#bunları neden anlattım ki
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bugün kendimle date yaptım. Sigaram, kitabım, kahvem ve yorgun ruhum. Şükrü Erbaş- İnsanın Acısını İnsan alır kitabını yıllar önce okumuştum. En derin düşüncelerde olduğum yıllardı. Kitabı okudukça daha çok derinleşti düşüncelerim. Şimdi eski halimden eser kalmamışken yeniden okuyorum. Düşüncelerim karmaşık. Yorgunum. Ama bir o kadar yaşam doluyum. Evde ailem ile savaşıp düşünceler ile savaştıktan sonra kendimle yaptığım date anları benim için yenilenme zamanları. Saatelerce yürümenin sonucunda düşünceleri akıtmışken içtiğim sigara ve kahve , okuduğum kitap kara bulutları dağıtıyor zihnimdeki. Son zamanlarda bir yandan ailem, bir yandan ailemin tüm yükünün bana kalmadı ve işler, bir yandan kendi istek ve hayallerim. Her şey o kadar yoğun yaşandı ki düşünmeye, hissetmeye vaktim kalmadı. Aslında geçen yılki Rabia’nın isteği buydu, hissetmemek. Ama bu yılki Rabia çok farklı. Hissetmek istiyor, yaşamak istiyor. En çok kendini istiyor. Bu yıl ne aileme yetebildim ne kendime. Ailemin işlerine odaklansam kendim yarım kaldı, kendime odaklansam ailem yarım kaldı. O kadar yeni şey öğrendim ki bir süre sonra hata vermeye başladı beynim. Geçen hafta yüzleştiğim gerçekle beraber yaşadığım hayal kırıklığı ve acı öyle hale getirdi ki beni bir duvar ördüm, kimseyi almadım o duvarın ardına. Acımı , öfkemi dolu dolu yaşadım. Geçmedi belki, ki geçmeyecek en azından kendime zarar vermeden birazda olsa sakinleştim. Bugün yaptığım yürüyüş ve date ferahlattı beni. Bunları neden anlattım bilmiyorum ama yazmak istedim. Teşekkürler.
12 notes
·
View notes
Text
memur maaşlarına yüzde 50 zam gelecek diye neredeyse ta ağustos ayında açıklama yapıldı ve aylardır söyleniyor. hesap kitap hep ona göre yapıldı, tüik ‘de son iki üç aydır işi buraya bağlamak için uğraştı didindi sonunda oldu.. Ancak,
tüik’in hesaplamalarına göre yüzde 64,7 olarak 2023 yılı tüketici enflasyonu yüzde 129,4 dolayında hissedildi…
HİSSEDİLDİ..!?
maaş zammı alanlar hissetti.. böyle sağdan sağdan geldi.. cereyan yaptı..
Kardeşim son 20 yıldır verdiğiniz tek doğru rakam IBAN no oldu.. bir ara IBAN oğulları beyliğinde Yaşar gibiydik…kardeşim millet hissedileni de geçti, direk kanırttıran enflasyonla yaşıyor.
%129 dolayında hissedilen meğer %94 hissedilmiş…
t: ağam bizimle eğlenir tarzı bir itiraf.
Sen ne yaşadığını bilmiyormusun..! Çarşıya çıktığında elektrik sundoğalhaz ödediğinde alabilirsen üstüne başına bişeyler aldığında çok nadir de (- eğer yasaklanmadıysa-) olsa bir kültürel etkinliğe katıldığında çocuğunun okul masraflarında bunu yaşamıyormusun.. aldığın benzinden ödediğin vergilere kadar, bizzat yaşıyorsun .. NE HİSSEDİLENİ? Bas bayağı haşırttı blakport olarak hissetmiyormusun?
herkes tenis topu, soba borusu almıyor. Türkiye’nin en büyük sorunu gıda enflasyonudur. gıda enflasyonu yıllık %300’lerde.
kanıt isteyen var mı? simit, tavuk, et, çay vs fiyatlarına baksın istediği marketten…
değişik gelir gruplarının enflasyonu farklıdır. siz enflasyon sepetinde kiranın ağırlığını %16 tutarsanız, bu aylık 150 bin kazanan biri için doğrudur ama asgari ucretlide saçmadır, kim 2000 lira kira veriyor bu devirde? asgari ücretli gelirini çoğunlukla kira, temel faturalar ve gıdaya harcar; geçen sene en çok zamlanan kalemler de bunlardır.
tiyatro biletleri zamlanmamış olabilir, bu yüksek gelirli insanların enflasyonunu düşürür. gelir gruplarına farklı enflasyon sepeti uygulasalar takke düşer kel görünür, bu yüzden yapılmaz.
Ben işletme mezunuyum bankacılık yaptım şimdi cafe işletiyorum, sörf okulumuz, otel, rehabilitasyon okulumuz tamamı yurt dışına yönelik iç mimari işlerimiz var Eee bunları neden anlattım “burası linkedin” profesyonel fakirler yazar durur ya .. kardeşim ben bile bunları yazıyorsam maaşlı çalışan “bana hat bildiren” sen düşün diye yazıyorum.. iş ilanı açsam ilk önceden bana yorumlarda atıp tutanlar başvuruya gelecek…
dünyanın en kötü 5. enflasyonu bizimki.
bizdeki hesap "olacak o kadar" hesabı. şuna üç desek, elde var bir, hop 65 çıktı.
bunu ölçüp değerlendirecek, hesap edecek, net doğru sonucu verecek bir excel tablosu yok mudur? uluslararası standardı olmaz mi bunun? mesela: 10 lira olması gereken kutu süt 35-40 lira. demek ki enflasyon %135 %140, gibi.
tanım: doğru olarak ölçülemeyen şey hissidir.
Bu şöyle bişey değil ki: dışarı çıktım işaret parmağımı ıslatıp havaya kaldırdım, hava bana hisssi olarak soğuk geldi ama tam bilemedim…
Şimdi bu ali Cengiz oyununu anlamayan bir memur bir işçi var mıdır? Zam açıklanacak düşük enflasyon sonra hissedilen.. sendikalar desen.. ne diyimki nereden tutucan…
7 notes
·
View notes
Text
Ekmek almak için emin adımlarla yürürken yerde dolar gördüm. Kafamı bi çevirdim iki kişi hızla yürüyor. Onlar düşürdü sandım. Afedersiniz bakar mısınız diyerek koştum. Asla üzerlerine almıyorlar. Yani ben böyle süratle koşmayı çocukluğumda yapmıştım. Annem çöpü yetiştir demişti çöp kamyonunun arkasından hayat bitmişçesine koşmuştum. Arkadaki abi de ha gayret yetişeceksin der gibi eliyle işaret ederek beni motive ediyordu. Her neyse sonunda baktılar. Dolar vardı yerde siz düşürmüş olabilir misiniz dedim. Doları da almamışım asla paraya dokunmuyorum😅 geri götürcem onları parayı bulduğum yere djfjfkfk
Dediler ki kusura bakmayın koşmuşsunuz bizim değil!! Parayı yukarıdan çocuklar atıyor sahte dediler. Benim dikkatsizlik ve sadece bir şeye dikkat etme huyum işte. Geri döndüm her yerde dolar var. Yukarı baktım ağızlarına iki tane çakmak istediğim veletler parayı atıyorlar. Bu arada koşmama değil o çevreyi o hale getirmelerine sinirlendim. Neden gecenin ikisinde bu kadar uzun yazı ile bunları anlattım. Uyumak istiyorum ben uyumak... uyku........
5 notes
·
View notes
Text
Böyle el sıkışacağım kimse olmadığı için hiç bu konu üstüne düşünmemiştim ama üniye başlayınca sürekli yeni insanlarla tanıştım falan ilk tanıştığım çocukla boş bulunup elini sıkmıştım ama size yemin ederim aylarca o anı düşündüm kendimi o kadar kötü hissettim ki çünkü dinimi daha güzel yaşamak istiyordum ve bunu yapmaya başlamıştım o günü de asla silemedim hafızamdan iki sene içinde herkes biliyordu bu hassasiyetimi kimse bir şey demiyordu anlamayan arkadaşlarıma anlatıyordum falan neyse bir gece şehir dışından döndük arkadaş grubumuzla, bir arkadaşımızıda sevgilisi almaya gelmiş abi çocuk bana elini uzattı ben de aynı bu şekil selamını aldım falan dağıldık yurda geldik konuşuyoruz öyle arkadaşımın sevgilisi çok üzülmüş onun elini sıkmadım diye gidip kıza "neden öyle yaptı beni sevmiyor mu seninle ilişkimizi onaylamıyor mu?" falan diye sorular sormuş. Yani bilmiyorum mesela buradaki çevrem bu hassasiyetimi bilmese bile bunu bu kadar garip karşılamaz ünide ise ilk bi herkese açıklamak zorunda kalıyordum ve arkadaşım bir hafta falan sormuştu "nasıl yani kimseyle mi el sıkışmıyorsun, hep mi böyle" diye aşxmpacmismceğkfğsckşamxoefj bir keresinde de bir çocuk on kere falan e elim havada kaldı demişti yani açıklayamadım da o an kalabalık bir ortam falan arkadaşı kanka kız kimsenin elini tutmuyor diyip elini indirtmişti garip yani bilmiyorum niye on saat bunları anlattım gece gece çenem düştü ben kitap okumaya kaçarr
3 notes
·
View notes
Text
Tumblr hikayem
Bakanlık parayı bir ay önceden yatırdı ve beni şok etti. Vakıfbanktan gelen bir para şıngırtısı ve şok.
İki günde robot süpürge, yazıcı ve telefonla paranın yarısını harcadık. O kadar zaman olmuş ki para sıkıntısı çekmeyeli. Para nasıl harcanır unutmuşum.
Dedim geleyim yazayım. Sonra düşündüm neden yazayım?
Şimdi sayın defterciğim, eski nüshaların yanmasaydı da şahit olarak gösterseydim keşke sana.
Yatılı lisede okuyunca bize burs da verirdi devlet. Çok cüzi tutarda para, bazı yıl kırtasiye, bazı yıl takım elbise, hatta bir yıl beyaz banyo sabunu. İşte 9. Sınıfta iken bize kırtasiye malzemesi verdiler. Ciltli harika defterler. Ama çok kaliteli. İnsan yazmaya kıyamıyor. Delgeç, zımba (ne alaka!), kalem silgi vesair eşya. Hala o zımbaları kullanırım. Ciltli defterlerden o kadar çok verdiler ki. Tüm lise hayatım boyunca başka defter almadım. İşte o defterlerin verildiği yıl Çalıkuşunu okumuştum. Jurnal. Ah feride vah feride. Ladikte allahın dağında ıssız bir yerde kalan serco günlük tutmayacak da kim tutacak. İnternet yok. Oyun alışkanlığım yok. Atari salonundan nefret ettim, çocukken bile. Tv izlemem. Ki izlemek istesem kantinde tv izlemek imkansız. 12 tane ergen liseliyle aynı koğuştayım. Canımız da sıkılmış demek ki.
Günlük tuttum. Okuduğum kitapları özet geçip önemli olay olursa onları yazıyordum. Aşık da değilim ki aşkımızı yazalım feride gibi. Okul turnuvasında kavga çıkmıştı misal her ayrıntısıyla anlattım. Edebiyat hocam deli bir polisiye hayranı. Kütüphane gibi kadındı. Piyasadaki bütün macera polisiye romanları hocamızda bulunurdu. Derya gibiydi maşallah. Elimden kitap düşmüyor o zamanlar. İşte o kitapların özetlerini falan yazıyordum. Wilbur smith alev kıyıları misal. Courtney serisi. (Cezaevinde bile kütüphanede o serinin son kitabı bana rasgelmişti.) Bunları yazardım. Allahın dağında öyle pek fazla olay olmazdı haliyle. Nasıl olsun. Sabah yedide kalktık, kahvaltı, sekizde ders, akşam iki buçuk saat zorunlu etüt. Ders kitap ders muhabbet. Mükemmel ortam. Mükemmel. Yatılı erkek lisesi. O zamanlar tabi. Şimdi olsa herkes telefonda instada kız peşinde koşardı. Bu zamanda lise öğrencisi ergen olmak çok zor.
Böyle başladı işte. Böyle. Sonra o defterler bitti. Çeşit çeşit kalemler ve defterler eklendi. Durmadan çoğaldı. Sonra hepsi yandı bitti kül oldu.
2011 yılında mezun olup, anayasa mahkemesi raportör yardımcılığı sınavına kimliğim olmaması sebebiyle alınmayınca sokarım böyle işe diyerek kendime bir yıl mola verdim. Hukuk yok, ders yok, iş yok. Eski evimizin çatı katında sobamla karadeniz karşısında harika bir nekahet dönemi. Film kitap dizi ve sobam.
O zamanlar blog falan okuyorum tabi. Ne bloglar vardı. O aramalarda tumblrda olan bir blog çıktı karşıma. Aktifliğini yıllar yıllar önce bıraksa da bloğu hala burada. Acı tatlı bir blog. Tumblra üye de değilim. Böyle tanıdım burayı.
İki üç yıl burası sadece blog okumak içindi. Ki o zamanlar ve sonrası iki üç yıl tumblr için altın yıllardı. Muhteşemdi. Kaliteydi her içerik.
Sonra üye oldum. Çok az yazdım. Defterde dolma kalemle yazılmış yazının yerini hiç bir şey tutamazdı zira.
Sonra tüm defterler kül olduğunda burası da benim defterim oldu.
Neden önemli peki? Sadece defter olması mı? Hayır. Ben ve sevgili eşim ailelerimizden utanıp saklasak da burada tanıştık. Ne yani ayıp mı? Ahahaha.
Sonuçta tanıştık sadece. Gerçi o beni tanırmış tanışmadan evvelden de ben başka dünyalarda olduğum için dikkat bile etmemişim. Kızdırmayalım hatunu, kafaya yeriz odunu. Ahahahah.
Velhasılı burası benim kapalı kutum, aklım, uzun bir süre kalbim, şu aralar pek arkadaşım olmadığını da göz önüne alırsak, dertleşeceğim tek mecra.
Yanisi şu ki tumblr önemli.
Beşik sallarken deftere de yazdık yine.
Yahu hanım benden erken kalkıyor diye ben geceler boyunca beşik başında oğlanı sallamak zorunda mıyım? Ahahah. Çocuk uyurken bile -baba - ninni diyor. Bir de yeni adetimiz çıktı. Beyimiz masaj yaptırıyor. Lan var ya yaşlanınca altımı almazsan bunları hep anlatacağım oğluuummm. Seviyoruz yaramazımızı.
Böyle işte.
Param yattı. Bir güzel yedik. Allah daha bereketlisini nasip etsin. He karşılığı da değil silivri soğuğunda uykusuz gecelerin bir anının bile. Ama napalım azıcık da mutlu olalım. Bi de biz mutlu olalım.
Değil mi sayın defter?
Vesselam.
8 notes
·
View notes
Text
sen kötü biri değildin ki. sadece çocuktun, çocuktuk. ben kırılmış oyuncağından bile vazgeçemeyen aptal bir çocuk, sen bir sürü oyuncağı olduğu için hiçbirini kaybetmekten korkmayan vurdumduymaz bir çocuktun. hiç konuşmadığımız şeyler vardı. sen sürekli neden seni bu kadar çok sevdiğimi sorgulardın. birinin seni böylesine sevebileceğine inanamadın, sürekli düşündün sürekli kuşkulandın. kendini bu sevgiyi değecek biri olarak görmedin. sen bunları söylemesen bile seni anlayabiliyorum aslında. söylemek isteyip de toparlayamadığın bir sürü cümle düşüncelerinden atlayarak intihar ediyor, biliyorum. ama ben sen anla diye çabaladım. beni anla diye anlattım sana. belki de anlamak istemedin ve sonra yine o çocuk oldun. ama bu sefer korkak bir çocuktun. kaldıramayacağın sözlerin altına girdin ve kaçtın. bu sana ağır geldi, benim sevgimin de ağır geldiği gibi. hak etmediğini düşündün, belki de doğru düşünüyordun ama ben sen hak et diye de çabaladım. geç olmadan anla diye çok çabaladım. hayatın böylesine başındayken bir daha sevilemeyeceğin kadar çok sevildin ve ben, bir daha sevemeyeceğim kadar çok sevdim. gerektiğinden fazlaydı, ötesi yoktu. aşkı böyle harcamamalıydım belki de. şimdi bütün çocuklar defterlerini çıkartıp not alsınlar. aşkın ve acısının en temel iki kuralı bunlar. kimse kimseyi sevmek zorunda değil ve kimi sevececeğini seçemezsin.
3 notes
·
View notes
Text
SATÜRN'ÜN EVİ
Bugün Satürn'ün evine gideceğim için aşırı gergindim. Hatta hazırlanmaya başlamadan önce deli gibi ağladım. 2 buçuk yıldır oraya gitmekten kaçınıyorum. Onun anılarıyla dolu evine girdiğimde o olmayacak ve ben nasıl nefes alacağım? Neden ölümünün üçüncü yılına 5 gün kala gidiyorum? Hep bu sorular kafamdaydı. Gittiğimde anladım sebebini.
Dolmuştan doğru yerde inmiştim fakat etraf bana hiç tanıdık gelmiyordu. Stadın yanından geçmemiz lazımdı, geçmedik. Durağın hemen dibinde büfe olması lazımdı ama yoktu. Geldiğim yol bile yabancıydı. O gün kafam yerinde değildi evet ama nereye gittiğimi zihnime çok iyi kazımıştım. Bu geldiğim yer Satürn'ün evine ait değildi. Annesini arayıp indiğimi ve buranın bana çok yabancı geldiğini söyledim. Taşınmışlar meğer. Satürnle ilgili anıların olduğu evde canı çok yanıyormuş.
Beni apartmanın dışında ablalarından biri karşıladı. Sıkıca sarıldığında ağlamamak için kendisini sıktığını hissettim ve çok tuhaf oldum. Tebessüm edebildim sadece. Eve girdiğimde annesi sıkıca sarılıp öptü yanaklarımı ve içeri geçtik. Ablası mutfakta ikramlık hazırlarken annesi ve babasıyla oturup sohbet ettim. Okurlarımdan birinin yaptığı çizimi çerçeveletmiştim ve onlara hediye ettim. O esnada ablasının telefon konuşmasını duydum. Satürn'ün ismini veremeyeceğimden ismini söylediği yerlere yine satürn yazacağım. "Biliyor musun, şuan evimizde Satürnümüzden bir parça var. Satürnümüzün arkadaşı geldi." Bu cümleleri duyduğumda öyle özel hissettim ki. Sanki ben, Satürn ve ailesinin arasındaki bir kapıydım ve ailesi bana dokunduğunda o kapı açılıyordu. Hayatımda hiç bu kadar özel hissetmemiştim.
Gelen ikramlıkları yerken Satürn hakkında konuştuk. Hem ağladık hem güldük. Ablası bana kalem hediye etti ve telefon numaramı istedi. Annesi "Bende var ya zaten." dedi ama o kendisinde de olmasını isteyince numaramı verdim. Sebebini oradan ayrıldığımda öğrendim. Yakında geleceğim oraya. Telefonda konuştuğu diğer kardeşine fotoğrafımı gönderdi. Beni hatırladığını söylemiş. İstanbulda yaşayan ablası mı diye sorduğumda evet dedi. Gülümsedim, beni hatırlamasına şaşırmamıştım. Balkonda tanışmıştık onunla. Beni Satürn'ün en yakın arkadaşı olarak görüyordu.
Annesi bana Satürn'ün son mesajını okuttu. "Sanki ölüme değil de intihar etmeye gitti." dedi. Bu sözlerini o mesajları okuyana kadar anlamamıştım. İçini öyle bir dökmüş ki annesine... Gözlerimi kapayıp yutkundum. Benzer acıları çekiyormuşuz o dönem. Benzer acıları yaşayan insanlar, kendiliğinden ortaya çıkan görünmez bağlarla birbirlerine bağlanabilirler diye bir söz okumuştum. Bizim için geçerliymiş bu.
Bazen konuşamayacak kadar duygulanıp sustuk. Bazen sorduğu soruları yanıtladım ama yanıtlamakta en çok zorlandığım soru şu oldu: "Satürn bana okulda ona kötü davrandıklarını söylüyordu. Gerçekten orası o kadar kötü mü? Sen hiç şahit oldun mu?" Soruları cevaplarken sesim titredi. Kızlarının kafasını sertçe sıraya vurdurdukları olayı anlattım ama o kısmı söyleyemedim. Omuzuna vurdular diye anlattım. Bu bile ağır geldi kadına. "Sanırım onlar için bir insanın değerli olabilmesi için ancak o kişinin ölmesi gerekiyor." dedi. Gerçekten öyleydi. Satürn'ün hayatında sadece 1 ay kalmama rağmen diğer arkadaşlarından daha çok sevmiştim onu ve bunu aileside fark etmişti.
Evi gezdirdiler. Banyoya Satürn çok seviyor diye bir sistem yapmışlar. Banyoda bildiğiniz disko modu vardı. Mavi ışıklar, kırmızı led ışıklar, normal ışık, yanıp sönen renkli ışıklar... Satürn'ün neden banyodan çıkmakta bu kadar zorlandığını o an anladım. Şapşiğim kendi kendine parti veriyormuş. Ardından annesi beni odasına götürüp kapıyı kapattı. "Sana onun küpelerinden birini vermek istiyorum." dedi ve çantasından bir tane küpe çıkardı. "Bunu çok iyi sakla olur mu?" dedi. Merak etmeyin, ben ona ait her şeyi canım pahasına da olsa saklarım.
Eve geldiğimde ablası mesaj attı. Satürn'ün şapkası ve matarası varmış onda. "Annemden saklamıştık ve bunları sana vermek istiyorum. Sen istersen tabi." Mesajı okuduğum zaman çok duygulandım. "Matarası bu mu?" diyerek bir çizimimi gönderdim, oymuş. Matarasını çizerken dibimden hiç ayrılmamıştı. Yine anımızın olduğu bir eşyası benimle buluşuyor. Ablasıda bende bunu fark edince çok duygulandık. Maddi ve manevi destek olmak istediğini söyledi. Sanırım beni kardeşinin yerine koyuyor. Bu çok tuhaf hissettirdi. Son yazdıkları ise daha çok dokundu kalbime. "Satürnümüzün emaneti. Satürnümüzün değerlisi." İçimden kaç kez bu cümleleri tekrar ettim bilmiyorum. Uzun bir süre bunun için ağladım. Onun değerlisi olarak görülüyorum. Ondan bir parça olarak görülüyorum ve bu öyle tuhaf hissettiriyor ki bu hissi kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum. Eminim bizi izlediği noktada mutluluktan ağlamıştır. Bu gece yanıma gelip sıkıca bana sarılacakmış gibi geliyor ya da ilk ailesine uğrar ve ordan benim yanıma gelir, bilmiyorum. Bu günü ve bugün benim için söylenenleri ömrüm boyunca unutmayacağım.
2 notes
·
View notes
Text
Yerden ayağa kalkıp Naz'a elimi uzattım kaldırmak içindi. Kaldırırken anında yanağımı öptü ve gülümsedi. +Bunu neden yaptın? -Dün beni öperken iyiydi ama :)
O sırada Aslı kapıya geldi ve "Babası, seni çağırıyor." diyerek içeriye gösterdi. Naz'dan müsaade istedim. "Haberleşiriz" diyerek telefonumu gösterdim. Olumlu bir şekilde başını salladı. "Prensesi bir göreyim öyle işime dönerim."
+Babasının gülü, söyle prensesim. -Baba, dışarıya çıkmak istiyorum. +Tamam kızım zamanı gelince lunaparka gideriz hep beraber. Olur mu? -Hemşire abla da gelecek mi? +Bilmem,(Naz'a bakarak) Gelmek ister misin? +-Neden olmasın? Önce iyileş sonra gideriz prenses. -Bilekliğin çok güzel. (Naz bilekliği çıkartıp Cennet'in sol koluna iki halka yaparak takar.) -Teşekkür ederim abla. +-Rica ederim güzelim. Görüşmek üzere.
O sırada yan yatağına geçip Aslı'yı göndermek istedim biraz uyumam gerekiyordu, gitmek istemedi. Nişanlısıyla vakit geçirsin diye.. "Gerek yok sen uyu yatağında, nişanlım buraya gelip prensesi görmek istedi." "Tamam gelirken iki paket sigara alsın size zahmet" diyerek biraz kestirdim yatağımda. Aslında nişanlısı Ertan'ı kardeşim gibi severim. Biraz zaman geçince geldiler ama beni uyandıramadılar. Arada bir Naz gelip kızımı ilgileniyordu daha doğrusu yanıma gelip üstümü örtüp düzeltiyordu. Uyandığımda kızım yatağında oturmuş bir şekilde Naz ile oyuncaklarıyla oynuyordu. Ama bu sefer hemşire önlüğüyle değildi. Sivil bir şekilde duruyordu.
Eyvah babamı uyandırdık diye gülüyordu kızım. Bende gülümsedim elbette. Kızımın gülüşü, bütün dünyaya bedel. Uyurken rüyamda eşimi gördüm bana sanki "Emre, artık mutlu olmalısın ve uyan" diyerek öperek uyandırmıştı sanki.. Cihazımı arıyordum bulamadım. Yatağının altına baktım yok. La nereye gitti bu diye endişeleniyordum. Naz hareketlerimi görünce anladı. Kalktı çekmeceye doğru, işitme cihazımı bana uzattı. Şok olmuştum tabi çünkü eşim de böyle yapardı. Bazen salonda uyuyakaldığımda önce cihazımı alırdı sonra kenara koyardı. Aklıma bu gelince, belki de rüyamda eşimin demek istediği mesajı anlayabildim. Özür dilerim sevgilim, dediğini yapacağım.
İşitme cihazımı alır almaz taktım. Naz "iyi misin şimdi?" diye sormuştu. Hâlâ uykumun etkisindeyim. İyiyim diye başımı salladım. Kafamı biraz ufak masaj yapıp kendime gelebildim.
+Sonuçlar ne diyor? Var mı bi gelişme? -Bu konuda dışarda konuşalım mı? +Ciddi bir şey mi peki? -Biraz öyle biraz öyle değil. Tamamen sana bağlı.. +Ben? Ben ne alaka? -Prenses şimdi seni giydiriyoruz ve lunaparka gidiyoruz. Değil mi babası? +Gidelim de önce yemek yiyelim. Kızım aç mısın? +-Hayır baba. Naz abla ile yemek yedik burada. +Demek bensiz ha? Hani bana yemek? -Özür dilerim baba. Yemek çok güzeldi. +Özrüne kurban olurum ben sana. Naz, kaça kadar bizimle olursun? Ve sizinkiler sıkıntı olmasın? -Yalnız yaşıyorum ve yarın izinliyim. Hiç sıkıntı olmaz benim için.
Böylece üçümüz hastaneden çıktık. Kucağımda kızımla birlikte lunaparka gidiyoruz. Aslında yere bırakmak istemem çünkü bacakları tam tutmuyordu diye. Naz da uyarmıştı şimdi sırası değil diye. Lunaparka geldik. Kızım en çok istediği atlıkarıncaya binmekti. Bindirdim ve kenara geçip kızımı izliyordum. Bir yandan Naz'la sohbet ediyorum.
+Hadi konuşma zamanı şimdi. Durumu neymiş ve ben ne alaka? -Kızında hiç bir şey yok bacaklar anormal dışında. Çocuk doktorla görüştüm aslında ilgisizlikten ve ailenin yanında tutmak gerekiyordu. Anladığım kadarıyla kızını ilgi vermiyorsun ve baba özlemi yaşadığı için bu tür davranışlar olması normal. +Yani tüm suç bende. Allah kahretsin bu hayatı. Ben zaten kendime bile zar zor bakıyorum. Kızıma nasıl bakacağım ki? -Bir de annesini özleyince.. +Tamam tamam demek istediğini anladım.
Canım sadece barlara gidip kafamı dağıtmak istedi. O sırada Ertem'e mesaj attım müsait olup olmadığına sordum. Müsaitlermiş ve Aslı'yla yanımıza geldi. Durumu Aslı'ya anlattım bi kenarda. Ertem de bunları duyup üzgün bir şekilde kızımın yanına gitti. Aslında kızım en çok Ertem abisini sever. Kucağımıza almak istesek, Ertem abisini tercih eder. En azından ben olmasam kızım güvende olacak diye kafam rahat olurdu. Buna seviniyorum işte. Ben de Ertem'in yanına gelip kızımı öpüp kokladım Ertem'in kucağından. Aslı'ya dönüp
+Bacım kızım bir iki günlüğüne sizde kalabilir mi? Gerçekten hiç de iyi değilim. Kızım beni bu şekilde görmesin. -Emre tamam sorun değil. Kiminle takılacaksın ve nerelerde olacaksın? Biliyorum kafanı dağıtacağını. En azından birini çağır da seni güvende tutsun. Ya da İskender abimin mekana git. +Bilmediğim bir yerlere yalnız başıma gitmek istiyorum. +-Merak etme ben yanlarında olurum. İstersen numaramı verebilirim. Bir şey olursa paslaşırız. -Çok saol Naz. Azıcık kenara gelsen.. Emre eğer ağlarsa sakın durdurma. Gözü dönüyor ve olay çıkarıyor bu sefer polisler başında oluyor. Sakinleştirirsen sadece sigaranı uzat ve enseni okşa. O şekilde kendine geliyor. Çünkü ablam öyle yapardı sakinleştirmek için. +-Başka alternatifi yok mu? -Maalesef..
0 notes
Note
yazdığın şeylerin hepsini uyguluyordum hayatımın bir döneminde. o dönem hayat kalitem inanılmaz artmıştı, hayatımda her şey o kadar yolundaydı ki. şu an çoğunu yapmıyorum ve sıkıntılı günler geçiriyorum. inşallah eskisinden de iyi bir duruma döner bu hal
Dün ailecek kendimiz hakkındaki sorunlarımızı konuştuk. Bunları nasıl çözeriz diye birbirimize dışarıdan bakan göz olarak tavsiyeler vardik. Çoğu şeyi yapıyoruz evet ama bunları yaparken bazı şeyleri de atlıyoruz. Bazen de (abimin tabiriyle) araçları amaç olarak görüyoruz ve hayatımızda bozuk pek çok şey düzelmiyor.
Ben bunlardan bahsettiğimde abim bana hadisler okuyarak yukarıdaki konuların ehemmiyetini hatırlattı. Biz de günlük sorunlarımızı 'Namaz bütün kötülüklerden alıkoyar.' diyerek önce namazdaki eksikliklerimizi hallederek çözmek istedik.
Bunu neden anlattım bilmiyorum anonim ama eminim ki benim gibi senin gibi bu konular hakkında düşünen pek çok kişi var. Ben de burdan paylaşarak hatırlatmak istedim.
Bu maddelerle başlayıp artık hayatımı prime moduna geçirmek istiyorum. Hareket şart..
Bu vesileyle herkesi de davet ediyorum🤍
1 note
·
View note
Text
Bunu yazıp uyuyacağım.
Sanki dünya üzerinde bana empati yapabilecek tek bir insan yokmuş gibi hissediyorum. Detaylıca düşündüğümde bu bir teoriye dönüşüyor ve aslında kimse tam olarak bizim yerimizde olamayacağı için tam olarak empati yapamayacak. İşte bu noktada olması gereken şey anlayış.
Anlayışlı birini bulmak çok zor olduğu için yıllarca hep kendi kendime mutlu olmaya çalıştım. Ama bu aralar sürekli içimi dökme ihtiyacı hissediyorum ve ağzımı tutamayıp sürekli arkadaşlarıma yaşadıklarımı anlatıyorum. Söyledikleri beni tatmin etmiyor ve bu sefer de kendimi çok fazla açmış ve savunmasız hissediyorum.
Bi arkadaşım sürekli, bana yalnızlık güzellemesi yapma diyor. Yalnızlık aslında gerçekten yalnız olmadığında, o an yalnız kalmayı seçtiğinde güzel. Kendimi yalnız kalmaya, bunu sevmeye alıştırmaya çalıştım hep. Ama her seferinde insanın insana muhtaç olduğunu görüyorum.
Bugün yaşadığım bir olayı anlatıcam. Moralim bozuktu. Üzgündüm. Ve üzgünken mantıklı düşünemiyorum. Özlediğimi sandığım, küs olduğum bir arkadaşıma özür mesajı attım birden. Küstüğümüz zaman kötü bir kavga etmiştik. Ben ona hakaret etmiştim evet ama o da bana kötü sözler söylemişti. O zamanlar ben de çok kırılmıştım. Onunkinden daha büyük sözler etmiş olabilirim ama ben de kırgındım.
Bu olayın üzerinden bir yıl geçmişti. Özür mesajım çok kötü bir tavırla karşılandı. "Zaten bana yazacağını, vicdanını tatmin edeceğini biliyordum. Özrünü kabul edemem." Tarzı bir şeyler yazdı. Ben normalde kimseden özür dileyen bir insandım zaten ki sen sana yazabileceğimden nasıl emin olabiliyorsun? Diye düşünürken neyse dedim yine alttan alayım. Aklıma düştüğünü, yakın zamanda başka bir arkadaşımın da benden özür dilediğini, özür dilemenin kötü bir şey olmadığını anladığımı vs. söyledim.
Ama tüm bunları yazarken, zamanında bu kızla neden küstüğümü unutmuştum. Yazdıklarımı tamamen farklı bir noktaya çekerek bana saldırmaya, hakaret etmeye başladı. Defalarca yüzsüz dedi. Sen kötü birisin dedi. Mutluluğumu kıskandın, sen mutsuzdun dedi. Olayın şokuyla biraz kaldım.
Öncelikle bu zamana kadar her kavgadan sonra bana yazan oydu. Ve ben hep kabul ettim. Bir insanın özrünü kabul etmesen bile bu şekilde bir tavır çok yanlış. 22 yaşına gelip de büyüyemeyen, bunları öğrenemeyen bir insanın olması ne acı.
Ardından bana saymaya ve sövmeye devam etti. Bencilsin. Kendin gibilerle karşılaş. Bir bilse kendim gibi birini ne kadar çok istediğimi...
Bu böyle delirince ben de saldım ve yazmıyorum daha diyip çıktım. Tabi sonrasında uzunca bir süre o şoktan çıkamadım. Çünkü ben hayatım boyunca böyle sözler hiç duymamıştım. Etrafımda bana asla böyle şeyler söyleyen kimse olmadı. Bu ruh hastası kızın tedaviye ihtiyacı olduğunu o an anladım ve kendisine acımaya başladım.
Fakat şoktan çıkamayan vücudum tepkisini ağlayarak verdi. Zaten moralimi bozan bir konu vardı, üstüne bu da gelince dakikalarca ağladım. Sonra da kalktım namaz kılıp dua ettim. O kızı da Allah'a havale ettim.
Olayı birkaç arkadaşıma anlattım. İnsanız takma dedi. Böyle olaylar yaşanır. Ama ders olarak, haketmeyen bir insandan boş yere özür dilememem gerektiğini öğrendim. Ve kırgınlık beni bir kere daha pişirdi.
Kalbim çok kırıldı aslında. Birinin size kötü birisin demesi kolay değil. Fakat öyle olmadığımı ben biliyorum. Herşeyden öte Allah her şeyi görüyor ve biliyor. Ben kimseye hayatımda öyle sözler etmedim. Belki 1 yıl önce o kavga ettiğimiz zaman ben onu kırdım ve kötü sözler söyledim, ama Allah özür dilemeyi şimdi nasip etti. Şimdi akıllandım ve suçumu kabullendim.
Özür dileyen bir insan olarak bunları duymak beni dehşete düşürdü. Şimdi ise sanırım daha güçlüyüm. Bu kötü olayı da geçmişe gömüp uyumaya çalışacağım. Allah'ın içimi bilmesi, kötü bir niyetimin olmaması ve en önemlisi benim kötü söz kullanmamam bu gecenin sonunda her şeye bedel...
0 notes
Text
sesli düşünce.
. ''abi bu ülkenin yarısı aptal''
Yazımı şu telkin ile başlatmalıyım sanırım; Şu entelektüel züppeliğini kenara bırak ve yazıyı okuyacaksan öyle oku. Okumayacaksan, meşhuuurr seçkin sınıfına geri dön canım. Bu zaten sesli bir yazı.
Seçime dair söylenmeyeni söylemeye çalışmak çok zor. Çünkü o kadar çok zeka, o kadar geniş konularda, o kadar çok fikir beyan ettiler ki.. Söylenmeni söyleyeceğim diye zırvalamanın alemi yok. Ama tabi ben bu yazıyı biraz daha detaylı ve önem vererek yazabilirdim. Bunu tercih etmedim. Biraz fren patlatmanın kime ne zararı olur ki? Seçimi kim kazandı, kim kaybetti, neden kazandı, neden kaybetti, Sinan Oğan iyi oy aldı, deprem bölgesinin tercihi.. Bunlar konuşulur. Konuşulsun. Fakat ben inanıyorum ki muhalefet, insanımızı tanımıyor!
Paul Connerton'un Modernite Nasıl Unutturur kitabında izah ettiği mantığa çok benzer bir tanımama hali. Paul Connerton diyor ki; ''Topografyayı bilmekle tanımak farklıdır. Bir yapıyı tecrübe etmek, onu kendinin kılmaktır''
Ben muhalefetin oy beklediği ciddi büyüklükte bir kitleyi, tecrübe edebilecek yetenekte olduğunu DÜŞÜNENLERDENİM fakat. Her seçim duyduğumuz sancının, meseleye böyle bakamamakla icat olduğunu düşünüyorum.
Pek çok meseleyi o kavramın kuyruğuna bağlar ve kendimizi meseleyi bir çırpıda izah etmiş sayarız. Öyle saydığımız için Sinan Oğan'ın beklenmedik oy oranını sadece milliyetçilikle izah etme hatasına düşüyoruz. Madalya kazanan sporcularımızın ağlaması salt milliyetçilikle açıklanabilir mi? Başarı karşısında ağlama halini, salt milliyetçikle açıkladığın an; ağlamanın ''başarabilmiş'' olmakla ilgili olduğunu ıskalarsın! Toplumumuzun başarmaya aç olduğunu ıskalarsın! Tüm başarısızlıklarımızı, tüm yetersizliklerimizi ''Adamlar yapıyor'' hayıflanmasına sığdırdığımızı ıskalarsın! Bu toplumun, başarmakla olan derdinin dermanını bir türlü bulamadığımızı ıskalarsın! Bu ıskalamanın neye mâl olduğunu da, belki seçimlerde anlarsan anlarsın!
Bedri Rahmi Eyüpoğlu meseleyi şiirine taşımış ve demiş ki; ''En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil Çünkü sen ne tarih ne coğrafya Ne şu ne busun Oğlum Mernus Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.''
E şimdi ben bunları neden anlattım? İlişiği nedir bu anlattıklarımın? Bir ucu bağlı ama diğer ucu rüzgarda uçuşuyor değil mi?
Cemil Meriç, sanırım Kırık Ambar kitabında der ki; " Bir adamı tanımak için düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lazım hiç degilse. Hayatının maddi olayları ile ancak kronoloji yapılabilir. Kronoloji : aptalların tarihi." Sağlıcakla..
3 notes
·
View notes
Text
Siyah Beyaz Gıdılar Renkli Sohbetler
✍🏻 Nilgün Sezeralp
https://www.gundemarsivi.com/siyah-beyaz-gidilar-renkli-sohbetler/
COVİD 19’lu 2020 BAHARI
Kaldırıp koymasan bile üç mevsimi bir tarafa, en çok baharı severdin. Ne çok bahar gelip geçti sen gideli… Hani şarkıdaki gibi; tadı yok sensiz geçen ne baharın…
Gittiğinden beri ben, bir aceleyle kovalıyorum baharı ki sorma… Nisan 1 dedi mi, dalıyorum içine. Koşar adım yürüyorum, ihmal etmeden selamlamayı çiçeği, böceği. Ne kadar hızlı, o kadar çabuk bitip dönsün diye evine…
Sekizinci bahardı. Çok koşmuş olmalıyım ki doktorlar verdiler elime iki değnek; ”Otur ya da yat!” dediler. “Peki,” dedim…
Geçmek bilmedi geçtiğimiz bahar. “Oh!“ dedim. İyiyim artık. Koşamasam da yürürüm yavaş yavaş, sonunda biter gider olmasa da çabucak… Amma velakin bu kez de Covid 19 geldi kuruldu baharın içine. Hem de başköşeye.
Sen şimdi soracaksın, ‘O da ne?’ diye. Öldürücü bir virüs tüm dünyayı sardı baba. Bırak yürümeyi, dışarı bile çıkamaz olduk. Düşün ki, gelemedik sana bile. Çiçekleyemedik gömütünü, toplanamadık dostlarınla, sevenlerinle…
İşte ben bunları anlattım ya sana, hay anlatmaz olaydım! Daha o gece geldin kuruldun rüyamın başköşesine. Nasıl öfkelisin. Önce anlamadım ne demeye çalıştığını. “kor o… ona… kor…”
Ama baba!…
***
Neyse babam, öyle işte! Nasıl bir süreçten geçtiğimizi daha iyi anlayabilmen için paylaştığım bir anımı da anlatayım sana.
SİYAH BEYAZ GIDILAR RENKLİ SOHBETLER
Salgından bu yana bir kaç kez yürüyüş yolunda yürümüştüm. Dün ilk kez çarşıya gitmek zorunda kaldım.
Ücretsiz seyahat etme hevesi kursağında kalan eşimin, “Ben seni bırakıp döneyim,” önerisini kabul etmedim. Malum, şu sıralar bizim olduğu kadar devletin de paraya gereksinimi var.
Çarşıya geldiğimde, işimin olduğu dükkânın camında – İçeri Teker Teker Giriniz – uyarısına uyarak kapı önünde beklemeye başladım. Bir süre sonra adamın biri bir hışımla rüzgâr gibi yanımdan geçip, içeri daldı. İşinin çok acil olduğunu düşünüp, sesimi çıkarmadım. Hemen ardından bu kez bir kadın, kedi gibi usulca yanımdan süzülüp içeri girmek üzereydi ki, ”Pardon! Sizce ben neden burada bekliyorum, konu mankeni miyim?” soruma karşılık, konu için bile olsa manken olamayacağımı düşünmüş olmalı ki, “Siz de girin içeri,” cevabına karşılık, “Lütfen!..” derken, görevli müdahale etti. Kadın arkama, içerideki adam dışarı, ben içeri girdim.
Maskeli görevli eliyle masasının önündeki tekerlekli sandalyeyi işaret ederek, “Oturun lütfen,” dedi.
Oturdum. Ancak baktım mesafe çok yakın, çift maskeme de güvenmeyip, şöyle birazcık uzaklaşayım düşüncesiyle kendimi geri atmamla, koltukla birlikte camekândan dışarı fırlayacaktım neredeyse. Herkesin, ‘Aman dikkat!’, demesiyle, bu kez yavaş yavaş, gülerek, ileri doğru gelip, makul bir yerde durdum.
***
Dışarı çıktığımda diğer işlerimi görmek için yürümeye başladım. İnsanlar banklarda ikişer üçer oturuyorlar, biz evde bile o kadar yakınlaşmıyoruz.
Neyse, bu kez başka bir kuyruğa girdim. Dükkânın önündeki dinlenme yerinde iki kadın oturuyor. Gıdılar siyah beyaz, sohbetler renkli…
–Konu komşu göremez olduk vallahi, ben de hava alayım diye indim çarşıya.
-Siz nerede oturuyorsunuz?
–Ben çocuk parkının yukarısındayım.
-Çoluk çocuk?
–İki kız, bir oğlan.
-Allah bağışlasın.
–Benim de var ama uzaktalar. Oğlan desen ne arar ne sorar…
…
…
Dükkâna girdiğimde koyulaşan sohbet, çıktığımda demini almıştı…
***
Alış verişim bitince anneme doğru yola koyuldum. Yapay şelalenin önünden geçerken babamı düşündüm. Birkaç adım önümde yürüyordu. Eskisi kadar hızlı olmasa da…
Zile bastım, annem kapıyı açtı. Çiçeğini verdim uzaktan, öpmeden, sarılamadan…
Yine üzüldü. Yine şaşırdı içeri girmememe…
***
Sonunda Gar durağındayım. Tramvayda birkaç kişi olmasına seviniyorum. Birkaç durak sonra kalabalıklaşıyor ama. Arka koltukta oturan adam, arkadaşıyla sohbette. Elbette maskeler gıdıda… Şekeri 130’a çıkmış. Çok mu diye soruyor, diğeri bilmem diyor. Derken adamda bir öksürük, bir öksürük! Çift maskemin içinde nefesimi tutmaya çalışıyorum. Dışarı çıkma nedeninin evde patlamak üzere olduğunu anlayınca, patlattığım gözlerimle bir hışım adama döndüm. Siyah maskemle, patlatarak baktığım siyah kalemle çerçevelenmiş gözlerime boş boş baktı…
O an iftar sonrası, “Çayın yanına patlat bi mısır da yiyelim hanım,” der gibiydi…
***
Yahya Kaptan’a geldiğimde eşim karşıladı. Elimdeki poşetleri aldı. Arabamızla eve geldik…
Yemekten sonra gözüme kavanozdaki mısırlar ilişti. Hızla kapadım dolabın kapağını…
29 Nisan 2020
Nilgün Sezeralp
Not: Önizlemedeki karikatür Rıfat Sezeralp’e aittir. Gündem Arşivi’ne arşivimden bu yazımla başladım. Keyifli okumalar…
0 notes
Text
🎯 GELELİM MEDYA'NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ MESELESİNE 🎯
2008 yılında tarihinde ilk kez bin masum çalışanı toplu bir şekilde işten çıkardı emperyalizmin finans karayolu holding bankası.
İsmini yazmıyorum ismi batsın.
Zaten şer denizinde o holdingin amiral gemisi banka olarak ifade ediyorlardı.
Kitabım Mobbing Bank Türk Fırtınasının gemi kılığında yazılmış olması bu sır ile ilgilidir.
O tufanda kurulduğu gün itibarı batırıldı.
Bu holding bankasının yola çıkma niyeti sahih değildi. İsrail terör örgütünün devlet olması, ülkemizde iktidarın Adnan Menderes denen işbirlikçiye verilmesi, o terör örgütünün devlet olarak kabul edilmesi ve her mahallede bir milyoner üreteceğiz niyeti ile bu bankanın kurulması aynı yıllarda aynı paralelde aynı amaca hizmet etmek için gerçekleşti.
İşte böyle bir düşmanlığın kalesini içten yıkan bir sırra vakıf oldum.
Bu bilgileri ilk kez okuyorsunuz.
Bunları neden anlattım.
Bu holding dün geleceğimizi kimseye vermiyoruz dedi Atatürk ile aldatmaya kalkarak bu beni çok kızdırdı.
Diğer holdingi uyarıyorum sakın 19 Mayıs 2024 günü Türk'ün doğum günü Atatürk ile kimseyi aldatmaya kalkmayın.
Rezil ederim.
Neyse konumuza gelelim medya maymunluğunu iki yüzlü iğrençliği anlatmak zorundayım.
Holdingler arasında da para kavgası var.
Birbirine çıkar satıyorlar.
Bu banka bin çalışanı işten çıkartınca Haber Türk kanalı şantaj maksatlı yoksa haber değeri için değil çünkü asla öyle bir dertleri yok. Teke tek programında bu toplu işten çıkarmayı haber yaptı.
Hemen müdahale edildi. O güne kadar bu banka bu kanala reklam vermiyormuş.
Bundan sonra reklamlar bu kanala akmaya başladı.
Böyle bir medya ve böyle bir ahlak yoksunu çıkar ilişkisi istemiyoruz.
Bunu devrim ile bitireceğiz.
Şimdi bir kanal var sürekli isim değiştirerek dönüp duruyor.
Sermayenin talebi ile daha düne kadar birlikte ülkeyi özelleştirme adı altında soyan ve soyduran bugün ki zihniyetin sarayını israfı halkın içine düştüğü durumu eleştirerek yerine başka bir sermaye işbirlikçisi bulmak için toplumu para karşılığı satılarak aldatıyor.
Başında da bir hemşehrim var. Utanıyorum buna alet olmasına.
Bu kanal kime ait düşünün.
Bugün bütün yayın yapan kanallar Türk ulusunun aleyhinde reklam parası karşılığı bize ihanet ediyorlar.
Cehaleti aldatma tiyatrosu oynanıyor.
Medyası paraya satılan bir ülkenin düşmanı o parayı veren sermayedir.
Bu sözde bu devrimin efsane sözü olacak.
2015 yılından bugüne mahşer tufanı ve canlı ölüler ibreti (21 Aralık 2015-21ocak2016) yaşandı diye yazıyorum. Bilinçli bir şekilde. Medyanın bunu esir oldukları için görmediğini biliyorum. Siyasetin bunu esir oldukları için görmediğini biliyorum.
Bende şimdi sırrım gereği günlerini gösteriyorum. Bunu yaşadınız diye.
Ey şeytana ve güce tapanlar imana gelemiyor musunuz?
O zaman siz insan değil canlı ölüsünüz.
İbrete maddi delil isteyenler alın size maddi delil.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#medyanın İkiyüzlülüğü
0 notes
Text
Geçmişte kalmak
bugün kendime dair yazmak istiyorum. sevilmemişliğime dair. bazen haksızlık ettiğimi düşünüyorum yalan yok. birbirimizi hissederek sarıldığımız o büyülü an, sadece birbirimizi hissederek uyuduğumuz gece ve hüzünle karılmış gülüşlerimizle yaptığımız kahvaltı, az da olsa heyecanlı buluşmalarımız... hiçbiri aklımdan çıkmıyor. Böyle anlar sana haksızlık ettiğimi düşündürtüyor. Ama sonra, soruyorum kendime. Peki neden bir kere gözlerine bakıp sevgisini söylemedi, kırgınlıklarını ve yaralarını bile bile niye tekrar etti yalanlarını... Çok acı çekiyorum. inandırdı mı, çabaladı mı, hissettirdi mi? Seni güvenden yaralayan biri nasıl yapmalıydı? Çok soru soruyorum kendime. Ancak biliyorum ki bunların yanıtları bende değil.
biliyorum çok hata yaptım, farkındayım. senden uzaklaşabilmek için birine tutunmak ne büyük hata. ama biliyorsun sana içtenlikle anlatmıştım nedenlerini. böyle bir şeyin nedeni olur mu diyecek çok insan vardır sanırım. şimdi ben de söylüyorum. Seni inkâr edebilmek çok zordu, yapamadım zaten. o günkü sorularım şöyledi: ne istiyorum? çaba, sevgi ve güven. Aslında senden istiyordum bunları. Çünkü ne istediğimi bile sen belirlemiştin. Yani soru da sen, yanıt da sen. Farkındaydım aslında bunun, sadece anlatamadım.
2 defa çok istedim. İnanmamalarımın, güvenmememin sıkışıklığında sana inanmayı çok istedim. Kendimce ben risk alırken sen sadece öylece durdun. Ve en önemlisi dururken beni yaralamaya devam ettin. İlk yalanında güvenden, diğer yalanında sevgim/nden yaraladın. Sonra ise çaba göstermemenle ve tüm kararı bana yüklemekle.. aşamıyorum.
seni aşamayacağımı da biliyorum. düşünüyorum hiç oturup dertleşmedik, hislerimizi paylaşamadık içtenlikle. hep çekinmeler, hep kaygılar, hep korkular eşlik etti bize.
ve son görüşmemiz sevilmediğime öyle inandırdı ki beni. asla görüşmem desem de kendimi, kişiliğimi bir yana bırakıp geldim seni görmeye. bunu anlaman lazımdı. ya veda edecektik ya yeniden merhaba diyecektik. belki de beklememem gerekiyordu. olduğun gibi kabul etmek, hislerimin peşinden gidip yaşamak ve bu histen kurtulmak. o görüşmemizde de bir şey söylemedin. inandırmanı istedim, sevgini duymayı bekledim, ben bekledim. çünkü benim seni görmem beni aşan bir eylemdi ve bunu en iyi sen bilirdin diye düşündüm. güvenden ve sevgisinden yaralanmış bir kadın olarak gelmiştim. üstelik senin tarafından yaralanmış. bilmiyorsun, ben o masada ve o günde kaldım. seni görmemek ve sana gelmemek için neler yaptığımı üstü kapalı anlattım. tüm tercihlerimden eylemlerime kadar yapabileceğim en kötü şeyleri yapmıştım gerçekten. döndüm, geldim çünkü biliyordum beklentilerimin karşılığı sendeydi. sen beni üçüncü defa yaraladın. ne istiyorsun, ne yapacaksın gibi sorular sadece ağzından bir şeyi duymak içindi. ne yazık ki olmadı. gülerek yürüdük vedalaştık. ben seni belki bir daha göremeyeceğimi düşünerek ayrıldım yanından. seni bilmiyorum... annenle görüşmemi istedin ardından. bu ciddiyetini mi gösteriyordu bilmiyorum. ama sana inanmak isteyen ve sevgini hissetmek isteyen birini başkasının sözleriyle ikna edemezsin. ben sana soru sorarken sen telefonunda arkadaşlarınla gideceğin tatili planlıyordun. sadece elimi tut, sarıl, öp ve anlat istedim. beni ikna et!
incelikler düşünüldüğünü hissettirir insana. benim için sana yazmak kendim için bir devrimdi. senden ziyade kendim için yaptığım bir eylemdi. seni görmekse ikimiz için bir çabaydı. heyecanımı, korkumu, kaygımı en iyi ben biliyorum. nasıl geldiğimi, içimden geçenleri, dualarımı ben biliyorum. ama sonunda seven ve sevmeyen senin tarafından sınıflandırıldı. ben, sevmeyen ve bi-şeref olandım.
benim hatam çok biliyorum. onları da yazıyorum ve yazacağım da. hiçbirinin üstünü örtmüyorum. ama biliyorum, benim hatalarım benimle ilgiliydi. Seni sonuçları ilgilendirdi. senin hatalarınsa sebep ve sonuçlarıyla tüm hayatımı etkiledi. tüm seçimlerime bulaştı. bitmiyor hâlâ.
seni affetmek affedebilmek arzusu, seni tekrar görmek ve sarılmak arzusu, çok yoruldum sarılalım mı demek arzusu, susup omzuna yaslanmak arzusu, neler yaşadın neler değişti öğrenmek arzusu... bunlar her anımı etkiliyor. yaşayamıyorum. yaşamda ilerleyemiyorum.
bir çocuğum olsun isterdim mesela. belirli şeyleri çoktan tamamlamış olmayı isterdim. sağlık isterdim. huzurla nefes alabilmeyi isterdim. rahatlıkla uykuya dalabilmeyi isterdim. senin derdine, arzularına, hayal kırıklıklarına, hayallerine ortak olabilmeyi isterdim. Ortak etmek isterdim kendime seni. biz olabilmek isterdim.
öyle çok detay var ki.
hadi dönelim geçmişe, dinleyelim "Böyle mi Olacaktık?"...
0 notes
Text
Benim gibi biri bile bazen bir şey yazmak istemeyebiliyor.
Teknik olarak tumblru 2016 da bırakmıştım. Asosyal biri için süper sonuç bunca yıl.
Her ne kadar burda tam tersi bir imaj çizmişsem de üniversite yıllarımdan bu yana ne yeni arkadaşlarla tanışmak istedim, ne konuşmak.
Orjinal halim anlaşılsın diye anlatıyım bu konusuzlukta:
Bir ara burda birisi bana günde üç beş mesaj atıyor. Yanıt yazmıyordum. Sonra neden yazmıyorsun diye sordu. Ben de çalışırken internetimin tesadüflere bağlı olduğunu eski bir telefon kullandığımı bu nedenle de mesaj filan görmediğimi anlattım ama biraz da bahane, mesajları görsem de yanıt yazmıyordum.
Durumu kabullendi ama bu sefer de yanıtlarımı beğenmedi. Çok kısa yazıyormuşum. Konuşmak istemeyen biri gibiymişim.
Ben de inkar etmedim. Gerçekten kimseyle konuşmak, kimseyi tanımak istemiyorum dedim.
Tabii çok özel nedenler değilse nedeni nedir diye sordu.
Ben de açıkladım: İyi deneyimler yaşamadım. Benim özgün durumumda konuşmak boş. En geç bir iki ay içinde ya sen beklentiler geliştireceksin, ben o beklentileri karşılayamayacağım, ya ben bir arkadaş olarak senden beklentiler geliştireceğim, sen onları karşılamayacaksın. Sonra birbirimize sessizce kızacağız. Sonrada konuşmayacağız. Hep böyle oluyor, tecrübem böyle, o yüzden daha tanımadan seninle konuşmanın vakit kaybı olduğunu biliyorum dedim.
Tamam sen yanıt yazmasan bile ben yazarım. Senden hiç bir şey beklemiyorum ve ilerde de beklemeyeceğim, yazdıklarımda seni rahatsız ederse engellersin olur biter, buna kızmam kırılmam dedi.
---
İşte istisna bir kişi. Biliyorum ki ben dahil büyük çoğunluk böyle bir durumla karşılaşsa ısrar etmez, O'nun yerinde ben olsam belki kibir sayarım, bırakırım ne hali varsa gördün diye.
Bunları öylesine anlattım ama az önce daşbordda ki gönderiyle uyumlu oldu. Metin ingilizce de türkçesi sanırım şöyle: İsteyen yapar. İsteyen en zor şartlar altında bir çözüm bulur. İstemeyen şartları öne sürer, bahaneler üretir.
Benim hayat tecrübelerim de bu sözleri doğruluyor.
░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░
İlk kez bir NBC filmi bitirdim. Kuru Otlar Üstüne filmini izledim. Filmin görüntüsü güzel. Başrolde kar var ve filme asıl güzellik katan kar.
Senaryonun akışını çok beğenmedim. İki saat on dakika sürmesi gereken filmi 3 saat 1o dakikaya neden tamamlamış anlayamadım. Nedir ki bunca film çekmiş bir insanın içinde ki mesaj tutkusu? Seyirciye ilk kez mi ulaşacak? Sessiz sinema gibi çektiği diğer filmlerine inat olsun diye mi koymuş bunca ağır diyalogları ve monologları?
Filmin iki saati usta işi sürmüştü bence ondan sonra akış rayından çıktı. Her filmde olabilecek bir bahtsızlık, karakterleri zorlamak. Daha çok dizilerde ortaya çıkar bu sorun. Senaristler konuyu geliştiremez. O zaman bütün yükü oyuncuya yüklerler. Bir karakter birden o ana kadar çizdiği imaja ters davranmaya başlar, dengesizleşir.
Film de de bu karakter zorlaması mesaj tutkusu yüzünden ortaya çıkmış gibi. Az çok bir ahlakı var gibi görünen, entel dantel iki öğretmen bir anda şeytani işlere girişiyor. O kadar entel bir adam bir kışkırtmayla arkadaşına düşman oluyor. Olmaz. Film bana o değişimin gerekçelerini anlatamadı. Zaten o andan itibaren de usta işi değil amatör işine döndü film.
---
Güzelliklere güzel hafta sonları...
0 notes
Text
Canım çok acıyor baba.. İlk darbeyi sen vurdun hep. Senden sonrası, sen gibi acıtmadı zaten. Ama baba, bütün bunlara rağmen hiç mi sevilmeyi hakketmiyorum ben? Yoksa sen bile beni sevmemişken, başkası neden sevsin ki beni dimi? Çok acıyor baba. Babamla görüşmüyorum dediğimde susuyorlar biliyor musun? Sanki 'o öldü' demişim gibi. Ama haklı değiller mi bi yandan. Ölmedin mi sen? Kalbimde. Sen bizi de öldürmedin mi? Kalbinde. Seni özlememek için kendimle savaşım var içimde. O savaşı kazanmak için herşeyi yapıyorum. Ama biliyor musun bazen baba demeyi bile çok özlüyorum. O savaşı kaybediyorum. Ama seni özlememek için her şeyi yapıyorum. Çünkü sen özlenmeye değmezsin. Bunu biliyorum. Çünkü sen, benim şuan bunları yazma sebebimsin. Ve yine şunu biliyorum ki, sen bizim erken büyüme sebebimizsin. Bizi anlamını hiç istemedim aslında. Sadece gör istedim. Bak demek istedim. Senin burda da çocukların var.. Babasına aşık bir kızken, babasından nefret eden bir kız oldum ben. Senin parmak izlerin var yaralarımda. Ve sen o yaraları da görmedin. Başkaları yarayı kapatsın istedim. Onlarda sen gibi yaptılar, yarayı açtılar ama yarayı görmediler. Onlar görmedikçe gizledim bende. Sakladım. Onlara da kelimelerimle anlattım. Anlamadılar. Bende artık bu yaralı tarafımı herkesten saklamak için herşeyi yaptım. Onlarda asıl kişiliğimi yansıtmadığım bana inandılar. Yalana inandılar. Gerçeği görmediler.
1 note
·
View note