#demokrasiye darbe
Explore tagged Tumblr posts
veganlogicdinamo · 2 years ago
Text
EMPERYALİST POLİTİKALAR İÇİN ‘DEKORATİF’ BİR APARAT
Daha iktidara gelmeden “Ben şeriatçıyım” itirafında bulunan, “Demokrasi bir tramvaydır, istediğimizde yerde ineriz” diyen Erdoğan’ın liderliğindeki AKP’nin, bu ülkede demokrasiye nasıl darbe vurabileceğini laikler, Cumhuriyetçiler, Atatürkçüler, bağımsızlıktan ödün vermeyen sosyalistler biliyordu. Çandar gibilerse, sadece Amerika’nın emperyalist politikaları için dekoratif bir aparattı!
17 notes · View notes
gundembuca · 3 months ago
Text
CHP'li Hacer Taş 'tan 'Milliyetçilik ve Kayyum " Vurgusu
Tumblr media
CHP'li Hacer Taş'tan 'Milliyetçilik ve Kayyum " Vurgusu Buca Belediyesi’nin kasım ayı meclis toplantısında konuşan CHP’li Meclis Üyesi Hacer Taş, geçtiğimiz hafta bazı belediyelere kayyum atanmasıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Belediye başkanlarının görevden alınmasını demokrasiye darbe olarak nitelendiren Taş, bu durumdan milliyetçilik karşıtı bir söylem çıkarılamayacağını ifade etti. CHP'nin logosundaki 6 oktan birinin milliyetçiliği simgelediğini vurgulayan Taş, "Biz milliyetçiliğimizle ilgili sorgulanacak insanlar değiliz. Kimsenin beni ya da arkadaşlarımı sorgulamasına izin vermem," dedi. https://youtu.be/8T-xc26ZICU Hacer Taş “Çocuk Yapıyorsunuz bebekken ölüyor” Teröre karşı durduklarını belirten Taş, her fırsatta terörü kınadıklarını ve ülkede yaşanan olaylara kayıtsız kalınmasına üzüldüklerini söyledi. "Bu ülkede gündem sürekli değişiyor," diyen Taş, "Daha dün bebek cinayetlerini konuşurken şimdi de çocuk ölümleriyle ilgili sorgulama yapıldığı ifade ediliyor. Çocukların hayatı delil toplamaktan daha önemli değil mi? Sonra da çıkıp deniliyor ki üç çocuk yapın. beş çocuk yapın, çocuk yapıyorsunuz doğarken ölüyor bebekken ölüyor" . https://youtu.be/8T-xc26ZICU CHP li Hacer Taş 'ın Buca Belediye Meclis konuşması gündem oldu Hukuka ve adalete olan güvenin azaldığına dikkat çeken Taş, kayyum atamalarına karşı olduklarını ve kayyumun bir çeşit darbe olduğunu belirtti. Darbelere karşı durduklarını, terörü ise kimden gelirse gelsin lanetlediklerini ifade eden Taş, “Kutuplaştırarak demokrasiyi yok sayarak bir adım ileriye gidemeyiz,” dedi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin halkın iradesini temsil ettiğini hatırlatan Taş, adaletsizliğin olduğu yerlerde halkın tepkisinin artabileceğini ve bu durumun göz ardı edilmemesi gerektiğini söyledi. https://www.youtube.com/watch?v=jjRBFD9zalQ 2023 Yılı En Başarılı ve çalışkan kadın siyasetçileri ödülü CHP'li Hacer Taş ve AK Partili Seher Canerler Read the full article
0 notes
pazaryerigundem · 6 months ago
Text
Beylikdüzü'nde '11. Barış ve Sevgi Buluşmaları'na muhteşem final
https://pazaryerigundem.com/haber/187215/beylikduzunde-11-baris-ve-sevgi-bulusmalarina-muhtesem-final/
Beylikdüzü'nde '11. Barış ve Sevgi Buluşmaları'na muhteşem final
Tumblr media
İstanbul’da Beylikdüzü Belediyesi tarafından düzenlenen 11. Barış ve Sevgi Buluşmaları muhteşem bir finalle sona erdi.
İSTANBUL (İGFA)  –Beylikdüzü Belediyesi tarafından düzenlenen Barış ve Sevgi Buluşmaları’nın 11.’si muhteşem bir finalle sona erdi. Beylikdüzü Cumhuriyet Etkinlik Alanı’nda yapılan Çardak Altı Sohbetleri’ne, kapanış gününde eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen ile Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık konuk oldu. Moderatörlüğünü Pelin Batu’nun yaptığı söyleşide, “Kaostan Barış İnşa Etmek Zor Mu?” konusu tartışıldı.
Duayen gazeteci ve siyasetçi Altan Öymen’in II. Dünya Savaşı’ndan bugüne savaşı ve barışı anlattığı ve yakın tarihimizi özetlediği girişle açılan sohbet, Başkan Mehmet Murat Çalık’ın Atatürk’ün konuşmalarından alıntılar aktardığı bölümlerle devam etti. Türkiye’nin dış politikası, demokrasiye dönüş, kadınların katılımı ve Beylikdüzü’ndeki sosyal belediyecilik uygulamaları da söyleşinin konuları arasındaydı.
Tumblr media
Altan Öymen her şeye rağmen iyimserliğini ifade ederken şunları söyledi: “Cumhuriyet hükümetlerinin prensibi yurtta barış, cihanda barış. Ve bunu uygulamışız.Tabii çok acı şeyler oldu. O idamlar büyük hataydı. Ama mesela, 12 Mart’ta meclis lağvedilmemişti. 12 Eylül üç sene sürdü sadece ve ardından Özal geldi. Bir de Yunanistan’a bakın; orada darbe 10 sene sürdü, adamlar gideceğiz de demediler. Yani demek istediğim, Türkiye’ye yakın ülkelerden bazıları bizden sonra demokrasiyle tanıştılar, bazıları ise hala tanışmış değiller. Fransa’da 1., 2., Napolyon’dan bu yana kaçıncı cumhuriyet? Yani öyle kolay işler değil. Ama buradaki kadınların sayısına bakıyorum, yarı yarıya! Bu iyimserlik verici bir şey.Kadınların toplumdaki yeri benim çocukluğumda bile bu noktada değildi. Her şeye rağmen Türkiye’de demokrasi gelişiyor.”
ÇALIK: SORUNLAR BİR MASADA ÇÖZÜLÜR
Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık da Öymen’le hemfikir olduğunu belirterek şunları ekledi: “Ben de iyimserim. Gençlerin burada olması çok güzel. Biz yüz yıldır Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün iktidarında yaşıyoruz. Hiç kimse kendisini, resmini oradan kaldırdı diye ismini de silebileceğini sanmasın. Millet uyanmaya başladı. Kalıcı bir barışı inşa edeceğiz. Bakınkaostan çıkacak bu memleket. Tabii ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir evladı olmaktan onur duyuyorum. Ama mesele vatansa, mesele bayraksa gerisi teferruat. Partiler de teferruat. Sorunlar vatanı, milleti sevenlerin bir masaya oturup cumhuriyet hükümeti kurmalarıyla çözülür”
GENÇLER ÖDÜLLENDİRİLDİ
Söyleşinin ardından standları dolaşarak sahaflarla sohbet eden Başkan Mehmet Murat Çalık, ardından spor turnuvalarında dereceye girenlere ödüllerinin verildiği törene katıldı. 20.30’da DJ performansıyla devam eden gecede, saatler 21.30’u gösterdiğinde ise Türk pop müziğininsevilen ismi Ceylan Ertem sahne aldı. BöyleceTürkiye’nin dört bir yanından ve İstanbul’un muhtelif semtlerinden gelen 25 sahafı Beylikdüzü’nde buluşturan Barış ve Sevgi Buluşmaları, Ceylan Ertem konseri ve kitap mezatıyla sona erdi.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
gundemsivas · 7 months ago
Text
0 notes
haber71net · 7 months ago
Link
Balışeyh Belediye Başkanı Hilmi Şen, “Anayasal düzeni yıkmak, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmak amacıyla FETÖ/PDY Terör Örgütünün tarafından 15 Temmuz 2016 gecesi düzenlenen hain darbe teşeb... ---------------------------- Haberin devamı haber71.net'te.
0 notes
elazigsurmanset · 9 months ago
Text
SES Genel Merkezi’nden Hakkari Belediyesi’ne Kayyum Atamasına Tepki
Tumblr media
SES Genel Merkezi, Hakkari Belediyesi'ne hukuksuzca atanan kayyum ile ilgili bir açıklama yaparak, kayyum politikalarının antidemokratik, toplum sağlığını tehdit eden ve halk iradesine darbe vuran uygulamalar olduğunu belirtti. Açıklamada şu hususlara dikkat çekildi: Toplum sağlığı: Toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesi ancak toplumsal yaşamın demokratikleştirilmesi, birey ve toplumun özgürleştirilmesi ve eşitsizliklerle mücadele edilmesiyle mümkündür. Bu da her bireyin yeterli ve dengeli beslenebildiği, uygun koşullarda barınabildiği, temiz suya ulaşabildiği, havanın kirletilmediği, temiz çevre ve güvenli gıdaya ulaşımın sağlandığı bir ortamda gerçekleşebilir. Kent hakkı: Kayyum atamaları kent hakkına ve halk iradesine darbedir. Kent hakkı, halkın kenti yönetme, demokratik katılımda bulunma ve kenti değiştirme hakkıdır. Yerel seçimler bu hakkın kullanımı için önemli bir araçtır. Demokrasi ve Barış: Kayyum politikaları demokrasiye ve barışa müdahaledir. Seçilmişlerin yargı kararı olmadan görevden alınması, antidemokratik bir uygulamadır ve halkın demokrasiye olan inancını zedelemektedir. Sağlıklı Toplum ve Gelecek: Kayyum politikaları sağlıklı bir toplum ve gelecek için tehdit oluşturmaktadır. Masumiyet karinesinin herkes için geçerli olması ve yargı kararı olmadan seçilmişlerin görevden alınamaması gerekir. SES Genel Merkezi, Hakkari'de yaşanan bu hukuksuzluğa karşı halkın iradesini savunmaya devam edeceğini ve kayyum politikalarına karşı mücadeleye sonuna kadar devam edeceğini açıkladı. Açıklamada ayrıca, sağlıklı bir toplum ve gelecek için kayyum politikalarından vazgeçilmesi ve masumiyet karinesinin herkes için uygulanması gerektiği vurgulandı. SES Genel Merkezi'nin açıklaması, Hakkari Belediyesi'ne kayyum atanmasına yönelik tepkileri ve kayyum politikalarına dair eleştirileri yansıtması açısından önemlidir. Read the full article
0 notes
drakifakca · 1 year ago
Text
28 Şubat 1997.. Post modern darbe, bundan tam 27 yıl önce yapıldı. O utanç günleri unutulmadı.
Bugün milletin inancına, değerlerine, hürriyetine ve gelişimine pranga vurmak için, milletin tanklarının namlusunu millete çevirenlerin, dipçik zoruyla ülkeyi karanlığa sürüklemek isteyen zihniyetin yıl dönümüdür.
“Postmodern Darbesi” olarak adlandırılan 28 Şubat; milletimizin inancına, iradesine, değerlerine, insan haklarına, demokrasiye ve özgürlüklere yapılan fiili bir darbedir.
28 Şubat’ı hatırlamak sadece tarihi bir hikâyeyi anlatmak değildir. #28Şubat’ı hatırlamak sadece geçmişte yaşananlar üzerinden siyasal kamplaşmaları gündeme getirmek de değildir.
28 Şubat; Anayasa’nın, hukukun, kanunların, milli iradenin ve demokrasinin çiğnendiği bir kara gündür, haksız ve hukuksuz karanlık bir sürecin başlangıcıdır.
Öyle ki bu dönemde, çorbacılar dahi fişlenmiş, ikna odalarıyla başörtülü öğrencilerimize psikolojik baskılar yapılmış, üniversite kapılarında polis zoruyla başları açtırılmaya çalışılmıştı. Zamanın büyük medya kuruluşlarının destekleriyle kamuoyunda irtica geliyor algısı oluşturularak büyük bir infial meydana getirilmiş, bankalar hortumlanmış, devletin ekonomisi çökertilmiş ve milletimizin sosyal ve manevi hayatına doğrudan müdahale yapılmıştır.
Her darbe döneminde olduğu gibi bu dönemde de birçok vatandaşımız inançları nedeniyle haksız uygulamalara maruz bırakılarak din ve vicdan hürriyetleri ihlal edilmiştir. En küçük sermaye sahipleri dahi kategorize edilerek üretim ve mülkiyet hakkı sınırlanmıştır. Yapılan fişlemeler ile özel hayatın gizliliği yok edilmiştir.
28 Şubat Postmodern Darbesi, sadece dönemin Refahyol Hükümeti’ne karşı yapılmadı. Aynı zamanda inançlı ve geleneklerine bağlı iş dünyasına karşı da yapıldı. “Yeşil Sermaye” isimleri altında her türlü engelleme, karalama ve iftiralara maruz bırakılmıştır.
28 Şubat’ın insanların hayatlarında ve ruhlarında açtığı derin yaraların pek çoğu artık kanamasa da izleri çok ama çok derin, hâlâ sızlıyor. Hatta bazıları tam olarak iyileşmedi, iyileşemedi, ne yazık ki bir türlü iyileştirilememiştir.
Malumunuz olduğu üzere Özel Akça Hastanesi ve Doğumevi’nin, 29/07/1993 gün ve 5695 sayılı ruhsatnameye dayalı olarak başladığı hizmet sunumu, “Postmodern bir darbe” olarak muhafazakar kesime yönelik hak ihlallerinin yapıldığı ve inançlara engel olunma gayretinin son çırpınışlarının sahnelendiği “28 Şubat Döneminde” yaşanan siyasal gelişmelerin oluşturduğu malûm husumetlerin belli çevreler tarafından zamanın kamu yöneticilerine, kasıtlı ve yanlı biçimde kullandırılması sonucunda kamu imkanları seferber edilerek, hukuka aykırı zorlamalar neticesinde 19/12/2000 tarihinde Özel Hastane Açılış Ruhsatı’nın iptal edilmesi ile Türkiye'nin tüm personeli bayan kadın hastalıkları ve doğum ünitelerini ilk açan, çok düşük karşılıklarla hasta bakarak hizmet sunan, her gece sekiz branşta uzman doktor istihdam eden, büyük emeklerle geliştirilen ve başörtülü sağlık çalışanlarının istihdam eden ilk özel hastanesi; bu haksız, kadir kıymet bilmez yaklaşımla kapatılarak zulümler edilmiş, büyük haksızlıklar yapılmıştır.
28 Şubat Postmodern Darbesi döneminde İstanbul Valiliği görevini yürüten Erol ÇAKIR’a hitaben yazılan, Fatih Kaymakamlığı'nın 19/03/2001 tarih ve 215 sayılı 'GİZLİ' ibareli cevabi yazısı incelendiğinde Özel Akça Hastanesi ve Doğumevi’nin faaliyetine hukuka aykırı bir şekilde son verilmek istenilmiş olduğu görülmektedir.
Başbakan Sayın Bülent Ecevit başkanlığında 28 Mayıs 1999 tarihinde kurulan 57. Hükümet döneminde, Özel Hastane Açılış Ruhsatı’nın iptal edilmesinin yanı sıra eş zamanlı olarak da kiracı olarak kullanımımızda olan Vakıflar idaresine ait taşınmazın kira sözleşmesinin yenilenmemesi ve tahliye edilmemiz için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Yüksel YALOVA tarafından İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne gerekli talimatın verildiği malumatının, DSP İstanbul Milletvekili Ahmet GÜZEL’e bildirildiği Devlet Bakanı imzalı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 02/01/2001 tarih ve 6 sayılı yazısında hukuka aykırılık açıkça görülmektedir.
27. yılına giren 28 Şubat darbesinde hesaplaşılmayan kişiler, giderilmeyen mağduriyetler ve kâmilen huzur bulmamış bir toplumsal vicdan olduğunu da söylemek zorundayız. 28 Şubat defterini tamamen kapatacak olan ise sorulmamış hesapların sorulması, giderilmemiş mağduriyetlerin giderilmesidir.
28 Şubat Postmodern Darbesinin neden olduğu insan hakları ihlalleri ve halen devam eden mağduriyetlerin bir an önce giderilmesinin de bir insan hakkı talebi olduğuna inanıyorum.
Bu kapsamda, 28 Şubat darbesini gerçekleştiren ve katkı veren asker ve sivil bürokratlardan hesap sorulmalı. Bu sürece doğrudan ve dolaylı destek veren medya ve sözde sivil toplum kuruluşları millet huzurunda hesap vermeli. Yerli işbirlikçilerinin tamamından millet adına, hukuk önünde hesap sorulmalıdır.
Üstelik bu darbe döneminde yaşatılan zulüm, yalnızca belirli bir kesimin eliyle yapılmamış; askerin başı çektiği süreç, siyaset, medya, iş dünyası, üniversite ve meslek örgütleri tarafından da profesyonel bir organizasyonla yürütülmüştür.
Darbenin sivil ayağının yargılanmaması en büyük eksikliktir. Bu kişiler, maalesef ki bugün aramızda “itibarlı kişiler”miş gibi yaşamaya devam ediyorlar. Eksik kalan adaletin tesisi ve kamu vicdanının kâmilen rahatlatılması için sivil ayağı yargıdan medyaya, bürokrasiden siyasete, ekonomiden STK ayağına kadar bütün yönleriyle yargıya taşınmalı, süreçte yer alan herkesten hesap sorulmalıdır.
Diğer bir mağduriyet kitlesini de brifingli yargının verdiği keyfi kararlarla mahkûm edilen insanlar oluşturmaktadır. Bu nedenle devam eden mağduriyetlerin giderilmesi ve tazmini için de mutlaka yeni bir çalışma başlatılmalıdır. Zira adaletin gecikmeye tahammülü yoktur.
Hukuk devletinde benzeri hukuksuzluk ve hak ihlallerinin giderildiği yer normalde yargı mercileri olmaktadır. Ancak bu süreç yargıyı da yozlaştırarak adeta ihlalleri onayan noter konumuna getirmiştir. Brifing ve talimatlarla harekete geçirilen yargı erki silah olarak kullanılmış; adalet dağıtması gereken hâkimler ve mahkemeler hukuk dışı kararlara imza atmışlardır.
Bu dönemde verilen yargı kararlarının neredeyse tamamı sübjektif ve ideolojik temelli olmuştur. Gerçekten de bu dönemde yargıçlara Genelkurmayda brifingler verilmiştir. Tüm bu gelişmeler Yargının açıkça nasıl baskı altına alındığını, bu şartlar altında gerçekleştirilen yargılamanın da adil ve tarafsız olamayacağını göstermektedir. Gerçekten de süreç mağdurlarının bu dönemde açtığı davaların istisnalar dışında tamamına yakını reddedilmiştir.
28 Şubat Postmodern Darbesi’nin mahkeme tarafından mahkûm edilmesine, bu süreçte görülen yargılamanın tarafsız olmadığı açık delillerle ortaya konulmasına rağmen bu sürecin mağdurlarından büyük bir bölümünün hala mağduriyetleri giderilmiş değildir.
Bu nedenle 28 Şubat sürecinde maddi ve manevi kayba uğrayan bütün kesimlerin mağduriyetleri bir an önce giderilmelidir. Bunun için gerekirse yasal düzenlemeler yapılarak en azından baskı altında taraflı yargı tarafından yargılananlar için yeniden yargılama yolu açılmalıdır. Sosyal hukuk devletinin gereği de budur. Zira her sene 28 Şubat'ın yıldönümünde hamasi nutuklar atarak darbecileri lanetlemenin mağdurlar için hiçbir yararı bulunmamaktadır.
Kısacası hakları ihlal edilen tüm 28 Şubat mağdurlarının taleplerine kulak vermek ve bu talebin gereğini yerine getirmek başta yargı, iktidar ve TBMM olmak üzere herkesin üzerine düşen önemli bir görevdir.
Bu düşüncelerle milletimizin ve ülkemizin gelişmesini ve kalkınmasını geciktiren, her alanda mağduriyetler ve travmalar oluşturan 28 Şubat Postmodern Darbesi’ni, 27. yıl dönümünde bir kez daha esefle kınıyor ve Türk Demokrasi tarihine kara leke vuranları lanetliyorum.
0 notes
guncelhaberleri · 1 year ago
Text
Erdoğan: Türkiye'yi darbe anayasasından kurtarıp demokrasiye yakışır sivil anayasaya kavuşturacağız
Erdoğan, iktidarın yeni adli yılda tüm vatandaşların adalete erişimini kolaylaştırmaya devam edeceğini ve bin hakim ve savcı yardımcısı alarak kapasiteyi güçlendireceğini bildirdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’yi darbe anayasasından kurtarıp, demokrasimize yakışır sivil anayasaya buluşturma çabasını ittifak ortaklarımızla istişare içinde başlatacağız.” dedi. REKLAM Cumhurbaşkanı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
fisiltihaberleri · 2 years ago
Text
Tumblr media
15 TEMMUZ ŞEHİTLERİ İBB ÖNÜNDE ANILDI İMAMOĞLU: BİR DAHA 15 TEMMUZ YAŞAMAMAK İÇİN KURUMLAR VE KANUNLAR ÜLKESİ OLMAYA HEP BİRLİKTE SAHİP ÇIKMAK ZORUNDAYIZ 15 Temmuz 2016 gecesi gerçekleştirilen hain darbe girişiminde yaşamını yitiren 251 şehit, İBB önünde anıldı. Anma töreninde konuşan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Bir daha 15 Temmuz'u yaşamamak için demokrasiye, milletin birliğine ve bütünlüğüne, laikliğe, hukuka, liyakate ve kurumlar ve kanunlar ülkesi olmaya hep birlikte sahip çıkmak zorundayız. Her kurumda, her zeminde bu koşulları sağlamakla yükümlüyüz. Milletin iradesinin üstünde hiçbir güç olmayacağı inancıyla, hiçbir kişi ya da bir gruba ayrıcalık tanınmadan, görevimizi hep birlikte devletimizin her kurumunda en doğru şekilde yapmaya devam etmeliyiz ve edeceğiz” dedi https://www.fisiltihaberleri.com/haber/15-temmuz-sehitleri-ibb-onunde-anildi-9038.html
#FısıltıHABERLERİ #Ekremİmamoğlu #15temmuz #türkiye #istanbul #ankara #15temmuzdestanı #vatan #asker #rte #izmir #akparti #bayrak #reis #receptayyiperdoğan #ömerhalisdemir #mhp #turkiye #jöh #pöh #antalya #akp #millet #şehitlerölmezvatanbölünmez #polis #şehit #unutmayacağız #instagram #sondakika #15temmuzşehitlerköprüsü
0 notes
hetesiya · 2 years ago
Text
AKP ve Kemalizm
Roni Margulies
AKP’nin Kemalistleşiyor veya hatta çoktan Kemalistleşmiş olduğu çokça tartışılan bir konu. Şu veya bu ölçüde Kemalistleşmiş olduğu yaygınca kabul görüyor; tartışma konusu genellikle ne ölçüde ve niye Kemalistleştiği oluyor.
Yeni bir tartışma değil ama bu.
Sekiz yıl önce, AKP hükümetinin onuncu yılında, Zaman gazetesinde Şahin Alpay, “AKP ‘İslamî Kemalist’ midir?” başlıklı yazısında AKP’nin Kemalist olmadığını, ama “Kemalist yasaların ve yapıların” yerinde duruyor olduğunu savunuyordu:
Kültürel açıdan bakarsak: AKP kesinlikle Kemalist değildir. Kemalistler, dinin kalkınmaya engel olduğunu, bunun için vicdanlarla sınırlandırılması gerektiğini düşünürler. AKP’liler ise dindar Sünnilerdir ve otoriter laiklik düzeninin bir kısım mağdurlarını temsil ederler. Ne var ki,… AKP iktidarı Kemalist otoriter laiklik düzeninde pek az değişiklik yapabilmiştir.
Ekonomik açıdan bakarsak: Kemalistler bu anlayıştan bir miktar uzaklaşmalarına rağmen, esas olarak devletçidirler. AKP iktidarı ise Türkiye’nin gördüğü en liberal ekonomi politikalarını temsil eder.
Siyasal açıdan bakarsak: Kemalistler ilke olarak demokrasiye inanmaz. Şartların zorlamasıyla en çok askerî-bürokratik vesayet altında demokrasiyi kabullendiler. AKP’nin ise kendisinden önceki tüm çevre partileri gibi ‘millî irade’, yani çoğunluk yönetimi anlamında demokrasiye bağlı olduğu muhakkaktır.
Öte yandan, on yıllık AKP iktidarına rağmen ‘Kemalist yasaların ve yapıların’ büyük ölçüde yerinde duruyor olması, evet bir ölçüde ‘beyinleri uzun süre ‹güçlü devlet’ tarafından yıkandığı için, başka türlü yönetmeyi bilemeyişleri’ ile açıklanabilir.1
Alpay, 2016 darbe girişiminin ardından “FETÖ/PYD terör örgütüne üye olmak” suçlamasıyla tutuklandığında AKP’nin demokrasiye bağlılığının ne kadar “muhakkak” olduğunu tekrar tekrar düşünmeye vakit bulmuştur kuşkusuz. Ama AKP hükümetinin demokrat olduğunu, “Kemalist yasaları ve yapıları” değiştirmeyi amaçladığını, hatta bir “devrim” gerçekleştirmekte olduğunu zannetmek Alpay’a özgü bir yanılgı değildi elbet. Başta “devrim” tezini en tutarlı şekilde savunan Etyen Mahçupyan olmak üzere, bu yanılgıyı paylaşan hatırı sayılır sayıda aydın vardı.
Alpay’ın arkasından Ahmet Altan Taraf gazetesinde “Kemalizmin en büyük ve en korkunç zaferi, dindarların damarına milliyetçilik zehrini enjekte etmek oldu” cümlesiyle başlayan “Nevruz, Kemalizm ve Din” yazısını yazdı:
Bakın, on yıldır bu ülkeyi ‘dindar’ bir hükümet yönetiyor, neredeyse son üç yıldır memleketin ‘rakipsiz’ iktidarı bu dindar insanlardır. Peki, Kemalistlerin milliyetçiliğinden farklı bir milliyetçilik anlayışı görünüyor mu ortada? Yooo…
Başbakan Erdoğan ve AKP, bir ara bu milliyetçilik barikatını aşacak, dindarların ruhundaki Kemalizm’i temizleyecek, tarihimiz ve geleceğimiz açısından muhteşem bir adımı atacak gibi davrandılar ama sonra özlerindeki Kemalizm’e ve milliyetçiliğe geri döndüler.2
Kemalistleşme iddialarının devam ettiğini Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak’ın iki yıl sonra 28 Şubat 2014’te “AK Parti Kemalistleşti mi?” ve ertesi hafta “AK Parti Kemalistleşti mi? (2)” başlıklı iki yazı3 kaleme almasından anlıyoruz. İlk yazıya Albayrak şöyle başlıyor:
Bir süredir medyada AK Parti’nin giderek Kemalistleştiği tezi üzerinden fikirsel bir nosyon tabanı oluşturuluyor. Tezin katılımcılarını iyi tanıyorsunuz, Hasan Cemal ve Mehmet Altan gibi köşelerini kaybettikten sonra iflah olmaz birer AK Parti muhalifine dönüşmüş bazı yazarlar; bir süredir hükümeti seçim dışı yollarla devirmeye ahdetmiş gibi gözüken paralel örgütü destekleyen cemaat medyası ve benzerleri…
“Fikirsel bir nosyon” ne demektir, fikirsel olmayan bir nosyon nasıl olur, bu ilginç soruları bir kenara bırakırsak, yazılarda başka ilginç bir şey yok. Tek kaygı, AKP’yi ve Erdoğan’ı savunmak, Kemalistleşmediklerini iddia etmek. Özetle, “El insaf derler insana” diyor.
Şahin Alpay iki yıl sonra, darbe girişiminin birkaç ay öncesinde “Erdoğan iktidarı Kemalizm’e sarıldı” yazısıyla tartışmaya geri döndü:
Kimilerinin ‘İslamcı’ olarak niteledikleri, Sünni milliyetçisi AKP iktidarının, 2011’den itibaren Kemalist politikalara yöneldiği görülüyordu… AKP iktidarının 2011 genel seçimlerinde yüzde 50 dolayında oy almasıyla başlayan, 17/25 Aralık [2013] büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına maruz kalmasıyla güçlenen bir süreçle bugün pek az farkla temel Kemalist politikalara sarılmasına tanık oluyoruz.4
Alpay artık, AKP’nin “başka türlü yönetmeyi bilemediği” için “Kemalist yasaları ve yapıları” değiştirememiş, ortadan kaldıramamış olduğunu değil, “temel Kemalist politikalara sarılmış” olduğunu savunuyordu. Bu temel Kemalist politikaların neler olduğunu ve AKP’nin bunlara sarılışını yazının devamında şöyle anlatıyordu:
Cumhuriyet’in ilanından sonra uygulamaya konan, Kemalist (laik milliyetçi) modernleşme projesinin dayandığı temel ilkeleri ve politikaları kısaca hatırlayalım;
“Demokratik bir rejimle modernleşme reformları gerçekleştirilemez,” dendi. Otoriter bir tek-parti rejimi kuruldu; muhalefet ‘hainlik’le özdeşleştirildi.
“Din modernleşmeye engeldir, toplum üzerindeki etkisi kırılmalıdır,” Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla din, devlet tekeli ve denetimi altına alındı, inanç özgürlükleri kısıtlandı. Resmî İslam yorumu topluma dayatıldı.
“Modern bir toplum ancak tek dilli, tek kültürlü olabilir,” Türkleştirme politikaları uygulandı. Kürtler yok sayıldı, kimlik talepleri şiddetle bastırıldı. Dış Kürtler, güvenlik tehdidi olarak görüldü.
Söz konusu Kemalist laiklik ve kimlik politikaları, 20. yüzyıl boyunca toplumdan, özellikle Kürtlerden yükselen itirazların yasak ve şiddetle bastırılmasıyla, değişmeden uygulandı. 1950’de çok-partili düzene geçilmesinden sonra siyasîler bazı yumuşatmalar yapmak istedilerse de, asker her seferinde müdahale ederek Kemalist politikaların bekasını güven altına alan askerî vesayet düzenini kurdu ve korudu.
Bugün Türkiye’ye tek-parti dönemini andıran keyfî ve otoriter bir tek-adam yönetimi hâkim… Diyanet İşleri Başkanlığı, tek-parti dönemine çok benzer bir şekilde, iktidar partisinin hizmetinde. Fiilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başında olduğu AKP yönetimi, Kemalist kimlik politikalarında yapılan yumuşamalarda sona gelindiğini ilan etti… AKP iktidarının Kemalizm’e sarıldığının bir göstergesi de, Kürt politikalarında Ulusalcılarla (kökten laik milliyetçilerle) uyum içinde oluşu.
Daha yakın zamanda Karar gazetesinde önce Ali Bayramoğlu, sonra İbrahim Kiras aynı konuda birer yazı yazdı. “AK Parti’nin Atatürkçülüğü” başlıklı yazısında5 Kiras, “AK Parti şimdi kendi elleriyle hamurunu karıp şekerini katıp pişirerek sofraya getirdiği bu pastadan [Atatürkçülük’ten] pay almak istiyor” diyerek AKP’nin popüler olma kaygısıyla Kemalizm’e yanaştığını ima ederken, bunun niye popüler olacağını şöyle açıklıyor:
Dindar/muhafazakâr kesimlerin genelinde Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki devlet düzenini laikleştirme politikalarına karşı duyulan hoşnutsuzluk sürüyor olsa da, aslında ‘anti-Atatürk’ damar sanıldığı kadar güçlü değildir. (Hatta çoğu zaman bu türden olumsuzlukları millî mücadelenin önderine konduramadığı için faturayı İnönü’ye kesmeyi tercih eder muhafazakâr kesim.)
Kiras’dan birkaç gün önce, Ali Bayramoğlu “10 Kasım, Kemalizm, Ahmet Altan” başlıklı, daha derinlikli bir yazıyla6 tartışmaya katılmıştı. Bayramoğlu, önce Kemalizm’in üç temel unsurunu (“kilit noktasını”) tanımlıyor, sonra da bugün bu unsurların büyük ölçüde değişmemiş olarak geçerli olduğunu anlatıyor. Üç unsur şöyle: “İlki otoriter laiklik anlayışıydı. İnancı, öznesiyle, nesnesiyle, simgeleriyle kamusal alandan dışlayan, özel alanında bile şekillendirmeye çalışan politikalar…” Bu biraz değişti, diyor Bayramoğlu, ama “dünün agresif ve düzenleyici laiklik anlayışı demokratik bir anlayışla ikame edilmedi, sadece karşı kimlikçi politikalarla dengelendi.”
“İkincisi milliyetçilik anlayışıydı… Bu anlayış, temelde, gayri Müslim, Müslim her tür köken grubuna uzanan, keskin, agresif ve yasakçı Türkleştirme politikaları üzerine kuruluydu.” Burada pek bir şey yazmaya bile gerek görmüyor Bayramoğlu: “Agresif milliyetçilik konusuyla, ‘egemenlik, beka, bütünlük’ meselesiyle, buna ilişkin korku ve yasak politikalarıyla ilgili… değişen gerçekten hiç bir şey yok.”
“Üçüncüsü, ilk ikisini mümkün kılacak devlet ve devlet-toplum ilişkisi anlayışıydı. Bu anlayış, hiyerarşik, otoriter, devleti ‘dayatmanın, şekillendirmenin ve korkuların merkezi’ haline getiren, onu toplum karşısında ayrı bir topluluk gibi telakki eden mekanizma üretti.”
Bu unsur da Bayramoğlu’na göre “özü bakımından” aynıdır, “eski dönemle aynı içeriği taşımaktadır.”
“Kemalizm bağlamında dün ve bugün arasındaki fark ve benzerlik nedir? Muhafazakâr siyasi iktidar Kemalizmle nasıl ilişki yaşamaktadır?” sorularıyla başlayan yazı, “Siyasi iktidar ve Kemalist bazı ilkeler bakımından uyum mutlak” ve “İktidar sahipleri bu bakımdan [yani laiklik anlayışı dışında] tam anlamıyla Kemalistler” sonucuna varıyor.
Tartışmanın Sınıf Boyutu
AKP’nin Kemalistleşip Kemalistleşmediği, Kemalistleşiyorsa ne ölçüde Kemalistle��tiği tartışmasını yapanların, Şahin Alpay, Ali Bayramoğlu ve Ahmet Altan gibi Türkiye’nin makul liberal isimleri olması tesadüf değil, şaşırtıcı da değil. Necmettin Erbakan’ın başbakan olmasından beri 25 yıldır Kemalistler/ulusalcılar ile bunların şeriatçı/siyasal İslamcı olarak tanımladığı kesim arasında keskin bir kutuplaşma yaşanan memlekette bu tartışmayı Kemalistlerin de AKP’lilerin de yapması zaten söz konusu değil. Birinci kesim için, AKP gericidir, Orta Çağ karanlığını temsil eder; Kemalizm ise ilerici/aydınlanmacı/çağdaştır, dolayısıyla AKP’ni Kemalistleşmesi mümkün değildir. İkinci kesim için bu tartışma gündeme bile gelmez; zaten iktidarda olan, pragmatik bir partinin ve taraftarlarının bu tür konuları deşmeye ihtiyacı yoktur.
Ne var ki, tartışmayı liberal7 yazarların başlatmış ve sürdürmüş olması, önemli bir eksiğe yol açıyor: Tartışmanın sınıf boyutu yok. Dolayısıyla, söylenen her şey basit bir durum tespitinin ötesine geçemiyor, yüzeysel kalıyor.
Yukarıda alıntıladığım tespitlerde, özellikle Bayramoğlu’nun tespitlerinde, bir sorun yok. Kemalizm tanımları beş aşağı on yukarı doğru; AKP yönetiminin laiklik dışında bu tanımlara aşağı yukarı uygun davrandığı da doğru. Ancak, bu tespitlere yol açan toplumsal gelişmelere, sınıfsal süreçlere bakılmadığı zaman, varılan sonuçların yüzeysel olması kaçınılmaz. Şahin Alpay’ın AKP’nin “demokrasiye bağlı” olduğunu düşünmesi ve “Kemalist yasaları ve yapıları” değiştirecekleri beklentisine kapılması sonucunda “beyinleri uzun süre ‘güçlü devlet’ tarafından yıkandığı için başka türlü yönetmeyi bilemeyişleri” nedeniyle hayal kırıklığına düşmesi kaçınılmazdır. Keza, Ahmet Altan da “bir ara bu milliyetçilik barikatını aşacak, dindarların ruhundaki Kemalizm’i temizleyecek, tarihimiz ve geleceğimiz açısından muhteşem bir adımı atacak gibi davrandılar ama…” diyerek hayal kırıklığı yaşamaya mahkûmdu.
AKP’nin “demokrasiye bağlılığını” göstermek, “milliyetçiliği aşmak”, “Kemalizm’i temizlemek”, “Kemalist yasaları ve yapıları değiştirmek” gibi bütün bu olumlu şeyleri yapmasını beklemek için herhangi bir neden var mıydı? Parti’nin hangi siyasî gelenekten geldiğine ve bu geleneğin sınıfsal tabanına bakıldığında hiç böyle bir neden yoktu.
AKP’yi kuran kadrolar, partinin bütün kurmayları Necmettin Erbakan’ın Millî Görüş hareketinde yetişmiş, siyaset yapmış, dünya görüşünü oluşturmuş kişilerdi, hareketin genç ve parlak unsurlarıydı. Bu hareketin neyi temsil ettiğini Erbakan’ın kendisi çok açık bir şekilde anlatır:
Almanya’daki çalışmalarımız sırasında bizi etkileyen ve üzen bir olay da şudur: Biz o fabrikalarda bir yandan çalışıp bir yandan araştırmalar yaparken, Türkiye Zirai Donatım Kurumu’nun Alman fabrikalarına verdiği motor siparişlerini gördük. Bu görüntü, bizim Türkiye’de bir Millî Motor Sanayii kurma kararlılığımızı iyice pekiştirdi. Bunları bizim milletimiz, tamamen kendi imkânlarıyla yapabilirdi. Türkiye’nin ilk millî sanayi örneği olan Gümüş Motor Fabrikasını, memleketini ve milletini seven 200 ortakla kurmamızın temelinde de işte o görüntü yatar.
Gümüş Motor Fabrikası kurulurken ülkede önemli hadiseler yaşandı… Fabrikanın arkasında bir banka, bir finans kaynağı olmadığı için aradaki mali farkın sağlanması o yılların şartlarından dolayı bin bir çeşit müşkülat oluşturdu. Ama bu zorlukları fabrikada çalışan insanlar, gece yarılarına kadar çalışarak, bazen hiç aylık almayarak kendi gayretleri ve fedakârlıklarıyla aştılar.
Gümüş Motor’un ilk prototipi yapılıp test için ilgili makamlara götürüldüğünde bir engel çıktı. Neymiş, Avrupa standartlarına göre 5.6 litre olması gereken yakıt, bizim motorda 5.7 litre çıkmış. Bunun için onay veremeyeceklerini söylediler. Geri dönüp tekrar çalışmaya başladık. Gümüş Motor’u, Avrupa standartlarının dahi altında, saatte 5.5 litre motorin harcar hâle getirdik. Yine standartlara uygun olmadığı gerekçesiyle reddedildi.
Gümüş Motor, Mart 1960’ta seri üretim yapmaya başladı. Ama bu sefer de damping engeli çıktı. İthalatçı firmalar, 10 bin liraya sattıkları motorları 5 bin liraya düşürdüler. Gümüş Motor, bu engeli aşmak için büyük bir riski göze aldı ve fiyatı daha da aşağıya çekti… Montajcı zihniyet, Gümüş Motor’dan, Türkiye’nin yerli ve millî bir motor üretmesinden rahatsız olmuştu. İthalatçı firmaların hemen tamamı da azınlıklara mensup mümessillerdi.
O yıllarda kredileri Odalar Birliği paylaştırıyordu. Bu kredilerin hemen hemen tamamına yakını, İstanbul’daki büyük ithalatçılara veriliyordu. Örneğin, 20 milyon dolarlık yatarım kotasının 19 milyon doları İstanbul’daki ithalatçılara giderken, sadece 1 milyon doları Anadolu’ya kalıyordu. Anadolu’daki müteşebbisler ciddi döviz sıkıntısı yaşıyor ve kalkınma hamlelerini gerçekleştiremiyorlardı. Kredilerin Anadolu girişimcisine aktarılabilmesi için, mücadelenin Odalar Birliğinde yürütülmesi gerekiyordu. Bu amaçla 1966 yılında önce Odalar Birliği Sanayi Dairesi Başkanı, ardından Genel Sekreteri olduk. Döviz ve kredi tahsisatlarını Anadolu’ya yöneltince, o güne kadar kredileri istediği gibi kullanan kesimler bundan rahatsız oldu. Anadolu girişimcisi ise bu mücadelede bizim yanımızda yer aldı. Yapılan seçimde, TOBB Başkanı olduk.8
Bugün olduğu gibi, Erbakan’ın başkan seçildiği dönemde de Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) küçük ve orta boy Anadolu sermayesinin temsilcisiydi.9 Erbakan’ın, öldüğü güne kadar, kurup başkanlık ettiği bütün partiler TÜSİAD’ın temsil ettiği büyük İstanbul sermayesiyle rekabet edemeyen, uluslararası bağlantıları olmayan, çoğunlukla KOBİ’lerden oluşan TOBB üyelerinin ekonomik çıkarlarını savunmuştur. Ve yine bu taşra sermayesinin dünya görüşüne uygun olarak, Millî Görüş’ün ekonomik politikalarına muhafazakâr sosyal politikalar ve milliyetçilik eşlik ediyordu.
Bu geleneğin içinden çıkan bir partinin, merkezî ve yerel bütün kadroları bu geleneğin içinde pişen AKP’nin Türkiye’de büyük ve olumlu değişiklikler yaratacağını düşünmek, böyle bir beklenti içine girmek için hiçbir neden yoktu. Küçük ve yerli olduğu için rekabet edemeyen, devlet mekanizmalarından dışlandığı için kredi bulamayan ve ihale kazanamayan, İstanbul sermayesi karşısında varlık gösteremeyen, ama yakıcı bir özlemle bu sermayenin saflarına katılmayı amaçlayan taşra burjuvazisinin partisi niye memlekete demokrasi getirecekti, niye “tarihimiz ve geleceğimiz açısından muhteşem bir adım” atacaktı? Bu taşra burjuvazisi ekonomik ve siyasî yapının kendisine değil, bu yapılardan dışlanıyor olmaya itiraz ediyordu. Yapının kendisini değiştirmek gibi bir talebi yoktu.
“Anti-Kemalist” Damar
AKP için “Kemalistleşti” denmesinin temel nedeni, yukarıda alıntıladığım yazarların beklentilerini karşılamayıp doksan yıllık ceberrut devlet mekanizmalarını büyük bir iştahla kullanıyor olması. AKP’nin içinden geldiği siyasî geleneği ve sınıfsal tabanını hesaba katmayınca, ilk yıllarında attığı bazı adımlar yukarıda alıntıladığım liberal yazarlara etkileyici geldi, partinin yapacakları hakkında büyük hayallere kapılmalarına yol açtı. Oysa, sınıfsal tabanına ek olarak, AKP’nin Kemalizm’i ortadan kaldıracağı beklentisini geçersiz ve anlamsız kılan ikinci bir etmen daha var. İbrahim Kiras’ın sözleriyle: “Dindar/muhafazakâr kesimlerin genelinde Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki devlet düzenini laikleştirme politikalarına karşı duyulan hoşnutsuzluk sürüyor olsa da, aslında ‘anti-Atatürk’ damar sanıldığı kadar güçlü değildir”.
Bayramoğlu’nun saydığı Kemalizm’in üç temel unsurundan ikisi (milliyetçilik ve devlet) ile ilgili olarak AKP’nin kurucuları, kurmayları ve tabanı açısından zaten hiçbir sorun yoktur, hiç olmamıştır. Milliyetçilik ve devletin kutsanması zaten Türkiye dindar muhafazakârlığının temel unsurlarıdır. Ve zaten genel olarak muhafazakârlığın devlet eliyle (ve Amerika’nın da doğrudan yardımıyla) beslendiği, pekiştirildiği, örgütlendiği Soğuk Savaş yıllarında, 1950’ler ve 1960’larda, milliyetçi muhafazakârlık ile ‘mukaddesatçı’ muhafazakârlık aynı kurum, dernek ve örgütlerde yan yana, omuz omuza, birlikte davranmıştır. O günden bugüne Türkiye’de milliyetçilikle mukaddesatçılık arasında hiçbir zaman bir duvar olmamış, bu iki hareketi ayıran perde her zaman çok geçirgen olmuştur. Dolayısıyla, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP’nin kurucu ve kurmaylarının siyasî ve kültürel şekillenmesi sadece mukaddesatçı değil, milliyetçi-mukaddesatçı bir ortamda, milliyetçilerle aynı tarihi yücelterek, aynı kahramanlara taparak, aynı kitapları okuyarak, aynı düşmanlara karşı mücadele ederek gerçekleşmiştir.
Bu, çok belgelenmiş, iyi bilinen bir saptamadır, ama sadece söyleyip geçmiş olmamak için, iki örneğe kısaca bakabiliriz. Bunlardan biri Mücadele Birliği adlı örgüt, diğeri Millî Türk Talebe Birliği.
Mücadele Birliği 1960’ların ortalarında Afyon Liseli bir grup arkadaş tarafından kurulan, Konya İmam Hatip Lisesi’nden Afyon’a staj yapmaya gelen bir grup öğrenciyi kazanarak büyümeye ve yayılmaya başlayan, 1970’e gelindiğinde ciddi eylemler örgütleyebilecek güce ulaşmış olan, Aykut Edibali önderliğinde bir örgüt. On yıl boyunca Yeniden Millî Mücadele adlı bir dergi yayınlayan örgütü, örgüt hakkında mükemmel bir çalışmanın10 yazarı olan Ekin Kadir Selçuk şöyle anlatır: “Ortadoğu’daki İslami hareketlerden etkilenmişlerdi, Mevdudi, Seyyid Kutup gibi isimlerin fikirlerini, Hizbüt Tahrir gibi örgütlerin ideolojik kimliklerini sahipleniyorlardı. Bununla birlikte Türkiye İslamcılığının milliyetçi muhafazakâr yönüne de büyük bir hevesle sahip çıkıyorlardı.” Tarihi boyunca hem mukaddesatçı hem milliyetçi olan örgüt, 1970’e kadar daha ziyade mukaddesatçı, 1970’ten sonra daha ziyade milliyetçi olmuştur. Selçuk’un ifadesiyle, “1970’lerde Yeniden Milli Mücadele’nin ideolojik duruşu da nispeten değişti. İslami milliyetçilikten ulus milliyetçiliğine yöneldiler. Derginin ilk yılında hemen hiç kullanılmayan Türk adı ileriki yıllarda her cümlenin başına getirilmeye başlandı.”
“Türk” adının kullanılmaya başlanması bir yana, 12 Mart darbesi yaklaşırken Yeniden Milli Mücadele dergisi “Komünistlere karşı ordu millet el ele” sloganını kapağına çıkarır, Mücadeleciler bu sloganı sık sık kullanır.11
Derginin 3 Şubat 1971 tarihli sayısının başyazısı şu cümleleri içerir: “Türk Milleti milli kadrolarının önderliğinde, kahraman ordumuzla omuz omuza komünist ihtilalini ibret olacak şekilde kahredecektir. İşte milletin kızıl ihtilale silahlı ve mübarek mukabelesi o an, hem meşru hem de muzaffer olacaktır. Şimdi stratejimiz, peygamberimizin ‘zafer sabırdadır’ direktifini şuurla uygulamaktan ibarettir.”
Ne önemi olabilir, bir avuç liseli gencin kurduğu bu örgütün? “Türkiye İslamcılığının milliyetçi muhafazakâr” potasında şekillenen örgüt üyesi gençlerin bazılarını sayarsak, ne önemi olduğu anlaşılır: Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Hüseyin Gülerce, Ahmet Taşgetiren, Taha Akyol, Atilla Yayla, Halil Şıvgın, Ali Müfit Gürtuna… Örgüt, hem AKP hem MHP için adeta bir ‘kadro okulu’ vazifesi görmüştür!12
Aynı vazifeyi gören ikinci bir kurum Millî Türk Talebe Birliği’dir (MTTB). Hakkında yazılan kitaplardan birinin adının Türkçülükten İslamcılığa Milli Türk Talebe Birliği olmasından da anlaşılacağı gibi, bu da mukaddesatçı gençlerle milliyetçi gençlerin 1960’lar boyunca birlikte çalıştığı, eğitim gördüğü, mücadele ettiği bir örgüttür.13
MTTB’nin yüzüncü yılı vesilesiyle Yeni Şafak’la bir söyleşi14 yapan Mahmut Hakkı Akın ve Serkan Yorgancılar şöyle anlatır:
Rasim Cinisli’nin başkanlığa seçilmesiyle [1965] MTTB asıl hüviyetini kazanma yoluna girmiştir. Bu kongre ile Kemalist ve sola meyilli bir yönetime karşı daha milli ve manevi değerleri benimsemiş bir yönetim kazanmıştır. MTTB’nin bugünkü kimliği o dönemden itibaren oluşmuştur. Cinisli’den sonra İsmail Kahraman başkan olmuştur. Türkiye’de zamanla siyasette, akademide, medyada, bürokraside etkin olmuş, muhafazakâr, İslamcı pek çok ismin MTTB’ye katılması bu yıldan sonra başlamıştır… 60’lı yıllarda milliyetçilik, mukaddesatçı ve mütedeyyin kesim tarafından da benimsenen ve bu kesimin kendisini ifade etme imkânı bulduğu bir ortak ideolojidir. 70’li yıllara gelindiği zaman MTTB’de milliyetçilikten daha fazla kopma ve İslamcılığa doğru bir geçiş hızlanmıştır.
MTTB içinde milliyetçilerle İslamcıların ayrışması ancak kavgalı ve olaylı geçen 1969 kongresi sonrasında gerçekleşmiştir. “Milliyetçilikten daha fazla kopma ve İslamcılığa doğru bir geçiş” olduğu doğrudur, ancak geçilen İslamcılığın milliyetçilikten kopmuş olduğu çok kuşkuludur. Bunun belki de en açık kanıtı örgütün ideolojik şekillenmesinde Necip Fazıl Kısakürek’in oynadığı roldür. Akın ve Yorgancılar’ın ifade ettiği gibi,
MTTB’de 1965’teki dönüşüm sonrasında Necip Fazıl, aktif bir şekilde MTTB faaliyetlerine katkı sunmuştur. Tabii Necip Fazıl, muhafazakâr kesim için son derece önemli ve sembol bir isimdir. Gençler tarafından büyük bir hürmet gören Necip Fazıl, tam bir rol modeli ve yol gösterici olarak kabul edilmiştir. Onun gibi bir kalem ve kelâm üstadının desteği MTTB’nin kitleselleşmesine de katkı sağlamıştır. Türkiye’nin her yerinde MTTB’nin üniversite ve orta öğretim teşkilatlarında Necip Fazıl konferanslar vermiştir ve bu konferanslar büyük ses getirmiştir. MTTB bilincinin inşasında en etkili mimarların başında Necip Fazıl gelmiştir. MTTB’nin büyük organizasyonlarında da üstad hep bulunmuştur.
AKP’nin üst düzey kadrolarının önemli bir kısmı, Erdoğan, Abdullah Gül ve eski Meclis Başkanı İsmail Kahraman dâhil olmak üzere, 1960 ve 1970’lerde MTTB tezgâhından geçmiştir.
“Normal” Olan
Özetlersek, AKP’nin Kemalistleştiği iddiası, daha önce “iyi” bir parti olduğu, “iyi” şeyler yapmayı amaçladığı, ama beceremediği ve Kemalizm’e teslim olduğu imasını taşır. Bu yaklaşım her açıdan sorunludur.
Birincisi, AKP’nin sınıf tabanı, yani muhafazakâr, dindar, milliyetçi Anadolu sermayesi, “iyi” bir parti olduğu beklentisini temelsiz ve anlamsız kılar. AKP bu tabanı temsil etmeyi 1960’ların ortalarından beri amaçlayan Millî Görüş hareketinin devamı olarak görüldüğünde, bugün yaptıklarında şaşırtıcı bir şey, bir sapma, bir kırılma, Kemalizm’e karşı bir teslimiyet yoktur.
İkincisi, AKP’nin Kemalistleştiği iddiasının temelinde yatan gelişmeler, yani milliyetçiliği giderek daha açıkça kullanması ve devletin giderek daha ceberrutlaşması, partinin sonradan edindiği özellikler değil, siyasî geleneğinin temel özelliklerindendir. Söz konusu muhafazakâr, dindar, milliyetçi taban açısından son büyük Türk-İslam devletinin bekası her zaman önemli olmuştur; AKP’nin buna verdiği önem Kemalizm’e teslim olmasının sonucu değildir.
Kısacası, AKP zaten (laikliğin aşırı uygulamaları dışında) hiçbir zaman Türkiye devletinin resmî ideolojisine aykırı bir parti değildi. Sadece laiklik politikalarının aşırılığı ve dışlayıcılığı onları rahatsız ediyordu. Bu dışlayıcılık (dindarların siyasal hayattan, kamusal alandan dışlanması ve, daha önemlisi, Müslüman sermayenin büyüme olanaklarından dışlanması) törpülendikten sonra, AKP’nin ve onu destekleyen muhafazakâr tabanın Kemalist devletle bir kavgası kalmadı. Devlet ilk yıllarında hükümeti devirmeye kalkışmasaydı hiç sorun yaşamayacaklardı. Ve artık yaşamıyorlar. Devrilmeyeceklerine akılları yattıktan sonra “normal” hâllerine döndüler. Normal olan 2002-2012 değildi; normal olan bugünkü AKP.
Dipnotlar:
1 Alpay, 2012.
2 Altan, 2012.
3 Albayrak, 2014a ve Albayrak, 2014b.
4 Alpay, 2016.
5 Kiras, 2019.
6 Bayramoğlu, 2019.
7 “Liberal” sıfatını, AKP’nin askerî darbe de dahil olmak üzere her türlü yöntemle devrilmesi gerektiğini düşünen ve böyle düşünmeyen herkesi “liboş” olmakla suçlayan Kemalist Türk solunun kullandığı anlamda kullanmıyorum elbet. Liberalizm, insana ve bireye önem veren, insan ve birey hak ve özgürlüklerini önemseyen, herkesin istediği gibi yaşama hakkı olduğuna inanan, devlet dayatmacılığını da, her türlü dayatmayı da yanlış bulan bir siyasî yaklaşımdır. Sorun şudur ki, sınıf kavramını dışlayan, sadece bireyi gören bu yaklaşım, mevcut sınıflı toplumlarda sömürünün ve eşitsizliğin nasıl aşılabileceği konusunda sessiz kalır. Dahası, sömürenin sömürme “hakkını”, zenginin zengin olma hakkını (bunları sınıfsal değil bireysel konular olarak gördüğü için) savunur ve son kertede mevcut düzenin savunucusu durumuna düşer.
8 Şen, 1995, s. 19. Gümüş Motor daha sonra sahip değiştirerek Pancar Motor adını aldı ve 2011 yılına kadar varlığını sürdürdü.
9 İktisatçı bir dostum TOBB ile TÜSİAD’ın farkını şöyle karikatürize etmişti: “TOBB yarı resmî bir kuruluş olduğu için büyük küçük bütün şirketler kayıtlıdır, Koç’un da bir oyu vardır, küçücük ve tümüyle önemsiz bir şirketin de. TÜSİAD ise 150 büyük şirket tarafından kurulmuştur ve zaten bu şirketlerden ellisi Koç’un, kırkı Sabancı’nın, otuzu Eczacıbaşı’nındır, lafın gelişi.” TÜSİAD’ın günümüzde siyasî ağırlığını önemli ölçüde kaybetmiş olması, tanık olabilseydi Erbakan’ı çok sevindirecek olan bir durumdur ve kuşkusuz AKP politikalarının bir sonucudur. Ama TÜSİAD şirketlerinin ekonomideki ağırlığında pek bir değişiklik olduğunu sanmıyorum. İstanbul ve Anadolu sermayelerinin AKP dönemindeki karşılaştırmalı gelişmesi bu yazının sınırlarını aşar, ama ayrıca ayrıntılı bir araştırma konusu olmaya değer.
10 Selçuk, 2018
11 “Ordu millet el ele” sloganını 1960’lar boyunca hem solun hem sağın kullanmış olması sadece ayrı bir makale konusu değil, koca koca ciltlerin konusu olabilir!
12 Bu yazının konusu olmadığı için üzerinde durmuyorum, ama Mücadele Birliği’nin kuruluşu ve tarihi derin devletin ve Ergenekon tarzı devlet kurumlarının nasıl çalıştığına da ışık Henüz ortada örgüt fikri bile yokken, örgütü yaratacak olan liseli gençler Afyon’da her haftasonu bir üniversite hocasının evine gidip ilk siyasî eğitimlerini alır. Daha sonra, Selçuk’a göre, “Ziya Uygur, Mehmet Emin Alpkan gibi istihbaratla ilişki içinde olan isimler kurucu kadroları yetiştirdi, onlara sürekli olarak ‘danışmanlık’ hizmeti sundu. Mücadelecilerin iki numaralı ismi Yavuz Arslanargun bu kişiler için ‘Devletle irtibatlı insanlar olur. Bunlar devletin maaşlı elemanı değildir, devletten telkin alır, telkin verirler. O sırada ortaya çıkan komünist tehlikeye karşı bu ağabeyler önemli hizmetler vermişlerdir’ yorumunu yaptı.” Örgüt büyüyüp dal budak saldığında, 1970’te bir polis operasyonuna maruz kalır, tüm önde gelen üyeleri gözaltına alınır, hepsi aynı gün salıverilir ama Aykut Edibali birkaç gün Emniyet’te tutulur. Selçuk şöyle anlatır: “Mücadelecilerin önde gelen isimleri Edibali’nin sorgudan çıktıktan sonra değiştiğini, hareketi bitirmek yönünde adımlar attığını savundular.” Hareket bitmez, ama milliyetçi-mukaddesatçı dengesinin milliyetçi yanı daha ağır basmaya başlar.
13 Oruç, 2005 ve Duman, 2007.
14 Öztürk, 2018.
Kaynakça
Albayrak, Özlem, 2014a, “AK Parti Kemalistleşti mi?”, Yeni Şafak
gazetesi, 28.2.2014.
Albayrak, Özlem, 2014b, “AK Parti Kemalistleşti mi? (2)”, Yeni Şafak
gazetesi, 7.3.2014.
Alpay, Şahin, 2012, “AKP ‘İslamî Kemalist’ midir?”, Zaman gazetesi, 26.1.2012.
Alpay, Şahin, 2016, “Erdoğan iktidarı Kemalizm’e sarıldı”, Zaman
gazetesi, 18.2.2016.
Altan, Ahmet, 2012, “Nevruz, Kemalizm ve din”, Taraf gazetesi, 21.3.2012.
Bayramoğlu, Ali, 2019, “10 Kasım, Kemalizm, Ahmet Altan”, Karar
gazetesi, 14.11.2019.
Duman, Doğan ve Yorgancılar, Serkan, 2007, Türkçülükten İslamcılığa Milli Türk Talebe Birliği, Vadi Yayınları.
Kiras, İbrahim, 2019, “AK Parti’nin Atatürkçülüğü”, Karar gazetesi, 19.11.2019.
Oruç, Zülküf, 2005, Bir Öğrenci Hareketi Olarak Milli Türk Talebe Birliği, Pınar Yayınları.
Öztürk, İlker Nuri, 2018, “MTTB’nin fikir mimarı Kısakürek”, Yeni Şafak gazetesi, 7.1.2018.
Selçuk, Ekin Kadir, 2018, “Mücadeleciler” Mücadele Birliği (19641980), İletişim Yayınları.
Şen, Serdar, 1995, Refah Partisi’nin Teori ve Pratiği, Sarmal Yayınevi.
https://www.enternasyonalsosyalizm.org/akp-ve-kemalizm.html
0 notes
gomecpostasi · 2 years ago
Text
Ekrem Başaran’dan 27 Mayıs Darbesinin Yıl Dönümünde Önemli Açıklama
Tumblr media
AK Parti Balıkesir İl Başkanı Dt. Ekrem Başaran 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi, 27 Mayıs 1960’ta demokrasiye vurulan darbenin yıldönümünde açıklamalarda bulundu.
Aradan geçen 63 yıla rağmen 27 Mayıs 1960 ihtilalinin demokrasiye sürdüğü kara lekenin hala hafızalardaki tazeliğini koruduğunu vurgulayan AK Parti Balıkesir İl Başkanı Dt. Ekrem Başaran, 27 Mayıs darbesi ile Türkiye’de demokrasinin infaz edildiğini söyledi.
EKREM BAŞARAN: “27 MAYIS DARBESİ’NİN ESİNTİLERİNİ BUGÜN DE GÖRÜYORUZ”
63 yıl önce demokrasimize kast edenlerle, bugün karşımızda olanların aynı zihniyeti taşıdıklarını ve yaşattıklarını belirten AK Parti İl Başkanı Dt. Ekrem Başaran, “Tarih 27 Mayıs 1960… Saatler saat 05.25’i gösterirken Türk demokrasisi ilk darbesi ile radyodan ilan edilen anonsla yüzleşecekti.  Yüzde 52’lik halk desteğine sahip Demokrat Parti iktidarı hedef alındı. Öğrenciler hükümet aleyhine kışkırtıldı, sokaklar karıştı. Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi. Ardından da, 37 düşük rütbeli subay tarafından meşru iktidara darbe yapıldı. 27 Mayıs’tan cesaret alan vesayet zihniyeti, sonraki on yıllar içinde de askeri ve post modern darbeler ve e-muhtıralarla kendini gösterdi. Ama bu süreçte Türk demokrasisi darbelere karşı daha da direnç kazandı. 15 Temmuz 2016’da Türk milleti, FETÖ’nün hain darbe girişimine geçit vermedi” dedi.
“27 MAYIS’TAKİ KURGUYU ŞİMDİ MİLETİMİZE DAYATIYORLAR” 14 Mayıs seçimleri öncesi, 1960 darbesinin devamı niteliğinde kara kampanya ve teröristlerle birlikte yürütülen, destek açıklamaları yapılan, özerklikten tutunda teröristleri hapisten çıkarma söylemleriyle Türkiye’nin bölünmesini isteyen, 27 Mayıs darbesinin planlayıcıları olan ABD ve AB ne diyor, ne istiyorsa onu yapan sözde Millet İttifakı ve onun Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu milletimizi kandırmaya yönelik bir kampanya yürüttü diyen AK Parti İl Başkanı Dt. Ekrem Başaran, “Ama bu güruh 14 Mayıs seçimlerin de amaçlarına ulaşamadılar. Aziz Türk Milleti bunlara, bunların kara niyetlerine en güzel cevabı sandıkta verdi. Rekor bir katılımla Cumhur İttifakını ve AK Parti’yi mecliste iktidara taşıdı, meclis çoğunluğunu verdi. Şimdi yarın Cumhurbaşkanımızı seçmek için sandığa gideceğiz. 27 Mayıs 1960 darbesi öncesi oluşturulan hava, kurgulanan senaryo şimdi de aynı şekilde milletimize dayatılmaya çalışılıyor.
“TÜRK MİLLETİ 1960 DARBESİNİ UNUTMAZ, UNUTMAMALI”
Benim milletim bunları unutmaz, unutmamalı. Bugün de sergilenen oyun aynı. 15 Temmuz’da yaptıkları kalkışmayla bu ülkede tekrar darbe yapmak istediler, ama milletimizin ferasetiyle, cesaretiyle buna dur denildi. ABD Başkanı Biden’in açıklaması neydi? “15 Temmuz’da başarılamayan darbe girişimini, muhalefeti destekleyerek seçimlerde yapacağız” dediler. İşte o gün geldi çattı. 14 Mayıs’ta büyük bir hayal kırıklığına uğrayarak, milletimizin Cumhur ittifakına verdiği destekle Meclis’te çoğunluğu sağlayarak planları bozuldu. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın yüzde 49.5 oy aldığı ve en yakın rakibine 5 puan fark atmasını hazmedemediler. 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Türkiye’de piyonlarına yeni yeni görevler biçtiler. Yeni yeni birliktelikler kurmaya başladılar. Kılıçdaroğlu’nun sahte milliyetçiliğe soyunması, onun terörle ve teröristlerle uzantısı olan HDP/PKK bağlantısını revize eder sandılar. Ama olmuyor. Mızrak çuvala sığmıyor.
“TERÖRİSTLE İŞ TUTAN, SAHTE MİLLİYETÇİLERE ÜLKEYİ TESLİM ETMEYECEĞİZ” Hem teröristlerle iş tutacaksın ve halen iş tutmaya devam edeceksin. Hem de faşist söylemleri olan, kendisine milliyetçi diyen, daha önceleri Kılıçdaroğlu seçilirse Türkiye iç savaşa sürüklenir diyen, İçişleri Bakanlığı pazarlığı yaparak yanına aldıkları Ümit Özdağ’la milliyetçi olacaksın. Sayın Kılıçdaroğlu ve avaneleri sizden Türk Milliyetçisi olmaz. CHP’nin altı okundan biri ne? Milliyetçilik değil mi? Ama bunlar kendi partilerinin tüzüğüne dahi muhalefet ederek teröristlerle, terör yandaşlarıyla, ABD ve AB ülkeleriyle aynı masada oturup, onlarla yürümüyorlar mı? Yürüyorlar. Ondan sonra da çıkıp ben Milliyetçiyim, ben ülkücüyüm diyeceksin. Öyle 15 günde ne milliyetçi olunur, ne de ülkücü. Artık Milleti yalanlarınızla kandırmayı bırakın. Sizler Türk Milleti bu oyunu görmez mi sanıyorsunuz? Türk Milletini, Türk seçmenini cahillikle suçlayanlar sizler değil misiniz?
“REKOR BİR OYLA CUMHURBAŞKANIMIZ ERDOĞAN’I TEKRAR SEÇECEĞİZ”
Benim milletim feraset sahibidir, basiret sahibidir. Benim milletim vatanını satmaz, satmak isteyene fırsat vermez. Benim milletim bayrağını yere düşürmez, düşürtmek isteyene fırsat vermez. Benim milletim yarın sandığa gidecek ve yine rekor bir katılımla oyunu kullanacak. Demokrasisine sahip çıkıp, şölen havasında görevini yerine getirecek. Eminim ki, aziz milletimiz üzerimize oynanan oyunları bozacak ve oyunu Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan yana kullanacak. Rekor bir oyla Cumhurbaşkanımızı seçerek hem dışarıdakilere, hem de içimizdeki Türkiye karşıtlarına gereken cevabı sandıkta verecektir. Cumhurbaşkanımız seçildiğinde hiç kimse kaybetmeyecek, herkes kazanacak. Türkiye kazanacak, Milletimiz kazanacak.
“HAYDİ BALIKESİR, CUMHURBAŞKANIMIZ ERDOĞAN İÇİN SANDIĞA GİDELİM”
Haydi Balıkesir 14 Mayıs’ta olduğu gibi rekor bir katılımla sandıklara gidelim, rehavete kapılmadan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a desteğimizi verelim. Sandığa sahip çıkalım ve Türkiye’nin şahlanışının yol haritası olan Türkiye Yüzyılını başlatalım. Türkiye üzerine oynanan oyunları bozalım. Güven ve istikrarın devamı için, Güçlü Türkiye için Cumhurbaşkanımıza oyumuzu atalım. Geleceğin Türkiye’sini inşa etmek için doğru adamla yola devam” dedi.
“27 MAYIS DARBE ŞEHİTLERİNİ RAHMETLE ANIYORUM”
27 Mayıs 1960 darbesinin demokrasiye sürdüğü kara lekenin hala hafızalardaki tazeliğini koruduğunu belirten AK Parti Balıkesir İl Başkanı Dt. Ekrem Başaran, “Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve tüm demokrasi şehitlerini rahmetle ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. Rabbim bir daha milletimizi darbelerle sınamasın. Darbe niyetinde olanlara da fırsat vermesin” dedi.
1 note · View note
baybaykus · 2 years ago
Text
HİÇBİR HALT EDEMEZSİNİZ TIPIŞ TIPIŞ GİDERSİNİZ
Milletin iradesinin tecelli edeceği gün yaklaştıkça iktidarla birlikte rant, avanta, saray, saltanat ve lale devrini de kaybedeceklerini anlayanlar aleni bir şekilde ucu açık tehditler savurmaya başladılar.
Kocaman kafalarının içindeki minik beyinleri ile tasarladıkları plan ise korku ortamı yaratarak seçimde bundan bir şekilde fayda sağlamak.
Dile getirdikleri her cümlede korku ve şüphe uyandıran 15 Temmuz vurgusu var.
Açık,net ve argo bir şekilde: "Milletin özgür iradesi ile vereceği oy bizim şeyimiz de bile değil, 15 Temmuzda ki gibi sokağa çıkar, seçimleri kadük sayar yağma ve yolsuzluk düzenimize devam ederiz." demeye getiriyorlar.
Hakikatin de bunu yapacak ne cesarete, nede yüreğe sahip değiller. Sadece vesayet altına aldıklarını zannettikleri kurumlara güveniyorlar.
"Hukuk sistemi kontrolümüz altında, asayiş sistemi zaten bizim elimizde, TSK ise biz ne dersek onu yapar" diye düşünüyorlar.
Kazın ayağı öyle değil ama...
Bu ülkenin yarısından fazlası demokrasiye inanan, Atatürk ilke ve inkılaplarına yürekten bağlı, özgür, laik ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin devamını isteyen insanlardan oluşmaktadır.
15 Temmuz darbe girişiminin amacına ulaşmaması bu insanlardan bir kısmının sokağa çıkarak fiili müdahalede bulunması, bir kısmının da darbecilerin yanında yer almaması sonucunda hezimetle sonuçlanmıştı.
Unutulmasın ki vesayet altına aldıklarını zannettikleri kurumlarda görev alan kişiler bu milletin kendi içinden çıkmış insanlardan oluşmaktadır.
Millet bölünmüş ise bu unsurların bir bütün olarak kalması ve sadece tek tarafın isteklerine hizmet edecek olmasını düşünmek en naif ifade ile aptallıktır.
AKP başta olmak üzere, diğer bazı siyasi parti liderlerinin kendi sosyolojik tabanını bir arada tutmak amacıyla halkı ümmet, zillet, illet, terörist diyerek bölme çabası topyekûn bir iç savaşa zemin hazırlamak demektir.
Bu durum namlusu kendi kafasına dönük olan bir tabanca tetiği ile oyun oynamaktan farksızdır.
Lafı uzatmadan sadede gelmek gerekirse
Milletin iradesi ne yapmanıza karar verirse sizler o karara saygı duyacaksınız.
Devam derlerse kalacak, tamam derlerse pılınızı pırtınızı toplayıp gideceksiniz.
Altı boş tehditleriniz ile kimseye korkutamaz, Donald Trump taktikleri ile saltanatınızı sürdüremezsiniz.
Biliniz ki 15 Temmuzda demokrasinin ihlal edilmesine canı, kanı pahasına karşı koyan bu millet size karşı anlayışlı da olmaz, tepkisiz de kalmaz.
Aklınızı başınıza toplayın
Düşündüğünüz şeyin galibi olmaz. Bedelini en ağır şekilde ödeyen sorumluları olur.
Tumblr media
0 notes
cafemedyam · 2 years ago
Text
0 notes
pazaryerigundem · 7 months ago
Text
Başkan Arı: “Milletin iradesine darbe vurulamaz”
https://pazaryerigundem.com/haber/183661/baskan-ari-milletin-iradesine-darbe-vurulamaz/
Başkan Arı: “Milletin iradesine darbe vurulamaz”
Tumblr media
Nevşehirliler 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’nün yıldönümünde 8 yıl önce olduğu gibi yine meydanlarda aynı ruh ve heyecanla bir araya geldi. Etkinlikte konuşan Belediye Başkanı Rasim Arı, “Allah bir daha demokrasiye, milletin iradesine el uzatanlara fırsat vermesin.” dedi.
NEVŞEHİR (İGFA) – 5 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü tüm Türkiye’de olduğu gibi Nevşehir’de de törenlerle anıldı. Hükümet Konağı önündeki programda, ilk olarak saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı ve Kur’an-ı Kerim okundu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının izlendiği programda, 15 Temmuz 2016 gecesinde yaşananların anlatıldığı kısa film izlendi.
Daha sonra Konuşan Nevşehir Belediye Başkanı Rasim Arı şunları söyledi:
“Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi; milletin sandıkta tecelli etmiş iradesine ve ‘Ben irademe sahip çıkarım’ diyen bir şehrin belediye başkanı olarak diyorum ki egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Önemli olan zor zamanda kahraman olabilmektir. Önemli olan zor zamanda darbenin seyrinin neye evrileceğini bekleyen sinsilerden olmamaktır. İlk andan itibaren meydana çıkıp ‘bu ülke için, bu vatan için canımı veririm’ diyebilmektir marifet. Gece saat 12’den sonra en büyük demokrasi havarisi kesilenlere bu millet hep birlikte ders vermiştir. İşte ne onların yapımcıları ve yönetmenleri ne onların taşeronları ne de onların finansörleri milletin iradesinin üzerinde bir güç olmadığını anlamamışlardı. Ama biz Ergenekon’dan çıkan bir avuç Türklerin torunlarıyız. Ama biz birkaç atlı ile birlikte yola çıkıp Osmanlı Devletini kuran Osman Gazi’nin torunlarıyız. Yıkılmaz denilen surları yıkan, müjdelenen şehri alan Fatih Sultan Mehmet Han’ın torunlarıyız. Bilemediler, biz tersaneleri zapt edilmiş, kıyıları işgal edilmiş bir ülkenin inanmış insanlarının, 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkıp Cumhuriyet kuran ataların torunlarıyız. İşte 15 Temmuz bu birliğimizi, beraberliğimizi ve demokrasimize nasıl sahip çıktığımızı gösteren bir geceydi. Allah bir daha demokrasiye, milletin iradesine el uzatanlara fırsat vermesin. Nasıl ki Adnan Menderes’e yaptıklarında, 80’de yaptıklarında, 28 Şubat sürecinde Erbakan Hocaya yaptıklarında, 27 Nisan Bildirisinde, 17-25 Aralık’ta, Gezi’de ve en son 15 Temmuz’da nasıl ki bu millet iradesine sahip çıktıysa bundan sonrada iradesine sahip çıkacaktır. İradesine en iyi sahip çıkan bir şehrin belediye başkanı olmanın gururuyla bu Aziz Milleti saygıyla selamlıyorum. İradesine sahip çıkan Nevşehirli hemşehrilerimin huzurunda bu uğurda canını ortaya koyan kahraman gazilerimizi saygıyla, hürmetle ve minnetle yaad ediyorum. Bütün şehitlerimizin ruhları şad mekanları cennet olsun inşallah.”
Arı’nın ardından Nevşehir Valisi Ali Fidan ve AK Parti Nevşehir Milletvekili Süleyman Özgün’da birer konuşma yaptı.
Program daha sonra 15 Temmuz konulu kompozisyon ve şiir yarışmasında dereceye giren öğrencilere ödülleri verilmesi ve Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü sporcularının, Atatürk Bulvarı ve Milli İrade Caddesi’nde koşarak taşıdıkları Türk bayrağını Vali Fidan’a teslim etmesi ile devam etti.
Bu arada etkinlik alanında Nevşehir Belediyesi görevlileri tarafından vatandaşlara Türk Bayrağı dağıtılarak şerbet ve helva ikramında bulunuldu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
gundemsivas · 7 months ago
Text
0 notes
haber71net · 2 years ago
Link
Ak Parti Kırıkkale Milletvekili Mustafa Kaplan 15 Temmuz hain darbe girişiminin 7. Yıldönümü dolayısıyla açıklamalarda bulundu. Kaplan, “15 Temmuz'u unutmamak, bu ülkenin çocuklarına ve gelecek nesill... ---------------------------- Haberin devamı haber71.net'te.
0 notes