#Türkiye'de doğurganlık oranı : 1
Explore tagged Tumblr posts
Text
#🗣️Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan:#"Asker sayımız : 425.000#Polis sayımız : 260.000#Eli silah tutan sığınmacı sayısı : 2 Milyon#Türkiye'de doğurganlık oranı : 1#70#Suriye'de doğurganlık oranı : 2#80#Türkiye’deki Suriyelilerin doğurganlık oranı : 5#3”
1 note
·
View note
Text
Türkiye'de kadınların yüzde 60'ı düzenli sağlık kontrolüne gitmiyor
https://pazaryerigundem.com/haber/169887/turkiyede-kadinlarin-yuzde-60i-duzenli-saglik-kontrolune-gitmiyor/
Türkiye'de kadınların yüzde 60'ı düzenli sağlık kontrolüne gitmiyor
Yapılan araştırmaya göre kadınların düzenli sağlık kontrolüne ilişkin alışkanlıklarını ve bariyerlerini anlamak ve kadınları sağlık kontrolüne teşvik etmenin yollarını tespit etmek üzere kadınların sağlık ihtiyaçlarına odaklanan “Kadın Sağlığı Araştırması” raporlandı.
İSTANBUL (İGFA) – Türkiye’nin en büyük online sağlık platformu DoktorTakvimi, araştırma şirketi Twentify iş birliğiyle kadınların düzenli sağlık kontrolüne ilişkin alışkanlıklarını ve bariyerlerini anlamak ve kadınları sağlık kontrolüne teşvik etmenin yollarını tespit etmek üzere kadınların sağlık ihtiyaçlarına odaklanan “Kadın Sağlığı Araştırması”nı gerçekleştirdi.
18-54 yaş arasında ABC1C2DE SES (sosyal ekonomik statü) grubu, Türkiye temsili 1235 kadın katılımcının katıldığı araştırmaya göre kadınların yüzde 60’ının düzenli sağlık kontrolüne gitmediği; psikolojik sağlık, cinsel yolla bulaşan hastalıkların kontrolü, menopoz ve osteoporoz gibi konulara daha az öncelik verdiği görüldü. Ankete katılanların yüzde 67’si çocuklarını düzenli sağlık kontrolüne götürürken, kendileri için sağlık kontrolü yaptıran annelerin oranı yüzde 45 oldu.
Araştırma kapsamında kadınlara yöneltilen “kadın sağlığı denildiğinde, aklına neler geliyor?” sorusunun cevabına göre kadın sağlığıyla en fazla ilişkilendirilen çağrışımların başında yüzde 20 ile jinekolojik hastalıklar geliyor. Onu yüzde 18 ile meme kanseri, yüzde 14 ile regl, yüzde 11 ile rahim kanseri takip ederken; ruh sağlığı yüzde 1, kemik erimesi yüzde 2, beden sağlığı yüzde 2 oranlarıyla listenin en alt sıralarında yer alıyor. Katılımcıların üreme sağlığı ve kadın üreme sistemiyle ilgili hastalıklara güçlü bir şekilde odaklanılırken, genel fiziksel ve zihinsel sağlık sorunlarına dair çok daha az farkındalığa sahip olunduğu görülüyor. AB SES grubu daha az “kadın hastalıkları”ndan bahsederken, “smear testini” daha çok ifade ediyor. 18-24 yaş grubu için en çok akla gelen “adet/regl” iken, 35-44 yaş arasında “rahim kanseri” akla geliyor. “Doğum kontrolü” konusunun Güneydoğu Anadolu bölgesinde diğer bölgelere göre daha çok akla geldiği, Ortadoğu Anadolu’da ise regl konusunun en az akla geldiği görülüyor.
KADIN SAĞLIĞINDA ODAK MENSTRUAL DÖNGÜ
Araştırmaya göre kadın sağlığında birincil odak yüzde 25 ile menstrual (adet/regl) döngü ve ardından yüzde 23 ile meme kanseri taraması. Yüzde 19 ile rahim ağzı kanseri, yüzde 8 ile doğum kontrolü ve doğurganlık gibi diğer alanlar da ön plana çıkarken, cinsel yolla bulaşan hastalıkların kontrolü yüzde 6, psikolojik bozukluk yüzde 5, menopoz yüzde 4 ve osteoporoz yüzde 2 oranında ifade ediliyor ve daha az öncelik veriliyor. Kadın sağlığı denildiğinde akla gelen “menstrual döngü, adet dönemi sorunları ve yönetimi” konusu 18-24 yaş grubu, bekarlar ve çocuksuz kişiler tarafından daha çok belirtiliyor. Meme kanseri taraması 45-54 yaş kadınların, rahim ağzı kanseri 35-44, 45-54 yaş grubu ile çocuklu kadınların, doğurganlık konusu ise AB SES grubunun aklına daha çok geliyor. Bölgelere bakıldığında ise menstrual döngü, adet dönemi sorunları ve yönetimi konusunun en çok Batı Marmara’da ifade edildiği görülüyor. Psikolojik rahatsızlıkları ise az Ege bölgesinde ifade ediliyor.
EN SIK YAŞANAN SAĞLIK SORUNU CİLT HASTALIKLARI
Araştırmaya katılan kadınların yüzde 16’sı halihazırda uzun süreli bir sağlık sorunu yaşadığını belirtiyor. Yaşanan sağlık sorunlarına bakıldığında ise yüzde 30 ile en sık cilt sorunları görülüyor; bunu yüzde 20 ile sinir sistemi/nörolojik hastalıklar, yüzde 17 ile solunum yolu hastalıkları ve yüzde 16 ile kas-iskelet sistemi hastalıkları takip ediyor. Yüzde 13 ile menopoz ve yüzde 12 ile kadın hastalıkları takip ediyor. Özellikle menopoz ve kas-iskelet sistemi hastalıklarının yaş aralıklarıyla vurgulanması, 45-54 yaş grubunda diğer yaş gruplarına göre daha yüksek bir prevalansa işaret etmektedir. Yüzde 5 ile kanser ve yüzde 11 ile kalp hastalıkları en alt sırada yer alıyor. Katılımcıların yüzde 27’si genetik hastalık yaşadığını belirtiyor.
KADINLARIN SADECE YÜZDE 40’I RUTİN KONTROLLERİ YAPTIRIYOR
Araştırmaya göre, kadınların yüzde 40’ı düzenli sağlık kontrolünden geçiyor. AB SES grubu, evli kadınlar, üç yıl içinde çocuk sahibi olmayı planlayanlar ve DoktorTakvimi’ni bilenler için bu oran yüzde 50’ye yaklaşıyor. Buna karşılık 18-24 yaş arası genç kadınlarda ve çocuğu olmayanlarda yüzde 30 civarına düşüyor. Katılımcıların yüzde 56’sı sağlık kontrollerinin öncelikli amacını rutin kontroller ve yıllık muayeneler olarak belirtirken, AB SES grubunda bu oran yüzde 66’ya yükseliyor. Yüzde 30’u ağrı ve hastalık nedeniyle doktora başvururken, bunu takiben özellikle 45-54 yaş arası kadınlar, AB SES grubu ve İstanbul’da yaşayanlar arasında yaygın olan meme sağlığı sorunlarına odaklanıyor. Ruhsal sağlık yüzde 10, cinsel yolla bulaşan hastalıkların kontrolü ise yüzde 7 ile en son sıralarda yer alıyor.
YÜZDE 29’LUK KESİM SAĞLIK KONTROLÜNÜ GEREKLİ GÖRMÜYOR
Verilere göre katılımcıların sağlık kontrollerini atlamalarının başlıca nedenleri arasında ise yüzde 29 ile gerekli görülmemesi birinci sırada bulunuyor. Onu yüzde 28 ile devlet hastanelerinden randevu almanın zorluğu, yüzde 26 ile zamansızlık, yüzde 16 ile özel hastanelerin pahalı olması takip ediyor. Son üç nedeni ise yüzde 0,4 ile aile/eş itirazları, yüzde 1 sağlık kurumunda kadın doktorun olmaması ve yüzde 2 ile yakınlarda sağlık kurumu/hastanenin olmaması oluşturuyor.
KADINLARIN 19’U DOKTOR ARARKEN İNTERNET YORUMLARINA BAKIYOR
Katılımcılara doktorları nereden araştırdıkları da soruluyor. Doktor ararken katılımcıların yüzde 44’ü tanıdık doktorlara bağlılık göstererek her zamanki doktorlarını tercih ediyor. Yüzde 38’i güvenilir hastaneleri seçiyor, yüzde 29’u tanıdıklarına soruyor ve yüzde 19’u internet yorumlarına bakıyor. Sağlık blogları ve fonlarda araştırma yapanlar ise yüzde 9 ile en sonda yer alıyor.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Photo
Türkiye'de yaşlı nüfus artıyor Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının 2023 yılında yüzde 10,2, 2030 yılında yüzde 12,9, 2040 yılında yüzde 16,3, 2060 yılında yüzde 22,6 ve 2080 yılında yüzde 25,6 olacağı öngörüldü. Yaşlı nüfusun yüzde 62,8'inin 65-74 yaş grubunda yer aldığı görüldüYaşlı nüfus yaş grubuna göre incelendiğinde, 2014 yılında yaşlı nüfusun yüzde 60,9'unun 65-74 yaş grubunda, yüzde 31,4'ünün 75-84 yaş grubunda ve yüzde 7,7'sinin 85 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldığı görülürken, 2019 yılında yüzde 62,8'inin 65-74 yaş grubunda, yüzde 28,2'sinin 75-84 yaş grubunda ve yüzde 9,1'inin 85 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldığı görüldü. Türkiye nüfusunun yaş yapısı değiştiYaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranının yüzde 10'u geçmesi nüfusun yaşlanmasının bir göstergesidir. Türkiye'de yaşlı nüfus, diğer yaş gruplarındaki nüfusa göre daha yüksek bir hız ile artış gösterdi. Küresel yaşlanma süreci olarak adlandırılan "demografik dönüşüm" sürecinde olan Türkiye'de, doğurganlık ve ölümlülük hızlarındaki azalma ile birlikte sağlık alanında kaydedilen gelişmeler, yaşam standardının, refah düzeyinin ve doğuşta beklenen yaşam süresinin artması ile nüfusun yaş yapısı şekil değiştirdi. Çocuk ve gençlerin nüfus içindeki oranı azalırken yaşlıların toplam nüfus içindeki oranı artış gösterdi. Türkiye, oransal olarak yaşlı nüfus yapısına sahip ülkelere göre hala genç bir nüfus yapısına sahip olsa da, yaşlı nüfus sayısal olarak oldukça fazladır. Türkiye nüfusunun ortanca yaşı yükseldiOrtanca yaş, yeni doğan bebekten en yaşlıya kadar nüfusu oluşturan kişilerin yaşları küçükten büyüğe doğru sıralandığında ortada kalan kişinin yaşıdır. Nüfusun yaşlanması ile ilgili bilgi veren göstergelerden biri olan ortanca yaş, 2014 yılında 30,7 iken 2019 yılında 32,4 oldu. Ortanca yaş 2019 yılında erkeklerde 31,7, kadınlarda 33,1 olarak gerçekleşti.Nüfus projeksiyonlarına göre, ortanca yaşın 2023 yılında 33,5, 2030 yılında 35,6, 2040 yılında 38,5, 2060 yılında 42,3 ve 2080 yılında 45,0 olacağı öngörüldü. Yaşlı bağımlılık oranı 2019 yılında yüzde 13,4 olduÇalışma çağındaki yüz kişiye düşen yaşlı sayısını ifade eden yaşlı bağımlılık oranı, 2014 yılında yüzde 11,8 iken bu oran 2019 yılında yüzde 13,4'e yükseldi. Nüfus projeksiyonlarına göre, yaşlı bağımlılık oranının 2023 yılında yüzde 15,2, 2030 yılında yüzde 19,6, 2040 yılında yüzde 25,3, 2060 yılında yüzde 37,5 ve 2080 yılında yüzde 43,6 olacağı öngörüldü. Türkiye, yaşlı nüfus oranına göre sıralamada 167 ülke arasında 66'ncı sırada yer aldıNüfus tahminlerine göre 2019 yılı için dünya nüfusunun 7 milyar 604 milyon 656 bin 633 kişi, yaşlı nüfusun ise 703 milyon 711 bin 487 kişi olduğu tahmin edildi. Bu tahminlere göre dünya nüfusunun yüzde 9,3'ünü yaşlı nüfus oluşturdu. En yüksek yaşlı nüfus oranına sahip ilk üç ülke sırasıyla yüzde 34,1 ile Monako, yüzde 28,8 ile Japonya ve yüzde 22,7 ile Almanya oldu. Türkiye, 167 ülke arasında 66'ncı sırada yer aldı. Bir birey 65 yaşına ulaştığında yaşaması beklenen ömür ortalama 17,9 yıl olduHayat Tabloları, 2016-2018 sonuçlarına göre, doğuşta beklenen yaşam süresi Türkiye geneli için 78,3 yıl, erkekler için 75,6 yıl ve kadınlar için 81,0 yıl oldu. Genel olarak kadınlar erkeklerden daha uzun süre yaşamakta olup, doğuşta beklenen yaşam süresi farkı 5,4 yıl oldu.Türkiye'de 65 yaşına ulaşan bir kişinin kalan yaşam süresi ortalama 17,9 yıl oldu. Erkekler için bu sürenin 16,2 yıl, kadınlar için 19,4 yıl olduğu gözlendi. Diğer bir ifade ile 65 yaşına ulaşan kadınların erkeklerden ortalama 3,2 yıl daha fazla yaşayacağı tahmin edildi. Beklenen yaşam süresi 75 yaşında 10,9 yıl iken 85 yaşında 5,9 yıl oldu. Yaklaşık her 4 haneden birinde en az bir yaşlı fert bulunduğu görüldüTürkiye'de 2019 yılında toplam 24 milyon bin 940 haneden 5 milyon 629 bin 421'inde yaşlı nüfus olarak tanımlanan, 65 ve daha yukarı yaşta en az bir fert bulunduğu görüldü. Diğer bir ifadeyle, hanelerin yüzde 23,5'inde en az bir yaşlı fert yaşadığı görüldü. Türkiye'de 1 milyon 373 bin 521 yaşlının tek başına yaşadığı görüldüEn az bir yaşlı fert bulunan 5 milyon 629 bin 421 hanenin 1 milyon 373 bin 521'ini tek başına yaşayan yaşlı fertler oluşturdu. Bu hanelerin yüzde 75,7'sini yaşlı kadınlar, yüzde 24,3'ünü ise yaşlı erkekler oluşturdu. Yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il Sinop olduYaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il, 2019 yılında yüzde 18,8 ile Sinop oldu. Bu ili yüzde 17,7 ile Kastamonu, yüzde 16,2 ile Artvin ve Çankırı izledi. Yaşlı nüfus oranının en düşük olduğu il ise yüzde 3,3 ile Şırnak oldu. Bu ili yüzde 3,4 ile Hakkari, yüzde 3,9 ile Şanlıurfa izledi. Türkiye'de 100 yaş ve üzerinde 5 bin 567 yaşlı olduğu görüldüYaşlı nüfusun yüzde 0,1'ini oluşturan 100 yaş ve üzerindeki yaşlı kişi sayısı, 2019 yılında 5 bin 567 oldu. Türkiye'de 100 yaşın üzerinde en fazla yaşlıya sahip ilk üç il sırasıyla 763 kişi ile İstanbul, 275 kişi ile Ankara ve 242 kişi ile Giresun iken en az yaşlıya sahip ilk üç il ise sırasıyla 5 kişi ile Bayburt, 6 kişi ile Ardahan ve Karaman oldu. Eğitimli yaşlı nüfus oranı arttıOkuma yazma bilmeyen yaşlı nüfus oranı, 2014 yılında yüzde 22,9 iken 2018 yılında yüzde 18,3'e düştü. Okuma yazma bilmeyen yaşlı kadınların oranının, 2018 yılında yaşlı erkeklerin oranından 4,5 kat fazla olduğu görüldü. Okuma yazma bilmeyen yaşlı kadınların oranı yüzde 27,9 iken yaşlı erkeklerin oranı yüzde 6,1 oldu.Eğitim durumuna göre yaşlı nüfus incelendiğinde, 2014 yılında yaşlı nüfusun yüzde 42,1'i ilkokul mezunu, yüzde 5,0'ı ortaokul veya dengi okul/ilköğretim mezunu, yüzde 5,2'si lise veya dengi okul mezunu, yüzde 5,1'i yükseköğretim mezunu iken 2018 yılında ilkokul mezunu olanların oranı yüzde 45,0'a, ortaokul veya dengi okul/ilköğretim mezunu olanların oranı yüzde 6,5'e, lise veya dengi okul mezunu olanların oranı yüzde 6,8'e, yükseköğretim mezunu olanların oranı ise yüzde 6,6'ya yükseldi.Yaşlı nüfusun eğitim durumu cinsiyete göre incelendiğinde, cinsiyetler arasında önemli farklılıklar olduğu gözlendi. Bitirilen tüm eğitim düzeylerinde yaşlı erkek nüfus oranının yaşlı kadın nüfus oranından daha yüksek olduğu görüldü. Eşi ölmüş yaşlı kadınların oranı, eşi ölmüş yaşlı erkeklerin oranının 4 katı olduYaşlı nüfus yasal medeni duruma göre incelendiğinde, cinsiyetler arasında önemli farklılıklar olduğu görüldü. Yaşlı erkek nüfusun 2019 yılında yüzde 1,2'sinin hiç evlenmemiş, yüzde 83,7'sinin resmi nikahla evli, yüzde 3,3'ünün boşanmış, yüzde 11,9'unun eşi ölmüş olduğu görülürken yaşlı kadın nüfusun yüzde 2,6'sının hiç evlenmemiş, yüzde 45,4'ünün resmi nikahla evli, yüzde 3,7'sinin boşanmış, yüzde 48,3'ünün ise eşi ölmüş olduğu görüldü. Yaşlı nüfusun yoksulluk oranı yüzde 16,4 olduGelir ve yaşam koşulları araştırması sonuçlarına göre, eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan gelirinin yüzde 60'ına göre hesaplanan yoksulluk oranı, 2014 yılında Türkiye geneli için yüzde 21,8 iken 2018 yılında yüzde 21,2 oldu. Bu oran, yaşlı nüfus için 2014 yılında yüzde 18,3 iken 2018 yılında yüzde 16,4 oldu.Yaşlı nüfusun yoksulluğu cinsiyete göre incelendiğinde, yoksul yaşlı erkek nüfus oranı 2014 yılında yüzde 18,3 iken 2018 yılında yüzde 14,4 oldu. Yoksul yaşlı kadın nüfus oranı ise 2014 yılında yüzde 18,2 iken 2018 yılında yüzde 17,9 oldu. Yaşlı nüfusun işgücüne katılma oranı yüzde 12,5 olduHanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre, işgücüne katılma oranı 2014 yılında 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus için yüzde 50,5 iken 2018 yılında yüzde 53,2'ye yükseldi. Bu oran yaşlı nüfus için 2014 yılında yüzde 11,5 iken 2018 yılında yüzde 12,5 oldu. İşgücüne katılma oranı cinsiyete göre incelendiğinde, yaşlı erkek nüfusta 2018 yılında yüzde 20,9 iken yaşlı kadın nüfusta yüzde 5,9 oldu. Yaşlı nüfustaki işsizlik oranının 2014 yılında yüzde 2,1 iken 2018 yılında yüzde 2,7 olduğu görüldü. Çalışan yaşlı nüfusun yüzde 65,5'i tarım sektöründe yer aldıHanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre, istihdam edilen yaşlı nüfusun sektörel dağılımı incelendiğinde, 2018 yılında yaşlı nüfusun yüzde 65,5'inin tarım, yüzde 27,3'ünün hizmetler, yüzde 4,7'sinin sanayi, yüzde 2,5'inin ise inşaat sektöründe yer aldığı görüldü. Yaşlılar en fazla dolaşım sistemi hastalıklarından hayatını kaybettiÖlüm nedeni istatistiklerine göre, 2018 yılında ölen yaşlıların yüzde 43,8'i dolaşım sistemi hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetti. Bu hastalığı ikinci sırada yüzde 16,5 ile iyi huylu ve kötü huylu tümörler, üçüncü sırada ise yüzde 14,8 ile solunum sistemi hastalıkları takip etti.Ölüm nedenleri cinsiyete göre incelendiğinde, cinsiyetler arası en önemli farkın iyi huylu ve kötü huylu tümörlerde olduğu görüldü. İyi ve kötü huylu tümörler nedeniyle hayatını kaybeden yaşlı erkeklerin oranı yaşlı kadınların oranının yaklaşık iki katı oldu. İyi ve kötü huylu tümörler nedeniyle hayatını kaybeden yaşlı erkeklerin oranı yüzde 21,3 iken yaşlı kadınların oranı yüzde 11,6 oldu. Alzheimer hastalığından ölen yaşlıların oranı arttıÖlüm nedeni istatistiklerine göre, Alzheimer hastalığından hayatını kaybeden yaşlıların sayısı, 2014 yılında 10 bin 236 iken 2018 yılında 13 bin 767'ye yükseldi. Alzheimer hastalığından ölen yaşlıların oranı 2014 yılında yüzde 3,9 iken bu oran 2018 yılında yüzde 4,6'ya yükseldi.Alzheimer hastalığından ölen yaşlıların oranı cinsiyete göre incelendiğinde, her iki cinsiyette de artış olduğu görüldü. Alzheimer hastalığından ölen yaşlıların oranı 2014 yılında erkeklerde yüzde 3,1, kadınlarda yüzde 4,6 iken bu oranlar 2018 yılında erkeklerde yüzde 3,5'e, kadınlarda ise yüzde 5,7'ye yükseldi. Mutlu olduğunu beyan eden yaşlı bireylerin oranı yüzde 58,6 olduYaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre, mutlu olduğunu beyan eden 18 ve daha yukarı yaştaki bireylerin oranı 2019 yılında yüzde 52,4 iken bu oran 65 ve daha yukarı yaştaki bireyler için yüzde 58,6 oldu. Yaşlı bireylerin genel mutluluk düzeyi cinsiyete göre incelendiğinde, 2019 yılında erkeklerin yüzde 56,9'u, kadınların ise yüzde 59,9'u mutlu olduğunu beyan etti. Yaşlı bireylerin mutluluk kaynağı yüzde 71,4 ile aileleri olduYaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre, yaşlı bireylerin 2014 yılında en önemli mutluluk kaynağı yüzde 71,4 ile aileleri, yüzde 14,7 ile çocukları, yüzde 6,4 ile eşleri, yüzde 4,1 ile torunları iken 2019 yılında yüzde 71,4 ile aileleri, yüzde 13,7 ile çocukları, yüzde 4,9 ile torunları ve yüzde 4,7 ile eşleri oldu. İnternet kullanan yaşlı bireylerin oranı 4 kat arttıHanehalkı bilişim teknolojileri kullanım araştırması sonuçlarına göre, İnternet kullanan 65-74 yaş grubundaki bireylerin oranı 2014 yılında yüzde 5,0 iken bu oran 2019 yılında yüzde 19,8'e yükseldi. İnternet kullanan yaşlı bireyler cinsiyete göre incelendiğinde, erkeklerin kadınlardan daha fazla İnternet kullandığı görüldü. İnternet kullanan yaşlı erkeklerin oranı 2019 yılında yüzde 25,3 iken yaşlı kadınların oranı yüzde 15,0 oldu. (Haber Merkezi) #urfahaber #urfayazar #urfa #sanliurfa #urfagündemi #urfasondakika #haber #sondakikahaber #haberler
0 notes
Text
Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye'nin nüfusunu açıkladı
Türkiye'nin nüfusu, 2019'da bir önceki yıla göre 1 milyon 151 bin 115 kişi artarak 83 milyon 154 bin 997 kişiye ulaştı. Türkiye İstatistik Kurumu, 2019 yılı adrese dayalı nüfus kayıt sistemi verilerini açıkladı. Buna göre Türkiye'de ikamet eden nüfus, 31 Aralık 2019 tarihi itibarıyla bir önceki yıla göre 1 milyon 151 bin 115 kişi artarak 83 milyon 154 bin 997 kişiye ulaştı. Erkek nüfus 41 milyon 721 bin 136 kişi olurken, kadın nüfus 41 milyon 433 bin 861 kişi oldu. Diğer bir ifadeyle toplam nüfusun yüzde 50,2'sini erkekler, yüzde 49,8'ini ise kadınlar oluşturdu. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre ülkemizde ikamet eden yabancı nüfus(1) bir önceki yıla göre 320 bin 146 kişi artarak 1 milyon 531 bin 180 kişi oldu. Bu nüfusun yüzde 50,8'ini erkekler, yüzde 49,2'sini kadınlar oluşturdu. Nüfus artış hızı, binde 13,9 oldu Yıllık nüfus artış hızı 2018 yılında binde 14,7 iken, 2019 yılında binde 13,9 oldu.Nüfus ve yıllık nüfus artış hızı, 2007-2019
İl ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı yüzde 92,8 oldu
Türkiye'de 2018 yılında yüzde 92,3 olan il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı, 2019 yılında yüzde 92,8 oldu. Diğer yandan belde ve köylerde yaşayanların oranı yüzde 7,7'den yüzde 7,2'ye düştü. İstanbul'un nüfusu 15 milyon 519 bin 267 kişi oldu İstanbul'un nüfusu, bir önceki yıla göre 451 bin 543 kişi artarak 15 milyon 519 bin 267 kişiye ulaştı. Türkiye nüfusunun yüzde 18,66'sının ikamet ettiği İstanbul'u, 5 milyon 639 bin 76 kişi ile Ankara, 4 milyon 367 bin 251 kişi ile İzmir, 3 milyon 56 bin 120 kişi ile Bursa ve 2 milyon 511 bin 700 kişi ile Antalya izledi.En fazla nüfusa sahip ilk 5 ilin cinsiyete göre dağılımı, 2019
Nüfusu en az olan il 84 bin 660 kişi ile Tunceli oldu Tunceli, 84 bin 660 kişi ile en az nüfusa sahip olan il oldu. Tunceli'yi, 84 bin 843 kişi ile Bayburt, 97 bin 319 kişi ile Ardahan, 142 bin 490 kişi ile Kilis ve 164 bin 521 kişi ile Gümüşhane takip etti.En az nüfusa sahip ilk 5 ilin cinsiyete göre dağılımı, 2019
Nüfus piramidindeki yapısal değişim devam etti Nüfus piramitleri, nüfusun yaş ve cinsiyet yapısında meydana gelen değişimi gösteren grafikler olarak tanımlanmaktadır. Türkiye'nin 2007 ve 2019 yılı nüfus piramitleri karşılaştırıldığında, doğurganlık ve ölümlülük hızlarındaki azalmaya bağlı olarak, yaşlı nüfusun arttığı ve ortanca yaşın yükseldiği görülmektedir.Nüfus piramidi, 2007, 2019
Türkiye nüfusunun ortanca yaşı 32,4'e yükseldi Ortanca yaş, yeni doğan bebekten en yaşlıya kadar nüfusu oluşturan kişilerin yaşları küçükten büyüğe doğru sıralandığında ortada kalan kişinin yaşıdır. Ortanca yaş aynı zamanda nüfusun yaş yapısının yorumlanmasında kullanılan önemli göstergelerden biridir. Türkiye'de 2018 yılında 32 olan ortanca yaş, 2019 yılında 32,4'e yükseldi. Cinsiyete göre incelendiğinde, ortanca yaşın erkeklerde 31,4'ten 31,7'ye, kadınlarda ise 32,7'den 33,1'e yükseldiği görüldü.Cinsiyete göre ortanca yaş, 2007-2019
Ortanca yaşı en yüksek olan il Sinop, en düşük olan il Şanlıurfa oldu Ortanca yaşın illere göre dağılımına bakıldığında, Sinop'un 40,8 ile en yüksek ortanca yaş değerine sahip olduğu görüldü. Sinop'u 40,2 ile Balıkesir ve 39,9 ile Giresun izledi. Diğer yandan 20,1 ile Şanlıurfa en düşük ortanca yaşa sahip il oldu. Şanlıurfa'yı 20,9 ile Şırnak ve 21,8 ile Ağrı takip etti. Kadınlarda ve erkeklerde en yüksek ortanca yaşa sahip il Sinop oldu Ortanca yaşın illere ve cinsiyete göre dağılımı incelendiğinde, erkeklerde 39,5 ile Sinop en yüksek ortanca yaşa sahip olan il olurken, 19,7 ile Şanlıurfa en düşük ortanca yaşa sahip olan il oldu. Kadınlarda 42,1 ile Sinop yine en yüksek ortanca yaş değerine sahip olan il olurken, Şırnak 20,5 ile en düşük ortanca yaş değerine sahip olan il oldu.En yüksek ve en düşük ortanca yaşa sahip ilk 5 ilin cinsiyete göre dağılımı, 2019
Çalışma çağındaki nüfusun oranı yüzde 67,8 oldu Çalışma çağı olarak tanımlanan 15-64 yaş grubundaki nüfusun oranı, 2007 yılında yüzde 66,5 iken 2019 yılında yüzde 67,8'e yükseldi. Diğer yandan çocuk yaş grubu olarak tanımlanan 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı yüzde 26,4'ten yüzde 23,1'e gerilerken, 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı ise yüzde 7,1'den yüzde 9,1'e yükseldi.Yaş gruplarına göre nüfus oranı, 2007, 2019
Toplam yaş bağımlılık oranı arttı Çalışma çağındaki birey başına düşen çocuk ve yaşlı birey sayısını gösteren toplam yaş bağımlılık oranı, 2018 yılında yüzde 47,4 iken 2019 yılında yüzde 47,5'e yükseldi. Ekonomik olarak aktif olan birey başına düşen çocuk sayısını ifade eden çocuk bağımlılık oranı, yüzde 34,5'ten, yüzde 34,1'e gerilerken, çalışan birey başına düşen yaşlı birey sayısını ölçen yaşlı bağımlılık oranı ise yüzde 12,9'dan yüzde 13,4'e yükseldi. Diğer bir ifadeyle, Türkiye'de 2019 yılında, çalışma çağındaki 100 kişi, 34,1 çocuğa ve 13,4 yaşlıya bakmaktadır.Yaş bağımlılık oranları, 2015-2019
Türkiye'de kilometrekareye 108 kişi düşerken İstanbul'da 2 bin 987 kişi düştü Nüfus yoğunluğu olarak tanımlanan "bir kilometrekareye düşen kişi sayısı", Türkiye genelinde 2018 yılına göre 1 kişi artarak 108 kişiye yükseldi. İstanbul, kilometrekareye düşen 2 bin 987 kişi ile nüfus yoğunluğu en yüksek olan ilimiz oldu. İstanbul'dan sonra 541 kişi ile Kocaeli ve 364 kişi ile İzmir nüfus Read the full article
0 notes
Text
"Türkiye'de bebek ölümlerinde hızlı bir düşüş var"
http://giresunhaberci.com/turkiyede-bebek-olumlerinde-hizli-bir-dusus-var/
"Türkiye'de bebek ölümlerinde hızlı bir düşüş var"
BOLU (AA) – Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı Ayşe Ergezen, "Bebek ölüm hızı, 2008-2013 yılları arasındaki beş yıllık dönemde yüzde 24 azalmıştır. Diğer yandan, Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan 2017 yılı verilerine göre, bebek ölüm hızı bin canlı doğumda 9,2’dir." dedi.
Koru Hastaneleri, Yüksek İhtisas Üniversitesi ve Doğasında Doğum Derneği tarafından düzenlenen "3. Uluslararası Gebelik, Doğum ve Lohusalık Kongresi"nin açılışında konuşan Ergezen, doğan her çocuğun yeni bir umut, yeni bir hayat demek olduğunu söyledi.
Ergezen, doğumun, bir kadının anne olmasıyla aileye, topluma yeni bir bireyin katılması olduğunu ve sadece fiziksel bir olay olarak görülmemesi gerektiğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Her şeyin hızla değiştiği çağımızda, tıp alanında da önemli gelişmeler yaşanmıştır. Yakın zamana kadar, doğumların çoğu evde, köyde ebe maharetiyle ya da doğum konusunda belirli bilgi, tecrübeye sahip kadınlarımız tarafından yaptırılırdı. Yine de bu süreçte, gebelik döneminde ya da lohusalık döneminde kadınlarımızın yeterince bilgilendirilmemesi nedeniyle çok sayıda anne-bebek ölümleri yaşanırdı. Günümüzde tıp, doğumlardaki bu ölümleri önlemek için birçok metot geliştirmiştir."
Türkiye'de son 16 yılda sağlık alanında başarılan büyük dönüşümün, kadın sağlığı hizmetlerine de yansıması olduğunu anlatan Ergezen, "Bir ülkenin yüksek gelişmişlik düzeyini gösteren en önemli kriter olan anne ölüm oranımız, 100 bin canlı doğumda 64 iken bugün bu rakam 14,6’ya düştü. Türkiye’de bebek ölüm hızında çok hızlı bir azalma olduğudur. Bebek ölüm hızı, 2008-2013 (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları-2013) yılları arasındaki beş yıllık dönemde yüzde 24 azalmıştır. Diğer yandan, Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan 2017 yılı verilerine göre, bebek ölüm hızı bin canlı doğumda 9,2’dir." diye konuştu.
– "En az bir izlem yapılan lohusa oranı yüzde 99,5"
Ergezen, Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre, 2017'de doğum öncesi bakım hizmetlerine erişimde yüzde 99, sağlık personeliyle doğumda ise yüzde 98 gibi yüksek oranlara ulaşıldığını aktararak, "Doğum Sonu Bakım Programı" çerçevesinde en az bir izlem yapılan lohusa oranının yüzde 99,5 olduğunu dile getirdi.
Nüfusun yapısındaki değişimler sonucunda, gelecekte aktif olmayan nüfusun payının artması, doğurganlık hızının azalmasıyla da yaşlı nüfusun payının yükselme riskinin bulunduğuna dikkati çeken Ergezen, "Bu risklerin önlenmesi için aile refahının korunması, aile eğitimlerinin ve aile danışmanlık hizmetlerinin etkinleştirilmesi, sosyal yardım ve hizmetlerin aile temelli sunulması, genç nüfusun yaratacağı fırsatlardan azami derecede faydalanılması için düzenlemeler yapmaktayız." ifadesini kullandı.
Ergezen, 2018 yılında Şartlı Sağlık Yardım Programı kapsamında, 1,2 milyon çocuğa 382 milyon lira, Şartlı Gebelik Yardım Programı ile 100 bin anne adayına 16,2 milyon lira destek verdiklerini, ülkenin dinamik nüfus yapısının korunması amacıyla yeni bir sosyal yardım programını hayata geçirdiklerini bildirdi.
– "2 bin 638 çocuğa 396 milyon lira destek sağlandı"
Muhtaç Ailelere Çoklu Doğum Yardımı programı ile muhtaç hanelerin beslenme ve öz bakım ihtiyaçları bakımından desteklenmesini sağladıklarını anlatan Ergezen, "Bu yılın başında ödemelerine başladığımız program kapsamında, 2 bin 638 çocuğumuza yaklaşık 396 milyon lira destek sağladık. Ayrıca Aile Sosyal Destek Programı kapsamında, 1 milyon 231 bin 891 haneye ziyaret gerçekleştirdik." dedi.
Ergezen, Türkiye'de yılda yaklaşık 1,3 milyon doğumun gerçekleştiğine değinerek, şunları söyledi:
"Fakat canlı bebek demek, sağlıklı doğum anlamına gelmemektedir. Ülkemizde sezaryenle doğum oranı, 2002 yılında yüzde 21 iken, bugün yüzde 53’e yükseldi. Elbette bu oran sadece ülkemizde değil dünyada da giderek artmaktadır. Ancak Dünya Sağlık Örgütü tarafından kabul edilebilir oranın yüzde 10-15 aralığında olduğu ifade edilmektedir. Bu gösterge ülkemizde yüzde 53’lere varan sezaryen oranın sürdürülebilir bir durum olmadığını, kritik bir problem olduğunu göstermektedir. Bu oran, aynı zamanda ülkemizin doğurganlık hızına da etki eden önemli bir veridir. Bir ülke nüfusunun yenilenme düzeyini gösteren doğurganlık hızı, ülkemizde geçen yıl 2,07 olarak gerçekleşti. Bu oldukça kritik bir oran. Bu anlamda sayın Cumhurbaşkanımızın sıkça dile getirdiği 'en az 3 çocuk' çağrısı, ülkemizin geleceği açısından son derece önemlidir."
Başkanlığını Yüksek İhtisas Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı öğretim üyeleri Prof. Dr. Aydan Biri ile Prof. Dr. Tamer Mungan'ın yapacağı kongre, 4 gün sürecek.
0 notes
Photo
KADIN SORUNU -II- Kadın sorunu, başat bir olgu olarak, Marksistlerin gündemini, meşgul eden önemli bir meseledir. Patriyarka-kapitalist sistemin kıskacında, hem sınıfsal, hemde cinsel bakımdan, iki biçimde sömürülen, kadının kurutuluşu ve kadının sorunun nihai çözümü, nasıl gerçekleşecektir? Sorunun cevabını ancak, kadın sorununun domistifikasyonu sağlanarak, özetle sorunun tarihsel kökenlerini,ortaya çıkış koşularını, nesnel gelişimini ve objektif olarak, günümüzde kadın sorunun aldığı biçimi Marksist Leninist yönergelerle ele alarak verebiliriz. Kadın sorununun, ortaya çıkışı, binlere yıl öncesine dayanmaktadır. Antropolojik veriler ışığında, İlk avcı, toplayıcı toplulukları incelediğimizde, eşitlikçi bir iş bölümünün şekillendiği, erkeğin avcılık yaptığı, kadının ise bitki toplayıcılığı ile birlikte ev içi komünal üretimi yönettiği, değer gördüğü, özerk bir statüye sahipti. Ancak tarihsel ilerlemeyle birlikte, hayvanların evcileştiği, tarımın keşfedildiği, insanların klanlar şeklinde, yerleşik hayata geçtiği, böylece yeni bir üretim biçimin ortaya çıktığı, bu yeni üretim biçimi ile kadının tarihsel konumunun, olumsuz anlamda etkilendiği görülmektedir. Diyalektiksel olarak, bu tarihsel süreçte, erkeğin konumu gereği, servet edindiği, artı değer ürettiği, ilk özel mülkiyet ilişkilerin, geliştiği görülmektedir. Ortaya çıkan, bu yeni üretim biçimi ile kadının, eşit ve özerk olduğu eski aile biçiminin yerini, karı koca evliliği şeklini alan, baba soyluluğuna dayanan, yeni bir aile biçimi ortaya çıkarmıştır. Bu yeni aile formunun ortaya çıkışı ile kadının, ilk tarihsel, yenilgisi boy göstermiştir. Tarihte ilk sınıf çatışması kadının baskı altına alınması ile başlayan bu sürece denk düşmektedir. Son kertede bu kadın sorunu, bu nesnel koşular içerisinde, ilk embriyonik şeklini almış ve bundan sonra, binlerce yıllık patriarkal ilişkiler içerisinde, kemikleşmiş ve günümüzde aktarılmıştır. İlk işbölümü, erkekle kadın arasında, döl verme bakımından yapılan işbölümüdür. Ve şimdi ekleyebilirim. Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir. Karı-koca evliliği, büyük bir tarihsel ilerlemedir; ama aynı zamanda, kölelik ve özel mülkiyetin yanı sıra, günümüzü kadar uzunun ve batılarının gönenç ve gelişmesi, bazılarının acı ve gerilemesiyle elde edildiğine göre, o her ilerlemenin aynı zamanda görece gerileme olduğu çağı açar. " (1) F. Engels Günümüzde kadın, ev, mutfak, çocuk bakımı, gibi domestik alanlara, sıkıştırılmıştır. Kadının karşılıksız, emeğine dayanan, çocuk bakımı, temizlik, mutfak işleri ve benzeri domestik rolleri, onun toplumsal yaşam ve üretime katılmasının önündeki, en büyük engellerdir. Kadının ev ekonomisi, içerisindeki sömürüsü, erkek egemen, mülkiyet ilişkilerinin, kadına biçtiği toplumsal cinsiyet rolünün bir sonucudur. Kadının bu toplumsal ve insanı konumunda, belirleyici olan majör faktörler, başta hakim üretim biçimi olmak üzere, ekonomik üst yapı üzerinde yükselen, aile, din, kültür, eğitim, medya ahlak gibi, erkek egemen monolotik kurumlardır. Burjuva modernist paradigma, patriarkal kurumları, devir alarak inşa edilmiştir. Bugün iç, içe geçen ve bir birini besleyen, kapitalizm ve patriarkal ilişkiler, kadını ikinci cins kılan, bu toplumsal cinsiyet rolünü, siyasal, sosyal, kültürel, ideolojik her anlamda beslemekte, kadının bu toplumsal rolünün, mutlak ve değişmez bir yetke, olarak empoze, etmektedir. Kutsal aile miti ile kadının ev ekonomisi içerisindeki, karşılıksız emeğe dayanan, sömürüsü, duygusal bir peçe ile ikiyüzlü bir biçimde, meşrulaştırılmaktadır. Böylece kadın toplumsal yaşamda ve aile içerisinde uğradığı sınıfsal, cinsel sömürüye, fiziksel, psikolojik şiddete karşı savunmasız kalmaktadır. Tarihsel bir kategori olarak, Kadın sorunu epistemolojik bağlamda, ele alındığında, sorunun karı-koca evliliği ile ortaya çıkan (antagonist) ilk sınıf çatışması olduğu bilinmektedir. Bu nesnel gerçek, bugün daha sofistike bir biçim almıştır. Bugün burjuvazinin kadına biçtiği, toplumsal rolü kavramak, aynı zamanda kadının, kurutuluş koşularını da kavramak, anlamına gelir. Kadın burjuvazi için, kararlı bir yedek işçi ordusudur. Çünkü o gün boyu, iş gücü sömürülen, erkek proleterin, yeniden üretimini sağlamakta, gün boyu yorulan, enerjisi tükenen erkeğin, yemek, temizlik, sex ve benzeri, temel ihtiyaçlarını karşılayarak, iş gücünü yeniden üretmektedir. Tarih öncesi, Analık hukukun yıkılması ile kadının doğurganlık rollüde araçlaşmıştır. Kadın burjuvazi için, ücretli köle sisteminin, ucuz iş gücünü domine eden, yeni genç nesiler doğuran, istikrarlı bir üreme makinesidir. Üç çocuk, beş çocuk yapın, demagojisi ve burjuvazinin, kadın bedeni üzerindeki, bitmek bilmeyen, ikiyüzlü politikasının, sebebi budur. 2013’te 237, 2014’te 294,2015 te 303 kadın cinayeti işlenmiş, 'Türkiye'de 2009-2011 arasında 29 bin 980 tecavüz suçu işlendi! Türkiye’de 2014 yılında 25 ve daha yukarı yaşta olan ve okuma yazma bilmeyen toplam nüfus oranı %5,6 iken bu oran erkeklerde %1,8, kadınlarda %9,2’dir. Kadınların işgücüne kaıtlımı 2015 verilerine göre yüzde 30 oranındadır, Eğitim durumuna göre işgücüne katılım oranı incelendiğinde, kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe işgücüne daha fazla katıldıkları görüldü. Okur-yazar olmayan kadınların işgücüne katılım oranı %16, lise altı eğitimli kadınların işgücüne katılım oranı %25,8, lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %31,9, mesleki veya teknik lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %39,8 iken yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %71,3 oldu. Her 10 kadından 4’ü eşinden veya birlikte yaşadığı kişiden fiziksel şiddet gördü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, 2010-2015 yılları arasında 16-17 yaşlarında evlendirilen çocuk gelin sayısının 232 bin 313 olduğunu söyledi. Türkiye'de 300 bin eskort kadın, 45 genelev 1500 hayat kadını olduğu dilendirilmektedir Subjektif bir sunum olarak, yukarıdaki veriler, yalnızca formel, verileri yansıtmaktadır. Görece feodal-izole toplumlarda, kadına yönelik şiddet, tecavüz ve benzeri saldırılar örtbas edilmektedir. İş gücüne katılan kadınların, büyük çoğunluğu, düşük emek karşılığında çalışmaktadır. Yine iş gücüne katılan, kadınların büyük çoğunluğu, orta sınıf, eğitimli kadınlardan, oluşmaktadır. İnformel alanlarda, hiç bir sosyal güvenceye, sahip olmadan, düşük emek karşılığında, sömürülen kadınları, bir kenara koyarsak, ülkemizdeki kadınların, büyük bir çoğunluğunu ev kadınları oluşturmaktadır. Düşük emek karşılığı, işgücünü satan kadınlar dışında, bu şansı elde edemeyen, kadınlar bedenlerini metalaştırarak sex köleliğine sürüklenmiştir. Fuhuş ve porno endüstrisi, içerisinde milyonlarca kadın, bedenini metalaştırarak, hayata tutunmaya çalışmaktadır. Paternal bir kültüre, sahip toplumlarda, kadın baba, koca, kardeş, gibi baskın aile içi bireylerin, etkisi ile günlük yaşamına yön vermekte, kendisini ilgilendiren, hayati kararlarını, bu etkenler doğrultusunda, biçimlendirmektedir. Eğitim ve meslek seçimi, siyasi tercihler, partner (eş) seçimi, gibi bireysel olması gereken, belirleyici konularda, kadın paternal aile bireyleri tarafından, seçime zorlanmaktadır. Peki, kadın kendisini, her alanında nesneleştiren, bu ikincil konumundan nasıl kurtulabilir? Her şeyden önce, kadını körelten, asalaklaştıran, enerjisini tüketen, siyasal, sosyal, sanatsal ve toplumsal gelişimini, sekteye uğratan, onu verimsiz bir hale getiren ev ekonomisinden koparmak, onu üretime ve toplumsal yaşama, dahil etmekle başlamalıyız. Ancak kadının, üretime katılması, yeterli değildir. Kadının üretime ve toplumsal yaşama katılmasında, en büyük engeli teşkil eden, hantal domestik, işlerini, ortadan kaldırılmalı. çocuk bakımı, hasta ve yaşlı bakımı, kolektifleştirmeli ev ekonomisini, toplumun gene bir sorunu, haline getirmeliyiz. Sovyet deneyimi ile açılan kreşler, ortak mutfaklar, ortak çamaşırhaneler, bunun bu çabanın en güzel örnekleridir. “ Kadın ev ekonomisince sömürüldükçe, durumu her zaman sıkıntılı kalır. Kadının tam özgürleşmesi için ve erkekle gerçek eşitliği için toplumsal düzenlemeler gerekir, kadının genel üretken çalışmaya katılması gerekir. Kadın o zaman erkekle eşit konuma gelecektir. Burada kadının emek üretkenliği, emek kapsamı, emek süresi ve çalışma koşulları vb. bakımından eşitleştirme elbette sözkonusu değildir; tersine, kadının ekonomik durumu yüzünden erkeğe oranla ezilmemek gerektiği sözkonusudur, hepiniz biliyorsunuz ki, kadının bu olgusal (faktisch) ezilmesi tam hak eşitliği halinde de varolagider; çünkü bütün ev ekonomisi onun omuzlarına yükletilir. Ev ekonomisi, pek çok halde, kadının yaptığı en üretken olmayan, en barbarca ve en ağır iştir. En dar çerçevede kalan, kadının gelişmesinin herhangi bir yolda yararlanabileceği hiçbir şey içermeyen bir iştir (LENİN) Bugün modern kapitalist toplumlarda, aşıldığı öne sürülen, bu çelişkilerin, objektif olarak bir karşılığı yoktur. Düşük emek karşılığı, bütün ev ekonomisini ve çocuk bakımını, emekçi kadınlara yükleyen, burjuva sınıf mensubu kadınlar ve yine talebi düşük ölçüde, karşılayan ücretli kreşleri, bir kenara koyarsak, neo liberal saldırıların, kıskacındaki kadın, gerek düşük emek zorbalığı, gerek iş gücüne katıltmasında, doğum, bebek, annelik gibi güdük sebeplerle ve çıkartılan çeşitli zorluklarla yeniden eve çekilmek istenmektedir. Hülasa patriyarka tahakkümün nesnesi kadın, emek piyasasına katıldığı ölçüde, ücretli kreşler, düşük emek zorbalığı mesleki izolasyon ve benzeri neo-liberal saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Gün boyu iş gücünü satarak, ayakta kalmaya çalışan kadın, mesai sonrası ise eve döndüğüne, yemek, mutfak, çamaşır, bulaşık gibi domestik, işleri üstlenerek, iki kat yorulmaktadır. Burjuva moral değerleri, kutsal aile miti ile kadını ev ekonomisine hapsedip, bin bir ayrıntı içerisinde köreltiyor. Burjuva medyası, kadını piyasaya sürülen, mataların bir tüketim nesnesi, olarak sunmaktadır. Pespaye burjuva hukuku, kadın koruyan, bir kaç göstermelik yasasının, aksine kadın cinayetlerini ve tecavüzlerini aklamakta, kadın düşmanlığını sürdürmektedir. Ekonomik özgürlüğü, olmayan kadının, uğradığı saldırılar karşısında, sığınacağı ve rahbilite edileceği kurumlar yok denecek kadar azdır. Burjuva eğitim ve siyasi yapısı, ideolojik, dinsel ve kültürel kodları ile her alanda, kadın düşmanlığı yapmaktadır. Son tahlilde, kadının tarihsel yenilgisi, hakim üretim biçimin yön verdiği, ekonomik, siyasal ve toplumsal kritik içerisinde, yeniden üretilmekte, kadının ikinci cins konumu değişmez ve mutlak bir kadermiş gibi, hafızalara kazınmaktadır. Günümüzde kadın sorununu, ele alan çeşitli görüşler vardır. Bunlar arasında, kadın sorunu edilgen biçimde, ele alan burjuva ortodoks normlara sahip, burjuva kadın hareketleri, başta olmak üzere, feminist paradigmaya sahip, kadın sorununu, burjuva reformcu çerçevede, ele alan günümüzde literatürünü tamamlamış,entelektüel içeriğini yitirimiş, akademik dar bir çevreye sıkışmış, burjuva ideolojik akımlarda mevcuttur. Feminist nosyon, kadın sorununu, sınıflar üstü bir perspektifle savunur. Feminizm sorunu, salt patriarkal alan sıkıştırıp, sınıf sorunundan, yalıtık bir biçimde ele alır ve çelişkinin merkezine erkeği koyar. Böylece sorunun öznesi olarak kadın, kendisini nesneleştiren maddi koşuların, devinimi ve ilgasına yönelen, bilinçli çabanın ürünü bir mücadele biçimine değil, ancak sorunu, anti diyalektik bir biçimde, ele alan burjuva bir saptırmanın, yön verdiği bir mücadelenin içine sürüklenir. Bir iktidar perspektifi, olmayan feminizm, tıpkı benzeri küçük burjuva maceracılığın kuluçkası, olan anarşist ütopyacılık gibi bir gelecek kurgusu yoktur. Post modern çağın bir getirisi olarak, sınıf mücadelesi yerine çeşitli kimlik kolâjlarının, öne çıkarıldığı ve yüceltildiği, günümüzde, envai çeşit kimlik siyaseti boy göstermiştir. Feminizmde her ne kadar tarihsel anlamda, haklı bir mücadelenin, üzerinde gelişse de, nihai anlamda kadın sorununun ilgasına yönelik bilinçli bir çabanın ürünü değil, burjuva reformcu bir harekettir. Marksist Leninistler kadın sorunu asgari bir sorun ve program dâhilinde ele almazlar ve Komünist kadınların ayrı bir öğütlenme biçimi yoktur. Lenin yoldaş örgütlenme sorununa şu şekilde değinmiştir “Örgütlenme ile ilgili olan şeyler, ideolojik anlayışımızdan çıkar: Komünist kadınların ayrı birlikleri yoktur. Komünist kadının yeri, tıpkı komünist erkeğin olduğu gibi, Partide üyeliktir. Eşit yükümlülükler ve haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Ancak, gerçeklere gözlerimizi kapayamayız. Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları partiyle bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma gruplarna, komisyonlara, komitelere, kollar ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, organlara sahip olmalıdır. (Lenin) Biz Marksistler, sofuca bir dar kafalılığı elbette red ediyoruz. Burjuva ailenin ve ilişkilerin, o yavan baskıcı geleneksel kabullerini dışlıyoruz. Kadının nesneleştiği, , erkeğin efendi, kadının köle olduğu, kapitalist sitemin, en küçük hücresi olan, çekirdek ailenin özel mülkiyet ilişkilerince şekillendirildiği, kadının bu kurumun içerisindeki bütün domestik rollerinin onun özgürlüğü önündeki en büyük engel olduğunu biliyoruz. Bir tür iktisadi ortaklığa dönüşen, burjuva evliliği dahil, kadını sahte bir benlik içinde tüketen, körelten, yabancılaştıran her türlü birlikteliği, iki yüzlüce buluyoruz. Bu yüzden, toplumsal cinsiyet rollerinin, yeniden üretilmesini savunuyoruz. Yaşamı boyunca hiçbir zaman para karşılığı ya da mevki gücü için kendini bir erkeğe vermemiş, ya da ekonomik sonuçlarını düşünerek sevdiği erkeği geri çevirmemiş bir kadınlar kuşağıyla; para ya da mevki gücüyle bir kadını yüzüstü bırakmamış ya da geçimini düşünerek sırf çıkarı için sevmediği kadına bağlanmamış bir erkekler kuşağı yetiştiği zaman. İşte o zaman kadın erkek ilişkileri ve insan ilişkileri ahlaki yüceliğe ulaşacaktır. İşte proleter ahlak anlayışı budur.." (Friedrich Engels ) Marksist nosyon, salt toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimi değil, devrimci bir alt üst oluş içerisinde, bütün toplumsal ilişkilerin yeniden üretimini salık verir. Bugün nevrotik bir hal alan monogami ve poligami ilişkilerinin yeniden üretimi, özgür aşkın inşasıda, Marksist ereğin bir parçasıdır. Bu toplumsal değişim, ancak ekonomik üst yapının biçimlendirdiği, günümüzde egemen olan, konvansiyonel ahlakın, parçalanması ve cinslerin eşitliğine dayalı, yeni bir entelektüel ahlak anlayışının inşası ile mümkündür. Pratik olarak biz sosyalistlerin, ulaşmaya çalıştığı, kadın erkek ilişkisi, her türden bencillikten, ekonomik ve kişisel çıkardan arınmış, toplumsal baskı ve ön yargılardan soyundurulmuş, eşitlerin karşılıklı istemine bağlı, bir birlikteliktir, Aşk içgüdülerden doğan, basit orgazm yahutta, fizyolojik bir doyum değil, geniş bir empatinin, sağduyunun sadakatin, yoldaşça birliğin, örgütlenmesidir Kollontay yoldaş gelecekteki kadın erkek ilişkini şu şekilde açıklamaktadır " En başta toplum, cinsler arasındaki birliğin, tüm şekilleri kabul etmeyi öğrenmelidir. Ancak soya zarar vermemek ve ekonomik etkenin, boyunduruğu ile belirlenmiş, olmamak koşuluya. İdeal yine monogamik (tek eşlilik) evlilik olarak kalıyor. Ama bu kez, büyük aşk üzerine temellenmiş olacak. Ve değişmez, donmuş olmayacak bu evlilik. İnsan psikolojisi ne denli çeşitliyse, değişiklikte o denli kaçınılmazdır. Evliliğin temel şekli art arda gelen tek eşli evlilik olmalıdır. Aşka dediğin dostluk sınırları içinde aşk birlikteliğinin çeşitli görünümleride bulunabilir Aleksandra Kollontay- Marksizm ve cinsellik KORAY AKER
0 notes
Photo
Türkiye'de yaşlı nüfusu her geçen sene artıyor Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2019 yılı istatistiklerle yaşlılar verilerini açıkladı. Buna göre; yaşlı nüfus olarak kabul edilen 65 ve daha yukarı yaştaki nüfus, 2014 yılında 6 milyon 192 bin 962 kişi iken son beş yılda yüzde 21,9 artarak 2019 yılında 7 milyon 550 bin 727 kişi oldu. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ise 2014 yılında yüzde 8,0 iken, 2019 yılında yüzde 9,1'e yükseldi. Yaşlı nüfusun 2019 yılında yüzde 44,2'sini erkek nüfus, yüzde 55,8'ini kadın nüfus oluşturdu. Nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının 2023 yılında yüzde 10,2, 2030 yılında yüzde 12,9, 2040 yılında yüzde 16,3, 2060 yılında yüzde 22,6 ve 2080 yılında yüzde 25,6 olacağı öngörüldü. Yaşlı nüfusun yüzde 62,8'inin 65-74 yaş grubunda yer aldığı görüldü Yaşlı nüfus yaş grubuna göre incelendiğinde, 2014 yılında yaşlı nüfusun yüzde 60,9'unun 65-74 yaş grubunda, yüzde 31,4'ünün 75-84 yaş grubunda ve yüzde 7,7'sinin 85 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldığı görülürken, 2019 yılında yüzde 62,8'inin 65-74 yaş grubunda, yüzde 28,2'sinin 75-84 yaş grubunda ve yüzde 9,1'inin 85 ve daha yukarı yaş grubunda yer aldığı görüldü. Türkiye nüfusunun yaş yapısı değişti Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranının yüzde 10'u geçmesi nüfusun yaşlanmasının bir göstergesidir. Türkiye'de yaşlı nüfus, diğer yaş gruplarındaki nüfusa göre daha yüksek bir hız ile artış gösterdi. Küresel yaşlanma süreci olarak adlandırılan "demografik dönüşüm" sürecinde olan Türkiye'de, doğurganlık ve ölümlülük hızlarındaki azalma ile birlikte sağlık alanında kaydedilen gelişmeler, yaşam standardının, refah düzeyinin ve doğuşta beklenen yaşam süresinin artması ile nüfusun yaş yapısı şekil değiştirdi. Çocuk ve gençlerin nüfus içindeki oranı azalırken yaşlıların toplam nüfus içindeki oranı artış gösterdi. Türkiye, oransal olarak yaşlı nüfus yapısına sahip ülkelere göre hala genç bir nüfus yapısına sahip olsa da, yaşlı nüfus sayısal olarak oldukça fazladır. Türkiye nüfusunun ortanca yaşı yükseldi Ortanca yaş, yeni doğan bebekten en yaşlıya kadar nüfusu oluşturan kişilerin yaşları küçükten büyüğe doğru sıralandığında ortada kalan kişinin yaşıdır. Nüfusun yaşlanması ile ilgili bilgi veren göstergelerden biri olan ortanca yaş, 2014 yılında 30,7 iken 2019 yılında 32,4 oldu. Ortanca yaş 2019 yılında erkeklerde 31,7, kadınlarda 33,1 olarak gerçekleşti. Nüfus projeksiyonlarına göre, ortanca yaşın 2023 yılında 33,5, 2030 yılında 35,6, 2040 yılında 38,5, 2060 yılında 42,3 ve 2080 yılında 45,0 olacağı öngörüldü. Yaşlı bağımlılık oranı 2019 yılında yüzde 13,4 oldu Çalışma çağındaki yüz kişiye düşen yaşlı sayısını ifade eden yaşlı bağımlılık oranı, 2014 yılında yüzde 11,8 iken bu oran 2019 yılında yüzde 13,4'e yükseldi. Nüfus projeksiyonlarına göre, yaşlı bağımlılık oranının 2023 yılında yüzde 15,2, 2030 yılında yüzde 19,6, 2040 yılında yüzde 25,3, 2060 yılında yüzde 37,5 ve 2080 yılında yüzde 43,6 olacağı öngörüldü. Türkiye, yaşlı nüfus oranına göre sıralamada 167 ülke arasında 66'ncı sırada yer aldı Nüfus tahminlerine göre 2019 yılı için dünya nüfusunun 7 milyar 604 milyon 656 bin 633 kişi, yaşlı nüfusun ise 703 milyon 711 bin 487 kişi olduğu tahmin edildi. Bu tahminlere göre dünya nüfusunun yüzde 9,3'ünü yaşlı nüfus oluşturdu. En yüksek yaşlı nüfus oranına sahip ilk üç ülke sırasıyla yüzde 34,1 ile Monako, yüzde 28,8 ile Japonya ve yüzde 22,7 ile Almanya oldu. Türkiye, 167 ülke arasında 66'ncı sırada yer aldı. Bir birey 65 yaşına ulaştığında yaşaması beklenen ömür ortalama 17,9 yıl oldu Hayat Tabloları, 2016-2018 sonuçlarına göre, doğuşta beklenen yaşam süresi Türkiye geneli için 78,3 yıl, erkekler için 75,6 yıl ve kadınlar için 81,0 yıl oldu. Genel olarak kadınlar erkeklerden daha uzun süre yaşamakta olup, doğuşta beklenen yaşam süresi farkı 5,4 yıl oldu. Türkiye'de 65 yaşına ulaşan bir kişinin kalan yaşam süresi ortalama 17,9 yıl oldu. Erkekler için bu sürenin 16,2 yıl, kadınlar için 19,4 yıl olduğu gözlendi. Diğer bir ifade ile 65 yaşına ulaşan kadınların erkeklerden ortalama 3,2 yıl daha fazla yaşayacağı tahmin edildi. Beklenen yaşam süresi 75 yaşında 10,9 yıl iken 85 yaşında 5,9 yıl oldu. Yaklaşık her 4 haneden birinde en az bir yaşlı fert bulunduğu görüldü Türkiye'de 2019 yılında toplam 24 milyon bin 940 haneden 5 milyon 629 bin 421'inde yaşlı nüfus olarak tanımlanan, 65 ve daha yukarı yaşta en az bir fert bulunduğu görüldü. Diğer bir ifadeyle, hanelerin yüzde 23,5'inde en az bir yaşlı fert yaşadığı görüldü. Türkiye'de 1 milyon 373 bin 521 yaşlının tek başına yaşadığı görüldü En az bir yaşlı fert bulunan 5 milyon 629 bin 421 hanenin 1 milyon 373 bin 521'ini tek başına yaşayan yaşlı fertler oluşturdu. Bu hanelerin yüzde 75,7'sini yaşlı kadınlar, yüzde 24,3'ünü ise yaşlı erkekler oluşturdu. Yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il Sinop oldu Yaşlı nüfus oranının en yüksek olduğu il, 2019 yılında yüzde 18,8 ile Sinop oldu. Bu ili yüzde 17,7 ile Kastamonu, yüzde 16,2 ile Artvin ve Çankırı izledi. Yaşlı nüfus oranının en düşük olduğu il ise yüzde 3,3 ile Şırnak oldu. Bu ili yüzde 3,4 ile Hakkari, yüzde 3,9 ile Şanlıurfa izledi. Türkiye'de 100 yaş ve üzerinde 5 bin 567 yaşlı olduğu görüldü Yaşlı nüfusun yüzde 0,1'ini oluşturan 100 yaş ve üzerindeki yaşlı kişi sayısı, 2019 yılında 5 bin 567 oldu. Türkiye'de 100 yaşın üzerinde en fazla yaşlıya sahip ilk üç il sırasıyla 763 kişi ile İstanbul, 275 kişi ile Ankara ve 242 kişi ile Giresun iken en az yaşlıya sahip ilk üç il ise sırasıyla 5 kişi ile Bayburt, 6 kişi ile Ardahan ve Karaman oldu. Eğitimli yaşlı nüfus oranı arttı Okuma yazma bilmeyen yaşlı nüfus oranı, 2014 yılında yüzde 22,9 iken 2018 yılında yüzde 18,3'e düştü. Okuma yazma bilmeyen yaşlı kadınların oranının, 2018 yılında yaşlı erkeklerin oranından 4,5 kat fazla olduğu görüldü. Okuma yazma bilmeyen yaşlı kadınların oranı yüzde 27,9 iken yaşlı erkeklerin oranı yüzde 6,1 oldu. Eğitim durumuna göre yaşlı nüfus incelendiğinde, 2014 yılında yaşlı nüfusun yüzde 42,1'i ilkokul mezunu, yüzde 5,0'ı ortaokul veya dengi okul/ilköğretim mezunu, yüzde 5,2'si lise veya dengi okul mezunu, yüzde 5,1'i yükseköğretim mezunu iken 2018 yılında ilkokul mezunu olanların oranı yüzde 45,0'a, ortaokul veya dengi okul/ilköğretim mezunu olanların oranı yüzde 6,5'e, lise veya dengi okul mezunu olanların oranı yüzde 6,8'e, yükseköğretim mezunu olanların oranı ise yüzde 6,6'ya yükseldi. Yaşlı nüfusun eğitim durumu cinsiyete göre incelendiğinde, cinsiyetler arasında önemli farklılıklar olduğu gözlendi. Bitirilen tüm eğitim düzeylerinde yaşlı erkek nüfus oranının yaşlı kadın nüfus oranından daha yüksek olduğu görüldü. Eşi ölmüş yaşlı kadınların oranı, eşi ölmüş yaşlı erkeklerin oranının 4 katı oldu Yaşlı nüfus yasal medeni duruma göre incelendiğinde, cinsiyetler arasında önemli farklılıklar olduğu görüldü. Yaşlı erkek nüfusun 2019 yılında yüzde 1,2'sinin hiç evlenmemiş, yüzde 83,7'sinin resmi nikahla evli, yüzde 3,3'ünün boşanmış, yüzde 11,9'unun eşi ölmüş olduğu görülürken yaşlı kadın nüfusun yüzde 2,6'sının hiç evlenmemiş, yüzde 45,4'ünün resmi nikahla evli, yüzde 3,7'sinin boşanmış, yüzde 48,3'ünün ise eşi ölmüş olduğu görüldü. Yaşlı nüfusun yoksulluk oranı yüzde 16,4 oldu Gelir ve yaşam koşulları araştırması sonuçlarına göre, eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert medyan gelirinin yüzde 60'ına göre hesaplanan yoksulluk oranı, 2014 yılında Türkiye geneli için yüzde 21,8 iken 2018 yılında yüzde 21,2 oldu. Bu oran, yaşlı nüfus için 2014 yılında yüzde 18,3 iken 2018 yılında yüzde 16,4 oldu. Yaşlı nüfusun yoksulluğu cinsiyete göre incelendiğinde, yoksul yaşlı erkek nüfus oranı 2014 yılında yüzde 18,3 iken 2018 yılında yüzde 14,4 oldu. Yoksul yaşlı kadın nüfus oranı ise 2014 yılında yüzde 18,2 iken 2018 yılında yüzde 17,9 oldu. Yaşlı nüfusun işgücüne katılma oranı yüzde 12,5 oldu Hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre, işgücüne katılma oranı 2014 yılında 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus için yüzde 50,5 iken 2018 yılında yüzde 53,2'ye yükseldi. Bu oran yaşlı nüfus için 2014 yılında yüzde 11,5 iken 2018 yılında yüzde 12,5 oldu. İşgücüne katılma oranı cinsiyete göre incelendiğinde, yaşlı erkek nüfusta 2018 yılında yüzde 20,9 iken yaşlı kadın nüfusta yüzde 5,9 oldu. Yaşlı nüfustaki işsizlik oranının 2014 yılında yüzde 2,1 iken 2018 yılında yüzde 2,7 olduğu görüldü. Çalışan yaşlı nüfusun yüzde 65,5'i tarım sektöründe yer aldı Hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre, istihdam edilen yaşlı nüfusun sektörel dağılımı incelendiğinde, 2018 yılında yaşlı nüfusun yüzde 65,5'inin tarım, yüzde 27,3'ünün hizmetler, yüzde 4,7'sinin sanayi, yüzde 2,5'inin ise inşaat sektöründe yer aldığı görüldü. Yaşlılar en fazla dolaşım sistemi hastalıklarından hayatını kaybetti Ölüm nedeni istatistiklerine göre, 2018 yılında ölen yaşlıların yüzde 43,8'i dolaşım sistemi hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetti. Bu hastalığı ikinci sırada yüzde 16,5 ile iyi huylu ve kötü huylu tümörler, üçüncü sırada ise yüzde 14,8 ile solunum sistemi hastalıkları takip etti. Ölüm nedenleri cinsiyete göre incelendiğinde, cinsiyetler arası en önemli farkın iyi huylu ve kötü huylu tümörlerde olduğu görüldü. İyi ve kötü huylu tümörler nedeniyle hayatını kaybeden yaşlı erkeklerin oranı yaşlı kadınların oranının yaklaşık iki katı oldu. İyi ve kötü huylu tümörler nedeniyle hayatını kaybeden yaşlı erkeklerin oranı yüzde 21,3 iken yaşlı kadınların oranı yüzde 11,6 oldu. Alzheimer hastalığından ölen yaşlıların oranı arttı Ölüm nedeni istatistiklerine göre, Alzheimer hastalığından hayatını kaybeden yaşlıların sayısı, 2014 yılında 10 bin 236 iken 2018 yılında 13 bin 767'ye yükseldi. Alzheimer hastalığından ölen yaşlıların oranı 2014 yılında yüzde 3,9 iken bu oran 2018 yılında yüzde 4,6'ya yükseldi. Alzheimer hastalığından ölen yaşlıların oranı cinsiyete göre incelendiğinde, her iki cinsiyette de artış olduğu görüldü. Alzheimer hastalığından ölen yaşlıların oranı 2014 yılında erkeklerde yüzde 3,1, kadınlarda yüzde 4,6 iken bu oranlar 2018 yılında erkeklerde yüzde 3,5'e, kadınlarda ise yüzde 5,7'ye yükseldi. Mutlu olduğunu beyan eden yaşlı bireylerin oranı yüzde 58,6 oldu Yaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre, mutlu olduğunu beyan eden 18 ve daha yukarı yaştaki bireylerin oranı 2019 yılında yüzde 52,4 iken bu oran 65 ve daha yukarı yaştaki bireyler için yüzde 58,6 oldu. Yaşlı bireylerin genel mutluluk düzeyi cinsiyete göre incelendiğinde, 2019 yılında erkeklerin yüzde 56,9'u, kadınların ise yüzde 59,9'u mutlu olduğunu beyan etti. Yaşlı bireylerin mutluluk kaynağı yüzde 71,4 ile aileleri oldu Yaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre, yaşlı bireylerin 2014 yılında en önemli mutluluk kaynağı yüzde 71,4 ile aileleri, yüzde 14,7 ile çocukları, yüzde 6,4 ile eşleri, yüzde 4,1 ile torunları iken 2019 yılında yüzde 71,4 ile aileleri, yüzde 13,7 ile çocukları, yüzde 4,9 ile torunları ve yüzde 4,7 ile eşleri oldu. İnternet kullanan yaşlı bireylerin oranı 4 kat arttı Hanehalkı bilişim teknolojileri kullanım araştırması sonuçlarına göre, İnternet kullanan 65-74 yaş grubundaki bireylerin oranı 2014 yılında yüzde 5,0 iken bu oran 2019 yılında yüzde 19,8'e yükseldi. İnternet kullanan yaşlı bireyler cinsiyete göre incelendiğinde, erkeklerin kadınlardan daha fazla İnternet kullandığı görüldü. İnternet kullanan yaşlı erkeklerin oranı 2019 yılında yüzde 25,3 iken yaşlı kadınların oranı yüzde 15,0 oldu. #urfahaber #urfayazar #urfa #sanliurfa #urfagündemi #urfasondakika #haber #sondakikahaber #haberler
0 notes
Photo
KADIN SORUNU -II- Kadın sorunu, başat bir olgu olarak, Marksistlerin gündemini, meşgul eden önemli bir meseledir. Patriyarka-kapitalist sistemin kıskacında, hem sınıfsal, hemde cinsel bakımdan, iki biçimde sömürülen, kadının kurutuluşu ve kadının sorunun nihai çözümü, nasıl gerçekleşecektir? Sorunun cevabını ancak, kadın sorununun domistifikasyonu sağlanarak, özetle sorunun tarihsel kökenlerini, ortaya çıkış koşularını, nesnel gelişimini ve objektif olarak, günümüzde kadın sorunun aldığı biçimi Marksist Leninist yönergelerle ele alarak verebiliriz. Kadın sorununun, ortaya çıkışı, binlere yıl öncesine dayanmaktadır. Antropolojik veriler ışığında, İlk avcı, toplayıcı toplulukları incelediğimizde, eşitlikçi bir iş bölümünün şekillendiği, erkeğin avcılık yaptığı, kadının ise bitki toplayıcılığı ile birlikte ev içi komünal üretimi yönettiği, değer gördüğü, özerk bir statüye sahipti. Ancak tarihsel ilerlemeyle birlikte, hayvanların evcileştiği, tarımın keşfedildiği, insanların klanlar şeklinde, yerleşik hayata geçtiği, böylece yeni bir üretim biçimin ortaya çıktığı, bu yeni üretim biçimi ile kadının tarihsel konumunun, olumsuz anlamda etkilendiği görülmektedir. Diyalektiksel olarak, bu tarihsel süreçte, erkeğin konumu gereği, servet edindiği, artı değer ürettiği, ilk özel mülkiyet ilişkilerin, geliştiği görülmektedir. Ortaya çıkan, bu yeni üretim biçimi ile kadının, eşit ve özerk olduğu eski aile biçiminin yerini, karı koca evliliği şeklini alan, baba soyluluğuna dayanan, yeni bir aile biçimi ortaya çıkarmıştır. Bu yeni aile formunun ortaya çıkışı ile kadının, ilk tarihsel, yenilgisi boy göstermiştir. Tarihte ilk sınıf çatışması kadının baskı altına alınması ile başlayan bu sürece denk düşmektedir. Son kertede bu kadın sorunu, bu nesnel koşular içerisinde, ilk embriyonik şeklini almış ve bundan sonra, binlerce yıllık patriarkal ilişkiler içerisinde, kemikleşmiş ve günümüzde aktarılmıştır. İlk işbölümü, erkekle kadın arasında, döl verme bakımından yapılan işbölümüdür. Ve şimdi ekleyebilirim. Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir. Karı-koca evliliği, büyük bir tarihsel ilerlemedir; ama aynı zamanda, kölelik ve özel mülkiyetin yanı sıra, günümüzü kadar uzunun ve batılarının gönenç ve gelişmesi, bazılarının acı ve gerilemesiyle elde edildiğine göre, o her ilerlemenin aynı zamanda görece gerileme olduğu çağı açar. " (1) F. Engels Günümüzde kadın, ev, mutfak, çocuk bakımı, gibi domestik alanlara, sıkıştırılmıştır. Kadının karşılıksız, emeğine dayanan, çocuk bakımı, temizlik, mutfak işleri ve benzeri domestik rolleri, onun toplumsal yaşam ve üretime katılmasının önündeki, en büyük engellerdir. Kadının ev ekonomisi, içerisindeki sömürüsü, erkek egemen, mülkiyet ilişkilerinin, kadına biçtiği toplumsal cinsiyet rolünün bir sonucudur. Kadının bu toplumsal ve insanı konumunda, belirleyici olan majör faktörler, başta hakim üretim biçimi olmak üzere, ekonomik üst yapı üzerinde yükselen, aile, din, kültür, eğitim, medya ahlak gibi, erkek egemen monolotik kurumlardır. Burjuva modernist paradigma, patriarkal kurumları, devir alarak inşa edilmiştir. Bugün iç, içe geçen ve bir birini besleyen, kapitalizm ve patriarkal ilişkiler, kadını ikinci cins kılan, bu toplumsal cinsiyet rolünü, siyasal, sosyal, kültürel, ideolojik her anlamda beslemekte, kadının bu toplumsal rolünün, mutlak ve değişmez bir yetke, olarak empoze, etmektedir. Kutsal aile miti ile kadının ev ekonomisi içerisindeki, karşılıksız emeğe dayanan, sömürüsü, duygusal bir peçe ile ikiyüzlü bir biçimde, meşrulaştırılmaktadır. Böylece kadın toplumsal yaşamda ve aile içerisinde uğradığı sınıfsal, cinsel sömürüye, fiziksel, psikolojik şiddete karşı savunmasız kalmaktadır. Tarihsel bir kategori olarak, Kadın sorunu epistemolojik bağlamda, ele alındığında, sorunun karı-koca evliliği ile ortaya çıkan (antagonist) ilk sınıf çatışması olduğu bilinmektedir. Bu nesnel gerçek, bugün daha sofistike bir biçim almıştır. Bugün burjuvazinin kadına biçtiği, toplumsal rolü kavramak, aynı zamanda kadının, kurutuluş koşularını da kavramak, anlamına gelir. Kadın burjuvazi için, kararlı bir yedek işçi ordusudur. Çünkü o gün boyu, iş gücü sömürülen, erkek proleterin, yeniden üretimini sağlamakta, gün boyu yorulan, enerjisi tükenen erkeğin, yemek, temizlik, sex ve benzeri, temel ihtiyaçlarını karşılayarak, iş gücünü yeniden üretmektedir. Tarih öncesi, Analık hukukun yıkılması ile kadının doğurganlık rollüde araçlaşmıştır. Kadın burjuvazi için, ücretli köle sisteminin, ucuz iş gücünü domine eden, yeni genç nesiler doğuran, istikrarlı bir üreme makinesidir. Üç çocuk, beş çocuk yapın, demagojisi ve burjuvazinin, kadın bedeni üzerindeki, bitmek bilmeyen, ikiyüzlü politikasının, sebebi budur. 2013’te 237, 2014’te 294,2015 te 303 kadın cinayeti işlenmiş, 'Türkiye'de 2009-2011 arasında 29 bin 980 tecavüz suçu işlendi! Türkiye’de 2014 yılında 25 ve daha yukarı yaşta olan ve okuma yazma bilmeyen toplam nüfus oranı %5,6 iken bu oran erkeklerde %1,8, kadınlarda %9,2’dir. Kadınların işgücüne kaıtlımı 2015 verilerine göre yüzde 30 oranındadır, Eğitim durumuna göre işgücüne katılım oranı incelendiğinde, kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe işgücüne daha fazla katıldıkları görüldü. Okur-yazar olmayan kadınların işgücüne katılım oranı %16, lise altı eğitimli kadınların işgücüne katılım oranı %25,8, lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %31,9, mesleki veya teknik lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %39,8 iken yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %71,3 oldu. Her 10 kadından 4’ü eşinden veya birlikte yaşadığı kişiden fiziksel şiddet gördü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, 2010-2015 yılları arasında 16-17 yaşlarında evlendirilen çocuk gelin sayısının 232 bin 313 olduğunu söyledi. Türkiye'de 300 bin eskort kadın, 45 genelev 1500 hayat kadını olduğu dilendirilmektedir Subjektif bir sunum olarak, yukarıdaki veriler, yalnızca formel, verileri yansıtmaktadır. Görece feodal-izole toplumlarda, kadına yönelik şiddet, tecavüz ve benzeri saldırılar örtbas edilmektedir. İş gücüne katılan kadınların, büyük çoğunluğu, düşük emek karşılığında çalışmaktadır. Yine iş gücüne katılan, kadınların büyük çoğunluğu, orta sınıf, eğitimli kadınlardan, oluşmaktadır. İnformel alanlarda, hiç bir sosyal güvenceye, sahip olmadan, düşük emek karşılığında, sömürülen kadınları, bir kenara koyarsak, ülkemizdeki kadınların, büyük bir çoğunluğunu ev kadınları oluşturmaktadır. Düşük emek karşılığı, işgücünü satan kadınlar dışında, bu şansı elde edemeyen, kadınlar bedenlerini metalaştırarak sex köleliğine sürüklenmiştir. Fuhuş ve porno endüstrisi, içerisinde milyonlarca kadın, bedenini metalaştırarak, hayata tutunmaya çalışmaktadır. Paternal bir kültüre, sahip toplumlarda, kadın baba, koca, kardeş, gibi baskın aile içi bireylerin, etkisi ile günlük yaşamına yön vermekte, kendisini ilgilendiren, hayati kararlarını, bu etkenler doğrultusunda, biçimlendirmektedir. Eğitim ve meslek seçimi, siyasi tercihler, partner (eş) seçimi, gibi bireysel olması gereken, belirleyici konularda, kadın paternal aile bireyleri tarafından, seçime zorlanmaktadır. Peki, kadın kendisini, her alanında nesneleştiren, bu ikincil konumundan nasıl kurtulabilir? Her şeyden önce, kadını körelten, asalaklaştıran, enerjisini tüketen, siyasal, sosyal, sanatsal ve toplumsal gelişimini, sekteye uğratan, onu verimsiz bir hale getiren ev ekonomisinden koparmak, onu üretime ve toplumsal yaşama, dahil etmekle başlamalıyız. Ancak kadının, üretime katılması, yeterli değildir. Kadının üretime ve toplumsal yaşama katılmasında, en büyük engeli teşkil eden, hantal domestik, işlerini, ortadan kaldırılmalı. çocuk bakımı, hasta ve yaşlı bakımı, kolektifleştirmeli ev ekonomisini, toplumun gene bir sorunu, haline getirmeliyiz. Sovyet deneyimi ile açılan kreşler, ortak mutfaklar, ortak çamaşırhaneler, bunun bu çabanın en güzel örnekleridir. “ Kadın ev ekonomisince sömürüldükçe, durumu her zaman sıkıntılı kalır. Kadının tam özgürleşmesi için ve erkekle gerçek eşitliği için toplumsal düzenlemeler gerekir, kadının genel üretken çalışmaya katılması gerekir. Kadın o zaman erkekle eşit konuma gelecektir. Burada kadının emek üretkenliği, emek kapsamı, emek süresi ve çalışma koşulları vb. bakımından eşitleştirme elbette sözkonusu değildir; tersine, kadının ekonomik durumu yüzünden erkeğe oranla ezilmemek gerektiği sözkonusudur, hepiniz biliyorsunuz ki, kadının bu olgusal (faktisch) ezilmesi tam hak eşitliği halinde de varolagider; çünkü bütün ev ekonomisi onun omuzlarına yükletilir. Ev ekonomisi, pek çok halde, kadının yaptığı en üretken olmayan, en barbarca ve en ağır iştir. En dar çerçevede kalan, kadının gelişmesinin herhangi bir yolda yararlanabileceği hiçbir şey içermeyen bir iştir (LENİN) Bugün modern kapitalist toplumlarda, aşıldığı öne sürülen, bu çelişkilerin, objektif olarak bir karşılığı yoktur. Düşük emek karşılığı, bütün ev ekonomisini ve çocuk bakımını, emekçi kadınlara yükleyen, burjuva sınıf mensubu kadınlar ve yine talebi düşük ölçüde, karşılayan ücretli kreşleri, bir kenara koyarsak, neo liberal saldırıların, kıskacındaki kadın, gerek düşük emek zorbalığı, gerek iş gücüne katıltmasında, doğum, bebek, annelik gibi güdük sebeplerle ve çıkartılan çeşitli zorluklarla yeniden eve çekilmek istenmektedir. Hülasa patriyarka tahakkümün nesnesi kadın, emek piyasasına katıldığı ölçüde, ücretli kreşler, düşük emek zorbalığı mesleki izolasyon ve benzeri neo-liberal saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Gün boyu iş gücünü satarak, ayakta kalmaya çalışan kadın, mesai sonrası ise eve döndüğüne, yemek, mutfak, çamaşır, bulaşık gibi domestik, işleri üstlenerek, iki kat yorulmaktadır. Burjuva moral değerleri, kutsal aile miti ile kadını ev ekonomisine hapsedip, bin bir ayrıntı içerisinde köreltiyor. Burjuva medyası, kadını piyasaya sürülen, mataların bir tüketim nesnesi, olarak sunmaktadır. Pespaye burjuva hukuku, kadın koruyan, bir kaç göstermelik yasasının, aksine kadın cinayetlerini ve tecavüzlerini aklamakta, kadın düşmanlığını sürdürmektedir. Ekonomik özgürlüğü, olmayan kadının, uğradığı saldırılar karşısında, sığınacağı ve rahbilite edileceği kurumlar yok denecek kadar azdır. Burjuva eğitim ve siyasi yapısı, ideolojik, dinsel ve kültürel kodları ile her alanda, kadın düşmanlığı yapmaktadır. Son tahlilde, kadının tarihsel yenilgisi, hakim üretim biçimin yön verdiği, ekonomik, siyasal ve toplumsal kritik içerisinde, yeniden üretilmekte, kadının ikinci cins konumu değişmez ve mutlak bir kadermiş gibi, hafızalara kazınmaktadır. Günümüzde kadın sorununu, ele alan çeşitli görüşler vardır. Bunlar arasında, kadın sorunu edilgen biçimde, ele alan burjuva ortodoks normlara sahip, burjuva kadın hareketleri, başta olmak üzere, feminist paradigmaya sahip, kadın sorununu, burjuva reformcu çerçevede, ele alan günümüzde literatürünü tamamlamış,entelektüel içeriğini yitirimiş, akademik dar bir çevreye sıkışmış, burjuva ideolojik akımlarda mevcuttur. Feminist nosyon, kadın sorununu, sınıflar üstü bir perspektifle savunur. Feminizm sorunu, salt patriarkal alan sıkıştırıp, sınıf sorunundan, yalıtık bir biçimde ele alır ve çelişkinin merkezine erkeği koyar. Böylece sorunun öznesi olarak kadın, kendisini nesneleştiren maddi koşuların, devinimi ve ilgasına yönelen, bilinçli çabanın ürünü bir mücadele biçimine değil, ancak sorunu, anti diyalektik bir biçimde, ele alan burjuva bir saptırmanın, yön verdiği bir mücadelenin içine sürüklenir. Bir iktidar perspektifi, olmayan feminizm, tıpkı benzeri küçük burjuva maceracılığın kuluçkası, olan anarşist ütopyacılık gibi bir gelecek kurgusu yoktur. Post modern çağın bir getirisi olarak, sınıf mücadelesi yerine çeşitli kimlik kolâjlarının, öne çıkarıldığı ve yüceltildiği, günümüzde, envai çeşit kimlik siyaseti boy göstermiştir. Feminizmde her ne kadar tarihsel anlamda, haklı bir mücadelenin, üzerinde gelişse de, nihai anlamda kadın sorununun ilgasına yönelik bilinçli bir çabanın ürünü değil, burjuva reformcu bir harekettir. Marksist Leninistler kadın sorunu asgari bir sorun ve program dâhilinde ele almazlar ve Komünist kadınların ayrı bir öğütlenme biçimi yoktur. Lenin yoldaş örgütlenme sorununa şu şekilde değinmiştir “Örgütlenme ile ilgili olan şeyler, ideolojik anlayışımızdan çıkar: Komünist kadınların ayrı birlikleri yoktur. Komünist kadının yeri, tıpkı komünist erkeğin olduğu gibi, Partide üyeliktir. Eşit yükümlülükler ve haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Ancak, gerçeklere gözlerimizi kapayamayız. Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları partiyle bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma gruplarna, komisyonlara, komitelere, kollar ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, organlara sahip olmalıdır. (Lenin) Biz Marksistler, sofuca bir dar kafalılığı elbette red ediyoruz. Burjuva ailenin ve ilişkilerin, o yavan baskıcı geleneksel kabullerini dışlıyoruz. Kadının nesneleştiği, , erkeğin efendi, kadının köle olduğu, kapitalist sitemin, en küçük hücresi olan, çekirdek ailenin özel mülkiyet ilişkilerince şekillendirildiği, kadının bu kurumun içerisindeki bütün domestik rollerinin onun özgürlüğü önündeki en büyük engel olduğunu biliyoruz. Bir tür iktisadi ortaklığa dönüşen, burjuva evliliği dahil, kadını sahte bir benlik içinde tüketen, körelten, yabancılaştıran her türlü birlikteliği, iki yüzlüce buluyoruz. Bu yüzden, toplumsal cinsiyet rollerinin, yeniden üretilmesini savunuyoruz. Yaşamı boyunca hiçbir zaman para karşılığı ya da mevki gücü için kendini bir erkeğe vermemiş, ya da ekonomik sonuçlarını düşünerek sevdiği erkeği geri çevirmemiş bir kadınlar kuşağıyla; para ya da mevki gücüyle bir kadını yüzüstü bırakmamış ya da geçimini düşünerek sırf çıkarı için sevmediği kadına bağlanmamış bir erkekler kuşağı yetiştiği zaman. İşte o zaman kadın erkek ilişkileri ve insan ilişkileri ahlaki yüceliğe ulaşacaktır. İşte proleter ahlak anlayışı budur.." (Friedrich Engels ) Marksist nosyon, salt toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimi değil, devrimci bir alt üst oluş içerisinde, bütün toplumsal ilişkilerin yeniden üretimini salık verir. Bugün nevrotik bir hal alan monogami ve poligami ilişkilerinin yeniden üretimi, özgür aşkın inşasıda, Marksist ereğin bir parçasıdır. Bu nitel sıçrama, ancak ekonomik üst yapının biçimlendirdiği, günümüzde egemen olan, konvansiyonel ahlakın, parçalanması ve cinslerin eşitliğine dayalı, yeni bir entelektüel dünya görüşünün inşası ile mümkündür. Pratik olarak biz sosyalistlerin, ulaşmaya çalıştığı, kadın erkek ilişkisi, her türden bencillikten, ekonomik ve kişisel çıkardan arınmış, toplumsal baskı ve ön yargılardan soyundurulmuş, eşitlerin karşılıklı istemine bağlı, bir birlikteliktir, Aşk içgüdülerden doğan, basit orgazm yahutta, fizyolojik bir doyum değil, geniş bir empatinin, sağduyunun sadakatin, yoldaşça birliğin, örgütlenmesidir Kollontay yoldaş gelecekteki kadın erkek ilişkini şu şekilde açıklamaktadır " En başta toplum, cinsler arasındaki birliğin, tüm şekilleri kabul etmeyi öğrenmelidir. Ancak soya zarar vermemek ve ekonomik etkenin, boyunduruğu ile belirlenmiş, olmamak koşuluya. İdeal yine monogamik (tek eşlilik) evlilik olarak kalıyor. Ama bu kez, büyük aşk üzerine temellenmiş olacak. Ve değişmez, donmuş olmayacak bu evlilik. İnsan psikolojisi ne denli çeşitliyse, değişiklikte o denli kaçınılmazdır. Evliliğin temel şekli art arda gelen tek eşli evlilik olmalıdır. Aşka dediğin dostluk sınırları içinde aşk birlikteliğinin çeşitli görünümleride bulunabilir Aleksandra Kollontay- Marksizm ve cinsellik KORAY AKER
0 notes
Photo
KADIN SORUNU -II- Kadın sorunu, başat bir mesele olarak, Marksistlerin gündemini, meşgul eden önemli bir meseledir. Patriyarka-kapitalist sistemin kıskacında, hem sınıfsal, hemde cinsel bakımdan, iki biçimde sömürülen, kadının kurutuluşu ve kadının sorunun nihai çözümü, nasıl gerçekleşecektir? Sorunun cevabını ancak, kadın sorununun domistifikasyonu sağlanarak, özetle sorunun tarihsel kökenlerini, ortaya çıkış koşularını, nesnel gelişimini ve objektif olarak, günümüzde kadın sorunun aldığı biçimi Marksist Leninist yönergelerle ele alarak verebiliriz. Kadın sorununun, ortaya çıkışı, binlere yıl öncesine dayanmaktadır. Antropolojik veriler ışığında, İlk avcı, toplayıcı toplulukları incelediğimizde, eşitlikçi bir iş bölümünün şekillendiği, erkeğin avcılık yaptığı, kadının ise bitki toplayıcılığı ile birlikte ev içi komünal üretimi yönettiği, değer gördüğü, özerk bir statüye sahipti. Ancak tarihsel ilerlemeyle birlikte, hayvanların evcileştiği, tarımın keşfedildiği, insanların klanlar şeklinde, yerleşik hayata geçtiği, böylece yeni bir üretim biçimin ortaya çıktığı, bu yeni üretim biçimi ile kadının tarihsel konumunun, olumsuz anlamda etkilendiği görülmektedir. Diyalektiksel olarak, bu tarihsel süreçte, erkeğin konumu gereği, servet edindiği, artı değer ürettiği, ilk özel mülkiyet ilişkilerin, geliştiği görülmektedir. Ortaya çıkan, bu yeni üretim biçimi ile kadının, eşit ve özerk olduğu eski aile biçiminin yerini, karı koca evliliği şeklini alan, baba soyluluğuna dayanan, yeni bir aile biçimi ortaya çıkarmıştır. Bu yeni aile formunun ortaya çıkışı ile kadının, ilk tarihsel, yenilgisi boy göstermiştir. Tarihte ilk sınıf çatışması kadının baskı altına alınması ile başlayan bu sürece denk düşmektedir. Son kertede bu kadın sorunu, bu nesnel koşular içerisinde, ilk embriyonik şeklini almış ve bundan sonra, binlerce yıllık patriarkal ilişkiler içerisinde, kemikleşmiş ve günümüzde aktarılmıştır. İlk işbölümü, erkekle kadın arasında, döl verme bakımından yapılan işbölümüdür. Ve şimdi ekleyebilirim. Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir. Karı-koca evliliği, büyük bir tarihsel ilerlemedir; ama aynı zamanda, kölelik ve özel mülkiyetin yanı sıra, günümüzü kadar uzunun ve batılarının gönenç ve gelişmesi, bazılarının acı ve gerilemesiyle elde edildiğine göre, o her ilerlemenin aynı zamanda görece gerileme olduğu çağı açar. " (1) F. Engels Günümüzde kadın, ev, mutfak, çocuk bakımı, gibi domestik alanlara, sıkıştırılmıştır. Kadının karşılıksız, emeğine dayanan, çocuk bakımı, temizlik, mutfak işleri ve benzeri domestik rolleri, onun toplumsal yaşam ve üretime katılmasının önündeki, en büyük engellerdir. Kadının ev ekonomisi, içerisindeki sömürüsü, erkek egemen, mülkiyet ilişkilerinin, kadına biçtiği toplumsal cinsiyet rolünün bir sonucudur. Kadının bu toplumsal ve insanı konumunda, belirleyici olan majör faktörler, başta hakim üretim biçimi olmak üzere, ekonomik üst yapı üzerinde yükselen, aile, din, kültür, eğitim, medya ahlak gibi, erkek egemen monolotik kurumlardır. Burjuva modernist paradigma, patriarkal kurumları, devir alarak inşa edilmiştir. Bugün iç, içe geçen ve bir birini besleyen, kapitalizm ve patriarkal ilişkiler, kadını ikinci cins kılan, bu toplumsal cinsiyet rolünü, siyasal, sosyal, kültürel, ideolojik her anlamda beslemekte, kadının bu toplumsal rolünün, mutlak ve değişmez bir yetke, olarak empoze, etmektedir. Kutsal aile miti ile kadının ev ekonomisi içerisindeki, karşılıksız emeğe dayanan, sömürüsü, duygusal bir peçe ile ikiyüzlü bir biçimde, meşrulaştırılmaktadır. Böylece kadın toplumsal yaşamda ve aile içerisinde uğradığı sınıfsal, cinsel sömürüye, fiziksel, psikolojik şiddete karşı savunmasız kalmaktadır. Tarihsel bir kategori olarak, Kadın sorunu epistemolojik bağlamda, ele alındığında, sorunun karı-koca evliliği ile ortaya çıkan (antagonist) ilk sınıf çatışması olduğu bilinmektedir. Bu nesnel gerçek, bugün daha sofistike bir biçim almıştır. Bugün burjuvazinin kadına biçtiği, toplumsal rolü kavramak, aynı zamanda kadının, kurutuluş koşularını da kavramak, anlamına gelir. Kadın burjuvazi için, kararlı bir yedek işçi ordusudur. Çünkü o gün boyu, iş gücü sömürülen, erkek proleterin, yeniden üretimini sağlamakta, gün boyu yorulan, enerjisi tükenen erkeğin, yemek, temizlik, sex ve benzeri, temel ihtiyaçlarını karşılayarak, iş gücünü yeniden üretmektedir. Tarih öncesi, Analık hukukun yıkılması ile kadının doğurganlık rollüde araçlaşmıştır. Kadın burjuvazi için, ücretli köle sisteminin, ucuz iş gücünü domine eden, yeni genç nesiler doğuran, istikrarlı bir üreme makinesidir. Üç çocuk, beş çocuk yapın, demagojisi ve burjuvazinin, kadın bedeni üzerindeki, bitmek bilmeyen, ikiyüzlü politikasının, sebebi budur. 2013’te 237, 2014’te 294,2015 te 303 kadın cinayeti işlenmiş, 'Türkiye'de 2009-2011 arasında 29 bin 980 tecavüz suçu işlendi! Türkiye’de 2014 yılında 25 ve daha yukarı yaşta olan ve okuma yazma bilmeyen toplam nüfus oranı %5,6 iken bu oran erkeklerde %1,8, kadınlarda %9,2’dir. Kadınların işgücüne kaıtlımı 2015 verilerine göre yüzde 30 oranındadır, Eğitim durumuna göre işgücüne katılım oranı incelendiğinde, kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe işgücüne daha fazla katıldıkları görüldü. Okur-yazar olmayan kadınların işgücüne katılım oranı %16, lise altı eğitimli kadınların işgücüne katılım oranı %25,8, lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %31,9, mesleki veya teknik lise mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %39,8 iken yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım oranı %71,3 oldu. Her 10 kadından 4’ü eşinden veya birlikte yaşadığı kişiden fiziksel şiddet gördü, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, 2010-2015 yılları arasında 16-17 yaşlarında evlendirilen çocuk gelin sayısının 232 bin 313 olduğunu söyledi. Türkiye'de 300 bin eskort kadın, 45 genelev 1500 hayat kadını olduğu dilendirilmektedir Subjektif bir sunum olarak, yukarıdaki veriler, yalnızca formel, verileri yansıtmaktadır. Görece feodal-izole toplumlarda, kadına yönelik şiddet, tecavüz ve benzeri saldırılar örtbas edilmektedir. İş gücüne katılan kadınların, büyük çoğunluğu, düşük emek karşılığında çalışmaktadır. Yine iş gücüne katılan, kadınların büyük çoğunluğu, orta sınıf, eğitimli kadınlardan, oluşmaktadır. İnformel alanlarda, hiç bir sosyal güvenceye, sahip olmadan, düşük emek karşılığında, sömürülen kadınları, bir kenara koyarsak, ülkemizdeki kadınların, büyük bir çoğunluğunu ev kadınları oluşturmaktadır. Düşük emek karşılığı, işgücünü satan kadınlar dışında, bu şansı elde edemeyen, kadınlar bedenlerini metalaştırarak sex köleliğine sürüklenmiştir. Fuhuş ve porno endüstrisi, içerisinde milyonlarca kadın, bedenini metalaştırarak, hayata tutunmaya çalışmaktadır. Paternal bir kültüre, sahip toplumlarda, kadın baba, koca, kardeş, gibi baskın aile içi bireylerin, etkisi ile günlük yaşamına yön vermekte, kendisini ilgilendiren, hayati kararlarını, bu etkenler doğrultusunda, biçimlendirmektedir. Eğitim ve meslek seçimi, siyasi tercihler, partner (eş) seçimi, gibi bireysel olması gereken, belirleyici konularda, kadın paternal aile bireyleri tarafından, seçime zorlanmaktadır. Peki, kadın kendisini, her alanında nesneleştiren, bu ikincil konumundan nasıl kurtulabilir? Her şeyden önce, kadını körelten, asalaklaştıran, enerjisini tüketen, siyasal, sosyal, sanatsal ve toplumsal gelişimini, sekteye uğratan, onu verimsiz bir hale getiren ev ekonomisinden koparmak, onu üretime ve toplumsal yaşama, dahil etmekle başlamalıyız. Ancak kadının, üretime katılması, yeterli değildir. Kadının üretime ve toplumsal yaşama katılmasında, en büyük engeli teşkil eden, hantal domestik, işlerini, ortadan kaldırılmalı. çocuk bakımı, hasta ve yaşlı bakımı, kolektifleştirmeli ev ekonomisini, toplumun gene bir sorunu, haline getirmeliyiz. Sovyet deneyimi ile açılan kreşler, ortak mutfaklar, ortak çamaşırhaneler, bunun bu çabanın en güzel örnekleridir. “ Kadın ev ekonomisince sömürüldükçe, durumu her zaman sıkıntılı kalır. Kadının tam özgürleşmesi için ve erkekle gerçek eşitliği için toplumsal düzenlemeler gerekir, kadının genel üretken çalışmaya katılması gerekir. Kadın o zaman erkekle eşit konuma gelecektir. Burada kadının emek üretkenliği, emek kapsamı, emek süresi ve çalışma koşulları vb. bakımından eşitleştirme elbette sözkonusu değildir; tersine, kadının ekonomik durumu yüzünden erkeğe oranla ezilmemek gerektiği sözkonusudur, hepiniz biliyorsunuz ki, kadının bu olgusal (faktisch) ezilmesi tam hak eşitliği halinde de varolagider; çünkü bütün ev ekonomisi onun omuzlarına yükletilir. Ev ekonomisi, pek çok halde, kadının yaptığı en üretken olmayan, en barbarca ve en ağır iştir. En dar çerçevede kalan, kadının gelişmesinin herhangi bir yolda yararlanabileceği hiçbir şey içermeyen bir iştir (LENİN) Bugün modern kapitalist toplumlarda, aşıldığı öne sürülen, bu çelişkilerin, objektif olarak bir karşılığı yoktur. Düşük emek karşılığı, bütün ev ekonomisini ve çocuk bakımını, emekçi kadınlara yükleyen, burjuva sınıf mensubu kadınlar ve yine talebi düşük ölçüde, karşılayan ücretli kreşleri, bir kenara koyarsak, neo liberal saldırıların, kıskacındaki kadın, gerek düşük emek zorbalığı, gerek iş gücüne katıltmasında, doğum, bebek, annelik gibi güdük sebeplerle ve çıkartılan çeşitli zorluklarla yeniden eve çekilmek istenmektedir. Hülasa patriyarka tahakkümün nesnesi kadın, emek piyasasına katıldığı ölçüde, ücretli kreşler, düşük emek zorbalığı mesleki izolasyon ve benzeri neo-liberal saldırılarla karşı karşıya kalmaktadır. Gün boyu iş gücünü satarak, ayakta kalmaya çalışan kadın, mesai sonrası ise eve döndüğüne, yemek, mutfak, çamaşır, bulaşık gibi domestik, işleri üstlenerek, iki kat yorulmaktadır. Burjuva moral değerleri, kutsal aile miti ile kadını ev ekonomisine hapsedip, bin bir ayrıntı içerisinde köreltiyor. Burjuva medyası, kadını piyasaya sürülen, mataların bir tüketim nesnesi, olarak sunmaktadır. Pespaye burjuva hukuku, kadın koruyan, bir kaç göstermelik yasasının, aksine kadın cinayetlerini ve tecavüzlerini aklamakta, kadın düşmanlığını sürdürmektedir. Ekonomik özgürlüğü, olmayan kadının, uğradığı saldırılar karşısında, sığınacağı ve rahbilite edileceği kurumlar yok denecek kadar azdır. Burjuva eğitim ve siyasi yapısı, ideolojik, dinsel ve kültürel kodları ile her alanda, kadın düşmanlığı yapmaktadır. Son tahlilde, kadının tarihsel yenilgisi, hakim üretim biçimin yön verdiği, ekonomik, siyasal ve toplumsal kritik içerisinde, yeniden üretilmekte, kadının ikinci cins konumu değişmez ve mutlak bir kadermiş gibi, hafızalara kazınmaktadır. Günümüzde kadın sorununu, ele alan çeşitli görüşler vardır. Bunlar arasında, kadın sorunu edilgen biçimde, ele alan burjuva ortodoks normlara sahip, burjuva kadın hareketleri, başta olmak üzere, feminist paradigmaya sahip, kadın sorununu, burjuva reformcu çerçevede, ele alan günümüzde literatürünü tamamlamış, akademik dar bir çevreye sıkışmış, burjuva ideolojik akımlarda mevcuttur. Feminist nosyon, kadın sorununu, sınıflar üstü bir perspektifle savunur. Feminizm sorunu, salt patriarkal alan sıkıştırıp, sınıf sorunundan, yalıtık bir biçimde ele alır ve çelişkinin merkezine erkeği koyar. Böylece sorunun öznesi olarak kadın, kendisini nesneleştiren maddi koşuların, devinimi ve ilgasına yönelen, bilinçli çabanın ürünü bir mücadele biçimine değil, ancak sorunu, anti diyalektik bir biçimde, ele alan burjuva bir saptırmanın, yön verdiği bir mücadelenin içine sürüklenir. Bir iktidar perspektifi, olmayan feminizm, tıpkı benzeri küçük burjuva maceracılığın kuluçkası, olan anarşist ütopyacılık gibi bir gelecek kurgusu yoktur. Post modern çağın bir getirisi olarak, sınıf mücadelesi yerine çeşitli kimlik kolâjlarının, öne çıkarıldığı ve yüceltildiği, günümüzde, envai çeşit kimlik siyaseti boy göstermiştir. Feminizmde her ne kadar tarihsel anlamda, haklı bir mücadelenin, üzerinde gelişse de, nihai anlamda kadın sorununun ilgasına yönelik bilinçli bir çabanın ürünü değil, burjuva reformcu bir harekettir. Marksist Leninistler kadın sorunu asgari bir sorun ve program dâhilinde ele almazlar ve Komünist kadınların ayrı bir öğütlenme biçimi yoktur. Lenin yoldaş örgütlenme sorununa şu şekilde değinmiştir “Örgütlenme ile ilgili olan şeyler, ideolojik anlayışımızdan çıkar: Komünist kadınların ayrı birlikleri yoktur. Komünist kadının yeri, tıpkı komünist erkeğin olduğu gibi, Partide üyeliktir. Eşit yükümlülükler ve haklarla. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz. Ancak, gerçeklere gözlerimizi kapayamayız. Parti, özel görevi en geniş kadın kitlelerini uyandırmak, onları partiyle bağlamak ve sürekli olarak onun etkisinde tutmak olan çalışma gruplarna, komisyonlara, komitelere, kollar ya da başka nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, organlara sahip olmalıdır. (Lenin) Biz Marksistler, sofuca bir dar kafalılığı elbette red ediyoruz. Burjuva ailenin ve ilişkilerin, o yavan baskıcı geleneksel kabullerini dışlıyoruz. Kadının nesneleştiği, , erkeğin efendi, kadının köle olduğu, kapitalist sitemin, en küçük hücresi olan, çekirdek ailenin özel mülkiyet ilişkilerince şekillendirildiği, kadının bu kurumun içerisindeki bütün domestik rollerinin onun özgürlüğü önündeki en büyük engel olduğunu biliyoruz. Bir tür iktisadi ortaklığa dönüşen, burjuva evliliği dahil, kadını sahte bir benlik içinde tüketen, körelten, yabancılaştıran her türlü birlikteliği, iki yüzlüce buluyoruz. Bu yüzden, toplumsal cinsiyet rollerinin, yeniden üretilmesini savunuyoruz. Yaşamı boyunca hiçbir zaman para karşılığı ya da mevki gücü için kendini bir erkeğe vermemiş, ya da ekonomik sonuçlarını düşünerek sevdiği erkeği geri çevirmemiş bir kadınlar kuşağıyla; para ya da mevki gücüyle bir kadını yüzüstü bırakmamış ya da geçimini düşünerek sırf çıkarı için sevmediği kadına bağlanmamış bir erkekler kuşağı yetiştiği zaman. İşte o zaman kadın erkek ilişkileri ve insan ilişkileri ahlaki yüceliğe ulaşacaktır. İşte proleter ahlak anlayışı budur.." (Friedrich Engels ) Marksist nosyon, salt toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimi değil, devrimci bir alt üst oluş içerisinde, bütün toplumsal ilişkilerin yeniden üretimini salık verir. Bugün nevrotik bir hal alan monogami ve poligami ilişkilerinin yeniden üretimi, özgür aşkın inşasıda, Marksist ereğin bir parçasıdır. Bu nitel sıçrama, ancak ekonomik üst yapının biçimlendirdiği, günümüzde egemen olan, konvansiyonel ahlakın, parçalanması ve cinslerin eşitliğine dayalı, yeni bir entelektüel dünya görüşünün inşası ile mümkündür. Pratik olarak biz sosyalistlerin, ulaşmaya çalıştığı, kadın erkek ilişkisi, her türden bencillikten, ekonomik ve kişisel çıkardan arınmış, toplumsal baskı ve ön yargılardan soyundurulmuş, eşitlerin karşılıklı istemine bağlı, bir birlikteliktir, Aşk içgüdülerden doğan, basit orgazm yahutta, fizyolojik bir doyum değil, geniş bir empatinin, sağduyunun sadakatin, yoldaşça birliğin, örgütlenmesidir Kollontay yoldaş gelecekteki kadın erkek ilişkini şu şekilde açıklamaktadır " En başta toplum, cinsler arasındaki birliğin, tüm şekilleri kabul etmeyi öğrenmelidir. Ancak soya zarar vermemek ve ekonomik etkenin, boyunduruğu ile belirlenmiş, olmamak koşuluya. İdeal yine monogamik (tek eşlilik) evlilik olarak kalıyor. Ama bu kez, büyük aşk üzerine temellenmiş olacak. Ve değişmez, donmuş olmayacak bu evlilik. İnsan psikolojisi ne denli çeşitliyse, değişiklikte o denli kaçınılmazdır. Evliliğin temel şekli art arda gelen tek eşli evlilik olmalıdır. Aşka dediğin dostluk sınırları içinde aşk birlikteliğinin çeşitli görünümleride bulunabilir Aleksandra Kollontay- Marksizm ve cinsellik KORAY AKER
0 notes