#abdülmecid
Explore tagged Tumblr posts
Text
Mâziden Âtiye Zârâfet
4 notes
·
View notes
Photo
Abdülmecid Efendi Şeyh Sivasi
On altıncı asrın sonlarıyla on yedinci asrın birinci yarısında, İstanbul’un en büyük şöhretlerinden biri olan bir Halveti şeyhidir. Halveti tarikatının Şemsiye kolunun kurucusu olan Sivaslı Şemseddin Efendi’nin kardeşi, “Tuhfetül Mülûk” ve “Ziyaiyyei Cami” şaritû şeyhi Muharrem Efendi’nin oğlu ve meşhur şeyh Abdülahad Nurini’nin dayısı ve mürşididir. 1563 (H. 971) tarihinde Zile’de doğdu, ilk tahsilini babasından aldı ve yedi yaşında Kur’an’ı hafız oldu. Tahsil, sülük ve terbiyesini amcası Şemseddin Efendi’den tamamladı. Devrinin ünlü şeyhinin yanında 1596 (H. 1005) tarihinde Eğri seferine katıldı ve orada ölen Pirizade Veli Efendi’nin yerine Zile’deki Halveti dergahına şeyh oldu. 1604 (H. 1013) tarihinde Sivas’taki dergahın ikinci postnişini ve amcası Receb Efendi’nin ölümü üzerine de Sivas’taki Şemsî dergahına şeyh oldu.
İlim ve irfan yolundaki ününü duyan Üçüncü Mehmed tarafından bir hatt-ı hümayun ile İstanbul’a davet edildi; büyük şehirde ilk vaazını Ayasofya Camii’nde verdi ve kısa bir süre de bu mâbedin civarında bir evde oturdu. Daha sonra, kendisine intisap eden ve zamanın Reisülküttabı Lâ’li Efendi tarafından hediye edilen Eyyub Nişancaaındaki bahçeye yerleşti. Kızlarağası Mehmed Ağa’nın Çarşamba’da yaptırdığı Mehmed Ağa zaviyesine şeyh oldu Private Tour Istanbul.
Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi tarafından cami haline getirilen Atpazarındaki Hüsambey Mescidi’ne de Cuma vaizi tayin edildi. İstanbul halkının vaazlarına gösterdiği büyük ilgi üzerine birkaç ay sonra Şehzade Camii’ne, bir süre sonra da Sultan Selim Camii’ne Cuma vaizi oldu. Sultan Selim civarında bir Sivaslı dergahı ile mescid yaptırdı. Bugün bu mescidin yeri Darüşşefakânın avlusuna katılmış bulunmaktadır; yık��lmış olan dergahtan da duvarı yarı çökmüş bir mezarlık kalmıştır. Sultanahmet Camii yapılırken “Temel şeyhi” olan Abdülmecid Efendi, temel taşı konulurken dua ettiği büyük mabedin halka açıldığı gün de ilk Cuma vaazını vermiş ve ölünceye kadar bu vazife üzerinde kalmıştır.
Üçüncü Mehmed, Birinci Ahmed, Birinci Mustafa, Genç Osman ve Dördüncü Murad devirlerinde ilim ve irfanı, fazilet ve kemaliyle büyük bir nüfuz ve hürmete mazhar olan bu din ve tasavvuf âlimi, mühim işlerde padişah ve devlet erkânı tarafından fikir ve reyine başvurulan bir sima idi. Kara yazıcı ve Uzun bölükbaşı isyanlarının bastırılmasında hükümete faydalı tavsiyelerde bulunmuştu. Dördüncü Murad’a Bağdat’ın İranlılardan geri alınacağını önceden bildiren kişi olmuş, padişah sefere çıkarken de Hazreti Ömer’in kılıcını beline kuşatmıştı.
Yüksek bir medeni cesaret sahibi idi; gördüğü yolsuzlukları açıkça söylemekten çekinmezdi. Birinci Ahmed’e sunduğu manzum bir şikâyetnamede, bu genç hükümdara memleketin ahval ve idaresinin bozukluğunu acı ve sert bir dille anlatmış, başarı için kendisine adalet ve meşveret tavsiye etmişti. Aşağıdaki satırlar, bu manzumeden alınmış beyitlerdir:
“Şeh-hü, mülkiyyeti kirişli, münşiba adem mi Bunu, dinli devlete layık nedir, ey fulûri, kinim.”
0 notes
Photo
Abdülmecid Rıza Paşa
Abdülmecid, Rıza Paşa’ya şu sözleri söyledi:
“Anlıyorsun ya, Paşa. Bizim doktor arkadaşlarının gönlünü kırmak istemiyor.”
Sonra doktora:
“Peki git, arkadaşlarınla konuş, yine gel. Paşa, bana bir kahve getirir misin?” dedi.
Konsültasyonda tedavi kararlaştırıldı. Yoğurt ve balık yağı verilecekti. Abdülmecid balık yağına çocukluğundan beri alışkındı. Reçete yazıldı. Doktor Zografos tekrar içeri girdi. Abdülmecid mutluydu, Rıza Paşa ile neşeli bir şekilde konuşuyordu. Doktoru görünce şöyle dedi:
“Arkadaşlarınla ne görüştün? Bakalım bana ne ilâç vereceksin?”
“Süt, Şevketmepa… Sonra halikığım…”
“Bravo! Balık yağını ben ilkken çok içtim. Boynumdaki şişleri hep o geçirdi, yıllardır başlamadı.”
Abdülmecid çok memnundu. Verilen ilaç teselli içindi. Doktor dışarı çıktığı zaman Rıza Paşa da arkasından geldi:
“Aziz doktor, seni tebrik ederim. Zatı Büyük bir ihsan ile de taltifinizi ferman buyurdu. Keyfi gayet yerinde, hatta yemekten sonra orta oyunu bile emrettiler.”
Vakit gecikmişti. Doktor çıkarken Kul lan Mehmed Ali Paşa’nın yaveri geldi. Mehmed Ali Paşa Abdülmecid’in hemşiresi Adile Sultan’la evlenmişti. Kaptan Paşa’nın kendisini dairesinde beklediğini ve hemen gelmesini söyledi. Doktor gitti. Kaptan Paşa tehditkâr bir şekilde şunları söyledi:
“Bana doğrusunu söylersen dost oluruz Private Guide Turkey, söylemezsen düşman oluruz. Ama bilirsin ya, düşmanlığım da çetindir.” Doktor açıkça cevap verdi:
“Paşa hazretleri, size söyleyeceğim şey gerçekten üzücü. Efendimizin düştüğü hastalık tedavi edilemez.”
“Daha ne kadar yaşar zannediyorsun?”
“Orasını Allah bilir, ama felâket yakındır. Şimdiye kadar ne kadar süre uzadıysa bundan sonra da uzayabilir. Bana dediğini başkasına söyleme. Bu meseleyi ne kadar saklarsan devlete o kadar hizmet etmiş olursun!”
Ertesi gün üç yaver birbiri ardına koştu. Doktoru saraydan istiyorlardı. Doktor Zografos, Abdülmecid’in hastalığına dair vardığı raporda vakayı şöyle anlattı:
“Saraya geldiğimde, Zat-ı Şahane’nin sabaha doğru birkaç kez bayıldığını, baygın olduğunu söylediler. Hastanın odasına girdim, ikinci başmabeyinci Ali Bey o gece nöbetçi olduğu için yatağın biraz ötesinde duruyor, hastanın müthiş iniltisi duyuluyordu. Ali Bey’e:
‘Neden burada bekliyorsunuz?’ diye sordum. Cevap beklemeden hemen tanın yatağına doğru yaklaştım. Sultan Abdülmecid gözleri tavana dikilmişti. Ağzı açık ve çok kuru idi. Nefesi sık sık kesiliyordu. Göğsündeki hırıltı fazlaydı, nabzı yavaşlamış, ateş tablosu aşılmıştı. Hulâsa, kendisini hiç bulamadı. Ali Bey’e:
‘Çabuk, doktor Kara Todonyi’yi çağırınız!’ dedim.
‘Fakat Efendimiz yalnız sizi istediler.’ dedi.
Ali Bey çıktı
‘Söylediğimi yapınız! Biraz su!’ Ali Bey çıktı. Elim muhtazının şakaklarında ve kollarında hafifçe masaj yaptım. Elle rini kolonya ile ovarak temizlemeye çalıştım. Başmabeyinci çabuk geldi. Elinde gümüş bir kap içinde az bir su vardı. Hristiyan olduğum için Padişah’ın dudaklarını bu su ile benim ıslatmama izin vermedi.
“Zemzem-i şerif, dedi.”
Birkaç saat sonra toplar atılmaya başlandı, bunlar Sultan Abdülaziz’in cülusunu kutlamak içindi. (Ahmed Refik, Sultan Abdülmecid’in vefatı, İkdam).
0 notes
Text
Osmanlı Torunları'na duyurulur...
İşte karşınızda Kafir Sultan...
#abdülmecid efendi#osmanlı#osmanlı kadınları#necla sultan#necla hibetullah sultan#cem akkılıç#islam#tayyip erdoğan#vahdettin
0 notes
Text
Ortaköy Mosque, Istanbul, Turkey: Ortaköy Mosque, formally the Büyük Mecidiye Camii in Beşiktaş, Istanbul, Turkey, is a mosque situated at the waterside of the Ortaköy pier square, one of the most popular locations on the Bosphorus. It was commissioned by the Ottoman sultan Abdülmecid I and its construction was completed around 1854 or 1856. Wikipedia
64 notes
·
View notes
Text
Ortaköy Mosque, Istanbul, Turkey: Ortaköy Mosque, formally the Büyük Mecidiye Camii in Beşiktaş, Istanbul, Turkey, is a mosque situated at the waterside of the Ortaköy pier square, one of the most popular locations on the Bosphorus. It was commissioned by the Ottoman sultan Abdülmecid I and its construction was completed around 1854 or 1856. Wikipedia
86 notes
·
View notes
Text
Gerçek Osmanlı Torunları...
Babası Kato Davut bey, Annesi Ayşe Hanım'dır. 24 Nisan 1911 tarihinde Sultan Vahdettin ile evlendi. 1912 yılında Şehzade Mehmed Ertuğrul Efendi'yi doğurmuştur. San Remo'da Vahdettin'e eşlik etti. 1929 yılında Vahdettin'in vefatından sonra İskenderiye'ye yerleşerek burada bir evlilik daha yaptı. 1948 yılında Türkiye'ye döndü. 1950 yılında Çengelköy'de vefat etti. Zarif ve şık bir hanımefendi olarak biliniyordu
Fotoğraf 1931 yılında Fransa'da çekildi. Son Halife'nin kızının elbisesini din-i İslam'a aykırı bulmadığı gözüküyor. Ayrıca kendisinin şıklığı da çağdaş daireye gösterdiği adaptasyonun ipuçlarını veriyor. Yazdığı 35 sayfalık bir makalede Osmanlı Padişahlarını tahlil etmiş, İkinci Bayezid'in içkiye düşkünlüğü yüzünden sefil, İkinci Selim'in 'sefih bir sarhoş' olduğunu ifade etmiştir. Abdülmecid Üçüncü Murad ve Üçüncü Mehmed'den 'Osmanlı Devleti'nin amansız cellâdı' olarak bahsederken, Dördüncü Murad için ise 'geleceğin en büyük hükümdarı olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş; devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terk ederek dünyadan çekilmişti' demektedir. Üçüncü Ahmed'in sefahat tarafından ele geçirildiğini söyleyen Halife, Sultan Abdülmecid'in 'içki müptelalığı yüzünden hayatını kaybettiğini' belirtecektir.
Sürgün yıllarında çekilen bu fotoğrafta Ömer Faruk Efendi, Sabiha Sultan ile birlikte görülüyor.
1923 yılında doğan Hanzade Sultan, son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin ve son halife Abdülmecit Efendi’nin torunudur. Mısır Hanedanı mensuplarından Mehmet Ali İbrahim ile evlenen Sultan, dünya sosyetesinin en güzel kadınlarından birisi olarak ün yapmıştır. Fotoğrafta kızı Prenses Fazile ile birlikte.
Arkada yer alan portredeki Padişah, 'Tanzimatçı' ve 'Gazi' olarak bilinen Abdülmecid'dir. 1839'dan 1861'e kadar hükmetti. 3 Kasım 1839'da Osmanlı demokratikleşmesinin ilk adımı olan (Gülhane Hatt-ı Şerif-î) Tanzimât Fermânı’nı yayımladı, 18 Şubat 1856'da (Islâhat Hatt-ı Hümâyûn-u) Islâhat Fermânı’nı ilân etti.
Osman Selahaddin Osmanoğlu, Osmanlı şehzadesidir. Ali Vâsıb Osmanoğlu'nun oğludur. İngiltere’de yaşayan Osmanoğlu, İstanbul’da bir ev aldı. TRT için hazırlanan ’Osmanlı Hanedan Ailesi’ belgeseline danışmanlık yaptılar.
Fotoğrafta yer alanlar, Osman Selahattin Osmanoğlu'nun kızı Ayşe Gülnev Osmanoğlu'nın çocukları, son jenerasyon Osmanlılar. Soldan sağa, Prens Lysander Cengiz, Prenses Tatyana Aliye, Prens Maximillian Ali, Prens Ferdinand Ziya ve Prens Cosmo Tarık. Hepsini sevgiyle selamlıyoruz
Ve .. çakma Osmanlı torunları 😂😂😂
youtube
34 notes
·
View notes
Text
Türk Polis Teşkilâtımızın Polis Haftası Kutlu Olsun.
Polis Haftası (6 Nisan -12 Nisan )
Huzur ve güvenliğimiz için görev yapan,Türk Polis Teşkilatımızın ,Kuruluş yılını kutluyor,görev başında şehit düşen polislerimizi rahmetle yâd ediyor , gazilerimizi minnet ve şükranla anıyorum.
1845 tarihi, Türk Emniyet Teşkilâtı açısından önemli bir tarihtir. Çünkü bu tarihe kadar "zabıta" olarak nitelenen teşkilât 10 Nisan 1845'den itibaren "polis" adı altında hayata geçmiş ve Emniyet Teşkilatının kuruluş günü olarak kabul edilmiştir.
Türk Polis Teşkilatı Padişah Abdülmecid zamanında 10 Nisan 1845'te kurulmuştur. II. Mahmut döneminde kapatılan Yeniçeri Ocağı'ndan sonra iç güvenliği yürüten kuvvetler birden fazla kişiye bağlı ve düzensiz bir şekildeydi.
II. Mahmut'un başlattığı ıslahatların bir devamı olarak da, Sultan Abdülmecid 10 Nisan 1845'te Polis Teşkilatını kurmuş ve bu teşkilatın görevleri yine aynı gün yürürlüğe giren Polis Nizamnamesinde belirtilmiştir.
20 notes
·
View notes
Text
N.A
İstanbul - Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'ün Vefat Ettiği Oda
Dolmabahçe Sarayı'nda Muayede Salonundan sonra geçilen ve bugün (Hususi Daire) adıyla tanınan bölümün denize bakan yönündeki dördüncü oda, Atatürk'ün hayata gözlerini kapadığı tarihi bir oda olarak, bütün eşyasıyla bir müze halindedir. Bu oda, Abdülmecid ve daha sonraki Osmanlı padişahlarının kışlık yatak odasıydı. Hususi Dairenin iki büyük salonunu birbirine bağlıyan koridor üzerindeki bu oda, iki kapılı ve dört pencerelidir. Oda'da Atatürk'ün yattığı bronz işlemeli bir ceviz karyola, gardrop ve komodin vardır. Oda, halılar, kanape ve koltuklarla döşenmiştir. Duvarları, açık yeşil üzerine yıldızlar ve çiceklerle süslü bir kağıtla kaplıdır. Ceviz karyola üzerinde keten işleme beyaz bir örtü, mavi bir yorgan vardır. Pencereleri atlas perdelidir.
Atatürk, Sayarona yatında geçen rahatsızlık günlerinden sonra, 25-26 Temmuz 1938 gecesi bu odaya getirilmiş, gerekli tedavilere başlanmıştı. Artık bu oda, O'nun ölümüne kadar son "ikametgah"ı 'idi. 10 Kasım 1938 günü saat dokuzu beş geçe, bu odada gözlerini yummuştur.
Atatürk'ün ölümünden sonra, Dolmabahçe Sarayı'nın bu tarihi odası, Atatürk'ün Yatak Odası olarak, olduğu gibi muhafaza edildi. Türk Milleti ile birlikte, sonsuz bir yas tutarak.
Kaynak: A A M, Atatürk Evleri Atatürk Müzeleri, Mehmet Önder, Türk Tarih Kurumu Basımevi 1993. ISBN: 975-16-0077-4. Sayfa: 106-107
29 notes
·
View notes
Text
Son HALİFE Abdülmecid Efendi ve kızı DÜRRÜŞEHVAR Sultan,
Nice'in meşhur sahili “Promenade des Anglais”de sabah yürüyüşünde
___/// UYANMIŞ OLMANIN MUTLULUĞUYLA Güzel bir gün olsun
Günaydın ..
11 notes
·
View notes
Photo
Mecidiye Mansion, Istanbul, Turkey,
The mansion was built in the mid-19th century by Sultan Abdülmecid I, who ruled the Ottoman Empire from 1839 to 1861. The architecture of the building was inspired by the European styles of the period and featured a mix of Ottoman and European architectural elements.
Photo by Betül Tilmaç
#art#design#interiors#mansion#istambul#turkey#mecidiye mansion#luxurylifestyle#luxuryhouses#luxuryhomes#style#history
111 notes
·
View notes
Photo
Abdülmecid Efendi Şeyh Sivasi
On altıncı asrın sonlarıyla on yedinci asrın birinci yarısında, İstanbul’un en büyük şöhretlerinden biri olan bir Halveti şeyhidir. Halveti tarikatının Şemsiye kolunun kurucusu olan Sivaslı Şemseddin Efendi’nin kardeşi, “Tuhfetül Mülûk” ve “Ziyaiyyei Cami” şaritû şeyhi Muharrem Efendi’nin oğlu ve meşhur şeyh Abdülahad Nurini’nin dayısı ve mürşididir. 1563 (H. 971) tarihinde Zile’de doğdu, ilk tahsilini babasından aldı ve yedi yaşında Kur’an’ı hafız oldu. Tahsil, sülük ve terbiyesini amcası Şemseddin Efendi’den tamamladı. Devrinin ünlü şeyhinin yanında 1596 (H. 1005) tarihinde Eğri seferine katıldı ve orada ölen Pirizade Veli Efendi’nin yerine Zile’deki Halveti dergahına şeyh oldu. 1604 (H. 1013) tarihinde Sivas’taki dergahın ikinci postnişini ve amcası Receb Efendi’nin ölümü üzerine de Sivas’taki Şemsî dergahına şeyh oldu.
İlim ve irfan yolundaki ününü duyan Üçüncü Mehmed tarafından bir hatt-ı hümayun ile İstanbul’a davet edildi; büyük şehirde ilk vaazını Ayasofya Camii’nde verdi ve kısa bir süre de bu mâbedin civarında bir evde oturdu. Daha sonra, kendisine intisap eden ve zamanın Reisülküttabı Lâ’li Efendi tarafından hediye edilen Eyyub Nişancaaındaki bahçeye yerleşti. Kızlarağası Mehmed Ağa’nın Çarşamba’da yaptırdığı Mehmed Ağa zaviyesine şeyh oldu Private Tour Istanbul.
Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi tarafından cami haline getirilen Atpazarındaki Hüsambey Mescidi’ne de Cuma vaizi tayin edildi. İstanbul halkının vaazlarına gösterdiği büyük ilgi üzerine birkaç ay sonra Şehzade Camii’ne, bir süre sonra da Sultan Selim Camii’ne Cuma vaizi oldu. Sultan Selim civarında bir Sivaslı dergahı ile mescid yaptırdı. Bugün bu mescidin yeri Darüşşefakânın avlusuna katılmış bulunmaktadır; yıkılmış olan dergahtan da duvarı yarı çökmüş bir mezarlık kalmıştır. Sultanahmet Camii yapılırken “Temel şeyhi” olan Abdülmecid Efendi, temel taşı konulurken dua ettiği büyük mabedin halka açıldığı gün de ilk Cuma vaazını vermiş ve ölünceye kadar bu vazife üzerinde kalmıştır.
Üçüncü Mehmed, Birinci Ahmed, Birinci Mustafa, Genç Osman ve Dördüncü Murad devirlerinde ilim ve irfanı, fazilet ve kemaliyle büyük bir nüfuz ve hürmete mazhar olan bu din ve tasavvuf âlimi, mühim işlerde padişah ve devlet erkânı tarafından fikir ve reyine başvurulan bir sima idi. Kara yazıcı ve Uzun bölükbaşı isyanlarının bastırılmasında hükümete faydalı tavsiyelerde bulunmuştu. Dördüncü Murad’a Bağdat’ın İranlılardan geri alınacağını önceden bildiren kişi olmuş, padişah sefere çıkarken de Hazreti Ömer’in kılıcını beline kuşatmıştı.
Yüksek bir medeni cesaret sahibi idi; gördüğü yolsuzlukları açıkça söylemekten çekinmezdi. Birinci Ahmed’e sunduğu manzum bir şikâyetnamede, bu genç hükümdara memleketin ahval ve idaresinin bozukluğunu acı ve sert bir dille anlatmış, başarı için kendisine adalet ve meşveret tavsiye etmişti. Aşağıdaki satırlar, bu manzumeden alınmış beyitlerdir:
“Şeh-hü, mülkiyyeti kirişli, münşiba adem mi Bunu, dinli devlete layık nedir, ey fulûri, kinim.”
0 notes
Text
Son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi’nin yaptığı “Avluda Kadınlar” tablosu
Müslüman osmanlı'nın müslüman torunlarına hayırlı cumalar😉
16 notes
·
View notes
Text
Kuleli Military High School, Istanbul, Turkey: Kuleli Military High School was the oldest military high school in Turkey, located in Çengelköy, Istanbul, on the Asian shore of the Bosphorus strait. It was founded on 21 September 1845, by Ottoman Sultan Abdülmecid I. Wikipedia
53 notes
·
View notes
Text
Türk Müziği
Bugün benim uzun zamandır ilgimi çeken ve çokça araştırma yaptığım (lakin yine de araştırmalarıma devam edeceğim) bir konu üzerine uzun bir yazı yazmak istiyorum. Türk musikisi, Türk beşleri ve Atatürk'ün müzik inkilabı hakkındaki yazımda bildiklerimi ve araştırmalarım sonucunda öğrendiklerimi sizlere aktarmak istiyorum.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonra Mustafa Kemal Atatürk'ün üzerinde çalışmalar yaptığı ilk inkilaplardan biri müzik inkilabıdır. Türk musikisi nedir? Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan Alaturka müziğimiz bizim Türk kimliğimizi temsil ediyor mudur? gibi soruları sormuş ve bu konu üzerine Ziya Gökalp ile aynı kanılara varmıştır. Ziya Gökalp'in ''Türkçülüğün Esasları'' adlı kitabına bakarsak (bkz: https://kdm.anadolu.edu.tr/TurkKlasikleri/Turkculugun_Esaslari.pdf sayfa: 143-145), yazar bu konu hakkında: Osmanlı (Alaturka) müziği Farabi'nin Arapçaya çevirdiği Bizans kaynaklarından gelmiştir diyor ve ben de bu müziğin halkımıza inmemiş, saray müziği olduğunu ve notasyonu yapılmış bir müzik olduğunu eklemek istiyorum. Gerçek Türk müziği halkımızda o dönem çalınan ve kaleme alınmamış olan müziktir. Bizans'tan Osmanlı İmparatorluğu'na gelen müziğimize gelirsek. Malumunuz üzere İstanbul'un fethinden (1453) sonra Bizans İmparatorluğu yıkılmıştır, ancak orada yaşayan halk öldürülmemiş ve 2. Mehmed (yani Fatih Sultan Mehmed) tarafından fethedilen topraklarda yaşamaya devam etmiştir (silah kullanmamaları ve ata binmemeleri şartıyla). Bu da bize bu tezi verir: Osmanlı topraklarında yaşayan Yunanlılar veya (Doğu) Romalılar (bazı yazılarda Rum diye adlandırılır ancak bu adlandırma gözüme kompleks gelmiştir, o yüzden buna değinmiyorum) kendi kültürlerine, dinlerine göre yaşamaya devam etmişlerdir ve elbet bu bizim kültürümüze de yansımıştır. Şuraya Bizans müziğinin çalma listesini ekliyorum ki yukarıda dediklerimi müziği dinlerken düşünesiniz: https://www.youtube.com/watch?v=Da9FeNoFIm0&list=PLSu39ApUwHUb99RW0hsyoDHH-kootWumV
youtube
(yalnız kendinizi sıkı tutun, bir büyük açmayın ahaha)
Ciddiyete geri dönersek. Bizans İmparatorluğu, yani Doğu Roma da aynı şekilde Arap kültüründen etkilenmiştir. Demem o ki Osmanlı müziği Bizans ile Arap (İran) müziği ilişkisi içinde doğmuş müziktir. O yüzden birbirine benzerler. (Konu dışı ama aynı bizim Türk mutfağımızda olan sarma yemeğinin ermenilerde, gürcülerde ve diğer milletlerde olup, benzerliklerinin olması gibi, tabii onlar bu yemeğe dolma derler).
Şimdi Tanzimat dönemine gelelim (1839-1876). Bu dönemde hüküm sürmüş olan padişahlarımız (Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz) 2. Mahmud'un (Sultan Abdülmecid'in babası) müzik konusundaki reformlarını devam ettiriyorlar ve Avrupa'dan (özellikle Fransa ve İtalya'dan) ilham alıp, onların müziğine benzer müzik yapılması adına reformlar getiriyorlar, oradaki sanatçıları kendi topraklarına davet ediyorlardı. Tabii bu müzik 2. Mahmud döneminde (1808-1839, yani Tanzimat döneminden önce) başlayan ordu müziğidir, zira 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun ordusunun güçlenmesine ihtiyaç duyuluyordu (aynı şekilde ordu orkestrasının da, çünkü kanaatimce müzik ne kadar ihtişamlıysa, orduya verdiği motivasyon ve diğer ülkelere saldığı korku da o kadar güçlüdür. Mesela 1917 yıllarında bestelenen Mehter Marşı, 2. Mahmud tarafından kaldırılan, sonrasında Enver Paşa tarafından tekrar kurulan Mehter Takımı'nın marşı) bu nedenle Osmanlı Fransız İhtilali'nden etkilenmiştir ve 2. Mahmud orduyu ve ordu orkestrasını güçlendirmek için Fransız ordu modeline benzeyen bir ordu modeli kurmaya çalışmıştır. Ordu orkestrasına güçlü ve müzik eğitimi almış askerler gelmesi amacı ile Müzika-i Hümayun Mektebi kurulmuştur. Bu mektebin başında da Donizetti Paşa (Giuseppe Donizetti) vardı. Diyeceğim odur ki 2. Mahmud döneminde ve ondan sonra gelen Tanzimat döneminde de Avrupa'dan çokça ilham alınmıştır ve bu müziğe yansımıştır. Tanzimat döneminde İstanbul'da Fransız ve İtalyan tiyatroları açılıp, orada fransız/italyan operaları çalınıyordu, bu tiyatrolardan biri de Naum Tiyatrosu'dur. Aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan müzisyenler/besteciler Avrupai tarzda müzik yazmışlardır, mesela Hammamizâde İsmail Dede (Batı'nın Beethoven'ı) gibi besteciler.
Şimdi şu konuya değinmemiz lazım. Batılılaşma ve modernleşme. Bu iki söz arasında büyük bir fark vardır. Batılılaşma, Avrupa'ya benzemektir, modernleşme ise Avrupa'dan örnek almaktır ama kendi kimliğini korumaktır. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı çalışmalarda gibi. Burada Osmanlı İmparatorluğu'nu asla ve asla kötülemiyorum, çünkü o dönemde (Tanzimat Döneminde) Osmanlı Avrupa'ya yetişmeye çalışıyordu, bununla birlikte gücünü geri kazanmaya çalışıyordu. Bu yetişme durumu sadece Osmanlı İmparatorlu'nda yoktu o yüzden ben bunu kötü olarak eleştiremem. Zamanında Avrupa da Arap gelişimine yetişmek istemiştir ve onların çalışmalarını öğrenmeye ve kendi seviyesini geliştirmeye çalışmıştır. Atatürk'e dönersek, Cumhuriyet kurulduktan sonra işe koyulan liderimiz, Ziya Gökalp gibi Alaturka müziğinin Türk müziği olmadığını öne sürmüştür. Bu konudaki fikirleri aynıdır. Peki ya bizim asıl Türk müziğimiz nedir? Notasyonu yapılmamış müziktir. Halk arasında çalınan müziktir, köylerde olan müziktir. Bunu o dönemlerde Türk müziği araştırmalarına yardımcı olan Macar besteci Bela Bartok da söyler. Onun söylediklerini kısaca yazarsak: ''Türk müziği çok eşsizdir ve daha işlenmemiştir. Türk bestecileri bu müziği bulmak için köylere gitmelidirler''. Bunun benzerini Türk müzik eğitimi ile ilgili raporlar hazırlayan Alman besteci Paul Hindemith de söyler ve şunu ekler: ''Türk müziği, Avrupai bestecilik teknikleri ile armonize edilmeli ve bir Doğu-Batı sentezi oluşturmalıdır''. Atatürk bu yönde gidebilmek için öncesinde adımlar atmıştı. Bana göre en önemli adımlardan biri yetenekli çocukları yurtdışına devlet yardımı ile göndermek idi. Böylece Türk bestecilerimizden: Ahmet Adnan Saygun, Cemal Re��it Rey, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses yurtdışına eğitim almaları için gönderildiler (bazısı Viyana'da okudu, bazısı ise Paris'te okudu, o dönemde bile gücünü kaybetmemiş olan iki güçlü bestecilik okullarıdır). Sonrasında ülkemize dönüp çalışmalarına Türkiyemiz’de devam etmişlerdir. O dönemde halkın alışık olmadığı bir müzik sentezini ortaya sunmuşlardır, zira bahsettiğimiz sentez Avrupa modern müziği ile Türk müziği sentezidir. Bana kalırsa çok başarılı bir sentez yapılmıştır, çünkü ben bir müzisyen olarak zaman zaman yurtdışındaki konserlerimde Türk bestecilerimize yer veririm ve insanlar tarafından ne kadar ilgi görüldüğünü fark ederim. Ülkemizin klasik müziği insanı mest eden bir güce sahip olduğunu düşünüyorum ve uluslararası arenada tanıtılması gerektiğini düşünüyorum. Tabii ne yazık ki elime geçen Türk klasik bestecilerinin eserlerinin sayısı az, umarım bir gün repertuarımı genişletebilirim ve ülkemde de aynı şekilde Türk klasik müziği temalı konser yapma fırsatı bulup insanlarımıza bu kudretli müziğimizi tanıtma şansına erişirim. Şimdilik yazıma noktayı koyuyor ve klasik müziğimizi tanıtma amaçlı birkaç Türk bestecimizin eserlerini sizlerle paylaşıyorum.
Buyurun:
youtube
youtube
youtube
youtube
3 notes
·
View notes
Text
(16 Mayıs 1926) - Son Osmanlı Padişahı Sultan Vahîdüddîn Hân’ın vefâtı. Sultan Vahîdüddîn Han (6. Mehmed) 15 Ocak 1861 senesinde İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda doğdu.
Babası Sultan Abdülmecid Han’ın 8. oğlu olduğundan tahta çıkma ümidi yoktu. Bu sebeple gözden uzak bir şekilde büyüdü ve özellikle medrese eğitimine yönelerek ilmî alanda dirâyet kesbetti.
Sultan 2. Abdülhamid Han’ın uzun saltanat süresinde hayatını idareden uzak bir şekilde idame ettirdi. Ağabeyi Mehmed Reşad tahta çıktığında, Sultan Abdülaziz Han’ın oğlu Yûsuf İzzeddin Efendi veliaht tayin edildiyse de onun şüpheli şekilde vefâtı üzerine bir anda veliahtlığa yükseldi. Sultan Mehmed Reşad’ın 3 Temmuz 1918’deki vefâtının ardından da tahta çıktı.
Şu bir hakikattir ki Sultan Vahîdüddîn Han tahta çıktığında, Sultan 2. Abdülhamid Han’ın almış olduğu bütün tedbirlere rağmen devlet için artık yapılabilecek pek bir şey kalmamıştı. Sultanlığa vâsıl olduğu dönemi, “Ben tahtın kuştüyünden minderlerine değil, milletin ateşli külü üzerine oturdum” sözüyle tasvir eden Sultan, bütün olumsuzluklara rağmen devlet işlerinde gayet etkili oldu.
1922’de saltanatın kaldırılmasının ardından Osmanoğulları, altı asır boyunca hâkim oldukları topraklardan ayrılmak zorunda bırakıldılar. Hayatının kalan senelerini gurbette ağır şartlar altında geçiren Sultan Vahîdüddîn, 16 Mayıs 1926’da San Remo’da vefât etti ve cenazesi Şam’a götürülerek Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi. Mevlâ Teâlâ rahmet eylesin!
#sultanvahdettin#sultanvahdeddin#sultanvahideddin#dualar#hadis#hadisler#gününduası#duâ#duavakti#ismailağa#ismailaga#ismailagacemaati#sünnet#dinisözler#islam#dinipaylasimlar#dini#ibadet#dinibilgiler#islamiyet#dinipaylaşımlar#ismailağacemaati#hzmuhammed#hzmuhammedsav#kuran#ayetlervehadis#kurân#hadislerleislam#gününhadisi#hadisişerifler
15 notes
·
View notes