#dört büyük Türk destanı
Explore tagged Tumblr posts
Text
🎯 DÖRT GEMİ, DÖRT BÜYÜK TÜRK DESTANI 🎯
TÜRK'ÜN, ANADOLU'NUN VE İNSANLIĞIN KADERİ GEMİLERLE DEĞİŞİYOR.
Bir büyük insan düşünün Anadolu'yu su basacak diyor
İnananı gemiye doluyor, inanmayanı sularda boğuluyor
Nuh tufanı böyle efsane oluyor
Bir büyük sultan düşünün
Gemileri karadan yürütüyor
Tarihin, insanlığın ve İstanbul'un kaderi değişiyor
O küçük çocuk tarihe sığmayan Fatih Sultan Mehmet oluyor
Bir adam düşünün; yüreğinde vatan, bir gemi düşünün içi dolu adam.
Tam bağımsızlık diyor
Teslim olmam, vatanı teslim etmem diyor
Koca Türk ulusu peşine takıyor
Altı asırlık esaret ve zulümden kurtarıyor
İşgalcilere teslim bayrağı açan padişahı dinlemiyor
Teslimiyetçi ve işbirlikçi mandacılara karşı ilk itaatsizlik bayrağını 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'da açıyor
Ve Anadolu'ya geçiyor
Tarihin en büyük ulusunun makus talihini yeniyor ve Atatürk oluyor
Türkler o zaman biz olma bikincine varıyor
Ne zaman ki o büyük dahi yaşama veda ediyor
Yeri bir türlü dolmuyor
Anadolu'ya din, siyaset ve sermaye adı altında yeniden başka bir zulüm doluyor
Gün geliyor bir çocuk daha 19 Mayıs günü doğuyor
Küçük yaşta ilk yarasını bu zulümden alıyor
Hiç kimse ile paylaşmadan bu yarayı açan o silahın arkasında kim varsa onu bulacağım ve hesabını soracağım diyor
Bütün yaşamını bu zulüm nasıl bitirilir düşüncesi ve mücadelesi ile geçiriyor
Kaleyi içten yıkmak için o zulmün arkasında olan bir niyetin içine sızarak bilgi ve belge toplayarak o büyük güne hazırlanıyor
İlk yarayı büyüyen 12 Eylül 1980 gününün bir başka benzeri 12 Eylül 2012 tarihinde düşmanın kendi ayaklarına kurşunu sıktırıyor
Aynı ataları gibi gemisini yaparak mücadeleye koyuluyor
Susuz şer denizinde gemisini yüzdürüyor zalimlere mahşeri yaşatıyor zalimlerden birinin ibretin maddi delili olarak canının alındığına geriye kalan tüm zalimlerin ve onlara tapanların yaratanın gazabı ile kalpleri kömür gibi oluyor ve kalp karası sürülerek yaşattıklarını yaşasınlar diye canlı ölülere döndürüldüklerini görüyor
Bu ibret sonrası ne kadar fitne, fedat, bölücülük adına faaliyet gösteren araç ve niyet varsa tarih olduğunu insanlığın aslında sadece iki tarafı olduğunu yeryüzüne insanlık bir sır ile geldi diyerek hatırlatıyor
Bugün ikiye bölünmüş insanlığın bir kısmı negatif şeytani tarafı diğer tarafı insani tarafı savunmak için savaşını veriyor
Kitlenin kütleye, cehalete ve ihanet boyutunda maddi gücüne insanlığa ve yurduna saldırısına sırrın verdiği kudret gücü ile bir Türk dünyaya bedelin ispatı olarak yürek meydanına çıkarak adeta meydan okuyor
Zulüm boş durur mu?
Türk'e karşı kazanacağını sanarak Türkleri kuşatmak adına bütün dünyayı 21 Aralık 2025-21 Ocak 2016 tarihinden sonra ibret anlaşılır anlaşılmaz telaşa kapılıyor ve dünyada ne yaşanıyor ise bu ibret ile bağlantılı olduğunu onun dışında kimse anlamıyor
Sabır ile insanlığın yıllarca yaşam pahalılığı ve her türlü zulüm uygulanarak Anadolu'da Türklüğü yok etme niyeti karşısında toplumun sorumsuzluğunu üzülerek seyrediyor
Ne zaman ki Anayasa ile son darbeyi vurmaya kalkıyorlar beyin savaşları komutanının taktiklerini uygulayarak yeniden ibreti idrak ettirmek için sahneye çıkıyor zulmün şirazesini iyice bozuyor
İnsanlığını kaybetmemiş her insanın yüreğinde sevgi ve devrim tohumu yüklendiğini yıllardır gönül kongreleri yaparak hatırlatıyor çaresizliğin pençesinde kalan insanlığı yavaş yavaş uyandırıyor
Biz insanlığa karşıyız diyemeyen zulmü adeta bir kez daha felç ediyor
Her saldırıyı bertaraf edecek bir ilahi sır ile donatıldını ve düşmanı düşünce gücü ile püskürtüyor
İnsanlık fikrinin yerine kim veya hangi zalim zulüm dışında ne koyabilir ki?
Nasıl haklı çıkıp kazanabilir ki
Elli yıllık yaşam mücadelesi ile beşyüz yıl yaşında olan tefeci zulüm kapitalizmi düşünce gemisi kitabı ile yıkıyor
Kitabını zaten yazarken sırrı ona Mustafa Kemal Atatürk'ün yazdığı Nutuk kitabının devamı olduğunu yaz diyor o da yazıyor
Zulüm* ilk çıktığı adrese geri döner başlatanı bitirir diye yaz diyor o da yazıyor
19 Mayıs 2015 tarihinde
Bir gemi daha kalkacak Anadolu'dan**
Yerini bir yaratanın bir de Türklerin bildiği yerden diye yaz diyor, yazıyor
"Gönülden kopan bir derya bu
Mahşer denizine*** döndüğünde; kurtulanlar da olacak, alabora olup boğulanlar da.
Sular duruldugunda bir gemi daha çoktan kalmış olacak sağ kalanlarla!"
Bütün bunları tek başına nasıl yaptım;
Atalarımın neler yaptığını ilk önce çok iyi öğrendim.
İlmi sırrın iki kaynağı var biri düşünce ikincisi ona layık olacak ahlak.
Bu ikisine hiç ödün vermeden sahip çıktım.
Kimseyi satmadım kimseye satılmadım.
Anlamak ve sahip çıkmak adına sorumlu bir yurttaş olmam gerektiği ilkesinden hiç taviz vermedim.
Korku nedir bilmem, tehdit nedir tanımam. Çünkü Türk'üm ben dedim.
Mustafa Kemal ve Türk ulusunun o eşsiz mücadelesi unutulamaz unutturulamaz dedim.
Yetmiş be�� yıldır bu uğurda yaşamını kaybeden insanlardan utanarak nasıl mücadele vermem dedim.
Deniz Gezmiş'in mücadelesi yarım kalamaz dedim.
Ne mutlu Türküm diyene, ne mutlu o kutlu mücadeleyi anlayana, ne mutlu Atatürk benim diyebilene.
Bugün benim senin, insanlığın Türk'ün doğum günüm, bugün doğum günün.
Tüm Türklere ve insanlığın yanında duranlara kutlu olsun.
Dört gemi, dört Türk asırlar geçiyor Anadolu'nun kaderini değiştirecek iradeyi gemiler ile ortaya koyuyor ve insanlığı Anadolu'ya yeniden getiriyor.
Şeytana uymuş gafil burada sır nerede diyor.
Kim demiş Türkler denizci değil diye.
Önder Karaçay
* Mobbing Bank kitabının ilk satırları
** Mobbing Bank kitabı sayfa 331
*** Mobbing Bank kitabı sayfa 23
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#dört gemi#dört büyük Türk destanı
5 notes
·
View notes
Text
ÇANAKKALE
Şehadet namazını kendileri kılmış insanların yazdığı bir destan bu.
Ekmek almaya göndermeye kıymadığımız on üç, on dört yaşlarındaki çocukların bir anda asker, bir anda şehit olduğu bir destan.
Bütün efsanelerin önünde diz çöktüğü
Dünyanın dört bir yanından toplanmış orduları öle öle püskürtmüş
Vurula vurula yürümüş bir milletin destanı Çanakkale.
Tütmeyen bacaların destanı bu.
Gencecik dulların
Kundaktaki yetim bebelerin destanı.
Yoktan, yokluktan varolmanın destanı.
Ve inananların destanı.
Boyun eğmeyen
Hiç bir zaman boyun eğmeyecek bir milletin destanı.
Kadınıyla, erkeğiyle gencecik kızları, kırış kırış olmuş yüzlerindeki yılların yorgunluğuna aldırmadan sırtlarında, kağnı arabalarında cepheye mermi taşımış nenelerin destanı bu.
Kanla, gözyaşıyla ama inançla, sabırla sonsuz bir gururla yazılmış bir destan Çanakkale.
Düşmanını bile sırtında taşıyan insanların destanı Çanakkale.
Türk'ün, Türk milletinin, Türkiye'nin destanı Çanakkale.
İşte bu yüzden dünyanın görebileceği en büyük destan Çanakkale.
Ne mutlu bize.
Ne mutlu Türküm diyene
Yılmaz Pirinççi
4 notes
·
View notes
Text
DİKKAT !..
ÇOK ÖNEMLİ BİR YAZI
...
*BUGÜNE KADAR AKP KONUSUNDA OKUDUĞUM EN KISA, ÖZ, AÇIK, SEÇİK VE NET MAKALEDİR..!*
Yorum ve bilgilerinize sunulur.
Doktor Vecdet ÖZ'ün Yazdıklarına bakar mısınız.?
Değerli Dostlarım,
20 yıldır yaşananları olağan bir siyasi süreç olarak kabul ederseniz çok yanılırsınız..
İktidarın planlı ve kasıtlı icraatlarını klasik bir muhalefet anlayışıyla basit bir siyasi beceriksizlik, yandaşa rant sağlama ve irtikap mantığı içinde açıklamak, gözü açılmamış siyasi bir saflık ve budalalıktır...
AKP, alıştığımız manada bir siyasi parti değil bilakis ihvancı geleneğin temsilcisi olan, marjinal içgüdüsel reflekslere sahip Cumhuriyetin düşmanı bir partidir.!
Hatta parti ifadesinin ötesinde içeriği ve faaliyetleri itibarıyla her şeyi göze almış bir siyasal İslam örgütüdür..
*Bu yapı dış destekli bir proje ile iktidarı ele geçirdiği günden itibaren Cumhuriyet Türkiye’sini yönetilecek değil darülharp mantığı içinde fethedilecek bir ülke olarak görmüştür.!*
*T.C. bu örgütsel yapının nezdinde her zaman kafirler tarafından kurulmuş ve yıkılması gereken bir küffar devlettir.!*
Mevcut yapıyla geçmişten illiyet bağı bulunan ve Almanya’da devlet destekli örgütlenmiş olan kara sesin de ifade ettiği gibi *Baş Kafir ise maketini sembolik olarak idam ettikleri Mustafa Kemal Atatürk’tür.!*
*Bu yüzden kafir ülkesi kabul ettikleri T.C. Devleti’nin malını, mülkünü yemek, banka faizini almak, talan etmek, içini boşaltmak uyguladıkları darülharp nedeniyle hak ve helaldir.!*
*Onlar yıllardır bu ülke ve laik toplumla hep savaş halinde oldular ve bunun için de çaldıklarını hırsızlık malı değil hep ganimet olarak gördüler.!*
*Yok ettikleri milletin hazinesi değil küffarın kasası oldu.!*
_*Aynı zamanda küffar kabul ettikleri laik toplumun iffeti, namusu, kızları da malı gibi haktı, helaldi.!*_
Şimdi anladınız mı;
Onca malın, mülkün haraç, mezat satılmasını.!
Hazinenin tamtakır boşaltılmasını.!
Her türlü milli servetin iç edilip ganimet misali paylaşılmasını.!
Milletin malıyla büyük bir ihtişam ve saltanat içinde yaşam sürme nedenlerini.!
Buna rağmen milletin ve evlatlarının sefalete terk edilip borç batağında yaşatılmasını ve bundan da büyük bir zevk alıyor olmalarını.!
_*Sübyanların ırzına geçilip çocuk yaşta hoca nikahı kıyılmasını.!*_
Alay edercesine akıl dışı garip açıklamalar yapılmasını.!
*Tüm ekonomik kuralların yok sayılmasını.!*
*T.C. ibarelerinin parçalarcasına sökülmesini.!*
Milli bayramları kutlanmama girişimlerini ve garip bahaneleri.!
*Haddini aşan keşke Yunan kazansaydı söyleminin nedenini.!*
Hain cenazelerine yapılan devlet törenlerini ve tabutlarına omuz vermelerini.!
_*Devlet dairelerinde Atatürk posterlerinin baş aşağı asılma nedenlerini.!*_
Türk’ün destanı Ergenekon’a kara çalma girişimlerini.!
Onca generali tutuklayıp büyük bir zevkle rütbelerini sökmelerini.!
TSK’yı ve bağlı tüm askeri kurumları tahrip etmelerini.!
*Türk bayrağının üzerinde bağdaş kurup değersizleştirmelerini.!*
_*İstiklal Marşı’nda ayağa kalkmamalarını.!*_
_*Andımıza karşı olmalarını ve ısrarla yasaklattırmalarını.!*_
Türklük ifadesine olan düşmanlığın nedenini.!
*Atatürk’e ve kahramanlara yapılan onca hakaret ve saygısızlıkları.!*
_*Şehide kelle askere tane demelerini.!*_
Askerimizin başına çuval geçirildiği gün alaycı sözlerini ve tebessümlü yüz ifadelerini.!
*Sürekli olarak anayasanın ilk dört maddesini hedef almalarını.!*
*Demografik yapıyı tahrip etmek ve ihvancı yapıya uygun yeni bir toplum in��a etmek için adeta bir kavimler göçüne dönüştürülmüş milyonlarca sığınmacının ülkeye girmesine göz yummalarının ve vatandaşlık vermeye başlamalarının nedenini.!*
Her türlü itiraza rağmen pişkin ve soğukkanlı tutumlarını.!
*Kayıp silahların çözülmeyen akıbetini.!*
*Kendi yandaşlarına verilen aşırı silah ruhsatlarının nedenini.!*
Muhalefet edenlerin havadan sudan sebeplerle tutuklanmalarını.!
Bir korku imparatorluğunun kurulmuş olmasını.!
Medyadaki yoğun algı yönetiminin sebebini.!
Daha yazacağım çok şey var lakin sizleri yormayayım..
*Zannediyor musunuz ki yıllarca sarf ettikleri böylesi bir çabayı bir anda yok kabul ederler ve sıradan bir seçimle sessiz sedasız çekip giderler.!*
*Öyleyse çok safsınız.!*
*AKP bu ülkede kaybedeceği hiçbir seçimi y a p t ı r m a z . !*
*2023 bunlar ve dolayısıyla hamileri için bir rövanş tarihidir, parantez olarak kabul ettikleri bir dönemin 100. yıl seneyi devriyesinde kapanacağı kin ve intikam günüdür.!*
Mevcut muhalefet ve sıradan söylemler bunlara vız gelir.!
Yukarıda ifade ettiğim gibi finale çok az kaldı.!
*Artık uyanma ve Atatürk çizgisindeki tüm muhalefet partilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve toplumun milli bir ruh içinde tek parça olma vaktidir.!*
*Bu bir müdafaa-i hukuk mücadelesidir...*
*Yoksa geçmiş olsun Türkiye’m...*
*Dr. Vecdet Öz*
./.
3 notes
·
View notes
Text
15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü Mesajları
15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin üzerinden 6 yıl geçti. 251 kişinin hayatını kaybetmesi ve 2 binden fazla kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan darbe girişimi, Türkiye’nin yakın tarihi açısından ‘en sıra dışı’ ve ‘en korkunç’ gecelerinden biri olarak kayıtlara geçti. Elazığ il protokolü de şanlı 15 Temmuz zaferinin yıl dönümünde mesajlarını yayımladı. Elazığ Valisi Dr. Ömer Toraman’ın 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü mesajı şu şekilde; “Türk milletinin yeniden dirilişinin ve şahlanışının destanı olan 15 Temmuz, vatanımızın bölünmez bütünlüğünün, milletimizin azim ve kararlılığının, milli birlik ve beraberliğinin bütün dünyaya bir kez daha gösterildiği tarihi bir gündür. Bugün milletçe hem hüznü hem de büyük bir onur ve gururu aynı anda yüreğimizde hissediyoruz. 15 Temmuz gecesi, Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısı ile meydanlara inerek güvenlik güçlerimizin yanında yer alan Milli İrade Kahramanları hain darbe girişimini dünyada eşine az rastlanır bir mücadeleyle bertaraf etmiştir. Tarih boyunca bu iradeyi test etmek isteyenleri milletimiz, imkân ve şartlar ne olursa olsun mutlak bir hezimete uğratmıştır. Türkiye karanlık bir geceden aydınlık bir güne uyanırken tüm dünya mazlumlarına da umut ışığı olmuştur. Türkiye Yüzyılının Kahramanlarının verdiği bu büyük destansı mücadele asla unutulmayacak ve daima hatırlanmaya devam edecektir. Devletimiz, aziz milletimizden aldığı güçle ülkemizin bekasına, birliğine, huzuruna ve geleceğine kast eden tüm hain odaklara karşı mücadeleden asla taviz vermeyecektir. Bu duygu ve düşüncelerle 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’nde demokrasi destanı’ nı yazan bütün kahramanlarımızı gönülden yâd ediyor, şehitlik mertebesine ulaşan aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor; gazilik şerefine erişen kahramanlarımıza sağlık ve sıhhat diliyorum” MHP Elazığ Milletvekili Semih Işıkver’in 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü mesajı şu şekilde; Öncelikle Vatanını ve milletini müdafaa eden aziz şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Türk milleti gazi bir millettir. 'Ölürsem şehit, kalırsam gaziyim' diyen soylu iradeyi teslim alacak güce henüz dünya üzerinde tesadüf edilmemiştir. Nice ateş çemberleri yarılarak bugünlere ulaşılmıştır. 7 yıl önce Türkiye işgal edilecekti. Az kalsın emek emek bugünlere gelen Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesinden silinip gidecekti. Milli birlik ruhu FETÖ'yu durdurmuştur. Özlemini çektiğimiz kardeşlik duygusu ayağa kalkarak, hainliğin önü perdelenmiştir. FETÖ Türkiye tuzak kurmuştur. 'Vatanı koruyoruz' bahanesiyle ihanet etmenin alt yapısını oluşturmuş müdahale için uygun zamanı kollamıştır. Dolayısı ile, 15 Temmuz'dan ibret almak lazımdır. Siyasi düşüncesi parti aidiyeti ne olursa olsun herkesin ortak gayesi Türkiye'nin varlığı bağımsızlığı üzerinde mutabakat sağlamak olmalıdır. Devletin ve milletin bekası her türlü arayışın önündedir. Samimiyet ve inançla vurgulamak isterim ki etrafımız kuşatılmışken siyasi çekişmeler en çok uzak durmamız gereken mayınlı alanlardır. Türk milleti 15 Temmuz akşamından itibaren nasıl kucaklaşıp demokrasinin namusunu müdafaa ettiyse ülkenin istikbalini de müdafaa edecektir. İşte Cumhur İttifakı ruhu buradan doğmuştur. Türk vatanını kutsal kabul edecek şekilde iç ve dış mihraklarla karanlık ilişkinin olmadığı aydınlık ve temiz fikri yapıya sahip büyük bir ülkeyiz. Ve bu ilelebet devam edecektir. Bu düşüncelerle Aziz Şehitlerimizi bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor, Tüm halkımızın Demokrasi ve Milli Birlik Gününü kutluyorum” Elazığ Belediye Başkanı Şahin Şerifoğulları’nın 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü mesajı şu şekilde; “15 Temmuz ihaneti, tarihimiz boyunca yaşadığımız en karanlık ihanettir. İçimizdeki hainlerin; yurt dışı uzantılarıyla birlikte milli irademizi, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğünü hedef alan hain kalkışması, tarihi destanlarla dolu aziz milletimizin şanlı direnişiyle geri püskürtülmüştür. Vatan topraklarının dört bir yanında milletimiz tek yürek Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla kıyama kalkarak, istiklal ve istikbaline sahip çıkmıştır. Bu şanlı direniş tarihe altın harflerle yazılırken, milletimizin istiklaline ve istikbaline karşı her türlü girişime canıyla kanıyla fırsat vermeyeceğini bir kez daha haykırmıştır. Yüz yıl geçse dahi tıpkı Çanakkale ruhu gibi 15 Temmuz ruhunu nesilden nesile taşıyacak, yaşadığımız ihaneti unutmayacak, unutturmayacağız. Aziz milletimizin destansı bir kahramanlık sergilediği 15 Temmuz destanının 7. yıl dönümünde başta 15 Temmuz şehitlerimiz olmak üzere tüm kahraman şehitlerimizi minnet ve rahmetle anıyor, kahraman gazilerimize de şükranlarımı sunuyorum” Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Göktaş’ın 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü mesajı şu şekilde; Bugün, devletimizin bekası için aziz milletimizin topyekûn kararlılığıyla attığı cesur adımlar neticesinde kazanılan ve bir kahramanlık haline gelen destansı mücadelenin yedinci yıl dönümü. Terör örgütü FETÖ’ye bağlı vatan hainlerinin teşebbüs ettiği 15 Temmuz hain darbe girişimi; ülkesine, demokrasisine, anayasal düzenine, özgürlüğüne ve ‘Güçlü Türkiye’ idealine sahip çıkan aziz Milletimizin cesaret ve feraseti ile bertaraf edilmiştir. 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü milli iradenin milli birlik ve beraberliğimizin kuruluş ruhuyla yeniden inşa edildiği kutlu bir zaferin dönümüdür. Bu zafer şehit ve gazilerimizin üstün cesareti gazi milletimizin büyük fedakârlıklarıyla elde edilmiştir. 15 Temmuz 2016’da vatanın ve milletinin istiklal ve istikbali için Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla birlikte genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle sokağa çıkan milletimiz, kendilerine doğrultulan silahlara ve üzerlerine sürülen tanklara gereken cevabı vermiş, bağımsızlığı için tek yürek olmuştur. Aziz milletimiz bin yıllık şanlı tarihinin her aşamasında istiklal mücadelesinden asla taviz vermeyerek hür ve onurlu yaşamıştır. Gerek kurduğumuz devletler ve inşa ettiğimiz medeniyetler gerekse geliştirdiğimiz kültür ile bağımsız bir topluluk olarak hayatımızı sürdürmek milletçe kadim şiarımızdır. Bu vesileyle 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Gününü kutluyor, tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, o zafer gecesinde şahlanan gazilerimize ve tüm vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum” Yeniden Refah Partisi Elazığ İl Başkanı Ömer Ateş'in 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü mesajı şu şekilde; "Darbe girişiminin açığa çıkmasının ardından, hiç tereddüt ve endişe yaşamadan, şehrin meydanlarına akın edip tanklara, uçaklara, helikopterlere ve namlulara gövdelerini siper eden bu milletin evlatları, tarihin en büyük destanını yazmıştır. Tarihin en hain darbesine karşı yine dünyanın en şanlı kahramanlığıyla karşı duran 252 şehidimizi bir kez daha rahmetle anıyor, o gecede yaralanan ve şehit olma pahasına tankların altına yatan vatan evlatlarına şükranlarımı sunuyorum" Diyanet-Sen Elazığ Şube Başkanı Yusuf Eker’in 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü mesajı şu şekilde; Milli iradeyi ipotek altına almaya çalışan, demokrasimize, geleceğimize karşı girişilen hain darbe kalkışmasının üzerinden 7 yıl geçti. Milletin birlik ve beraberliği manevi ruhu sayesinde bu hain kalkışmadan kurtulan milletimiz 15 Temmuz’u asla unutmayacak, unutturmayacaktır. O gece Çanakkale Ruhu ile vatanına, istiklaline, istikbaline sahip çıkan bu millet Hakk’a ve halka rağmen bu ülkede darbe yapılamayacağını hep birlikte hainlere ve tüm dünyaya göstermiştir. O gece salaları ile gök kubbeyi inleten din görevlerimiz, hainlerin, jet, top, tüfek seslerini bastıran milletimizin manevi gücü, manevi kahramanları olmuştur. 15 Temmuz, hiçbir hak, hukuk ve ahlakta sınır tanımayan, çıkarları uğruna her şeyi göze alan FETÖ ihanet şebekesi; millî ve manevi değerlerimizi istismar ederek, dinî vecibelerimizi çıkar aracına dönüştürerek, milletin merhametini sömürerek, kökü dışarıda derin bağlantılarından aldığı talimatla büyük bir ihanete girişmiş, kendi milletine namlu doğrultmuş, kendi ülkesini işgale yeltenmiştir. O gecenin manevi kahramanları hiç şüphesiz tarih boyunca vatana, millete bayrağa yapılan her saldırı da ön saflarda yer alan din görevlilerimizdi. 15 Temmuz gecesi Diyanet İşleri Başkanımız nezdinde Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet-Sen öncülüğünde gök kubbeyi inleten salaları ile hainlerin, jet, top, tüfek seslerini bastıran, darbeye karşı duran milletimize en büyük manevi kuvvet olan din görevlilerimize ve camiamıza teşekkürü bir borç biliyoruz. O gece Hakk’a ve halka rağmen bu ülkede darbe yapılamayacağını hep birlikte hainlere ve tüm dünyaya göstermiş olduk. Dünyanın dört bir yanında masumların ve mazlumların duasını alırken, küresel odakların ve iş birlikçilerinin yüreklerine korku saldık. Dünyanın unuttuğumuzu sandığı tarihsel misyonumuza duygu olarak yeniden döndük, misyonumuza sahip çıktık, hiçbir denklemin bizi hiçe sayamayacağını şehitlerimizin kanı, gazilerimizin cesareti, milletimizin dirayetiyle ortaya koyduk. Diyanet-Sen olarak, özlük mücadelesini özgürlüğümüzden bağımsız düşünmedik. Emeğimizin hak ettiği değeri alacağı tek yerin vatanımız olduğunu hiç unutmadık. Alın terimizi de kanımızı da damlatacağımız tek yerin bu topraklar olduğu düşüncesinden hiçbir zaman sapmadık. Örgütlü olmanın hakkını vererek, üyemizi de ülkemizi de korumayı en büyük ödev ve görev belledik. Şehit düştük, gazi olduk ama ‘bekleyip görelim’ demedik; demokrasi nöbetlerinde de milletimizle kol kola olduk. 15 Temmuz’da verilen mücadele bağımsızlığımızın destanıdır. 15 Temmuz’da, Çanakkale’de koyun koyuna yatan şehitlerimizin miras bıraktığı birlik ve beraberlik milletimizi tek bir gövdeye dönüştürmüş, istikbalin istiklalden geçtiği kayıtlara bir kez daha düşmüştür. Diyanet-Sen olarak, tarihin hangi kesitinde, dünyanın neresinde olursa olsun, tüm darbeleri ve darbecileri lanetliyoruz. Bütün vesayet düzenlerini, milletin iradesine ipotek koyan anlayışları ve arayışları tartışmasız reddediyoruz. Milletimizin güçlü iradesiyle atlattığımız bu büyük badirelerden sonra yeni ufukları görmenin, yeni umutları menzil edinmenin vaktidir, diyoruz. Çocuklarımızın ve gençlerimizin benliğinin bu tarihî bilinçle donanmasının, kimliğinin 15 Temmuz cesaretiyle neşvünema bulmasının geleceğimiz için en büyük tahkimat olduğuna inanıyor, tarihinden beslenmeyen bir neslin atide kaybolacağını düşünüyoruz. Hesapları kirli, elleri kanlı darbeci hainleri bir kez daha lanetliyor, şehitlerimizi minnetle yâd ediyor, gazilerimize sağlıklı uzun ömürler diliyoruz” Read the full article
0 notes
Text
Tarih boyunca tabiat ile iç içe yaşayan ve toprağı "dört ana unsur"dan sayan Türkün düşünce sisteminde Nevruz, Türk dünyasının tamamında yaygın olarak kutlanan bir bayramıdır.
Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa'ya yürümesiyle Macaristan'a ve Balkanlar'a ulaşmış, 800'lü yıllardan itibaren Hazar'ın güneyinden Anadolu'ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınarak daha geniş bir coğrafyaya yerleşmiştir.
Toprağın kış mevsiminde yattığı ölüm uykusundan kalkması, ilkyaz ile yeniden dirilişi, Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon’da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da "Ergenekon Bayramı"dır.
Büyük Hun birliğinin Çinlilerle birleşen bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında Altay Dağları çevresine göçen Gök Türklerin hikâyesi, destanda Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların göçü olarak anlatılır. Ergenekon Destanı; bir bakıma, Göktürklerin doğuş destanıdır. Bu destan ilk defa XIII. asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilmiştir. Nevruz ile ilgili tarihî bilgiler ise, Kutadgu Bilig, Divan ü Lügatit-Türk gibi Türk kültürünün ilk yazılı kaynaklarından başlayarak Bîrûnî'den, Nizâmü'l Mülk'e, Melikşah'dan Uzun Hasan'a uzanan çizgide, hatta Çin kaynaklarında mevcuttur.
#ergenekon #ergenekondestanı #göktürk #göktürkler #nevruz #nevruzbayramı #türk #türkiye #turkiye #tarih #türkçetarih #altay #türkkültürü #history #hun #hunlar #dedekorkut
3 notes
·
View notes
Text
Kalevala'ya Göre Yaratılış
Fin mitolojisine liseye başladığımdan beri ilgim var. O zamanlar büyük Fin destanı Kalevala çevrilmemişti. Sadece 1966'dan eksik bir çeviri ve düz yazıya çevrilmiş bir çocuk kitabı mevcuttu. 2017'de Riitta Cankoçak'ın çevirisi ile Türk okuyucusu ile buluştu. Bu çeviriden ve bazı kaynaklardan toplayarak, Kalevala'ya göre Dünya'nın oluşumu ve yaratılış nasıl oldu, bunu açıklayan bir yazı yazmak istedim. Elbette ayrıntılar için destanı okumak gerek ve kaynaklar arasında da farklılıklar mevcut. Ben elimdeki çeviriye bağlı kalmayı seçtim.
***
Fin halk destanı Kalevala'nın ilk iki şiiri, yaratılışı ve Fin halk kahramanı yarı-tanrı Väinämöinen'in doğuşunu konu alır. Bu kahramanın doğuşu zaten yaratılış ile de ilişkilidir.
Väinämöinen'in anası havanın bakiresi Ilmatar'dır. Semada yaşayan Ilmatar el değmemiş, güzel mi güzel bir bakiredir. Zamanın ilerlediğini, kendisinin söndüğünü görünce deryaya iner ve Ilmatar sudan (denizden olarak da geçer) ve rüzgardan hamile kalır. Fakat çocuk doğmaz ve yüklü Ilmatar yıllarca (bazı kaynaklarda 700, elimdeki Türkçe çeviride ise 33 yıl diyor) acı içinde coşkun denizlerde sürüklenir durur. Efsanevi bir kuş konacak yer arıyordur (çeviride turna denmiş) ve Ilmatar da dizine konmasına izin verir. Kuş, Ilmatar'ın dizine yuva yapar ve altısı altın biri demir toplam yedi yumurta bırakır. Yumurtalar öyle ısınır ki Ilmatar'ın dizini yakarlar. Bunun üzerine Ilmatar dizini oynatır ve yumurtalar denize düşer fakat yumurtalar denizde kaybolmaz, taşa vurup parçalanırlar. Kabuğun dibinden yeryüzü, yumurta akından ay ve yıldızlar, sarısından güneş, lekelerinden de bulutlar oluşur. Bunun üzerine Ilmatar da etrafta yüzerek toprağı şekillendirmeye devam eder. Bu sırada anasının karnındaki Väinämöinen artık bir bebek değil, yaşlı bir bilge olmuştur. Anasının karnında kalmaktan sıkılan Väinämöinen, Ay'a dua eder ve anasının rahminden kurtulmayı başarır. Uzun yıllar çıkabileceği bir toprak arayarak denizde sürüklenmeye devam eder, nihayet karaya çıktığındaysa arazi çoraktır. Hiçbir yerde istediğini bulamaz. Tarlaların oğlanı Sampsa Pellervoinen'den toprağı ekmesini ister. Çeşitli ağaçlar oluşur. Meşe ağacı çok büyüyerek her yeri kaplar. Ay ve güneş görünmez olur. Bundan memnun kalmayan Väinämöinen, annesinden yardım ister. Denizden baş parmak büyüklüğünde deniz halkından bir er çıkar. Väinämöinen bu yaratığın meşeyi kesebileceğinden emin değildir, gözü tutmaz fakat o, üç vuruşta meşeyi devirir. Meşe devrilince ışığa kavuşan ormanda çeşitli bitkiler yetişir fakat arpa çıkmaz (Arpa, Finler'in temel besinlerinden biridir). Väinämöinen su kenarına iner, yedi tane tohum bulur, bunları eker ve tanrıların tanrısı Ukko'ya dua eder. Günler sonra emeğinin karşılığını görmeye giden Väinämöinen, dört bir yanın başak dolduğunu görür. Oradan geçmekte olan guguk kuşu, koca bir huşun bırakıldığını görür, nedenini sorar. Väinämöinen o ağacın guguk kuşunun yuvası olduğunu söyler. Guguk kuşu gururlanır ve şakımaya, hasat türküsünü ötmeye başlar. (Guguk kuşu o coğrafyanın kültüründe (Fin, Rus vs.) önemli yer tutmaktadır.) İkinci şiir de burada biter.
Resim: Robert Wilhelm Ekman, Ilmatar.
10 notes
·
View notes
Text
Vali Aziz Yıldırım'ın Malazgirt Zaferi'nin 950. Yıldönümü Mesajı
Vali Aziz Yıldırım’ın Malazgirt Zaferi’nin 950. Yıldönümü Mesajı
1071 yılında Anadolu’nun kapılarını Türklere açan Malazgirt Zaferi’nin 950. yılını kutlamanın gurur ve heyecanını yaşıyoruz. 26 Ağustos 1071’de Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan komutasında şanlı Türk Ordusu, kendisinden dört kat daha kalabalık Bizans ordusunu yenerek bir kahramanlık destanı yazmıştır. Malazgirt Zaferi, yalnız Türk tarihinde değil, dünya tarihinde de bir dönüm noktası…
View On WordPress
0 notes
Text
Fatsa Demokrasi Nöbetini Bırakmadı
15 Temmuz Demokrasi Şehitlerini Anma ve Milli Birlik Günü etkinlikleri 15 Temmuz Özgürlük Meydanında gerçekleşen demokrasi nöbeti ile sona erdi. Gündüz Şehitlikte anma programı, Sahil Büyük Büyük Camiinde Mevlid Programı ve Kültür Sarayındaki 15 Temmuz temalı fotoğraf sergisinin ardından son program 15 Temmuz Özgürlük Meydanında gerçekleşen demokrasi nöbeti ile son buldu. AY YILDIZLI AL BAYRAĞIMIZIN GÖLGESİ ALTINDA HÜR VE BAĞIMSIZ YAŞAMAYA ANT İÇTİK Programda ilk konuşmayı yapan Fatsa Belediye Başkanı İbrahim Etem Kibar, Vatan sevgisini tüm değerlerin üstünde tutan, bağımsız ve özgür yaşama gayesinden hiçbir zaman taviz vermeyen Türk Milletinin, sahip olduğu özelliklerle dünya üzerinde saygın bir konum edindiğini belirterek, “Türk Milleti, onurlu tutumu, kahramanlıkları ve başarılarıyla tarihin akışını değiştiren yüce bir Millettir. Yaşam hakkını onuruyla elde eden Milletimiz, tarihin her döneminde olduğu gibi 15 Temmuz gecesi de bölünmez bütünlüğünü ve vatan topraklarını koruma ve karşısına çıkarılan engelleri aşma kararlılığını göstermiş, bu uğurda canı pahasına yüzlerce şehit vermekten kaçınmamıştır. Asla unutmayacağımız ve unutturmayacağımız 15 Temmuz hain darbe girişimi; ülkesine, devletine, demokrasisine, anayasal düzene ve özgürlüğüne bağlılığını, aydınlık bir gelecek idealinden asla taviz vermeyeceğini tüm dünyaya haykıran asil milletimizin yazdığı kahramanlık destanı ile hüsrana uğramıştır. Rengini şehitlerimizin kanından alan Ay-Yıldızlı al bayrağımızın gölgesi altında sonsuza kadar hür ve bağımsız yaşamaya ant içmiş aziz milletimiz, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla çıktıkları sokaklarda, yurdun dört bir köşesinde tanklara, bombalara, kurşunlara göğsünü siper etmiş, bu hain girişimini vatansever güvenlik güçlerimizle birlikte canlarını vererek, kanlarını dökerek engellemiştir. Kahramanlık genlerini bünyesinde daima muhafaza eden milletimiz, günler ve geceler boyunca tuttukları demokrasi nöbetleri ile vatan sevgilerini tüm dünyaya bir kez daha haykırmıştır. Devletimizin tüm kurumları, güvenlik güçleri ve asil milletimizin dua ve destekleriyle; Ülkemizin bekasına, birliğine, huzuruna ve geleceğine kast eden tüm hain odaklara ve bölücü terör örgütlerine karşı verdiğimiz mücadeleden asla taviz verilmeyecektir. Milletimizin verdiği büyük kahramanlık destanı ise asla unutulmayacak ve daima yaşatılacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle dün Hakkari ilimizde gerçekleştirilen operasyonda şehit düşen 3 kahraman askerimize, Tedavi gördüğü hastanede şehadet mertebesine intikal eden Aybastı’lı hemşerimiz J.Uzm.Çvş Salih Altuntaş’a ve 15 Temmuz darbe girişimine karşı canlarını siper ederek şehadete eren tüm şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, gazilerimizi de şükran ve minnetle anıyoruz.” dedi. KAHRAMAN TÜRK HALKI TEK NEFES, TEK YÜREK, TEK VÜCUT EŞİ BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR DİRENİŞ GÖSTERDİ Başkan Kibar’dan sonra kürsüye gelen Fatsa Kaymakamı Mehmet Yapıcı’da yaptığı konuşmada, “Bugün Milletimizin demokrasi zaferini kutlamak; Vatan, Millet, Bayrak, İstiklal ve diğer bütün mukaddes değerleri uğruna gözlerini kırpmadan canlarını feda eden Aziz Şehitlerimizi bir kez daha yâd etmek ve kahraman gazilerimize şükranlarımızı sunmak üzere bir araya gelmiş bulunuyoruz. 15 Temmuz gecesi, ülkemizi, milletimizi, demokrasimizi, cumhuriyetimizi ve aydınlık geleceğimizi yok etmek isteyen vatan hainleri harekete geçmiş, milletin silahlarını yine bu büyük millete doğrultarak kanlı bir darbe girişiminde bulunmuşlardı. Milli birliğimizi ve demokrasimizi hedef alan FETÖ terör örgütünün bu hain kalkışması karşısında, Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısıyla birlikte meydanlara akın eden kahraman Türk halkı tek nefes, tek yürek, tek vücut eşi benzeri görülmemiş bir direniş gösterdi. Türkiye’yi parçalayacaklarını, devleti teslim alabileceklerini sanarak, 15 Temmuz gecesi harekete geçen hainler, ertesi gün akşam olmadan milletimiz tarafından hüsrana uğratılmışlardır. Bu hain darbe teşebbüsü Türkiye Cumhuriyetinin geleceğini dış güçlerin eline teslim etmeyi, tıpkı Irak, Suriye ve Libya da olduğu gibi Devletimizi sömürgeci batılı devletlerin işgaline zemin hazırlayacak bir kaos ortamına sürüklemeyi amaçlıyordu. Bu vatan kolay kazanılmadı. Bu vatanın kazanılması için Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da binlerce şehit verdik. Vatanımızı düşman işgalinden kurtardık. Yeni bir devlet kurduk. Halkın olan, Cumhuriyetle yönetilen, herkesin eşit olduğu, herkesin devlet hizmetlerinden eşit faydalandığı bir devlet kurduk. Kimseye inanmayın, Devletimiz çok güçlüdür, Hiçbir güç ve kuvvet Büyük Atatürk’ün kurduğu bu devleti yolundan çeviremeyecektir. Türk Devleti ve Milleti 7 bin yıllık geçmişi olan kadim bir devlet ve millettir. Kurşuna karşı yürüyen bu memleketin aziz evlatları genlerindeki binlerce yıllık ruhla hareket etmişlerdir. 15 Temmuz gecesinin karanlığında bir ışık gibi parlayan aziz şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi şükranla anıyorum. Büyük Türk Milletinin önünde bir kere daha saygıyla eğiliyorum. Büyük Atatürk, rahat uyu, emanetin sonsuza dek korunacaktır.” diye konuştu. (BSHA) Read the full article
0 notes
Text
Bahçeli: Yeni partiyi kurmak isteyenler buyursun kursunlar
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, grup toplantısında yaptığı konuşmada, "Bir dönem Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış isimler birden bire yüksek sesle konuşmaya, kamuoyu hazırlamaya başlamışlardır. Yeni parti kurmak isteyenler buyursun kursunlar. Nasıl olsa siyaset mezarlığına bir yenisinin daha ilave edilmesi önemsiz bir ayrıntı olacaktır." dedi. Bahçeli şunları kaydetti: “Bu haftaki Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza en iyi dileklerimi sunuyorum. Bilindiği gibi Anadolu'nun bin yıl önce ecdadımız tarafından fethi yalnızca askeri başarıların eseri değildir. Bu başarıyı kalıcı ve köklü hale getiren, fethin gönüllerde de gerçekleşmiş olması, insan sevgisi ve hakkaniyet üzerine kurulu yüksek ahlak nizamının kurulmasıdır. Bir ülkenin vatanlaşması, yalnızca toprak kazanılmasından ibaret sığ bir düşüncenin ürünü değil, topraktan daha önce insanın kazanılmasını gerektiren daha insancıl, daha ahlaki bir derinliğin mahsulüdür. Fetih kavramını alelade bir işgalden ve sömürge zihniyetinden ayıran ve ona manevi özellik kazandıran yegâne husus da budur. Diyebiliriz ki, Anadolu coğrafyası silahtan ��nce gönüllerin fethi ve muazzam bir yönetim kudret ve sisteminin marifetiyle kazanılmıştır. Bu kazanım dinamik bir süreçtir ve kendi içinde devinim halindedir. Yurt olarak tuttuğumuz bu topraklar üzerinde daha istikrarlı bir yönetim sistemini, daha gelişmiş bir toplum yapısını, daha güçlü bir devlet gerçeğini inşa etmek için asırlar boyunca mücadele verilmiştir. Fetih ruhunun geleceğe taşınması için bu mücadele kararlılıkla sürdürülmelidir. Mutlu, muasır ve müreffeh bir millet ve devlet seviyesine ulaşabilmek için her nesil az ya da çok, eksik veya fazla üzerine düşeni ifa gayretinde olmuştur. Milli gaye, varoluşumuzun muhafazası ve müstakbele taşıma arzusuyla temellenmiştir. Türk milletinin fetih ruhu hiç kesintiye uğramamıştır. Bu ruh bizi biz yapan, bizi birbirimize bağlayan, üstelik kendi içimizle birlikte dışımızdaki hadiselere şuurla bakmamızı sağlayan duruş ve dirayetin fecridir. İnsanlık sürekli bir arayışın içindedir. Bu durum Türk milleti için de geçerlidir. Sözünü ettiğimiz arayış kimi zaman törpülenmekte, kimi zaman torpillenmekte, kimi zaman da müessir ölçülerde tetiklenip teşvik görerek ilerleyiş hattını korumaktadır. Ne var ki yerkürede henüz ideal bir devlet ve toplum düzeninin vasat bulduğunu söylemekten çok uzak olduğumuz düşündürücü de olsa bir hakikattir. Yönetim sistemleri ayet hükmü değildir. İhtiyaç hasıl olduğunda değişecek ve dönüşecektir. Burada asıl mühim husus, yönetim sistemi üzerindeki analitik değerlendirmelerin, değişim taleplerinin maksat ve muhtevasının ne olduğuyla ilgilidir. Sistem mimarisinin bileşenleri arasında denge ve uyum gözetilmeden, ara ve ana hedefler isabetle belirlenmeden, bundan da öncelikli olarak milli iradenin onay ve oluru alınmadan ezkaza atılacak her adım boşlukta kalacak, her hamle berhava olacaktır. Hiçbir yönetim sistemi sabahtan akşama kurumsallaşıp kökleşmeyecektir. Emek verilmeden, sabır gösterilmeden, ortak akıl ve çabayla mücadele edilmeden devlet ve toplum hayatının sistemsel olarak yeni baştan düzenlenmesi hemen olacak bir iş değildir. Türkiye Cumhuriyeti 96 yıllık bir maziye sahiptir. Yüzüncü yıldönümüne ulaşmasına da dört yıl kalmıştır. 1923-1946 arasındaki tek parti dönemi imparatorluk bakiyesi yeni devletimizin ilk evresidir. Bu evrede her ne kadar parlamenter sistemin teorik olarak uygulandığı iddia edilse de, pratikteki yansımaları takdir edeceğiniz üzere farklıdır. İkinci Dünya Savaşı'nda sonra yeniden tesis edilen uluslararası siyaset ve ekonomik düzene uyum sancılarını, buna uygun davranma sorunlarını en aza indirme konusunda çözüm yolları aranmış, böylelikle Cumhuriyet döneminin ikinci evresi olan çok partili sisteme geçiş sağlanmıştır. Bu ikinci evre 72 uzun yıl devam etmiştir. Ancak yönetim sistemindeki aksaklık ve tıkanmalar, erkler arasındaki tehlikeli kayma ve kopuşlar, yaşanan kavga ve gerilimler devlet çarkının paslanmasına, karar süreçlerinin laçkalaşmasına neden olmuştur. Darbeler, kutuplaşmalar, vesayetçi özlemler, statükocu emeller, ekonomik krizler, devlet ve toplum hayatını rehin alan istikrarsızlıklar elbette ve doğal olarak siyasi sorumluluk taşıyan bizleri yeni arayışlara itmiştir. Kaldı ki hem tarihe, hem bugüne, hem de geleceğe karşı sahip olduğumuz görevleri ihmal edemez, yok sayamazdık. Cumhuriyet'in kuruluşundan 93 yıl sonra Türkiye FETÖ işgal teşebbüsüne, senaryosu emperyalizm tarafından yazılmış kanlı ve karanlık bir operasyona direkt muhatap olmuştur. 251 vatan evladımız şehit düşmüştür. 2 bin 194 vatan evladımız ise bu hain darbe kalkışması neticesinde yaralanmıştır. Kaleyi içten yıkmak isteyen, ülkeyi iç savaş ortamına sokmayı hedefleyen, demokrasiyi ve milli varlığı imhayı kurgulayan Pensilvanyalı teröristler eşine benzerine az rastlanır bir hıyanetle millete ve devlete kast etmek için devreye girmişlerdi. Hamd olsun, Türk milleti tankların önüne yatarak, kanunsuz ve korsan şekilde uçurulan savaş uçaklarına ve helikopterlere meydan okuyarak istiklalini kurtardı, istikbaline sahip çıktı. Söz konusu mücadele ruhu sokaklarda, caddelerde, meydanlarda, köprülerde devleşen milletin 15 Temmuz destanı olarak milli hafızalara kazındı. Tutsak almak istediler, direndik. Yıkmak istediler, engelledik. İşgali denediler, analarından doğduklarına pişman ettik. Çünkü biz; baş verse de başını eğmeyen, hiçbir zalime eyvallah etmeyen, hiçbir teröristten, hiçbir hain ve müstevliden aman dilenmeyen büyük Türk milletiyiz. Bağımsızlık onurumuzu ayağa düşürmeyiz. Milli bekamızı yedirmeyiz, yutturmayız, asla da çiğnetmeyiz. Bu şartlar altında milli birlik ve bekamız tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yaygın bir musibete, yoğun bir tehdide maruz kalmıştır. İşte böylesi bir ahval ve şerait içinde tarihin omuzlarımıza yüklediği ve ertelenmesi halinde çok ciddi mahsur ve maliyetleri olacak vazifemizi tatbik ve temin için kollarımızı sıvadık. Parlamenter sistemle daha fazla mesafe alamayacağımız 15 Temmuz'da belli olmuştu. Devletin hızlı karar alması, etkin ve verimli çalışması lazımdı. Yasama, yürütme ve yargı arasında silikleşen sınır çizgilerinin belirgin ve berrak şekilde netleştirilmesi, bu üç erk arasındaki demokratik ayrımın belirginleştirilmesi büyük bir zorunluluktu. Milli güvenliğimiz ağır baskı ve dayatmalar altındaydı. İç ve dış sorunlarımız artıyor, tırmanıyordu. Devlet yönetiminde varlığı malum olan fiili düğümün çözülmesi, bu suretle yasal ve anayasal bir hüviyete kavuşturulması gerekiyordu. Sonuç itibariyle Türk milleti, 16 Nisan 2017 Halkoylamasıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne evet demiş, geleceğini bu yeni sistemdegörmüş ve kabullenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 16 Nisan 2017 itibariyle fiilen, 9 Temmuz 2018'de de resmen üçüncü evreye geçmiştir. Önemle ifade etmek isterim ki, kefili milli irade ve Türk tarihi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi keyfi olarak kurulmadı. Basit ve günlük siyasi dürtülerle harcı karılmadı. Cılız ve çıkarcı emellerle çatısı örülmedi. Günü kurtarma hesaplarının neticesi olarak içeriği ve rotası tayin edilmedi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye Cumhuriyeti'nin yaşama azminin, payidarlık iradesinin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün aynen tecellisi ve tescilidir. İlaveten siyasi istikrarın teminatıdır. Yeni sistemle beraber barajın yüzde 50 artı 1'e çıkması muhkem ve muteber bir sayısal çoğunluktan daha çok müstesna bir uzlaşmayı, muazzam bir kucaklaşmayı sağlamıştır. Türkiye aradığı parlak yönetim sistemini pek çok badireye uğraya uğraya, birçok sorunla boğuşa boğuşa sonunda bulmuş ve benimsemiştir. Değişen rejim değildir. Aksini iddia ve ilan edenler müfteridir, münafıktır, müptezeldir. Sistem değişikliğini rejim elden gitti diyerek karalamaya ve kötülemeye yeltenenler iyi niyetten yoksun bozgunculardır. Önümüzdeki 9 Temmuz günü yeni sistemin bir yılı dolmuş olacaktır. Kuşkusuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin ilke ve esaslarıyla oturması, kurum ve kurallarıyla güçlenmesi zaman alacaktır. Dünya üzerinde hiçbir hükümet sistemi kısa sürede umut edilen fayda ve sonuçları tam manasıyla vermemiş, verememiştir. Bu da son derece normaldir, beklenen ve ölçümü yapılan bir durumdur. Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçiş sürecinde var olan uyum sorunlarının aşılması kaçınılmazdır. Bize göre Türkiye'nin yönetim sisteminden kaynaklanan zafiyetleri son bulmuş, nihayete ermiştir. Bu gerçeğe rağmen, sistem tartışmasını yeni baştan açmanın ne ülkeye, ne millete, ne de demokrasimize hiçbir yararı olmayacaktır. Müflis tüccar nasıl eski defterleri karıştırıyorsa, iki yüzlü siyaset bezirganları da eski sisteme dönüş yollarını aramaya koyulmuşlardır. Cumhuriyet Halk Partisi ile yanında yöresinde hizalanan icazetli partiler, sözde uzmanlar, yarım aydınlar, malum köşe yazarları yeni hükümet sistemini hedef tahtası haline getirmişlerdir. Kerametleri kendilerinden menkul bu çevrelerin, parlamenter sisteme övgü üstüne övgü yağdırmaya başlayarak, son bir yıllık geçmişin bütün olumsuzluklarını yeni sisteme yükleme teşebbüsleri zeka özründen ziyade akıl eksikliği, ahlak zayıflığı, köhne ve kötürüm bakışın neticesidir. Bunlar ne istiyorlar? Neyi amaçlıyorlar? Koalisyonlar dönemine geri mi dönülsün? Devletteki sonuçsuz güç ve yetki mücadeleleri yeniden mi alevlensin? Bu şaşkın ve şuursuzlar nereye ulaşmayı düşünüyorlar? 15 Temmuz'da başı ezilen işgal girişiminin farklı kanallardan, farklı bünye ve maskelerle tekraren tedavüle girmesini mi ümit ediyorlar? Karar alma mekanizmalarının çatışmasını ve çökmesini mi arzuluyorlar? CHP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı'nın partisiyle olan bağını sorgulayarak “Tarafsızlık referandumuna hazırız” diyor. Türkiye durup durup referandum mu yapacak? 16 Nisan'da Türk milleti iradesini göstermedi mi? Daha neyin tarafsızlığından, neyin referandumundan bahsediliyor? Kılıçdaroğlu öncelikle Türkiye'nin karşı tarafında yer almasından dolayı nedamet getirsin, içine düştüğü vahim sapmayı, tehlikeli savrulmayı düşünsün, şahsı için dert etsin. Eğer aklı varsa da kendine saklasın. HDP'yle aynı tarafta olandan bizim duyacağımız hiçbir şey yoktur.PKK'yla aynı bloğa girenden öğreneceğimiz bir şey olamayacaktır. FETÖ'ye itiraz edemeyen, S-400 konusunda Türkiye'nin tezlerini savunamayan, bekayı bilmeyen, belaya kucak açan CHP Genel Başkanı'nın tarafsızlık çağrısı, referandum önerisi bize göre nevrotik bir vaka, tedavisi aciliyet arz eden tükenmişlik sendromudur. CHP önce suyu bulandırmakta, sonra da bundan rahatsız olduğunu açıklamaktadır. Bu siyaset tarzı çürüktür, güdüktür, güdümlüdür, bayağıdır. Bilinmelidir ki, CHP'den hiçbir halt olmayacaktır. Ruhunu CHP'ye satan İP'ten, yuları Kandil'e teslim edilmiş HDP'den bu memlekete, bu millete en küçük hayır gelmesi bile düşünülemeyecektir. Bunlar zilletin sacayağıdır, Türk milleti bunları başından mutlaka savacaktır. CHP demek kriz demektir, kaos demektir, kavga demektir, kargaşa demektir. İster sevsinler, ister sevmesinler, durmayıp papatya falı açsınlar, baktılar olmuyor hemen tanıdık medyumlara koşsunlar, fakat ne yapsalar boştur, ne etseler nafiledir. Çırpınışları da boşunadır. Zira Türkiye'nin geleceği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'dir. Bu gelecek de bir gün gelecek, millet zilleti eninde sonunda alt edecek, hakikat çirkefi ve siyaset çirkinliğini inanıyorum ki kalbura çevirecektir. Değerli Milletvekilleri, 31 Mart Mahalli İdareler Seçimlerine derin anlamlar yüklemiş, her ortamda seçimle ilgili stratejik analiz ve yorumlarımızı samimiyetle ifade etmiştim. Demiştim ki, Zillet İttifakı tutunacağı bir dal bulursa 31 Mart'tan sonra bir kez daha sistem tartışması başlatacak, parlamenter sistem çığırtkanlığının dozajını arttıracak. Bu nedenle 31 Mart seçimi önemliydi, sandıktan çıkacak sonucun Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne müzahir olması elzemdi. Mahalli idareler yönetimleriyle merkezi yönetim arasında gerilim ve çelişkinin olmaması toplumsal huzur, devlet hayatındaki düzen ve denge açısından önemliydi. Başını CHP'nin çektiği Zillet İttifakı'nın, büyükşehir belediyelerindeki mevzi kazanımları dikkate alıp Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni hedef alması ne kadar isabetli bir öngörüde bulunduğumuzu açıkça göstermektedir. Nitekim haklı çıktık. Çünkü biz bunların cibilliyetlerini ve ciğerlerini biliriz. Kafalarının arkasındaki sinsi ve gizli hesapları zamanında görür, değerlendirir, deşifre ederiz. Bunlar maya ve meşreplerinin gereği neyse onu yapmaktadır. Bir kez olsun bizi yanılttıkları da vaki değildir. Özellikle 23 Haziran İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Seçiminden sonra yeni hükümet sistemine yönelik denetimli itirazların yükselip sanal tepkilerin çoğalması bir senaryonun tedavülüne işarettir. 23 Haziran sonuçlarını Gezi Parkı'nın bir halkası görenler Türkiye'ye pusu kuran mihraklardır. Bu mihrakların meselesinin dört-beş ağacın sökülmesi, yeşilin ve çevrenin kirletilmesi olmadığı çok nettir. CHP zihniyeti Gezi Parkı komplosunun içindedir, bir kez daha yeşermesi için ortam kollamaktadır. 7-8 Ekim olaylarının aktif ve cani provokatörleriyle aynı çizgidedir. Mehmetçiğe kurşun sıkanlarla aynı yolun yolcusudur. Geçtiğimiz hafta İdlib'teki gözlem noktalarımıza ateş açan ve bir kahramanımızı şehit edip üçünü yaralayan Esad rejimine sıcak ve dostanedir. Bu vesileyle geçen hafta ebediyete uğurladığımız kahramanlarımızla birlikte bütün şehitlerimize Allah'tan rahmet, yaralı kardeşlerimize şifalar diliyor, hepimizin başı sağolsun diyorum. Türkiye'nin kuyusunu kazmak için sıraya girenler yeni hükümet sistemini gözden ve gönülden düşürmenin peşindedir, bunun için de fitne-fesat üretimini hızlandırmışlardır. Görüşümüz bellidir, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin gelişmesi ve güçlenmesi için atılacak samimi ve dürüst adımların sonuna kadara yanındayız, arkasındayız. Ancak yeni hükümet sistemini birinci yılı bile dolmadan tahrip ve tahrif etme girişimleri Türkiye düşmanlarına zeytin dalı uzatmak, onlara el sallamak, karşılarında selam durmaktır. AK Partili bazı yöneticilerin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin eğer varsa aksayan yönleriyle ilgili kendi aralarında değerlendirme yapmaları doğaldır, ne var ki bunu kamuoyu önünde dile getirmeleri CHP'nin değirmenine su taşıyacaktır ve yanlıştır. Milliyetçi Hareket Partisi'nin buna rızası ve onayı yoktur. Tarafımız bellidir, o da Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletidir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin yaşaması için eğer bizden fedakârlık isteniyorsa mutlaka yapacağız, mücadele bekleniyorsa seve seve yerine getireceğiz. Sözümüzden caymayacağız, duruşumuzdan taviz vermeyeceğiz. Biz ağzımızla konuşur, beynimizle düşünür, aklımızla kavrar, sevgimizle kucaklar, gönlümüzle coşar, yüreğimizle inanırız. İnandığımızı söyler, sonu ölüm de olsa dönmeyiz. Bayrağımızla gururlanır, şehidimizle ağlar, destanlarla bağlanırız. Biz Milliyetçi Hareket Partisi'yiz. Üç hilal muhteşem Türk tarihinin hatıra ve emanetidir. Ve de milli bekaya tıpkı tarihte olduğu gibi haysiyetle, hakikatle, korkusuzca sahip çıkacaktır. Her biri kutlu ceddimizin bin yıllık hükümranlığını temsil eden üç kıtayı ve üç kıtadaki beşeri kucaklaşmayı simgeleyen üç hilal, ay yıldızlı al bayrağın dalgalanması için elini de, gövdesini de taşın altına koymaktan çekinmeyecektir. Gururla sahip olduğumuz fikri ve siyasi müktesebat Türk-İslam jeopolitiğinin gerçeklerinin ve gelişmesinin eseridir, gelecekte ulaşmak istediğimiz ülkülerimiz bu sayede hayat bulacaktır. Türkiye sevdamızdır. Ülkemizi çözmek ve çökertmek için sudan bahane üretenleri, yapay sorun imal edenleri aziz milletimiz bilmekte ve görmektedir. Sistem tartışmaları demokratik vasıtalarla bitmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni yozlaştırma çabaları ülkemize ihanettir. Parlamenter sistemle geldiğimiz yer bellidir, yaşadığımız tramvalar bilinmektedir. Özellikle 23 Haziran seçimine dayanarak, Türk siyasal kültüründe restorasyon ve reformasyon süreçleri başladı demek, bu yolla yeni sistemi yargılamak art niyetliliktir, akıl noksanlığıdır. 31 Mart ve 23 Haziran'da yalnızca mahalli idareler seçilmiş ve belirlenmiştir. CHP'nin fırsatçılık yapması, fikirsiz ve faziletsiz İP'in ve diğerlerinin bu fırsatçılıktan menfaat ummaları gafilliktir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türk milletinin kararıdır. Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir. Bu gerçeğin inkarı asla söz konusu edilemeyecektir. Egemenliğin sahibi aziz milletimiz 16 Nisan 2017'de kat'i sözünü söylemiştir. Bizim sözümüz Türk milletinin sözüdür. Bu söz yere düşmeyecek, Türkiye geriye sarmayacak, eskiye dönmeyecektir. Üç hilal, dün Ulubatlı Hasan'ın elinde bir fetih ruhuydu, bugün milliyetçilerin gönderinde yükselen bir hilaldir. Dün mehteranın elinde sallanan bir tuğ idi, bugün ise ihanete ve işgale dur diyecek son kutlu sancaktır. Hak eden ellerde anlam kazanmış, gönül veren milyonların ruhunda dalgalanmıştır. Allah'ın izniyle buna da devam edecek, her zaman dik duruşunu, tavizsiz duyuşunu sürdürecektir.Muhterem Arkadaşlarım, Türkiye'nin üzerinde dikkatle durulması, tedbir geliştirip temkinli olunması gereken sorun alanları vardır. Çevremiz kaynamaktadır. Ülkemizin mücavir bölgeleri karmakarışıktır. Bu itibarla milli birlik ve dayanışma ruhumuzun diri olması daha önemli bir hale gelmiştir. Çünkü bütün hesaplar Türkiye üzerine yapılmıştır. Tüm dikkatler bize yönelmiştir. Fakat 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden hemen sonra siyaset borsası hareketlenmiş, ismi bayatlamış kişilerin yeni parti kurma iddiaları ortalığı çalkalandırmıştır. Bir dönem Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış isimler birden bire yüksek sesle konuşmaya, kamuoyu hazırlamaya başlamışlardır. Bunların eleştirdikleri iktidar partisinin düne kadar tam göbeğinde yer alan isimler olması garip ve tuhaf bir çelişki olarak karşımızdadır. Ya yeni bir hal ya da izmihlal diyen zatın, bugün susma vakti değil çıkışı, yeni bir siyasete vurgu yapması zamanlama itibariyle oldukça manidardır. Bugüne kadar sanki hiç konuşmamış, yıllarca susma orucu tutmuş birisi gibi sızlanan bu eski siyasetçinin ülkemizin başına ne çoraplar ördüğü herkesin malumudur. Türkiye'nin çok cepheli sürdürdüğü mücadelesine bigane kalan, bunun yerine yeni bir halden bahseden eski başbakanın sistem eleştirileri gerçekten talihsizliktir, traji komiktir. Ülkemizi dipsiz uçurumların kıyısına kadar sürükleyip stratejik derinlikte boğulmasının atmosferini hazırlayanların farklı zeminlerde ortaya çıkmaları yalnızca yeni bir hale duyulan arzuyla açıklanamaz. Kaldı ki, Türkiye'nin yeni bir hale değil, yeni bir partiye değil, kararlı ve inançlı yürüyüşünü devam ettirmeye ihtiyacı vardır. Niyet sahipleri bilmiyor ve görmüyorlarsa ikazen kendilerine hatırlatayım; sosyal doku, siyasal bünye yeni bir parti kurulmasına kapalıdır. “Bugün susma vakti değil” diyenler, 23 Haziran günü İstanbul'da sandık başına gittiğinde “her şey çok güzel olacak” mesajı verenler aldıkları sufle her neyse, kulaklarına üflenen nelerse gereğini yapmaya başlamışlardır. Şunu unutmayınız ki, devlet ve siyaset adamı için vefa her şeyin önündedir. Dününe vefa duymayanların devletin geleceğinde pay sahibi olmaları, millete ve ülkeye onurluca hizmetleri mümkün değildir. Dahası bir insanda vefanın olması için önce vicdan ve yürek olmalıdır. Yeni parti kurmak isteyenler buyursun kursunlar. Nasıl olsa siyaset mezarlığına bir yenisinin daha ilave edilmesi önemsiz bir ayrıntı olacaktır. Adeta sütten çıkmış ak kaşık gibi konuşanlara tavsiyem, geçmişlerine bakmaları, yedikleri herzeleri, yabancıların gazına gelerek verdikleri zarar ve ziyanı görmeleri, biraz izanları varsa özeleştirilerini yapmalarıdır. Küresel güç merkezlerinin nabzına göre şerbet vermeye kalkışanlara bu milletin sırtı dönük, kapısı da sürgülüdür. Bu arada, FETÖ'yle irtibat ve iltisakı aleni olan sözde bir gazetecinin partimiz üzerinden spekülasyonlara inatla devam etmesi gözümüzden kaçmamıştır. Pensilvanya'nın Korusu geçtiğimiz hafta sonu yazdığı bir yazıda, MHP'yi yeni sistemden en karlı çıkan parti olarak değerlendirmiş, iktidar üzerindeki etkisinin de belirleyici ve dönüştürücü olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca iktidar ittifakı içerisinde de MHP'yi kast ederek, küçük ortağın bu yeni sistemden büyük ortaktan daha fazla yararlandığını söylemiştir. Bu dil ayan beyan nifak dilidir. Bu ağız tıpkısının aynısıyla karanlık bir ağızdır. Pensilvanya elçisinin MHP'ye husumet beslemesi normaldir. Normal olmayan hala konuşması ve serbestçe gezmesidir. Bizim yeni sistemden karlı çıkalım diye bir beklentimiz ve hedefimiz olmadı. Buna en azından millet şahittir. Ancak zamanında FETÖ'den karlı çıkan, en fazla nemalanan, biti de epeykanlanan şahsın yaptıklarının ağır sonuçlarına şu ana kadar katlanmamış olması adalet ve milli vicdan adına büyük bir handikaptır. Bizim nüfus kütüğü Pensilvanya'da olanlarla yolumuz kesişmez, elimiz birleşmez. Birleşik Krallığın koruluğundan Pensilvanya koruluğuna geçen bir sözde gazetecinin yazdıkları, yazacakları, söyledikleri, söyleyecekleri bizim nazarımızda haysiyetsizdir, hükümsüzdür. Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletine adanmış gönüllerin, Türk-İslam ülküsüne bağlanmış imanlı yüreklerin yarım asırlık iftiharı, itibarı, göz nurudur. Milliyetçi Hareket Partisi önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben diyen fedakârlık numunesi dava insanlarının bayraklaşmış övüncüdür. Biz siyaseti ne alırız, ne veririz; ne kazanırız, ne kaybederiz seçeneklerine sıkışarak yapmayız, yapmadık, yapmayacağız. Beka deriz, sonuna kadar da arkasında dururuz. Türklük ve Türk milleti sevgimizi karalatmayız. 31 Mart'tan önce beka diyorlardı, sonra beka rafa kaldırıldı diyen soytarılar ne bizi anlayabilir, ne bizden olabilir, ne de bizim gibi hissedip duyabilir. Kaldı ki, bugün beka sorunu düne göre daha ağırdır. Hele hele İmralı canisi ve örgütüyle Milliyetçi Hareket Partisi'ni kağıt üstünde bile yan yana getirenler derin bir şerefsizlik çukuruna düşen soysuzlardır. Bizim alnımız ak, sırtımız pek, vicdanımız müsterihtir. Milliyetçi Hareket Partisi 2023 hedeflerine kilitlenmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi geleceğin büyük Türkiye'si, Lider ülke Türkiye amaçlarına hizmetle mükelleftir. Bilinmelidir ki, önümüzde seçimsiz geçecek dört yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin kökleşmesi ve güçlenmesi konusunda ne gerekiyorsa yapılacaktır. Yasal ve idari reformlara destek verilecektir. Ülke ve millet hayrına her müspet çalışmaya katkı sunulacaktır. Diğer yandan erken seçim yoktur, seçim sayfası 23 Haziranla birlikte 2023'e kadar kapanmıştır. Türkiye zorlu etapları el birliğiyle aşacaktır. Türk milleti tuzakları boza boza ilerleyecektir. Önümüzde hiçbir güç duramayacaktır. Türkiye'nin tarihi ve talihli yürüyüşünü hiçbir zalim durduramayacaktır. Sadağından çıkarılan ok mutlaka hedefine saplanacaktır. Değerli Milletvekilleri, G-20'yi oluşturan ülkeler küresel ekonominin yüzde 85'ini, küresel ticaretin yüzde 75'ini, dünya nüfusunun da üçte ikisini oluşturan bir güce sahiptir. Bugüne kadar yapılan G-20 toplantılarının dünyanın içinde bulunduğu sorunların çözümünde hangi rolü oynadığı elbette çok boyutlu şekilde değerlendirilmektedir. 28-30 Haziran 2019 tarihlerinde Japonya'nın Osaka kentinde yapılan G-20 toplantısında çok önemli gündem konuları görüşülmüştür. İklim değişikliklerinden göç meselesine, ticaretten teröre, küresel ekonomiden çevre sorunlarına kadar pek çok konu başlığı ülkeleri temsilen Osaka'da bulunan devlet ve hükümet başkanları arasında müzakere edilmiştir. Bizi ilgilendiren ise Türkiye'nin içinde olduğu temas ve görüşme trafiğidir. Şunu bir defa memnuniyetle söylemek isterim ki, Osaka'da Türkiye haklı ve meşru tezlerini muhataplarıyla cesaret ve inançla paylaşmıştır. Bilhassa S-400 hava savunma sistemi hakkında Sayın Cumhurbaşkanı'nın tavizsiz duruşu takdire şayandır. ABD Başkanı Trump'ın anlayışlı yaklaşımı iki ülke arasında gerilen ilişkilerin yumuşamasına neden olabilecektir. Sayın Erdoğan'ın, ABD Başkanı'nın yaptırımlar konusuna açıklık getirdiğini söylemesi, böyle bir şeyin olmayacağını duyurması çok olumludur. Trump'ın S-400 konusunun karmaşık olduğunu söylemesine rağmen Türkiye'ye adil davranılmadığını vurgulaması yerindedir, hakkımızın teyit ve teslimidir. ABD yönetiminin, ikili ilişkilere zarar vermeyecek şekilde S-400 meselesinin çözümüne hazır görüntü çizmesi siyasi ve ekonomik tansiyonu normale çekebilecektir. Bize göre ABD Başkanı'nın tutumu ve Türkiye'ye mesajları umut verici olsa da, temkini elden bırakmamak, her seçeneğe hazır olmak şarttır. Çünkü bu ülkenin verdiği sözleri çok çabuk unuttuğu bilinen bir gerçektir. S-400 hava savunma sistemi hem güvenliğimizi doğrudan ilgilendiren hem de egemenlik haklarımızla bağlantılı çok yönlü bir konudur. Ortaya çıkan mutabakat zeminini korumak, reel-politik dayatmalarla bu zeminin kaymasına mani olmak iki ülkenin çıkarınadır. Trump'ın Türkiye'nin tezlerini destekler nitelikte açıklama yapması, Obama yönetimini suçlaması Türkiye ile ABD arasındaki sertleşen ve soğuyan ilişkilere yeni bir sayfa açabilecektir. Ülkemizin S-400'den vazgeçmesi artık imkansızdır. Alacağımız ve hakkımız olan 116 adet F-35 savaş uçağının planlanan zaman içinde Türkiye'ye getirilmesi başlıca temennimizdir. Şu işe bakınız ki, hala S-400'ü almayın, felaket olur, sorun ve sıkıntı doğar yaygarası koparan içimizdeki müstevli hayranları, manda ve himaye özlemi çeken işbirlikçiler dedikodularını sürdürmektedir. Bunların alayı bir Amerikalıdan daha fazla Amerikancıdır. Bunlar görevlidir, köksüzdür, uzaktan kumanda edilmektedir. Türkiye'nin milli ve tarihi duruşunu savunmaktan aciz bu kişilerin siyaset ve bürokraside köşe başlarını tutmaları nasıl bir kuşatma altında olduğumuzu acıklı şekilde göstermektedir. Yabancıların ağzına bakanlar, emperyalizmin dümen suyunda hayat sürenler bu ülkeye, bu millete, bu devlete içten içe tuzak kuran vatansızlardır, bunların oyunları da mutlaka bozulacaktır. Binlerce yıl boyunca, kıtalar arasında zaman zaman bozulan güç dengelerini terazileyen devletlerin, paktların ve blokların varlığı, kuvvetin tek bir yapıda toplanmasına izin vermemiştir. Çok kutupluluk dünyanın stratejik tasarımına sürekli hâkim olmuştur. Alışılagelen bu tarihi süreç özellikle doğu bloğunun dağılması ve soğuk savaş yıllarının sona ermesi ile ortaya çıkan yeni durum karşısında ABD'nin tek kutup iddiasıyla ortaya çıkmasına, küreyi kendi isteğine göre şekillendireceğini zannetmesine yol açmıştır. Kendini rakipsiz gören küresel gücün dünyayı tek başına ve dilediğince tanzim etmeye dayalı bu düşüncesi, siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve diplomatik bir etki ve çekim alanı da uyandırmıştır. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi maalesef ülkemizde de siyasetçilerin, bürokratların ve aydınların bir kısmı bu yeni anlayışı ve onun dayattığı değerler sistemini sorgusuz sualsiz benimsemişlerdir. Artık bu devran sonlanmıştır. Herkes hesabını buna göre yapmalıdır. Türkiye büyük bir ülkedir. Bunu görmeyen, göremeyen teslimiyetçiler kiralık vicdanlarının, korkak ve köle zihniyetlerinin ömürleri boyunca esiri olacaklardır. Türk milleti bağımsızlığına leke sürdürmeyecek, onun bunun tehdidine kulak asmayacak, pabuç bırakmayacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyor; Libya'nın doğusunda silahlı çetesiyle Türkiye'yi tehdit eden Halife Hafter'i şiddetle kınıyor, ülkemizin sabrını daha fazla zorlamamasını bu çürümüşe tavsiye ediyorum. Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah'a emanet olun.” Read the full article
0 notes
Text
Nevruz , Türk Bayramıdır
https://samosan.com/nevruz-turk-bayramidir/ adresinde yayınlandı
Nevruz , Türk Bayramıdır
Türk Kültüründe Nevruz’un Kökeni Ergenekon Destanı ile İlişkilendirilir
Türkler’de Nevruz’la ilgili görülen en önemli rivayet bu günün Ergenekon günü oluşudur. Bununla ilgili olarak Çay’ın, Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk adlı eserinden aktardığı Ergenekon Destanı şöyledir:Bir gün bütün kavimler Kök-Türkler’e karşı birleşerek onları hile ile yendiler. Kök-Türkler’in çadırlarını, mallarını, yurtlarını yağmaladılar. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri kendilerine köle yaptılar. Bu yağmadan kurtulan Kıyan/Kayan ve Negüş/Tukuz bir gece kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda geldiler. Düşmandan kaçıp gelen dört maldan (deve, at, öküz, koyun) çok buldular. Dağların içinde insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım deyip dağa doğru sürülerini sürüp gittiler. Vardıkları yerde akarsular, çeşmeler, türlü otlar, meyveli ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı’ya şükürler kıldılar ve buraya Ergenekon adını koydular. Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki sığmadılar. Bu sebepten buradan çıkış yolları aramaya koyuldular. O zaman bir demircinin önerisiyle dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler ve ateşlediler. Tanrı’nın gücüyle ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü, o ayı, o saati belleyip dışarı çıktılar. O günden beri yeni yılın başladığı gece Kök-Türkler’de adettir. O günü bayram sayarlar. Bir parça demiri ateşe salıp kızdırırlar. Önce Kağan bunu kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yapar. Bugünü mukaddes bilirler, böylece Tanrı’ya şükretmiş olurlardı.
Türkler Nevruz’u Ne Zamandan Beri Kutlamaktadır?
Çinli Prof. Dr. Ch’in-Chung-Main’in eski Çin Takvimleri konusunda yaptığı araştırmalarda göre M.Ö. VIII. yüzyıllarda yaşayan eski Türk kavmi “Ti”ler; Nung-li adlı hem ay hem güneşe göre düzenlenen ve mart ayını yılbaşı sayan bir takvimi kullanıyorlardı. Chou Sülalesinin tarihinin “Göktürk Tezkeresi” bölümünde ise “Göktürkler, bitkilerin yeşerdiği zamanı yılbaşı olarak kutlamaktadır.” denilmektedir.
Nevruz Kelimesinin Menşei
Türk Dünyası’nın büyük bir coşkuyla kutladığı, Türk soylu halkların ortak bayramı olan Nevruz, tabiatın canlanmasını, yeniden dirilişi ifade eder. Farsça bir terkip olup “Nev” yeni, “rûz” gün “Nevruz” yeni gün gelir. Nevruz gece ile gündüzün eşit olduğu, gün dönümü olarak da adlandırılan, ilkbaharın geldiği 21 Mart gününe tekabül eder. Güneşin koç burcuna girdiği gündür. Rumi takvimde Mart’ın 9’una rastladığı için halk arasında Mart 9‘u diye anılır. Nevruz ile tabiat yeniden doğar ve yeni bir hayat başlar. Nevruz günü, aynı zamanda iyilik ve bereketi temsil eden baharla, kötülük ve sıkıntıyı temsil eden kışın mücadelesini sembolize eder.
Nevruz’un Çeşitli Türk Topluluklarındaki Karşılıkları
Altay Türkleri; Cılgayak Bayramı Azerbaycan; Ergenekon, Bozkurt Bayramı Başkurt Türkleri; Ekin Bayramı Doğu Türkistan; Yeni Gün, Baş Bahar Gagavuzlar; İlkyaz Hakas Türkleri; Cılsırtı, Ulu Kün Karaçay-Malkar Türkleri; Gollu, Gutan, Saban Toy, Tegri, Toy Kazak Türkleri; Ulus Günü Kazan Türkleri ve Karakalpaklar; Ergenekon Bayramı Türkmenler; Teze Yıl Uygur Türkleri; Yeni Gün
Türkiye’nin Çeşitli Bölgelerinde Nevruz Bayramı:
Yılsırtı, Mart Dokuzu, Mart Bozumu, Sultan Nevruz, Güz Dönümü, Yeni Gün isimleri altında kutlanır.
Türklerin Nevruz Gelenekleriyle İlgili Bilgi Veren Tarihi Kaynaklar
Türklerin Nevruz gelenekleri ile ilgili olarak tarihi kaynaklarda geniş bilgiler bulmak mümkündür. Bu kaynaklardan bazıları; AbulKasım Firdevsi – Şahname Kaşgarlı Mahmut – Divân-ı Lügat’it Türk Yusuf Has Hacib – Kutadgu Bilik Ömer Hayyam – Nevruzname Hüca Ali Termizi – Nevruzname Mevlana Lütfi – Gül ve Nevruz Ebulgazi Bahadır Han – Şecere-i Türk
Türk Dünyasındaki Nevruz Kutlamalarının 7 Aşaması:
Hazırlık:Nevruza hazırlık genel temizlikle başlar. Evlerin etrafı temizlenir, içi ve dışı badanalanır, halılar ve kilimler yıkanır. Aile üyelerine yeni elbise, alınır. Akrabalara hediye alınır. Bayrama birkaç gün kala tatlıların yapımına başlanır. Nevruz ateşi için gerekli ot, çalı ve odun hazırlanır.
Mezarlık Ziyareti:Nevruz kutlamalarında önemli bir yeri olan bu gelenek, eski Türklerdeki yuğ törenlerinin izlerini taşımaktadır ve bunların devamı niteliğindedir. Azerbaycan, Türkistan ve diğer yörelerde hâlâ nevruzda yapılan bu gelenek, ölmüşlerin mezarını ziyaret etmek, mezar üzerine şeker ve tatlı bırakmak, yasin okumak, ağıt söyleyip ağlamak, mezarların etrafını temizlemek, bazı yörelerde de mezarlıkta kahve içmek ve yemek yemek gibi etkinliklerle devam etmektedir. Orta Anadolu’da Nevruz “Mart Dokuzu” adıyla bilinir. Diğer yörelerde de benzer adetler vardır. Mezarlar ziyaret edilir.
Kır Gezileri:Toplu şekilde kırlara çıkılarak eğlenceler, şölen ve yarışmalar düzenlenir. Bu gelenek Hun Türklerinde de mevcuttur. Türk dünyasının bazı yörelerinde bu etkinlik Nevruzda gerçekleşmeye devam etse de, diğer yörelerde Hıdrelleze kaymıştır.
Ateşle İlgili Pratikler:Geniş Türk coğrafyasında kutlanan Nevruz törenlerinin hepsinde ateşle ilgili pratikler bulunmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı büyük ateşler yakarak üzerinden atlama ve bu sırada “Ağırlığım, uğurluğum sende kalsın”, “Kırmızılığın bana, sarılığım sana” gibi büyüsel duaların edilmesidir. İnanışa göre nevruz ateşinden atlayanlar hastalıklardan arınır ve yıl boyunca hastalanmaz. Bir diğer pratik, hayvanları ateş üzerinden atlatmak veya iki ateş arasından geçirmektir. Nevruz törenlerinde ateşin kullanılması, onun temizleyici, arındırıcı, hastalıkları, kötülükleri ve büyüyü yok edici özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Su ile İlgili Pratikler:Sabah erkenden tüm su kaplarındaki suları yenileme, taze su içme ve ev hayvanlarına içirme, eski eşyaları suya atma, birbirinin üzerine su serpme ve su falına bakma şeklinde su ile ilgili pratikler uygulanır. Su kültü, eski Türk inanç sisteminde önemli bir yere sahiptir ve tüm pınarların, dere, ırmak, göl ve denizlerin kendi iyi ruhlarının olduğuna inanılmaktadır. Suyun şifa verici, arındırıcı gücüne inanç, Türk mit, efsane ve destanlarına da yansımıştır.
Eğlenceler:Nevruz kutlamalarında çeşitli yarışlar, gösteriler, seyirlik oyunlar ve müzik yer almaktadır.
Yardımlaşma:Nevruz kutlamalarının en önemli özelliği yardımlaşma, sevgi ve şefkat bayramı olmasıdır. Bayramdan önce fakir, hasta ve zor durumda olan kişilere para, giyecek yardımı yapılır ve bayram günü yapılan bayram aşından pay verilir. Yardımlar sırasında insanları kırmamaya dikkat edilir.
Örneklerle Türk Dünyası’nda Nevruz
Azerbaycan’da Nevruz: Azerbaycan’da halk, Nevruz’a birkaç hafta kala her Çarşamba akşam şenlikleri düzenler. Ateşler yakılır, evler temizlenir ve insanlar tepeden tırnağa yeni elbiselerini giyerler. Mumlar yakılır, Nevruz şekerleri hazırlanır, gelen misafirlere gül suyu dökülür. Gecelerde ateş oyunları oynanır. İnsanlar ateş üzerinden atlayarak, kışın tüm belalarından korunduklarına inanırlar Kazakistan’da Nevruz: Kazakistan Türkleri, Nevruz Bayramı’nı SSCB tarafından yasaklandığı 1930 yılına kadar Ulusun Ulu Künü, yani Ulusun Ulu Günü, deyimi ile adlandırmışlardır. Kazaklar, 1929 yılına kadar 21 Mart’ı yılbaşı olarak kutlamışlardır. Kazak Türkleri, Kazakistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına kavuşmasından sonra 1991 yılından itibaren tekrar bu güne Ulusun Ulu Günü ifadesiyle milli bayram ilan etmişlerdir.
Özbekistan’da Nevruz: Özbekistan’da Nevruz, özel mesire yerleri ve vadilerde kutlanır. Zurnalar çalan davetçiler insanları bayrama davet eder. Nevruz günü âşıklar Özbek Türklerinin güzel destanlarını söylerler. Bir taraftan halk oyunları oynanırken, bir taraftan da pehlivanlar güreş tutuşur. Büyük kazanlarda özenle hazırlanan yemekler davetlilere sunulur. Tüm halkın katılımıyla 21 Mart’ta başlayan törenler bir hafta kadar devam eder. Özbekistan’ın 1991’de bağımsızlığını kazanmasından sonra Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un hazırlattığı özel kararname ile 21 Mart, Nevruz Bayramı olarak belirlendi.Kırgızistan’da Nevruz: Kırgız Türkleri yeni yıla Nevruz Şenlikleri ile başlar. 22 Mart günü yeni yılın Başay denilen ilk ayının birinci günüdür. Nevruz’da Kırgızlar yedi gün önceden bayram temizliklerine başlar, insanlar da yıkanıp, Nevruz’da en güzel bayramlık elbiselerini giyerler. Nevruz akşamı avlu yakınında ateş yakılır ve bütün insanlar yaşlı-genç demeden ateşten atlarlar. Ateşten atlama; insanların ruhlarını, niyetlerini temizleyerek yeni yıla arınmış olarak girme düşüncesini ifade eder.
Türkmenistan’da Nevruz: Türkmenistan’da Nevruz Bayramı, halk arasında Oğuz Bayramı olarak geçmektedir. Nevruz gecesi, Oğuz gecesi olarak adlandırılır, milli oyunlarla meşgul olan Türkmen kızları da bu gecede türküler söyler. Türkmenistan’da Nevruz için oldukça geniĢ bir sofra hazırlanır. Nevruz için, Türkmen çöreği, Türkmen petiri, külce, yağlı börek, şekşeke ve Türkmen pilavı hazırlanır. Nevruz’un en özel yemeği ise Semeni’dir. Birkaç aile birleşip büyük bir kazanda buğday özüne un, su ve şeker ekleyerek Semeni yaparlar
Selçuklu ve Osmanlı’da Nevruz Kutlamaları
Selçuklularda Nevruz bayramının eğlencelerle kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin Koç burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir. Osmanlı devrinde de Nevruz, çok canlı biçimde kutlanılmıştır. Çeşitli kaynaklarda Osmanlı padişahlarının Nevruz tebriklerini kabul ettiklerini, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak olduklarını kaydetmekte ve padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî isminin verildiği belirtilmektedir.Osmanlı ailesini çıkarmış olan Kayı Boyu’na mensup Karakeçililerin 21 Mart tarihinde Ertuğrul Gazi’nin türbesi etrafında toplanarak burada bayram yaptıklarını biliyoruz. Bu bayramın bir diğer adı da “Yörük Bayramı”dır. Yine günümüzde de devam eden Manisa Mesir Şenlikleri’nin de yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi “nevruziye” denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunların sarayla birlikte, halka ikram etme geleneği şekline dönüştüğü ve Nevruz’la ilgili olduğu bilinmektedir.
Nevruz’la İlişkilendirilen Bazı Renklerin Türk kültüründeki Anlamları
Sarı: Sarı rengin kutsallığı Şamanizm’den kaynaklanmaktadır. Sarı renk, dünyanın merkezinin sembolüdür. Tanrılar tanrısı Ülgen’in altın kaplı sarayı ve altın renkli tahtı dünyanın merkezini oluşturur. Yeşil: Türk mitolojisine göre, Tanrı Ülgen’nin yedi oğlundan birisinin adı Yeşil Kaan’dır. Görevi bitkilerin büyümesini ve yeşillenmesini sağlamaktır. Kırmızı: Al ve kızıl renkler, tarihimizin başlangıcından beri Türk ruhu ve inancını yansıtmaktadır. Türklerin Al bayrak kullanmaları ateş kültü ile açıklanır. Çin kaynaklarına göre Kırgız hanlarının otağında kırmızı bayraklar bulunmaktadır. XI. Yüzyıldan sonra al, bir renk adı olduğu kadar, bayrak adı da olmuştur.
Son Söz
Türk kültüründe Nevruz; doğuş, diriliş anlamına gelir. Aynı zamanda baharın başlangıcı sayılır ve bir takvim değişikliğini anlatır. Türk kültüründe Nevruz’un bir adı da Ergenekon’dur. En eski Türk kaynaklarından itibaren böyle bir kültüre sahip olduğumuz anlaşılmaktadır. Türk tarihinin her döneminde Nevruz varlığını devam ettirmiştir. Cumhuriyetle birlikte yerleştirilmeye çalışılan ulus bilincine bağlı olarak özellikle Atatürk tarafından Nevruz’un daha geniş katılımlı kutlanması teşvik edilmiştir.Ancak Nevruz son 50-60 yıl içerisinde çeşitli sebeplerden dolayı, Türk halk kültürü araştırmacıları hariç, Türkiye’de ve Türk Dünyasında pek gündeme taşınmamış; ihmal edilmiştir. Gündeme gelmemesi ve ihmal edilmesi sebebiyle aydınlar ilgisiz kalmış, devlet töreni olarak kutlanmamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan Cumhuriyetleri’nde 21 Mart 1991’den itibaren Nevruz resmi bayram ilan edilmiş ve bayram kutlamaları devlet töreni durumuna getirilmiştir.
0 notes
Text
BOZKURT
Türk kültüründe Bozkurt'un manasını açıklayabilmek için kültürün tanımlanması gerekir. Özellikle kültürde sembolün öneminden bahsettikten sonra Bozkurt'un anlamını daha kolay kavrayabiliriz. Bir milletin kültürü ile mitolojisi birbirinden farklı kavramlar değildir, her ikisi de aynı hayat felsefesinden beslenmektedir. Kültür; bir milletin, dilini, sanatını, hukuk ve ahlak anlayışını, duygularını, inançlarını, hükümlerini aksettirir. Çünkü bir milletin folklorunu ve edebiyatını belirleyen, mensuplarının idrak alemini oluşturan değerlerin özünde o milletin kültürü vardır. Kültürün özelliği, milleti meydana getiren fertlere kazandırmış olduğu idraktır. Bir kültürün sınırı, onun zihniyet ve imanı ile çevrelenmiştir. Kültürleri birbirinden ayıran, zihniyet ve iman farklarıdır. Aynı farklara sahip olan cemiyetlerin birbiri ile çarpışmasına sebep olur. Kültür çevreleri benzer olan veya benzer kaynaklardan beslenen kültürler olur ama bunlar birbirine tamamen benzemez. Her kültür, diğerlerinden farklı görünmek durumundadır, farklılık şuuru olarak isimlendireceğimiz bu durum, toplumun bütün hayat şekillerini başka kültürlerden ayrı olmaya, değişik bir üslûp kurmaya yönlendirmektedir. Milli kimlik yahut kişilik dediğimiz bu farklı oluş, düşünce biçiminden, kılık kıyafet; tavır ve davranış biçiminden, eğitime ve eğlenceye kadar hayatın her saha ve safhasında görülür. Mesela, aynı dine mensup olan milletlerin dinî anlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Çünkü idrak alemini şekillendiren değer yargıları farklıdır. Bu farkı onaya çıkaran ise o milletin kültürüdür. Bu farklılıklar o milletin mimarî abidelerine, edebî eserlerine, musikî eserlerine, felsefî sistemlerine, v.s... yansır ve kültürün devamlılığını sağlar. Böylece gelecek nesillere yol gösterici olur, kaynaklık yapar. Her toplumun kültür değişimlerinin bir geçmişi vardır. Kaynağını ise o toplumun tarihi derinliklerinden alır. Bir kültür varsa, onun ait olduğu millet vardır. Millet özelliğine layık bir topluluk varsa, muhakkak bir kültürü vardır. Kültürler ve dil, din, tarih, edebiyat, sanat, örf ve adetler gibi unsurlar, ait oldukları cemiyetler kadar eski ve onlarla yaşıt sayılmalıdırlar. Bu kültür unsurları nesilden nesile intikal ederler. Bunun neticesi olarak da yeni nesiller bunları hazır bulurlar. Kültürü kalıcı kılan ve gelecek nesillere aktaran, kültürün değer yargılarıdır. Bu değer yargıları da kendini sembollerle yaşatır. İşte bu semboller kültürün en güçlü ve kalıcı kısmını oluşturur. Kültürün genel manâda anlamını açıkladıktan sonra üzerinde durmamız gereken önemli bir kavram da "Türk Kültürü" kavramıdır. Bizim atalarımız Orta Asya'da, Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasındaki bölgede yaşıyorlardı. Burası Çin ile sınırdaş olan bir ülkeydi. Bu yüzden Türklerin eski tarihlerine ait bilgilerin pek çoğunu (malesef) Çin tarih kaynaklarından öğreniyoruz.. Çin tarihçileri M.Ö. 2000-1000 yılları arasında ilk Türk hükümdarlarından bahsediyorlar. Böylece Türklerin bilinen tarihi 4000 yıllık bir tarihtir. Atalarımızın kültürü "Bozkır" kültürü olarak ifade edilmektedir. Bozkır kültürünü Türklerin siyasi ve sosyal yapısı oluşturmaktadır. Bu kültür, göç ve fetihler esnasında orada terk edilip gelinmiş değildir. Esasında, sosyolojik kaideler de göstermektedir ki kültür bir elbise gibi eskiyip atılmaz veya değiştirilemez. Bozkurt, asırlardır yaşayan bir ülkünün, Büyük Türkçülük Ülküsü'nün sembolüdür. Türk destanlarındaki, dolayısıyla Türk Milleti'nin inanışlarındaki rolü üç şekildedir: Ata olarak Bozkurt Rehber olarak Bozkurt Kurtarıcı olarak Bozkurt Bozkurt'tan türemiş olmak inancı Türklere uzun zaman boyunca büyük bir gurur, emniyet ve geleceğe güvenle bakma duygusu vermiştir. Bazı Türk destanlarında ana, bazı Türk destanlarında baba olarak görülen Bozkurt çok defa Türk neslinin yok olacağı zaman ortaya çıkmakta ve Türklerin neslinin devam etmesini sağlamaktadır. Böylece Türklerin soyunu kutsallaştırmaktadır. Türklerin millet hayatında büyük tesiri olacak hareketlere girişecekleri zamanlarda Bozkurt onlara yol göstermekte, rehberlik yapmaktadır. Ergenekon Destanı'nda ve Kut Dağı efsanesinde Bozkurt milli bir kılavuz rolünü oynamaktadır. Türk'ün zor duruma düştüğü zaman Bozkurt'un ortaya çıkarak onu kurtarması, evladı üzerine eğilen bir ananın veya babanın şefkat duygusunu hatırlatacak derecede derin bir mana da taşımaktadır. Sanki Bozkurt manevi bir alemden Türk Milleti'nin akıp giden hayatını devamlı takip etmekte ve onların başının sıkıştığı, çaresiz kaldıkları zaman ortaya çıkarak yol göstermektedir. Türk tarihinde pek çok kahraman, Bozkurt simgesi ile temsil edilmiştir. Aşına sözcüğünün hem Bozkurt anlamına gelmesi, hem de Hun ve Göktürk hükümdar sülalesinin adı olması rastlantı değildir. Bozkurt'un Türk destanlarındaki fonksiyonu tamamen semboliktir. Milletin büyüme, yayılma ve güçlenmesi için takip edilmesi gereken yolların işaretini destan maddî unsurlarla ifade etmektedir. Bozkurt'ta sembolize edilen fikir Türk birliğini sağlayan, Türklerin büyüyüp gelişmesini temin eden bir fikirdir. Türkler bu fikire inanıp riayet ettikçe hakimiyetlerini ve üstünlüklerini korumakta, bu fikirden ayrıldıkları zaman felakete uğramaktadırlar. Onları felaketlerden kurtaran da yine Bozkurt olmaktadır. İşte burada Bozkurt, bir ülkünün, yani sosyal bir hayat nizamının yansımasından başka bir şey değildir. Kısacası, Bozkurt asırlardır varolan bir ülkünün sembolüdür. Eski Türkçe'de Bozkurt'a, "Kök Böri" (veya "Börü") adı verilirdi. Buradaki "Böri" (ya da "Börü") sözcüğü "Kurt" anlamına gelirken, "Kök" de bugünkü "Gök" sözcüğünün eski söyleniş biçimidir. Fakat Kök (Gök) kelimesi mavi rengi tasvir etmek veya gökyüzünden bahsetmek için değil, "Ulu" anlamında kullanılır. Mesela "Kök Tengri", "Ulu Tanrı" anlamına gelir.
Türk destanları arasında, milli motifler bakımından özellikle dikkat çekenler şunlardır: Oğuz Destanı. Bozkurt Destanı. Ergenekon Destanı. Göç Destanı. Bu dört destandaki ortak ve temel motif, Bozkurt'tur. Oğuz Destanı'nda, seferleri sırasında Oğuz Kağan'a Bozkurt yol gösterip kılavuzluk yapmış, Oğuz Kağan'ın orduları bu sayede zaferler kazanmıştır. Bozkurt Destanı'nda, ayakları ve kolları kesilip ölüme terk edilen bir oğlan çocuğunu dişi bir kurt iyileştirip beslemiş; düşman askerlerinin genci öldürmek istemesi üzerine de Altay Dağları'na kaçırıp kurtarmıştır. Daha sonra dişi kurt, bu çocuktan gebe kalarak 10 oğlan doğurmuştur. Bu oğlanların büyüyüp çoğalması ile, Türk soyu eriyip gitmekten kurtulmuştur. Hükümdar olan Aşına, Bozkurt'un anısını unutmadığını göstermek için, çadırının önüne kurt başlı bir bayrak dikmiştir. Ergenekon Destanı'nda ise, Bozkurt, demir dağı eritip çıkan Türkler'e yol göstermiştir. Ergenekon'dan çıktıktan sonra, Türklerin ilk hükümdarı Börte-Çine (Boz-Kurt) adını almıştır. Göç Destanı'nda, ana yurtlarından ayrılmak zorunda kalan Türkler'e, bir Bozkurt yol göstermiştir. Bu destanlarda, Bozkurt'un şu nitelikleri ortaya çıkmaktadır: Soyun devamını sağlamak. Türkler'e kılavuzluk etmek. Türkler'i felaketlerden kurtarmak. Kurt, Türk efsanelerinde merkezi bir konumdadır. Gök Türk kağan sülalesi olan Aşına ailesinin atası bir dişi kurt idi. Gök Türk kağanları, atalarının anısına saygı olarak, otağlarının önüne altından kurt başlı bir tuğ dikerlerdi. Böylece kurt başlı sancak, Türkler'de kağanlık (hakanlık) alameti olmuştur. Ancak bu gelenek yalnızca Gök Türkler'e özgü olmayıp, kökeni Asya Hun Türkleri'ne ve Türkler'in eski atalarına değin gider. M.Ö.'ki Asya Hunları'nda ve hatta o çağlarda Batı Türkistan'da yaşayan U-sun (Wu-sun) Türkleri'nde, tıpkı bildiğimiz Bozkurt Destanı'nda olduğu gibi, kurttan türeme efsanesi ve dişi kurdun verdiği süt ile beslenme inancı yaşıyordu. Aynı efsane Tabgaç Türkleri'nde de vardı; Tabgaç ülkesinde "kurt dağları", "kurt ırmakları" bulunmaktaydı. Uygur Türkleri'nin kökenlerine ilişkin bir efsane de onları kurda bağlıyordu (Uygur Kaganlığı, Gök Türk Kaganlığı'nı takiben kurulan bir Türk devleti olup, Kök-Türk Kaganlığı'nın devamıdır). Kurt, eski Türk kültüründe "at" ile birlikte en önemli yeri tutan hayvandır. Türkler kendilerinin kurt soyundan indiklerine, seferlerde kendilerine kurdun yol gösterdiğine inanmışlardır. Türkler, güçlü ve saldırgan bir hayvan olan kurdu kendilerine simge olarak seçtikleri gibi, komşuları da onları kurttan türemiş saldırgan karakterli insanlar olarak tanımışlardır. Gök Türkler'e göre dişi kurt "ulu ana", Uygur Türkleri'ne göre de erkek kurt "ulu ata"dır. Oğuz Kağan Destanı'nda, Oğuz'a her sefere çıkışında gök bir kurt öncülük eder. Çingizname'de Alanguva, gökten inen bir kurttan gebe kalır ve doğan çocuğun soyundan da Cengiz Han gelir. Dede Korkut Öyküleri'nde kurt yüzünün mübarek olduğu belirtilir. Yine Dede Korkut Öyküleri'nden birinde Salur Kazan, kurtla haberleşir, kendisine yurdundan haber vermesini ister. Etnoloji bilimine göre, kurt motifi Türkler için ''tipik''tir; yani, başka kavimlerde görülmeyen etnografik bir belirtidir. Eski Çin kaynaklarında bile Türk soyundan olan kavimler "Kurt'tan Türeyenler" olarak tanımlanırken, Türk soyundan olmayan kavimler "Kurt'tan Türeyenlerden Değildirler" biçiminde ayırdedilmiştir. Türk destanlarında kurt yol gösteren, sıkıntılı anlarda yardıma yetişen bir varlıktır. Uygur Türkleri'nin Kutlu Dağ Destanı'nda kurt, ülkeye bolluk ve mutluluk getirdiğine inanılan kutlu bir kayanın Çinliler'e verilmesinden sonra, üzerine u��ursuzluk çöken ülkenin açlığa mahkum olması üzerine kendilerine yeni bir yurt arayan Türkler'e kılavuzluk etmişti. Batıda (11. yüzyılın sonu) Kuman Türkleri'nde yardımına başvurulduğuna ilişkin kayıtlar bulunan kurdun kılavuzluk işlevi, 2. yüzyılın ortalarına değin gitmektedir. 160-170 yılları arasında topraklarından ayrılmak zorunda kalan Tabgaç Türkleri'nin ataları (yani Hun Türkleri) bir Bozkurt'un önderliğinde yolsuz dağlardan aşabilmişlerdi. En büyük ve en eski Türk destanı olan Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz Kağan, gün ışığının içinden çıkan bir Bozkurt'un öncülüğünde dünyayı fethetmiştir. Şimdiki Bulgaristan topraklarında bulunan Madara'daki kaya kabartmasında görkemli bir atlı biçiminde gösterilen Kurum Han'ın yanındaki kurt tasviri de, Türk bozkurt geleneğinin taşa işlenmiş örneklerinden biridir. Kurt motifi, çobancılık ve besicilikle (Eski Türkler'in ekonomisi hayvan besiciliğine dayanır) olan sıkı ilgisinden ötürü bozkırlı ve doğrudan doğruya Türk'tür. Bundan dolayı, bugün dahi dünya Türkleri arasında söylenen masal ve halk öykülerinde hem ata, hem de kurtarıcı-kılavuz nitelikleri ile Bozkurt, bütün Türkler tarafından kutlu sayılmış ve Türklüğün milli simgesi olmuştur. Bozkurt, destanlarda Türk'ün yaşam ve savaş gücünü temsil eder. Türkler kahramanlarını gök kurtlara benzetmiş, kağanlarının gövde yapılarına bile kurt çizgisini işlemişlerdir. Oğuz Kağan Destanı'nda Oğuz'un beli kurt beline benzetilir. Aynı destanda Oğuz Kağan, hükümdarlığını halka bildirdiğinde "Kök Böri bolsungıl uran" ("Gök Börü olsun savaş narası") demiştir. Yine Oğuz Destanı'nda, Türk ordularına gök tüylü, gök yeleli bir erkek kurt yol gösterir. Kırgız Türkleri'nin büyük destanı Manas Destanı'nda kurt, bir düş yorumu olarak karşımıza çıkar. Destana göre Manas Han'ın karısı Kanıkey Hatun düşünde bir eğe görür ve eğeyi alıp saklar. Ertesi gün uyanınca ülkenin deneyimli yaşlı kişilerine düşünü anlatır. Yaşlı kişiler bu düşü duyunca sevinip Kanıkey Hatun'a şöyle derler: "Senin çocuğun, gök yeleli korkunç bir kurt gibi olacak..." Kırgız Türkleri, cins ve güzel atlara da ''Kök Böri'' (Gök Kurt, Boz Kurt) adını verirlerdi...
2 notes
·
View notes
Photo
Altay Yaratılış Destanları
Yaratılış destanı, Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destandır. Ayrıca ilk Türk destanlarından olma özelliğine de sahiptir. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. W. Radloff tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir.
Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Altay Dağları'nda söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Orta Asya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan mitoloji verileridir.
Dünyayı kaplayan ilk okyanus: Altay türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları Bay-Ülgen, yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, 'Bay-Ülgen'in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Sadece su vardı. Ne gök ne yer henüz yoktu. Tanrı Ülgen bu suları birbirleriyle birleştirerek okyanusu yarattı.
İnsan balçıktan yaratılmıştı: Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: İnsanoğlu aslı yine topraktı. Tanrı Ülgen deniz üstünde gezerken yüzen bir kara parçası görür. Yaklaştığında toprağın üstünde balçığı farkeder. Düşünür ki bu insan olsun, o düşündükçe çamur insan suretine bürünür. Hikayenin devamında bu ilk insan olan erlik Ülgen'e ihanet edecektir. Bu noktada nur ile çamur arasındaki farka işaret vardır. İran mitolojisinde de ilk insan, kil dediğimiz yapışkan topraktan yapılmıştı. Onun için İranlılar ilk insana Kil Şah adını veriyorlardı. Türkler ise daha çok, balçık üzerinde durmuşlardı.
Yaratılış Destanı: Daha hiç bir şey yokken Tanrı Kayra Han'la uçsuz bucaksız su vardı. Kayra Han'dan ve gören sudan başka görünen yoktu. Ay, yıldızlar, gök ve toprak yaratılmamıştı. Bütün Tanrıların en büyüğü, varlıkların başlangıcı ve insanoğullarının da ilk atası Tanrı Kayra Han'ın bu sade sudan âlemde canı sıkılıyordu. O yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi, Ak ana (Akine) denilen bir kadın hayali görünerek Tanrı'ya "Yarat! " dedi, yine suya gömüldü. Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak ona 'Kişi' adını koydu. Kayra Han'la Kişi sonsuz suyun semasında iki siyah kaz gibi, rahatça uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı. Hayatında değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı, Kişi'den uçma gücünü aldı. Kişi suya yuvarlandı. Boğulmak üzereyken yaptığına pişman olarak Tanrıdan imdat diledi. Tanrı "Yüksel!" emrini verdi. Kişi suyun derinliğinden çıktı ve Tanrı'nın yine suyun içinden yükselttiği bir yıldıza oturarak boğulmaktan kurtuldu. Kişi, artık uçamaz diye, tanrı Kayra Han dünyayı yaratmayı düşündü. Kişi’ye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkarmayı emretti. Fakat o bu toprağı çıkarırken de kötülükler düşündü: Toprağın bir kısmının ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünyayı yaratmayı tasarladı. Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı Kayra Han, toprağa "Büyü!" emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat "büyü!" emrini alınca Kişi'nin ağzındaki toprak da büyümeğe başladı. O kadar büyüdü ki Tanrı "Tükür!" buyurmasaydı kişi boğulacaktı. Kayra Han'ın tasarladığı dünya önce dümdüz topraktı. Fakat Kişi'nin ağzından dökülen ıslak toprak dünyaya fırlayarak yeryüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü. Buna çok kızan Tanrı, Kişi'yi kendi ışık âleminden kovdu ve ona şeytan “Erlig” adını verdi. Sonra yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek her dalın altında ayrı bir insan yarattı. Bunlar dünyadaki dokuz ayrı insan cinsinin ataları oldular. Toprağın yeni insanları güzel ve iyiydiler. Erlig onları kıskandı. Kayra Han'dan onları kendisine vermesini istedi. Tanrı buna razı olmadı. Fakat şeytan, onları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu. Kayra Han, şeytan kapılan insanların bu akılsızlığına kızarak onları kendi hallerine bıraktı. Erlig'i yeniden lanetleyerek toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü. Kendisi içinde göğün on yedinci katında bir nur âlemi yaratarak oraya çekildi. İnsanları büsbütün başıboş bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek bir melek gönderdi. Erlig Tanrı Kayra Han'ın semasını görünce o da kendisi için bir gök yaratmak istedi ve (birçok yalvarışlarla) Tanrıdan bu izni aldı. Erlig'in tebaası, yani kandırdığı fena ruhlar gökle yer arasındaki yeni dünyada Kayra Han'ın dünyasındaki insanlardan daha iyi (daha serbest) yaşıyorlardı. Bu durum Kayra Han'ın canını sıktı. Erlig'in dünyasını yıkmak için oraya kahraman Mandişere'yi gönderdi. O kuvvetli mızrağıyla vurarak, korkunç gök gürültüleri arasında bu dünyayı parça parça etti. Parçalanan bu dünya aynı gürültülerle, Erlig ve insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine yıkıldı. İri dünya parçaları yeryüzünün biçimini bütün bütün bozdular. Eski dünyaya şimdi yüksek dağlar, derin boğazlar balta girmez ormanlarla dolmuştu. Kayra Han Erlig'i dünyanın en alt katına sürdü. O arada ne güneş, ne ay, ne de yıldız ışığı vardı. Tanrı Erlig'e dünyanın sonuna kadar orada oturmayı emretti. Tanrı Kayra Han, şimdi on yedinci kat gökten kâinatı idare etmektedir. Diğer gök katlarından yedinci katta Gün Ana, altıncı katta Ay Ata oturmaktadır.
Önceleri sadece su vardı. Yer, gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı ile bir Kişi vardı. Bunlar kaz şekline girip uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şey düşünmüyordu. Kişi ise rüzgâr çıkartıp suyu dalgalandırdı ve Tanrı'nın yüzüne su attı. Kişi kendini Tanrıdan yüce sandı ve suya atladı. Sonra suda boğulacaktı ki "Tanrı, yardım et!" diye bağırdı. Sonra Tanrı "ÇIK!" dedi ve Kişi sudan çıkıverdi. Tanrı şöyle dedi "Sağlam bir taş olsun!" Sudan bir taş çıktı. Tanrı ile Kişi taşa oturdular. Tanrı, Kişiye "Suya gir ve bir toprak al." dedi. kişi suya girdi ve bir avuç aldı. Ama sonra bir avuç daha aldı kendi için ve onu da ağzına soktu. Tanrıdan gizlice yer yaratmaktı amacı. Sonra Tanrı "Şimdi bu toprağı suya serp" dedi. Kişi yaptı ve toprak büyüyüp kara parçası oldu. Ama Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyordu. Ve Kişi boğulacaktı ki "Tanrı, GERÇEK TANRI! Bana yardım et!" diye bağırdı. Tanrı ise ona "Ne yaptın sen? Bu toprağı neden sakladın?" dedi. Kişi " Yer yaratayım diye almıştım."dedi. Sonra Tanrı "TÜKÜR!" dedi ve Kişi toprağı yere attı. Sonra tanrı şunları söyledi "Artık sen günahlı oldun. Bana karşı fenalık düşündün. Sana itaat eden halkın düşünceleri de fena olacaktır. Bana itaat edenlerinki saf ve temiz olacaktır. Onlar ışık görecekler. Ben gerçek Kurbustan'ım. Senin ismin ise Erlik olsun." Dalsızca bir ağaç çıkmıştı yerden. Sonra Tanrı "Böyle bir ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun" dedi ve ağacın dokuz dalı oldu. Bir gün Erlik bir kalabalığın sesini duydu ve meraklanıp sordu" Bu ses de nedir?" Tanrı cevap verdi "Sen bir hakansın, ben de bir hakanım ve bu gürültü de benim ulusumdan geliyor." Erlik bu halkı kendine istedi ama Tanrı vermedi. Erlik buna kızıp kalabalığa doğru gitti. Burada İnsanlar, kuşlar ve daha birçok canlı vardı. Erlik "Acaba Tanrı bunları nasıl yaratmış? Bunlar ne yerler?"diye düşündü. Sonra buradaki canlıların bir ağacın meyvelerini yediğini gördü. Ama canlılar ağacın bir tarafından yiyor diğer tarafından yemiyordu. Erlik bunun nedenini sordu. İnsanlar Erlik'i cevapladılar. "Tanrı bize bu dört dalın meyvesini yasakladı. Biz doğudaki beş dalın meyvelerini yiyoruz. Ve yılan ile köpeği de diğer dört daldan yemememiz için uyardı" Sonra Erlik, Törüngey diye bir adamı buldu ve ona diğer dört daldan da yiyebileceğini söyledi. Yılan uyuyordu. Erlik yılanın içine girdi ve ağaca çıkıp meyveden yedi. Törüngey ile eşi Eje birliktelerdi. Erlik onlara "Bu meyvelerden yiyin" dedi. Törüngey istemedi ancak Eje meyveden yedi. Tadı güzeldi ve meyveyi kocasının dudaklarına sürdü. O anda ikisinin de tüyleri döküldü ve çok utandılar. Ağaçların altına gizlendiler. O sırada Tanrı çıkageldi. Herkes Tanrı'dan saklandı. Tanrı bağırdı "Törüngey! Eje! Nerdesiniz?" Onlar "Ağacın altındayız. Çıkamayız" dediler. Hepsi suçu birbirine attı. Sonra Tanrı, yılana "Şimdi sen Körmös(Şeytan) oldun. Kişiler sana düşman kesilsin. Öldürsün." Sonra Eje'ye "Körmösün sözüne uydun. Artık sen gebe kalacak, doğum yapacak ve sancılar çekeceksin" dedi. Ardından Törüngey'e döndü ve "Şeytanın yemeğini yedin, benim sözümü dinlemedin. Onun sözünü dinleyenler onun ülkesinde yaşayacaklar. Şeytan bana düşman oldu. Sen de ona düşman olacaksın. Şimdi senin dokuz oğlun ve dokuz kızın olsun. Artık ben kişi yaratmayacağım. Kişileri siz doğuracaksınız."dedi. Sonra Şeytana(ERLİK)" Benim insanlarımı niye kandırdın?"dedi. Şeytan cevapladı "Ben istedim sen vermedin. Ben de hırsızca aldım. Atla kaçsalar düşürerek alacağım. Rakı içer de sarhoş olursa dövüştüreceğim. Ağaca da çıksa, suya da girse alacağım[." Tanrı" Yerin üç kat altında kapkaranlık bir yer vardır. Seni oraya yolluyorum." Ardından İnsanlara " Artık aşınızı ben vermeyeceğim, kendiniz kazanacaksınız." dedi. Ve Onlara Maytere'yi yolladı. Maytere gelip insanlara birçok şey öğretti. Araba yaptı. Aş olarak da ısırgan otları vb. otları verdi. Erlik, Maytere'ye yalvardı."Ey Maytere. Sen, benim adıma Tanrı ile konuş. İzin versin de ben de Tanrı'nın yanına geleyim." Maytere Tanrı'ya tam altmış yıl yalvardı. Tanrı, Erlik’e "Bana düşman olmazsan, fenalıklar etmezsen gel!" dedi. Sonra Erlik Tanrı'nın yanına çıktı ve önünde eğilerek" İzin ver de ben de kendime gökler yapayım." dedi. Tanrı izin verdi ve Erlik kendine gökler yarattı ve halkını oraya aldı ve orada kalabalıklaştılar. Sonra Tanrı'nın en iyi hizmetkârlarından biri olan Manğdaşire şöyle düşündü " Bizim halkımız yerde, Erlik’in halkı gökte. Bu çok kötü!" Manğdaşire, Erlik'e savaş açtı,ama yenildi.Manğdaşire, Tanrı'nın önüne geldi. "Nereden geliyorsun?"dedi Tanrı. Manğdaşire" Erlik'in halkı göklerde, bizimkiler ise yerde bu çok kötü. Ben Erlik'in halkını indirmek için savaştım,ama Erlik'e gücüm yetmedi."dedi. Sonra Tanrı" Erlik'i benden başka kimse kimse yenemez. Ama sana bir gün Var! Diyeceğim ve sen onu yeneceksin."dedi. Manğdaşire'nin içi rahatladı ve dinlenmeye çekildi. Bir gün hissetti."Tanrı bugün Var! Diyecek." dedi. Ve Tanrı Manğdaşire'yi yanına çağırdı. "Bugün VAR!" dedi. Manğdaşire sevindi ama Tanrı'ya" Kargım, okum,yayım olmadan ben Erlik'e nasıl karşı geleyim?"dedi. Tanrı ona bir kargı verdi ve Manğdaşire Erlik'in halkını indirdi. Erlik'in göğü paramparça olmuştu. Ve göğün parçaları yere düştü. Buradan dağlar oluştu. Ve düz olan toprak artık eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün halkı da düşüp öldü. Erlik, Tanrı’dan yeni yer istedi.”Göklerimi kırdın ve şimdi barınacak yerim yok!”dedi.Tanrı onu geri yerin altına sürdü ve ”Üzerinde sönmez ateş olsun,güneş ve ay görmeyesin! Tekrarlıyorum: iyi olursan yanıma alırım ama kötü olursan, seni daha da dibe yollarım!”dedi. Sonra Erlik de “Ben de ölmüş olan adamların ruhlarını alacağım” diye cevapladı. Tanrı ise” Onları sana vermeyeceğim! Kendin yarat!”dedi. Erlik eline çekiç ve örs alıp ateşe attı. Bir vurdu kurbağa çıktı,bir vurdu yılan çıktı,bir vurdu ayı çıktı,bir vurdu domuz çıktı, bir vurdu kötü ruh(Albıs) çıktı,bir vurdu kötü ruh(Şulmus) çıktı, bir vurdu deve çıktı. Tanrı geldi. Sonra Erlik’in körük, çekiç ve örsünü ateşe attı. Körük kadın oldu. Çekiç ise erkek. Tanrı kadını aldı yüzüne tükürdü. Kadın kuş oldu. Bu kuş eti yenmeyen Kurday kuşudur. Tanrı erkeği aldı yüzüne tükürdü. Bu da kuş oldu. Bu da Yalban denen kuştur. Bütün bu olanların ardından Tanrı, halka “Ben size aş verdim,iyi temiz sular verdim ve size yardım ettim. Siz de iyilik yapın. Ben göklerime geri döneceğim. Erken de gelmeyeceğim.” dedi. Sonra yardımcı ruhlara “Şalyime, sen rakı içip sarhoş olanları, körpe çocukları, tayları, buzağaları koru. İyilik yapmış olan ölüleri yanına al, kendini öldürenleri alma! Zenginlerin mallarına göz koyanları, hırsızları, başkalarına kötü şeyler yapanları da alma. Benim için ve Hakanı için savaşan ölüleri al ve yanıma getir. Ben şimdi gidiyorum, ama tekrar geleceğim. Beni unutmayın ve gelmez sanmayın. Şimdi uzaklara gidiyorum. Geldiğimde iyiliklerinizin ve kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik yerime Yapkara, Manğdaşire ve Şalyime kalıyor. Yapkara sen iyi bak! Erlik senin elinden ölmüşleri çalmak isterse Manğdaşire’ye söyle, o kuvveylidir. Şalyime, sen iyi bak! Albıs,Şulmus yerin dibinden çıkmasınlar. Çıkarlarsa Maytere’yi çağır. O güçlüdür,onları kovsun. Podosünku güneşi ve ayı beklesin.Manğdaşire’ye söyle yeri ve gökleri kontrol etsin. Maytere, kötüleri iyilerden uzaklaştırsın. Manğdaşire,sen kötü ruhlarla savaş! Sana zor gelirse adımı söyle! İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Balık avlamak, sincap vurmak ve hayvan beslemek sanatlarını öğret.” Sonra Tanrı uzaklaştı. Manğdaşire, olta yaptı, tüfek icat etti ve Tanrı’nın emrettiği gibi insanlara birçok şey öğretti. Manğdaşire bir gün” Bugün beni rüzgâr alıp götürecektir” dedi. Rüzgâr geldi. Manğdaşire’yi alıp götürdü. Yapkara insanlara şöyle dedi” Tanrı, Manğdaşire’yi yanına aldı. Onu bulamayacaksınız. Ben Tanrı’nın elçisiyim. Tanrı nerede durursa orada kalacağım. Siz öğrendiklerinizi unutmayınız. Tanrının yargısı budur.” dedi. İnsanları kendi hallerine bırakıp O da gitti. Önceleri sadece su vardı. Yer, gök,ay ve güneş yoktu. Tanrı ile bir Kişi vardı. Bunlar kaz şekline girip uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şey düşünmüyordu. Kişi ise rüzgâr çıkartıp suyu dalgalandırdı ve Tanrı'nın yüzüne su attı.
KAYNAKLAR:
Türk Mitolojisi, - Bahaddin ÖGEL (Prof. Dr.) I VII. Dizi - 102 Sayı 2003 Türk Mitolojisi, II. Cilt 2003
X. yüzyıldan sonra Altay dağları bölgelerinde, artık büyük Türk devletleri kurulmaz olmuştu. Ama bu bölgelerdeki halk, bir Türk olarak binlerce yıl yaşamış, gelişmiş ve nihayet, soylu Türkler batıya gittikten sonra da dağlar ve vadiler arasında kaybolup, kalmış kimseler idiler. Bu sebeple eski Türk mitolojisinin, en ilksel izlerini, Altay dağları bölgesinde bulmak mümkündür. Fakat zamanla, onlara da dışarıdan birçok tesirler gelmiş ve yeni, yeni efsaneler meydana çıkmıştı. Biz Altay dağlarındaki efsaneleri incelerken, bu tarihi gelişimi, hiçbir zaman gözden uzak tutmadık. Etnograflar, tarih ve tarih olaylarını bilmedikleri için, Altay dağlarındaki Türklerin efsanelerini sanki birden bire ortaya çıkmış gibi görürler. Bazıları da bunları, binlerce yıldan beri hiç değişmeden zamanımıza kadar gelmiş, eserler olarak kabul ederler. Biz ise, "Altay dağlarındaki efsaneleri incelerken bütün çabamızı, eski Türklerden kalan motifler ile, bu bölgelere sonradan girmiş yabancı tesirleri, birbirinden ayırmaya verdik".
1. DÜNYAYI KAPLAYAN İLK "OKYANUS" Altay dağlarında söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Ortaasya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan mitoloji verileridir. En eski Türklerin ne düşündüklerini bilmiyoruz. Fakat sonradan, Ortaasya'dan toplanan bütün yaratılış destanlarına göre, yeryüzü başlangıçta, büyük bir okyanus ile kaplı idi. Bir Altay efsanesi, bunun için şöyle diyordu: Yerin yer oldugunda, sular yeri sarardi, Ne gök, ne ay, ne günes, ne de bir dünya vardi. Tanri uçar dururdu, insan ogluysa tekti, O'da uçar, uçardi, sanki Tanriyla esti. Uçar, hep uçarlardi, yer yoktu konmazlardi, Tanri idiler çünkü, ondan yorulmazlardi. Yoktu Tanrinin hiçbir, basinda düsüncesi, Insan oglunun ise, durmadi hiç hilesi. Altay Türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları "Bay-Ülgen" , yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, "Bay-Ülgen" in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Bu durumu, başka bir Altay yaratılış efsanesi, daha güzel anlatıyordu: Dünya bir deniz idi, ne gök vardi, ne bir yer, Uçsuz bucaksiz, sonsuz, sular içreydi her yer. Tanri Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak, Uçuyor, ariyordu, bir kati yer, bir bucak. Kutsal bir ilham ile nasilsa gönlü doldu, Kayiptan gelen bir ses, ona bir çare buldu. Bu iki efsane, birbirlerini tamamlıyorlardı. Bu sırada dünya, büyük bir okyanusla kaplı idi. Öyle anlaşılıyor ki bu okyanusun üzeri de, ruhlar âlemi ile doluydu. Tıpkı tasavvuftaki "Vücûd-u mutlak" gibi. Altay efsanesindeki bu hali, bir Bektaşi şairi şu nefesinde, ne kadar güzel anlatmıştır: "Ârif sundu, aldi Cih'ni biçti, "Cebrail çok vakit deryada uçtu, "Hak bir avuç toprak deryaya saçti, "Derya süzülüp de, yer olmadi mi?" Bu Bektaşî nefeslerinin çoğu, konularını peygamberlerin tarihlerinden almışlardır. Bununla beraber, İsl'miyetle uyuşmayan pek çok Bektaşi şiirlerine de, rastlamıyor değiliz. Tasavvuf edebiyatında "Vahdet", bir okyanusa benzetilmişti. Seyyit Nesimi ise, bu vahdet okyanusuna, "Mûhit" adını veriyordu. Zaten muhit de tasavvuf da, okyanus anlamına geliyordu. Seyyit Nesimi'ye göre önceleri bu okyanus çok durgun ve sakin idi. Fakat yaratılış, yani "tecelli" sırasında okyanus coşmuş, kendi deyimi ile, "cûş' ve hurûşa" gelmişti. Varlık âleminin meydana gelişi de, yine bu coşkunluk ve dalgalanma sırasında oluyordu. 2. İNSAN "BALÇIK"TAN YARATILMIŞTI Eski Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: "İnsanoğlu aslı yine topraktı". Altay efsanelerinde bu olay, şöyle anlatılıyordu: Yine günlerden birgün, Tanri Ülgen denize, Bakarak duruyordu, sasirdi birdenbire. Bir toprak parçacigi, sularda yüzüyordu, Topragin üzerinde, bir kil görünüyordu Toprak üzerinde, bir kil görünüyordu. Insaoglu bu olsun, insana olsun baba". Görünmeye basladi, insan gibi bir sekil, Birden insan olmustu, toprak üstündeki kil. "Insanoglu bu olsun, insana olsun baba". Bu iki insanin ise, adi olmustu Erlik. Bu Altay yaratılış efsanesinde de açık olarak görülüyor ki insanoğlunun aslı, su değil; toprak idi. Bununla beraber tasavvuf edebiyatında, kendilerini sudan getiren şairler de yok değildi. Özellikle İsla'miyetin henüz daha çok iyi anlaşılmadığı çağlarda şairler, kendilerinin sudan geldiklerini ileri sürüyorlardı. "Kim bilür bizi, nice soydaniz, "Ne zerrece oddan, ne de sudanuz, "Bize meftun olan marifet söyler, "Biz Horasan ellerinde, baydanuz! "Bizim zahmumuza merhem bulunmaz! "Biz kudret okindan, gizlü yaydanuz!.." En eski Bektaşi şairlerinden birisi sayılan Abdal Musa'nın söylediği bu nefesi, Altay yaratılış destanları ile bir ilgisi vardır diye, buraya almadık. Böyle bir iddiada bulunmak, elbette ki büyük bir ihtiyatsızlık olur. Ama ne yapalım ki, her iki inanışın temellerinde yatan düşünce düzenleri arasında, (Altay Dağları) büyük benzerlikler bulunuyordu. İran mitolojisinde de ilk insan, "kil" dediğimiz yapışkan topraktan yapılmıştı. Onun için İran'lılar ilk insana "Kil Şah" adını veriyorlardı. Türkler ise daha çok, "balçık" üzerinde durmuşlardı. Bektaşi şairi Dehlûl Dan' şöyle diyordu: "Âdemi balçiktan yogurdun yaptin! "Yapip da neylersin, bundan sana ne? "Halkettin insani, saldin Cihana! "Salip da neylersin, bundan sana ne?.." Şüphesiz ki, Bektaşi şairinin söylediği bu şiirde, İran mitolojisinin de tesirleri vardı. Artık Şah İsmail devrinde, balçıktan çok, toprağa önem veriliyor ve topraktan geldiğimiz söyleniyordu: "Hataî ümidüm kesmezem Hak'tan, "Bizi var eyledi, o demde yoktan, "Balçigimiz yugurmustu topraktan, "Tür'biyem, yerden bittüm ezelden!.." Öyle anlaşılıyor ki, "toprak ve balçıktan türeme" inancı, Türkler arasında çok yayılmıştı. Mısırdaki Türklerin yazdıkları eski Türk efsanelerinde de, bu anlayış ve düşünce, zaman zaman kendi kendini gösteriyordu. Mısırdaki Türkler, İran ve eski Samî mitolojilerinden de bir çok şeyler almışlar ve kendilerine göre, yeni bir efsane yaratmışlardı: Yillari sayilmaz, çok çok eski bir çagmis, Gökler delinmis gibi pekçok yagmur yagmis. Dünya sele bogulmus, bu siddetli yagmurla. Yeryüzü hep kaplanmis, sürüklenen çamurla. Sellerin önündeki, çamurlar bir yol bulmus, Kara-Dagci daginda, bir magaraya dolmus. Magaranin içinde, kayalar yarilmismis, Yariklarin bazisi, insani andirirmis. Kayalarin yarigi, insan kalibi olmus, Kaliplarin içine, killer, çamurlar dolmus. Aradan zaman geçmis, yillar asirlar dolmus, Bu yariklarda toprak, sular ile h'lolmus. Bütün bu efsanelerin tam metinleri, "Türk mitolojisi" adlı büyük eserimizde toplanmıştır. (Bu yazının ana kaynağı "Türk Mitolojisi" adlı kitaptır) Bu eserde, metinler en orijinal kaynaklardan tercüme edildikten sonra birer birer açıklanmış ve bir aydınlığa kavuşturulmak istenmiştir. Biz burada yalnızca kısa örnekler ile, okuyucularımıza bir fikir vermek istiyoruz. İran ve S'mî mitolojilerindeki, "Dört unsur" nazariyesi de Türkler arasına girmiş ve benimsenmişti. Ama zamanla İrandaki eski dört unsur nazariyesi, Türkler arasında orijinal şeklini kaybetmiş ve âdeta Türkleşmişti. Karahanlılar çağında yazılan ünlü "Kutadgu-Bilig" adlı eserde bu dört unsur şöyle sayılıyordu: "Üçü ates, üçü su, üçü oldu yel, "Üçü oldu toprak, dünya oldu il". Türklerde dört unsur, üçerden 12 bölüm meydana getiriyordu. Bu 12 bölüm de, "bir takvim ve zaman birimi" nden başka bir şey değildi. KAYNAKLAR: Türk Mitolojisi, - Bahaeddin ÖGEL (Prof. Dr.) I VII. Dizi - 102 Sayy 2003 Türk Mitolojisi, II. Cilt 2003
2 notes
·
View notes
Text
TARİHİ UYARI
Değerli Dostlarım,
20 yıldır yaşananları olağan bir siyasi süreç olarak kabul ederseniz çok yanılırsınız..
İktidarın planlı ve kasıtlı icraatlarını klasik bir muhalefet anlayışıyla basit bir siyasi beceriksizlik, yandaşa rant sağlama ve irtikap mantığı içinde açıklamak, gözü açılmamış siyasi bir saflık ve budalalıktır...
AKP, alıştığımız manada bir siyasi parti değil bilakis ihvancı geleneğin temsilcisi olan, marjinal içgüdüsel reflekslere sahip Cumhuriyetin düşmanı bir partidir.!
Hatta parti ifadesinin ötesinde içeriği ve faaliyetleri itibarıyla her şeyi göze almış bir siyasal İslam örgütüdür..
*Bu yapı dış destekli bir proje ile iktidarı ele geçirdiği günden itibaren Cumhuriyet Türkiye’sini yönetilecek değil darülharp mantığı içinde fethedilecek bir ülke olarak görmüştür.!*
*T.C. bu örgütsel yapının nezdinde her zaman kafirler tarafından kurulmuş ve yıkılması gereken bir küffar devlettir.!*
Mevcut yapıyla geçmişten illiyet bağı bulunan ve Almanya’da devlet destekli örgütlenmiş olan kara sesin de ifade ettiği gibi *Baş Kafir ise maketini sembolik olarak idam ettikleri Mustafa Kemal Atatürk’tür.!*
*Bu yüzden kafir ülkesi kabul ettikleri T.C. Devleti’nin malını, mülkünü yemek, banka faizini almak, talan etmek, içini boşaltmak uyguladıkları darülharp nedeniyle hak ve helaldir.!*
*Onlar yıllardır bu ülke ve laik toplumla hep savaş halinde oldular ve bunun için de çaldıklarını hırsızlık malı değil hep ganimet olarak gördüler.!*
*Yok ettikleri milletin hazinesi değil küffarın kasası oldu.!*
_*Aynı zamanda küffar kabul ettikleri laik toplumun iffeti, namusu, kızları da malı gibi haktı, helaldi.!*_
Şimdi anladınız mı;
Onca malın, mülkün haraç, mezat satılmasını.!
Hazinenin tamtakır boşaltılmasını.!
Her türlü milli servetin iç edilip ganimet misali paylaşılmasını.!
Milletin malıyla büyük bir ihtişam ve saltanat içinde yaşam sürme nedenlerini.!
Buna rağmen milletin ve evlatlarının sefalete terk edilip borç batağındai yaşatılmasını ve bundan da büyük bir zevk alıyor olmalarını.!
_*Sübyanların ırzına geçilip çocuk yaşta hoca nikahı kıyılmasını.!*_
Alay edercesine akıl dışı garip açıklamalar yapılmasını.!
*Tüm ekonomik kuralların yok sayılmasını.!*
*T.C. ibarelerinin parçalarcasına sökülmesini.!*
Milli bayramları kutlanmama girişimlerini ve garip bahaneleri.!
*Haddini aşan keşke Yunan kazansaydı söyleminin nedenini.!*
Hain cenazelerine yapılan devlet törenlerini ve tabutlarına omuz vermelerini.!
_*Devlet dairelerinde Atatürk posterlerinin baş aşağı asılma nedenlerini.!*_
Türk’ün destanı Ergenekon’a kara çalma girişimlerini.!
Onca generali tutuklayıp büyük bir zevkle rütbelerini sökmelerini.!
TSK’yı ve bağlı tüm askeri kurumları tahrip etmelerini.!
*Türk bayrağının üzerinde bağdaş kurup değersizleştirmelerini.!*
_*İstiklal Marşı’nda ayağa kalkmamalarını.!*_
_*Andımıza karşı olmalarını ve ısrarla yasaklattırmalarını.!*_
Türklük ifadesine olan düşmanlığın nedenini.!
*Atatürk’e ve kahramanlara yapılan onca hakaret ve saygısızlıkları.!*
_*Şehide kelle askere tane demelerini.!*_
Askerimizin başına çuval geçirildiği gün alaycı sözlerini ve tebessümlü yüz ifadelerini.!
*Sürekli olarak anayasanın ilk dört maddesini hedef almalarını.!*
*Demografik yapıyı tahrip etmek ve ihvancı yapıya uygun yeni bir toplum inşa etmek için adeta bir kavimler göçüne dönüştürülmüş milyonlarca sığınmacının ülkeye girmesine göz yummalarının ve vatandaşlık vermeye başlamalarının nedenini.!*
Her türlü itiraza rağmen pişkin ve soğukkanlı tutumlarını.!
*Kayıp silahların çözülmeyen akıbetini.!*
*Kendi yandaşlarına verilen aşırı silah ruhsatlarının nedenini.!*
Muhalefet edenlerin havadan sudan sebeplerle tutuklanmalarını.!
Bir korku imparatorluğunun kurulmuş olmasını.!
Medyadaki yoğun algı yönetiminin sebebini.!
Daha yazacağım çok şey var lakin sizleri yormayayım..
*Zannediyor musunuz ki yıllarca sarf ettikleri böylesi bir çabayı bir anda yok kabul ederler ve sıradan bir seçimle sessiz sedasız çekip giderler.!*
*Öyleyse çok safsınız.!*
*AKP bu ülkede kaybedeceği hiçbir seçimi y a p t ı r m a z !*
*2023 bunlar ve dolayısıyla hamileri için bir rövanş tarihidir, parantez olarak kabul ettikleri bir dönemin 100. yıl seneyi devriyesinde kapanacağı kin ve intikam günüdür.!
Mevcut muhalefet ve sıradan söylemler bunlara vız gelir.!
Yukarıda ifade ettiğim gibi finale çok az kaldı.!
*Artık uyanma ve Atatürk çizgisindeki tüm muhalefet partilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve toplumun milli bir ruh içinde tek parça olma vaktidir.!*
*Bu bir müdafaa-i hukuk mücadelesidir...*
*Yoksa geçmiş olsun Türkiye’m...*
*Dr. Vecdet Öz*
24.02.2023
Adalet Partisi Genel Başkanı
(Vecdet Öz, esnaf bir ailenin çocuğu olarak Samsun'un Çarşamba ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi'nde yüksek lisans tahsili gören Öz, doktorasını aynı üniversitenin Adli Tıp Enstitüsü'nde tamamlamıştır.)
0 notes
Text
15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü
https://osmaniyemhaber.com/?p=40142 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü Adana, Mersin, Hatay ve Osmaniye’de 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü dolayısıyla program düzenlendi. Adana, Mersin, Hatay ve Osmaniye’de 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü dolayısıyla program düzenlendi. Adana ilinde Uğur Mumcu Meydanı’nda yeni tür koronavirüs (Kovid-19) tedbirlerine uygun olarak düzenlenen program, İstiklal Marşı’yla başladı. Sonrasında Kuran-ı Kerim okundu, yakarma edildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü dolayısıyla gerçekleştirdiği halka hitabı, meydandaki ekranlardan izletildi. Programda konuşan Adana Valisi Süleyman Elban, 15 Temmuz’da milletin tarihte asla görmediği, asla yaşamadığı bir ihanetle ve saldırıyla karşı karşıya kaldığını söylemiş oldu. Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) değişik yöntemlerle ve değişik sıfatlarla sürekli suret-i haktan görünüp değişik tecrübe etme ve aldatmacalarla devleti, hükümeti ve milleti bir halde oyuna getirmeye çalıştığını kaydeden Elban, şöyleki belirtti: “O gece güzel Adana’mız başta olmak suretiyle tüm milletimiz meydanları doldurdu ve mukaddes değerlerine sahiplenmek uğruna canlarını ve tüm varlıklarını ortaya koydu. Sonunda milletimiz kazanmıştır. Tanrı’a şükürler olsun ki tarihte sürekli okuduğumuz o kahramanlar ve kahramanlık hikayelerindeki benzer biçimde 4 yıl ilkin o gecede de gene büyük bir kahramanlık destanı yazıldı. Doğal ki asil bir milleti olmayan hiçbir devlet, hükümet, kurum bu başarıları elde edemezdi. Bu darbeyle söz konusu oldukça şey söyleyebiliriz. FETÖ’nün ihanetini ve alçakça meydana getirilen saldırıları çoğumuz bilmekteyiz. FETÖ’nün yine ayağa kalkmaması için mücadelemizi son hain temizleninceye kadar devam ettirmemiz icap ettiğini bilmekteyiz.” Adana Valiliği himayesinde İl Gençlik ve Spor Müdürlüğünce “Demokrasi bilinci, elden ele taşınan bir bayraktır” sloganıyla “15 Temmuz Şehitleri Sancak Koşusu” düzenlendi. Merkez Park’tan Uğur Mumcu Meydanı’na kadar koşan 25 sporcunun getirmiş olduğu sancak, ulusal sporcu Eda Tuğsuz tarafınca Vali Elban’a teslim edildi. Öte taraftan Karataş ilçesinde 15 Temmuz darbe girişimi şehitleri ve gazileri için anma programı düzenlendi. Karataş Kaymakamı Fatih Ayaz ve Karataş Belediye Başkanı Necip Topuz ile oldukça sayıda vatandaşın iştirak ettiği etkinliğin sonunda, Karataş Su Ürünleri Kooperatifi üyesi 25 balıkçı teknesi, Türk bayraklarıyla denize açıldı. Mersin Mersin ilinde 15 Temmuz etkinlikleri bazında vatandaşlar meydanlarda bir araya geldi. Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen etkinlikte katılımcılar ateşi ölçülerek alana alındı. Yetkililer vatandaşlara toplumsal mesafe ve maske takma mevzusunda uyarılarda bulunmuş oldu. Saygı duruşunda bulunulup İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan programda şehitler için yakarma edildi. Mersin Valisi Ali İhsan Su, burada yapmış olduğu konuşmada, 15 Temmuz’u unutmayacaklarını ve unutturmayacaklarını söylemiş oldu. Şehitlere devamlı haiz çıkacaklarını dile getiren Su, iç ve dış düşmanların FETÖ’yle 15 Temmuz’da eşi benzeri olmayan bir ihanete kalkıştığını açıkladı. Bu kalkışmayla Türkiye’nin şahlanışının, kardeşliğinin ve demokrasisinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını aktaran Su, şöyleki devam etti: “Yüce milletimiz Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine sürekli beraber ecdadından almış olduğu güçle bu hainlerin karşısına dikilmiştir. Milletimiz silahlardan, tanklardan, helikopter ve uçaklardan üstlerine yağan kurşunlara ve bombalara gövdesini siper ederek, bu hainlerin emellerini boşa çıkarmıştır, bertaraf etmiştir. Milletimizin kahraman evlatları, Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik teşkilatımızın şerefli mensuplarıyla bütünleşerek büyük bir kahramanlık destanına imza atmıştır. Milletimiz ülkesini canı pahasına müdafaasının ile birlikte tüm dünyaya demokrasiye iyi mi haiz çıkılacağının da dersini vermiştir.” Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer ise demokrasinin önemine değinerek, “Bu darbe girişimi Türk halkının basireti, feraseti ve cesaretiyle önlenmiştir. Tarihimize kara bir kir olarak geçen bu hain darbe girişimi inanırım ki iyi anlaşılması halinde yarınlarımız için bir ders niteliğindedir.” diye belirtti. Konuşmaların arkasından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ulusa Seslenişi” sinevizyondan seyredildi. Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanlığına bağlı bando ekibi “Kahramanlık Türküleri” konseri verdi. Etkinlikler bazında, İl Gençlik ve Spor Müdürlüğünce “Demokrasi bilinci, elden ele taşınan bir bayraktır” sloganıyla “15 Temmuz Şehitleri Sancak Koşusu” düzenlendi. Aralarında engelli ve hususi sporcularında bulunduğu koşuda getirilen sancak Mersin Valisi Ali İhsan Su’ya teslim edildi. Gülnar ilçesinde de 15 Temmuz darbe girişimi şehitleri ve gazileri için anma programı düzenlendi. Anma programı bazında şehit Ömer Halisdemir de anıldı. Etkinliğe katılanlar, alanda tertip edilen “15 Temmuz Fotoğraf Sergisi”ni de gezdi. Hatay Hatay ilinde da 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü dolayısıyla Cumhuriyet Meydanı’nda anma programı düzenlendi. Katılımcılar alana ateşi ölçülerek maskeli şekilde alındı. Programın başlangıcında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ulusa Seslenişi” sinevizyondan seyredildi. Sonrasında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Konservatuvarı dinletisi gerçekleştirildi. Peşinden İl Müftüsü Ömer Faruk Bilgili tarafınca şehitler için dualar edildi. Hatay İl Müftülüğü İlahi Grubu’nun seslendirdiği ilahiler dinlendi. Hatay Valisi Rahmi Doğan, bin senedir bu topraklarda yaşamını devam ettiren milletin evlatları olduklarını söylemiş oldu. Bu bin senelik tarih içinde oldukça çetin mücadelelerle karşı karşıya geldiklerini de söyleyen Doğan, şöyleki devam etti: “Zaferle bu milletin evlatları cenk meydanlarından çıktı sadece bu topraklarda hiçbir süre görmediğimiz bir ihaneti 15 Temmuz 2016’da gördük. Bu oldukça kahpe bir örnekti. Bu milletin silahlarıyla, tanklarıyla, toplarıyla üzerimize gelenler bu milletin içinde yetişen, bu milletin ekmeğiyle beslenenlerdi. İçimizdeydiler fakat dışarıdan kumanda ediliyorlardı. Bizimle beraber aynı topraklarda yaşıyorlardı fakat başkalarının kılıcını çekip üzerimize o şekilde yürüyorlardı. Fakat bu millet 15 Temmuz 2016’da bunlara verilmesi ihtiyaç duyulan dersi verdi. Meydanlara çıkarak Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bunlar gerekli olan cevabı aldılar.” Doğan, tüm şehitlere Tanrı’tan rahmet dileyip gazileri de şükranla yad ettiğini aktardı. Sonrasında Antakya Medeniyetler Korosu, programda sahne aldı. Osmaniye Osmaniye Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen program, saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Kur’an- Kerim tilavetinin arkasından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hitabı sinevizyona yansıtıldı. Osmaniye Valisi Erdinç Yılmaz, programda yapmış olduğu konuşmada, 15 Temmuz’un ordu içinde örgütlenmiş FETÖ/PDY’nin anayasal düzeni yıkarak, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmak için düzenlemiş olduğu hain ve alçak darbe girişimi bulunduğunu söyledi. Milletin, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı ve Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısına kulak verdiğini ifade eden Yılmaz, yurdun dört bir yanında tek yürek iradesini bir avuç darbeciye çiğnetmediğini anımsattı. Hain girişimin bertaraf edildiğini özetleyen Yılmaz, şunları kaydetti: “15 Temmuz’da milletimiz, ulusal birlik ve beraberliğini tüm dünyaya bir kez daha gösterdiği zamanı bir güne, dünya toplumlarına ve devletlerine ders veren bir direnişe imza atmıştır. Unutmayalım ki atalarımızdan emanet aldığımız bu güzel vatanımızı ve ay yıldızlı şanlı bayrağımızı korumanın yolu milletçe kenetlenmekten geçer. Şanlı geçmişinde olduğu benzer biçimde 15 Temmuz’da da kutlu bir destan yazan milletimizin Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü’nü en içten dileklerimle kutluyorum. 15 Temmuz gecesi devletimizin bekası için ‘Ya bağımsızlık, ya ölüm’ diyerek şehadet şerbetini tadan aziz şehitlerimiz ile beraber tüm şehitlerimizi dualarla, gazilerimizi minnetle anıyor, ulusal irademize sahiplenen başta yiğit Osmaniyeli hemşehrilerimiz olmak suretiyle tüm vatandaşlarımızı en kalbi duygularımla selamlıyorum.” Vali Yılmaz, darbe girişimi esnasında Ankara Gölbaşı’ndaki Hususi Harekat Daire Başkanlığına meydana getirilen saldırıda şehit düşen hususi harekat polisi Mehmet Karacatilki’nin ailesi ve 15 Temmuz gazileri Adnan Yıldız ve Gürkan Itimat’e plaket takdim etti. Program, Osmaniye Belediyesi Mehteran Ekibi’nın konseri, şiir, ezgi, marş ve selaların okunmasıyla bitti. Kaynak: AA
0 notes
Text
15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü
https://osmaniyemhaber.com/?p=40142 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü Adana, Mersin, Hatay ve Osmaniye’de 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü dolayısıyla program düzenlendi. Adana, Mersin, Hatay ve Osmaniye’de 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü dolayısıyla program düzenlendi. Adana ilinde Uğur Mumcu Meydanı’nda yeni tür koronavirüs (Kovid-19) tedbirlerine uygun olarak düzenlenen program, İstiklal Marşı’yla başladı. Sonrasında Kuran-ı Kerim okundu, yakarma edildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü dolayısıyla gerçekleştirdiği halka hitabı, meydandaki ekranlardan izletildi. Programda konuşan Adana Valisi Süleyman Elban, 15 Temmuz’da milletin tarihte asla görmediği, asla yaşamadığı bir ihanetle ve saldırıyla karşı karşıya kaldığını söylemiş oldu. Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) değişik yöntemlerle ve değişik sıfatlarla sürekli suret-i haktan görünüp değişik tecrübe etme ve aldatmacalarla devleti, hükümeti ve milleti bir halde oyuna getirmeye çalıştığını kaydeden Elban, şöyleki belirtti: “O gece güzel Adana’mız başta olmak suretiyle tüm milletimiz meydanları doldurdu ve mukaddes değerlerine sahiplenmek uğruna canlarını ve tüm varlıklarını ortaya koydu. Sonunda milletimiz kazanmıştır. Tanrı’a şükürler olsun ki tarihte sürekli okuduğumuz o kahramanlar ve kahramanlık hikayelerindeki benzer biçimde 4 yıl ilkin o gecede de gene büyük bir kahramanlık destanı yazıldı. Doğal ki asil bir milleti olmayan hiçbir devlet, hükümet, kurum bu başarıları elde edemezdi. Bu darbeyle söz konusu oldukça şey söyleyebiliriz. FETÖ’nün ihanetini ve alçakça meydana getirilen saldırıları çoğumuz bilmekteyiz. FETÖ’nün yine ayağa kalkmaması için mücadelemizi son hain temizleninceye kadar devam ettirmemiz icap ettiğini bilmekteyiz.” Adana Valiliği himayesinde İl Gençlik ve Spor Müdürlüğünce “Demokrasi bilinci, elden ele taşınan bir bayraktır” sloganıyla “15 Temmuz Şehitleri Sancak Koşusu” düzenlendi. Merkez Park’tan Uğur Mumcu Meydanı’na kadar koşan 25 sporcunun getirmiş olduğu sancak, ulusal sporcu Eda Tuğsuz tarafınca Vali Elban’a teslim edildi. Öte taraftan Karataş ilçesinde 15 Temmuz darbe girişimi şehitleri ve gazileri için anma programı düzenlendi. Karataş Kaymakamı Fatih Ayaz ve Karataş Belediye Başkanı Necip Topuz ile oldukça sayıda vatandaşın iştirak ettiği etkinliğin sonunda, Karataş Su Ürünleri Kooperatifi üyesi 25 balıkçı teknesi, Türk bayraklarıyla denize açıldı. Mersin Mersin ilinde 15 Temmuz etkinlikleri bazında vatandaşlar meydanlarda bir araya geldi. Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen etkinlikte katılımcılar ateşi ölçülerek alana alındı. Yetkililer vatandaşlara toplumsal mesafe ve maske takma mevzusunda uyarılarda bulunmuş oldu. Saygı duruşunda bulunulup İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan programda şehitler için yakarma edildi. Mersin Valisi Ali İhsan Su, burada yapmış olduğu konuşmada, 15 Temmuz’u unutmayacaklarını ve unutturmayacaklarını söylemiş oldu. Şehitlere devamlı haiz çıkacaklarını dile getiren Su, iç ve dış düşmanların FETÖ’yle 15 Temmuz’da eşi benzeri olmayan bir ihanete kalkıştığını açıkladı. Bu kalkışmayla Türkiye’nin şahlanışının, kardeşliğinin ve demokrasisinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını aktaran Su, şöyleki devam etti: “Yüce milletimiz Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla gencinden yaşlısına, kadınından erkeğine sürekli beraber ecdadından almış olduğu güçle bu hainlerin karşısına dikilmiştir. Milletimiz silahlardan, tanklardan, helikopter ve uçaklardan üstlerine yağan kurşunlara ve bombalara gövdesini siper ederek, bu hainlerin emellerini boşa çıkarmıştır, bertaraf etmiştir. Milletimizin kahraman evlatları, Türk Silahlı Kuvvetleri ve güvenlik teşkilatımızın şerefli mensuplarıyla bütünleşerek büyük bir kahramanlık destanına imza atmıştır. Milletimiz ülkesini canı pahasına müdafaasının ile birlikte tüm dünyaya demokrasiye iyi mi haiz çıkılacağının da dersini vermiştir.” Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer ise demokrasinin önemine değinerek, “Bu darbe girişimi Türk halkının basireti, feraseti ve cesaretiyle önlenmiştir. Tarihimize kara bir kir olarak geçen bu hain darbe girişimi inanırım ki iyi anlaşılması halinde yarınlarımız için bir ders niteliğindedir.” diye belirtti. Konuşmaların arkasından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ulusa Seslenişi” sinevizyondan seyredildi. Akdeniz Bölge ve Garnizon Komutanlığına bağlı bando ekibi “Kahramanlık Türküleri” konseri verdi. Etkinlikler bazında, İl Gençlik ve Spor Müdürlüğünce “Demokrasi bilinci, elden ele taşınan bir bayraktır” sloganıyla “15 Temmuz Şehitleri Sancak Koşusu” düzenlendi. Aralarında engelli ve hususi sporcularında bulunduğu koşuda getirilen sancak Mersin Valisi Ali İhsan Su’ya teslim edildi. Gülnar ilçesinde de 15 Temmuz darbe girişimi şehitleri ve gazileri için anma programı düzenlendi. Anma programı bazında şehit Ömer Halisdemir de anıldı. Etkinliğe katılanlar, alanda tertip edilen “15 Temmuz Fotoğraf Sergisi”ni de gezdi. Hatay Hatay ilinde da 15 Temmuz Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü dolayısıyla Cumhuriyet Meydanı’nda anma programı düzenlendi. Katılımcılar alana ateşi ölçülerek maskeli şekilde alındı. Programın başlangıcında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ulusa Seslenişi” sinevizyondan seyredildi. Sonrasında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Konservatuvarı dinletisi gerçekleştirildi. Peşinden İl Müftüsü Ömer Faruk Bilgili tarafınca şehitler için dualar edildi. Hatay İl Müftülüğü İlahi Grubu’nun seslendirdiği ilahiler dinlendi. Hatay Valisi Rahmi Doğan, bin senedir bu topraklarda yaşamını devam ettiren milletin evlatları olduklarını söylemiş oldu. Bu bin senelik tarih içinde oldukça çetin mücadelelerle karşı karşıya geldiklerini de söyleyen Doğan, şöyleki devam etti: “Zaferle bu milletin evlatları cenk meydanlarından çıktı sadece bu topraklarda hiçbir süre görmediğimiz bir ihaneti 15 Temmuz 2016’da gördük. Bu oldukça kahpe bir örnekti. Bu milletin silahlarıyla, tanklarıyla, toplarıyla üzerimize gelenler bu milletin içinde yetişen, bu milletin ekmeğiyle beslenenlerdi. İçimizdeydiler fakat dışarıdan kumanda ediliyorlardı. Bizimle beraber aynı topraklarda yaşıyorlardı fakat başkalarının kılıcını çekip üzerimize o şekilde yürüyorlardı. Fakat bu millet 15 Temmuz 2016’da bunlara verilmesi ihtiyaç duyulan dersi verdi. Meydanlara çıkarak Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bunlar gerekli olan cevabı aldılar.” Doğan, tüm şehitlere Tanrı’tan rahmet dileyip gazileri de şükranla yad ettiğini aktardı. Sonrasında Antakya Medeniyetler Korosu, programda sahne aldı. Osmaniye Osmaniye Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen program, saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Kur’an- Kerim tilavetinin arkasından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hitabı sinevizyona yansıtıldı. Osmaniye Valisi Erdinç Yılmaz, programda yapmış olduğu konuşmada, 15 Temmuz’un ordu içinde örgütlenmiş FETÖ/PDY’nin anayasal düzeni yıkarak, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmak için düzenlemiş olduğu hain ve alçak darbe girişimi bulunduğunu söyledi. Milletin, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı ve Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısına kulak verdiğini ifade eden Yılmaz, yurdun dört bir yanında tek yürek iradesini bir avuç darbeciye çiğnetmediğini anımsattı. Hain girişimin bertaraf edildiğini özetleyen Yılmaz, şunları kaydetti: “15 Temmuz’da milletimiz, ulusal birlik ve beraberliğini tüm dünyaya bir kez daha gösterdiği zamanı bir güne, dünya toplumlarına ve devletlerine ders veren bir direnişe imza atmıştır. Unutmayalım ki atalarımızdan emanet aldığımız bu güzel vatanımızı ve ay yıldızlı şanlı bayrağımızı korumanın yolu milletçe kenetlenmekten geçer. Şanlı geçmişinde olduğu benzer biçimde 15 Temmuz’da da kutlu bir destan yazan milletimizin Demokrasi ve Ulusal Birlik Günü’nü en içten dileklerimle kutluyorum. 15 Temmuz gecesi devletimizin bekası için ‘Ya bağımsızlık, ya ölüm’ diyerek şehadet şerbetini tadan aziz şehitlerimiz ile beraber tüm şehitlerimizi dualarla, gazilerimizi minnetle anıyor, ulusal irademize sahiplenen başta yiğit Osmaniyeli hemşehrilerimiz olmak suretiyle tüm vatandaşlarımızı en kalbi duygularımla selamlıyorum.” Vali Yılmaz, darbe girişimi esnasında Ankara Gölbaşı’ndaki Hususi Harekat Daire Başkanlığına meydana getirilen saldırıda şehit düşen hususi harekat polisi Mehmet Karacatilki’nin ailesi ve 15 Temmuz gazileri Adnan Yıldız ve Gürkan Itimat’e plaket takdim etti. Program, Osmaniye Belediyesi Mehteran Ekibi’nın konseri, şiir, ezgi, marş ve selaların okunmasıyla bitti. Kaynak: AA
0 notes
Text
NAZIM HİKMET RAN HAYATI
Takma adı 'Güzel Yüz Şair' veya 'Mavi Gözlü Dev'. Yasaklı yıllarında Orhan Selim adını kullandı. Hatta Orhan Ürür Kervan Yürür kitabı bile Orhan Selim tarafından yayınlandı.
Türkiye'de serbest âyetin ilk uygulayıcıları ve çağdaş Türk şiirinde önemli şahsiyetlerdir. Uluslararası bir üne kavuştu ve 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan dünyanın en büyük şairleri arasında yer aldı. Eserleri birçok dile çevrildi. Mezarı hala Moskova'da. Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi toplam 11 davadan ayrı olarak yargılanıyor.
Eserleri birçok ödül aldı. hayatlarının bir kısmını Türkiye'de hapishanede geçirdikten sonra Moskova'ya gitti ve Türk vatandaşlığından çıkarıldı.
Nazım Hikmet 1938'de hapse girdi ve şiirleri yasaklandı. Ancak Türkiye'de ölümünden iki yıl sonra 1965'te şiirin önemini yeniden kazanmıştır.
Stil ve Başarılar;
İlk şiirlerini hece ölçüsünde yazmaya başlamasına rağmen, içerik bakımından diğer hecelerden çok uzaktı. Şiirsel gelişimi arttıkça, hece için uzlaşmaya ve şiiri için yeni formlar aramaya başladı. Bu arama, Sovyetler Birliği'nin ilk yılları olan 1922-1925 arasında zirve yaptı. O dönemin birçok şairinden farklıydı.
Hece ölçüsünden ayrı olarak, Türkçenin vokal özellikleriyle uyum sağlayan özgür ölçüyü benimsedi. Mayakovsky ve fütürist yanlısı genç Sovyet şairlerinden ilham aldı. Şiirlerinin çoğu Fuat Saka, Volkan Konak, Grup Yorum, Ezginin Günlog ve Zülfü Livaneli gibi sanatçılar tarafından bestelendi. Ünal Büyükgönenç tarafından benzersiz bir şekilde yorumlanan küçük bir bölüm, 1979'da 'İyi Günleri Göreceğiz' adı altında bir kaset olarak çıktı. Şiirlerinden bazıları Yunan besteci Manos Loïzos tarafından bestelendi. Ayrıca şiirlerinden bazıları Yeni Türkü, Selim Atakan ve Cem Karaca (Çok Yorgun) mensupları tarafından bestelendi. Ayrıca Fuat Saka'nın biri Nazım Hikmet şiirinden biri Demir Demirgöl olmak üzere iki şarkı içeren bir albümü var.
Aile;
Babası Matbaacılık ve Umum Müdürü ve Hamburg'da konsolosluk yapan Hikmet Bey, annesi Ayşe Celile Hanım'dır. Annesi Celile Hanım, piyano çalan, ressam olarak adlandırılabilecek kadar iyi resim yapan ve Fransızca bilen bir kadın. Celile Hanım, aynı zamanda dilbilimci ve eğitimci olan Hasan Enver Paşa'nın kızıdır. Hasan Enver Paşa, 1848 ayaklanmaları sırasında Polonya'dan Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olan Konstantin Borzecki'nin (Lehçe: Konstanty Borzę cki, d. 1826 - d. 1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa, Osmanlı Ordusunda subay olarak görev yaptı ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan 'Les Turcs anciens et modernes' (Eski ve yeni Türkler) kitabını yazdı. Celile Hanım'ın annesi Alman doğumlu Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın (Karl Detroit) kızı Leyla Hanım'dır. Celile Hanım'ın karısı Münevver Hanım, şair Oktay Rıfat'ın annesidir.
Babası Hikmet Bey, Selanik'te Dışişleri Bakanlığı'nda (Dışişleri Bakanlığı) memurdur. Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valileri olarak görev yapan Nazım Paşa'nın oğludur. Mevlevi mezhebi olan Nazım Paşa da özgürlükçü. Selanik'in oğlunun oğludur. Halep'te Nazım'ın büyükbabasına giderler, Hikmet Bey görevini Nazım'ın çocukluğunda bırakır ve ailedir. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışıyorlar. Başarısız olduklarında İstanbul'a gelirler. Hikmet Bey İstanbul'da iflas eder ve memuriyet hayatına döner. Fransızca bildikçe, yine Hariciye'ye atandı.
Hayat;
Selanik'te doğdu. Başlangıçta 20 Kasım 1901'de, 15 Ocak 1902'de kayıt edildi, doğum tarihi aile tarafından yıllarca kaydedilmedi.
İlk şiiri 'Feryad-ı Vatan'ı 1913'te yazdı. Aynı yıl Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başladı. 1917 yılında Heybeliada Deniz Okulu'na girdi. Ardından Kurtuluş Savaşı nedeniyle Anadolu'ya gitti; ama sağlık sorunları nedeniyle donanmayı terk etmek zorunda. Bu arada Hamidiye Kruvazöründe güverte subayıdır.
Bolu'ya öğretmen olarak atandı. Daha sonra Batum üzerinde Moskova'ya doğru Doğu İşçileri Komünist Üniversitesi'nde siyaset bilimleri ve ekonomi okudu. 1921'de gittiği Moskova'da, devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizmle tanıştı. 1924 yılında, ilk şiir kitabı "28 Kanunisani" Moskova'da sahnelendi. Aynı yıl Türkiye Bright Magazine'e döndü, Sovyetler Birliği tarafından tekrar beş yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1928`deki af yasasından yararlanır ve Türkiye'ye geri döner. Varsayılan Picture Month dergisinde çalışmaya başlar. 1938'de yirmi sekiz yıl hapse mahk wasm edildi. Mahmut Celaleddin Paşa (Konstantin Borzęcki) de 12 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu aracılığıyla yapılıyor çünkü Türkiye vatandaşlığından çıkarıldıktan sonra o ülkeye yapılıyor, büyük büyükbaba Mahmut Celaleddin Paşa (Konstantin Borzęcki) Borzęcki soyadını alıyor. 3 Haziran 1963 itibariyle Nazım Hikmet kalp krizinden sonra öldü. 5 Ocak 2009 tarihli bakanlar, vatandaşlık Konseyi tarafından Türkiye'ye iade edildi.
İşler
Ölümünden önce yayınlandı Dağların Havası (Osmanlı, 1925) Güneş İçenlerin Şarkısı (1928) 835 Satırlar (1929) Jokond ve Si-Ya-U (1929) Varan 3 (1930) 1 + 1 = 1 (1930) Sesini Kaybeden Şehir (1931) Gece Gelen Telgrafı (1932) Benerci Neden Kendini Öldürdü? (1932) Ölülerin Evi veya Ölenlerin Evi (1932) Kafatası (1932) Orman Cücelerinin Macerası (1932) Unutulan Adam (1934) Portreler (1935) Taranta Babu'ya Mektuplar (1935) Simavne Son Destanı, Şeyh Bedreddin (1936) It Ürür Kervan Yürür (1936, Orhan Selim olarak) Ulusal Gurur (1936) Sovyet Demokrasisi (1936) Alman Faşizmi ve Irkçılık (1936) Kurtuluş Savaşı Destanı (1937) Yeşil Elma (1938) La Fontaine'den Peri Masalları (1949)
Ölümünden sonra yayınlandı Saat Şiirleri 21-22 (1965) Sucker (1965) Ferhad ve Şirin (1965) İnek (1965) Istasyon (1965) Kan Konuşmuyor (1965) 1941'de (1965) Yolcu (1965) Yaşam Hakkı (1966) Dört Cezaevinden (1966) Bu Bir Rüya (1966) Ocak başı (1966) Rubailer (1966) Sabah (1966) Yaşamak İyi Bir Şeydir, Kardeş (1966) Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967) Tanrı Konfor Versin (1967) Evler Yıkıldığında (1967) İnsanlık Ölmedi (1967) Yusuf ve Menofis (1967) Hapisten Memet Fuat'a mektuplar (1967) Mapushane'den Kemal Tahir'e Mektuplar (1968) Kuvâyi Milliye (1968) Sevgi Dolu Bulut (1968) Yeni Şiirler 1951-1959 (1969) Son Şiirleri 1959-1961 (1969) Bursa Cezaevinden Vâ'Nû'lara Mektuplar (1970) İlk Şiirleri 1913-1927 (1971) Demokles'in Kılıcı (1974) Faşizm Sınıfları ve Emperyalizm (1975) Nâzım ve Piraye (1975) Parlaklık Yazarı Parlaklık Şair (1976) Makaleler (1976) Ivan Ivanovich Orada mıydı, değil miydi? (1985) Çeviri Hikayeleri (1987) Her Şeye Rağmen (1990) Kadın İsyanı (1990) Kör Sultan (1990) Tartışma-59 (1990) Sahte Şahit (1990) Hikayeler (1991) Konuşmalar (1991) Peri Masalları (1991) Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil (1991) Bursa Kalesi'nde Yatar (1991) Makaleler 1924-1934 (1991) Makaleler 1935 (1991) Makaleler 1936 (1991) Makaleler 1937-1962 (1991) Piraye'ye Mektuplar 1 (1998) Piraye 2'ye Mektuplar (1998) Sanat ve Edebiyat Üzerine (1998) Nâzım Hikmet Şarkıları (2001) Nâzım Hikmet Radyomuzda (2002) Tüm Şiirleri (2007) Vaktim Olduğunda, Gülüm (şiir seç, 2008) Diğer Defterler (2008) Çankırı'dan Piraye'ye Mektuplar (2010) Büyük İnsanlık (kendi sesinden şiirler, 2011)
Senaryo: Mümtaz Osman adına: Karım beni aldatırsa Kötü yol Kelime bir Tanrı bir Cici Berber Milyon Avcı Aysel Bataklı Damın Kızı Leblebici Horhor Ağa kıskanç
Ercüment Er adıyla: Kızılırmak Karakoyun
Yönetmen: Düğün Gecesi-Kanlı Nigar (kısa film) İstanbul Senfonisi (kısa film) Bursa Senfonisi (kısa film) Cici Berber (Muhsin Ertuğrul ile birlikte)
0 notes