#Gençlik kitapları
Explore tagged Tumblr posts
Text
aziz nesin henüz 8 yaşında hafız oldu. ardından gençlik dönemlerinde fikirleri kökten değişti, kendisinin ateist olduğuna karar verdi. kendi fikri, görüşüdür, hiçbirimizi ilgilendirmez. ariyetten kendisi dini görüşünü hiçbir şekilde başkalarına empoze etmeye çalışmadı, hatta buna öz oğulları da dahil. öyle ki oğlu ateş nesin; hac’a, umreye giden, bütün müslümanlık vasıflarını yerine getirmeye çalışan, sıradan biri. diğer oğlu ali nesin de müslüman olduğunu söyler. ama böylesine türkiye’nin gelmiş geçmiş en aydın insanlarından biri bile, madımak’ta siyasal islamcılar tarafından vahşice diri diri yakılmaya çalışıldı. okuduğum din kitapları bana hep şunu öğretmiştir: karşısında olunması gerekenler, dinsizler değil; zalimlerdir. uzak durulması gerekenler, namaz kılmayanlar değil; adaletsiz davrananlardır. mesafe konulması gerekenler, allah'ı anmayanlar değil; kul hakkı yiyenlerdir. bugün bir müslüman olarak, mercedes’ini yenileyemediği içini kıt kanaat geçindiğini söyleyen diyanet işleri başkanı ali erbaş’a duyduğum saygının trilyon katını ateist olan celal şengör’e duyuyorsam nedeni tam olarak bu olaydır.
49 notes
·
View notes
Note
nagi sence gençlik serüveninde en sevdiğimiz kitaplar kişiliğimizi ne kadar yansıtıyor? daha doğrusu en sevdiğimiz ya da karşımızdaki insanın en sevdiği bizim tam manasıyla hangi çıkarımları yapmamıza neden olur? ben ilk ciddi ayrımı 00 da yaşamıştım. arkadaşıma 00 okutana kadar insanların nazlıyı sevmeme ihtimalleri benim için bir seçenek değildi. nazlıyı çok seviyordum ve arkadaşım nazlıdan nefret ettiğinde şok olmuştum. o zamandan beri çok farklı şekillerde bakıyorum ama sendeki ne tanımı merak ettim
Bence kişiliğinizi çok yansıtıyor, herkes en sevdiğini söylediği kitabı çok benimsiyor bunun da doğrudan karakterle bağ kurmakla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Genelde kitaplarda sevdiğimiz çok şey olsa da konuştuğumuz belli başlı şeyler vardır. Kendi kitaplarımdan örnek vereyim, en basit şekilde HGOİ’de lordları konuşuyoruz ya da bazı sahneleri ama söz konusu gençlik serüveni kitapları olduğunda hiçbir erkek karakterden bahsedilmiyor farkındaysanız çünkü o kitaplar hiçbir zaman iki ya da daha fazla kişinin hikayesini anlatmadı, hep karakterlerin kendisiyle ilgiliydi ve bunun da okura geçtiğini düşünüyorum
187 notes
·
View notes
Text
Bu arada 2024 Antalya Kitap Fuarı için de sabırsızlanıyorum. Çünkü bu senenin onur konuğu biliyorsunuzdur belki, İlker Başbuğ. Benim kendisine olan hayranlığım çok eskiye dayanır. Yaptığı her konuşmadan sonra gazete manşetlerinde "Felsefeci Komutan" içeriklerini görürdük. Daha 2000'lerin başı ve bir komutan televizyonda Kant'tan Habermas'tan örnekler vererek konuşurdu. Zaten normal şartlarda da politika, siyaset ve tarih benim okuma yazmayı öğrendiğim zamandan beri ilgimi çekerdi. Bunun da en büyük etkeni zannediyorum ki dedemin o dönemler Antalya Valiliği'ndeki görevi. Bir de dedemle aynı evde yaşıyorduk ve kendisi hayran duyulacak türden bir Atatürkçüydü. Biraz benim karakterimin şekillenmesinde, en azından bu tür konulara daha çocuk yaşta ilgi duymamın temelinde de bu yatar. Neyse, çok uzattım mevzuyu. Ne diyordum? Hah, İlker Paşa. Benim kuşağım, 27-35 yaş grubu hatırlar konuşmalarında sürekli büyük düşünürlerden, araştırmalardan söz ederek örnekler vermesini, onları alıntılamasını. Ayrıca kendisinin de dedem gibi, Atatürkçü olduğu, bizler gibi zamanında Balkanlardan geldiği, çocukluk ve gençlik döneminde ötekileştirilmesine rağmen ülkesini ve milletini severek çalıştığı bunlar zaten artık herkes tarafından biliniyor. Bizim de ailecek sempati duymamızın temelinde aslında bu benzerlikler yatıyor. Bu yüzden biraz heyecanlıyım. Bende 2 kitabı var:
Nasıl Bir Türkiye, 2016
Suçlamalara Karşı Gerçekler, 2017
Ben kitapları okuduğum yılları yazarım muhakkak ilk sayfalarına ve bir de isim soyisim ekleyip imza atarım. Burada da öyle yaptım. Kitapları okuduğum yılları yazdım yukarıda da. Kendisini görme, söyleşine katılma ve kitaplarımı imzalatma imkanım var. O gün nöbet çıkışı olacağım. Aksilik olmadığı sürece katılmayı umuyorum. Kendime, görüşlerime yakın konumda olan birisini her zaman bulamıyorum ne yazık ki. Biraz heyecanım bu yüzden aslında.
İlgileniyorsanız program içeriğini, günlerini, katılacak yazarları instagram adreslerinde detaylıca paylaşıyorlar. Buraya bırakıyorum.
https://www.instagram.com/antkitapfuari/
Sevgiler...
3 notes
·
View notes
Text
Arkadaşlar ben böyle bu tarz gençlik kitapları fln gibi şeyleri yeni okumaya başladım.
Okuduğum kitaplar:
• Operatöre Bağlanıyorsunuz 1
• 3391 km
Bana kitap önerir misinizzz???
2 notes
·
View notes
Text
ilk gençlik yıllarım mustfa kutlu, tarık tufan, Ömer Faruk dönemz, tasavvuf kitapları, hikaye kitapaları, denemeler ile geçti. ve şuan. birbir elden çıkarıyorum. artık jitapluga bakınca geçmişe dair izler görmeyeceğim. değişik bir duygu bakalım nasıl bir duygusu olacak. nedense içimden vermek geliyor. onları okuyan kişi değilim artık. o kişi bendne bağımsız, farklı bir kişi gibi geliyor. neşeli, umutlu, idealist, kafa tutan biraz mahsun bir kızdı. şuan ise ben. daha farklı bir kişiyim..o zamanda çevreme,insanalra, dünyaya bayılmazdım şuanda ay ıyum. aynı olan bu duygu sanırım
2 notes
·
View notes
Text
ULYSSES - 12 Ağustos 2022 tarihli yazım
Bugün size hayatınızda 1 defa da olsa mutlaka okumanız gereken bir kitap önereceğim. Onun adı: Ulysses! ulu-ses
Kitabı okuduğum süreç boyunca aklımda tek bir alıntı dolaştı durdu. Kafka'nın günlüklerinden bir alıntı olduğuna emindim bunun. Üşenmedim, kitabın sayfalarını tek tek çevirdim. 584 sayfa sonra dünyanın en mutlu insanı ben oldum, çünkü aradığım alıntıyı bulmuştum. Kafka şöyle diyordu kendi günlüğünde:
"İnsan vücutlarının kesin sınırlarla ayrılmış olması dehşet verici bir şey."
İşte dedim, işte! Ulysses okurken hissettiğim şey tam olarak bu. Vücudumun kesin sınırlarla ayrılmış olmasının bana yaşattığı rahatsızlık duygusu. Toplum içinde adımlarımı atarken içimdeki seslerin dışımdaki seslerden hep daha yüksek oluşu. Hayatın sınırlarıyla kendi sınırlarım arasındaki o iletişimsizlik...
Bugüne kadar hep bu kitabın karakterleri gibi varlığımın sınırlarını esnetmeye çalıştım. Hepimizin artık kaybettiği ve bulmak için de hiç uğraşmadığı sıradanlığın güzelliğini buldum bu kitapta. Eminim ki bu kitabı okuyanlar bu kitabın sıradan olmadığını ve her bölümde başka bir anlatım tekniğinin kullanıldığını söyleyecektir. Kitap sıradan değil, evet, ama Dedalus sıradan, Bloom sıradan, biz sıradanız. Sıradanlık, illa ki sıradan anlatılacak diye bir kaide yok ya.
Joyce bana varlığımın sınırlarını esnetmeyi öğretti işte. Bizim de bütün günlerimiz Dublin'de olağanüstü hiçbir şeyin olmadığı 16 Haziran 1904 gibi geçiyor çünkü. Aynı bu incelemeyi yazdığım 12 Ağustos 2022 günü gibi. Aynı sizin bu incelemeyi okuyacağınız 2022, 2023, 2024, 2025 günleri gibi. Olabildiğince rutin. Etrafımızda tanıdığımız herkesin de aynı böyle geçiyor zaten. Hayat bu işte. Hayat Ulysses'ın ta kendisi.
Tek biz konuşmuyoruz üstelik bu hayatta. Kafamız konuşuyor, arabalar, araba yıkamacılar, köpekler, kuşlar, gök gürültüsü, gece, ormanlar ve kaldırımlar da konuşuyor. Onlara kulak vermemizi zorlaştıran şey ise sadece kendi konuşmalarımıza odaklanıyor olmamız. Kendimiz dışındaki konuşmaların diline bir odaklanabilsek. Belki de hayatta en çok yabancı dil bilen insan biz olacağız küçücük bir çabayla.
Ulysses, sadece bir roman değil bence hem. Bir genel kültür kitabı. Büyük çoğunluğu da İrlanda'ya dair bir genel kültür kitabı. Kitabı okuduğum süreçte hep şunu düşündüm... Dublin insanlarıyla her yerde, her gün karşılaşıyoruz aslında. Çünkü bizler de İstanbul insanıyız ya da Ankara ya da İzmir ya da Eskişehir, Kocaeli, Bursa, Antalya ve diğer 74 ilin.
Bence bu kitap zor bir kitap değil. Daha doğrusu bu kitabı zor yapan şey kesinlikle dili değil. Neredeyse her sayfada karşılaşacağınız özel adlar, İrlanda kültürü ve tarihi, Hristiyanlık, Shakespeare ve diğer konular hakkındaki atıflar zorlaştırıyor bu kitabı okumayı. Bir insan her bilgiyi saniyesinde tarayabilen bir robot olmadığı sürece Ulysses'ı tamamen anlayabilmesinin imkanı yok -ki zaten sayın Joyce'un istediği de tam olarak bu.
Dedim ya, dünyadaki hiç kimse bu kitabın tamamını hiçbir zaman anlayamayacak. Ama zaten sanatın güzelliği de burada değil mi? Her okur her kitapta aynı duyguları yaşasa, herkes her kitabı tamamen anlayabilse sanat denen şey olmazdı ya zaten. Eğer edebiyatı şu an sanatın bir türü olarak sayabiliyorsak bu hep Dostoyevski, Kafka, Proust, Musil ve Joyce gibi açık uçlu yazarlar sayesinde...
Peki bu kitabı okumadan önce hangi kitapları okumalı? Bence ilk olarak işe bu kitabın çevirmeni olan Fuat Sevimay'ın Benden'iz James Joyce kitabını okuyarak başlayabilirsiniz. Böylece Joyce'un kendi kitaplarında ne yapmaya çalıştığına dair önceden detaylı bilginiz olmuş olur.Joyce özelinde ise Ulysses'a geçmeden önce Dublin halkının farklı katmanlarındaki insanların olduğu Dublinliler'i ve Ulysses kitabındaki ana karakterlerden biri olan Stephen Dedalus'un çocukluk ve gençliğinin anlatıldığı Sanatçının Gençlik Portresi kitabını okuyabilirsiniz.
Bunları okuduktan sonra ise sıra Odysseia ve Hamlet'e gelmeli. Çünkü Ulysses zaten Homeros'un Odysseia destanının modern bir versiyonu. Tek günde, yani 16 Haziran 1904'te geçen hali. Odysseia kitabı okumadan geçiş yapılan bir Ulysses serüveni, pek çok detayın ve olay örgüsü işleyişinin havada kalmasına sebep olacaktır.Bütün bunlar bir yana kendi adıma konuşmak gerekirse edebiyattaki Üç Büyükler olarak sayabileceğim Niteliksiz Adam 1,ve Kayıp Zamanın İzinde
Açıkçası Niteliksiz Adam ve Kayıp Zamanın İzinde serileri beni büyüten, beni benle tanıştıran ve hayatımı toptan değiştiren kitaplar olduğu için onları daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Yine de Ulysses'ın da edebiyattaki yeri her zaman en üstlerde olacaktır.
Edebiyatta sadece karakterler mi konuşsun? Kim dedi onu? O çok konuştu, biraz sussun artık. Buradan okurlara sesleniyorum. Ana karakter haricinde kimse konuşamazmış, konuşacak. Kafamızın içi konuşamazmış, konuşacak. Evet. Gök gürültüsü, dünyanın sonu, geçmişin acıları... Hepsi konuşacak. Evet, artık konuşma vakti!
4 notes
·
View notes
Text
Bir yıl daha bitiyor.
İşte bu kadar duru,bu kadar yalın.
Bu kadar el değmemiş...
Sıradan bir gerçeği daha kolları bağlı hayatımızın.
Bu şiire nasıl dahil edilebilir,bir yılın son günleri
Her sonda,her başlangıçta ve her defasında...
Alır gibi başkasını karşımıza
Perdeler çekip,ışıklar söndürüp,oturup yatağın içinde bir başımıza.
Sorgulamak kendimizi
Öğrenmek ikimizin anadilini,ikinci belleğimizi...
Öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini.
Bu aynanın dehlizlerinde gezinirken görürüz.
Karanlık günlerimizin kenar süslerini...
Biterken yılın son günleri.
Biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini...
Gençlik ikindilerini...
Kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri.
Bir yıl daha bitiyor.
Düşlerim ,tasalarım,yarım kalmış onca şey...
Her yıl biraz daha kısalıyor bir öncekinden.
Bana mı öyle geliyor!
Yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman.
İnsan yaşlanırken?
Kırdım mı, incittim mi birilerini?
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?
Yeniden düşünmeliyim
Dostluklarımı, ilişkilerimi...
Dağınık yatağım,mutsuz yatağım.
Çoğalttım mı eksiklerimi?
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı.
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
Borçlarımı ödedim mi?
Doğru seçtim mi soruların fiillerini?
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış,giysilerim ütülü, odam düzenli mi?
Ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
Geri verdim mi aldıklarımı:
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları.
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?
Yokladım mı duygularımı...
Hala sevebiliyor muyum insanları?
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma.
Ovmalı umutları...
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan.
Hançer kıvamındaki o karamizah tadını
Şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım.
Sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım.
Akşama...
Yeni bir yıla...
Ama nedense herşeyin tadı dağılıyor ağzımda.
Bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında.
Aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki
buluta...
Murathan MUNGAN
3 notes
·
View notes
Text
Bursa İnegöl'den akademik çalışmalara tam destek
https://pazaryerigundem.com/haber/193354/bursa-inegolden-akademik-calismalara-tam-destek/
Bursa İnegöl'den akademik çalışmalara tam destek
İnegöl Belediyesi’nin Yeni Kent Meydanı ve Yaşam Alanı içerisinde bulunan Nöbetçi Kitaphanede “Akademik Tezler Köşesi” ve “Bursa ve İnegöl Köşesi” bölümleri oluşturuldu. Akademik Destek Projesinin yeni dönem başvurularının başladığını açıklayan Başkan Alper Taban, toplamda 50 tez için 750 bin TL Akademik Destek Bütçesi ayrıldığı da duyuruldu.
BURSA (İGFA) – İnegöl Belediyesi’nin şehrin merkezinde hayata geçirdiği Yeni Kent Meydanı ve Yaşam Alanı içerisinde oluşturulan Nöbetçi Kitaphanede bir yeniliğe daha imza atıldı.
Kitaphane içerisinde İnegöl’ü konu alan akademik çalışmaların yer aldığı “Akademik Tezler Köşesi” ve İnegöl ile Bursa’ya dair çeşitli eserlerin bulunduğu “Bursa ve İnegöl Köşesi” bölümleri oluşturuldu. Bu bölümlerin tanıtılması adına bugün beraberindeki AK Parti Bursa Milletvekili Ayhan Salman ve AK Parti İlçe Başkanı Mustafa Durmuş ile birlikte Nöbetçi Kitaphaneyi ziyaret eden Belediye Başkanı Alper Taban, yeni dönem Akademik Destek Programı kapsamında 750 bin TL bütçe ayrıldığını da açıkladı.
26 BİN 917 ÖĞRENCİ NÖBETÇİ KİTAPHANELERE ÜYE
Kitaphanede konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Başkan Alper Taban, Nöbetçi Kitaphanelerin öğrenciler tarafından yoğun şekilde kullanıldığını da hatırlattı.
Taban, “İnegöl Belediyesi Nöbetçi Kitaphanelerimizin hali hazırda toplam üye sayısı 26 bin 917. Kitaphanelerimizde bugüne kadarki toplam kullanıcı sayımız da 530 bin 508’e ulaştı. Bu merkezlerimizden verdiğimiz ödünç kitap sayısı ise 26 bin 101” dedi.
Yeni Kent Meydanı ve Yaşam Alanımız içerisinde bulunan Nöbetçi Kitaphanede bir İnegöl köşesi oluşturduklarını da hatırlatan Başkan Taban, şunları kaydetti:
“İnegöl sahip olduğu özellikler ve değerleriyle geçmişten bu yana pek çok kitaba ilham olmuş bir şehir. Aynı zamanda farklı akademik çalışmalara da konu olmuş bir şehir. Ancak pek çok kişinin bu yayınlardan habersiz olabileceğini düşünerek, Yeni Kent Meydanı ve Yaşam Alanı içerisinde bulunan Nöbetçi Kitaphanemizde bu noktada özel bir alan oluşturduk. Akademik Tezler Köşesi ile Bursa ve İnegöl Köşesi isimli bu alanlarda, şehrimizle ilgili yayınlar ve yayınlanmış kitaplar yer alıyor. İstedik ki burada özellikle gençlerimiz şehirlerinin adı geçen edebi eserleri okusun, akademik çalışmaları incelesin, İnegöl’ü farklı bakış açılarıyla da görüp keşfedebilsin.”
İNEGÖL İLE İLGİLİ HAZIRLANMIŞ 130 TEZ KİTAPHANEDE ÖĞRENCİLERİN KULLANIMINA SUNULDU
“Akademik Tezler Köşesi hakkında bilgi vermek gerekirse; İnegöl ile ilgili 1984 yılından bu yana hazırlanmış 21 doktora ve 129 yüksek lisans tezi olmak üzere toplamda 150 ayrı tez çalışması yapılmıştır. Bu çalışmalardan 130’u Gençlik Merkezi ile Yeni Kent Meydanı ve Yaşam Alanı içerisinde bulunan Kitaphanelerimizde araştırmacılara sunulmuştur. 20 çalışma YÖK’te yayına kapalı olduğundan basım yapılamadı. Ben öncelikle şehrimizle ilgili çalışma yapan eser sahiplerini kutluyorum. Bunlar çok kıymetli. 130 çalışmayı farklı bölümler ve eğitim alanlarında 23 başlık altında topladık. Bunlar; Coğrafya, işletme, fen bilimleri, biyoloji, uluslararası ticaret, eğitim bilimleri, çocuk gelişimi, kamu yönetimi, sosyal bilimler, mimarlık, felsefe ve din bilimi, sanat tarihi, Türk müziği, jeoloji, psikoloji, sağlık bilimleri, el sanatları, grafik sanatları, lojistik, şehir ve bölge planlama, halk dansları, dil alanı ve gastronomi.”
İNEGÖL İLE İLGİLİ TÜM KİTAPLAR BU BÖLÜMDE
“Oluşturduğumuz kitaplığın bir bölümü bu tezlerimize, bir bölümü İnegöl konulu ve İnegöllü yazarların eserlerine, bir bölümü de Bursa kitapları olarak şekillendirilmiştir. Bursa ve İnegöl kitap köşemizde şehrimizle ilgili yazılmış eserler var. İçerisinde edebi eserlerden anı kitaplarına, biyografilerden tarih eserlerine çeşitli kitaplar bulunuyor. Bu köşemizde 14’ü süreli yayın olmak üzere 50 farklı kitap, toplam 122 eser yer alıyor. Bursa kitaplarının oluş nedeni, bu kaynakların bazılarında İnegöl’ün işlenmiş olması ve bir şekilde araştırmalarda karşılaştırma unsuru kaynakların yer almasının tamamlayıcı olmasıdır.”
YENİ DÖNEM AKADEMİK DESTEK BAŞVURULARI BAŞLADI
Yeni dönem akademik destek başvurularıyla ilgili de açıklama yapan Belediye Başkanı Alper Taban, “Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarında eğitimleri devam eden, enstitülere kayıtlı olan, tez önerisi Enstitü Müdürlüğü Yönetim Kurulu tarafından kabul edilmiş, lisansüstü öğrencilerine bilimsel çalışmalarında destek vermek amacıyla hazırlanmıştır. Başvurularda herhangi bir alan kısıtlaması bulunmamaktadır. Akademik destek programı 1 yıl süreyle, 15 Kasım 2024-14 Kasım 2025 tarihlerinde başvuruya açık olacaktır.” dedi.
50 ÖĞRENCİYE 750 BİN TL DESTEK İÇİN BÜTÇE OLUŞTURULDU
İnegöl Belediyesi Akademik Destek Çağrısı’nın 25 adet Yüksek lisans tez çalışması ve 25 adet Doktora tez çalışmasını kapsadığını ifade eden Başkan Taban, “Toplamda 50 çalışmaya destek vereceğiz. Akademik destek programı kapsamında başvurusu onaylanan kişilere maddi ve maddi olmayan çeşitli destekler sağlanacaktır. Maddi destekler; Yüksek lisans tez çalışmaları için 10.000 TL, Doktora çalışmaları için 20.000 TL destek verilecektir. Maddi olmayan destekler; Konaklama desteği, İnegöl içi ulaşım desteği, İnegöl içi rehber desteği, İnegöl’e ait talep edilen düzeyde ve içerikte veri ve bilgi paylaşımı desteği. Toplamda 250 bin TL yüksek lisans tezi ve 500 bin TL doktora tezi olmak üzere akademik destekler için 750 bin TL bütçe oluşturmuş olduk. Maddi destek miktarlarının %50’si bilimsel çalışmaların devam ettiği dönemde, %50’si ise çalışmaların tamamlanıp bağlı olunan Enstitü Müdürlüğünce kabul edilmesinin ardından ödenecektir. Akademik destek süresi; yüksek lisans çalışmaları için 18 ay, doktora çalışmaları için ise 30 ayda tamamlanması gerekmektedir” diye konuştu.
Program kapsamında destek almak için başvuracak öğrenciler, başvuru belgelerini [email protected] mail adresine WIP dosyası olarak gönderebiliyor.
Destek almak isteyen öğrencilerin başvurusu Bilimsel Çalışmalar Destek Kurulu tarafından değerlendirildikten sonra 15 gün içerisinde başvuru sahibine mail ve telefon kanalıyla bildirilecektir.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Ucu ucuna yetiştirdiğim harçlıklarımdan kalamayan paraları bahane edip alamadığım gençlik kitaplarımı sipariş verdim az önce. Bir şey dikkatimi çekti. Bu kitapların yazarlarının çoğu yazmayı veya yayınlamayı bırakmışlardı. Çok uygun fiyata satılan bilmem kaçıncı baskıları listemden elerken yoruldum. Bir sahaf dükkanının sitesi çarptı gözüme. Aradım ve neredeyse aradığım tüm kitapların ilk baskılarını çok da uygun bir fiyata verebileceğini söyledi. Eski usul alışveriş yapamayacağımdan pazartesi eft geçeceğimi söyledim. Telefonla konuşurken bir ses geldi arkadan. “Nevzat abi bu kitapları kim alıyor?” Diye. Muhtemelen çırağıydı. Sakin bir gülümseme sesi duydum. “Divanenin biri” diye kısık sesle cevapladı eliyle ahizeyi kapattığını düşündüğüm şekilde. Çok hoşuma gitti bu söylem.
Adresi verdikten sonra “geçmişe saygısı olan bir divane diye yazarsan sevinirim Nevzat abi” dedim. Gülüştük. Okuduktan sonra sıkılırsam eğer geri gönderebileceğimi söyledi. Sevebileceğimi düşündüğü bir kitabı hediye olarak göndereceğini de ekledi. Teşekkür edip konuşmayı sonlandırdım.
Normal şartlarda kaçak göçek alıntılarını ezberlediğim yazıların tamamını okuyacağım için heyecanım tavan yapardı ancak şu an hediye ettiği kitabın ne olduğunu merakımdan heyecanlıyım. Kim bilir kendime belki de hayatımın sonuna kadar yetebilecek,bana uygun olan kitaplar bulabileceğim bir sahaf edinmişimdir.
Özetle olumlu düşünceleri heybemden çıkardığım bu zamanda tuhaf bir şekilde iyimserliğim gün yüzüne çıktı. Makul kalabildiğim günleri kendime, mutlu yarınları ise size diliyorum. Nefes aldıkça da mümkün olan şeylere inanıyorum bu gün. Sağlıcakla kalın.
1 note
·
View note
Text
?
Sevgili ?
"Sevgili" Diye başladım evet. Çünkü küçüklüğümden beri birine itafen yazılmış mektuplara veya öylesine yazılara çok özenmişimdir. Ayrıca sevdiğim bir kitapta birine itafen günlük yazan bir karakter vardı. Kendisi ana karakterdi ve sanki itaf ettiği kişiyle konuşuyor gibiydi ve çok hoşuma gitmişti. Ben şimdilik ithaf edebilecegim birini bulamadım. Neyse böyle işte. Aslında şimdiye kadar yazmayı çok istemiştim ama nedense yazmamıştım. Sanki buraya yazmaya başlamadan önce -telefonu elime alınca- yazmayı unutacağım gibi veya yazdıktan sonra istediğim gibi olamamasından falan korkmuştum. Sanki çok harika bir şey yazmam gerekiyormuş gibi, sanki güzel harika muhteşem bir şey yazamayanların hiç yazı yazmaması gerekiyormuş gibi... Uzun zaman yazmayı hayal ederdim. Sadece yazdığımı hayal ederdim. Çevremde olanları, hislerimi, hayallerimi, düşüncelerimi ve kendi içimdeki dünyamı. Birine görünmekten mi korktum. Bilmem belki de öyledir, kim bilir? Neyse bu öyle düşünülmüş bir yazı değil, içimden ne geliyorsa yazacağım. Kendimi yazacağım.
Geçen gün bir arkadaşımla konuşuyorduk. Öylesine birbirimize sorular sorarken hayallerimden bir kırıntı parçasını arkadaşlarıma sundum ve onlara
" görünmez olmak ister miydiniz? Ben kesinlikle isterdim" şeklinde bir soru yönelttim. Anime çizimleri yapan arkadaşımın ne dediğini söylemek isterdim ama diğer arkadaşımın söylediklerinden o kadar etkilendim ki cevabını hatırlamıyorum. O cevabından etkilendigim arkadaşım tamamen hayalerimden fırlamış soruma " görünür olmak isterdim" yanıtını verdi.
Tabi ben de " ne, -nasil, -nerde, - ha" tarzı bir aydınlanma geçirerek hayal dünyamdan çıkıp bana verdiği yanıtı düşünürken kendi cevabını şakaya vurmak adına "anime kızları tarafından görünmek isterdim" tarzı bir kaç bir şey daha söyledi ve güldük ve konu orada kapandı. Ama nedense bir kaç kere aklıma takılıp durdu ve tekrarladım
"görünür olmak isterdim... Görünür olmak.. görünür...)
Baya garip gelmişti neyse çok fazla düşündüğüm için yazayım dedim. Belkide aklıma takılanları yazarsam aklımda değilde burada kalırlar. Belli bir sebebe bağlı olmamakla birlikte hala fotoğraf finali konumu bulamadım
- aslında bir kere bile araştırmadım ama nedense çok çaresiz olduğumu düşünerek günlerimi geçiriyorum - arkadaşlarım sürekli " bul artık seç bir şey, -geç kalacaksın daha kötü olacak. "
Tarzı söylemlerde bulunduklarında daha iyi hissedeceğimi yada sorunun hemen çözüleceğini düşünüyorlar sanırım. Yani neden söylediklerinin farkındayım tabii neticede bizden başkası bize sadece konuşarak yardım edebilir ┐( ˘_˘)┌
Not: emojileri kesinlikle daha sık kullanmalıyım.
Evet, bu noktada yazdıklarımı tekrar okuyup geldim. (Çok utanç verici yazmamaya çalışıyorum çünkü silmekten korkuyorum...)
Her neyse, geçen gün bir gençlik romanı tarzında bir kitap okudum. Ama malesef kitabı okurken garip hislere kapıldığımı fark ettim ve bu konu hakkında yurttaki resim öğretmenime danışmaya karar verdim. "Hocam sizce her hangi bir yazının bize insanlardan daha iyi hissettirmesi doğru bir his mi" gibi bir şey sordum. (Not: kitabı okurken bir daha asla konuşmayıp sürekli kitap okuduğumu hayal edecek kadar hislerimde ciddiydim.)
Hocam bana "kitap okurken hissettiklerimiz insana göre değişir ancak sadece bir yazının insanın ihtiyaç duyduğu canlılıktan daha cazip gelmesi pek sağlıklı değil" tarzı bir şey demişti elbette tam olarak hatırlamıyorum ama üstümde bıraktığı etki bu şekildeydi.
İçimden "Demek böyle olmaması gerekiyor?" Diye geçirmeden edemedim. Ama şuan tekrar düşündüm de her zaman böyle olmuyor. Genelde okuduğum kitaplar "bana bir şeyler katsın" diye okuduğum kitaplar olduğu için böyle eğlence için okuduğum kitaplar bana hep ilgi çekici gelmiştir. Zaten genelde böyle kitapları uzun olsa bile 1-2 günde bitiriyorum..
Acaba her okuduğum kitapta bu kadar iyi hissetmem mümkün müdür? Öyle bir seçenek olsaydı kesinlikle kabul ederdim. Bir düşünsenize, hayatınızda en iyi hissettiğimiz anlardan birini düşünün. Ve istediğiniz her zaman o şekilde hissedebileceğinizi. Şey tamam aslında o kadar da iyi değilmiş öyle bir şey gerçekten olsaydı hislerin bir anlamı kalmayabilirdi. Ama en azından arada olsa iyi olurdu :b neyse bu düşünce kırıntısıda böyleydi.
Bu yazma işinin bana ne zamandan beri cazip geldiğini anlatayım. Sanırım üniversite 1. Sınıfın -ya yarıyıl tatilinde ya da yaz- tatilindeydi. Bir dizide bir karakter gördüğü herşeyi ve hisettikerini birleştirip hayatın gerçekliğini ve sürükleyiciliği de katıp hikayeler yazıyordu. O an o kadar hoşuma gitmişti ki "bende yazabilsem kesinlikle yazardım" dedim. Sonra "zaten yazabilirsin. İmkanın var? " Diye düşündüm. Ama tabikide ben, ben olduğum için yine " e ne yazcam ki, -zaten 2 satırdan fazla yazamam, -yazsam bile aşırı iğrenç amatör bir şey olur." Düşüncelerine kendimi teslim ettim. Yani hala düşüncelerim pek değişmedi. Aslında biliyor musun şuan ne düşündüğümü bile Bilmiyorum.
- Düşünmek zorunda mıyım?
+ İnsanlar düşünmez mi?
- Ne yani hep düşünecek miyim?
+ Hep düşünecek misin?
- Bilmem.
+ Hiçbir şey bilmiyorsun.
- Neden hep bilmem gerekiyor?
+ Bilmelisin çünkü-
- Çünkü ne, bilmeyen aptal mı?
+ Hayır bilmelisin çünkü-
- Bilmeyen dünyada hiçbir zaman, hiçbir şekilde kabul görmez mi?
+ Bilmelisin çünkü herkes bir şeyler biliyor tamam mı?
- Herkes bir şeyler biliyor.. bence de. Herkes bir şeyler biliyor. Hatta biliyor musun?
Herkes çok biliyor.
Evet, ben ve ben'in bir diyaloğuna şahit oldum az önce. Normalde bunları kendi kendime konuşur, bir süre sonra unuturdum. Yazınca sanki.. sanki bir tarafım tamamen dünyanın istediği bir kişiliğe doğru giderken diğer kişiliğim de dünyanın ve içinde bulunduğu toplumun söylenmeyen acılarını çekiyor gibi. (En azından ben öyle hissettim :D)
Böyle işte. Şu anlık günüm genelde içeriden böyle geçiyor. Şu anlık dedim çünkü yazarak ilerlemeyi planlıyorum. Buna şuan karar verdim :/
Belki bu yazdıklarım benim gibi hissedenlere yardımcı olu-
+ Daha kendine yardım edemiyorsun?
- Sen hala burada mısın?
+ Ben hep buradayım?
- Evet. Hep buradasın.
+ Daha fazla yazmayacaksın heralde?(Saat:00.1...) Sabah erken kalkman gerek okula gidip final için çalışmalara başlaman gerek aynı zamanda kendini gelişt-
- Sesini keser misin istediğim zaman uyurum.
+ Hayır istediğin zaman uyuyamazsın.
1- ben senim, yani bana mantıklı gelen sanada mantıklı gelmek zorunda.
Ve 2- söylediklerimi neden söylediğimi adın gibi biliyorsun o yüzden birazdan başka çaren kalmadan uyumak zorunda kalacaksın.
- Senden nefret ediyorum.
+ Hayır etmiyorsun çünkü kendini seviyorsun ve kendini sevd-
- TAMAM. YETER Kİ SUS. TAMAM MI UYUYORUM.
+Tm
Şey.. evet :')
Olur böyle şeyler ya. Öhöm şaka bir yana herkesin böyle şeyleri olduğuna eminim. Şuan böyle şeyler yazmam çok utanç verici. Ama zaten bunu aşmak için başladım. Sonuçta herkes yazar olarak doğmuyor. A bu arada en başta bahsettiğim kitapta ana karakter yazar olmak istediğini söylüyordu o yüzden biraz gaza gelmiş olabilirim ve umarım yazmayı bırakmam. Alışkanlık haline getirmek istiyorum. Belkide böylelikle.. gerisini tamamlarsınız artık. Zaten hayat belirsizliklerle dolu, bir tanesi daha ağırlık yapmayacaktır. İyi günler bol güneşler.
1 note
·
View note
Text
Şam Ba – Göbeklitepe’nin Özgür Kadını / Suat Çağlayan
✍🏻 M Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/sam-ba-gobeklitepenin-ozgur-kadini-suat-caglayan/
Bugün konuşacağımız romanda iki özel konu var. Biri yazarı, değerli ağabeyim, Prof. Dr. Suat Çağlayan, değerli bir siyaset ve tıp insanı… Ama kitaplarında sadece Suat Çağlayan, bazen de B. Suat Çağlayan, o kadar… Sadece bir kitabında, yaşam öyküsünü yazarken unvanını kullanmış. Bir dönemin gerçek anlamda Kültür Bakanı olduğundan söz etseniz, tevazu içinde başını öne eğer…
Diğer konu ise, yazdığı kitapların konusu hep dikkat çekici, hatta sıra dışı. Örneğin bir zamanlar “zeytin” konusuyla ilgilenmiş, Türkçe ve İngilizce yayınlanan kitapları var. “Umut” demiş, gençlik romanları yazmış. “Fındık Yaprağı” demiş, bir Karadeniz kadınının öyküsünü yazmış, “Yaşadıkça” demiş, yaşam öyküsünün altında bir dönemi anlatmış.
Tarih romanları deyince, ne yazık ki bir çoğumuzun adını kitabıyla tanıdığı ama aslında destansı bir kahraman olan “Tıbbiyeli Hikmet” romanından söz etmemek olmaz. Bir de Konak civarında heykelinin yapılmasını sağlamış.
Yakın sayılabilecek tarihimize de girmiş, benim de daha önce yazmış olduğum “Aristonikos” konusunu derinlemesine ele almış, Pergamon’un dünya tarihine geçen sınıfsal ayaklanmasını okurlarına “Umutlar Yarım Kaldı – Aristonikos” adıyla sunmuş. “İmbatla Gelen Kadın” romanında Amazonları benim ilk kez karşılaştığım şekilde ince ayrıntılarla anlatmış. “Sinopeli Diyogenes” sanırım konusunun ender örneklerindendir.
Tıp tarihi romanları başlı başına türünün verimli örnekleri arasında. “Hipokrat’ın Romanı” hem tıp tarihi hem de antik tarihten sahneler sunuyor. Bugünlerde “İbn-i Sina” üzerinde çalıştığını biliyorum.
Artık sıra bugünkü kitabımızda; Göbeklitepe bilindiği gibi son kırk yılın bilgisi, üzerine bilimsel makalelerin dışında bir şey yazıldı mı, ben rastlamadım. Göbeklitepe bir toplu tapınma alanı, daha doğrusu tapınma alanları topluluğu. Suat Çağlayan bu özelliği temel alan bir roman yazmış. Roman dosyasını ilk kez sanırım üç yıl kadar önce bana verdi, dikkatle okudum, çok ilgimi çekti. Kitap haline gelebilmesi için küçük düzenlemeler yaptım, yayına hazır hale geldi. Gel gelelim bir türlü yayınlanamadı. Sonunda Varyant Yayınları, sevgili Mehmet Nusreddin Özbay kardeşim yayınlamış, çok sevindim.
Şam Ba, Göbeklitepe’nin döneminin baskıcı erkek egemen inanç düzenine karşı dimdik ayakta duran özgür ve asi kızı… Günümüzden 12 bin yıl önce bir genç kız dinsel baskıya karşı ayakta durabilir mi, neden olmasın? Romanlar, edebiyat bunun için değil mi? “Olsaydı, nasıl olurdu?”yu görebilmek ancak böyle bir romanla olabilirdi. Her şeyden önce akla uzak hiçbir şey yok. Yaşam biçimleri son derece dikkatle incelenmiş, “İnsanların yaşama koşulları, bitkiler, hayvanlar o dönemde ancak böyle olabilirdi” denecek şekilde gerçekçi.
Romanın konusu Göbeklitepe’nin tapınma merkezi oluşundan yola çıkılarak, Şaman rahipleri, baskıcı rahipler, halktan yana olan rahipler, halkla ilişkileri üzerine şekillenmiş. Suat Çağlayan bir de kadın hakları hatta eşitliği içeriğini de eklemiş. “12 bin yıl önce kadın hakları mı olurmuş?” demeyin, bu bir roman… “Olsaydı her halde böyle olurdu” denecek denli akılcı.
Şam Ba adında özgürlüğüne düşkün, asi ruhlu bir genç kadın ve ona hayran genç tapınak görevlisi davulcu arasında yaşananlar çerçevesinde Göbeklitepe çevresinde obalarla Büyük Tapınak arasındaki bize hiç de yabancı olmayan sömürme, sömürülme öyküleri okuyucuya çok ilginç gelecek.
Günümüz düzenine dokundurmalar ve göndermeler de oldukça dikkat çekici:
“Büyük tapınak gerçek Şamanlığın merkezi olmaktan çıkmış, obaları gelir kaynağı gibi gören bir yer haline gelmiştir. Bunu gördüğüm için sizi sömürmeye çalışan ‘Büyük Tapınak’ın bir görevlisi olarak vurarak bulunmayı içime sindiremiyorum. Kutsal ruhun bana verdiği görev ile ‘Büyük Tapınak’ın benden bekledikleri arasında büyük farklar olduklarını gördüm. Bu nedenle sırtımdaki Şaman giysisini çıkarıyorum. bundan sonra ‘Kutsal Ruh’a kavuşuncaya kadar bu obanın içinde sizlerle birlik olacağım. İnsanların eşit ve özgür olmaları için gayret edeceğim.”
Büyük Tapınak’a baş kaldıranlara karşı ilk saptamalar da sanki günümüze değinmeler içeriyor:
“Buradaki insanlar Zincirlerini kırmış özgürlüğü içselleştirmeye başlamış bundan sonra büyük tapınakta köklü değişiklikler yapmadıkça olacakları kutsal ruh bile önleyemez.”
Suat Çağlayan’la konuştuğumda bu konuya yaklaşımını şöyle açıklamıştı:
“12 bin yıl önce ne yaşandığını elbette hiçbirimiz bilemeyiz. Ben gerçeklikten ayrılmadan olabilecekleri canlandırmaya çalıştım. O zamanlarda insanların inançlara bakışları veya kadın hakları böyle mi olurdu bilemem. Ben bugüne bir çağrışım yaptırsın istedim, bilinen zamanlarda ne değişti ki, olsa olsa buna benzer şeyler yaşanmıştır.”
Özellikle son sayfalarda verdiği mesajlar ve yazarın iletisi okurda gerçekten öyle olup olmadığını hiç düşünmeden yaşanabilecek bir sahicilik duygusu uyandırıyorsa, yazar görevini hakkıyla yerine getirmiş demektir.
Sevgili Suat Çağlayan, değerli ağabeyim, yaratıcılığına büyük saygım var. Her zaman sürprizlerini sevgiyle bekleyeceğim. Kalemine sağlık…
M Osman Akbaşak
#ŞamBaGöbeklitepninÖzgürKadını #SuatÇağlayan #Kitapİncelemesi #KitapAlıntısı #OkunmasıGerekenKitaplar #Göbeklitepe #Kurgu #Tarih #YeniKitap
0 notes
Text
Bazen benim kadar geveze biri bile konu bulamıyor. O yüzden daşbordun akışı iyidir. Hiç bir şey olmasa ordan bir takım esinler kapıyorum. Üstüne bir kaç kelam da ben ediyorum. Ama bazen o bile çok seyrekleşiyor.
Gençlik enerjik olacak ki bende olacam. Zaten "yoruldum" filan denilince... bi şeyler gidiyor oluyor. Yorulmayacaksınız. Yorulmak ne demek? İcra dairesi memuru musunuz siz?
Aha konu çıktı işte.
Gerçekten şu sefil sırtımdan tonlarca yük geçti ben yoruldum demedim. Geçen yıl icra dairesinde bir kaç kere işim oldu. Çalışanların tümünü elbette kapsamaz ama vezne de ki kadın beni başından savdı. "Dosya numarası ekranda görünmüyor avukatla görüşün"
"Ben buraya rastgele gelmedim. Avukatla zaten görüştüm. Her işlem aylar önce halledilmiş" dedim.
"ekranda görünmüyor, bir daha görüşün o zaman" dedi.
Hayda... icra dairesi bana çok uzak. Yeniden gel git gel git yapacak halim yok ama aynı zamanda avukatın telefonu da yok bende. Yok diye biliyorum.
Kızgınlıkla çıktım tabii.. son anda aklıma geldi, arama kayıtları arasında avukatın olabilecek bir numarayı aradım. Aynı şeyleri söyledi. "Biz görevimizi yaptık. O istediği numarayı çoktan gönderdik. Ben yine de bir kere daha gönderiyim" dedi.
Binadan çıkmış gidiyordum. Geri döndüm. Aynı vezneye vardım. "Avukat bir daha gönderdi isteğiniz numarayı" dedim. Veznedeki kadın beni başından savamayışın yıkıntısıyla mırın kırın ederek dosyayı kapattı.
Sonra kalktı belki sigara içmek için koridora çıkacak. Kuyruğa baktı. En fazla üç beş kişiyiz.
"Bütün her yer bomboş.. bi tek bizim veznede kuyruk var.. aşağıdan hep buraya gönderiyorlar yav allahallah" diye söyleniyor.
Şunu düşündüm: Vezneci bu kadının işi ne? Sırtında benim gibi taş mı taşıyor? Zor bir iş mi yapıyor? Oturduğu koltukta lütfedip bilgisayarda ki bir kaç tuşa basıyor. Bunu da her an yapmıyor. Orası genellikle zaten boş. Kimse olmazsa oturup diğer memurlarla gırgır geçecek. İşi bu.
İyi de bunu bile yapmak istemiyor ki vatandaş!
Bilgisayarın bir tuşuna bile basmadan maaşımı alıyım yav.. niye çalışıyorum ki ben diyor. Niye bu işe geliyorum ki... ben evde otururken dışarda gezip eğlenirken maaşım yatsa diyor.
Yoksa vatandaşa niye böyle davransın?
Ben oraya ilk gittiğim anda bile bahsettiği dosya numarasını bal gibi de görüyor. Görmüyorum diyor. İşte o kadar. Görüyorsun ulan diyecek halimiz var mı?
Sen oraya gelip giderken ne eziyet çekiyorsun onun umrunda mı?
Siz bu tarz bir memur değilsiniz. O yüzden yorulma hakkınız yok!
---
Tarihi kitapları şimdilik kaydıyla bitirdim. Sorularımın büyük kısmına yanıt oldu. Bazı yanlış çıkarımlarımda yeni bilgiler eşliğinde değişti.
---
Şeyh Bedreddin'in varidat kitabından biraz okudum. Çoğu benim anlayışımı aşan dinsel kavramlar. Yalnız okuduğum yere kadar bana öyle geldi ki adam kuantum evreni hissetmiş. Hissetmiş diyorum çünkü bilgiyle açıklayamaz. Parçacık hızlandırıcısı kurup elektronları birbirine çarptırarak tanrı parçacığı arayacak hali yok ama bi şeyleri hissetmiş. Hislerini de fizik terimlere dökemezdi doğal olarak. O da ilahiyatla anlatmış.
Bu benim hipotezim tabii. Bilimsel bir tarafı yok ama kimbilir bir gün hem kuantum fiziğine aşina hem ilahiyat kavramlarına aşina, alt yapısı olan biri konuyu bu temelde araştırabilir. Fıstık gibi tez konusu.
Bir yandan hariku da okuyorum bakalım.
---
Normal zamanlarda on iki gibi yatmış oluyorum.
1 note
·
View note
Text
Ulrich Karger Kimdir
Mesleğini ilk yıllarında bir çocuk ve gençlik sosyal merkezinde pedagog-eğitimci olarak çalıştı. Sonradan din öğretmeni olmak için eğitim aldı. 1984’ten beri bir dil terapi okulunda ders vermektedir. Karger, çocuk kitapları ve yetişkinler için kitaplar yazdı. Homeros´un Odysseia´sını gençler için uyarladı. Bu kitap yazarın en başarılı eserlerinden biri. Kitap Almanca konuşulan ülkelerde iyi…
View On WordPress
0 notes
Text
youtube
Dr. Nuri Dersimi
Hozat, Ağzunik köyünde Mart 1893 yılında doğdu. Babası Mılla İbrahim Bey Milan aşiretindendir. Aile Seyit Rıza’nın ailesi ile eski bir güçlü ilişkileri vardır. Bu çevrede yetişenler öğretim görmüş aydın çevrelerdir. Birçoğu Dersim 1938 isyanında hayatlarını kaybetmişler ve bağımsızlık direnişinin teorik ve pratik örgütleyicileri konumundadırlar.
Dr. Nuri Dersimi, 1911 yılında İstanbul���da doktorluk eğitimine başladı. Burada siyasi çalışmalarını geliştirdi ve Kürt Öğrencileri Derneği kurucularından oldu. Daha sonra Kürdistan Dostları Derneği kurucusu ve yöneticisi oldu. Dernek kapatıldıktan sonra, milli örgütlenme ve propaganda için Dersim’e döndü. Dersim ve Koçgiri’deki faaliyetlerinden dolayı Karadeniz’e sürgün edildi. Ordan tekrar mesleği için Eylül 1917’de İstanbul’a gönderildi.
Sevr Antlaşması’ndan doğan haklardan dolayı bağımsızlık savaşını başlatan kadrolar Kürt milli devlet çalışmalarını hem bölgede hemde diplomatik olarak sürdürdüler. Dr. Nuri Dersimi bu diplomatik ve aydın milli çalışmaların temelinde yer aldı.
İçte ve dışta bunun uğraşı içinde olan Dr. Nuri Dersimi hem tarihi ve kültürel araştrımlar ile hemde bizzat yürüttüğü eğitim çalışmaları ile bu düşünceleri Kürt milletine aktardı. Engin bir Kürt tarihi ve kültürü bilgisine sahip olan Dr. Nuri Dersimi aşiretler ile yerel şahsiyetler ve ilişkileri ile tarihi üzerine yazı ve araştırmaları bulunmaktadır. Bu çalışmalar, hem “Hatıratım” hemde “Kürdistan Tarihinde Dersim” kitapları ve yayınladığı notlar ile makaleler bügün bile bölge için araştırmacılar tarafından temel kaynak olarak kullanılmaktadır.
Bu dönemden sonra Kürt tarihinde önemli bir başlangıç olan “Kürdistan Teali Cemiyeti” çalışmaları içinde yer aldı. Bu cemiyet, Kürt modern örgütlenmesininde temel taşı konumundadır. Koçgiri, Dersim ve Şeyh Sait isyanlarında örgütlenme ve yürütülmesinde bu cemiyet ve yönetici ile çalışanlarının emeği temeldir.
Çalışmalarını Sivas’ta yürütmeye başlayan Dr. Nuri Dersimi, Kürdistan Teali Cemiyetinin bir şubesini arkadaşları ile İmranlı’da (Maciran) açar. Ankara 1919 kongresine çağrılı olduğu halde katılmadığı için hapse atılır. Serbest kaldıktan sonra Kürdistan Teali Cemiyeti öncülüğünde Alişer Efendi liderliğinde Koçgiri’deki isyanı başlatırlar. Oğlu Ali’de bu savaşta hayatını kaybeder. Koçgiri savaşı başarızlıkla sonuçlanınca Dersim’e geçer, Seyit Rıza ile bölge çalışmalarından yer alır.
Dersim isyanının başlarında Eylül 1937’de Rojava’ya geçmek zorunda kalır. Suriye, Ürdün ve tekrar Rojava’ya geçer ve ömrünün sonuna kadar çeşitli zorluk ve çalışmalarla yaşamını burada sürdürür.
Ünlü tarihçi İsmail Beşikci, Dr. Nuri Dersimi hakkında şöyle der:
“Dr. Nuri Dersimi, Koçgiri Halk Hareketinden itibaren Kürdistan’daki olayları bizzat yaşayan bir kişidir. Özellikle, gerek Koçgiri, gerek Dersim hareketlerinin önemli bir kişisidir”.
Bu belirleme Dr. Nuri Dersimi’nin Kürdistan savaşında önemli yerini gösterir.
Dr. Nuri Dersimi bir savaşçı, diplomat, milliyetçi Kürt aydını olmasının yanı sıra hem örgütçü hemde Kürt tarihine önemli referans notları düşen, bugün bile temel kaynak olarak anılan iki kitap ve çok sayıda yazı ve makaleninde sahibidir.
“Kürdistan Tarihinde Dersim” ve “Hatıratım” kitaplarında ayrıntılı olarak Kürt Teali Cemiyetinden Ağrı isyanına kadar ayrıntılı tarihi kaynak ve refaranslar vermektedir. Xoybun ve öbür Kürt Milliyetçi örgütlenme ve Bağımsızlık savaşçıları ile önderleri hakkında en yakın kaynaklar bu iki kitaptadır.
Bu savaşta birçok yakınını kaybeden Dr. Nuri Dersimi bulunduğu sürgün bölgelerinde de Türkiye’nin uğraşı ile çeşitli baskı ve zorluklarla karşılaşır. Neredeyse ilk gençlik yıllarından sonra Kürt Milliyetçi düşüncesi ve pratiği içinde olan Dr. Nuri Dersimi bu yüden her zaman işgalci düşüncenin ve pratiğin hedefi olmuştur. Bilindiği gibi kendisi ve ailesi ölümünden sonra bile hedef olmaya devam etmişlerdir.
Dr. Nuri Dersimi 22 ağustos 1973 yılında Halep’te hayatını kaybeder ve Efrin’e defnedilir. Öyleki, işgalcilerinin zülmü bitmez, O’nun mezarını bile 2018 işgalinde Efrinde tahrip eder.
Kürt Milli Mücadelisinde büyük katkıları bulunan Dr. Nuri Dersimi bütün ömrünü her anlamda Kürt milletine adamıştır. Resmi ideolojinin yaratmaya çalıştığı Aleviliği Kürdlükten uzaklaştırma faaliyetlerine en iyi cevap o yıllarda yine Dr. Nuri Dersimi’den gelmiştir. Milli birlik için Kürtlüğü temel alan bir Alevi olması ve bunu sürekli pratikte uygulaması ile resmi ideolojinin Aleviliği Kürtlükten uzaklaştırma politikasını boşa çıkararak Kürt Aleviliğinin Kürtlükte temel olduğunu vurgulamıştır. Bu yüzyılın önemli Kürt Milliyetçi şahsiyetlerinden Dr. Nuri Dersimi’nin Kürt Gençliğine Hitabesi başlı başına bir milli göreve çağrıdır.’ ‘”ntikam” diye başlayan hitabet, “Yaşasın kahramanlar yaratan Kürt Milleti, yaşasın hür ve müstakil Kürdistan”, diye biter.
0 notes
Text
İlk Gençlik Kitap Önerileri
Son zamanlarda gençler özellikle K-pop kültürüne büyük ilgi duyuyor. Bu nedenle sadece diziler değil aynı zamanda kitapları da oldukça popüler. Bu yazıda kaliteli ilk gençlik kitap önerileri paylaşmak istiyorum. Çünkü maalesef özellikle ergenlik döneminde okunabilecek nitelikli gençlik kitabı bulmak oldukça zor. Wattpad gibi herkesin yazı yayınlayabildiği yerlerden her tür şeyleri okuyorlar. Bu nedenle ailelerin özellikle bilinçli seçimler yapmaları gerekiyor. En azından bilinçli bir aile çocuğunun da doğru kitaba yönlenmesinde yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. 1- Sofie'nin Dünyası - Jostein Gaarder "15. yaşgününü kutlamaya hazırlanan Sofi, bir gün posta kutusunda "Kimsin" yazılı bir not bulur. Bu sorudan hareketle, bütün bir felsefe tarihinde sorulmuş soruları ve cevapları, sürükleyici bir roman kurgusu sunuyor." 2- Limit 6 ciltten oluşan bir kitap. Keiko Suenobu tarafından yazılan kitap ilk gençlik yılları için heyecanlı ve akıcı bir hikaye sunuyor. En İyi Kore Edebiyatı Kitapları yazım da ilginizi çekebilir. 3- Xoxo kitabının yazarı Axie Oh. Tanıtım bülteninden: "İlk aşk, K-pop, Kore kültürü... Her gece izlediğiniz o sevimli ve neşeli Kore dizileri gibi, Jenny ve Jaewoo’nun hikâyesi de sizleri büyüleyecek. “Her Kore dizisinde, final sahnesinin öncesinde bir kovalama sahnesi oluyor ve nihayet başkarakter ile onun büyük aşkı, tüm korkuları ile çekincelerini bir kenara bırakıp buluşuyorlar. Dünya böylece bir kez daha huzura eriyor. Ancak kimse beni durdurmak için havaalanına gelmedi. Pazar günü uçağa bindim ve eve dönüş yolculuğum başladı.” 4- Benim Küçük Sırrım - Dilara Keskin (Kitap serilerden oluşuyor) "Eylül, sahip olduğu hayatı gizleyen, yaşamak istediği hayatı kendisine ait gibi göstermek için sürekli yalanlar söyleyen bir kızdır. Peki, yeni dostlar edindiği ve aşk ile tanıştığı bu dönemde sırları mutlu olmasına fırsat verecek midir?" 5- Beyaz Gemi - Cengiz Aytmatov "Beyaz Gemi, romanının kahramanı yedi sekiz yaşlarında bir çocuktur. Çocuk; saflığın, bozulmamışlığın ve geleceğin sembolüdür. Aytmatov, çocuğun saf ve temiz dünyasından, hayatın acı ve çıplak gerçeğine uzanan bir roman kurgusu oluşturmayı başarır." Sevgilerle Bu yazıyı beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızdan paylaşırsanız fazlasıyla teşekkür etmiş olursunuz. Daha fazla bilgi için beni sosyal medyada takip etmeyi unutmayın - Facebook, Instagram, Pinterest ve Twitter. Read the full article
1 note
·
View note
Text
hanetin Bedeli Norveç’in yetiştirdiği en önemli edebiyatçılardan biriydi. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, çok sıkıntılı bir gençlik yaşamıştı. İşsizliğin, açlığın ne olduğunu daha küçük yaşta öğrenmişti. Ezen ile ezileni görmüştü. Edebiyata da meraklıydı. Bir kaç kitap denemesi oldu ama başarısızdı. Sonra gerçeği yazdı. Yaşadıklarını, yaşananları yazdı. Kitabının adı, “Açlık”tı. Büyük yankı yaptı… Açlık romanıyla ünlendi. Ardından Göçebe, Gizemler, Dünya Nimeti kitapları yok sattı. 1920 yılında yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Norveç’in en sevilen ve okunan yazarlarından biri oldu. Ünü Norveç’i aşmış, dünyaca tanınan bir yazar olmuştu. Ancak… 1930’larda ülkesindeki faşist partiye katıldı. 1. Dünya Savaşı’nda Norveç’in işgali sırasında faşist Almanlar’ı destekledi. Norveç hükümetinin Naziler’e teslim olması için kampanya yaptı. Hitler’i öven yazılar yazdı. İşgal sırasında hep Nazilerle birlikte oldu. Kazandığı nobel ödülünü Hitler’e armağan etti. Halkını sattı. Norveçliler onu hayalkırıklığıyla izledi. Yıllar sonra savaş bitip Almanlar Norveç’ten çekilince tutuklandı. Yaşı ileri olduğu için para cezasıyla kurtuldu. Ama Norveç halkından kurtulamadı. Norveçliler, kendilerine ihanet eden bu yazara hiç bir şey söylemedi. Tek kelime etmediler. Ne bir protesto. Ne bir yazı. Ne saldırı. Ama bir gün evinin önüne bir genç kız gelip onun kitaplarını bıraktı.. Biraz sonra yaşlı bir adam geldi ve o da kitapları bıraktı. Derken insanlar ellerindeki kitaplarıyla akın akın gelmeye başladılar. O bütün bunları penceresinden izliyordu. Oslo’lular çıt çıkarmadan, en ufak bir tepki vermeden sakince kitapları bırakıyordu. Birinci günün sonunda kitaplar koskoca bir yığın ediyordu artık. Ertesi gün aynı durum devam etti. Kitap yığını büyüdükçe, Norveç’e ihanet etmiş olan yazar küç��ldükçe, küçüldü. 66 yıl önce böylesine bir kış gününde banyosunda ölü bulundu. Yüzünde acı bir pişmanlık vardı. Halkına ihanetin bedeli ağır olmuştu. Tarih unutmuyor. Tarih halkı için savaşanı da, halkına ihanet edeni yazıyor. Günümüz Knut Hamsun’larına ve onun yolunda gidenlere ders ola .
3 notes
·
View notes