeyecek yanlış ışıklar yüzünden.
Emek ve kelimeye planlanmış bıçaklar saplandığında ümit masum bir uykudaydı. Bu da aklımdan çıkmıyor. Yeni yeni anlıyorum olmadığımın. Olmadığımı bir sokak lambası hatırlattıydı bana en son. Sönüvermişti konuşmak için yanına yaklaştığımda. Anlatıcılar bilmiyor bunu. Çünkü onlar sadece sözcüklerle ilgilenirler. Ama yenildiğim doğrudur. Ne kadar derinden haykırsam da yüzüme bile bakmıyor esnemiş akıl.
Bak işte yine Nihilistler Bulvarı’ndayım, seni aramayı bıraktım artık, sormuyorum hiçbir deliye, üstelik yağmur da yağmıyor. Yağmur kelimelere ve anlamlarına iyi davranmıyor. Soyutlanmanın yüreğini tartışıyor iki kiralık nöbetçi ağız. Yanlarından geçiyorum uzun mesafeli bir rüyanın içinde, uyanmak istiyorum, uyanışlar durağına gelmeye henüz birkaç asır daha olduğunu söylüyor sayıklamalar uzmanı gölgem. Ah insanların kalbi nasıl da gösteriler caddesi. Gruplar halinde dolaşıyor halk düşmanları. O kadar güçlü bağları var ki kimse ayıramıyor kin ve devlet işlerini birbirinden. Umursamaz yüzlerine öyle gizlenmişti ki yanılgı, keşke bilseydiler, kendini gizlemiş yanılgının keskin dişleri vardır.
Kaç kere söylemiştim hiç kimseye: Yalnızlığı küçümsemeyin, hâlâ en iyi mekânları o işletiyor, hâlâ toplanan bütün gelirler ona gidiyor.
Kayıtsızlık! O yıkılmayan uygarlık, o "hiçliğin mutlu sessizliği"*… Orada ne kadar da kalabalıksınız! Senin için bu hasta dünyaya saldığım cümleler nöronlar halinde yanı başından geçip giderken bir şehrin camları kırılıyor ama sen ne kadar da Sen’sin böyle. Yok, hayır kendimi dağıtmadım. Bohemliğe de vurmadım. Bu siyah beyaz çözümsüz bulvarlar benim işyerim. Oldukça düzenli bir huzursuzluğum var. Üstelik evimde hamster bile besliyorum. İnanmıyorsan gel de bak! Burada gücü elinde bulunduranlar anlamı öldürüp sokağa atıyorlar. Ben de işe yeni girmiş (sigorta artı öğle yemeği olmayan) bir toplama işçisiyim. Onları yerden kaldırıp büyük çöplüğe götürmem söyleniyor bana. Ama ben onları gizlice gökdelenlerin çatı katına çıkartıp boşluğa bırakıyorum. Çünkü biliyorum ki anlamın kanatları vardır. Onlar boşluğun kütüphaneleridir. Terlemiş dağlara, kardeş yıldızlarla konuşan hayalperestlere, hayatın şöleninden kovulmuşlara ve buzda yürürken elinde kırılacak şeyler taşıyanlara ulaşan kütüphaneler…
Gece olunca da sırası gelen duvara: “anlamın ölümü gerçek ölüm değildir” diye yazıp kayboluyorum.
Nöbetçi bir limanda yakalayıp sorguya çekiyor beni geçici kısa cümleler. “Ne istiyorsun sana ait olmayan dilsiz duvarlardan, neden kirletiyorsun o duvarları böyle” diye soruyorlar. “Çünkü bulantının merkezinde ancak duvarlara anlatabiliyorum, ancak duvarlara anlatabiliyorum masumiyetin yeniden onarılması gerektiğini” diyorum. Sonra dikkatim dağılıyor, adın çıkıyor ağzımdan. Bir kez daha beni ele veriyorsun. Biliyorum, senin yolun buraya da hiç düşmeyecek yanmamış ışıklar yüzünden. Olsun, boşluğun da kanatları vardır belki. Belki seslerin de kanatları vardır.
Metin Akdeniz
*Arthur Schopenhauer
17 notes
·
View notes
Text
Sultan III. Selimin duası: ‘’Ya Rabbi. Beni böyle cihana rezil edüp, kafirlere mağlup ve perişan ettirmeden, zamanında ümmet-i Muhammed’in böyle perişanlığını göstermeden canımı al.’’ ve mübarek bu durumu yaşamadan şehit edilmiştir.
Allahu Teâlâ, müslümanları idâre edip onların meselelerini halleden, müşkilâtlarını defetmek vazifesini yerine getirerek onları rahat ve huzura kavuşturmayı kendini dert edinen devlet büyüklerimizin ömrünü uzun, sağlıklarını afiyette eylesin. Her köşesi nur harmanı, her türlü cihadın içinde olduğu bu rahmet yurdunu, düşmanları karşısında muhafaza eylesin. Fatihin nesli bu milleti garip ve biçare düşürmesin.
18 notes
·
View notes
Text
🎯 Suriye Politikasında ki Tuzak Nedir? 🎯
Yakın tarihte bu bölgede yaşanan gerçeklere bakarak bunu anlamak mümkün.
İlk önce son günlerde sık sık hatırlattığım bir sözü yeniden bu yazının içine de bir tablo gibi asmak istiyorum.
Önümüzdeki günlerde bu sözün ne anlama geldiğini herkes çok iyi anlamak zorunda kalacak.
Bize saldırmak isteyen azgın batı çetesinin Ortadoğu bölgesinde dost görünümlü düşmanları, düşman görünümlü dostları var.
Günü geldiğinde birileri birilerini satacak.
Yüz yıl önce ki tecrübeler ve 1991 yılında Irak'ın Amerika tarafından işgal edildiğinde bunu gördük.
Önce Saddam Kuveyt'i işgal etmesi için kışkırtıldı. Bölgenin güçlü ülkesi sensin devrim muhafızların var falan.
Sonra Saddam Kuveyt'i işgal etti.
Sonra sahtekar Amerika Kuveyt'e yardım elini uzattı sizi kurtarabiliriz adı altında Irak'a girmenin bahanesini dost görünümlü düşmanları ve düşman görünümlü dostları sayesinde tereyağından kıl çeker gibi Irak işgal edildi.
Saddam'ı kimse savunmadı.
Bunu neden anlattım?
Bu azgın ve yalan din adına yüz yıl önce ki Anadolu'yu parçalama ve Anadolu'dan toprak koparma hayali hazırlığı içinde olanlar Mustafa Kemal Atatürk ve Türk ulusunun direnişi sonrası kaybetmiş yalnız kinlerini bugünlere saklamış ve büyütmüş bir şekilde Atatürk sonrası içimizden mandacı zihniyetleri satın almak yoluyla bu din adına terörü Türkiye Cumhuriyeti sayesinde koruyarak bugünlere gelmiştir.
İran sonrası hedefte biz varız.
Asıl hedef her zaman Türkler ve Anadolu olmuştur.
Çünkü dünyanın bakir bütün doğal kaynakları Türklerin yaşadığı Anadolu gibi jeopolitik ve stratejik öneme sahip toprakların bize ait olması bu azgınlığı her zaman çıldırtmıştır.
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında halifeliğin bu topraklara getirildiği günden bugüne bu topraklar da kan ve savaş durmuyor.
Dini kullanarak ve sözde dini bahane ederek bu değerli toprakları batı çetesi ele geçirmek için her türlü hileyi kullanıyor.
Gelelim bugün ki Suriye de düşülen tuzağın ne olduğuna.
İlk tuzak nato ile gerçekleşti.
Sonrasında askeri darbeler peşpeşe geldi.
.
24 Ocak kararları sonrası tanklar yerine bankaları kullanarak özelleştirme talanı ile ekonomik tam bağımsızlığı hedef aldılar yerli tüm taşeronları ile yasal kılıf hırsızlığı yapıldı.
Son yirmi iki yılda ise son proje iktidar hem Cumhuriyet'in tüm birikimlerini satması ve Suriye de tuzağa bizi düşürmesi için bop eşbaşkanı yapıldı.
Projenin ülkemiz dahil 22 ülkenin sınırları değişecek Amerikan dış işleri bakanının ifadesi olduğu halde 22 yıldır üllemizi bu projenin eşbaşkanı hala her türlü hukuksuzluk ve talana rağmen yönetmeye devam ediyor.
Kitle imha silahları din ve medya ile cehalete mahkum edilen toplum bugüne kadar çok kolay aldatıldı.
Suriye'de ülkemiz bir hafta içinde siz yeni Osmanlı olacaksınız havucu ve müslüman ülkelerin halifesi yine siz olacaksınız ikinci havucu ve gazı ile hem sınırlar da mayın kalmadı mülteci adı altında terörün ülkemize sızmasının önü açıldı. Rusya tarihinde ilk kez sıcak denizlere Akdeniz'e inme başarısını bunlar sayesinde gösterdi. Bu projenin bir parçası da buydu. Sonra Suriye'nin kuzeyinde ki terörü topraklarımızı kullandırarak o bölgeye kendi çabaları ile yerleştirdiler. Amerika bize hem dost diyor hem bu teröre silah ve eğitim desteği vererek bize düşmanlık ettiği halde Kürecik ve İncirlik üssü ile gerek Filistin topraklarında işgalci olan terör yapısı istihbarat verilerek hala korumaya devam ediyor.
Sonra gidişatın bir ihanet ve aldatmaca olduğu iç piyasada anlaşılması sonucu Fırat kalkanı vb askeri harekat yapıldı yalnız Rusya engeli sonuç almayı önledi.
Bunun ileride bize saldırı yapılması için biz tuzak olduğunu biz yıllarca yazdık uyardık dinleyen olmadı.
.
Neydi o tuzak?
Suriye topraklarında işgalci devlet durumuna düşürmek ve bununla suçlamak.
Nitekim Rusya ağzı ile konuşan Esad ne diyor mülteci sorununu konuşuruz yalnız ülkemiz topraklarını işgal eden Türkiye Cumhuriyeti bu işgale son vermesi gerekir gibi önümüzdeki dönemde bize karşı kullanılacak suçlamayı dillendirdi.
Rusya ve Suriye yarın kiminle birlikte hareket edecek?
Bunu bizimle birlikte hareket eder diyebilir miyiz?
Diyemeyiz?
Rusya ne ister?
Taviz ister!
Gayriulusal bir zihniyet proje bir zihniyet bugüne kadar olduğu gibi taviz vermeden kendini iktidar da tutabilir mi?
Tutamaz.
Suriye'de görev yapan askerler ile zaman zaman karşılaştığımda soruyorum Suriye'de neler oluyor diye?
Bugün kadar tanımadığım askerlik görevini bırakmış askerler dahil kaç asker ile konuştum saymadım hepsinin ortak tespiti ve sitemi şuydu;
Biz Suriye de neye hizmet ettiğimizi bilmiyoruz.
Çünkü tek adam dışında Suriye politikasının neye hizmet ettiğini kimse bilmiyordu.
Gerçekleri tüm direnenler olarak ayrı ayrı yazarak Türk insanını bilgilendirmeye ve uyandırmaya devam ediyoruz.
Rusya 33 askerimizi vurdu yas ilan edilmedi Filistin topraklarında ki terörün kurduğu bir terör örgütünün bir mensubu öldürülüyor iç piyasada kendi kitlelerini diri tutmak için Türk ulusunun asla sahiplenmediği yas ilan ediliyor.
Kimin nereye hangi projeye hizmet ettiğini buradan görmek mümkündür.
Irkçı ve mezhepçi politikaların bu ülkeye verdiği zararı hiçbir politika vermemiştir.
Osmanlı imparatorluğu da bu sebeple tarih oldu. Selçuklu devleti de!
Türkiye Cumhuriyeti de aynı sonu yaşasın diye mücadele edenler ile mücadele etmeye devam ediyoruz.
Türk Fırtınası kasırgaya dönüştüğü gün bir asır önce ki tüm mandacı zihniyet sahipsiz ortada kalacak.
Mustafa Kemal Atatürk yüzünden Anadolu üzerinde plan ve proje yapanlar Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleri Türk'ün türküsünü hep birlikte söylemeye başladığı gün bu niyetlerini sonsuza kadar unutmak zorunda kalacaklar.
Bu çağa Türk çağı dememizin sebebi budur;
Asırlardır silah, düşman ve savaş üreten yeryüzü çetesinin kim olduğunu Türkler sayesinde tüm insanlık öğrenmiş olacak.
Türkler Türk Birliğini kuracak ve bütün dünyada silahların yok edilmesi gerektiği çağı insanlık adına ilk başlatan ulus olacağız.
Bunu silah, düşman ve savaş üreterek dünyanın yaşanmaz bir yer haline bu sebeple geldiğini anlayan her toplum sahiplenecek.
Yurtta barış dünyada barış insanlık siyaseti sayesinde bu zulmü yine Türkler adına beyin savaşları komutanı Mustafa Kemal Atatürk sayesinde kazanmış olacağız.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#Suriye politikasında ki tuzak#yurtta barış dünyada barış
1 note
·
View note
Text
Ne fetö bitti ne de onları büyüten, besleyen, "ne istediler de vermedik" diyen bop eşbaşkanları istifa etti!..
Herkes siyasetteki fetöcüleri aradı durdu. Ama adaletteki fetöcüler temizlenmedi ki! Daha da yayıldılar. Bu ülkenin gencini kalbinden bıçaklayan sığınmacı itlere bu hakim ve savcılar iyi hal indirimi yapmadı mı? Anlaşılan siyasetteki kripto fetöcülerden daha çok adalet sistemimizde fetönün hain o.ç.ları var! Şehirlerimizde arap ırkçısı 515 çetesi dolaşıyor, bu ülkenin vatandaşlarını tehdit ediyor. Çete demiyorum ben bunlara terörist diyorum çünkü şeriatçılar ve Cumhuriyetimizin düşmanları. Tabiki ölü yada diri geldikleri gibi gidecekler ama ülkemde asla kaos yaratamayacaklar. Bu emperyalist çokamaklarını biz Kurtluluş Savaşımızdan biliriz, unutmadık.. Biz bir ulusuz ve bu ulusun bileşeni ve ülkesinin sahibi olan Türk, Laz, Kürt, Arap, Ermeni, Rum ve diğeleri ülkemizin en değerli insanlarıdır çünkü biz biriz ve ülkesini teröristliğe soyunmuş üç beş sığınmacıya bırakmayacaktır. Merak ediyorum kaçak sarayın iti niye "alayına" deyip havlamıyor? Havlayamaz çünkü havlayan it ısırmaz derler! Ve tasması başkasının elinde..
Bozkurtlar, ülkücüler, tam bağımsızlıık diyen solcular, koministler vatansever misiniz? Birlik olma zamanı! Ülkemizde ulus devlete ve bağımsızlığa canını verecek yurttaşlar, birlik olalalım artık! Hiçbir siyasi parti sempatizanı değilim tam tersine hepsinden iğreniyor, iki yüzlü ve yalancı siyasilerden de nefret ediyorum. Benim için varsa yoksa vatanım...
Ben korkmuyorum çünkü bir vatansever yanımda benimle yürüyecek. Sende korkma çünkü senin yanında ben duracağım..
.. .
Akıl, bilim, vicdan ve sevgiyle izindeyiz Ata'm..
"Yurtta sulh cihanda sulh.."
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
8 notes
·
View notes
Text
BOZKURT DÜŞMANLIĞI
“Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan sakının”
Türklerin; millî kültür değerlerinin en önemlilerinden biri sayılan “
Bozkurt”a karşı düşmanlık, elbette ki oldukça eski yıllara dayanır.
Ancak,
Türk olup da mankurtlaşmamış bir zümrenin Bozkurt düşmanlığı yapması oldukça yeni sayılır.
Türkler ilk anayurtlarında yaşarken, düşmanları başta varlığı olmak üzere, Türklerin her şeyine düşman iken, elbette ki kendilerine mânevî güç verdiğine inandıkları bütün kültür değerlerinin yanında Bozkurt’a da düşman idiler.
Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ise, Bozkurt’u bir totem olarak gören bâzı zavallılar da, artık Bozkurt motifinin Türkler için bir değer olamayacağını ileri sürerek, onu sevenlere karşı düşmanlık beslemeye devam etmişlerdir.
Halbuki bundan önceki sohbetimizde açıkladığımız gibi Türklerde Bozkurt hiçbir zaman totem olarak alınmamış, ona tapınılmamıştır.
O sadece atalarından kalan ve millî kültür değerini ifade eden bir sembol olarak bilinmiştir.
Yine, Türkün büyük düşmanlarından birisi olan SSCB döneminin ilk yıllarında Lenin, araştırmacı tarih yazarı İlhan Bardakçı (Murat Bardakçı’nın babası) ile yaptığı bir konuşmada:
-- “Türkiye’de komünizmi yerleştirmek için önce onlara dinlerini, milliyetlerini unutturmak ve kafalarına yerleşmiş olan şu Bozkurt efsanesini söküp atmak lâzımdır” demiştir.(Dr. Tahsin Ünal, Türklüğün Sembolü Bozkurt, Millî Ülkü yayını,6.Baskı,s.21,Konya-1976).
Yakın zamanlarda ise; İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ve 1970′lerden sonra da solun desteğinde Bülent Ecevit’in yanında bulunan özellikle Başbakanlığı döneminde bâzı kişilerce aşırı derecede Bozkurt düşmanlığı yapılmıştır.
Bunların dışında ise, kendilerini Atatürkçü gören bâzı gâfiller de bu rüzgâra kapılarak Bozkurt düşmanlığında bulunmuşlardır. Sadece örnek olarak 1974′de yaşanan hazin bir olay basına şöyle yansımıştır:
“Sene içersinde yapılan bir aramada bir ülkücü öğrencinin üzerinde Atatürk’ün zamanında basılmış olan Bozkurtlu paraların örneği bulunmuş ve bu paralar suç aleti olarak alınmıştır.”
Halbuki Atatürk’teki Bozkurt sevgisi; gelmiş-geçmiş hiçbir devlet adamında ve döneminde yaşanmamış ve O’nun bu sevgisinden ötürü de kendisine gerek yabancı ve gerekse bâzı vatandaşlarımız/yazarlarımız “Bozkurt” demişler.
Peki, Atatürk’e Bozkurt diyenler kimlerdir? İşte bunlardan sizlere verebileceğim birkaç örnek:
ATATÜRK’E BOZKURT DİYENLER
Ziya GÖKALP- 1918′de Malta zindanında iken arkadaşlarına söylediği Atatürk hakkındaki sözleri
“Mustafa Kemal Paşa Türkün efsanelerinde yaşayan Bozkurt gibi kurtarıcı bir şahsiyettir.”
Cumhuriyet gazetesi- 15 Aralık 1933,s.1-5(manşet)
Le Mois(Fr.dergi)- Cumhuriyetin verdiği haber.
Benoist Mechin- Kurt ve Pars Mustafa Kemal(kitap)
H.C.ARMSTRONG- Bozkurt (Doğrudan kitap adı).
Behçet Kemal Çağlar- Dolmabahçe’den Anıtkabire
Fazıl Hüsnü Dağlarca-
Mehmet Ateşoğlu- Atatürk’ün Türkçülüğü, Türk Yurdudergisi, C.2, S.8(290), Kasım-1960, s.39-40;
Şevket Süreyya Aydemir- Tek Adam (kitap)
Gülçin Çandarlıoğlu- “Türk Destanlarında Bozkurt”
Bozkurt özel sayı, 19 Mart 1968, s.11.
Lord Curson- Atatürk’ü anlattığı eserinde.
Berlin Türk Ocağı- Bozkurt Atatürk (bildiri), 19 Ocak 1974.
Genç Arkadaş(dergi)- S.1, 15 Ocak 1975, s.2.
Dr.Tahsin Ünal- Türklüğün Sembolü Bozkurt,6. baskı
Konya-1976, s.36,41,55.
Taner Ünal- O Bir Bozkurttu(kitap) İstanbul-1995.
Atillâ İlhan- O Sarışın Kurt, İstanbul-1998.
Yılmaz Öztuna- Bozkurt Nedir? Türkiye gazetesi, 26 Nisan 1999, s.1.
Yavuz Bülent Bâkiler- Bozkurt Atatürk, Türkiye gazetesi, 31.3.2001.
Yusuf Koç/Ali Koç- Türk Milliyetçi Hareketinin Lideri Başbuğ Atatürk,2.baskı, Ankara-2005,s.VII; Emekli General Veli Küçük, s.2-3.
Sami Yavrucuk- Yeniçağ gazetesi(Köşesinde birçok).
Ertuğrul Afşın- Bozkurt Atatürk Adsız dergisi,S.2,
Kasım-1972, s.5-12.
Hulki Cevizoğlu- AKP’den Farkınız Ne? Yeniçağ gazetesi, 17 Temmuz 2007, s.10.
Tabii ki örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bu konudaki incelemelerim devam etmektedir. Onun için bu kadarlık bir açıklamayı yeterli görüyorum.
———————
(1) Millî kimliğini kaybetmişler için kullanılır. Kelime dilimize romanlarıyla ünlü Kırgız Türkü yazar Cengiz Aytmatov tarafından kazandırılmıştır.
(2) Nejdet Sançar, “Okullarımızda Bozkurt Düşmanlığı”, Ötüken dergisi, S.4, Nisan-1970, s.2.
(3) ”Bucak İlçesinde Olup Bitenler”,Bozkurt(dergi),
S.23, Ağustos-1974, s.4-5.
🇹🇷🇺🇿🇹🇲🇲🇳🇦🇿🇭🇺🇰🇬🇰🇿🤘🐺𐱅𐰇𐰼𐰰🐺🤘
10 notes
·
View notes
Text
Saygıyla Anıyoruz
Türkiye 9. sınıf öğrencisi 3 gencin Yazdığı Yazıyı Konuşuyor..! Atatürk’ün hep “kahraman” olduğunu söylediler bize… Düşmanları nasıl yendiğini, ulusunu karanlıktan aydınlığa nasıl çıkardığını, yurdu nasıl kurtardığını, zaferden zafere nasıl koştuğunu, yurtsever biri olduğunu ve ulusu için neler yaptığını, her başarıyı kendisine değil de ulusuna mal ettiğini, dünyaya hükmeden kararlı bir devlet adamı olduğunu anlattılar. Her söyleyen, her söylediğinde gerçekten de haklıydı. O, bizim için hep ulaşılmaz, hep ayrıcalıklı biriydi. Atatürk’ü bir “kahraman” olarak değil de bir “insan” olarak düşündünüz mü hiç? Oysa O, saydığımız tüm üstün niteliklerinin yanında bir “insandı”. O da bizim gibi banyo yapan, yemek yiyen, pijama giyen, ağlayan, üzülen, gülen, seven birisiydi. Herkes gibi O’nun yaşamında da hırslar, heyecanlar, öfkeler, iniş ve çıkışlar vardı. Renkli bir kişiliği vardı… Erleriyle sigara içip sohbet eden, köylüyle ayran bölüşen, şekerli kahve içen, fal baktıran, gecelik entarisi giyen, bağdaş kuran sade bir vatandaştı. Yemek seçmez, sofraya gelen her yemeği yerdi. Karnıyarığı, kuru fasulyeyle pilavı, gül reçelini ve kavrulmuş leblebiyi çok severdi. Arkadaşlarıyla sokaklarda korumasız yürüyen, Lebon’a pasta yemeye, Rejans’a Borç çorbası, Vefa’ya boza içmeye giden, aklına eseni yapmayı seven, özgür ruhlu bir entelektüeldi. Gramofonunu başucundan ayırmayan, vals ve tangoya bayılan, balolarda genç kızların en gözde kavalyesi olan bir salon adamıydı. Bir iğde ağacının kesilmesine üzülen, bir tayın ölmesine ağlayan, doğayı seven, ulu bir çınarın görkemiyle büyülenen ve bir dalının bile kesilmesine gönlü elvermeyen bu nedenle de o yılların teknolojik olanaklarıyla bir binayı yerinden 4. 80 metre kaydırtan bilinçli bir çevreci, insan sevgisiyle dolu bir askerdi. Sık sık Sarayburnu’na giderek halkın arasına karışmayı ve onlarla birlikte müzik dinlemeyi çok severdi. O’na Sarı Paşa derlerdi… Kararlı bir devlet adamı sertliğine ve cesur asker kişiliğine karşın, özel yaşamında çok duygusaldı. Belki de küllenmemiş aşklarıyla geçmişe özlem duyan, sık sık gözleri dolan bir adamdı… Selanik’teki çocukluk aşkını ve Fikriye’yi hiçbir zaman unutamadı. Başka aşklar da yaşadı. O’na neredeyse dönemin bütün kadınları âşıktı. Kadınlar, gazeteden kestikleri fotoğrafını, göğüslerindeki madalyonlarda taşırdı. Eşi Latife Hanım da genç kızlığında, Paris’te yayımlanan bir dergiden Paşa’nın fotoğrafını kesip madalyonuna koymuştu. Bunu da ilk karşılaştıklarında Mustafa Kemal’e göstermişti. Bu durum, romantik Mustafa Kemal’i, fazlasıyla duygulandırmıştı. O, genç kızlar için düş kurup özledikleri ve bir türlü ulaşamadıkları beyaz atlı bir prens, mavi gözlü çok yakışıklı bir asker, düşlere giren bir masal kahramanıydı. Atatürk, tüm insanlara değer verirdi; ama kadına ve kadın haklarına verdiği değer kuşkusuz tartışılamazdı. Kadını kadın olarak değil de Avrupalılar gibi insan olarak görürdü. Onların eğitimini önemli bulurdu. Kadınların erkeklerden daha bilgili, daha aydın, daha verimli olmaları gerektiğini söylerdi. Kadınları geri kalmış toplumların uygar olmadığını düşünürdü. Cumhuriyetin ilanından sonra Tarsus’a gittiğinde O’nu karşılayanlar arasında Kurtuluş Savaşı kahramanlarından iri yapılı, yağız çehreli Adile Çavuş da vardı. Adile Çavuş saygı, sevgi ve coşkusundan Atatürk’ün önünde yere kapanır, ağlayarak toprağı öper. “Bastığın toprağa kurban olayım Paşa’m! ” der. Atatürk, Adile Çavuş’un elinden tutarak onu yerden kaldırır. “Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın.” der ve toplumun anası olarak gördüğü kadını yerden kaldırır. O, Türk kadınına örnek olsun diye seçtiği, Sorbon’da eğitim gören modern Latife Hanım’la olan evliliğinde çok mutsuz oldu. Bu evliliği sürdüremeyeceğini anlayınca çaresiz kalıp boşandı, kendini bekarlığa mahkum ederek bir daha evlenmemeye and içti. Eşinden ayrıldığı gün gramofonda Sadettin Kaynak’ın şu şarkısını dinleyip ağladı. Gördüm seni bir gün yeni açmış güle döndüm. Coştum, şakıyıp aşk okuyan bülbüle döndüm. Bak ayrılığın şimdi karanlık kucağında Bir bağrı yanık, boynu bükük sünbüle döndüm. Ömrü boyunca evlat özlemiyle yanıp tutuşarak manevi çocuklarıyla avundu… Cumhurbaşkanı oldu; ama mutlu bir aile reisi olamadı. O’nu çoğu kez kahraman bir asker, başarılı bir devlet adamı, kararlı ve cesur bir devrimci, çağdaş bir halkçı, ender rastlanan bir deha; şık giyinen, yakışıklı bir lider fotoğrafı olarak tanıdık, sevdik ve anımsadık… O, koyduğu eşyaların yerinin değişmesini sevmeyen, değişiklik yapılacaksa bunu yalnızca kendisinin yapması gerektiğini düşünen birisiydi. O’nun doğasında kendisi seçmek ve düzenlemek, kendi istediği yere koymak vardı. Oysa O, bütün bu değerlerinin arkasında gizlenen, utangaç, ârif, duygulu, seçkin zevkleri ve sanat tutkusu olan, milyonların arasında yaşayan birisiydi. Kimi zaman acı, kimi zaman özlem çeken, kimi zaman ağlayan, kimi zaman pişmanlıklarla sarsılan bir yalnız adamdı. Bazen bir çocukla gülen, köpeğiyle dertleşen, atıyla yalnızlığını paylaşan bir yalnız adam. O, gerçekten yalnız mıydı? Devrim yapan her lider biraz yalnız değil midir? Halkından hiç kopmayan, halkla arasında perde olmasın diye koruma bile kabul etmeyen bir yönetici nasıl yalnız olabilirdi? Çiftlik’ten tohum almaya gelen köylülerle konuşan, şakalaşan bir halk adamı yalnız olabilir miydi? Değil yaşarken, öldükten sonra bile yalnız kalmadı. Norveçlilerin “Atatürk gibi olmak” diye bir deyimlerinin, tüm dünyada “Atatürk çiçeği” adıyla bilinen bir çiçeğin olduğunu hepimiz bilmiyor muyuz? Yunan Başkomutanı Trikopis, her “Cumhuriyet Bayramı”nda Atina´daki Türk Büyükelçiliğine giderek Atatürk`ün resminin önüne geçip saygı duruşunda bulunurmuş. Düşmanlarının bile saygı gösterdikleri ulu bir devlet adamı yalnız olabilir mi hiç? Haiti Cumhurbaşkanı, mezar taşının üzerine “Bütün ömrüm boyunca Türkiye´nin lideri Mustafa Kemal Atatürk´ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm.” cümlesinin yazılmasını vasiyet etmiş. Vasiyeti de yerine getirilmişti. Bu vasiyet bile Ata’mızın hâlâ yaşadığını ve yalnız olmadığını kanıtlamaya yetmez mi? Ne yapmak istediğini çok iyi bilirdi O. Adaletliydi. Başkalarını dinlerdi. Gazete kağıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanan ve bu yüzden de kendisine söven bir köylüyü tutuklayıp yargılayanlara, “Bırakın o adamı, onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin.” deyip köylüyü serbest bıraktırmıştı. Hoşgörülüydü. Bilet almadan yolculuk yapan ve bunu mebus ayrıcalığı olarak gören milletvekillerine kızar ve onları çok ayıplardı. Toplantılarda sık sık görülmezdi; ama toplantıları kendi yaratırdı. Bir halk toplantısında, kendisine “Paşa’m, size diktatör diyorlar, ne dersiniz?” sorusunu yönelten gence, “Ben diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın! “yanıtını veren Sarı Paşa akıllı, hazırcevap bir yöneticiydi. Türk ulusunun Ata’sı, kurtarıcısı, kahramanı, Cumhuriyet’in mimarıydı. Milyonlarca seveni, uğruna öleni, yoluna baş koyanı vardı. Ömrünü ulusuna adadı, yüreğinde hep acıyı taşıdı, özel yaşamında ıssızlığı yaşadı… Aşklarını içine gömdü, baba olamadığı için çok üzüldü. Bedevi bir falcının kehanetini 26 yıl içinde sakladı ve ondan çok etkilendi. Cumhurbaşkanlığının 15 yıl süreceğini, ne zaman öleceğini çok iyi biliyordu… Savaşta yüz binlerce düşmanla çarpışıp onları yok etti; ama ölmek üzere olan atını vuramadı. Köpeği Foksi ölünce, onun doldurulmuş bedenini görmeye dayanamadı. Yeşile ve maviye tutkundu, kesilen bir ağaç için yas tutardı. Çankaya’dan Meclis’e giden yolun üzerindeki iğde ağacına sanki âşıktı. Bu benim ağacım der, gelip geçerken o ağacı selamlardı. Yol yapımı nedeniyle kesilen o ağaca çok üzülmüştü. Onu, bozkır Ankara’yı yeşile dönüştürecek bir umut simgesi olarak görmüştü. Çankaya Köşkü’nün bahçesindeki ağacı kesen bahçıvanın işine son verilmesini; ama bahçıvana başka bir iş bulunmasını söylemişti. Şarkılardan fal tutar, aşk ve özlem şarkıları çalınırken ağlardı. Özgür ruhuyla, bazen ortalardan kaybolmak ister, bir sade vatandaş gibi yaşamanın özlemi ve coşkusuyla, otomobilinden inip hareket etmek üzere olan trene atlar, tramvaya binip Beyoğlu’na çıkar; aklına esti mi türkü söyler, coştu mu zeybek oynar, erleriyle güreş tutar, gece yarısı mutfağa inip aşçısıyla omlet ya da yakınlarının pek sevdiği menemene benzer bir yumurta yemeği yapardı. Sofrasında oturup da düşüncelerini söyleyen insanları cesaretli olarak görmez, üstelik söylemeyenlere çok kızardı. Bir şeye karar vermeden önce herkesin düşüncesini alırdı. Ankara’nın değişik yerlerinden gelen konukları kabul eden Latife Hanım’ın kabul günlerine O da arkadaşlarıyla katılırdı. Florya’da kaldığı günlerde, halkın arasında denize girerdi. Çocuklarla şakalaşır, gençlerle söyleşir, sandala binip saatlerce kürek çekerdi. O’na pencereden el sallayan tanımadığı yaşlı kadınların yalısına sandalını yanaştırıp kahve içmeye giderdi. Onlarla saatlerce söyleşirdi. Bir şenliğe rastlasa “Galiba burada bir düğün var.” deyip sünnet çocuklarını ya da gelinle damadı ziyaret eder, onlara armağanlar verirdi. Bazen de rastgele bir kapıyı çalıp Tanrı misafiri olur, onlarla birlikte sofralarında pilava kaşık sallar, dertlerini dinlerdi. Bir Adanalı kadar sıcakkanlı; Karadenizli olmamasına karşın, bir Karadenizli kadar cana yakın, bir Aydınlı kadar oturaklıydı. Kısacası O, Anadolu insanının mayasından, onun kumaşındandı. Kendisini Türk ulusunun öğretmeni olarak görürdü. Yakın arkadaşı Behçet Kemal Çağlar’dan, kendisinde gördüğü nitelikleri anlatan bir şiir yazmasını istemişti. Yarım saat sonra şiiriyle dönen ve Atatürk’ün yiğitliği, zaferleri ve devrimlerini bir bir dile getiren ünlü ozana, “Olmamış. Sen benim asıl niteliğimi yazmamışsın. Benim asıl niteliğim, öğretmenliğim, ben ulusumun öğretmeniyim, bunu yazmamışsın. “demiş ve buna da çok üzülmüştü. Atatürk aslında öğretmen değil, dünyada “Başöğretmen” olarak kabul gören tek liderdi. Bir geometri kitabı yazmıştı. “Üçgen, açı, dikdörtgen …” gibi tam 48 geometri teriminin Türkçe ad babasıydı. Bu yönüyle de Mustafa Kemal, gerçekten bir öğretmendi. En büyük düşü bir dünya turuna çıkmak, Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmekti. Çok çalışkandı. Onun için çalışma saati diye bir şey yoktu. Yapacağı işi bitirinceye kadar uyumadan, dinlenmeden, yemek yemeden çalışırdı. Uykunun dostu değildi. Zaman zaman geçirdiği kısa hastalıklar bir yana, sabah güneşini görmeden yatağına girmez ve uyumazdı. Uykuda geçirdiği zamana acırdı. Başladığı kitabı çok sevmişse onu bitirmeden uyumazdı. Binlerce kitabı vardı; ama bunlardan birini, Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” romanını cephede bile başucundan ayırmazdı. Giyimiyle ve ev düzeniyle yakından ilgilenirdi. Gömleklerinin hepsi beyazdı, başka renk gömlek giymezdi. Lacivert kıyafeti hiç sevmezdi. Çok şık giyinirdi. Takım elbiselerinin modellerini hep kendisi çizerdi. Sabah kahvaltısını yapmak istemez, yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurup oturur ve kahvesini içerdi. Eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi. Yufka yürekliydi. Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz, böyle durumlarda sırtını dönerdi. Sportmen bir kişiliği vardı. Her gün at biner, yüzmeye gider, kürek çeker ve tavla oynardı. Kısacası spor yapmayı çok severdi. Değişik bir insandı.. Alçakgönüllüydü; ama hiç de uysal değildi, sertti. Yaşamı zor olaylarla geçmişti. Her şeyi kazanarak elde etmek ister, hak etmediği hiçbir koltuğa oturmazdı. İstanbul Üniversitesinin bir salonunda yapılan açılış törenine katılmıştı. Herkes tahta iskemlelere, O da kendisi için hazırlanan kırmızı renkli süslü koltuğa oturacaktı; ama oturmadı. Yanındaki profesörlere bakarak “Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu koltuk yalnızca sizlere layıktır.” dedi. En kıdemli profesörü o koltuğa oturtup programı tahta iskemlede izledi. Böylece dünya lideri olmanın yolunu da herkese göstermiş oldu. Yoğurda “yuğurt”, tabancaya “tapanca”, sarhoşa “sarfoş”, derdi. Kendini övenleri ve yağcıları hiç sevmezdi. Lafı uzatanların sözünü “yani” diyerek keser, anlamsız sorulara sinirlenirdi. İlk mecliste, bir oturum sırasında üyelerden birinin “Paşam, laikliğin ne anlama geldiğini anlamadım, anlatır mısınız?” sorusuna çok kızmıştı. Elini kürsüye vurmuş, soruyu soran din bilgini üyeye, “Adam olmak demektir hocam, adam olmak!” diye yanıt vermişti. Herkese “çocuk” demeyi pek sever, armağan vermeye bayılırdı. Durup dururken odasına çıkar ve çok özel, seçkin, şık eşyalarını sofradaki dostlarına seve seve dağıtırdı. Eli çok açıktı. Kimine kravat, kimine gömlek, kimine kürk hediye ederdi. Sofradakiler bu özel armağanların değerinden çok, Atatürk’ten armağan aldıkları için sevinirlerdi. Bazen de cimriliği tutardı… Gardırobundaki on beş – yirmi zarif kalpağı arkadaşlarının başına tek tek yerleştirir sonra da ” lıh… Veremeyeceğim…” der, kalpaklarını geri alarak yakın arkadaşlarına şakalar yapardı. Her insan gibi düşleri ve aşkları vardı. Bursa’yı ziyaret ettiğinde onuruna bir akşam yemeği verilmiş. Kendisini neşeli ama düşünceli gören davet sahibi Laika Hanımefendi, cesaretini toplayarak Gazi’ye,” Paşam! Af buyurunuz, hiç âşık oldunuz mu? Sevdiniz mi? Diye bir soru yöneltmiş. “Sevmek!… Sevmeye acaba vakit bulabildik mi Hanımefendi? Ömrü, çeşitli mücadeleler içinde geçen, dağ, tepe, dere demeden dolaşan, çadırda, karargâhta ömür süren bir askerin sevmeye vakti kalır mı sizce?” diyerek soruya, soruyla yanıt vermiş. Ardından da “Biz de insanız Hanımefendi! Bizim de çarpan kalbimiz, bizim de his tarafımız var… Yoksa, askeriz diye, bu yönümüzden kuşku mu duyarsınız?” demiş. Bu yanıt da sevmiş, ama çok sevmiş; ancak sevgiyi dilediğince yaşayamayıp içine gömmüş Mustafa Kemal’in, Latife Hanımefendi ile evlenmesinden bir hafta önceki itirafı olmuştu. Yaşamının her döneminde onurunu duygularından üstün tuttu. Birdirbir oynayan komşu çocuklarının oyun çağrısını kabul eder; ama onların üzerinden atlaması için eğilmezdi. Ama eğil ki atlayalım diyen arkadaşlarına başını sallayarak “Ben eğilmem, üstümden böyle atlayabiliyorsanız atlayın.” dedi. Çok sık düş görür… Düşlerinin baş kahramanı Zübeyde Hanım’la, gelincik ve ayçiçeği tarlalarında buluşur, ömründe yalnızca bir kerecik giydiği mareşal üniformasıyla anasına kavuşmak için koşup durur, bir türlü ulaşamayıp ter içinde uyanırdı. Düşlerinde annesine ulaşıp onu kucaklayacağı gün, öleceğine inanırdı. Ölümü, Zübeyde Hanım’la randevu gibi düşünürdü. Bazı şeylerin olacağını önceden sezer, gördüğü kötü düşlere üzülürdü. Annesinin ölümünü de düşünde görmüş ve ardından da bu üzücü ölüm haberini almıştı. Ankara’da, sıkça ve gizlice, Çiftlik arazisi içinde olan Söğütözü’nde bir kulübeye kapanır, ömründe en sevdiği kadın olan annesi için saatlerce Kur’an okurdu. İnsanüstü değildi Atatürk; güzel insandı, tam insandı, büyük insandı. Onun büyüklüğünü yalnız biz değil, tüm dünya ulusları kabul etmişti. Kimi uluslar dünyanın tarihini değiştirdiğini, kimileri ise yüzyılın yetiştirdiği en büyük adam olduğunu belirtmişlerdi. Her insan gibi O da ölümlüydü. Doğa O’nu da zamanı gelince alacaktı. Öyle de oldu, 1938 yılının 10 Kasım günü bu büyük insan, bu güzel insan aramızdan ayrıldı. Biz, bu ölüme hazır değildik kuşkusuz, o nedenle inanamadık. Bu ölüme bizim gibi başka uluslar da uzun süre inanamadı. Kimi uluslar bunu derinliği ölçülemez büyük bir kayıp büyük bir acı olarak gördü. Kimileri onun ölümünden sonra dünyayı eskisi kadar enteresan bulmadı. Kimileri ise Doğu’nun Ata’sının kaybolduğunu, bir güneşin battığını söyledi. Yakasını ölümden kurtaramayan Ata’mızın o uğursuz ölüm haberi çok çabuk duyuldu. İstanbul’u taşa kesti, dondurdu. Dükkanlar kapandı, yaşam durdu. İnsanlar sustu, kendi içlerine çekiliverdi. İşte o gün İstanbul Üniversitesinde de saat dokuzu beş geçenin o uğursuz haberi duyuldu. Hukuk Fakültesinde çalışan bir Alman profesör ağlayan, üzülen öğrencilerin durumunu gördü ve çok şaşırdı. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremedi. Durumu anlatmak ve bilgi almak için rektörün yanına gitti. Ona: -Efendim, ne yapacağımı bilemiyorum. Kararsızım. Derslere girmeli miyim acaba ? diye sordu. Rektör: -Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yapılıyorsa onu yapın, yanıtını verdi. İşte o zaman Alman profesör, kollarını iki yana sarkıtarak: -Efendim, bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki… dedi. Sevgili Atatürk, Bırakıp gittin bizi Sen’i unuttuk sanma Zaman alışmayı öğretir belki; ama Unutmayı asla!
2 notes
·
View notes
Text
Terörizm kelimesini modern bağlamında Fransız Devrimi sırasında İngiliz devlet adamı ve filozof Edmund Burke kullanmıştır. Bu terimi, İngilizcede Terör İktidarı olarak bilinen regime de la terreur'i (Haziran 1793-Temmuz 1794) tanımlamak için kullanmıştır. Radikal Jakoben hükümetinin öncülük ettiği Terör İktidarı devrimci bir ideolojinin hedeflerini daha ileri götürmek için gerçekleştirilen devlet terörizminin iyi bir örneğidir. Terör iktidarı sırasında, Jakoben diktatörlüğüne muhalif binlerce kişi sadece yeni devrimci Cumhuriyet'in düşmanları oldukları gerekçesiyle tutuklanmış ve Devrim Mahkemesi'nde yargılanmıştır. Cumhuriyet'in düşmanı olarak görülenler, yeni bir idam aracı olan giyotin ile başları kesilerek idam edilmiştir. Giyotin, kurbanların idamını bir montaj hattı tarzında art arda gerçekleştirebilme kabiliyeti yüzünden, Jakobenler ve dönemin diğer devrimcileri tarafından devrimci adaletin aydınlanmış ve uygar bir aracı olarak görülmüştür.
Terör İktidarı'nın acımasızlığı kurbanların sayısına yansımıştır. 17.000 ila 40.000 kişi idam edilmiş ve belki de 200.000 siyasi mahkûm hapishanelerde hastalık ve açlıktan ölmüştür. İki olay, bu şiddetin toplumsal boyutunu daha iyi göstermektedir. Lyon'da, kasaba meydanında 700 kişi top ateşiyle topluca katledilmiştir. Nantes'da gözaltına alınan binlerce kişi teknelerin batması sonucu Loire Nehri'nde boğulmuştur.
0 notes
Text
Müslümanın Türkiye'de taşıdığı özel anlamı İslâm düşmanları sarahaten bilmektedir. Bu yüzden vazgeçilmez bir değer olarak Müslümanlığını koruyan kişilerin, resmî kuruluşlarda, büyük işletmelerde veya toplumu belirleyici noktalarda "sağlam" yerleri yoktur.
Türkiye için çalıştığınızda hiçbir resmî makam sizi korumayacaktır. Bilakis Türkiye aleyhine yaptığınız her iş koruma altındadır ve bunu da söylemekten çekinmiyorlar. "Artık yeni bir dünya" diyorlar.
Türkiye'de hangi sebeple ve hangi tarzda olursa olsun devletin emrine giren kişi şahsi işini, ikbal beklediği işi milletini terk etme pahasına ilerletebiliyor. İlerletmeye konu ettiği bu iş, ister bir ideolojik dâvâ olsun ister şahsi servetini artırmak olsun.
Türkiye'de Müslüman olmak ne demek? Türkiye'de kâfír köpeği olduğunu ispat etmediğiniz takdirde Müslüman olarak size bir yer açılmayacaktır. Bunu bilin!
Türkiye’de devletin emrine giren kişi, bu istihdam mukabilinde neyi elde edebilecekse, işte onu, ancak mensup olduğu milleti terk etmesi mukabilinde kendi zimmetine geçirebilmektedir. Her ne yapıyorsa, yaptığı işi, milletle arasına mesafe koyduğu nispette ilerletebiliyor.
Kimlerdir Türkiye’de devlete itaat edenler? Bunların bir takım aklı ermez ve ahlâken zaafiyeti fark edilmiş zevattan ibaret olduklarını bilmemiz lâzım. “İbaret” dediğime bakıp da, az sayıda oldukları zehabına kapılmayasınız. Bunların sayısı şimdiki nüfus içinde on milyondan fazlasını içine alır. Peki, ya diğerleri? Diğerleri, Türk devletinin yürütme gücünü Türkler aleyhine işletebilme hüneriyle iştigal edenlerdir.
İnsanların helâl içinde olması ve haramdan uzak yaşaması tabii ki asil bir hayattır. Fakat bütün hayatının bundan ibaret olduğu, kendi küçük dünyasında çok dürüst davranıp, hiçbir meşru zemini olmayan “devlete itaat”i İslâm sanmak başlı başına bir felakettir.
| İsmet Özel
0 notes
Text
Mahmut Uzun | Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası gerçeklestirilen soykırımlar üzerine kurulmuş bir… | Instagram
instagram
Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası
gerçeklestirilen soykırımlar üzerine
kurulmuş bir
devlettir.
"Dış güçler"den çok Anadolu'daki halklara, azınlıklara karşı savaşmış ve katliamlar yaparak kendini meşrulaştırmıştır..
Asıl düşmanları Ermeniler, Yunanlar, Süryaniler,
Yezidiler ve bugün de kürtler olmuştur...
1921'de kurulduğunda Kürtleri ve Alevileri yanına çekmiş, kandırmış, bugünde onları yok etmek istiyor...
Bu devletin kurucu partisi CHP bu insanlık suçun tek sorumlusudur...
... kendi geçmisiyle hesaplaşmayan devlet ve bu parti savunucuları tüm bu tarihin suç ortaklarısınız...
Mahmut Uzun
0 notes
Text
TEKNİK TAKİP DOSYASI : CIA (FETÖ) ŞİMDİ DE ODAMIZA TEKNİK TAKİP AMAÇLI BÖCEK KOYDU !!!!! VIZ GELİR TIRIS GİDER !!!!
Değerli Yurtseverler, Bildiğiniz gibi dostumuz kadar düşmanımız var. Bilumum FETÖCÜLER, devlet ve millet düşmanları, vatan hainleri, organize suçlular, teröristler, ne ararsanız geçmişte görevde iken bilfiil mücadele ettiğim kesimler halen emeklilikten sonrada düşmanım olarak faaliyetlerine devam ediyorlar. Açığımızı kollayıp ısırmak için fırsat arıyorlar. Bugüne kadar onlara bu fırsatı vermedik,…
0 notes
Text
Geçen hafta netenyahu çıkar;Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan'a çirkin sözlerde bulunur,kendi ordusunu ahlaklı bizim ordumuzu katil ilan eder;dün milli değerlerimiz üzerinden ülkemize operasyon çekilip kriz çıkartılmaya çalışılır.Anlaşılan birileri tarafından ülkemiz aleyhine düğmeye basıldı.Elbet birgün yüce devletimiz çekilmeye çalışan operasyonların hepsinin hesabını sorar!Çünkü devlet yarına bırakır ama yanına bırakmaz!
Ey ülkemiz düşmanları!Ne yaparsanız yapın,şunu iyi biliniz;
BAŞARAMAYACAKSINIZ!
MİLLETİMİZİ BÖLEMEYECEKSİNİZ!
BAYRAĞIMIZI İNDİREMEYECEKSİNİZ!
EZANLARIMIZI SUSTURAMAYACAKSINIZ!
BU MİLLETE DİZ ÇÖKTÜREMEYECEKSİNİZ!
0 notes
Text
Filistin’in Özgürlüğü İnsanlığ��n Da Özgürlüğüdür.
✍🏻 Türkiye Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu
https://www.gundemarsivi.com/filistinin-ozgurlugu-insanligin-da-ozgurlugudur/
“Doysun varsın utancın ekmeğiyle
alçak domuzlar,
güneşin düşmanları.
Soluğum kesilene kadar
kalacak soluğum.
Ekmek olacak,
silah olacak,
savaşan ellerde soluğum.”
Böyle diyor Filistinli şair Samih el Kasım. Sütün, ekmeğin ve bir ülkenin özgürlüğü için savaşmak gereklidir ancak o ülkenin özgüvenliğini ateşe atmak da savaş kadar tehlikelidir.
Filistin, yaklaşık yüz yıldır özgürlüğüne yönelen işgalci devlet saldırısıyla yaşadı, yaşıyor. İsrail’in Filistin halkına yönelik baskı ve saldırıları yeni değil. Bu baskı, yıldırma ve işgale karşı Filistin halkının kendini savunması doğal, haklı ve zorunlu bir karşı koyuştur ama yine de özgürlük ararken başka bir ülkenin sivil halkını ölümle sınamak, özgürlüğü kuşkuya düşürebilir.
Bu kez Hamas’ın sivillere saldırısıyla başlayan bu yeni savaş sürecinde, Batılı işgalcileri de yanına alan İsrail, “fırsatı ganimete çevirmek” için çoluk çocuk, sivil asker demeden misillemeye, Gazze’de bir soykırıma girişti. Saldırganlar bir hastaneyi bombaladı. Hastanede beş yüzden fazla ölünün ve en az o kadar da yaralının olduğu söyleniyor. 7 Ekim’ den bu yana Gazze Şeridi’nde beş yüzü çocuk, üç binden fazla Filistinlinin öldüğü ve dokuz bin Filistinlinin yaralandığı biliniyor. Batı Şeria’da da elli dört ölü, binden fazla yaralı var.
Bu çatışmada silahsız insanlar öldürülüyor. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar bombaların ve kurşunları hedefinde. Bir halk soykırıma uğruyor ve topraklarını terk ediyor. İşgalci İsrail, Gazze Şeridi’ni boşaltmaya çalışıyor. Uluslararası hukuk kurallarına ve Cenevre Sözleşmesi’ne göre savaş suçları işliyor.
Biliyoruz ki bu soykırım da savaş suçları da yeni değildir. Yaz sonunda İsrail’in, Batı Şeria’da Cenin Kampı’na saldırısıyla başlayan “siviller savaşı”, güz ortasında da “sıcak savaş”a dönüştü. Yerde tanklar, gökte füzeler ölüm ve gözyaşı kusuyor. Nasıl alışılabilir ki bu vahşiliğe, bu ölümlere? Kan kıyamet dinecek gibi değil! Filistin toprakları yine kanla ve ölümle yıkanıyor. Yerlerini, yurtlarını yaralarıyla ören bir halkın acısı, elbette ki insanlığın vicdanını da kanatıyor.
Biz, Türkiye Yazarlar Sendikası, bu keder ve ölüm coğrafyasında artık silahlar sussun, diyor ve Filistin halkının özgürlüğü için aydınları “vicdani görev”e çağırıyoruz.
Savaşımımız barış için olsun.
Filistin artık barışa kavuşsun.
Çocuklar ölmesin, öldürülmesin.
Kimse yerinden yurdundan edilmesin.
TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI YÖNETİM KURULU
TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI
Bakırköy Kültür Merkezi, Ataköy 7- 8- 9- 10. Kısım, 34158 Bakırköy- İstanbul
turkiyeyazarlarsendikasi.org
@turkiyeyazarlarsendikasi
0 notes
Text
Tele1✔Ayyy Allahım konulacağım mezara bile gömdürmesin bu barbarları😨Usa niye afgan yönetimini tanıyın diye baskı yapıyor dünyaya anladınız mı İran güçleri ve taliban arasında çatışma çıkmış Usanın düşmanları kimler?İran/Rusya/Çin peki Rusyaya ulaşmak içi hangi ülkelere ihtiyacı var?Türkiye/İran hani diyorlardı ya İstanbulu kaybeden Kabeyi kaybeder kaybedildi zaten 2000'lerde usa askerleri Kabeyi korumak için cenabet hâlleriyle pis etleriyle o kutsal mekâna sokulduklarında kaybedilmişti nedense islâmi terörist oluşumların hizbullah daeş el kaide ihvan müslüman kardeşler vs sesleri çıkmamıştı cıa bunları bu yüzden Türkiyeye yönlendiriyor idiot mollalar Türkiyedeki islâmcıları güçlendirmek için bunları sınırda geçiriyorlar tabii Türkiye işgâl edildiğinde Usa size bravo diyecek bekleyin İranlı için İstanbul düşerse Tahran düşer Türkiye için Tebriz düşerse Ankara düşer sonra hedef Moskova ve Çin cıa planı bu Rusya(pelerininin altında Çin var)Türkiye ve İranı örtülü kontrolle ele geçirip(Aliyev-Oğan ve papuçumun milliyetçileri doğu perincek şirketler rantçılar vs aracılığıyla)Erdoğana destek veriyor görünüp ülkesini ve Çini koruyup bizi kurban etmek planında yarın bu oyunu bozacak kaç kişi çıkar bilemem ama sandıkları satacak oylarımızı çalacak tatlı su vatanseverlerin sayısını biliyorum sonra gizli(Rusya-Çin)açık(Usa-İngiliz ve saz arkadaşları Canada-Avustralya vs)işgâl edildiğinde Aleviden CB olmaz bekâ pkk deyip mutlu olun bunların babaları pkk ile aynı cıa-rus-ingiliz hepsi her 2 örgüte de destek veriyorlar pkk Kürt devleti, hizbullah İslâm,sadat astikayı kursa da suriyeli afgan pakiler ülkemize s..çsa da kime yarayacak?Usa/Rusya/İngiliz/Çin vs salak İran kendisi rahat kalır sanıyor nah kalırsınız bizi kuşattıkları gün sizi füzelerle yok ederler Türkiyede kendi destekledikleri başta olsun isterler ama zaten sizin halkınız bir saç özgürlüğüne anasını satar hepiniz siktirin gidin hep diyorum "TÜRKİYE'DE ZEKİ İNSAN YOK EN ZEKİLERİ BENİM Kİ IQ'UM 45 GEÇMEZ İÇİNE YANDIĞIMIN MEMLEKETİ YARIN OY KAYDIRIP BİR DAHA DEMENİZİ BEKLİYORUM SONRA GÖRÜN ARADA NASIL TOST OLUYORSUNUZ sadat derin devlet milliyetçiler islâmcılar 😂
instagram
0 notes
Photo
Değerli dostlar, Tarih boyunca Milletimiz ve Devletimiz, genelde mazlumlara, masumlara ve çaresizlere çare ve umut olmuştur. Yine Milletimiz tarih boyunca hem ezeli ve azılı düşmanlarımız ile hem de onların emir ve güdümündeki içimizdeki ihanet, fitne, terör, sapık ve kötülük odakları ile amansız pek çok savaşlar ve mücadeleler verdi. Değerli dostlar Bizler Türk Milletiyiz. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de adeta İslam ile özdeşleştik. Hala İslâm'ın bayraktarlığı omuzlarımızda. Çünkü bu davayı sahiplenebilecek başka millet ve devlet yok. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu hassas dönemde iyi niyetli ve hakkaniyetli herkesin olumlu ve yapıcı katkısına ihtiyacımız var. ÖZELLİKLE Vahhabi İslamı denilen devletler hem emperyalist ve sömürgeci devletlerin güdümündedirler , hem İslâm'ın ezeli ve azılı düşmanları ile iş birliği halindedirler, hem de İslam'ı savunabilecek Milletimize ve Devletimize karşı düşmanca tavır içindeler. Bizler yine de Rabbimiz hepimizi islah etsin, şuur versin ve hidayet nasip etsin diyelim. Tüm iyi niyetli ve hakkaniyetli gayretlere rağmen yine de ihanet, fitne, terör ve kötülük azgınlığında israr edenleri Rabbimiz tez zamanda kahru perişan etsin. Rabbimiz, bizleri tüm kötülüklerden, bela ve musibetlerden korusun. Bizlere tüm iyilikleri, Hakça zaferleri, hayırlı ve yararlı hizmetleri nasip etsin. Amin inşaAllah. En içten dileklerimle selam 👋, sevgi, saygı ve dua ile. https://www.instagram.com/p/Cp3EenboaQj/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes