#cumhuriyet davası
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yüce Türk Milletinin Cumhuriyet bayramını en içten dileklerimle kutluyorum
Türkiye Cumhuriyeti nin kurucu lideri ilk Cumhurbaşkanımız ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere vatanı ve milleti için canlarını feda eden aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyor minnet ve şükranla anıyorum
BURADAYIM ŞİMDİ
Künyesi sinemde yazan Türk'üm ben
Kıssadan hisseyse Burdayım şimdi
Belki Altay larda başta börküm ben
Belki Ulubat la surdayım şimdi
Estergon kalesi Vardar ovası
Tuna ve Sakarya aşkların hası
Bu kılıç tutanın selam davası
Cepheden cepheye vurdayım şimdi
Yürek Tanrıdağı imanım Hira
Yiğitliği mertliği gel bende ara
Mazluma merhemim zalime yara
Koçak yüreğimle kardayım şimdi
Ne imiş Avrupa Birliği gardaş
Turan Birliğini kur otur bağdaş
Benim soydaşlarım benimle kandaş
Kürşad larla aynı yerdeyim şimdi
Bu şiiri sakın ha küçümseme
Türk süz beyinleri hiç benimseme
Hoşgörü sundum diye gülümseme
Eğer anlamazsan dardayım şimdi
Kalemin erbabı doğruyu yazar
Gafillere derin kuyular kazar
Kazdığı kuyular olur ya mezar
Edebi bozamam zordayım şimdi
Emperyal güçlü lanetli itler
Sınırlarımıza çekilsin çitler
Deler sineleri şanlı şehitler
Dilde dualarla BİR deyim şimdi
Bu kadim milleti herkes bilecek
Aziz Türk Milleti ebed kalacak
Gülnihâl böylece huzur bulacak
İstiklal marşında ordayım şimdi
VARLIĞIMIZ TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN
NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE
M.Kemal ATATÜRK
Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir Bunu elde etmek için kan döktük Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık İcabında müesseselerimizi müdafaa için lazım olanı yapmağa hazırız 1923....
19 notes
·
View notes
Text
Akşener, son açıklamalarıyla CHP'ye saldırıyorsa bilin ki yakında AKP ile ittifak yapacaktır...
CHP Başkanı Özgür Özel ise Kılıçdaroğlu'nun kuklası gibi görünmek için elinden geleni yapıyor.. Sanırım başarılı..
İktidar, bu kadar skandalına rağmen hala iktidarsa sorunun kaynağını başka yerlerde aramak lazım.
Uzun uzun konuşmayı, yazmayı bırakalı çok oldu. Özetle;
Ülkemizin önündeki en büyük beka sorunu siyasilerdir.
Not: Kim ki Cumhuriyeti'mize başkaldırmış ve yıkmak için elinden geleni yapmış said-i nursi gibi yobaz HAİNLERİ övüp "her caddeye isimleri verilmeli" diyen HÜDA-PAR Hizbullah terör örgütünün siyasi ayağı da HAİNDİR!
Ey Cumhuriyet Başsavcısı, sen Cumhuriyet'imizin Başsavcısıysan bu terör örgütünün siyasi ayağı olan partiye kapatma davası açmak zorundasın. Değilsen açmazsın, merak etme hepiniz bir gün yargılanacaksınız; aynı fetöşün çocukları hakim ve savcıları gibi..
Bu ülke Atatürk'ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti'dir. Hadsizlik yapana bu ulus cevabını verir. Atatürk ve laik Türkiye Cumhuriyeti düşmanları, siz bu ülkenin ve benim gibi Cumhuriyet çocuklarının düşmanısınız. Yatacak yeriniz yok demek isterdim ama Amerika size bir yer verecektir Fetöşe yaptığı gibi. Ama rahat uyuyamayacaksınız! Nefesimizi kulaklarınızın arkasında hissedeceksiniz, bir kedi gibi tedirgin ve tetikte uyuyacaksınız her zaman..
Son olarak Yılmaz Özdil'den "Vahdettin haindir." paylaşımını buraya ekleyeyim. Evet Vahdettin haindir ve kim bu haini savunuyorsa bilin ki HAİNDİR..
5 notes
·
View notes
Text
Cumhuriyetin İlk Darbesinde Kürtler: 49’lar Davası ve Sivas Kampı – Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi | Lekolin
Cumhuriyetin İlk Darbesinde Kürtler: 49’lar Davası ve Sivas Kampı
27 Mayıs darbesi döneminde Kürtlere dönük politikayı, yaşanan iki önemli olay somut olarak ortaya koyuyor.
27 Mayıs darbesi döneminde Kürtlere dönük politikayı, yaşanan iki önemli olay somut olarak ortaya koyuyor. 1937-38 yıllarında gerçekleştirilen Dersim katliamının ardından Kürtler için 20 yıl sonra “ilk ses” olarak değerlendirilen “49’lar Davası” ve darbe sonrası Kürtlerin tutuklanarak kapatıldığı ve insanlık dışı uygulamalar ile tarihe geçen “Sivas Kampı”, resmi ideolojinin 27 Mayıs’ta Kürt politikasının sac ayaklarını oluşturuyor. Darbenin 51’inci yıldönümünde, Kürtlere dönük 27 Mayısçıların tavrı, cumhuriyet tarihi boyunca resmi ideolojinin Kürtlere yönelik uygulamalarından ayrı bir yerde durmuyor.
Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulmasının ardından “ilk darbe” olarak yakın tarihe geçen 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin üzerinden 51 yıl geçti. 27 Mayıs, siyasal tartışmalarda 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerine göre “ilerici darbe” olarak görüldü ve Türkiye’ye siyasal tarihinde “iyi darbe” olarak atıf yapılan bir bakış açısı ile tartışıldı. Öyle ki 27 Mayıs’a sol kesimlerin büyük bir çoğunluğu dahi “devrim” misyonu biçti. Ancak, CHP’nin desteklediği ve dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın Yassı Ada yargılamaları sonrası idamları ile en fazla tartışılan 27 Mayıs darbesinin, çok fazla görülmeyen ve tartışma konusu yapılmayan yönü de vardı. Söz konusu darbe döneminde görülmeyen ve tarihe 49’lar Davası olarak geçen Kürt aydın ve öğrencilerine yönelik tutuklama ile darbeden hemen 4 gün sonra 485 Kürdün tutulduğu ve insanlık dışı uygulamalar ile gündeme gelen Sivas Kampı, 27 Mayıs döneminde resmi ideolojinin Kürt politikasını gözler önüne seriyor.
Dersim katliamından 20 yıl sonra ilk ses: 49’lar davası
27 Mayıs darbesini gerçekleştiren askeri cunta, darbe sonrası Kürt aydın ve öğrencilerinin yargılandığı ’49’lar Davası’nı karşılarında buldu. Söz konusu dava, Mart 1959’da Irak’ta bazı Türkmenlerin ölümüne yol açan gelişmelere misilleme olarak tutuklanan Kürt aydın ve öğrencilerinin yargılamalarını içeriyordu. Ve darbeciler, Kürt aydın ve öğrencilerinin yargılandığı bu davada hiç bir tolerans tanımadı. Öyle ki, 27 Mayıs darbesi sonrasında çıkarılan aftan, 49’lar muaf tutuldu ve 8 yıl boyunca yargılanmaları devam etti. Davanın somut hiç bir kanıtı olmamasına rağmen, Dersim katliamının ardından Kürtlerin “ilk sesi” olduğu için yargılamalar bir cezalandırma yöntemi olarak tarihe geçti.
Irak’taki Türkmenler için misilleme
1937-38 yıllarında gerçekleştirilen Dersim katliamından sonra Kürtler 20 yıl boyunca bir sessizliğe gömüldü. Bu sessizlik 1959’un Mart ayında bozuldu. Sevaf adında Arap ırkçısı bir general Kürtlere otonomi hakkı veren dönemin Irak Lideri Abdülkerim Kasım’a karşı ayaklandığında hükümet kuvvetleriyle birlikte hareket eden Molla Mustafa Barzani’ye bağlı güçler, Sevaf’ın yanında yer alan bir grup Türkmen’in savaş sırasında ölümüne neden olmuştu. Irak’ta yaşananların Ankara’da duyulması ve emekli bir general olan CHP milletvekili Asım Eren’in hükümete “Aynıyla mukabelede bulunmayacak mısınız” diye sormuştu. Eren’i protesto için bildiri yayımlayan Kürt öğrenciler, hazırladıkları metnin altına “Türkiye Kürtleri” imzasını koyunca Kürtlere yönelik fitil de ateşlenmiş oldu. Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, “6-7 Eylül olayları dolayısıyla dış dünyada hayli eleştiriye muhatap olduk, itibar kaybettik, onun üzerine yeni bir şeyler eklemeyelim” uyarısın da bulunmasa belki de 49’lar davasından daha öte uygulamalar Kürtlere yönelik gerçekleştirilecekti. Çünkü, dönemin devlet yetkililerinin bir çoğunun ağzında, misilleme olarak “Kürtleri sallandıralım” düşüncesi dillendiriliyordu. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Kürt milletvekilleri tarafından az-çok yatıştırılmışken Musa Anter’in (Apê Musa) “kımıl/süne” zararlısını metafor olarak kullanıp onun üzerinden siyasete yönelttiği Kürtçe eleştiri ipleri koparttı. Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan “Doğu’daki bu küçük gazeteye kim kâğıt veriyor” yorumlarının ardından hükümet bir yandan istihbarat birimlerinin 2-3 bin Kürt’ün Batı’ya göç ettirilmesi önerisini değerlendirirken, diğer yandan hakkında dava açılan Musa Anter’e destek verdikleri tespit edilen 50 Kürt genç ve aydını gözaltına alındı. Kiminin evinde Barzani’nin resmi bulunduğu, kiminin evinde bağımsız Kürt devleti kurulmasını hedefleyen bir parti kuruluşuna ilişkin hazırlık evrakı ele geçirildiği iddia ediliyordu. Tutuklama kararını alan Ankara’da askeri savcılıktı ama 50 kişi İstanbul’a götürüldü ve Harbiye Askeri Komutanlığı’nda hücrelere konuldu. Hücre sayısı 40 olduğu için 10’u tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan sanıklardan Mehmet Emin Batu mide kanamasından yaşamını yitirince geriye 49 kişi kaldı ve dava bu sayıyla tarihe geçti. 14 ay tutuklu kaldıktan sonra sanıklar mahkemeye çıkarılmayı beklerken, 27 Mayıs darbesi gerçekleşti. Darbe sonrası öncelikli işlerinden biri olarak gördüğü genel af meselesi gündeme geldiğinde askeri cunta, 49’lar’ı af kapsamı dışında tuttu ve 49’lar aftan yararlanamadı.
‘Sallandırma’ kılıfa uymadı
27 Mayısçıların niyeti tutuklu Kürt öğrencileri ve aydınlarını, diğerlerine emsal olmak üzere alelacele yargılayıp idam etme düşüncesiydi. Darbeciler, “Sallandıralım” da mutabıktı. Ancak savcılık bu yönde bir talebi kılıfına uyduracak delilden yoksundu. Ve o nedenle iddianame kaleme alınamıyordu. Daha ötesi bir-iki istisna dışında Kürt asıllı hukukçu milletvekilleri dahil kimse sanıkların savunmasını üstlenmeye talip değildi. Nihayet 3 Ocak 1961’de mahkeme başladı. Savcılık, 50 sanıktan 15’i için kafi delil bulunmadığı için, 10 sanık hakkında mahkumiyete yeterli delil olmadığı için beraat kararı verilmesini istedi, fakat 24 sanığın, “Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hâkimiyeti altına koymaya veya devletin birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır” hükmünü getiren TCK’nin 125. maddesine göre yargılanması istedi. İdamı istenenler arasında Şevket Turan, Naci Kutlay, Ali Karahan, Yavuz Çamlıbel, Ziya Şerefhanoğlu, Medet Serhat, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Yaşar Kaya, Haydar Aksu, Fadıl Budak, A. Efem Dolak, Musa Anter, Canip Yıldırım ve Mehmet Bilgin’inde isimleri bulunuyordu. Ortada delil olmadığı için tüm sanıklar 30 Nisan 1964’te beraat etti, ancak savcının itirazı üzerine karar Askerî Yargıtay tarafından bozuldu. 1965’te suç vasfı değiştirilerek dava yeniden görüldü. Bu sefer Y. Çamlıbel, Ş. Turan, M. Serhat, H. Akkuş, Ö. Akkoyunlu, S. Kılıçoğlu, Ş. Septioğlu, S. Elçi, S. Kırmızıtoprak, Y. Kaya, F. Savaş, F. Budak, A. E. Dolak, C. Yıldırım ve M. Anter TCK’nın 141 ve 142. maddelerinden yani “yabancı devletlerin müzahereti ile milli duyguları yok etmeye ve zayıflatmaya matuf cemiyet kurmaktan” 16 ay hapis, 5 ay 10 gün sürgün cezası aldı. Askerî Yargıtay bu kararı da bozunca dava Askerî Yargıtay Daireler Kurulu’na gitti, ancak karar kesinleşmeden dava zaman aşımına uğradı ve Türkmenler için yapılan bir misilleme olan ’49’lar’ davasının seyri yargı süreci açısından sonuçlanmış oldu.
Sivas kampı ve sürgün
27 Mayısçıların Kürtlere dönük bir diğer uygulaması ise insanlık dışı uygulamalarla tarihe geçen Sivas Kampı idi. 31 Mayıs 1960’ta, Cumhuriyet gazetesinde, “Sabık iktidar, Şeyh Said’in oğlunun Rus yapısı ciple Doğu’da propaganda yapmasına göz yummuştur” iddialarının yer aldığı bir habere yer verilmişti. Yine o günlerde Hakkari, Van, Siirt, Mardin, Diyarbakır gibi bölgenin sınır kentlerinde Barzani hareketine destek eylemleri yapıldığı yönünde iddialara basında yer veriliyordu. Haberden bir gün sonra 1 Haziran 1960’ta, bölgelerinde etkili olan toprak ağalarından, aşiret reislerinden, şeyhlerden ve Kürt milliyetçisi olduğu iddia edilen toplam 485 kişi tutuklanarak, Sivas-Kabakyazı’da açık arazide kurulan bir kampa kapatıldı. Dönemin gazetelerinde, Kürtler hedef gösterilirken, bu kampa ilişkin ise herhangi bir habere yer verilmedi. Olay ortaya çıktığında gerek Milli Birlik Komitesi (MBK) adına yapılan açıklamalarda, gerekse de gazetelerde yazdırılan yazılarda, “ağalık ve şeyhlik düzeninin yıkılması” haberlerine yer veriliyordu. Konuya ilişkin MBK bildirisinde ise, “Türkiye’nin bütünüyle yalnız Türklerin vatanı olduğu, başka gayeler taşıyan birkaç kişiye benimsetilecektir” denilerek, farklı düşünen her kesime bir tehdit mesajı gönderiliyordu. Yine Sivas Kampı’nın dikkat çeken bir yanı ise, tutuklananların CHP’li ağa ve şeyhler değil de, DP’li olmaları kafalarda, “ağalık ve şeyhlik düzeninin yıkılmasından” öte başka soru işaretlerine neden oluyordu.
Kampta tutulan Kürtlerin hepsinin bütün mallarına el konulmuştu. Sivas Kampı’nda tutulanların bir bölümü, sürgün ile karşı karşıyaydı. Sürgüne gidecek 54’ü DP’li, biri Cumhuriyetçi Köylü Millet Parti’li 55 Kürt, “Babam Şarkın cellâdıydı, ben de sizin cellâdınız olacağım” sözleriyle övünen İçişleri Bakanı Muharrem İhsan Kızıloğlu tarafından seçildi. 55 kişi, Antalya, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, Isparta, Manisa, Çorum ve Denizli’ye gönderilerek, sürgüne tabi tutuldu. 21 Kasım 1960’ta 193 kişi tahliye edildi. Geriye kalanlar dokuz ay kampta kaldıktan sonra, üç aylarını sekiz vilayetin nezarethanelerinde geçirip, üstüne de iki buçuk yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra, 55 sürgünle birlikte Ekim 1963’te çıkarılan “genel afla” serbest bırakıldı.-DİHA
İbrahim Aslan
0 notes
Text
Bursa'da Nihat Yeşiltaş eğitim sistemini eleştirdi
https://pazaryerigundem.com/haber/184237/bursada-nihat-yesiltas-egitim-sistemini-elestirdi/
Bursa'da Nihat Yeşiltaş eğitim sistemini eleştirdi
Cumhuriyet Halk Partisi’nin ülke genelinde düzenlemiş olduğu ‘Eğitim Maratonu’ndan elde edilen sonuçların paylaşılacağı basın açıklaması, Osmangazi Belediye Başkanı Erkan Aydın’ın katılımı ve CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş’ın açılış konuşmaları ile gerçekleşti.
BURSA (İGFA) – AK Parti iktidarının eğitim sistemini niteliksizleştirdiğini söyleyen CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş, Türkiye’de eğitim sisteminin baltalandığını söyledi.
Günümüzde eğitim sisteminin yetersizliğine değinen CHP Bursa İl Başkanı Nihat Yeşiltaş şu ifadelere yer verdi:
“Partimizin başlattığı eğitim maratonu az önce sonuçlanmıştır. 100’e yakın konuk ile eğitim durumunu konuştuk. Eğitimi konuşmak için ne 24 saat ne de 48 saat yeterli. Çünkü eğitim sistemimiz maalesef bugün ne çağdaş, ne laik, ne bilimsel, ne de kamusal bir hizmet anlayışına sahip. Öğrenciler, öğretmenler, veliler ve niceleri eğitimin birçok farklı başlığında eksiklerden muzdarip durumdalar. Nereye giderseniz gidin, ülkemizin en eksik alanı eğitim. Hatalar ve yanlışlar devam ediyor. AK Parti iktidari, bilerek ve isteyerek ülkemizde eğitimi baltalamaktadır. Eğitim dinselleştirilmiş ve piyasalaştırılmıştır. Deprem bölgelerindeki çocuklarımız hala birleştirilmiş okullarda okuyup, konteynerlarda yaşamaya devam etmektedir. Sonuçlara göre, eğitim sistemi 2002 senesine göre gerilemiştir. Eğitim yatırımlarına ayrılan bütçe, her geçen yıl düşürülmüştür.”
Mecvut iktidarın, çağ dışı ve laiklik karşıtı uygulamalarla eğitimi geriye çektiğini belirten Nihat Yeşiltaş, “Programın tartışılması için yeterli süre verilmemiş, geri dönüşler için gerekli araçlar tanımlanmamıştır. Program gerekli pilot çalışmalar yapılmadan uygulamaya koyulmak istenmiştir. İktidarın kindar ve dindar ideolojiyle insan yetiştirdiği dönemde, partimiz bu işleyişi durdurma davası açmıştır. Öğretmenlerimiz, okullarda şiddet görmekte ve öldürülmektelerdir. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlikle öğretmenlerimizin emekleri sömürülmektedir.” dedi.
KYK uygulamaları ile üniversitelerimizin demokratik işleyişine son verildiğini belirten Yeşiltaş, “Üniversitelerimiz tek tipleştirilmiştir. Çocuklarımız 4 gün işe 1 gün okula denilerek, okullardan uzaklaştırılmıştır. İş sağlığı ve iş güvenliği araştırmalarına göre 2013-2022 yılları arasında 600’den fazla çocuk iş güvenliği dolayısıyla iş kazasında hayatını kaybetmiştir. Derin bir yoksullukla mücadele eden halkımız, çocuğunun beslenme çantasına bir yumurta dahi koyamaz hale gelmiştir. 2022 senesinde başlatılan bir öğün ücretsiz yemek uygulaması 2023-2024 senesinde uygulamadan kaldırılmıştır. Yetersiz beslenme, çocukların fiziksel gelişimini ve akademik başarısını etkilemektedir. Fakat iktidar bunu görmezden gelmeye devam etmektedir. Eğitim sistemimiz sorunlarını anlatarak bitmeyecek hale gelmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak mücadelemiz bugün de olduğu gibi yarın da devam edecek.” şeklinde konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
ANMA:
BUGÜN 19 NİSAN (2008)
TÜRK MİLLİYETÇİSİ, ESKİ DEVLET BAKANI
AYVAZ GÖKDEMİR (KOMANDO AYVAZ)’İN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
(1942, Gaziantep - 19 Nisan 2008, Ankara), Türk siyasetçi, eski devlet bakanı ve eski milletvekilidir. Ayvaz Gökdemir, TBMM'de 19. Dönem Gaziantep, 20. Dönem Kayseri, 21. Dönem Erzurum Milletvekilliği ve 50. 51. 52. ve 53. Cumhuriyet Hükûmetleri'nde devlet bakanlığı yapmıştır.[1] "Komando Ayvaz" olarak da anılır.
Gaziantep'te doğan Ayvaz Gökdemir, önce Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'nu ardından, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Kayseri Lisesi'nde eşi Sevgi Gökdemir ile birlikte edebiyat öğretmenliği yaptı. Bu dönemde, Kayseri Türk Kültür Derneği'nde gençlere seminerler verdi. Bu arada, aylık Şafak Dergisi'nin yayınlanmasına öncülük etti ve bu dergide birçok makale yazdı. Milliyetçi Cephe Hükümetleri döneminde Öğretmen Okulları Genel Müdürlüğü görevinde bulundu. Bu dönemde yaptığı uygulamalarla çeşitli eleştirilere hedef oldu. Bu görevine son verilince Türk Ansiklopedisi editörlüğü, ayrıca Özel Yükseliş Koleji'nde Genel Koordinatörlük yaptı.[3]
Haziran 1995'te Avrupa Parlamentosu'nun Birlik 90/Yeşiller partisinden 3 parlamenterin (dönemin Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Pauline Green, Radikal Grup lideri Catherine Lalumière ve Yeşiller Grubu sözcüsü Claudia Roth), Türkiye'ye gelişlerinde hüküm giymiş DEP'li milletvekillerinin serbest bırakılması ve bazı PKK'lıların affı konusunda yaptıkları açıklamalar üzerine söylediği Avrupa'dan gelen bilmem ne temsilcileri fahişelerin hatırı için biz bu hainleri serbest bırakmayız.[4] sözleriyle eleştirildi.[5][6] Claudia Roth hakaret davası açtı. Ayvaz Gökdemir, 6 Mayıs 1997'de sonuçlanan davada tazminata mahkûm edildi.[7]
Evli ve 3 çocuk babası olan Gökdemir, 19 Nisan 2008'de katıldığı Ankara'da düzenlenen Türk Ocakları 37. Olağan Genel Kurulu'nda kalp krizi geçirdi. Genel Kurul'un yapıldığı Ankara Ticaret Odası Konferans Salonu'nda yapılan ilk müdahalenin ardından, yerel saatle 15:00 sularında cankurtaranla hastaneye kaldırılan Ayvaz Gökdemir'e kardiyoloji, anestezi ve acil tıp uzmanının bulunduğu bir ekip tarafından 45 dakika süresince yeniden canlandırma işlemi yapıldı. Yapılan bu işleme yanıt veremeyen Ayvaz Gökdemir, öldü.
İstatistikleri ve reklamları gör
Gönderiyi Öne Çıkar
0 notes
Text
ÖZLEM ALATAŞ'A BİR GENÇ KIZA TECAVÜZ ETMEKTEN 29 YIL HAPİS CEZASI!
YOGA HOUSE: TECAVÜZ VAKASI - 29 YIL HAPİS
Kız öğrenciye tehdit yoluyla tecavüz eden Özlem Alataş hakkında T.C. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.
Edinilen bilgiye göre, hakkında dolandırıcılık ve kaçakçılık suçlarından açılan davalar halen devam ederken, Özlem Alataş hakkında şimdi de genç bir kıza tecavüz ettiği gerekçesi ile soruşturma başlatıldı.
Genç kızın Savcılığa sunduğu şikayet dilekçesinde, Özlem Alataş'ın mağdureye hiç beklemediği bir anda cinsel saldırıda bulunduğu ve daha sonra da tehdit ettiği iddia ediliyor. Dünyada pek çok örneğine rastlanılan bu tip tecavüz olaylarında genelde bir kadının tecavüzüne uğrayan kızlar büyük psikolojik travma yaşıyorlar ve uğradıkları tecavüzü itiraf etmeleri çok zor oluyor.
Bir arkadaşının teşviki ile şikayetçi oldu
Ayrıca dilekçede, mağdurenin uğradığı tecavüzü önceleri kendine bile itiraf edemediği, hiç olmamış gibi hayatına devam etmeye çalıştığı fakat aradan geçen zamana rağmen olayın etkisinden bir türlü kurtulamadığı, olayın tanıkları olmasına rağmen şikayetçi olmaya cesaret edemediği, ancak benzer bir olayı yaşayan arkadaşının teşviki ile hem olayın kendi üzerindeki etkisini bir nebze olsun azaltmak hem de başka kızların böyle saldırılara maruz kalmaması için şikayetçi olduğu anlatılıyor.
Özlem Alataş'ın eşi Boran Alataş hakkında da açılmış “cinsel taciz, tehdit ve hakaret” davası hala devam ediyor.
2015 -2016 yıllarında hakkında açılmış “nitelikli dolandırıcılık ve vergi kaçakçılığı” davaları devam eden şüpheli Alataş, 50 yaşında ve Ankara Çayyolu'nda Yoga House isimli bir spor salonu işletiyor. Kocası Boran Alataş hakkında da 2016 yılında “cinsel saldırı, tehdit” ve hakaret suçlarından dava açılmıştı ve halen Ankara Asliye Ceza Mahkemesi'nde bu dava görülüyor.
Alınan bilgiye göre, karı koca Alataş'ın, dolandırıcılık, vergi kaçakçılığı, cinsel saldırı, hakaret ve tehdit suçlarının çoğunu işledikleri Yoga House isimli işletmenin hala faaliyetine devam ediyor olması çevredeki ailelerin rahatsız olmasına neden oluyor. Özellikle de küçük kızların bu spor salonuna gitmemeleri konusunda çevredeki aileler tarafından uyarıldıkları, Özlem Alataş ve Boran Alataş'ın küçük kızlara ilgi duydukları ve tehdit ederek onları daha kolay susturduklarının da mahalle sakinleri arasında konuşulduğu öğrenildi.
Tutuklama talebi
Soruşturma konusu tecavüz ve tehdit suçlarında, suçların niteliği gereği tutuklama sebeplerinin var olduğu kabul ediliyor. Buna göre Savcılığın, Özlem Alataş'ın tutuklanmasına karar verilmesini talep etmesi söz konusu olabilir.
Tecavüz ve Tehdit Suçlarından 29 Yıl Hapis
Soruşturma sonucunda Savcılık tarafından dava açılması halinde Özlem Alataş'ın “Nitelikli Cinsel Saldırı” suçundan 27 yıla kadar hapis, “Tehdit” suçundan 2 yıla kadar hapis olmak üzere toplam 29 yıla kadar hapis cezası istemi ile yargılanması söz konusu olacak.
1 note
·
View note
Link
0 notes
Text
Amasra maden faciası davası işçi Ferhat Dönmez konuştu: Krokiyi işletme müdürleri hazırlamış, arkadaşımızın yeri kasıtlı olarak yanlış yere işaretlendi
Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra müessesesine ait maden ocağında 14 Ekim 2022'de 43 işçinin hayatını kaybettiği, 9 işçinin yaralandığı patlamaya ilişkin 7'si tutuklu 23 sanığın yargılandığı dördüncü duruşma sona erdi.
Amasra maden faciası davası
Bartın Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan 195 sayfalık iddianamenin, Bartın Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmesinin ardından 25-28 Nisan, 3-5 Mayıs ve 24-25 Temmuz'da görülen davanın dördüncü duruşması başladı. Duruşmaya, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bartın Milletvekili Aysu Bankoğlu da katıldı. Bartın Ağır Ceza Mahkemesince Bartın Adliyesi'nde özel olarak oluşturulan salonda görülen duruşmaya, tutuklu ve tutuksuz sanıklar, müştekiler, patlamada hayatını kaybedenlerin yakınları ile taraf avukatları katıldı. Adliye içi ve çevresinde kolluk kuvvetlerince geniş güvenlik önlemi alındı. "Acil eylem planı bize gösterilmedi" Yaklaşık 130 tanığın dinleneceği duruşmada tanıklardan Kaan Kerman, maden ocağında barutçu olarak çalıştığını ve patlama günü yıllık izinde olduğunu söyledi. Müşteki avukatlarının çalışma şartlarına ilişkin sorusu üzerine Kerman, "Az işçiyle çok kömür üretimi isteniyordu. Bunu kollukta bütün arkadaşlarımız söylemiştir. Acil durumlarda nasıl hareket edeceğimizle ilgili acil eylem planı bize gösterilmedi" iddialarında bulundu. "Keşke baskıları dikkate almayıp çalışmasaydık" Pano ayak üretim işçisi Murat Aşkın da yaklaşık 4,5 yıldır çalıştığı kurumda, patlama günü gündüz vardiyasında görev yaptığını aktardı. Üretim işçisi Yusuf Yalçın ise "-320'de gaz sıkıntısı vardı ve cihazlar sürekli ötüyordu. Olması gerekenden fazla sıcak oluyordu. O yüzden fazladan fantüp yerleştirildi. Burada gaz sıkıntısı olduğunu amirlerimiz de biliyordu. Normalde 1 fantüp yeterli olacakken 4 tane vardı" ifadesini kullandı. Nezaretçi olarak çalışan Arif Ergin, ocakta havalandırma sorunu yaşandığını ancak böylesi bir büyük olay meydana geleceğinin düşünülmediğini, patlamanın sebebinin "yönetimsel tedbirsizlik" olduğunu öne sürdü. "Arıza için gittiğim yer çok ama çok sıcaktı" Elektromekanik konver bakım servisinde çalışan işçi Ferhat Dönmez, son zamanlarda kendilerinden kömür üretimini arttırmalarını istediklerini savunarak, şunları kaydetti: "Kazanın, iş güvenliği tedbirlerinin tam olarak alınmamasından kaynaklandığını söyleyebilirim. Kazadan önce ocakta havalandırmayla ilgili sorun vardı, ben de ocağa girdim. 15 yıllık madencilik hayatımda ilk kez gördüğüm durum oldu. Arıza için gittiğim yer çok ama çok sıcaktı. Ters vantüp yapılmıştı, ben böyle bir şeyi hiç görmemiştim. Çok şaşırdım. Üretim baskısı da üst seviyedeydi." Patlamada ölen Rıdvan Acet'in cesedinin bulunduğu yerin, krokide kasıtlı olarak yanlış işaretlendiğini iddia eden Dönmez, şunları kaydetti: "Patlamadan sonra Rıdvan Acet'in cesedini ben çıkardım. Ama patlama sonrası hazırlanan krokide arkadaşımızın yeri kasıtlı olarak yanlış yere işaretlenmiş. Burada amaç, patlamanın işçi hatasından kaynaklandığı yönünde algı yaratmak. Zaten krokiyi de işletme müdürleri hazırlamış." "Böyle bir tedbiri patlamadan sonra görüyorum" İşçi Yusuf Atar ise maske eğitimlerinin patlama öncesinde açılmış ve tek maske üzerinden verildiğini, açıp takma deneyimi yaşamadıklarını ileri sürerek, şu ifadeleri kullandı: "Ama patlamadan sonra şu andaki eğitimlerde önümüze onlarca maske koyuyorlar. Şu anda metan gazı seviyesi 1 olunca ocak alarma geçiyor, herkesi dışarı çıkarıyorlar. Önceden bu değerin çok daha üzerine çıkmasına rağmen hiç böyle bir şey olmadı. Ben 3 yıldır çalışıyorum, böyle bir tedbiri patlamadan sonra görüyorum." "Çok kez üst amirlerimizin lambasını indirdim" Kuyu başında sinyalci olarak çalışan Mevlüt Tancan, patlama gününün sabahında mesaiden çıktığını anlattı. Mesai arkadaşlarının zaman zaman metan gazından dolayı sıcaklık şikayetinde bulunduğunu aktaran Tancan, "İş güvenliği eğitimleri yetersiz ve zayıftı. Eğitimler, açılmış maske üzerinden veriliyordu. Sürekli aşağıya indiğim için kendilerini ocağa girmiş gibi göstermek için lambalarını verenler oluyordu. Ben de çok kez üst amirlerimizin lambasını indirdim. Tutuklu sanıklardan da 2-3 tanesi hariç hepsinin lambasını indirdim" şeklinde konuştu. Bu sırada araya giren tutuklu sanık İşletme Müdürü Selçuk Ekmekçi'nin "Doğru söyle, benim lambamı hiç indirdin mi?" şeklindeki sorusuna Tancan, "Ben de indirdim, başka arkadaşlarım da indirdi. Mühendisken de verdiniz, işletme müdürlüğü yaparken de verdiniz" yanıtını verdi. Sinyalci Alaattin Özçelik de maske eğitimlerinin yüzeysel yapıldığını, ihtiyaç halinde kendisinin dahi açamadığını söyledi. Müşteki avukatlarının, ocağa lamba indirip indirmediği sorusunu Özçelik, "Bana lambalar gelirdi ben de ocağa indirirdim. Ama patlamadan sonra o iş bitti. Artık kimse o suçun altına girmiyor" şeklinde cevapladı. İlk celsede 27 tanığın dinlenildiği duruşmaya yarın devam edilecek. Nisan ve mayıs aylarında iki celse ve 7 gün süren duruşmalarda tutuklu ve tutuksuz sanıkların beyanları, 4-25 Temmuz'da ise müşteki ifadeleri alınmıştı. ^Maden Faciasında Ne olmuştu? Bartın'ın Amasra ilçesindeki TTK Amasra Müessesesine ait maden ocağında 14 Ekim 2022'de saat 18.15 sıralarında meydana gelen patlamada 41 işçi hayatını kaybetmiş, 11 işçi yaralanmıştı. Bir işçi sevk edildiği hastanede 4 Kasım 2022'de, bir işçi de 5 Nisan'da tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmişti. Amasra Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında aralarında TTK Amasra Müessese Müdürü Cihat Özdemir'in de bulunduğu 24 şüpheli gözaltına alınmıştı. Şüphelilerden TTK Amasra Müessese Müdürü Cihat Özdemir, Müessese Müdür Yardımcısı Salih Atmaca, İşletme Müdürü Selçuk Ekmekci, İş Güvenliği ve Eğitim Başmühendisi Volkan Soylu ve Başmühendis Mehmet Tural ile kartiyelerden (birkaç üretim ünitesinden oluşan ocak) sorumlu maden mühendisleri Levent Aydın ve İbrahim Hakan Mengeş ile emniyet mühendisi Şahan Kahraman "bilinçli taksirle birden fazla insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmak" suçundan tutuklanmış, 4 şüpheliye adli kontrol hükümleri uygulanmış, şüphelilerden 3'ü çıkarıldıkları hakimlikçe, 9'u savcılık sorgularının ardından serbest bırakılmıştı. Bu şüpheliler arasında yer alan bir kişi hakkında da soruşturma sürecinde takipsizlik kararı verilmişti. İddianamede, tutuklu sanıklar Özdemir, Ekmekci, Soylu ve Tural'ın 42 kez "olası kastla öldürme" suçundan toplam 840 yıldan 1050 yıla kadar, 4 kez "olası kastla yaralama" suçundan da toplam 4 yıl 16 aydan 12 yıla kadar hapsi talep ediliyor. Bu 4 sanığın iki suçtan toplam 844 yıl 16 aydan 1062'şer yıla kadar hapsi istenen iddianamede, diğer 4'ü tutuklu 19 sanığın ise "bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma" suçundan 2 yıl 8 aydan 22 yıl 6'şar aya kadar hapsi isteniyor. Mahkeme heyeti, 28 Nisan'daki duruşmada açıkladığı ara kararda, müessese müdür yardımcısı Salih Atmaca'nın adli kontrol şartıyla tahliyesine, diğer 7 sanığın tutukluluk hallerinin devamına karar vermişti. Read the full article
0 notes
Text
Mahkeme Elazığ Belediyesi’ni Haklı Buldu
Elazığ Belediyesi Geçici Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi'ne 'hayvanlar açlıktan birbirini yiyor' iddiası ile açılan dava karara bağlandı. Mahkeme heyeti, merkezde bu tür bir olayın gerçekleşmediğine hükmederek, 4 sanığın da beraatına karar verdi. Vatandaşların Elazığ Belediyesi Geçici Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinde hayvanlara kötü muamele yapıldığı şikayetinin ardından Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı. Soruşturma çerçevesinde açılan davada, Elazığ Belediyesinde çalışan 4 kamu görevlisinin yargılanmasına devam edildi. 2'nci Asliye Ceza Mahkemesinde görülen davada mahkeme heyeti kararını açıkladı. Heyet, 4 sanığın da hayvanların ölümüne sebep olmadığına hükmederek beraatına karar verdi. ''SOSYAL MEDYADAKİ HER ŞEYE İNANMAMAK GEREKİR'' Kararın artından açıklamalarda bulunan Elazığ Belediyesi avukatı Ömer Faruk Budak, vatandaşların sosyal medyada çıkan her duruma inanmaması gerektiğini belirterek, yargılama sonucunda gerçeklerin ortaya çıktığını söyledi. Budak, ''Uzun zamandır kamuoyunu meşgul eden, kamuoyunda 'barınak davası' olarak bilinen Elazığ Belediyesi Geçici Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezindeki bir takım uygulamalarla ilgili sosyal medyada başlatılan kampanyalar, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturmaya dönüştürüldü. Akabinde yargılama süreci sonucunda yargılanan belediye personelimizin 4’ü de beraat etti. Bu süreç içerisinde belediyemiz aleyhine oldukça yıpratıcı haberlerle uğraştık. Yapılan titiz yargılamaların ardından iddiaların hiçbirinin doğru olmadığı tespit edildi. Elazığ Belediyesi Geçici Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinin son derece modern, bölgeye hitap eden ve gelecek vaat eden bir hizmet merkezi olduğu tespit edildi. Barınan hayvanların gerçekten ihtiyaçlarına uygun yanıt verebilmek için ve en az maliyetle bunu yapabilmek için bir gayret gösteriliyor. Elazığ Belediyesi Meclisi tarafından Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezine bir bütçenin ayrıldığı ortaya çıkmış oldu. Maalesef o haberleri yaparak bizim personelimizin yıpranmasına sebebiyet verenler hakkında akabinde biz de gerekli hukuki yollara başvuracağız. İyi ki adalet var. Yoksa insanlar kendilerini bir şekilde bu olumsuzluklardan kurtaramazlardı. İnsanlar sosyal medyadan gördüklerine inanmasınlar. Elazığ Adliyesi titiz bir yargılama yaparak gerçekleri ortaya çıkardı'' dedi. ''SAHİPSİZ HAYVANLARIN YANINDA OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ'' Geçici Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezine atılan suçlamaların düştüğünü belirten Elazığ Belediyesi Veteriner İşleri Müdürü Fetih Arslantaş da, ''Elazığ Belediyesi Geçici Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinde kullanılmak üzere Devlet Malzeme Ofisinden almış olduğumuz dijital radyografik görüntüleme cihazı arıza yapmış, onarım için yetkili servise gönderilmişti. Malzeme arızası giderildikten sonra kargo ile belediyemize teslim edilmedi, çünkü kargoda yangın çıkmıştı. Biz de Elazığ Belediyesi olarak malzemenin zararının karşılanması için zarar gören makinanın bedelinin ödenmesi için mahkemeye başvurduk. Mahkeme, bedelin belediyeye verilmesine karar verdi. 'Barınak Meleği' hesaplı kişinin basın açıklamasında iddia ettiği röntgen cihazının kayıp olduğu iddiası tamamen asılsız olup, karalama çalışmasından başka bir şey değildi. Elazığ Belediyesi Geçici Hayvan Bakım ve Rehabilitasyon Merkezimizde hayvanlarımızın bakımları titizlikle gerçekleştirilmektedir. Adalet yerini buldu ve öyle bir şey yapmadığımız ortaya çıktı. Sahipsiz hayvanların yanında olmaya önceden devam ettiğimiz gibi bundan sonra da devam edeceğiz'' diye konuştu. Read the full article
0 notes
Text
Sahte hakim savcıyı da kandırdı, evlilikleri 3 yıl sürdü
Antalya'da yaşayan ve Adalet Meslek Yüksek Okulu mezunu olan Zeliha Özdemir, ailesine ve çevresindekilere Hukuk Fakültesi'nde okuduğunu söylüyordu. Film senaryolarını aratmayan bir plan yapan Özdemir, kendisiyle aynı ismi taşıyan başka bir hakimin adını kullanarak sahte kimlik çıkardı, savcı Alper Tunçer'i de ikna ederek evlenmeyi başardı. İNDİRİMLERDEN DE YARARLANDI Sabah Gazetesi'nden Dilek Yaman Demir'in haberine göre, 2017'de internette gezindiği sırada adının ve soyadının aynı olduğunu fark ettiği bir hâkimin Hâkimler Savcılar Kurulu (HSK) tarafından yayınlanan atama listesindeki bir şehirde görevlendirildiğini fark etti. Gördükleri sonrasında şeytani bir plan yapan Özdemir, sahte hâkimsavcı kimlik kartı bastırdı. Kimliğe, aynı isimdeki hâkimin sicil numarasını ekleyip kendi fotoğrafını yapıştırdı. Sahte kimlikle spor salonuna üyelik yaptırdı, sahibi olduğu aracı için kasko indiriminden faydalandı. EŞİYE YARGI MEVZUATINI DA TARTIŞMIŞ Antalya Adliyesi'ne giderek önce müstakbel kocasına, ardından sözde meslektaşlarına kendisini Çeşme hâkimi olarak tanıtan kadın, geçici olarak Antalya'da HSK müfettişi olarak görevlendirildiğini ancak çocuğunun hastalığı nedeniyle göreve başlayamadığını söylüyordu. Özdemir, yalanlarıyla hâkim olduğuna inandırdığı Antalya Cumhuriyet Savcısı Alper Tunçer ile evlendi. Gerçek hâkim- Zeliha Özdemir ise Ceza Mahkemesi hâkimiydi. Evlenip Tunçer soyismini de alan Özdemir, eşiyle yargı mevzuuatını tartışıp bir çok konuda istişarelerde dahi bulunuyordu. YALANINA KENDİ DE İNANDI Geçtiğimiz 5 Nisan günü Antalya Havaalanı'ndan gelirken hazırladığı sahte kimliği çantasında bulamayan Özdemir, sahte kimliğin verdiği gerçekçiliğe o kadar kendini kaptırmıştıki, havaalanı polis merkezi amirliğine başvurarak kimliğini kaybettiğine dair başvuruda bulundu. Ancak bir saat sonra kimliğinin sahte olduğunu hatırlayıp başvurusunu geri çekti. 16 TEMMUZ'DA TUTUKLANDI Uzun süre göreve başlamadığı için maaş alamadığı yalanını sürdüren Zeliha Özdemir'in oyunu HSK'nın atama listesiyle son buldu. Savcı Alper Tunçer, HSK'yı arayarak eşinin adının atama listesinde yer almadığını, bir yanlışlık olup olmadığını sordu. HSK'dan kendisine herhangi bir yanlışlık olmadığını, Zeliha Özdemir'in artık kayıtlarda farklı bir soy isimle yer aldığı cevabıyla karşılaş CEZAEVİNE GÖNDERİLDİ, EŞİ BOŞANMA DAVASI AÇTI Sahte hâkim olan eşinin sicilini kullandığı gerçek hakim Zeliha Özdemir evlenmiş ve soyismi değişmişti. Savcı Tunçer'in ihbarı sonrası sahte hâkim Özdemir Antalya'da gözaltına alındı. Özdemir, 16 Temmuz'da sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliği'nce tutuklanarak cezaevine gönderildi. Tunçer ise sahte kimlikli eşine bir de boşanma davası açtı. Özdemir hakkında, "Resmi belgede sahtecilik ve kamu görevini usulsüz üstlenme" gibi suçlardan başlatılan soruşturma sürüyor. Read the full article
0 notes
Text
Kılıçdaroğlu'nun dokunulmazlığı sona erdi
Kılıçdaroğlu'nun dokunulmazlığı MHP Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, 2 Haziran tarihinde milletvekillerinin yemin edeceğini açıkladı. Ayrıca, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun milletvekili olmadığı için dokunulmazlığının sona erdiğini hatırlattı.
28 fezlekenin olduğunu hatırlattı
MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun yeni dönemde milletvekili olmadığını hatırlatarak, hakkında dava açılabileceğini belirtti. Yıldız, Twitter üzerinden paylaştığı mesajda Kılıçdaroğlu'nun 28 fezlekenin olduğunu hatırlattı ve bu fezlekelerin iddianameye dönüştürülerek kamu davası açılması için başsavc��lıklara başvurulması gerektiğini ifade etti. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, sosyal medya platformu Twitter üzerinden yaptığı paylaşımda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun yeni dönemde milletvekili olmadığını hatırlatarak, hakkında dava açılabileceğini ifade etti. Yıldız, Kılıçdaroğlu hakkında 28 fezlekenin bulunduğunu ve bu fezlekelerin iddianameye dönüştürülerek kamu davası açılması için başsavcılıklara başvurulması gerektiğini belirtti.
halkı kin ve düşmanlığa tahrik
Yıldız, mesajında ayrıca milletvekillerinin 2 Haziran'da yemin edeceğini ve Kılıçdaroğlu'nun milletvekili olmadığı için dokunulmazlığının sona erdiğini vurguladı. Fezlekelerin ise Anayasa ve Adalet Komisyonu raflarında beklediğini ifade etti. Cumhuriyet başsavcılıklarının bu fezlekeleri değerlendirerek hakaret, tehdit, iftira, suç ve suçluyu övmek, adli yargılamayı etkilemeye teşebbüs, kamu görevlilerine hakaret, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, terör örgütü propagandası gibi çeşitli suçlarla ilgili iddianameler hazırlayabileceğini dile getirdi. Önceden açılmış ancak dokunulmazlık nedeniyle durdurulan davaların ise kaldığı yerden devam edeceğini belirtti. Read the full article
0 notes
Text
Dolandırıldım Ne Yapmalıyım?
Bu konuda uzman bir avukattan görüş almak için tıklayın.
Dolandırıcılık, herkesin karşılaşabileceği bir risktir. Bu durumda yapılacak en önemli şey sakin kalmak ve doğru adımları atarak zararın en aza indirilmesidir. Dolandırıldım ne yapmalıyım? Bu sorunun cevabını arayanlar için bu yazıda dolandırıcılık mağdurlarına rehber niteliğinde bilgiler sunacağız.
Dolandırıcılık suçunda fail, hileli yöntemler kullanılarak mağdurun rızası istismar eder ve fail kendisi veya başkası için haksız kazanç sağlar. Dolandırıcılık suçu, birçok farklı şekilde işlenebilir ve bu nedenle her bir durum için farklı önlemler ve kanıtlar gerektirir. Bu yüzden, profesyonel hukuki yardım almak son derece önemlidir.
Dolandırıcılık suçunun kanıtlanması için, mağdurun rızasının hileli davranışlarla sakatlandığının savcılıkta kanıtlanması gerekmektedir. Kanıt olmadan yapılan savcılık şikayetleri, genellikle hukuki ihtilaf olarak değerlendirilir ve KYOK yani Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar verilir.
Dolandırıcılık suçuna karşı alınabilecek tedbirler ve kanıtlar, suçun işlenme şekline göre değişebilir. Dolandırıcılık suçuyla karşılaşıldığında, derhal bir Manisa avukat meslektaşlardan profesyonel yardım alınması tavsiye edilir. Bu sayede, mağdurun hakları korunabilir ve suçluların cezalandırılması sağlanabilir.
Bu makalemizde dolandırıcılık suçundan nasıl korunabileceğiniz ve dolandırıldığınızda ne yapmanız gerektiği ile dolandırıldım ne yapmalıyım sorusuna yanıt verebilmek için ilgili konularını ele alacağız. Dolandırıcılık suçundan korunmak için, öncelikle mağduriyeti önleyici önlemler almak gerekmektedir. İnternetten alışveriş yaparken güvenilir siteleri tercih etmek, bilgi paylaşımında bulunurken dikkatli olmak ve şüpheli mesajları açmamak gibi basit önlemler bile ciddi bir mağduriyetin önüne geçebilir.
Dolandırıcılık Türleri Nelerdir?
Dolandırıcılık suçu, son zamanlarda artan bir trenddir ve birçok farklı şekilde işlenebilir. İnsanların dijitalleşen dünyada daha fazla online işlem yapması nedeniyle, özellikle internet ve cep telefonu aracılığıyla gerçekleştirilen dolandırıcılıklar yaygınlaşmaktadır. Dolandırıcılık suçuna örnek olarak şu şekiller verilebilir:
Instagram dolandırıcılığı,
Facebook dolandırıcılığı,
Twitter dolandırıcılığı,
TikTok dolandırıcılığı,
Letgo dolandırıcılığı,
Sahibinden.com dolandırıcılığı,
Dolap dolandırıcılığı,
Telefon dolandırıcılığı,
ATM dolandırıcılığı,
Papara dolandırıcılığı,
Legizi dolandırıcılığı,
Forex dolandırıcılığı,
Bitcoin dolandırıcılığı,
Kripto Para dolandırıcılığı,
Yasa dışı bahis sitesi dolandırıcılığı,
Hesaptan para çekme dolandırıcılığı,
Bu dolandırıcılık şekilleri, her biri farklı yöntemlerle işlenir ve mağdurların finansal kayıplarına neden olabilir. Dolandırıcılık suçuyla mücadele etmek için, öncelikle insanların bu tür suçlara karşı bilinçlenmesi ve önlem almaları gerekmektedir. Ayrıca, mağdurların hemen hukuki yardım almaları ve suçluların tespit edilmesi için gerekli kanıtları toplamaları önemlidir.
Dolandırıldım Nereye Şikayet Edebilirim?
Dolandırıldım ne yapmalıyım dolandırıcıları nereye şikayet edebilirim? Dolandırıcılar, günümüzde hemen hemen herkesin hedefinde olabilecek bir tehdit haline geldi. Eğer bir dolandırıcılık olayının mağduru olursak ne yapacağımız konusunda bilgi sahibi olmak son derece önemlidir. Türk Ceza Kanunu’nda dolandırıcılık suçu düzenlenmiş ve suç olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle, tarafınıza yönelik dolandırıcılık suçunun işlendiğini düşündüğünüzde ilgili makamlara şikayette bulunmalıyız.
Dolandırıcılık mağduru olan kişiler, polis merkezine veya savcılığa suç duyurusunda bulunarak şikayetçi olabilirler. Dolandırıcılık suçunu işleyenlerin takibi için suç duyurusu yapmak son derece önemlidir. Cumhuriyet savcılığı, dolandırıcılık suçunun işlendiğine dair yeterli şüphe oluştuğunda iddianame hazırlayarak kamu davası açacaktır.
Dolandırıldım ne yapmalıyım? sorusunun cevabı, öncelikle Cumhuriyet Başsavcılıklarına şikayette bulunmaktır. Bu şikayetler ayrıca kolluk birimlerine ve ilgili diğer kurumlara da yapılabilir. Ancak, dolandırıcılık olayıyla ilgili elimizdeki bilgi ve belgelerin eksiksiz bir şekilde sunulması, karşı tarafın bulunması ve dolandırıcılık sonucunda kaybedilen miktarın geri alınması için son derece önemlidir.
Son zamanlarda teknolojinin ilerlemesi ve dolandırıcıların çeşitli yöntemler geliştirmesi nedeniyle dolandırıcılık suçunun mağdurları giderek artmaktadır. Dolandırıcılık suçunun mağduru olduğumuzda, sadece kendimizin değil, birçok kişinin mağdur olabileceği göz önüne alındığında, şikayetimizi geciktirmeden yapmalıyız. Dolandırıcılık suçunun önlenmesi ve suçluların cezalandırılması için herkesin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekmektedir.
Av. Samet Aygün Hukuk Bürosu olarak, dolandırıldım ne yapmalıyım diyen müvekkillerimizin dolandırıcılık suçuyla ilgili suç duyurusu ve takip işlemlerinde hukuki danışmanlık hizmeti sunmaktayız.
Dolandırıldım Paramı geri alabilir miyim?
Dolandırıldım ne yapmalıyım paramı nasıl geri alabilirim? Dolandırıldığınızda, eğer dolandırıcılık banka aracılığıyla gerçekleştiyse ve henüz para hesaba geçmediyse, bankayı hemen bilgilendirerek para üzerine bloke konulması talep edebilirsiniz. Ancak bankalar, anlık gerçekleşen EFT ve havale işlemleri nedeniyle bu işe yanaşmamaktadır. Bu nedenle, bankanın haberdar edilmesi önemlidir.
Bazı durumlarda, bankalar sorumluluk kabul etmeyebilir. Ancak, dolandırılma süreci bankanın teknik ve donanımsal problemlerinden, güvenlik açıklarından veya personel sorumsuzluğundan kaynaklanıyorsa, banka aleyhine tazminat davası açılabilir.
Dolandırılan kişiler, gönderdikleri paralarını birçok yolla geri alabilirler. Örneğin, dolandırıcıya karşı icra takibi başlatabilirler, alacak davası açabilirler veya dolandırıcı hakkında suç duyurusunda bulunabilirler.
Ayrıca, dolandırıcılık suçu nedeniyle uğradığınız maddi ve manevi zararları hukuk mahkemelerinde açacağınız tazminat davası ile talep edebilirsiniz. Bu dava sürecinde, zararınızın giderilmesi için sanık size teklifte bulunabilir ve cezasında indirim yapılabilir.
Dolandırıcılık suçu mağdurlarının hukuki bir yardıma başvurmaları, doğru kararlar almaları açısından son derece önemlidir. Bu nedenle, hukuk danışmanlarına başvurmak ve mağduriyetinizi en kısa sürede çözmek için gerekli adımları atmak önemlidir.
İnternet Aracılığıyla Dolandırıcılık
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte kişisel bilgilerimiz internet ortamında saklanmakta ve çoğu zaman dolandırıcıların hedefi haline gelmektedir. Bu sebeple, dolandırıcılar çeşitli yöntemlerle kişisel bilgilerimize ulaşmaya çalışır ve banka hesaplarımızı ele geçirerek haksız kazanç sağlarlar.
İnternet üzerinden dolandırıldım ne yapmalıyım? İnternet dolandırıcılığı, failin tespit edilmesinin zor oldu��u bir suçtur. Bu nedenle, IP adresi bilgilerinin doğru bir şekilde tespit edilmesi için iletişim saatleri ve tarihlerinin doğru bir şekilde belirlenmesi çok önemlidir. İnternet dolandırıcılığı mağduruysanız, hemen bankanızla iletişime geçin ve durumu bildirin. Bu süreçte, zamanın önemli olduğunu unutmayın ve en kısa sürede adli veya idari makamlara başvurun.
Online Saadet Zinciri Dolandırıcılığı
Son zamanlarda çevrimiçi olarak yaygınlaşan saadet zinciri, dolandırıcılık yöntemleri arasında yer almaktadır. Dolandırıcılar, internet üzerinden verdiği reklamlarla yüksek kar vaatleriyle insanları kandırarak sisteme dahil etmektedir. Bu tür dolandırıcılık yöntemlerinden biri olan HİK Online, mağdurlara örnek gösterilebilir.
Saadet zinciri üzerinden dolandırıldım ne yapmalıyım? Saadet zinciri dolandırıcılığı, insanlara düzenli ve yüksek karlar vaat edilerek, bonus ödemeleri yapılarak güven kazanılır. Mağdurlar, kolay para kazanma umuduyla daha fazla para yatırmaya devam eder ve zamanla dolandırıcıların tuzaklarına düşerler. Dolandırıcılar, sonunda ödemeleri keserek sistemden çekilir ve mağdurlar büyük zararlara uğrar.
Bu tür dolandırıcılık suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 158. maddesi uyarınca nitelikli dolandırıcılık olarak kabul edilir. Saadet zinciri gibi dolandırıcılık yöntemlerinden uzak durmak için, dikkatli olunması ve kolay para kazanma umuduyla yapılan yatırımlara dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu tür dolandırıcılık yöntemlerinden kaçınmak, maddi zararların önlenmesine yardımcı olacaktır.
Bu tür dolandırıcılık suçları ile karşılaşan kişilerin, bir ceza avukatıyla çalışarak suçluların bulunması için etkin bir süreç yürütmesi önemlidir. Bu süreçte, ceza avukatları, mağdurların haklarını korumak ve dolandırıcılara karşı yasal adımlar atmak için çalışacaktır.
Forex Dolandırıcılığı
Forex dolandırıcılığı, hala birçok kişi için yabancı bir konudur. Bu tür dolandırıcılıklarda, platform sahipleri insanların güvenini kazanarak sürekli olarak para akışı sağlarlar. Sisteme kaydolmak için para yatıran kişilere gerçekte gerçekleşmeyecek yatırım önerileri sunarak yüksek kar vaatleriyle kandırırlar. Benzer platformlarda olduğu gibi, yeni üyelere gerçekten yüksek kazançlar sağlayarak güven kazanırlar.
Forex üzerinden dolandırıldım ne yapmalıyım? Bu süreç uzun bir süre devam ederken, platform üyelerine para yatırmaları ve para çekmemeleri konusunda direktifler verilir. Ancak bu süreç, üyelerin artık para kazanmasının mümkün olmadığı noktaya gelinceye kadar devam eder. Sisteme kaydolan mağdurlar, bu aşamadan sonra dolandırıcılık vakasının mağduru olduklarını anlarlar.
dolandırıcılığı, Türk Ceza Kanunu’nun 158. maddesinde yer alan “Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle” işlenmesi nedeniyle nitelikli dolandırıcılık olarak değerlendirilir.
Normal şartlar altında Forex yatırımı yasal bir işlem olmasına rağmen, kişilerin bu platformlara üye olmadan önce Forex şirketinin yasal olup olmadığını e-Devlet üzerinden mutlaka sorgulatmaları gerekmektedir. Bu, bu tür mağduriyetlerin önüne geçmek için önemlidir. Forex dolandırıcılığına karşı dikkatli olunması ve güvenilir Forex şirketleriyle çalışılması gerekmektedir.
Telefon Dolandırıcılığı
Telefon dolandırıcılığı, günlük hayatta karşılaşabileceğimiz en yaygın dolandırıcılık yöntemlerinden biridir. Dolandırıcılar genellikle polis, asker veya savcı gibi bir meslek mensubu olarak kendilerini tanıtarak insanların saygı ve güvenini kazanırlar.
Dolandırıcılar, telefonla ulaştıkları kişilere, isimlerinin terör örgütü faaliyetlerine karıştığını ve kurtulmak için belirli bir miktar para vermeleri gerektiğini söyleyerek onları kandırırlar. Bu tür dolandırıcılıklarda dolandırıcılar, özellikle mağdurların dalgınlığından ve polis, asker, savcı gibi toplumda güven duyulan meslek gruplarına olan saygıdan yararlanırlar. Ancak hiçbir polis, savcı veya asker vatandaşlardan şahsen para talep etmez.
Telefon üzerinden dolandırıldım ne yapmalıyım? Eğer yukarıda bahsedilen dolandırıcılık yönteminin mağduru olursanız, zaman kaybetmeden emniyet görevlilerine veya savcılığa başvurmalısınız. Ayrıca, telefon görüşmesi sırasında banka bilgileri gibi bilgileri paylaştıysanız, bankanızla veya ilgili kurumlarla irtibata geçerek önlem almanız gerekir.
Telefon dolandırıcılığı gibi yöntemlerle karşılaşmamak için, bilinmeyen numaralardan gelen aramalara dikkat etmeli, kişisel bilgilerinizi paylaşmamalı ve kesinlikle para göndermeden önce durumu doğrulamak için emniyet birimleriyle iletişime geçmelisiniz. Bu tür önlemler alarak dolandırıcılık mağduriyetinden korunabilirsiniz.
Banka Hesabından Para Çekme Dolandırıcılığı
Banka hesabı üzerinden yapılan dolandırıcılık, kişilerin banka hesaplarından para çekilerek gerçekleştirilen bir suçtur. Bu yöntemde, dolandırıcılar kişisel bilgilere ulaşırlar ve bu bilgileri kullanarak banka hesaplarına erişim sağlarlar. Bu dolandırıcılık yöntemi, dolandırıcıların mağdurları savunmasız bırakarak hileli davranışlar sergilemeleri nedeniyle oldukça yaygındır.
Banka üzerinden dolandırıldım ne yapmalıyım? Günümüzde internet bankacılığı ve mobil bankacılık kullanımının yaygınlaşması, banka hesaplarının dolandırıcıların hedefi haline gelmesine neden olmaktadır. Hesaptan para çekme dolandırıcılığında failler, bazen kendilerini banka temsilcisiymiş gibi tanıtarak kişilerin hesap bilgilerine ulaşırlar, bazen de kişisel bilgilerin çeşitli yöntemlerle çalınması veya ele geçirilmesiyle kişileri dolandırmaktadırlar.
Bu nedenle, kişisel bilgilerinizi korumak için dikkatli olmalısınız. Hiçbir banka çalışanı, sizden kişisel bilgilerinizi istemez. Eğer bu suçun mağduru olursanız, hemen polis veya savcıya başvurarak şikayetçi olmalısınız. Hesaptan para çekme dolandırıcılığı gibi dolandırıcılık eylemleri ile ilgili hukuki bilgi ve danışmanlık almak için Av. Samet Aygün Hukuk Bürosu ile iletişime geçebilirsiniz. Ayrıca, dolandırıcılık faaliyetleriyle karşılaştığınızda en kısa sürede yetkili mercilere başvurarak suç duyurusunda bulunmanız gerekmektedir.
Banka hesabı üzerinden dolandırıcılık yöntemi oldukça sık karşılaşılan bir suçtur. Bu nedenle, kişisel bilgilerinizi koruyarak ve dikkatli davranarak kendinizi bu tür dolandırıcılıklardan korumalısınız.
Legizi Dolandırıcılığı
Son günlerde sıklıkla karşılaşılan dolandırıcılık türlerinden biri Legizi dolandırıcılığıdır. Legizi, “Digital Vasiyet” adı verilen bir uygulamadır. Bu uygulama, kişilerin vefat etmeden önce son olarak söylemek istedikleri hususları belirleyip, mesaj bırakabilecekleri iddiasıyla geliştirilmiştir. Uygulama, bir nevi vasiyetname işlevi görür ve kişinin ölmeden önce yazdığı mesajları, kişi vefat ettiğinde belirlediği kişiye SMS yoluyla iletir.
Ancak, Legizi uygulaması dolandırıcılar tarafından da kötüye kullanılabilmektedir. Dolandırıcılar, mesaj göndererek kişileri üye yaparlar ve böylece kişilerin kimlik bilgilerini ele geçirirler. Bu nedenle Legizi uygulaması kullanırken dikkatli olmak gerekmektedir.
Legizi üzerinden dolandırıldım ne yapmalıyım? Eğer Legizi uygulaması üzerinden dolandırıldığınızı düşünüyorsanız, öncelikle sakin olmanız gerekmektedir. Eğer herhangi bir ödeme yaptıysanız, kullandığınız kredi/banka kartınızı hemen bankanızla iletişime geçerek kullanıma kapattırmalısınız. Ardından en yakın Cumhuriyet savcılığı veya karakola giderek şikayetçi olabilirsiniz.
Dolandırıcılık mağdurlarının, Legizi uygulaması üzerinden dolandırıldıkları durumlarda takip edebilecekleri birkaç yol bulunmaktadır. Bunlar arasında, şikayetçi olmak, dolandırılan miktarın yüksekliğine bağlı olarak avukat tutmak, banka üzerinden itiraz etmek ve Tüketici Hakem Heyeti’ne başvurmak yer almaktadır.
Sonuç olarak, Legizi uygulaması dolandırıcılar tarafından kötüye kullanılabilen bir uygulama olsa da, doğru kullanıldığında oldukça faydalı bir araçtır. Bu nedenle Legizi uygulamasını kullanırken dikkatli olmak ve kişisel bilgilerinizi paylaşmamak önemlidir. Dolandırıldığınızı düşünüyorsanız, yukarıda belirtilen yöntemleri takip ederek hakkınızı arayabilirsiniz.
Eskort Dolandırıcılığı
Eskort dolandırıcılığı, para karşılığı cinsel ilişki vaadi ile insanları kandıran bir dolandırıcılık türüdür. Bu suç, ödeme yapılan kişiyle cinsel ilişkiye girilmemesi sonucu gerçekleşir. Eskort dolandırıcılığı, birçok hileli yöntemle gerçekleştirilir. Örnek olarak, ATM’den para yatırılması, masaj randevusunun iptal edilmediği için ödeme yapılması gerektiği şeklinde mesajlarla para alınması veya doğrudan hesaba EFT/havale şeklinde para gönderilmesi gibi yöntemler kullanılabilir.
Eskort tarafından dolandırıldım ne yapmalıyım? Bu suçta, hukuk mahkemeleri genellikle ödenen paranın geri verilemeyeceğine karar verse de, dolandırıcılık suçunun nitelikli halinin oluşmasına neden olan kişiler cezalandırılır. Para karşılığı cinsel ilişki vaadi ile insanları aldatarak para alan ve daha sonra vaatlerini yerine getirmeyen kişiler, dolandırıcılık suçu işlemiş sayılır.
Türk Ceza Kanunu’na göre, dolandırıcılık suçu, kasıtlı olarak yapılan aldatıcı eylemlerdir. Para karşılığı cinsel ilişki vaadiyle insanları kasıtlı olarak kandırarak yarar sağlamak, eskort dolandırıcılığı suçunu oluşturur. Bu suç, bilişim sistemleri, bankalar veya kredi kurumları aracılığıyla gerçekleştirildiğinde, TCK m.158 kapsamında nitelikli dolandırıcılık suçu olarak kabul edilir.
Dolandırıcılık suçlarında, hak mağduriyetlerinin önüne geçmek ve daha büyük mağduriyetlerin yaşanmasını engellemek için uzman bir ceza avukatından hukuki bilgi ve danışmanlık almak önemlidir. Bu nedenle, escort dolandırıcılığına maruz kalan insanlar, Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunarak hukuki süreçte destek almalıdırlar.
Dolandırıcıya Para Gönderdim Ne Yapmalıyım?
Dolandırıldım ne yapmalıyım, dolandırıcılara para gönderdim nasıl geri alırım? EFT, Havale ve FAST gibi para transferi yöntemleri, günümüzde oldukça popüler hale geldi. Ancak, bu yöntemler dolandırıcılar için de bir fırsat yaratıyor. Dolandırıcılar, para transferi tamamlandıktan sonra kişileri mesaj ya da arama yoluyla tekrar para göndermeye ikna edebiliyorlar. Kişi bu isteği yerine getirirse, dolandırılmış oluyor.
Bu tür durumlarla karşılaşıldığında, panik yapmamak ve soğukkanlı olmak gerekiyor. İlk olarak, kendi bankanızla iletişime geçerek transfer işleminin tamamlanıp tamamlanmadığını kontrol etmeniz önemlidir. Eğer işlem tamamlanmamışsa, bankanızın yardımıyla işlemi durdurabilirsiniz. Ancak, işlem tamamlandıysa ve dolandırıldığınızı düşünüyorsanız, adli makamlara başvurmanız gerekmektedir. Bu için Cumhuriyet Başsavcılıklarına, kolluk birimlerine veya ilgili diğer kurumlara şikayet başvurusunda bulunabilirsiniz.
Bu tür durumlarla karşılaşmamak için dikkatli olmak önemlidir. Hızlı para kazanma fikrine kapılmamak ve gelen mesajlara, çağrılara dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Yatırım konularında da dikkatli olmak ve önemli birikimler yapmadan önce araştırma yapmak, doğru yatırım kararları almanızı sağlayacaktır.
Dolandırıcılık Suç Duyurusu
Dolandırıldım ne yapmalıyım, dolandırıcılık suç duyurusunda nasıl bulunabilirim? Dolandırıcılık suçu, son yıllarda giderek yaygınlaşmaktadır ve bu sebeple vatandaşlar, karakollara veya Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvurarak dolandırıcılık suç duyurusunda bulunmaktadır. Dolandırıcılık suçu, insanların hileli davranışlarla aldatılarak zarara uğratılmasıdır ve Türk Ceza Kanunu’nun 157 ve 158. maddelerinde suç olarak tanımlanmaktadır.
Dolandırıcılık suçuyla ilgili şikayetlerin karakola veya savcılığa yapılması gerekmektedir. Zira, bir failin fiiliyle birden fazla kişi mağdur olabilmekte ve suç duyurusunun önemi bu nedenle katbekat artmaktadır. Savcılık tarafından soruşturma sürecinin başlatılabilmesi için ise dolandırıcılık suçunun delillendirilmesi oldukça önemlidir.
Dolandırıcılık suç duyurusunda bulunulacak failin hileli davranışlarının delillerle desteklenmesi, savcılık tarafından yapılacak olan soruşturma ve hazırlanacak iddianame bakımından kritik öneme sahiptir. Ancak her dolandırıcılık suç duyurusu sonucunda savcılık harekete geçerek soruşturma başlatmamaktadır. Bu sebeple, dolandırıcılık suçuyla ilgili şikayetlerin hazırlanması sürecinde hukuki bilgi ve danışmanlık almak önemlidir. Bu noktada, bir ceza avukatından yardım almak önemlidir. Bir avukatın yardımıyla yapılan suç duyuruları ve sonraki süreçler daha etkili bir şekilde yönetilebilir.
Manisa’da faaliyet gösteren Av. Samet Aygün Hukuk Bürosu, dolandırıcılık suç duyurusu ve sonrasında atılacak adımlarıyla birlikte, hukuki bilgi ve danışmanlık hizmeti sunmaktadır. Bu sayede, dolandırıldım ne yapmalıyım diyenlerin haklarını savunarak adil bir şekilde sonuçlanmasını sağlamaktadır.
Dolandırılmadan Önce Hangi Önlemler Alınmalıdır?
Dolandırıldım ne yapmalıyım, dolandırılmadan önce ne yapmam gerekirdi? Dolandırıcılık günümüzde giderek artan bir problem haline gelmiştir. Bu sebeple, kişisel bilgilerinizi korumanız ve dolandırıcılık girişimlerinden korunmanız için çeşitli önlemler almanız önemlidir. İşte dolandırıcılığa karşı alabileceğiniz önlemler:
Kişisel bilgilerinizi, cihaz şifrelerinizi ve online hesap bilgilerinizi yabancılarla paylaşmayın.
Güçlü ve tahmin edilmesi zor şifreler belirleyin.
Yeni bir cihaz aldığınızda eski cihazınızdaki tüm verileri silin ve eski cihazınızı fabrika ayarlarına geri döndürün.
İnternet bağlantınızın güvenli olduğundan emin olun ve güçlü bir şifre belirleyin.
Ara ara Wi-Fi ağınıza bağlanan cihazları kontrol edin, yabancı bir cihaz gördüğünüzde şifrenizi mutlaka değiştirin.
Bir güvenlik ya da antivirüs yazılımından destek alın, cihazlarınızı güncel tutmaya özen gösterin.
Dışarıdayken farklı bir Wi-Fi ağına bağlandığınızda bu ağ bağlantısı ile hangi bilgilerinizin paylaşıldığını öğrenin. Güvenilir olmayan ağlara bağlanmayın.
Çeşitli devlet kurumlarından geldiği iddia edilen online para transferi ya da hesap bilgilerinin paylaşılması gibi talepleri dikkate almayın.
Online alışverişlerinizi bilinen, büyük markaların web sitelerinden yapın. Adını ilk kez duyduğunuz ya da TLS, SSL gibi güvenlik sertifikaları bulunmayan alışveriş sitelerini kullanmayın.
Ödeme sayfalarında web sitesi adreslerinin “https” ile başladığından emin olun.
Tanımadığınız kişilerden gelen e-posta ya da SMS’lerde bulunan linklere tıklamayın. Bu mesajlarda yer alan formları doldurmayın.
Yakınlarınızdan gelen şüpheli sosyal medya ya da e-postalarında istenenleri yapmadan önce yakınlarınızı arayın. Hesabı ele geçirilmiş ve kötü amaçlar için kullanılıyor olabilir.
İnternet bankacılığı dolandırıcılığı için sizi arayan, hesabınızın çalındığını söyleyen kişilere itibar etmeyin. Bu tip durumların önüne geçmek için sakıncalı bulduğunuz numaraları bankanıza ya da savcılığa bildirin.
Online bankacılık şifrelerinizi kimseyle paylaşmayın.
Dolandırıcının Etkin Pişmanlıktan Faydalanmak İçin Parayı İade Etmesi
Dolandırıcılık suçunda failin, mağdurun zararını gidermesi durumunda etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanması mümkündür. Bu nedenle, failin etkin pişmanlık hükümlerine başvurması mağdurun zararının giderilmesine yardımcı olabilir.
Dolandırıldım ne yapmalıyım, dolandırıcı parayı iade etti ne olur? Mağdurun zararı, soruşturma aşamasında giderilirse cezada 2/3 indirim yapılır. Kovuşturma aşamasında ise ancak hüküm verilmeden önce giderilirse 1/2 oranında indirim yapılır.
Dolandırıldım Hangi Avukat İle Çalışmalıyım?
İnternetten dolandırıcılık suçu günümüzde oldukça yaygındır ve bilişim suçları kapsamında yer almaktadır. Bilişim suçları, diğer ceza hukuku alanlarından farklı özellikler taşır ve teknolojik gelişmelerin yakından takip edilmesini, öğretinin incelenmesini ve içtihatların iyi muhakeme edilmesini gerektirir.
Dolandırıldım ne yapmalıyım, hangi ceza avukatı ile çalışmalıyım? Dolandırıldım ve avukat yardımı almak istiyorum diyen mağdurların, haklarının profesyonel bir şekilde gözetilmesi için bilişim hukuku ve ceza hukuku konularında uzman bir avukattan yardım almaları önemlidir. Bu alanda uzman bir avukat, mağdurların haklarını korumak ve tazminat alabilmeleri için gerekli adımları atmak konusunda yardımcı olabilir. Dolandırıcılık suçu alanında uzmanlaşmış Manisa ceza avukatı meslektaşlar bu süreçte sizlerin mağduriyetini gidermek için hakkınızı aramaktadırlar.
Dolandırıcılık Suçu Şikayet Dilekçesi Örneği
MANİSA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA
MÜŞTEKİ : Adı Soyadı (TC Kimlik No:10000000000)
VEKİL : Av. Samet AYGÜN
ŞÜPHELİ : Adı Soyadı (TC Kimlik No:10000000000)
SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık suçu.
SUÇ TARİHİ VE YERİ: 2023/Manisa
KONU : Şüpheli hakkında dolandırıcılık suçu nedeniyle soruşturma başlatılmasını, soruşturma sonucunda kamu davası açılması talepli şikayet dilekçesidir.
AÇIKLAMALAR:
….
HUKUKİ SEBEPLER: 5237 S. K. ve ilgili mevzuat.
SONUÇ ve İSTEM: Yukarıda izah olunan nedenlerle şikayetçisi olduğum şahıs hakkında soruşturma başlatılmasını, soruşturma neticesinde kamu davası açılması yönünde karar verilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz.
Müşteki Vekili
Av. Samet Aygün
Kaynak: https://sametaygun.com.tr/dolandirildim-ne-yapmaliyim/
0 notes
Text
Sivas Katliamı Davası: Kaybettiğini doğru yerde aramak
İlk olarak Madımak bir katliam değil bir pogromdur. Cumhuriyete karşı ayaklanma değil bizzat cumhuriyetin bastırma pratiklerindendir. Ve bu bir cezasızlık politikası değil bir ceza politikasıdır.
Orhan Gazi Ertekin*
Madımak katliamı ve davası o kadar uzadı ki artık eski zaman hikaye anlatıcılarının diliyle söze aktarılabilir hale geldi: Bir zamanlar emekle ve ısrarla takip edilen bir “Sivas Katliamı Davası” varmış. Bir süre sonra failleri yakalamayan, tebligat yapmayan, sanıkları kırmızı bülten ile aramayan ve dahi iade talep etmeyen devlet kurumları tarafından davanın “yumurtlaması” sağlanarak “Sivas Katliamı Davaları” haline dönüştürülmüş. Böylece 1994 yılındaki ilk mahkeme kararından 2030’lardaki ceza zamanaşımına kadar uzanacak bir Madımak Katliamı davalar labirenti önümüze konulmuş oldu. Davanın başından beri takipçileri olan avukatlar bile yön bulamaz hale geldiler. Nihayetinde dünkü mahkeme kararı ile bu maratonun bir evresini daha kapatmış olduk. Görevli mahkeme düşme kararıyla birlikte Sivas dosyalarının zamanaşımı ile ilgili bir aşamasını daha tamamladı. Davalar maratonu bazı sanıklar için ceza zamanaşımı süresinin 2030’larda dolmasıyla birlikte tamamlanmış olacak ve biz bu davayı da öfkeyle paketleyip geçmiş hüsranlarımızın sırasına yerleştireceğiz… Ve yeni kuşaklara kadim bir hikaye olarak anlatacağız…
BİR HÜSRANIN KISA TARİHİ
Geçmiş davalar tarihini birazcık bilenler için Madımak davası sürecinin bu son gelişmesi hiç şaşırtıcı değil. 1978 Maraş katliamı davası da benzer biçimde ilerlemişti. 6-7 Eylül 1955 pogrom davası da… Bütün bu tecrübelerimize karşılık bizler hala kızgınlık ve öfke bir yanda, klişe boyutunda ezberletilmiş gevşek itirazlar diğer yanda bir gidip bir geliyoruz: İnsanlığa karşı suçlarda zamanaşımı olmaz deniyor. Katliamın hesabı sorulmalı deniyor. Türkiye’de cezasızlık politikası hakim deniyor. Anayasal düzene şeriatçı kalkışma deniyor. Klişelere dönüşmüş, üzerinde hiçbir çalışma yapılmamış itirazlarımız listesinin ilk sıralarında bunlar var…
KAYBETTİĞİMİZİ DOĞRU YERDE ARAMAK!
Bana öyle geliyor ki kaybettiğimizi kaybolduğu yerde aramıyoruz. Kızgınlığımız politik içeriğinden sıyrılıp şu yukarıdaki klişelerle temsil edilmeye başlandığında tüm yaratıcılığından uzaklaşıyor, uyur gezer sayıklamalarla sakinleşmeye çalışıyoruz. Daha açık söyleyeceğim: Sadece Madımak davası ve süreçleri bakımından yalnızca Türkiye’nin iktidar alanına değil adalet arayışımızın bizzat kendisine de dönüp bakmamız ve onunla da hesaplaşmamız gerekiyor artık.
Niye peki? Temel noktalara odaklanalım: İlk olarak Madımak bir katliam değil bir pogromdur. İkincisi Cumhuriyete karşı ayaklanma değil bizzat cumhuriyetin bastırma pratiklerindendir. Üçüncüsü bu bir cezasızlık politikası değil bir ceza politikasıdır. Peki başka? “İnsanlığa karşı suçlarda zamanaşımı olmaz” değil! 2005 yılı öncesi suçlarda olur! Eğer biz Şili ve Arjantin’li avukatlar gibi zamanaşımı konusunda ciddiye alınabilir içtihatlar oluşturabilecek çalışmalar yapmaz isek bal gibi olur. Yapmadık ve oldu! Daha başka? Daha çok şey var ama hepsinin özeti şu: “Sivas Katliamı sözlüğü”nü (bundan sonra Sivas Pogromu) bir bütün olarak ve yeni baştan kurmaz isek klişeleri sayıklayarak kaybettiğimizi yanlış yerde aramaya devam ederiz.
En başından bir kez daha vurguyla söyleyelim: Bu yarı uykulu adalet arayışından artık çıkılması şarttır. Gerçek sorular sorup cevaplarını bulmak da şart…
Buradan buyurun…
KATLİAM MI? POGROM MU?
Sivas 2 Temmuz 1993 bir katliam değildir. Bir pogromdur. Aradaki fark ise şiddetin “kamu”sal destek, kurumsal müdahale ve toplumsal hazırlıklarının bir arada ve birlikte yürütülmesidir. Pogromda şiddet hareketleri genellikle yasalar (örn. Irk yasaları) kurumsal destekler (resmi görevlilerin tutarlı ve sürekli dahli) ve toplumsal taleplerle (lincin meşrulaştırılması) devam ederek kalıcı ve sürdürülebilir bir “siyasal sistem”e dönüşür. Dolayısıyla katliamdan daha fazlası vardır pogromda...
En basit örnek olarak devlet görevlileri ile sokakta “karşılaşma” halini verebiliriz. Şöyle diyeyim: Hak mücadelesi için sokağa çıkmanın çok zor ve “bedel” gerektiren bir eylem olduğuna dair bilgilerimiz ile bir cinayet ve katliam için sokağa çıkmanın ne kadar kolay olduğuna dair tecrübelerimiz arasında oldukça geniş bir “siyasal ve hukuksal ders” yer alıyor Türkiye’ye dair. Bizi bu soruya en çok iten “şey”in bir pogrom; Sivas pogromu olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bırakınız sekiz saati on beş dakika boyunca hak talebiyle sokakta yürümenin ne kadar zor olduğunu hepimiz pek iyi biliriz. Ama 8 saat boyunca devlet görevlilerinin refakatıyla kuşatılmış olmanın ne olduğu da pek iyi öğretilmiştir. Devletin on beş dakika boyunca karşınızda olmasının sonuçları ile sekiz saat boyunca yanınızda olmasının getirdiği sonuçlar bize bu devlet, bu devletin kurumları, hukuku ve yönetim stratejileri ile toplumsal işlevleri konusunda pek çok bilgiyi bir anda sunabiliyor.
KALKIŞMA MI? BASTIRMA MI?
Devlet şiddeti ile toplumsal şiddetin içiçe geçtiği bu tür karnavalesk süreçlerin kurucu dönemlere kadar uzanan derin kökleri vardır ve bu durum Alevilere, Kürtlere ve solculara uygulanan toplumsal şiddeti resmi uygulamaların saklı parçası haline getirir. Toplumsal şiddet ile “kamu” arasındaki bu bağ fark edilmez ise çok şey birbirine karışır. Sivas pogromu “Cumhuriyete karşı bir kalkışma” olarak paketlenir. Şiddet ile hukuk arasındaki bağ görülmezse de gene her şey bulanmaya başlar. Mahkemelerin ve tüm devlet kurumlarının tavırları birer yanlışlık olarak anlatılır hale gelir. Ve bizler duruşmalarda kendi ellerimizle kendi sesimizi alenen kısmaya devam ederiz.
CEZASIZLIK POLİTİKASI MI? CEZA POLİTİKASI MI?
Ve bir başka klişe olarak bu son karar sonrası Türkiye’nin bu tür suçlardaki “cezasızlık politikası”ndan yeniden dem vurulmaya başlandı. Halbuki bu bir cezasızlık değil. Bu hukuk düzeninin bu olayda yanlış işlemesi değil. Yanlış bir uygulama değil! Suç ve ceza düzeninin temel ilkelerinin ihlali de değil. Bu suç ve ceza düzeninin ta kendisidir. Türkiye’nin kurumsal ceza politikası budur.
Peki bu kavramdan kaçınmak neden önemli?
Cezasızlık kavramı literatürümüze 1990’lardan sonra “insan hakları endüstrisi” ile birlikte geldi. “İnsan hakları müteşebbisleri”nin workshoplarda kullanmayı en sevdikleri kavramlardan birisi oldu. Sonradan akademiye ve popüler kullanıma da açıldı. Kavramın söylediği şey esas olarak şuydu: Suç ve ceza düzeni gelenek veya eğitimden veya “iktidar baskısı”ndan kaynaklı bazı eksiklik ve yanlışlıklar taşır ve bu durum belirli suçlarda bir “cezasızlık politikası” haline gelerek kangrenleşir. Sorun herkes tarafından görülebilir teknik ihlallerin üzerinde sebat ve ısrarla durularak, doğrusu gösterilerek çözülecektir. Bu eksiklikler tamamlanırsa yasalar ve kurumlar zaman içinde ait oldukları adil hedefe ulaşırlar.
Söz konusu yaklaşım ceza hukukunu tek biçim ve teknik bir yapı zanneden bir yaklaşımdır ve sorunu “yasaların uygulanmaması” olarak tercüme eder. Bu yaklaşımın bir yanında yasaların kendiliğinden konuştuğu ve kurumların da teknik bir dünyanın içinde iş gördüğü yaklaşımı vardır. Diğer yanında da hukukun ve hukukta doğrunun tek olduğu iddiası yatar. Oysa bu yaklaşım yarı eğitilmiş dünyasından çevresine ödev ve programlar yazan bir ergenin kolaycılığından başka bir şey değildir. Çünkü hukuk, yasaların uygulanması ile uygulanmaması arasındaki ilişkide kurulur. Eksik ve yanlışlık zannettiğimiz şey hukuk düzenlerinin bütünlüğü içinde tutarlı bir bütünlük olarak doğar. Yani ortada bir cezasızlık yoktur. Tam tersine o bir “ceza politikası”dır…
Bunu Sivas pogromu davalarına nasıl tercüme edebiliriz peki? Şöyle: Madımak davası Türkiye yargısının bir eksikliği değil “tamlığı”dır. Yanlışlığı değil “doğrusu”dur. Bu da bizi hem siyasal ve toplumsal politikalar hem de adli stratejiler, dava, duruşma ve dosya taktiklerinde oldukça farklı yöntemler uygulamayı, farklı söylemler ve müdahale biçimleri uygulamayı zorunlu kılar…
Sivas pogrom davası ve en son zamanaşımından düşme kararı verilmesi gerçekte Türkiye’de hak mücadelesi politikaları ile alakalıdır ve maalesef bu konuda etraflıca düşünme geleneğine sahip değiliz. Son kararın bu ihtiyaca cevap verecek sorular ve cevapları geliştirmesi dileğiyle özeti şudur ki Türkiye, bütün kurumları ve gelenekleri ile kendi rutinleri olan bir iktidar alanına sahiptir. Ve bizim bu gerçeği görüp buna uygun bir hak mücadelesi alanı açmamız zaruridir. Zamanaşımı konusunda bile tek söyleyebildiği “İnsanlık suçlarında zamanaşımı olmaz”dan öteye gitmeyen bir hak mücadelesi geleneğinin kendine dönüp kendisini yeni baştan kurması da şarttır…
Her beklenen gelişmede şaşırıp, mahkemeler zamanaşımından düşme kararı verdiğinde ani kızgınlık ve öfke patlamaları yaşayarak hemen sonra uykuya dalmaktan vaz geçmemiz gerekli…
*Emekli Hakim /Akademisyen Dr.
0 notes
Text
İletişim'den 'bozkurt işareti' yargısı iddialarına açıklama
https://pazaryerigundem.com/haber/182196/iletisimden-bozkurt-isareti-yargisi-iddialarina-aciklama/
İletişim'den 'bozkurt işareti' yargısı iddialarına açıklama
UEFA’nın Merih Demiral’a verdiği cezanın ardından bazı basın yayın organlarında yer alan “2015 yılında bir kadın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konvoyuna bozkurt işareti yaptığı için gözaltına alınıp yargılanmıştı” iddiasının doğru olmadığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından açıklandı.
ANKARA (İGFA) – İletişim Başkanlığı bünyesineki Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından yapılan açıklamada, bir vatandaşın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konvoyuna bozkurt işareti yapıp yargılandığı iddiası konusu ele alındı.
Bahse konu haberde geçen iddia ve yargılama sürecinde “bozkurt işareti” herhangi bir şekilde söz konusu olmadığının altı çizilen açıklamada, “Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Mayıs 2015 tarihinde Uşak ili ziyareti esnasında S.K isimli şahıs, Cumhurbaşkanımıza hitaben sözle hakarette bulunduğu güvenlik görevlilerince tutanağa bağlanmıştır. Uşak Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/5484 soruşturma numarası ile Cumhurbaşkanına hakaret suçundan soruşturma yürütülmekle adı geçen şahıs hakkında Uşak 2. Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Yapılan yargılama neticesinde şahsın beraatına karar verilmiştir” ifadeleri yer aldı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
CEHENNEMIN MERKEZINE SEYAHAT
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670840621598146560/dr-jekyll-mr-hyde-ek
Şımarık CHP seçmeninin, ulusalcıların, Kemalistlerin, ÖZCÜLERİN, vs KATEGORİK MUHALEFETİ ve REDDİYLE askeri vesayetin sıkıştırmasının yarattığı KUŞATILMIŞLIK ve SIKIŞMIŞLIK İÇE KAPANMAYA ve Erdoğan etrafında KENETLENMEYE, o da Erdoğan'ın tek adamlığına yol açtı. bkmkitap.com/yaklasan-kasirga Yukardaki tezi doğrulayan inanılmaz olgular var burda. Bu askerlerin bu ülkeye yaptığı kötülüğün haddi hesabı yok. Sekülerleri kukla gibi kullanmışlar Gültekine göre "DEVLET" bir dönem daha Erdoğan'ı istiyormuş Ama kendisi tvitleriyle onlara çalışıyor
Gültekinin bir sürü doğrusu, olgusal bilgisi var ama yanlış komplo hipotezleri de var. Bu kitapla ASKERI VESAYETIN böl, kutuplaştir, yönet stratejisi için dindarlarla sekülerleri düşman ettiği BERRAK bir şekilde görülüyor.
Diğer mahallelerde, mesela solcular, Kemalistler arasında yapılan tartışmalara baktığımızda bu tartışmalar genelde bütün İslamcıların aynı olduğu kanaatiyle yapılıyordu. https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846285926039553/parmenidesin-yatagi 1.1. Birinci Müslüman gerici çıktı 1.2 İkinci Müslüman gerici çıktı 1.3 ……………………………. 1.4 n. Müslüman gerici çıktı 2. Bütün Müslümanlar gericidir 3. Abdullah Gül bir Müslümandır 4. Abdullah Gül gericidir
bkmkitap.com/yaklasan-kasirga
Halbuki İslamcılar da çok farklı kesimlerden oluşuyordu. Uzlaşma taraftarı olan, mahalleyi dönüştürmeye çalışan, kendi Müslümanlığını koruyarak demokrasiyle buluşmaya çalışan, Müslümanlığını, inancını koruyarak Cumhuriyet felsefesiyle barışmaya çalışan, barışmaya çalışmakla yetinmeyip içerde yani mahallede bunun kavgasını veren ama aynı zamanda alışkanlıklarından veyahut içinde büyüdüğü kültürden de kurtulamayan , kurtulamadığı için bocalayan, bocaladıkça bir yol ve yöntem arayan onlarca farklı grup, yüzlerce aydın, yazar, kanaat önderi vardı.
Siyaset yapma anlayışı değişmiş, demokrasiyle, evrensel değerlerle ve Cumhuriyet felsefesiyle barışık bir siyaset anlayışının daha sağlıklı olduğu görüşü ağırlık kazanmıştı. Artık laiklik değil baskıcı, yasakçı laiklik uygulamaları; Atatürk ya da Cumhuriyet felsefesi değil, Atatürkçülük adı altında yapılan din karşıtlığı sorun olarak görülüyordu.
Elbette bütün İslamcılar bu çizgiye gelmiş değildi. İçlerinde hala katı İslamcılık anlayışını sürdürenler de vardı. Fakat yazarlar, aydınlar, kanaat önderleri, genç siyasetçiler, hatta tabanın önemli bir kısmı, çoğunluk bu değişimi yaşıyordu.
Bu çizginin en önemli sözcülerinden biri fr Tayyip Erdoğan’dı, “Sözcüsü” diyorum, temsilcisi değil, buna dikkatinizi çekmek istiyorum. Çünkü Tayyip Erdoğan aslında söylem ve davranış olarak yenilikçi bir çizgideydi ama kültür, kişilik, karakter, anlayış olarak gelenekçi yani Akit çizgisi dediğim ikinci gruptandı.
Cumhuriyet mitingleri, muhtıra, kapatma davası, uydurulan 367 garabetiyle Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasının engellenmesi... Tüm bunların İslamcılardaki değişime çok büyük bir darbe vurduğunu düşünüyorum.
Sadece bunlar da değil. Tayyip Erdoğan’ın eşinden dolayı gördüğü muamle, sırf eşi başörtülü diye Abdullah Gül’e ve eşine yapılan saygısızlıklar, bu insanlara yönelik kullanılan alaycı, aşağılayıcı söz ve davranışlar...
Sadece AK Parti’de değil bütün muhafazakar mahallede yaşanan bu değişimin sorgulanmasına neden oldu.
Ak Parti’nin her hareketine tepki gösteren, basit bir bürokrat atamasına bile izin vermeyen o dönemin güç odakları(VESAYET?) yani devlet kurumları bir anda ittifak yapmış, seçimlerin üzerinden daha bir yıl bile geçmemişken Siirt seçimlerini iptal etmiş, Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesi ve başbakanlığı devralması sağlanmıştı. İslamcı camiadaki değişimi durdurmak, Ak Parti’deki gelenekçi İslamcıları daha etkin hale getirmek için sanki bir el devreye girmişti. (Acaba amaç değişimi durdurmak mı yoksa daha katı birinin önderliğinde iki kesim arasındaki artan kutuplaşmanın üstünden vesayet devşirmek mi?)
Abdullah Gül’ün başbakanlığı döneminde AB çalışmaları yapılıyor, uzlaşmacı bir politika izleniyor, toplumun farklı kesimleriyle diyalog kuruluyor, bir anlamda İslamcılardaki değişim daha kalıcı hale geliyordu.
Nasıl olmuşsa olmuş, AK Parti’ye en mesafeli kimseler, kurumlar bir anda ittifak yapmış ve Tayyip ERdoğan’ın başbakan olmasını sağlamış, değişim geçirmiş dindarların iktidarının başına akıl almaz bir ittifakla o partideki en radikal İslamcılık anlayışına sahip kişi getirilmişti...
İttifakda da CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, YSK, Anayasa Mahkemesi ve iktidarın her sözünde hop oturup hop kalkan ama bu ittifaka sesini çıkarmayan asker vardı.
Çünkü Tayyip Erdoğan’ın Abdullah Gül’e göre daha katı, daha gelenekçi bir anlayışa sahip olduğu biliniyordu. Sanırım Tayyip Erdoğan’ın olaylara daha tepkisel yaklaşacağı, gelişen olaylarla beraber daha radikalleşeceği hesap edilmişti. Böyle de oldu.
Sanki İslamcılardaki bu değişimin kalıcı hale gelmemesi için kendilerince bir tedbir almışlardı. (Acaba amaç değişimi durdurmak mı yoksa daha katı birinin önderliğinde iki kesim arasındaki artan kutuplaşmanın üstünden vesayet devşirmek mi?)
Bu durum sadece beni değil herkesi etkiledi. En çok da yenilikçi çizgiyi gerçekten benimseyen, mahalleyi de dönüştürmeye çalışan, yani dindarları Atatürk ve Cumhuriyet gfelsefesiyle barıştırmaya çalışan AK Parti’deki yenilikçileri zora soktu.
Çünkü yaşanalar, İslamcı tabanda bu değişime karşı çıkanlara sanki bir haklılık kazandırmış, onların mahallede yeniden seslerini yükseltmelerine zemin yaratmıştı. Bu durum AK Parti’de belki de en çok da Tayyip Erdoğan’ı rahatlatmıştı.
Erdoğan ilk yıllarda yenilikçi gibi davranmaya, hatta öyle olmaya çalışıyordu. Fakat bu olup bitenlerden sonra zihninde, ruhunda uyumaya bıraktığı o virüs yani kaba, dayatmacı, tahammülsüz dindarlık anlayışı yeniden harekete geçmişti. Bir anlamda aslına dönmenin gerekçesini bulmuştu.
https://www.bkmkitap.com/akp-devri Yani AKP’nin Avrupa’da örneklerini gördüğümüz demokrasilere benzer bir demokratikleşme hamlesi yapması mümkündür. Yine aynı AKP’nin Soğuk Savaş dönemindeki AP’ye benzer bir konumlanmaya gitmesi de olasıdır. İki olasılık da AKP’nin kendi ideolojik sınırları, ülke ve dünya gündemi ve bu üçünün karşılıklı etkileşimiyle mümkün olabilir.
Dünyadaki demokratikleşme tecrübelerine baktığımızda da bir zamanlar otoriter askeri rejimlerin en açık savunucuları olan kesimlerde yaşanan kırılmalar ve bunlardan bir kısmının demokratikleşme sürecinin diğer aktörleriyle yan yana gelmeleri örneklerine çok sık rastlanılacaktır.
Tarih kimi aktörleri hazır olmadıkları rollere itebilir. “Bu aktörlerin yeni rollerine uygun davranmaları mümkündür veya mümkün değildir” şeklinde bir genellemeyi tarih kaldırmaz. Bu rollere uygun davranmak başka; onları içselleştirmek ise başka şeylerdir. Ama rol yapa yapa onu içselleştirmek de pekala mümkündür. bkmkitap.com/yaklasan-kasirga
Çünkü dediğim gibi bütün dindar mahalle artık “Yanlış mı yapıyoruz?” duygusuna kapılmış, mahallede bu tartışmalar başlamıştı.
Bu durum Tayyip Erdoğan için büyük fırsattı. Eski İslamcılık anlayışına geri döndü. Sadece kendi dönmekle kalmadı, partiyi, cemaatleri, aydınları...bütün bir mahalleyi Akit çizgisine taşıdı. Hatta Yeni Şafak’ı bile o çizgiye soktu.
Atatürkçülerin tek yapmaları gereken, içlerindeki çok küçük bir azınlık olarak kalmış radikallere bakmadan bu değişimi yaşayan dindarlara bir çıkış imkanı sunmaktı. Yani İslamcılardaki o değişimi destekleyecek adımlar atmak, bu değişimin kalıcı hale gelmesini sağlamaktı.
Dindar mahalledeki bu geriye dönüş elbette bir günde olmadı. 2007′de adım adım başlayan, zaman içinde hızlanan ve Tayyip ERdoğan’ın kurduğu “tek adam” rejimiyle nihayete eren bir süreçti.
KıssadanHisse: asla tek bir kere kaybedilmez. Ama tek bir kere de kazanılmaz. Başarı belli bir dönemin sunduğu şansların birbirine eklenmesine, tekrarlara, birikimlere bağlıdır. İktidar tıpkı para gibi biriktirilebilir… Fernand Braudel, Maddi Uygarlık – Dünyanın Zamanı
2010 AY referandumu sonrası her seçimde stratejik hatalar yapıldı. Aydınlar da kitle de ortak oldu. Her defasında zıvanadan çıktı sağduyulu insanlar, elleri böğürlerinde izledi. Kimi kırdı döktü ortalığı, kimi kıyasıya kavga etti mahallesiyle..
ETKI-ÇABA matrisine KÖR olmak, aykırı davranmak TAKTİKLER alanında AŞIRI EFOR harcamayla sonuçlanan AKILSIZLIĞA yol açıyor, solcular bu mümbit vahada at koşturmaya bayılıyordu. Sol çoğunlukla stratejik hatalar yapıp sonraki nafile aşırı düzeltme çabalarını romantize ediyor, kahramanlık güzellemelerine girişiyordu. ETKİ/ÇABA HATA MATRİSİ
1. STRATEJİK HATALAR 1.1 2010 AY referandumu EVET??? 1.2 Murat Karayalçın’ın yana yakıla YEREL-GENEL iktidar döngüsünü anlattığı yerel seçimlerde HDP'nin Sarıgül ve Yavaş yerine BAĞIMSIZ girmesi ve bunun sonucunda İstanbul ve hileyle Ankara büyükşehir belediyelerini kaybedilmesi. 1.3 Ekmeleddin seçiminde sandığa gitmeyen 2.5 MİLYON şımarık CHP seçmeni. 1.4 GÜL'ün adaylığına KIRMIZI gösterilmesi ve 2018 seçimine ortak adayla girilmemesi. 1.5 2023 seçiminde, asla risk almamak gerekirken, kazanma şansı daha yüksek olan Ekrem İmamoğlu yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday yapılması.
TAKTİK HATALAR 1. Hemen her seçimde CHP’nin bütün sandıklarda gözlemci bulunduramaması. 2. YSK’ya paralel bir seçim sayım sistemini kuramaması. 2.1 2018 seçiminde kurulan sistemin çökmesi.
Abdullah Gül’ün ortak adaylık fikrinin tam olarak kimden çıktığını bilmiyorum. Benim tahminim bu fikri ortaya ilk atan Saadet Partisi ve HDP’li kimi siyasetçilerdi. Fakat partileri buna ikna eden ve görüşmeleri sürüdürenlerden biri yanılmıyorsam KONDA Araştırma Şirketi Başkanı Bekir Ağırdır’dı. Bekir Ağırdır’ın yaptığı bir ankette Abdullah Gül’ün seçimi yüzde 60′la kazandığı görülüyordu.
Bekir Ağırdır bu anketi önce bütün partilere sonrasında da Abdullah Gül’e götürmüştü. Herkes bu fikre olumlu yaklaşmıştı. Özellikle CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu. Kemal Bey’in bu seçimi Tayyip Erdoğan’a hediye etmemek için çok çabaladığının yakından tanığıyım. Her türlü tavizi verdi, oluşan ortak görüşlere itibar etti ama buna rağmen süreci sonlandırmaya gücü yetmedi.Çünkü onu da aşan çok ilginç gelişmeler vardı.
Sosyal medyada Abdullah Gül karşıtı öyle bir hava oluştu ki bu hava AK Partilileri bile ürkütecek kadar dışlayıcı, aşağılayıcı bir yaklaşım barındırıyordu.
“Abdullah Gül aday olursa sandığa gitmeyiz”, “Ona oy vereceğime ülke batsın daha iyi” türü mesajların AK Partilileri de aynı duyguyla hareket etmeye iteceğini göremeyecek kadar yüzeysellik barındırıyordu bu tepkiler. (Belki bir kısmı kendiliğinden, bir kısmı da vesayetin trolleriyle oluşmuştu.)
Halbuki Abdullah Gül’ün ortak adaylığı kabul etmesi bana çok ilginç gelmişti. Çünkü bana göre kazanma ihtimali olan bir adayın her türlü tehlikeyi göze alması gerekiyordu.
Fakat insanlar bunu Abdullah Gül’ün yeniden Cumhurbaşkanı olma hevesi olarak yorumladılar. Yani meseleyi bir ülkenin yıkılışını engellemek, ülkeyi sürüklendiği felaketten kurtarmak, demokrasiye, hukuka yeniden işlerlik kazandırmak ve siyasetin zeminini yeniden kurmak şeklinde algılamadıkları ve meseleyi iktidar mücadelesine indirgedikleri için Abdullah Gül’ün adaylığını iktidarı yine o mahalleye teslim etmek gibi gördüler.
Abdullah Gül’ün adaylığına karşı çıkılmasının bir nedeni de kitabın başında anlattığım gibi seküler kesimin bütün dindarları aynı görmesiydi. (Tümevarım ve Özcülük)
Fakat hem ülkenin gidişatından şikayet edip sabah akşam sosyal medyada ağlayan, sızlayanların oluşturduğu atmosfer(kamuoyu baskısı) hem de son anda çok ilginç bulduğum bazı gelişmeler Abdullah Gül’ün ortak aday yapılmasını engelledi. Ve o seçim sonucunda tek adam rejimi biraz daha kurumsallaştı, devlet bütünüyle parti devletine döndü ve her alanda büyük bir yıkım yaşandı.
Bütün partiler Abdullah Gül’ün ortak aday yapılması konusunda anlaşmıştı. Aday olması durumunda Abdullah Gül’ün seçimi kazanacağını bana göre Tayyip Erdoğan da görmüş, fena halde endişeye kapılmıştı. Sanırım ona giden anketler de benzer şeyler söylüyordu.
Tayyip Erdoğan, iktidarına yönelik oluşan tehlikenin farkına vardığı için Gül’ün adaylığını engellemek amacıyla kolları sıvadı.
Önce Abdullah Gül aleyhine “Mahalleye, dindarlara ihanet ediyor” diye büyük bir kampanya başlatıldı. Ardından Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ı göz dağı vermek için Abdullah Gül’e gönderdi.
Çünkü bu iki isim de Abdullah Gül ile görüşmeye bir askeri helikopterle gitti. Helikopter, Gül’ün Ayazağa’daki ofisinin yanındaki askeri bölgeye inmiş, bu iki isim oradan yürüyerek Abdullah Gül’ün ofisine geçmişti. Bu aslında kamuoyunda bir algı oluşturmak amacıyla kapalı bir tehdit mesajıydı.
Abdullah Gül’e yakın kaynaklardan öğrendiğim kadarıyla, görüşme çok hararetli geçmişti. Çünkü “Abdullah Gül’ün bu kadar yüksek sesle bağırdığına, sesinin alt katlara kadar geldiğine ilk defa şahit olduk” dediler.
Abdullah Gül gelenlere “Ne yaptığınızın farkında mısınız?”, “Böyle bir şeye nasıl alet olursunuz?”, “Bu ülke bunları hak ediyor mu? diyerek rest çekmiş, adaylık kararını geri almayacağını bildirmişti.
Abdullah Gül’ü kararından döndüremeyen Tayyip Erdoğan yüzünü bu sefer muhalefete dönmüştü. Ve bir anda Meral Akşener, “Partim benim aday olmamı istiyor, o nedenle ortak aday konusuna sıcak bakmıyoruz” diyerek adaylığını ilan edince Abdullah Gül’ün adaylığı da engellenmiş oldu. Sadece Abdullah Gül’ün adaylığı değil, muhalefetin ortak aday çıkarması da engellenmiş bana göre Tayyip Erdoğan’ın seçimi kazanmasının yolu açılmıştı.
Bütün kritik anlarda olduğu gibi sanki yine bir el devreye girmiş, tek adam rejiminin devamlılığı sağlanmış, Türkiye’yi Ortadoğululaştırmak isteyen bir senaryo varsa o senaryonun akamete uğraması engellenmişti. Çünkü Abdullah Gül’ün seçilmesi yıllardır kusursuz bir şekilde işleyen senaryonun akamete uğraması demekti.
Ama nasıl olmuşsa olmuş daha önce Gül’ün ortak adaylığına “tamam” diyen bir muhalefet partisi bir gecede kararını değiştirmiş, senaryoyu akamate uğramaktan kurtarmıştı.
Yargının bütünüyle cemaatin kontrolüne geçmesini sağlayan, Fethullah Gülen’in gerekirse ölülerin bile oy vermesi grektiğini söylediği 2010 Anayasa değişikliği süreci başlamıştı.
O dönemde AK Parti’nin Mecliste 337 milletvekili vardı. Değişiklik teklifinin referanduma sunulabilmesi için en az 330 oy gerekiyordu. Değişikliğin engellenmesi için, biri Meclis Başkanı olduğundan, Ak Patili yedi milletvekilinin hayır oyu vermesi gerekiyordu.
AK Parti Milletvekili Reha Çamuroğlu’ndan dinlediğime göre, AK Parti’de bu değişikliğe karşı çıkan 8-9 vekil vardı. Reha Çamuroğlu, Vahit Erdem ve Kürşat Tüzmen açıktan karşı çıkıyorlardı. Dört-beş kişi de “hayır” demek istiyordu ama iktidarın kendilerine yapacaklarından korktukları için buna cesaret edemiyorlardı.
Bu dört kişi Reha Çamuroğlu aracılığıyla hem Deniz Baykal’a hem de Devlet Bahçeli’ye, “Eğer bizi iktidarın gazabından korumak için vekillik sözü verirlerse Anayasa değişikliğine hayır oyu vereceğiz mesajı iletmişlerdi. AK Parti milletvekili Reha Çamuroğlu bu haberi o dönem hem Deniz Baykal’a hem de Devlet Bahçeli’ye iletmişti.
Fakat siz şu işe bakın ki kamuoyu önünde bu Anayasa değişikliğine şiddetle karşı çıkan bu iki lider, AK Partili bu vekillerin mesajını umursamamıştı. Üstelik Deniz Baykal bu mesajdan TBMM kulisinde gazetecilere bahsetmiş, adeta alay eder gibi “Başarılı olamazlar” demişti. (Baykal resmen muhbirlik yapıyor.)
Bütün bu engelleri kim kaldırıyor? Bunca muhalif aktörü tavır değiştirmeye kim ikna ediyor? Ortaya çıkan her yeni durum nasıl oluyor da Tayyip Erdoğan’ın işine yarayacak sonuçlar doğuruyor.
Kimilerinin şans, kimilerinin Allah’ın yardımı dediği, kimilerinin de Tayyip Erdoğan’ın siyasi zekasına bağladığı tüm bu gelişmelerin şansla, siyasi zekayla veyahut Allah’ın yardımı gibi akla mantığa aykırı bir açıklamayla izah edilemeyecğini görmemiz ve üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
Levent Gültekin’in arka arkaya yapılan bu hataları örgütleyen bir üst aklın olduğuna dair komplocu bir hipotezi var. Büyük devletlerin, İsrail’in bölgedeki çıkarları, Türkiye’yle ilgilenmeleri için yeterli ama Türkiye içindeki muktedirleri yönlendirdikleri tezi, iması çok fantastik ve inandırıcı değil.
Her ülkede bir iktidar ağları kümesi var. Bu iktidar ağlarının sayısı, büyüklüklere göre dağılımı, birbirileriyle etkileşimleri, bağlantıları ülkeden ülkeye, tarihsel süreçlere ve dinamiklere göre değişiyor,
Ayrıca iktidar ağlarının da bir iç örgütlenmesi var, ve bu iç örgütlenme de çoğu zaman benzer olsa da yine değişkenlik gösterebiliyor ve her ağın vazgeçilmez dolgu malzemesi olan insan faktörüne, onun kültürüne, karakterine, ve bunlar da bu insanların hem kişisel tarihine hem de içinde yetişitikleri, parçası oldukları toplumun tarihine bağlı oluyor. Toplumun biçimlenmesi de yine çok farklı faktörlere ve zaman uzunluklarına bağlı. https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/yeni-ittihatciligin-musvedde-tarihi-1-nuve-uludere-2011-111908/ Yakınları, Erdoğan’ın sert dış kabuğunun altında duygusal, çabuk etkilenen, yumuşak ruhlu bir insanın bulunduğunu söylüyor. Ben, tamamen sezgisel bir bilgiyle buna inanıyorum ve bu da beni ürkütüyor. Çünkü böyle insanların, yukarıda işaret ettiğim yakınlaşma çabalarından daha fazla etkilendiklerini biliyorum. Böyle insanları sertlikle, tehditle sindiremezsiniz, hatta beklediğinizin tam tersini elde edersiniz… Fakat ona saygı duyduğunuzu, onu beğendiğinizi söylediğinizde “yağlarının eridiğini”, onun da size yaklaştığını görürsünüz. Öte yandan Türkiye’nin muhafazakârlarında var olan (en aşırı şeklini Erbakan’da gördüğümüz) “merkez” tarafından kabul görme, benimsenme komplekslerinin de bu süreçte rol oynayabileceğini unutmamalıyız.
İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kabus gibi çöker. Karl Marx https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670841128416919552/toplumun-mekanizmalari Toplum, her birinin kendine özgü kültürel/yapısal(içinde yaşamış olduğu sistemler) tarihinin sonucunda şekillenen ideolojik/kültürel/zihinsel dünyası olan değişik bileşenlerden/alt kümelerden (birey, aile, küçük gruplar, alt kültürler, büyük gruplar, vs) oluşur. Bu bileşenlerin her biri, zaman içinde, içinde bulunduğu yapısal/coğrafi ve kültürel ortamlar ve kendi mevcut kültürel/zihinsel/düşünsel oluşumunun etkileşimleriyle yavaş yavaş değişir, başkalaşır, dönüşüme uğrar. Toplum bileşenlerinin davranışları, tepkileri, kültürü, zihinsel yapısı dört farklı gücün etkisi altında, dört farklı zaman dilimi altında oluşur. Birincisi evrim mekanizmasının oluşturduğu çok uzun dönem(Evrimsel Zaman; Bin Yıllar, On Bin Yıllar), ikincisi Braudel'in uzun zaman etkileri şeklinde betimlediği coğrafyanın(doğanın) etkileri (Coğrafi Zaman; yüz yıllar, bin yıllar), üçüncüsü, Braudel'in orta vade etkileri dediği yapısal(sistemsel) etkiler (Sistemsel Zaman; on yıllar, yüz yıllar), dördüncüsü de kültürel, ideolojik, düşünsel etkilerden oluşan üstyapı faktörlerinin oluşturduğu kısa dönem(Kültürel Zaman; yıllar, on yıllar).
Bu iktidar ağları yasama, yürütme, yargı, polis, asker, sivil bürokrasi gibi ülke yönetiminin çekirdeğini oluşturan kurumlarda değişen derecelerde söz sahibi durumundalar. Mesela MHP’nin güvenlik bürokrasisine hakim olması, ulusalcıların yargıda güç sahibi olması, AKP’nin, uzun süren sürekli iktidarı sonucunda sivil bürokrasiye, MİT’e hakim olması gibi.
İktidar ağlarının hiçbirinin bütün yönetim organlarına hakim olmadığı iktidar sistemi konfigürasyonlarında iktidar mecburen bu ağların bir kısmının koalisyonundan oluşuyor. Ve bu bileşenler bu koalisyon içindeki güçleri ölçüsünde ülke yönetiminyle ilgili kararların alınmasında söz sahibi oluyorlar.
İktidar ağlarının kararları, kullandığı araçlar, yöntemler her ağ bileşeninin hakim aktörlerinin(karar mekanizmasının) karakteri, kültürü, manevi ihtiyaçları, ahlakı, vicdanı gibi faktörlerin karmaşık bir etkileşimiyle ortaya çıkıyor, onların damgasını taşıyor.
Mesela Türkiye gibi laik-seküler, sünni-alevi gibi bölünmüş, kutuplaşmış bir toplumda sünni çoğunluk-azınlık karşıtlığı sünni kesime hakim olan iktidar ağına büyük bir konfor sağlıyor. Bu kutuplaşmanın rantını yiyen iktidar ağının karar alıcı aktörleri kendi iktidarlarını ve çıkarlarını ülkenin, halkın çıkarlarına yeğleyen karaktere sahip olduğunda da ülkeyi bir iç savaş ya da bölünmeye kadar götürebilecek şekilde bu karşıtlığı sömürebiliyor. İktidar koalisyonunun diğer bleşenleri de kendi hayati çıkarlarına aykırı olmadığı, uyduğu sürece karşılıklı tavizlerle birbirlerinin uygulamalarına itiraz etmiyor, onaylıyorlar, göz yumuyorlar.
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/yeni-ittihatciligin-musvedde-tarihi-3-endise-gezi-ve-17-25-aralik-2013-112903/
2013 Aralık’ı 2013 Haziran’ından çok daha ürkütücüydü iktidar açısından. Altı ay içinde yaşanan bu iki travmatik olay Erdoğan’ı çok zor bir tercihle karşı karşıya bırakacaktı: Toplumun yarısı kendisine düşmandı ve şimdi devletin de yarısı karşısına geçmiş, onu devirme isteğini açıkça ortaya koymuştu.
Artık otoriter özellikleri kuvveden fiile çıkmış Erdoğan için Gezi’ye rağmen toplumla baş etmek o kadar da zor olmayabilirdi, meğerki devlet gücünü gerektiğinde toplumu zapturapt altına alabilmek için kullanabilsin; fakat işte o imkândan da yoksun kalmıştı. Üstelik sadece toplumu zapturapt altına almak için değil, ülkeyi yönetebilmek için de ‘devlet’ (bürokrasi) lazımdı Erdoğan’a.
İhtiyaç bu iken gerçek tablo şöyleydi: Erdoğan devletin yarısıyla (eski Türkiye unsurları) yıllardır süren ve son 4-5 yılda iyice yoğunlaşan (Ergenekon ve Balyoz davaları) bir kavganın içindeydi ve şimdi öbür yarısı da (Gülen Cemaati’nin devlet içindeki varlığı) elden gitmişti.
İşte o çaresizlik içinde Erdoğan ‘eski’ devletle barışmaya karar verdi ve bir daha geri dönmemek üzere virajı aldı.
https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/yeni-ittihatciligin-musvedde-tarihi-1-nuve-uludere-2011-111908/
Davutoğlu, 10 Ocak 2021’de Independent Türkçe’den Benan Kepsutlu’ya konuştu ve şöyle dedi:
“Türkiye’deki şu andaki yönetim modeli, 28 Şubat zihninin, Erdoğan’ın kitlesel desteğini kullanarak Türkiye’yi getirdiği yerdir. Bakın bunu bilinçli olarak şimdi zikrediyorum. 28 Şubat zihni, muhafazakâr görünümlü bir lider desteği olmaksızın o Türkiye’yi kuramayacağını gördü.”
Ve bir noktada, bu işin zorla ve zorbalıkla olamayacağını idrak ettikleri bir anda, muhtemelen eşanlı olarak Ahmet Davutoğlu’nun işaret ettiği şeyi de idrak ettiler: Muhafazakâr görünümlü bir lider desteği olmaksızın kafalarındaki Türkiye’yi kuramayacaklarını…
Böyle bir planın formülü de bellidir: Önce dostluk ve ittifak, sonra da tasfiye. https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/yeni-ittihatciligin-musvedde-tarihi-2-devlet-erdogan-yakinlasmasinin-nuvesi-uludere-2011-hakkinda-birkac-soz-daha-112595/ Yine de bana şöyle bir soru sorulsa yerinde olur: 2011-2012’de Erdoğan kendisini tasfiye etmek isteyen merkez güçlerini dağıtmışken, yani en güçlü dönemini yaşarken neden devlete yaklaşma ihtiyacı hissetsin? İki nedeninin olduğunu düşünüyorum: Dindar-muhafazakâr siyasetteki a) kararsız devlet algısı, b) kararsız Kürt sorunu algısı… Dindar siyaset teorik planda ümmetin bir parçası olan Kürtleri kendisine devletten daha yakın bulur. Fakat pratikte -bugün net olarak gördüğümüz gibi- devlet daha önde ve önemlidir. Kritik anlarda devletten yana tutum almak salt pragmatik tercihlerin değil ideolojideki bu başat yönelimin de sonucudur. https://serbestiyet.com/featured/devletle-erdoganin-simbiyotik-iliskisi-basliyor-24-aralik-2013-78259/ AK Parti, başlangıç yıllarında arkasına aldığı halk desteğiyle giriştiği reformları sürdürebilseydi, bürokrasiyi -belki- bir demokraside olduğu anlamda “emrine” alabilirdi gerçekten. (Şimdi, demokratik rızayla olmasa da, baskıyla olsa da bu alanda epeyce mesafe aldığı doğru, fakat kafalardaki mutlak surette sünepeleşmiş bürokrasi algısı da gerçekçi değil).
Ne var ki süreç öyle gelişmedi. Erdoğan ve AK Parti Cemaat’le kavgasından itibaren beka kaygısına düştü (ülkenin değil partinin bekası), o noktadan itibaren de mücadele ettiği, kendisine kafa tutan ve onu devirmek isteyen silahlı-silahsız bürokrasiyle (devletle) birlikte yürümek zorunda kaldı. Hâlâ da öyle.
Devletin bütün kurumlarıyla Erdoğan’a biat etmiş görüntüsünün altını kazıyınca göreceğimiz şey biat değil ittifaktır. Erdoğan’ın devletle simbiyotik ilişkisi işte iktidarın o tarihi anda ilan ettiği, asla tesadüf sayılamayacak, son derece bilinçli “kumpas” ilanıyla başladı.
O anda Erdoğan başka bir tercihte bulunabilir miydi? Bence bulunamazdı. İki nedenden ötürü:
Birincisi: AK Parti’nin kullandığı kadrolar, on yıllar boyunca devlete sızmış-sızdırılmış Cemaat kadrolarıydı.
Devletin silahlı ve silahsız bürokrasisi eski vesayetçi güçler ve Cemaat tarafından parsellenmişti ve AK Parti, Millî Görüş geleneğinden gelen bir parti olarak “devlete sızma” perspektifine sahip olmadığı için, iktidara geldiğinde devlet içinde dayanabileceği kadrolar son derece sınırlıydı.
Dolayısıyla, kendisini gayri meşru yollardan iktidardan alaşağı etmek isteyen iki güçten birine karşı öbürüyle ittifaka bir anlamda mecbur kaldı. AK Parti’nin bu ittifaklara girmemesi için, bu iki odağın, devlet içindeki güçlerini AK Parti iktidarını hal’etmek amacıyla kullanmaya kalkmamaları gerekirdi; fakat biliyoruz ki, öyle olmadı.
İkincisi: 17-25 Aralık’ta AK Parti’nin arkasında 15 Temmuz’dan sonra olduğu gibi kelle koltukta ölüme giden bir adanmışlar kitlesi yoktu. Tam tersine, AK Parti tabanında haklı olarak yığınla kuşku belirmişti.
Gerçi böyle bir destek olsaydı da o tarihte devletin geleneksel güçleriyle ittifak etmeye mecburdu. Yargının, silahlı Kuvvetlerin, polisin görevini halkla yapmak mümkün değil çünkü.
İşte devletle Erdoğan’ın karşılıklı muhtaçlık ilişkisi, 17-25 Aralık’ta böyle başladı. https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/devrede-devlet-odakli-siyaset-ustu-duzenleyici-bir-guc-var-mi-120764/ Devlet, siyasi iktidarla aşağı yukarı 10 yıl önce kurduğu ve giderek güçlenen ittifakının çıkarları gereği Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olmasını istemiyorsa, evet, “siyaset üstü, düzenleyici bir güç” olarak oyunun içinde olduğu söylenebilir. Peki, devlet neden Kılıçdaroğlu’nu kendisi için neredeyse bir ‘beka sorunu’ olarak görür? Şayet varsa böyle bir duygu, bunun rasyonel gerekçeleri neler olabilir? https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/devlet-kilicdaroglunu-istemiyor-mu-istemiyorsa-nedenleri-neler-olabilir-121428/ Kılıçdaroğlu hakikaten “Devlet (güç ve rant), kimlik (vatandaşlık ve Kürt meselesi) ve Batı karşıtlığı (uluslararası hukuktan kurtulmuş bir bağımsızlık hevesi)” alanlarında devleti kaygılandıracak bir performans sergileyebilir mi? Benim bu sorulara cevabım, ‘hayır…’ Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’ye yön değiştirtecek bir radikalliğin adamı olduğunu düşünmüyorum. Fakat onun gerçekte benim düşündüğüm gibi bir siyasetçi olmaması, devletin ondan paranoya boyutlarında kuşku duymasına engel değil. Ve bence duyuyor. Peki, devlet neden Kılıçdaroğlu’nu kendisi için neredeyse bir ‘beka sorunu’ olarak görür?
Üç temel parametrenin zikredilebileceğini düşünüyorum (tekrar ediyorum, eğer varsa böyle bir devlet dahli):
Bir: Kılıçdaroğlu’nun HDP ve Kürtlerle şimdiye kadar kurduğu ilişkisine özeleştirisi mahiyetinde yeni bir biçim verecek olmasından duyulan kuşku.
İki: Kılıçdaroğlu’nun, en veciz ifadesini “418 milyar doları ülkeye getireceğim”de bulan geçmiş dönem yolsuzluklarıyla hesaplaşacağını sürekli olarak vurgulaması. (Bunun devletle ne ilişkisi var, “Beşli Çete” düşünsün demeyin. Tepedeki ekonomik ve siyasi güç odaklarının birbirine kenetlenmiş halini düşünün.)
Üç: Kılıçdaroğlu’nun giderek daha fazla yüzünü Batı’ya dönmüş, ihtiyaç duyulan devasa finans kaynaklarını Batı’dan temin eden bir Türkiye vurgusu yapması.
Asıl soru şu olmalı: Kılıçdaroğlu, devletin kendi ittihatçı tasavvuruna aykırı gördüğü bu ‘program’ için uygun bir aday mı? Daha doğrusu, Devlet kaygısında haklı mı, yani Kılıçdaroğlu hakikaten -Etyen Mahçupyan’ın formülasyonuyla- “Devlet (güç ve rant), kimlik (vatandaşlık ve Kürt meselesi) ve Batı karşıtlığı (uluslararası hukuktan kurtulmuş bir bağımsızlık hevesi)” alanlarında devleti kaygılandıracak bir performans sergileyebilir mi?
Benim bu sorulara cevabım, ‘hayır…’ Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’ye yön değiştirtecek bir radikalliğin adamı olduğunu düşünmüyorum. Fakat Kılıçdaroğlu’nun gerçekte benim düşündüğüm gibi bir siyasetçi olmaması, devletin ondan paranoya boyutlarında kuşku duymasına engel değil.
Dolayısıyla, son sözler:
Birincisi: Devlet Kılıçdaroğlu’nu kendisi için neredeyse bir ‘beka sorunu’ olarak mı görüyor?
Cevap: Galiba, evet. Saçma olabilir ama duygunun buna yakın bir şey olduğunu düşünüyorum.
İkincisi: Kılıçdaroğlu devletin hazzetmediği adaysa, geçen hafta yaşanan hengâmede devlet içinden bir kesimin “siyaset üstü, düzenleyici bir güç” olarak işin içine girmiş olması ihtimal dahilinde midir?
Evet, ihtimal dahilindedir.
Ve fakat: Bu ihtimal gerçekleşmişse ve devlet Cuma günü birinci turu kazanmışsa, o gün ‘devlet’ korkusuyla sinen siyasi özne iki gün sonra ‘millet’ korkusuyla ‘devlet’e “kusura bakma” demiştir. https://twitter.com/teyakkuzhaber/status/1658916768658726963?s=20 Gazeteci Levent Gültekin'den çarpıcı açıklama: "Bir yıl önce Kılıçdaroğlu'nun adaylığının organize edildiğini anladım. Kemal beyle görüştüm. "Benim kendi adaylığımı engelleme şansım yok." dedi. Bir mekanizma Erdoğan'la bir dönem daha devam etmek istiyor." https://twitter.com/metegaksoy/status/1654592220538732548?s=20 KILIÇDAROĞLU ADAY OLMAYI NİYE SAPLANTI YAPTI? Kılıçdaroğlu karakterine uymamasına rağmen, adaylık konusunda müthiş derecede inatçı davrandı. Saplantı yaptı. Bu saplantılı tavrı, Kılıçdaroğlu'nun bildiğimiz karakterine uymuyordu. Ben bunu devlet içinde güya muhalif bir kliğin, devletin kendisini istediğine dair Kılıçdaroğlu'nu ikna etmesine bağlıyorum. Senaryo diliyle söyleyelim: "Anlaşma yapıldı, devlet senin üzerinde fikir birliğine vardı" dediler. Kanıtım var mı? Yok. Ama bazı ikinci dereceden kanıtlar gösterebilirim. Kılıçdaroğlu'na aday olsun diye başkanlık sözü verildi ama asıl amaç kaybetmesiydi. Yani devlet içinde bir klik, Kılıçdaroğlu'nu sofistike ve kompleks bir tuzağa düşürdü. Devlet seni istiyor diye ileri itip, aday olmasını istediler. Amaçları aday olup kaybetmesiydi. Bu oyun tutar mı yoksa ters teper de Kılıçdaroğlu kazanır mı bunu seçim günü göreceğiz.
Levent Gültekin@acikcenk Seçim bittiğine göre bir kaç cümle etmeme müsade edin lütfe. Sırf, “İktidar Kılıçdaroğlu’nun adaylığını organize ediyor, burada büyük bir risk var, bu risk alınmamalı, Kemal bey aday olmamalı” dediğim için beni ekranlardan uzaklaştırnalar, burada bana hakaretler edenler, bu itirazımı sinsi hesaplara bağlayanlar, en küçük bir mahcubiyet hissediyorlar mı?
ÜÇ tür ÖLÜM/CİNAYET var 1. ASİMİLASYON/FORMATLAMA ile normalde olacağı(potansiyel) OTANTİK insandan başka biri yaparak ÖLDÜRME. 1.1 DİA/TİA'ların; Cemaatlerin, ailenin(Elif Gökçe Aras) formatlaması, devletin(Kürtleri, Ermenileri) asimilasyonu. 2. POTANSİYEL bir ZENGİN ÖMRÜ, (maddi/manevi) ÇİLE içinde HEBA EDEREK YAVAŞ YAVAŞ ÖLDÜRME. 2.1 YOKSULLUK içinde geçen hayat 2.2 Osman Kavala'nın hayatının çalınması ve hapsedilmesi. 2.3 Orta sınıfların OTORİTER rejimde aşağılanması, horlanması, itilip kakılması, boğulması 3. DOĞRUDAN ÖLÜM/CİNAYET. 3.1 Kürt çocukların panzerlerle, terörist diye öldürülmesi, Eren Bülbül, deprem çocuklar/gençler/yetişkinler, iş cinayetleri, SOMA KATLİAMI, Yasin Börü, Taybet Ana, Ömer Halisdemir, Tahir Elçi, Hrant, anlamsız şehitlik..
Levent Gültekin’in muhafazakar mahalleye ilişkin verdiği bilgiler, yorumlarından ve paradigmalarının prizmasından süzülse de yaşanmışlık kaynaklı olgusal bilgi membası olarak zihin açıcı. Ama bazı konularda çok sığ, ezberci, önyargılı, tümevarım hatalarına sahip. ÜST AKIL HİPOTEZİ çok KOMPLO KOKUYOR. Askeri vesayetin iktidarını sürdürmek için kullandığı klasik tezgahlar bunlar büyük olasılıkla. Ama Gül yerine Erdoğan'ı ittirmesi iki kesimin bir araya gelmesini önlemekten çok, onun SEKÜLER "salaklı��ı" daha güçlü provoke ederek KUTUPLAŞMAYı körükleme POTANSİYELİ . Askeri vesayetin Uğur Mumcu, Sivas vs gibi olayları kullanarak sekülerleri manipüle etmesi ve kendi iktidarını sürdürmesinin benzeri bu da. Kutuplaşmayı harlayıp, kukla müttefikinin galeyanlarıyla iktidarını sürdürmek. Vesayetin klasik taktiklerine bakınca bu daha makul. Gültekinin de bir sürü ezberi, komplo hipotezi var(tabii herkesin vardır, insan kendisininkileri göremez). Birçok konuda HAKLI. Devlet+Erdoğan+TRUVA Atları+Parti Oligarşisi KK'yı kazanamayacak ADAY seçmiş olabilir. Ama İÇ/DIŞ güçlerin istediği her şey olmaz. Şimdi BUNUN İÇİN MÜCADELE ZAMANI. NASIL SEÇİMDE DEVLETİN, İKTİDARIN istediği olmasın diye DEVASA TAKTİK EFORUN başarı şansı varsa AYNISI STRATEJİK KARAR(aday) aşamasında da vardı. Ama SOL HATA YAPTI. KK adaylığını destekledi. OYSA GÜÇLÜ BİR TOPLUMSAL İTİRAZ yapılsaydı, küçük ihtimal yapılmazdı. SOLUN BURJUVA SAPLANTILARI. ÖNCELİK Bilmemesi. Önce iktidarı değiştirmek, önce KAZANACAK aday şiarı yerine EZİLEN ALEVİ ROMANTİZMİ, MÜTEAHHİT TEPKİSİ, yeni bir ERDOĞAN haksızlığı, Kemal Kılıçdaroğlu DESTEĞİ, Ekrem İmamoğlu lehine kamuoyu baskısını HAFİFLETTİ. STRATEJİK HATALAR kazanmayı zora soktu.
0 notes
Link
Büro-İş Sendikası, HÜDA PAR'a kapatılma davası açılması istemiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurdu.PARTİNİN TEMELLİ KAPATILMASI İSTENDİSendikanın sunduğu dilekçede, HÜDA PAR'ın anayasanın 1, 2, 3, 6, 11, 41, 42, 68, 69, 174, 176. maddeleri ile Siyasi Partiler Yasası'na aykırı eylemlerde bulunduğu belirtilerek temelli kapatılması istendi. HİZBULLAH EYLEMLERİNE ATIF YAPILDI Cumhuriyet'te yer alan habere göre, dilekçede Hizbullah'ın tarihine ve kanlı eylemlerine atıf yapıldı, dönemin Diyarbakır Emniyet Genel Müdürü Gaffar Okkan ile Konca Kuriş cinayetlerine de dikkat çekildi. "TÜRK BAYRAĞI BANA PROBLEMLİ GELİYOR" SÖZLERİ DE DİLEKÇEDE Partinin bir çok yöneticisinin Hizbullah'tan yargılanıp hüküm giydiği aktarılan ve bu isimlere yer verilen dilekçede; HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu'nun "Hizbullah bana göre bir terör örgütü değil", "Türk Bayrağı bana problemli geliyor" açıklamaları anımsatıldı.
0 notes