#Eş Genel Başkanı
Explore tagged Tumblr posts
Text
İçişleri Bakanlığı’nın kayyım kararıyla görevinden uzaklaştırılan DEM Parti’li Tunceli Belediye ‘eş başkanı’ Birsen Orhan, “Bunlar işgalci... Dersim’i nasıl 1938’de işgal ettilerse bugün yine belediyemizi işgal ediyorlar” dedi.
DEM Parti ‘eş’ Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Çok iyi bilsinler ki Seyit Rıza ne yaptıysa Kürt halkı da onu yapacaktır” dedi.
PKK iltisakıyla tutuklanan CHP/DEM’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in makam odasında ele geçirilen dijital kitapçıkta, “Dersim bir isyan değildi. Kendisine yapılan operasyona karşılık yapılan bir direnişti. Dersim direnişi kapsamlı askeri operasyonlarla ve büyük katliamlarla yerle bir edildi.” denildi..
Dersim isyanının 1937-1938 yılları arasında gerçekleştirildiğini.
Dönemin tek partili CHP iktidarının lideri Mustafa Kemal’in talimatıyla Tunç Eli Harekatı başlatılarak isyanın kanlı şekilde bastırıldığını.
M.Kemal’in manevi kızı Sabiha Gökçen’in kullandığı savaş uçağı vesilesiyle isyancıların havadan bombalandığını.
İsyanın elebaşı Seyit Rıza’nın yakalanarak idam edildiğini.
İsyanın bastırılmasının ardından bizzat Mustafa Kemal’in kararıyla Dersim isminin kazınarak şehre, harekatın ismi olarak Tunceli isminin verildiğini.
Tarihler uzun uzun yazar.
DEM Parti’lilerin Tunceli olaylarıyla ilgili “işgalci” ve “katil” gibi çok ama çok ağır ithamı, doğrudan doğruya Mustafa Kemal Atatürk ve “genç cumhuriyet”e yöneltilmiş oluyor.
Peki; kayyım bahanesiyle DEM Parti’li Tuncer Bakırhan ve Birsen Orhan’a, yarı DEM yarı CHP’li Ahmet Özer’e, Atatürk’e yönelik “Dersim” ithamları nedeniyle tepki gösterildiğini gören oldu mu?
Atatürk’ün kurucusu ve ölene kadar lideri olduğu CHP’den net ve sert bir ses yükseldiğini duyan oldu mu?
“Bir çift mavi gözün ışığında” yürüdüklerini söyleyen ‘düşman kardeşler’ Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’tan ses geldi mi?
Kemalizm’in siyasi uzantıları sayılabilecek İYİ Parti, Zafer Partisi ve diğerlerinden DEM’lilere yaylım ateşi başlatıldı mı?
Haber7 Yazarı Faruk Arslan'ın yazsının tamamını haber7.com'dan okuyabilirsiniz.
44 notes
·
View notes
Text
BIRAKINIZ HALKIN TEPKİSİ SÖNÜMLENMESİN!
Belki iyi niyetle yapılmış bir öneri diye görenler olabilir ama Özgür Özel’in cuma günü Antalya Gazipaşa’da konuşurken yaptığı çağrı, ana muhalefet lideri olarak hâlâ “normalleşmeye” çalıştığını gösteriyor.
Şöyle bir çağrı yaptı Özel: “Sayın Erdoğan’a sesleniyorum: 29 Ekim resepsiyonunu milletin evinde Çankaya Köşkü’nde yapınız. Çok uzun yıllar sonra tüm siyasi partiler bir araya gelelim.”
TARİHİN EN İKİYÜZLÜ BULUŞMASI
Bir anda gözümün önünde canlandı. Özel’in hayal ettiği gibi Erdoğan yanında siyasi parti temsilcileriyle foto muhabirlerine poz veriyor.
Devlet Bahçeli, Numan Kurtulmuş, Zekeriya Yapıcıoğlu, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Temel Karamollaoğlu, Mustafa Destici, Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan… Bu kadronun 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hatırasıyla dolu Çankaya Köşkü’nde bir araya gelmesi, tarihin görebileceği en ikiyüzlü buluşma olur.
Bu yüzden Atatürk’ün ömrünü cephelerde harcayarak kurduğu tam bağımsız laik Cumhuriyeti, ABD liderliğindeki Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanı olarak yirmi iki yıldır emperyalizme tam bağımlı bir şekilde yöneten, laikliği yok farz eden, hukuk devletini çiğneyip geçen, ülkeyi çetelerin her alanda cirit attığı ve halkın açlıkla sınandığı hale getiren bir siyasal İslamcının yanında dizilmeyi önermek, CHP genel başkanına düşmez.
Bırakınız ülkeyi bu duruma düşürenler ve destekçileri Saray’da toplansın, Cumhuriyeti kuran partinin lideri olarak siz 29 Ekim’de halkla sokakta buluşun. Bırakınız bu anormal durum normal gözükmesin, halkın tepkisi sönümlenmesin!
6 notes
·
View notes
Text
Edirne F Tipi Cezaevi’nde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş esasa dair savunma yaptı.
(25 Aralık 2023- Pazartesi)
Demirtaş'ın savunmasının tam metni şöyle oldu:
7 YILDIR İLK DEFA BANA DOĞRUDAN SAVUNMA HAKKI VERİLDİ
Daha önce kısmen savunma yapma imkanı buldum. 3 yılı aşkın süre yargılandığım tek sanıklı dosyada 40'ı aşkın fezlekeden yarısı anca tamamlanmışken Dosya 22. Ağır Ceza Mahkemesi ile birleştirildi. Burada ben, Figen Başkan ve Sebahat Başkan sorgularımız bile yapılmadan esasa ilişkin mütalaaya geçildi. Dolayısıyla 7 yıldır tutuklu olmamıza rağmen ilk defa savunma yapıyorum, ilk defa suçlamalara cevap verme fırsatı buluyorum. Çünkü bugüne kadar yapılan savunmalar ya tutukluluk incelemesi ya da suçlamalara cevaptı. Orada kısmen suçlamalara cevap vermiştim. 7 yıl 2 ay buldu tutukluluk süremiz. Meydanlarda yargılandık, televizyonlarda yargılandık, Meclis kürsüsünde yargılandık, hakkımızda hüküm verildi. Her birimiz ayrı ayrı ‘terörist’ olarak ‘barbar’ gibi gösterildik bugün bile cenaze törenlerinde hala bizlere hakaret ediliyor, hala ‘terörist’ olarak gösteriliyoruz, ama 7 yıldır ilk defa bana doğrudan savunma hakkı verildi.
SAVUNMAMI MAHKEMENİZE YAPMIYORUM, HALKIMIZA SUNUYORUM
Bunun bilinmesi lazım, sorgu hakkımız bu heyet tarafından gasp edildi, diğer arkadaşlarımız uzun konuştular diye sorgumuzdan vazgeçildi. Savunmama başlayacağım ama kaç gün sürer bilmiyorum. En hızlı şekilde savunmamı toparlamaya çalışıyorum ama savunmamı size vermiyorum. Ben savunmamı mahkemenize yapmıyorum, halkımıza sunuyorum. Çünkü siz de bu davanın bir parçasısınız. Onurlu bir görevi üstlenmiş siyasetçiler olarak halkımıza verdiğimiz özeleştiri olarak konuştuk, konuşacağız. Savunmam ne kadar sürer bilmiyorum. Ama 42 ayrı fezleke 19. ACM'den bu dosya ile birleşti. 42 ayrı suçlama orada var. Burada da Kobanî Davası adı altında binlerce suçlama var. 9 yıldır sürdürdüğünüz kumpasa ben kaç günde cevap veririm bilmiyorum. Bir masa dolusu binlerce savunma evrakı 7 yıldır yaptığım hazırlıklardı. Bugüne kadar savunma imkanı bulmadık. Mahkeme savunma hakkımı kesmediği sürece bütün suçlamalara cevap vereceğiz. Ama mahkemeniz bu kadar savunma yeter biz daha fazla savunma hakkı tanımıyoruz derse mikrofon sizde ben de bitirmiş olurum. Davanın bağlantılarını ortaya koyacağım. Herkes şunu bilmeli ki hakkımdaki suçlamaların tamamı yaptığım konuşmalardır. Herhangi bir gizli faaliyet veya çalışma ile suçlanmıyorum. 8 yıl 15 yıl önce yaptığım miting konuşmaları dışında tek bir delil dosyamda yoktur. Bu arkadaşlarımın tamamı için geçerlidir. Ben kendi savunmamı yaptığım için tekil konuşuyorum. Arkadaşlarım zaten belirttiler.
ÇATIŞMA VE SAVAŞIN BİTMESİNİN YOLU TECRİDE SON VERİP DİYALOG YÖNTEMLERİNE DÖNMEKTİR
Bu bir siyasi intikam davasıdır. Biz siyasi amaçlar için rehin alınmış siyasetçileriz. Bugün başlayacak ve günlerce sürecek savunmamda mecburen bu konuşmalarımı anlatacağım. Çünkü savcı beni başka bir şeyle suçlamıyor, suçlayamıyor. Zaten tüm siyasi faaliyetlerim halkın gözü önünde gerçekleşen yasal faaliyetler olduğundan konuşmalar dosyaya konulmuş durumda. Bakın bugün ülkenin evlatları çatışmalarda hayatını kaybediyor bu ölümleri durduramadığımız için biz kahroluyoruz. Fakat iktidar devlet el ele verip bizim gibi barış isteyenleri hapse atıp savaş politikalarından medet umuyor. Bu tam bir ikiyüzlülüktür. Acıları ortaklaştırmak yerine bugün timsah gözyaşı döken iki yüzlülerdir. Bu savaş artık bitmelidir, silahlar tümden devre dışı kalmalıdır. Bunun da yolu siyaseti öne çıkarmaktır. Tecride son verip diyalog yöntemlerine dönmektir. Müzakere ve diyalogdan kaçanlar bu ölümlerin sorumlusudur. Kendi siyasi ikbali için silahtan savaştan medet uman her siyasetçi ikiyüzlüdür. Halkın evlatlarının kanı üzerine kendisine iktidar alanı yaratanlar ahlaktan nasibini almamış vicdansızlardır. Türkü’yle, Kürdü’yle bugün Türkiye toplumu barış için sesini yükseltmelidir. Sizi milliyetçilik galeyanıyla gaza getirenlerin bir eli yağda bir eli baldayken evlatlarınızı savaşa göndermekten geri durmuyorlar.
DEMOKRATİK ÇÖZÜME İNANAN SİYASETÇİLER OLDUĞUMUZ İÇİN YILLARDIR REHİNEYİZ
Bu gidişata dur diyecek olan sadece ve sadece yoksul halktır. Türk ve Kürt el ele verirse ‘savaşa karşıyız’ diyebilirse birlikte ve kardeşçe yaşamak çok daha mümkün olabilir. Huzuru sağlamak, demokrasiyi büyütmek çok daha kolay olur. Biz barış isteyen demokratik çözüme inanan siyasetçileriz. Sırf bunu istedik diye yıllarca rehin tutulmamıza rağmen halen içeriden barış diye haykırıyoruz. Ülkeyi yönetenlerde oturdukları sıcak yerden her gün savaş kararları veriyorlar. Türk halkının bu ikiyüzlülüğü artık görmesi gerekiyor. Kimin savaş kimin barış istediğini anlaması gerekiyor. Filistin’de barışı savunurken kendi ülkesinde barış isteyenleri içeri atmak tecrit uygulamak iki yüzlülük değilse nedir?
-20 DERECEDE OPERASYONA GÖNDERDİKLERİ GENÇLERİN SIRTINA KÜRT SORUNUNU YÜKLEYENLERDEN HESAP SORULMALIDIR
Biz her koşulda ilkeli davranmaya barışı savunmaya devam edeceğiz. Bugün Türkiye evlatları için ağlıyorsa dönüp siyasetçilerden hesap sorma vaktidir. Sıcak koltuklarından operasyon kararı verirken -20 derecede operasyona gönderdikleri gençlerin sırtına Kürt sorununu yükleyenlerden hesap sorulmalıdır. 20-22 yaşında genç çocukların toprağa verilmesini acısını biz yaşarken bizi teröristlikle katillikle suçlayan bütün iktidar yanlısı olanlar bu kandan beslenenlerdir. Hayatlarında barış sözcüğünü ağzına almadan 5 dönem milletvekilliği yapan parlamenterler var. Türkiye’nin en zengin milletvekilleri onlar.
BUNUN ADI SAVAŞTIR
Süleyman Soylu dün Sırrı Sakık’a ‘Ne savaşı bu terörle mücadeledir’ demiş. Bunun adı savaştır savaş. Bu savaş değilse iç hukuku hatırlatırım. Polis yetki TSK yetki kanununda operasyonların nasıl yapılacağı bellidir. Operasyona girmeden önce velev ki bir silahlı mukavemet olursa ne yapılacağı bellidir yasada. Teslim ol çağrısı yapılır. Teslim ol çağrısına karşılık silahla karşılık verirse bölge güvenlik altına alınır, yasada bunlar yazıyor. Yasaya göre böyle yapılır. Buna rağmen ısrar ederse öncelikli olarak sağ yakalamak için operasyon yapılır. Sivil halkı tehlikeye atmayacak şekilde gerektiğinde etkisiz hale getirilir.
BURADA GÖRDÜĞÜNÜZ SİYASETÇİLERİN HEPSİ BARIŞ İÇİN MÜCADELE ETMİŞLERDİR
İç hukuk böyle söyler. Ne yapılıyor? İHA ve SİHA ile infaz yapılırken F-16 ile bombalarla öldürülürken teslim ol çağrısı mı yapılıyor? Yok! Doğrudan Cenevre Sözleşmesi’ne tabiidir. Soylu, sen bunu bilmiyor musun? Bunun adı savaş hukukudur. Savaş hukukuna uyulması lazım. Herkesin uyması lazım savaş hukuku budur işte. Biz savaşa kökünden karşıyız, bu çatışmalar oluyorsa bunun adı savaştır ve herkes bu hukuka uymalıdır. En onurlu görevimiz savaşa son vermektir, çatışmaları bitirmektir. Türkiye’de birlikte huzur içinde yaşayabileceğimiz koşulları oluşturmaktır birinci görevimiz. Burada gördüğünüz siyasetçilerin hepsi barış için mücadele etmişlerdir.
SİZ SAVAŞ KARARI ALIRKEN EVLATLARINIZ MI XAKURK’TA ZAP’TA NÖBET TUTUYOR?
Bugün milletvekillerimizi suçlayanlar bu ülkede barış olsun diye bir dakikalarını harcadılar mı? Tırnaklarını bile feda etmediler. İYİ Parti, MHP, AKP milletvekilleri ki bir kısmını tenzih ediyorum. Çoğu büyük işadamı. Büyük yatırımları var. Lüks çiftliklerde oturuyorlar. Lüks arabalarının haddi hesabı yok. Siz savaş kararı alırken evlatlarınız mı Xakurk’ta Zap’ta nöbet tutuyor? Gönderin bakalım evlatlarınızı. Bir gönderin bakalım evlatlarınızı, gönderin bakalım bu kadar rahat savaş çığırtkanlığı yapabilecek misiniz? Bizim içimiz yanıyor. Ben defalarca söyledim. Dün toprağa verilen 12 asker benim kardeşimdir. Bu ülkenin yoksul halkının evlatlarıdır. Keşke barışı sağlayabilsek, onlar yaşayabilselerdi. Sorumluluk bizdedir. Biz ahlaken kendimizi sorumlu görüyoruz. Kabul etmiyoruz bunu.
SORUMLU DEM PARTİ DEĞİL, SİZSİNİZ
Şu salonda olanlar parlamentoda olan temsilcilerimiz barış için ne yapılması gerekiyorsa hazırdırlar. Ağzını açan katliamdan, son terörist kalıncaya kadardan bahsediyor. 50 yıldır sürüyor bu teraneler, 50 sene oldu bu teraneler 50 sene. Bir şehit yakını dün ‘yeter’ diye bağırıyordu. Haklı yeter artık kimi kandırıyor bunlar. Hem bu gençlerin yaşamının sorumlusu olacaklar hem de pişkince dönüp DEM Parti’yi suçlayacaklar. Sorumlu sizsiniz, operasyonlara gönderen sizsiniz. Dem Parti günlerdir ne öneriyor? 20 yaşındaki çocukları dağa gönderip öldürmeye göndermeyin diyor DEM Parti. Kolay basit bir yolu var, maliyeti en düşük en onurlu yolu var diyor, meydanlarda yürüyüş yapıyor. Ama polis gazlıyor, copluyor, tutukluyor.
DEM PARTİ ‘TECRİDİ KALDIRIN, ÖCALAN İLE GÖRÜŞÜLSÜN’ DİYOR, BUNUN NEYİ YASAYA AYKIRI?
Dün DEM Parti Gençlik Meclisi üyelerinin gözaltına alınmasını hatırlata Demirtaş, “DEM Parti ‘askerleri ölüme göndereceğinize gelin tecridi kaldırın, Abdullah Öcalan ile görüşülsün’ diyor. Bunun neyi onur kırıcı? Neyi yasaya aykırı? Neyi gayrı meşru? Buna kulak verip bunlar ne diyor dinleyelim demek yerine bunu söyleyen terörist, katil. Meclis’te oturup trilyonluk ihaleleri götürüp akşam eğlencede mikrofonu uzatınca da milliyetçi öyle mi? Hadi oradan! Bizi burada yargılayan zihniyete de sesleniyorum. Asıl savaşın sorumlusu sizsiniz, dün toprağa verilen 12 evladın sorumlusu sizsiniz. Biz değiliz, partimiz değil, siyasetimiz değil, biz barış siyasetçileriyiz. Barış nasıl olacakmış efendim, teslim olunacakmış! Teslimiyetin adı ne zamandan beri barış oldu. Teslimiyet teslimiyettir. Biz teslim olacakmışız! Neye? Türk’ün resmi ideolojisine. ‘Hepimiz Türk’üz, anadilimiz Türkçe’dir’ deyince sorun çözülecekmiş. Diyelim onların bahsettiği barışı biz de teklif edelim. Teklif ediyorum; İYİ Parti, AKP, MHP liderlerine ben de onların teklif ettiği şeyi teklif ediyorum. ‘Kürdüm’ deyin bu mesele çözülsün. Böyle olur mu? Böyle bir onursuzluk kabul edilebilir mi? Onurlu barış dediğimiz Türkün, Kürdün, Alevinin, sünninin özgürce yaşadığı barış ortamıdır.
7 YILDIR HAPİSTEYİZ HALEN BARIŞ DİYORUZ
Karmaşık bir olay değil evet 50 yıldır kan dökülüyor. Neredeyse 150 yıldır Osmanlı’dan beri devam eden isyanlar var. Araya kan girmiş, öfke var, intikam duyguları var. Bu da bir realite. Fakat bunu kaşımak yerine acıları ortaklaştırmak gerekirken bugün barış diyeni linç eden, barış diyen akademisyeni görevden alan gaz diyen cop diyen bu siyasetle sonuç bu oluyor. Bu acı sonuçlar ortaya çıkıyor. Kimse bizi suçlamasın. Türkiye toplumuna sesleniyorum, zerre kadar ahlaki değeri olanlara sesleniyorum. Aydın'da Manisa'da konuşma yaparken suçlandığım şeylere cevaben de söylüyorum; biz birlikte yaşayalım diye uğraştık. Silahlar sussun diye uğraştık bu ülkede kan akmasın diye uğraştık. 7 yıldır bunun için burada hapisteyiz, halen barış diyoruz. Arkadaşlarımızın annesi babası kardeşi vefat etti, taziyelerine 1 saat gitti geldiler, acılarını hücrede yaşadılar. Pandemide bizi ölüme terk ettiniz. Depremin acısını burada yaşadık. Bunların hepsini siz yaptınız. Ailelerimiz kaza geçirdiler benim annem sakat kaldı. Benim annem sakat şu anda, tekerlekli sandalyede, buraya gelemiyor. Cezaevi yollarında kaç aile kaza geçirdi? Neler yaşatmadınız ki bize? Ne diyoruz 7 sene sonunda söz alan her arkadaşımız gibi barış diyoruz. Dalga mı geçiyorsunuz, bunu diyenler terörist ezeceğiz bitireceğiz diyenler vatansever? Böyle bir iki yüzlülüğü kabul etmiyoruz. Savunmalarımda altını çizeceğim tüm konuşmalar yıllarca bunu savunduk, Partim adına bunu savunmuşuz. Çözümü savunmuşuz.
BİZE HAKİM TAKLİDİ YAPMAYA DEVAM EDİYORSUNUZ
İleri sürdüğünüz suçun infazından daha fazla bizi cezaevinde tuttunuz. Daha yargılama bitmeden bizim örg��t üyesi olduğumuza karar verdiniz. Burada cezaevinde duyuyorum, kimse ile temasımıza izin verilmiyor ama duyuyoruz. Cemaatten yargılayıp 6 yıl üç ay verdiğiniz örgüt üyeliğinden kişiler 2 yıl önce cezalarını bitirdiler tahliye oldular. Örgüt üyeliğinden hükümlerini bitirdiler, biz 7 yıldır tutukluyuz. Buradakilerin hepsini daha siz yargılama başlarken örgüt üyesi olarak kabul ettiniz. Şu an bize örgüt üyeliği cezası vermeniz lazım ki yattığımız karşılansın. Bizi yargılamadan önce fiilen uygulamanızla bizi örgüt üyesi ilan ettiniz. Bu sizin kesinlikle oyunuzu açıklamanız demektir, bu önyargıya işaret eden en somut delildir. 7 yıl tutukluluk; yasada bile 7 yılı aşamaz diyor. Gültan Hanım, Sebahat Hanım için 'birleşen dosya' dediniz. Birleşmiş dosyayı tek dosya yapın, basit hukuktan bahsediyorum. Ama yasanın açık hükmüne rağmen 7 yıllık tutukluluk rahatlıkla aştınız. Bize hakim taklidi yapmaya devam ediyorsunuz, bunu kabul etmiyoruz. Ve bu 7 yılda binlerce hukuksuzluğa imza attınız. Bunların toplumsal sonuçlarını da anlatacağım. Siz güya bizi cezalandırırken sebep olduğunuz toplumsal felaketi anlatacağım.
AÇIKLAYACAĞINIZ KARAR NE OLURSA OLSUN TARİHİN VİCDANINDA YOK HÜKMÜNDEDİR
Bu süre zarfında kumpasta imzası olan AYM üyesi dahil yargıdaki tüm cübbelilerle tüm insani değerleri çiğnediniz. Dosyaya sahte delil koyarak bizim suçsuz olduğumuzu bilerek yalancı tanık ekleye ekleye kasten yaptınız. Her gün bu salondan çıkıp çocuklarınıza sarılırken ne düşündünüz bilmiyorum. Ancak bu kötülükleri yapabilecek kadar insani değerlerden uzaklaşmaktan içiniz rahat mı? Sadece bunu meydanlarda bizi suçlayanlar, idam sloganları atanlar, insanlıktan nasibini almamış vicdansızlardır. Bize gelince 7 yıldır vicdanınız rahat, suçsuzluğumuzdan emin bir şekilde en yüksek ahlaki değerleri onuru temsil etmeye devam ediyoruz. Yaptıklarınız bizi yüceltti. Artık davanın kumpasın karar aşamasındayız, kararı açıklamak için sabırsızlandığınızı biliyoruz ancak açıklayacağınız karar ne olursa olsun bizim halkımızın tarihin vicdanında yok hükmündedir. Bu irade savaşında bize boyun eğdiremediniz. Siz kötülükle kararmış kalpleriniz ile baş başa kalırken biz halkımızın vicdanında aklanarak hatırlandık hatırlanıyoruz.
VASİYETİMDİR; KARAR AÇIKLADIĞINDA HALAYLARLA COŞKULARLA KARŞILAMALISINIZ
Vereceğiniz kararı yüzüme okumanıza fırsat vermeyeceğim. Kararı kendi kendinize okuyacaksınız. Eşime aileme kızlarıma tüm halkıma vasiyetimdir: Karar açıkladığında halaylarla, coşkularla karşılamalısınız kararı çünkü biz burada öyle karşılayacağız. Bundan taviz verip onursuzca yaşamaktansa ölmeyi tercih ederiz. Zorlu biz mücadeleyi eksikliklerimiz ile sürdürmeye çalıştık. Bu süre zarfında elbette eksiklerimiz hatalarımız oldu. Tüm gücümüzü kullanmamıza rağmen istediğimiz başarıyı henüz sağlamış değiliz. Kendi adıma bundan dolayı tüm halkımızdan özür diliyoruz. Karamsarlığa sebep olduğumuz tüm halkımızdan özür diliyoruz.
Bundan sonraki süreçte Partimiz DEM Parti’nin öncülüğünde daha fazla çalışıp mutlaka başaracağımıza inanıyorum. Şunun da bilinmesini isterim; burada sabırla büyütülmüş siyasi mücadelenin sonuçları çok başka olabilirdi. Ancak her şey bizim elimizde değildi. Küresel ve bölgesel güçlerin içerideki karanlık güçlerin oyunları bu sonuçlar üzerinde etkili oldu. Bunun önüne geçmeye gücümüz yetmedi. Elbette pes etmedik, sadece tökezledik, hızla toparlandık ve yürüyüşümüze devam ettik. Bu vesileyle DEM Parti’ye başarılar diliyorum, arkadaşların yolu açık olsun. Eş Genel Başkanlarımız Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları’na başarılar diliyorum. Aynı duygularla Selçuk Mızraklı’nın selamlarını iletmeyi borç biliyorum.
BEN KÜRDÜM, ANAVATANIM KÜRDİSTAN’DIR KİMSE BU DEĞERLERİ YARGILAYAMAZ
Ben bugün bunları aynen savunuyoruz. Yargılanmamızın ana nedeni Kürt siyasetçiler olmamızdır. Kürt olmayanların da Kürtlere dayanışma göstermesidir. Türk devleti ırkçı ve milliyetçi amaçlarla sırf Kürt olduğumuz için yargılanıyoruz. Türk ırkçı ideoloji ve tezlerine boyun eğmediğimiz için yargılanıyoruz. Kürdistan bizim anavatanımızdır Kürdistan’ı işgal edemezsiniz, yok edemezsiniz dediğimiz için yargılanıyoruz. Bu salonda bizim şahsımızda Kürt ve Kürdistan gerçeği mahkum edilmek isteniyor. Bunun dışındaki siyasi amaçları referandum ve seçimleri kazanmak tek adam rejimini meşrulaştırmak için bizi hapiste tutmaktır. Ben Kürdüm anavatanım Kürdistan’dır her iki kimliğim onurdur, kimse bu değerleri yargılayamaz.
KÜRT SORUNUNA ÇÖZÜM MÜZAKEREDİR
Hukuki açıdan milyonlarca belge için söylenebilecek tek bir kelime vardır: Evet bu davadaki hukuki açıdan söylenebilecek tek şey şudur bu dava çöptür. Savunmam boyunca bu davanın siyasi olduğunu ve davanın çöp olduğunu ispatlayacağım. Ayrıca savunmam boyunca Kürt sorununun nasıl çözülebileceğini ve mutlaka çözülmesi gerektiğini de anlatacağım. Çünkü bu doğrultudaki faaliyetlerimiz de yargılama konusu. Kürt sorunu kısaca tanımlayıp çözüm önerilerimi sunmak istiyorum daha sonra bunları uzun açacağız. Kürt halkının, anavatanı olan Kürdistan’da diğer halklar gibi kendi dili kimliği ile yaşama hakkı vardır. Bu hakkın silah, imha, inkar yoluyla elinden alınmış olması, bunun adı Kürt sorunudur. Bu sorun nasıl çözülür bizim önerdiğimiz yöntem müzakeredir.
SAYIN ÖCALAN’IN ÇÖZÜM İÇİN ÖNEMLİ ROLÜ OLDU
Yeni bir Anayasa ile Kürtlerin tüm haklarının garanti altına alınması gerekiyor. Kürt halkının tüm hakları gözetilerek İmralı’da hukuksuzca tecrit altında tutulan Öcalan müzakerenin tarafıdır. Silahların terk edilmesinin yolunun Sayın Öcalan ile müzakereye bağlı olduğu devletin de bir çok defa hakkını teslim ettiği bir hakikattir. Sayın Öcalan çözüm için önemli rolü olmuş bundan sonra da olacağına inandığım bir hakikattir. Kürtlerin politik taleplerini temsil eden parti meşru muhataptır, en etkili aktördür. Bu vesileyle Kürt sorununda demokratik çözümün inşa edilmesi için İmralı’daki tecride son verilmesi gerekmektedir. Açlık grevi yapanları da selamlıyorum.
DEM PARTİ’Yİ KABUL ETMEYEN KİM VARSA BEN DE ONLARI TANIMIYORUM
Ayrıca Kürt sorununa dair demokratik çözüm perspektifine sahip tüm Kürt siyasi partileri çözümde taraftır muhataptır. Sorunun açıkça şeffafça tartışılacağı ve çözüleceği yer parlamentodur. Tüm partiler Kürt sorunun çözümünde taraftır. Bu gerekçelerle TC devletinin son Kürt isyanını barış içinde sonlandırmak için Sayın Öcalan ile görüşmesini destekliyor, savunuyorum. DEM Parti’nin halkı temsil etme hakkını ve meşru muhataplığını savunuyorum. DEM Parti’yi kabul etmeyen kim varsa ben de onları tanımıyorum. Benim irademi, halkı temsil hakkımı tanımayanı ben de tanımıyorum. Benim iradem bana aittir. Bizim de Kürt sorununun çözümü konusunda sunabileceğimiz ciddi katkılar vardır. Bunun için elimizden geleni yapmaya hazırız, elimizden geldiğince bunu yaparız, amacımız bir arada eşitçe yaşamaktır. Buna saygı duyulması da uğruna mücadele ettiğimiz radikal demokrasinin vazgeçilmezidir. Beni yok saymaya, yok etmeye, yalan kumpaslarla tasfiye etmeye çalışanlara şunu söylüyorum; ben demokrasi ve barışı savunan herkesin dostuyum ve yanındayım. Bunu kabul etmeyen hiç kimseyi tanımayacağımı açıkça ilan ediyorum. Savunmamın tamamını halka hitaben yapıyorum çünkü karşımızda tarafsız bağımsız bir yargılama heyeti yok. Maalesef bu yok, keşke bu olsaydı, hukuk yargılasaydı, gereğini yerine getirseydiniz.
SORUŞTURMA AÇMAYI BİLE KABUL ETMEMENİZ GEREKEN BİR DOSYADA SİZ 7 YIL KESİNTİSİZ TUTUKLU YARGILADINIZ
Nasıl yürüyor işler? MİT'in sarayın talimatıyla İçişleri Bakanlığı eliyle hazırlanan dosya sizin önünüzde bir ceza dosyası olarak duruyor. Siz şunu yapsaydınız; “böyle bir dava, yargılama, suçlama olmaz bu açık kumpasa alet olmayız” deseydiniz, Türkiye’de tarihin gidişatını değiştirirdiniz. Zerre kadar hukuk değerlerine, etik değerlerine sahip çıksaydınız iki tane protesto çağrısı tweetinden ve siyasi içerikli konuşmalardan dolayı, ‘bir partinin eş genel başkanlarını, milletvekillerini, MYK üyelerini 37 kez ağırlaştırılmış müebbet ve binlerce yıla varan hapis cezası ile yargılamayı hakaret sayarız’ deseydiniz, Türkiye’nin kaderini değiştirirdiniz. Bırakın iddianame hazırlamayı, soruşturma açmayı bile kabul etmemeniz gereken bir dosyada siz 7 yıl kesintisiz tutuklu yargıladınız. Talimatların nasıl geldiğini bilmiyoruz ama televizyonlardan mitinglerden açık açık yapıldığını gördük. Bir emsal var. Yakın zamanda gerçekleşti. Can Atalay Yargıtay AYM krizinde gerçekleşti. Neydi? Bir tane Cumhurbaşkanı başdanışmanı eski Prof.Dr İzzet Özgenç “sayın cumhurbaşkanı değerli ağabeyim” diye kaleme aldığı mektubu ve bilgi notunu kamuoyu ile paylaştı. Biz böylece bu tür davalara nasıl müdahale edildiğini de Prof.Dr. İzzet Özgenç’in mektubundan öğrenmiş olduk.
HAYATİ YAZICI, EFKAN ALA’NIN YARGITAY KARARINI GERİ ALDIRMA GÜCÜNDEN BAHSEDİYOR
Ne demiş İzzet Özgenç? Yıkama yağlama kısımlarını atlıyorum. AYM yetkileri Yargıtay'ın yetkileri ne yapılması gerektiğini cumhurbaşkanlığına anlatmış fakat bilgi notu ilginç. Diyor ki; ‘Can Atalay 14 Mayıs tarihinde milletvekili seçilmiştir, bu süreçte Yargıtay ilgilileri ile görüşerek milletvekili seçilmesi halinde bir dokunulmazlık tartışması yaşanacağından bahisle bu kişi hakkında verilen mahkumiyetin, temyiz hükmünün bir an evvel gerçekleşmesi için görüş alışverişinde bulundum. Cumhurbaşkanı başdanışmanı, ‘Yargıtay ile görüştüm, temyiz hükmünün tamamlanmasını istedim’ diyor. Kendisi yazmış iddia değil, halen basında duruyor. ‘Yargıtay beni dinlemedi’ diyor. ‘Hükmünü hemen onaylamadı, o da milletvekili seçildi.’ Mealen anlatıyorum. Bu Yargıtay postunda oturan adam diyor, ona takmış, başka şeyler düşündü, dikkate almadı ve bu krize sürükledi.
Bakın Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi kim? Bizim dosyamızın önüne gideceği, dosyamızı inceleyecek daire. Şimdi bu 3’üncü daire ile cumhurbaşkanı başdanışmanı rahatlıkla görüşme yapıyor. Yargıtay dosyayı oraya göndermiş. Sonra aynı günün akşamı Sayın Efkan Ala ve Hayati Yazıcı ile bir araya gelerek ‘durum değerlendirmesi yaptık’ diyor. Yazıcı ve Ala dosyanın avukatları mı? İktidar partisinin genel başkan yardımcıları. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yargıtay’ın verdiği Can Atalay kararını bir partinin iki genel başkan yardımcısı ile bir araya gelip değerlendirdik diyor. Sonra diyor; ‘şöyle bir intiba uyandı; bu kararın dairenin kendi insiyatifi ile verilmiş bir karar olamayacağını ifade ettim. Yargıtay başkanı tarafından inisiyatif konularak bu kararın geri alınmasının sağlanmasını kendilerine izah ettim.’ Kime? Hayati Yazıcı ve Efkan Ala'ya.
Hayati Yazıcı, Efkan Ala’nın Yargıtay kararını geri aldırma gücünden bahsediyor. Bu arada ‘Sayın Cemil Çiçek ile görüştüm’ diyor. Düşüncelerimi kendisine arz ettim. Sonra diyor Numan Kurtulmuş'a gönderdim bu notları, ‘düşürme’ dedim milletvekilliğini. Mehmet Uçum'dan da bahsediyor. Burada da bizim Memo’yu kastediyor Mehmet Uçum. Kendisi hukukçu değil kendi aramızda öyle diyoruz. Saçmalıkla malul bir açıklama yapmış. ‘Yargıtay Başkanının başkanlık görevlerini yerine getirmemiştir, AYM'yi töhmet altında bırakan açıklamalar yapmıştır’ diyor.
Mehmet Uçum ve Yargıtay Başkanı bilgisi dahilinde Yargıtay 3’üncü Dairesi, AYM kararını tanımama kararını vermiştir. İnsanın tüylerinin diken diken olması gerekiyor normal bir ülkede. Fakat Türkiye’de normal çok kişinin haberi bile olmadı bundan. Ve ‘Yargıtay başkanlığı postuna oturan kişi bilimsel içeriği olduğuna bakılmaksızın muhabbet duyduğu kişilerin protokol dışı davetlerine intikal etmezken Hukuk bilimi alanında düzenlenen toplantılara yargıtay üyelerinin katılmasına müsaade etmemiştir’ diyor. Yani Yargıtay postuna oturan kişi menzil cemaatinin toplantılarına katılırken Yargıtay üyelerinin bilimsel toplantılara katılamsını yasaklamıştır’ diyor. ‘Önümüzdeki aylarda yapılacak Yargıtay Başkanlığı seçimlerinde yeniden aday olmayı planlayan bu kişi siyasi içerikli de olsa bu toplantılara katılmaktan geri durmamaktadır’ diyor. Sonra uyarıyor ve ‘geçmişte Genelkurmay Başkanı’nı terör örgütü lideri olarak içeri attı devlet diyor bunlara dikkat edin’ diyor. Bu karar Yargıtay üyelerinin kendilerinden menkul olarak verdiği bir karar değil. Yargıtay 3’üncü dairesinin talimatlandırılarak bu kararı aldığını ve bunu bildiğini bunu da Cumhurbaşkanlığı’na bildirdiğini söyledi. Şimdi, normalde bu belgeden sonra yargılamanın bitmesi hepimizin evlerine dağılması lazım. ‘Artık bu saatten sonra yargılama yapamayız. Zaten şaibeli bir heyettik. Yargıtay Dairesi de resmen siyasallaşmış bir kurum haline geldi. O nedenle biz ne karar verirsek verelim Yargıtay 3’üncü Dairesi sizi artık tarafsız yargılamayacak’. Çünkü Yargıtay 3’üncü Dairesi ile Efkan Ala, Hayati Yazıcı ve Cemil Çiçek ile rahatlıkla görüşebiliyor ve ‘şunu yap bunu yap’ diyebiliyor. Yargıtay 3’üncü Dairesi ve AYM üyeleri ile rahatlıkla görüşen bir zevat sizin gibi bir ACM heyetiyle görüştü mü acaba? Yok canım. Koskoca ACM üyeleri. Bunlar ufak tefek yargıtay üyeleridir. Her halde öyle size talimat vermeleri mümkün değil. ‘Siz ACM üyeleri misiniz’ diyelim? Yoksa çok özür dileyerek, kişiliğinizi tenzih ederek bu heyeti zurnanın son deliği olarak bile görmeyen bir iktidara karşı siz direnebilecek misiniz?
Direnebilecek idiyseniz bugüne kadar hukuksuzlukları ortadan kaldırmanız lazım. Diyor ki ‘Yargıtay postuna giren adam yeniden seçilmek için cemaatin toplantılarına katılıyor. Mesela beni ve Figen başkanı tutuklayan suç-ceza hakimi işi bitince Yargıtay üyesi yapıldı. Arada Asliye hakimi, Ağır Ceza Üyeliği, İstinaf Üyeliği ve başkanlığı, sonra da Yargıtay’a doğrudan atadılar. Sulh Ceza Yargıtay üyeliği neden? Çünkü Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş'ı tutuklayan milli kahraman.
SİZE CUMHURBAŞKANLIĞI VAAT EDİLMİŞ OLMALI
Yüksel Kocaman ne yapıldı? Yargıtay Cumhuriyet Savcısı yapıldı. İrfan Fidan ne yapıldı? Hızla Yargıtay üyesi. Daha bir dosyanın kapağını açmadı, Yargıtay’da sıfır deneyimi var. Bizzat Yargıtay üyeleri tarafından Anayasa Mahkemesi üyesi seçildi. Neden çünkü İrfan Fidan da İstanbul’daki bütün kumpas dosyalarının başsavcısıydı. Size ne teklif edildi bilmiyoruz ama şüpheleniyoruz. Siz de bu kadar hukuksuzluğu cesaretle yaptığınıza göre gerçekten bir şey vaat edilmiş olmalı. Size cumhurbaşkanlığı vaat edilmiş olmalı, bu kadar hukuksuzluğu bu kadar ciddi suçu işlemeniz için yargıtay üyeliğini kabul etmemelisiniz. Bu dosya ağır dosya direkt cumhurbaşkanı olmalısınız. Bu dosya öyle bir dosya. Hakkınızı yedirmeyin.
Akın Gürlek bana TC tarihinin en yüksek propaganda cezasını verdi. Kemiksiz 4 yıl 8 ay. Niye 4 yıl 8 ay? Hesaplıyorsun Temmuz 2024 yılına geliyor. O zamana kadar siyasi yasaklı olacağım. Neden 5 yıl değil? 5 yıl olsa Yargıtay’a gidecek. İstinafta kesinleşsin diye 4 yıl 8 ay. Başka kime 4 yıl 8 ay verdi? Canan Kaftancıoğlu, Sırrı Süreyya Önder. Mobil ağır ceza reisi. Avukatlar artık işin trajikomik yanını yapıyorlar. Bunu da mahkeme mahkeme gezdirip ‘şuna ceza ver, buna ceza ver’. Peki bu hukuksuzluklara imza atan bu nezih hukukçu kardeşimiz ne oldu? Önce Adalet Bakan yardımcısı sonra HSK başkanvekili oldu. Bütün yargı ona bağlı. Bir iddiayı söylemek istiyorum. Kesin yalan diyebileceğim bilgiler de var. Mesela Edirne’deki bir avukat arkadaşımız, ‘o cemaatçi olan mı? Biz 15 Temmuz sonrası nerede tutuklandı diye merak ettik’ dedi. HSK başkan vekili oldu. ‘İftira atma dedim’ kendisini uyardım. ‘Öyle olur mu’ dedim. Böyle bir iddiamız olamaz. Bunu asla kabul etmiyorum demek ki iyi ki hukukçu ki oraya gelmiş! Kimler bizi yargılıyor? Kimler istiyor ki biz süt dökmüş kedi gibi davranalım. Çok istiyorsunuz biliyorum ama olmuyor, içimizden gelmiyor. Mesela cübbelerinizi çıkarın sizinle kıran kırana siyasi tartışma yapalım bu saygılı olur. AKP’yi mi MHP’yi savunuyorsunuz biz partili değiliz Türkiye’yi savunuyoruz diyor musunuz? Buna saygı duyarız. Bizim cübbemiz yok sizin var. Dolayısıyla tartışma hukuk zemininde yürüyormuş görüntüsünü kabul etmiyoruz.
NAZİ ALMANYA’SINDA ÖRGÜTLÜ KÖTÜLÜĞÜN PARÇASI OLAN YARGI MENSUPLARI VİCDANLARINI KAYBETTİ
Nazi Almanya’sında örgütlü kötülük ve kötülüğün parçası olan bütün yargı mensupları aynı zamanda vicdanlarını kaybettiler. Ama düşmanına saygı duyarsın. Cenazeler kurda kuşa yem olmasın diye ateşkes ilan edilirdi. Ortaçağdan bahsediyorum sene 2023 insani taleplere yanıt verir. İnsanın cezaevinde kardeşinin annesini yitirdiğini nasıldır? Allah hiçbirinize göstermesin diyelim. Şu kadar bir hücrede sıfır iletişiminiz varken herhangi bir yakınınıza sarılma hakkınız sıfır iken bu arkadaşlarımız bu acıları yaşadılar ve suçsuzdular. O zaman bile tahliye etmediniz, Figen Başkan en son 7 yıldır tutukluydu yakınını kaybettiğinde. Diyemediniz düşmanlık bir yana burada bir insani trajedi var. Gültan Başkanımız, Figen Başkanımız jandarmalar eşliğinde 1 saat gidip yeniden aynı hücreye geri döndüler. Eğer, ‘efendim binlerce sivilimizin katili’ filan diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Onların katilleri Meclis’te. Görebilseniz orada.
BİZ KİMSEYE KÖTÜLÜK YAPMADIK AMA SİZ YAPTINIZ
Hepimizin servetini sayarsanız cebimizdeki paradan malınıza, mülkünüze hepimizinkini toplasanız bir tane AKP milletvekilinin servetinin yüzde biri yoktur. Ya da İyi Partili, MHP’li. Biz böyle insanlarız. 3ü büyükşehir 10'u il belediyesi olmak üzere 102 belediyenin eş başkanlığını yaptık. Sebahat Tuncel'in evi yok, Gültan başkan krediyle aldı. Ben krediyle aldım. Tek bir yakınımız belediyelerimizden ihale almadı alamaz da. Biz öyle siyasetçileriz. Bize yapılan bu zulmü acıları vicdanen hissetmeniz lazım. Biz iyi insanlardık, insan kendini övmez, ama biz iyi insanlarız. Kimseye kötülük yapmadık ama siz yaptınız. Benim annem babam cezaevine 100 metre kala kaza geçidi. Ölümden döndüler, günlerce hastanede kaldılar, sakat yattılar, 10 dakika telefonla görüşme hakkı verdiler. Hala sakatlar. Edirne’ye koymasaydılar beni Ankara’ya koysalardı bu yolları çekmek zorunda kalmazdık. Ama ne yaptınız Osmanlı geleneği Kürt beylerini Girit'e, Sino'ya, Orta Anadolu yaylalarına, Edirne'ye, İmralı'ya sürdüler. Şimdi de Edirne’ye Kandıra’ya sürüyorlar. Edirne bir sürgün yeri, cezaevi değil. Bize verilen, ‘Kürtleri sürgüne göndeririz’ mesajıdır. Çünkü burada sadece cezaevinde yatmıyoruz, sürgündeyiz aynı zamanda.
BU ÜLKENİN PEK ÇOK ŞEYİ GİBİ MİLLİYETÇİLİĞİ VE DİNDARLIĞI ÇAKMADIR
Sizler Türkiye'de tek adam rejiminin inşasına bu dava vesilesiyle harç taşıdınız. Bunu da severek bilerek isteyerek yaptınız. Size kimse bir şey dayatmadı, 19’uncu Ağır Ceza ve 22. Ağır Ceza da dahil olmak üzere hepiniz yeni bir suç yaratmanın katkısını coşkusunu yaşadınız. Ne yaptınız ülkenin ekonomik krize sürüklenmesine, yolsuzluğun, talanın normalleşmesine zemin sundunuz. Bir halkın moral ve ahlaki değerlerinin çökmesine neden oldunuz. İşin tuhafı ise bunu islamcı ve milliyetçileri yaptılar. Bu ülkenin pek çok ��eyi gibi milliyetçiliği ve dindarlığı çakmadır. Fakat Türkiye’nin milliyetçiliği ‘bir Türk dünyaya bedeldir’ diye ahkam keserken öte yandan kendi milletini ahlaken ve bütün değerleriyle çöktürüyorlar. Kürt düşmanlığı gözlerini öylesine karatmış ki kendilerinden olmayana düşmanlık öylesine karartmış ki Türk milletini de perişan etmekten çekinmiyorlar.
UYUŞTURUCUNUN 12 YAŞA KADAR İNMESİ, MİLLİYETÇİNİN UMURUNDA OLMADIĞI GİBİ BUNUN KEYFİNİ SÜRÜYOR
Yunanlılar bin euroya Türkiye'ye geliyor, yiyor, içiyor, geziyor. Edirneli Türk vatandaş ne yapıyor o 1000 Euro’dan yararlanmak için Yunanlı turistin peşinden koşuyor. Türkiyeli milliyetçiler yaptıkları kepazelikten zerre kadar utanmayacak durumdadır. Sırf Kürdü hapiste tutmak için hukuksuzluğa yol verirken vatan millet uğruna caka satan Türk milliyetçisi Edirne’de Yunan’dan 10 euro kazanmak için gecesini gündüzüne katan esnaftan utanmıyor. Fuhuşun uyuşturucunun 12 yaşa kadar inmesi, fındığının ürünlerinin talan edilmesi milliyetçinin umurunda olmadığı gibi bunun keyfini sürüyor. Yeter ki Kürt hapiste kalsın. Gerisi önemli değil. Türk’ün, milliyetçilerin devleti güya töreleridir ama devleti soyanlarla işbirliği yapmaktan, mafyayı devlet korumasına almaktan gurur duyan bir Türk milliyetçisi için önemli olan Kürdün hapiste olmasıdır, gerisi teferruattır. Dünyanın hiçbir milletinin milliyetçisi kendi miletine bu kadar kötülük yapmamıştır düşmanlık yapmamıştır. Çünkü Türk milliyetçiliği sentetiktir köksüzdür. Birazdan hepsini tek tek anlatacağım. Şüphesiz vatanını temiz bir şekilde seven Türk milliyetçileri vardır.
FATİH TERİM FONUNDAN MİLYON DOLAR KAZANANLAR, BİZİM HAPİSTE OLMAMIZI ALKIŞLIYORLAR
Bu davadan herkesi mağdur ettiler, bu davanın en az zararı en az mağdur olanları biziz. Bu davayı sürdürebilmek için Türk milliyetçileri 10 milyonlarca insanı açlığa, fuhuşa, yoksulluğa sürdüler. Yetişmiş gençleri yurt dışına sürdüler. Genç kadınlar kolay para kazanmak için sosyal medyada bedenlerini pazarlamaya, bedenlerini sunmaya başladılar. Sosyal medya fenomenleri güzellik merkezleri ve Fatih Terim fonları ile dünyanın bütün kara paralarını aklayarak zenginleştiler. Dikkat edin Fatih Terim fonuna para yatıranların tamamı Türk milliyetçileridir. Kameraların önünde Türk milletinin asaletinden, reisin büyüklüğünden dem vuranların hepsi kendi milletinin, kendi para biriminin zararına yol açacak ne kadar tefecilik varsa yapmışlar. Reisleri ‘faiz haramdır’ nas var derken elleri patlayıncaya kadar alkışlayanlar paralarını faize yatırmaktan zerre kadar utanmıyorlar. Çünkü çakma milliyetçidirler. Çakma islamıcıdırlar. Fatih Terim fonundan milyon dolar kazananlar, kara para aklayanlar, mafyatik karikatürler yolsuzlukla rüşvetle zengin olanlar bizim hapiste olmamızı alkışlıyorlar. Neden? Çünkü bu düzen devam etmeli ki servetlerine servet elde etsinler çünkü bu ülkenin taşını toprağını Katarlı’ya satabilmek için.
Türk milliyetçisinin beka dediği işte budur, kirli servetlerinin bekasıdır. Mafya bozuntusu uyuşturucu satıcısı bir katilin Türk polisine hakaret etmesi Türk milliyetçilerinin umurunda değildir. Bilakis mafya bozuntularına eskortluk yapmaları için görevlendirilir Türk polisi. Bu görevlendirmeyi yapanlar zerre kadar utanmaz bunlardın zoruna gitmez yeter ki kürt hapiste kalmaya devam etsin belediyelerine kayyum atansın. İşte heyetiniz buna sebep olmuştur. Aldığınız hukuk dışı kararlarla bir toplumu bir devleti çökerttiniz. Eserinizle gurur duyabilirsiniz Yalnız bir zahmet bizi devlet, hükümeti, Anayasa’yı ortadan kaldırmakla suçlamayın çünkü onu bizzat siz yaptınız. Ortada bir devlet kalmadı, ortada bizim kaldıracağımız bir Anayasal düzen kalmadı ki. Bir milleti ahlaken çöküşe götürdünüz.
KÜRDİSTAN DEYİNCE TÜYLER DİKEN DİKEN OLUYOR
Nedir peki bizi bu davada yargılayan Türk milliyetçiliğinin, resmi Türkçülük tezinin temellleri? Niye biz Kürt deyince, Kürdistan deyince tüyler diken diken oluyor. Mesela Türkistan desen tüyler diken diken olur mu? Yok. Türk, Türkmen, Öztürk kimseyi rahatsız ediyor mu ama Kürt Kürdistan deyince tüyler diken diken oluyor. Niye? Türkiye-İran sınırı resmi olarak Kürdistan eyaletine komşudur. Kürdistan eyaleti Kürdistan’ın resmi komşusudur. Habur’dan öte yanı da Irak Anayasası’na göre Kürdistan Federe Bölgesi’dir. Bunları duyunca da tüyler diken diken oluyor. Cumhuriyet kurulurken yapılan hatalar bugün ortaya çıkan bütün sorunların temelidir. Kurtuluş Savaşı yürütülürken yapılan işbirlikleri esas alınırsa bugün yaşananların önüne geçilebilir. Yargılanmama neden olan açıklamaların çoğu bunlara dair söylediklerimdir.
TÜRK AYDINLARI BİRAZ OKUSUN, AYDINLANSINLAR; İHANET EDEN ŞEYH SAİT DEĞİLDİR
Osmanlı yıkılırken yeryüzünde özellikle Avrupa Merkezli determinizmin yükselmesi son derece popüler bir siyasi görüş olarak ırka dayalı millet oluşu Türkiye’deki ittihat Terakkicilerin gündemine alındı. Bugün sorgulamıyorum. Nedenini anlatıyorum. Mustafa Kemal Anadolu'ya çıktığında arkasında en diri ve dağılmamış güç Doğu ordularıdır. Mustafa Kemal, Datça’ya, Muğla’ya Edirne’ye gitmez, aklına gitmez. Gittiği yer Erzurumdur. Yazdığı mektuplar Kürt ve Kürdistan beylerinedir. Mustafa Kemal, ne ‘siz Kürt değilsiniz’ der, ne ‘Kürtçe yoktur’ der. Kürtlerin desteğini arkasına alır. Kurtuluş Savaşı ordularının savaşmadığı tek yer Kürdistan coğrafyasıdır çünkü orada halk savaşmıştır. Antep’te savaşan Karayılan’dır. Ne demiştir peki: ‘Ey kürt beyleri, Kürt şeyhleri…’ Seyit Rıza ile de Şeyh Sait ile de temastadır. ‘Sevgili Kürt şeyhleri, beyleri halifeliği kaldıracağız’ dememiştir. Arkasına aldığı güç laiklik değildir Türkiye Cumhuriyeti değildir, İslam’ın gücüdür. Sözleşmeye ihanet eden Şeyh Sait değildir, Ankara yönetimidir. Yalan söylüyorlar, inkilap tarihi kitaplarını okuyup Prof. olmuşlar, o ezberleri de çocuklara okutuyorlar. Yalan söylüyorlar. Şeyh niye isyan ediyor? Bize söz verdiniz, başardığınızda ilk yaptığınız şey halifeliği kaldırmak. ‘Kürtçeyi yasaklıyorsunuz’ diyor. İhanet eden Şeyh Sait değildir. Şeyh Sait’in İngilizlerle işbirliği yaptığına ilişkin tek bir bilgi yoktur. Türk aydınları biraz okusunlar aydınlansınlar. Evet bir isyan vardır ama Şeyh Sait bir ihanetçi değildir. Beni seven varsa bilsinler ben Şeyh Sait torunlarındanım. Kürdün sosyalisti de İslamcısı da Şeyh Sait’in ne olduğunu bilir.
SABİHA GÖKÇEN DERSİM’İ BOMBALAYAN UÇAĞI KULLANAN KİŞİDİR
Şeyh Sait’i anmak ‘ihanetmiş’. Peki Topal Osman’ı anmak neymiş? Meral Akşener’e soruyorum? Topal Osman’ın yapmadığı isyan, işlemediği cinayet yok. Mustafa Kemal’e suikast düzenlemekle suçlananlardan biri de Topal Osman. Ortak vatanda yaşıyoruz sen Topal Osman’ı anıyorsun. Bunun neyi kahraman? Orgenaral Mustafa Muğlalı’yı anıyorlar, harp akademisini bitirmiş bir subaydır. Özalp ilçesinde 33 kişiyi 30 temmuz 1943 günü yargılama yapmadan elleri kolları bağlı infaz eden kişidir. Mustafa Muğlalı bunlardan yargılanmış ceza almıştır. Sadece Google’a girin, Mustafa Muğlalı Caddesi var her yerde. Muğlalı’yı bu ülkede anmak, caddeye ismini vermek haklıyken. Ahmet Arif’in 33 kurşun şiiri onlar üzerine yazılmış. Muğlalı’yı anmakta sıkıntı yok ama Şeyh Sait’i anarken kıyamet kopuyor. Mesela Abdullah Alpdoğan her yerde anılabilir, binlerce Dersimli Alevi Kürdü katletmiştir. En meşhurlarını söyleyeyim; Sabiha Gökçen Dersim’i bombalayan uçağı kullanan kişidir. Bunlar anılırken Kürtler sesini çıkarmıyor, kerhen sessiz kalırken, Şeyh Sait derken niye kıyamet kopuyor? Atlamayalım. Nitekim en meşhuru Kenan Evren. Darbecilikten yargılandı. Halen Kenan Evran bulvarı, camisi, sokağı var. Kenan Evren quzulqurtu var yahu adam darbeci. Haydi haydi git evinde konuş diyor 3 kelime süryanice konuşuldu diye. İyi Partili milletvekilleri söylüyor. Bunu söyleyen en zengin vekillerden biridir. Yahu senin atan deden 7 sülalen bu topraklarda yokken Süryaniler bu topraklarda vardı en kadim halkıdır bu topraklarıdır.
3 notes
·
View notes
Text
Bakın bu resimdeki şahıs kim biliyor musunuz?
Kürtler sefalete mahkûm edildi diyen, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın oğlu Neçirvan,
Maldivler’de rüya gibi hayat yaşıyor.
Egzotik adada milyarlarca lira harcıyor. 😊
Kürt kardeşlerim,
Akıllı olun sizi çok pis kullanıyorlar.
6 notes
·
View notes
Text
CHP Genel Başkanı Özel, DEM Parti Eş Genel Başkanları ile bir araya geldi
http://dlvr.it/TGTSyt
0 notes
Text
Fark Edilmeyen Kayıp...
Yıkıcılığın aralıksız kılındığı bir sahnede kaybedilenlerin farkına varılamıyor artık. Açık bir halde kopan gürültü, çıkarılan her tantananın ortasında yok edicilik bir tavır kılınıyor. Bu tavra dönüştürülürken o yıkıcılık, cerahat her yeri kuşatıyor anbean. Denklemler daim bir halde tarumar ediliyor. Yaşamın olağan, sıradan insanın abecesi olagelen her şey belli bir biçimde zehirleniyor. Hayatın yolu, yönü muktedirle kesiştiği odaklarda tarumar edile geliyor. Yeknesak, siyasi primitif bir olgu olarak demirbaş ilan ediliyor. Ne kimse bu hali sorguluyor, ne de ol yeknesak tarumar ediciliğin, yıkıcı hallerin yekununda her nasıl yarın söz konusu edilecektir, bunu dert ediyor. Ne bunca lalettayin olagelen tehdit döngüsünden bir ülkeye varılabilir mi mesel ediliyor ne de karanlık çağın girift / zift / katran karası hali sorgulanıp bunu sonlandırmak için mücadele var edilebiliyor. Herkesin bir biçimde görüp imlediği, yaşamında taşıdığı o tanımı alt etmeye çabaladığı, onun alaşağı olunması adına çaba sarf edilen bir düzlemde yıkıcılık muktedirin de tek yönünü bildiriyor. Cerahat hali, ekseninde yol, yön hiçe yazılandır. Hayat bitimsiz bir tahayyüller toplamında muktedirin o insafına terk olunuyor. Devlet dili, aklı bâki kalan, her şey ve herkes gelip geçici, tüm o sıradan insanlar ise hiç kılınırken, bildirilirken muktedirin var ettiği yegane şey daha açık, kalıcı bir çürümedir. İstikamet her neresidir?
Cerahat ile cürmün peş peşe hallerinde yeknesak, doğrudan ve kalıcı bir tahakküm varlığı kesintisiz ilan olunur. Ülkenin vardığı eşik, demokratikleşme iddiasından, eşit yurttaşlığa, hakların tanziminden adaletli / hakça bir kazanım / bölüşüme, asgari ücretten yaşamdaki en ufak bir biçimde kaile alınmayan gündelik dertlere hepsini hep birden alt eden, boğan, yutan bir mekanizmayı imgeler. Doymak nedir bilmeyen oburlukla birlikte cürmün ardıl sıra var edildiği ülkenin gerçekliği karşımıza çıkar. Ne eksik, ne mübalağa. Yirmi iki yılın ardından ulaşılan merhale dahilinde ne demokrasi tahayyülünün dert, ne ülkenin bu kadar afaki bir biçimde sıradanını göz ardı eden bir menzile dönüşebileceği rivayet olunurdu. Ol kesintisiz iktidar şablonu gün geçtikçe yakalanan iktidar gücü, hevesi, tahayyülü ile başta baş efendi olmak üzere hepsinin bir biçimde ortaklaşa var ettiği bir cendere imgesini açık, yalın bir biçimde bina eder. Her şekilde yenileniyor, güçleniyor ülke denilip dururken asıl meselin içten içe, dıştan dışa topyekun bir memleketi kurucu önder ve sonrasında yıllarca süre giden o tek parti rejimi gibi nihai bir dönüşüme tabi tutmak olduğu kesintisiz ilan olur. Bu tahayyülü var edebilmek bunu bir sabit kılmak adına, hürriyetin, eşitliğin, adalet ile birlikte hakkaniyetin köküne kibrit suyu dökülür. Her yerde, her şekilde, bir süreliğine değil tastamam kesintisiz her güne içkin bir yıldırı iklimi kaybedilenler fark edilemeyecek kadar paralize edilerek varılan bir ülke! Bu mudur yeni Türkiye!
Gazete Duvar’dan, Duygu Kıt’ın haberini aktaralım: “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla Dersim Kadın Platformu bugün Dersim'de eylem düzenledi. Platformun çağrısıyla Sanat Sokağı’nda toplanan kadınlar, kayyım tarafından beton bariyerlerle çevrilen belediye binasına yürüyüş düzenledi. Kadınlar kayyım bariyerleri önünde, "Şiddete de kayyıma da boyun eğmeyeceğiz" dedi.
Kadınların eylemine eski HDP Milletvekili Sebahat Tuncel, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, DEM Parti Dersim Milletvekili Ayten Kordu, DEM Parti Grup Başkanvekili ve Kars Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Antep Milletvekili Sevda Karaca destek verdi.
'38'i Yapan Zihniyetle Kayyım Atayan Zihniyet Aynıdır'
Bariyerler önünde platform adına konuşan Çağla Yolaşan kayyım uygulamasının kadın düşmanı bir uygulama olduğunu belirterek 'Kayyım atanmasaydı bugün belediye bünyemizde Kadın Müdürlüğü kurulduğunun duyurusunu yapacaktık" dedi. Yolaşan'ın ardından söz alan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit şunları söyledi: "Gasp edilen belediyemizin önüne utanç duvarları çekilen, beton bariyerlerle halka kapatılan Dersim Belediyesi'nin önünde bir başka şiddet biçimi olan kayyımı konuşuyoruz. Bugün de AKP MHP iktidarı zorla, hukuksuzlukla demokrasiye darbe yaparak ayakta kalmaya çalışıyor. Bu ülkenin muktedirleri zulümden geri adım atmak istemiyorlar. 38'i yapan zihniyetle bugün Kürdistan'ın dört bir tarafına kayyım atayan zihniyet aynıdır."
'Halk İradesi Gasbı En Büyük İnsanlık Suçudur'
Beton bariyerlerinin önünde yapılan açıklamanın ardından kadınlar kayyıma karşı nöbet tutulan Seyit Rıza Meydanı’na doğru yürüyüş geçti. Burada söz alan eski HDP Milletvekili Sebahat Tuncel Dersim Belediyesi Eş Başkanı Birsen Orhan'ın hukuksuzca ifadesinin alınmasına tepki göstererek şöyle konuştu: "Halk Cevdet başkan ve Birsen başkanı kendi iradesi olarak göstermiştir. Biz halk iradesinin gaspının en büyük insan hakları ihlali olduğunu, insanlık suçu olduğunu ifade ediyoruz. Bu sadece Kürtlerin meselesi, sadece Dersim'in meselesi değil hepimizin meselesi. Gerçekten demokratik bir yaşam istiyorsak o zaman hepimiz itiraz edeceğiz. Seçtiğimiz belediyelerimize sahip çıkacağız."
'Kayyım Politikaları Sadece Belediyeleri Değil Hayatımızı Gasp Ediyor'
Tuncel'in ardından söz alan Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Antep Milletvekili Sevda Karaca ise, "Biz yaşamlarımız için, şiddete uğramamak için, çocuklarımızın geleceği için, bu ülkede bir gelecek olsun diye her gün direniyoruz. Ve şimdi de şiddetin en büyük faili olan AKP iktidarının o şiddete yeni bir halka eklediği kayyum politikalarına karşı direniyoruz. Dersim kadınları kayyum politikasının ne demek olduğunu gayet iyi biliyor. Bu kentte işsizliğin tavan yaptığı, kadın intiharlarının arttığı, çocuk istismarlarının önlenmesi için kadınların mücadeleyi yükselttiği, üniversiteli genç kadınlar devletin en büyük savaş aygıtı olan kolluk güçlerinin şiddetine uğramasın diye, birlikte mücadeleyi yükselttiği zamanlarda kayyumun aklını taşıyanlar kayyum eliyle kadınların karşısına dikilmişlerdir. Biz kayyum politikalarına sadece seçme ve seçilme hakkımızı gasp ettiği için değil hayatımızı gasp ettiği için öfkeliyiz" ifadelerini kullandı.
Eylem Demokratik Alevi Dernekleri Eş Genel Başkanı Kadriye Doğan’ın konuşmasının ardından sona erdi.”
Yıkıcılığın aralıksız kılındığı bir zeminde kaybın her ne olduğu fark edilmesin diye binbir takla atılıyor. Dersim’de Kadınların var ettiği ses, itiraz nüvesi ortadayken seçilmiş olan, Dersim Belediyesi Eş Başkanı Birsen Orhan, önce ifadeye sonra savcılığa sevk edilir. En nihayetinde “ev hapsi” ile serbest konulur. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma günü öncesinde var edilen o suç silsilesi, derdest etme çabası dahi her nasıl bir yıkıcılık ekseninde dört dolanan bir ülkede olduğumuzu imgeler. Tümüyle gündemin en altına itilmeye çabalanan, bir biçimde yok sayılan bu ülkedeki en büyük ikinci nüfusun en önemli ses veren makamına ait seçilmişlerdir. Haklarından feragat etsin istenir. Adalet mefhumuna dair kafa yorulmasın beklenir. Kılıfına uydurmaya gerek duymadan aralıksız var edilen tahakküme boyun eğmeleri tavsiye olunur. Altı belediye gitmiş bir tanesinin daha, hemen sonra bir tanesinin daha elden gitmesine eyvallah edilmesi salık verilir. Böyleyken, böyle. Bir girdap hali ki yıkıcılık aralıksız kılınırken, kaybedilmiş olana dair en ufak bir tahayyüle geçit bıraktırılmaz. Yaygın medyanın hepsinde birden bir biçimde var edilmiş yok saymalar, onca insanın hakkının yenmesine rağmen kayyım güzellemeleri birkaç satırlık yerlerine valiler, efendinin uygun gördükleri atandı haberleri, gerisi fos!Yıkıcılığın aralıksız kılındığı bir sahnede kaybedilenlerin farkına varılamıyor artık, bu hiç sorgulanmasın isteniyor. Gerilemeye devam diyen, demokrasiden zaten uzaklaşmış olagelen bir sahnenin geleceğinin çok daha karanlık kılınmasının bilmiyoruz kaçıncı kere teşebbüsüne devam olunuyor, hayat sahiden de hiç ediliyor artık. Ezberlerin arasında daha önce görmediğimiz yıkımlar için yollar aranıyor. Yeniden ve yeniden katran karasına esir bir ülke için adımlar atılıyor. Görüyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Ellerimin Derisi, 1987-2022 – Vahap AVŞAR – Argonotlar
Meramda Paylaşılan Haber
Kadınlardan Kayyım Protestosu: '38'i Yapan Zihniyet İle Aynı' - Duygu KIT - Gazete Duvar https://www.gazeteduvar.com.tr/kadinlardan-kayyim-protestosu-38i-yapan-zihniyet-ile-ayni-haber-1737605
#meram#arzihal#kürdistan#hayat hakkı#25 kasım#direniş#kadın hakları#örgütlülük#demokrasi#adalet#haklarımız#mezopotamya#müştereklerimiz#hayat nereye?#siyasa#pragmatizm#cerahat#kötülük#karanlık çağ#cürüm#darbe#kayyım#dbp#bölge#hayat!
0 notes
Text
DEM Parti’nin ‘Öcalan’ Başvurusuna Bakan Tunç Açıklaması
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Abdullah Öcalan ile açık görüş talebine ilişkin DEM Parti'nin çalışmalarını değerlendirdiklerini açıkladı. Bakan Tunç, cezaevlerindeki tartışmalara ilişkin mevcut düzenlemelik çerçevenin ele alındığını vurguladı. Açıklamada, "Terör suçlusu olduğu için Adalet Bakanlığı iznine tabi, değerlendiriyoruz, makul bir sürede yanıt verebilir" ifadeleri kullanıldı. Görüşme Süreci ve Son Durum - Abdullah Öcalan ile son görüşme, güncel olarak DEM Parti'ye bağlı bir milletvekili tarafından gerçekleştirilmişti. - Dün, DEM Parti Eş Genel Başkanı tarafından da benzer bir talepte bulunulmuştu. Bakanlık, bu tür taleplerin yasallaştırılması ve mevcut prosedürlere uygun şekilde incelendiğini belirtti. Görüşme izni durumunda, ilgili süreç Adalet Bakanlığı'nın gözetiminde gerçekleştirilecek. Bu gelişme, kamuoyunda tartışmaları arttırırken, gösterilerin yaklaşması ve başvuruya verilecek yanıtın merakla bekleniyor. Read the full article
0 notes
Text
Oktay Kaynarca’dan ‘Selahattin Demirtaş’ Açıklaması: O Şiiri Neden Okudu?
Oktay Kaynarca ve Ahmed Arif’in “Anadolu” Şiiri Üzerine Yansımalar Son dönemde sosyal medyada Oktay Kaynarca ve ünlü şair Ahmed Arif arasında geçen tartışmalar dikkatleri üzerine çekti. Kaynarca’nın, Arif’in “Anadolu” şiirini gündeme getirmesi, pek çok kişi tarafından farklı şekillerde yorumlandı. Özellikle eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş tarafından bu şiirin mitinglerde okunması,…
0 notes
Text
DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları, Batman'da konuştu:
0 notes
Text
Başkan İmamoğlu Mardin'de... Tahmin etmedikleri kadar dirençliyiz
https://pazaryerigundem.com/haber/193370/baskan-imamoglu-mardinde-tahmin-etmedikleri-kadar-direncliyiz/
Başkan İmamoğlu Mardin'de... Tahmin etmedikleri kadar dirençliyiz
Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, yerine kayyım atanan seçilmiş Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk’e destek ziyaretinde bulundu. Ziyarette gazetecilerin de sorularını yanıtlayan Başkan İmamoğlu, CHP’li belediyelere soruşturma ve kayyım atamalarla ilgili çarpıcı açıklamalar da bulundu.
MARDİN (İGFA) – TBB ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, yerine kayyım atanan seçilmiş Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk ve Devrim Demir’i ziyaret etti.
Başkan İmamoğlu’na Mardin ziyaretinde CHP Genel Başkan Yardımcıları Gökçe Gökçen, Gül Çiftçi, TBB encümeninde görev alan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanları Ayşe Serra Bucak, Doğan Hatun ve Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere eşlik etti. Türk, İmamoğlu ve beraberindeki heyeti, Derik ilçesinde bulunan Kasrı Kanco’da ağırladı.
İmamoğlu ve Türk, yaklaşık 3 saat süren ağırlamanın ardından kameraların karşısına geçti.
“KAYYIM ATAMA ŞEKLİ HUKUKSUZ, KAYYIM ATAMA BİÇİMİ HUKUKSUZ”
Sözlerine, “Kıymetli Ahmet Başkanımıza, Eş Başkanına ve Mardin’in bütün belediye yöneticilerine elbette geçmiş olsun duygularımızla buradayız” şeklinde başlayan Başkan İmamoğlu şunları kaydetti:
“Ben, TBB encümeninde yaptığımız dayanışma ve destek açıklamamızın akabinde, ülkemizin önemli siyasi partilerinin genel başkanlarını gezdim. Ve biz 10 siyasi partinin genel başkanından, bu uygulamanın hukuksuzluğuna dair, bu uygulamanın kötü olduğuna dair ve demokratik olmadığına dair, ‘Aynı fikirde olmasam da hatta seçilmesin diye mücadele etmiş olsam da ama Esenyurt ama diğer şehirlerde yapılan bu uygulamanın hukuksuz bir uygulama olduğunu, aşama aşama hukuksuzluğun işletildiğini… Kayyım atama şekli hukuksuz, kayyım atama biçimi hukuksuz. İstanbul’da yapılan tutuklama uygulamaları hukuksuz. Aynı zamanda meclisin de yok sayılması, ayrı bir hukuksuzluk. Oranın da temsil edilmesine fırsat verilmesi ayrı bir hukuksuzluk’ şeklinde 10 siyasi partinin de aynı dil ile hukuku savunmaları, demokrasiyi savunmaları değerlidir. Bir siyasi partiden randevu alamadık, gerçekleşmedi. Ama ben, o siyasi partinin de açıkçası bu konuda çekimser kaldığını hissediyorum.” diye konuştu.
İMAMOĞLU: BİR MİLİM GERİ ADIM ATMAYIZ
Başkan Türk tarafından Derik’teki Kasrı Kanco’da ağırlanan Başkan İmamoğlu, gazetecilerden gelen, “Esenyurt’ta atanan kayyım ve belediye başkanının tutuklanması, CHP’li belediyelere soruşturma açılmasıyla ilgili konuşulan bir konu var. Bunun da Ekrem İmamoğlu’nu engellemeye, önünü kesmeye yönelik olduğu söyleniyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz” sorusunu yanıtladı.
“Bu dedikodulara kafa takmayalım” diyen Başkan İmamoğlu, “Evet bu kötülükler olabilir mi? Olabilir. Ama çok dirençliyiz. Tahmin edemedikleri kadar dirençli, dirayetli, milletin hakkını savunma konusunda kararlı insanlarız. Bu dönemi hiç kimse unutmayacak. Bu ülkenin güçlü bir barışı, huzuru ve geleceğinin en iyi şekilde olması için, birbiriyle gerçekten samimi konuşan insanların inşa edeceği bir dönemin varlığı için koşuyoruz. Kararlı insanlarız. Asla yılmayız, asla geri durmayız. Bir milim de geri adım atmayız” diye konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
MHP Genel Merkezi önüne 'Biz kardeşiz' ağaçları dikildi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2019 yılında başlattığı ’11 Kasım Milli Ağaçlandırma Günü’ kapsamında, MHP ‘Biz kardeşiz’ temasıyla ağaç dikme kampanyası başlattı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin katılımı ile genel merkez önüne de 3 ağaç dikildi. MHP Genel Başkanı Bahçeli, basın mensuplarına açıklama yaparak, “Çam ağacının 3 türü var. Eş kenar üçgen kenarları eşit açıları 60 derece…
0 notes
Photo
DEM Parti Liderine İnceleme! Kayyum Tepkisi Neden? Demokratik Bölgeler Partisi (DEM) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından bir inceleme başlatıldığı bildirildi. Bakanlık, bu incelemenin sebebinin Ba https://bursahabermedya.com/dem-parti-liderine-inceleme-kayyum-tepkisi-neden/ #BursaSiyasetHaberleri #bursahaber #bursasondakika #bursahaberleri #haberler #bursa
0 notes
Text
1921 ANAYASASI YİNE MASAYA KONMAK İSTENİYOR!
DEM Parti ile CHP arasında yapılan görüşme, bütün medyada yer aldı. Ancak nedense DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın o sırada söyledikleri kamuoyuna tam olarak yansıtılmadı. Bakırhan, CHP Genel Merkezi’nde 1921 Anayasası’nı çözüm olarak gösterirken, yanında CHP Genel Başkanı Özgür Özel de vardı ama herhangi bir karşılık vermedi. Onun yapmadığını biz yapalım!
Teşkilatı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası) savaş ortamında hazırlanmıştır, gerçek bir anayasa değildir; çünkü o metinde temel hak ve özgürlüklere, yargı organlarına, vatandaşlık tanımına ve devlet örgütüne yer verilmemiştir, içinde kadın hakları yoktur, güçler ayrılığı yoktur. 1921 Anayasası’nda cumhuriyet rejimi yoktur; o sırada saltanat ile hilafet varlığını sürdürmektedir ve şeriat kuralları geçerlidir.
Henüz Cumhuriyetin ilan edilmediği geçiş dönemindeki bir metni, sırf eyalet sistemini içerdiği için bugüne uygun görmek, akla zarar bir düşüncedir. Kimsenin ayrımcılığa uğramadan eşit yaşaması için mücadele ettiğinizi söyleyeceksiniz ama saltanatın, hilafetin, şeriatın var olduğu bir dönemdeki anayasayı 103 yıl sonra öveceksiniz! Bu büyük bir çelişkidir.
DEM Parti, anayasada herkes için eşit olduğu belirtilen yurttaşlık haklarının uygulamada da sağlanmasını istiyorsa, önce şeriatın, saltanat ve hilafetin var olduğu anayasa metinlerine özlem duymaya son vermeli, şeriatçı isyanları başlatanlara sırf etnik kökeni nedeniyle sahip çıkmamalı, birilerine “ağa”ya da “şeyh” statüsü verirken halkı da onların “marabası” olarak görüp çağdışı hiyerarşi kuran sömürü sistemlerini alaşağı etmeli.
Siyasal İslamcıların, gericilerin ve etnikçilerin “Meclis hükümetine” dayanan 1921 Anayasası’na duyduğu özlemin nedeni, o metinde laikliğin ve üniter devletin olmamasıdır. “Yerel özerkliğin” olduğu laiklikten arındırılmış bir anayasa, bu grupların amacına aynı anda hizmet ettiği için 1921 Anayasası’nı sürekli sanki çözümmüş gibi öne sürüyorlar.
Parlamenter demokratik rejimin en ilerici Cumhuriyet anayasası, 1961 Anayasası’dır. Örnek arıyorsanız ona bakınız!
2 notes
·
View notes
Text
Barış mı, güvenlikçi politika mı?
Barış mı, güvenlikçi politika mı?
Türkiye’de her gerçek barış arayışı, çatışma ve çelişkilerle mayalanır. Barış, eğer bir gün gelecekse, işte böyle çetin bir yolda gelecektir.
Alattin Bilgiç
Türkiye’nin kronikleşmiş meselelerinden biri olan Kürt sorununda yeni bir dönemin eşiğindeyiz, ya da öyle zannedenlerdeniz. Her defasında hem umutlarımızı hem de endişelerimizi diri tutan, her adımda “Acaba bu defa mı?” dedirten bir barış ve güvenlik kısır döngüsünün içindeyiz. Ekim ayı boyunca yaşanan gelişmeler de bu döngünün karikatür gibi bir yansıması. Devlet Bahçeli’nin el uzatması, tokalaşması ve "barış" kelimesini ağzına alması, bir hafta bile sürmeden çelişkiler denizine yelken açtı.
BAHÇELİ'NİN TOKALAŞMASI VE BİR UMUT IŞIĞI
1 Ekim’de Meclis açılışında Türkiye garip bir manzaraya tanık oldu: Sert dili, milliyetçi söylemleri ve son 10 yılın karar mercii olarak bilinen Devlet Bahçeli, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın yanına giderek elini sıktı. O an herkesin gözleri “Bu bir işaret mi?” sorusuna kilitlendi. Bahçeli’nin, “Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım” sözüne toplumda bir anlam yüklemeye koyulduk. Nitekim Johan Galtung, “barışın olumlu bir güç olarak yalnızca çatışmanın sona ermesi değil, aynı zamanda sosyal adaletin sağlanması” anlamına geldiğini ifade eder. Ancak, bu tür jestlerin toplumsal barış adına gerçek bir adım olarak algılanması için yeterli olmadığını belirtmekte fayda var; ne de olsa Türkiye’de barış, çoğu zaman bir kalp atışı kadar yakın, fakat bir ömür kadar uzak.
BARIŞIN GÖLGESİNDEKİ TEHLİKELİ DENGELER
Tam “Bahçeli başka şeyler mi söylüyor?” diye umutlanmıştık ki, 22 Ekim’de yeni bir bomba patladı. Bahçeli, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın örgütü lağvetmesi koşuluyla “umut hakkına başvurabileceği” gibi bir söz etti. Bu cümle, toplumun barışa dair özlemlerini bir kez daha diriltse de anında karışık bir anlam yüklendi. Devletin yüksek sesle bu meseleye dâhil oluşu elbette şaşırtıcıydı. Bu durum, pek çok kesimde “Devlet cidden mi çözüm arıyor?” sorusunu akıllara getirdi. Ancak Michel Foucault, “devlet iktidar ilişkilerini sürdürmek için çoğu zaman barışı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırabilir,” sözü de aklımızdan çıkmıyor. Türkiye’nin tarihsel süreçleri incelendiğinde, devletin bu tür yaklaşımlarının bir strateji olarak da kullanılabileceği göz ardı edilmemelidir.
Üstelik bu açıklamanın hemen ardından gelen gelişmeler de bu defa sürecin pek de stabil gitmeyeceğinin işaretini veriyordu. Aynı gün, Ömer Öcalan İmralı’da Abdullah Öcalan ile bir görüşme yaptı ve dönüşte Abdullah Öcalan’ın “Tecrit devam ediyor. Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim.” mesajını aktardı. Antonio Gramsci’nin devlet ve sivil toplum arasındaki ilişkiyi açıkladığı hegemonya kavramı burada önem kazanıyor; zira Türkiye gibi çok katmanlı toplumsal yapılar barış söylemini halk arasında hegemonya kurmak için kullanırken barışı nihai bir inşa süreci olarak değil, iktidarın devamını sağlama aracı olarak görebilir. Bu bağlamda, Gramsci'nin “rıza ve baskı dengesi” üzerine teorisi, devletin milliyetçi refleksleri ile çözüm sürecini dengede tutma çabasına ışık tutar.
HUZUR MU, GÜVENLİK Mİ? İKİYÜZLÜ BİR TEZAHÜR
Ancak bu görüşmelerin arkasında, her zamanki gibi Türkiye'nin hassas dengeleri devreye giriyordu. Ülkenin kalbi Ankara'da, TUSAŞ’a düzenlenen saldırı ve PKK’nın saldırıyı üstlenip bunun süreçle bir ilgisi olmadığını açıklaması, toplumda yeni bir dalgalanmaya yol açtı. Barış süreci tartışmalarıyla aynı gün yaşanan bu olayın bir provokasyon olup olmadığı sorgulanmaya başlandı. Provokasyon muydu, değil miydi; sürece bir etkisi var mıydı derken toplum bir kez daha belirsizliğin içine itildi. Aynı gün devletin Rojava'ya düzenlediği hava saldırısı ise kafa karışıklığını iyice artırdı.
Bu olaylar, Edward Said'in “öteki” kavramını anımsatır nitelikte. Said’e göre devletler, çatışma anlarında “öteki” yaratarak kendi iç iktidarlarını meşrulaştırır ve toplumun dikkatini asıl meselelerden uzaklaştırır. Bu bağlamda, barış sürecinde ortaya çıkması muhtemel tüm aksaklıklar, “terör” veya “provokasyon” temalı bir söylemle perdelenmekte. Bu durumda olan bitenler tam anlamıyla bir ironi taşırken, Devlet Bahçeli bir kez daha karşımıza çıktı ve “Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir; Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir” gibi barış kokan bir cümle sarf etti. Hannah Arendt, iktidarın gerçek anlamda kalıcı olabilmesi için barış dilini kullanmanın önemine değinir ve bu dili, kitleleri bir arada tutmanın bir yöntemi olarak tanımlar. Ancak bu söylemler her ne kadar olumlu gibi gözükse de, esas hedefin toplumsal bir birliktelikten ziyade kısa vadeli siyasi kazançlar olması mümkündür. Bu cümle, çok sayıda kişinin zihninde “Devlet çözümde ciddidir” yorumlarına yol açarken hemen ardından 28 Ekim’de Bahçeli’nin “Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Kürt sorunu yoktur” açıklaması geliverdi. İşte orada umut, yeniden bir darbe aldı.
SORUNSUZ TOPLUM ALGISI VE 'TEKLİFLER'
Son gelişmelerin arasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bu Cumhuriyet Türk'ün de Kürt'ün de Cumhuriyetidir,” yine grup toplantısında “Sevgili Kürt kardeşim, imanına, İslamına, ezanına, vatanına, toprağına, kardeşlik hukukuna sahip çıkmanı istiyoruz. 'Gel Türkiye Yüzyılı'nı birlikte inşa edelim' diyoruz. 'Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında al bayrağımızın gölgesinde aydınlık, müreffeh, kardeşçe bir istikbali birlikte kuralım' diyoruz. Bundan 101 sene önce Cumhuriyet'i birlikte kurduk, bu Cumhuriyet benim olduğu kadar senin de Cumhuriyetin. 'Gel Cumhuriyet'i birlikte hepimiz için bir esenlik yurdu yapalım' diyoruz. 'Gel yumruklarını sıkanları aradan çıkartalım' diyoruz.” ifadesi ve önceden de Özgür Özel’in “Ben de el yükseltiyorum, Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum” söylemi, bir başka gerçeğe kapı aralıyor: Devletin toplumsal barışa dair algısında sorun ancak dile getirildiğinde var; dile getirilmediğinde ise sorun yoktur. Bu, “sorunun yoksa bu topraklar senindir, dillendirirsen bizzat sen sorun olursun!” gibi bir söylemi barındırmaz mı? Bu önerme, toplumun sorunları ve gerçekleriyle örtüşüyor mu?
Johan Galtung’a göre, toplumdaki eşitsizlikler barışın yüzeyde mi yoksa derinlikte mi kurulduğunu belirleyen unsurlardır ve barış, sorunların gerçek anlamda çözümü olmaksızın sağlanamaz. Türkiye özelinde de Kürtlerin siyasi, sosyal ve kültürel haklarının dile getirilmeyen bir sorun olarak kalması, güvenlikçi refleksle şekillenen bu yapı bu söylemlerin altında yatan çelişkiyi güçlendirmektedir. Kürt meselesini çözmek yerine onu kendi varlık sebebi hâline getirmiştir. “Birlik ve kardeşlik” söylemi, barış kılığına girmiş geçici bir sessizlik değilse nedir?
SÜRECİN GERÇEK MİMARİSİ: MASANIN BİRKAÇ KERE DAHA DEVRİLECEĞİ KESİN
Türkiye, baharın geleceği sanılan bir kış gibi. Bir yandan devletin barış diline yakın söylemleri, diğer yandan güvenlikçi hamleleri, toplumun huzur ve güvenlik ekseninde sürekli yalpalamasına yol açıyor. Barış dedikleri şey, aslında milliyetçi hassasiyetleri kontrol altında tutmanın bir aracı mı? Yoksa gerçekten çözüm masasına bir şans mı tanınıyor? Türkiye’nin güvenlik kaygılarını tatmin ederken barış masasına oturmak gibi çelişkili bir yolu tercih ettiği aşikâr.
Her seferinde kurulması ihtimali doğan ama bir türlü gerçekleşmeyen o masanın, bu süreçte de pek çok kez devrileceği açık. Belki de barış dedikleri şey, Türk siyasetinde ayakta kalmanın en iyi formülü olarak yeniden servis ediliyor. Ancak Herbert Marcuse’un belirttiği gibi, gerçek barış, yüzeysel bir düzen değil, bireylerin siyasi ve toplumsal haklarına dair bir özgürleşme gerektirir. Eğer barış zordur, uğrunda pek çok engel aşılsa bile bir erdemdir diyorsak, bu masaya inanmak, bir gün çözüme ulaşacağına dair umut taşımak gerekmekte. Ne de olsa Türkiye’de her gerçek barış arayışı, çatışma ve çelişkilerle mayalanır. Barış, eğer bir gün gelecekse, işte böyle çetin bir yolda gelecektir.
SON SÖZ
Türkiye’nin siyasi sahnesinde barış ve güvenlikçilik arasında gidip gelen bu ikilem, elbette kolay aşılacak bir yol değil. Fakat sormadan edemiyoruz: Bu ikili arasında savrulmaya devam ederken, barış gerçekten mümkün olabilir mi? Yoksa bu, yalnızca bir siyasi manevra mı? Belki de Türkiye, barış arzusunu bir umut olarak taşıyarak, kendi karmaşık doğasını en iyi hicivle açıklayabilecek bir toplumdur.
0 notes
Text
Bulgaristan 'da yaşayan Türkler için var olma mücadelesi
Yeni Türkiye Tv'de Aydan Yalçın'ın sorularını yanıtlayan Balkan Göçmenleri Derneği Başkanı Abdurrahim Nursoy, "27 Ekim pazar günü yapılacak olan Bulgaristan erken genel seçimleri, 1984 - 1989 arası yaşanan büyük mücadelemiz kadar önemli, o günden bu güne kazandığımız hakları kaybedebilme tehlikesi altındayız" dedi. Bizler 1989 ve sonrası Bulgaristan dan asimilasyon sonrası Türkiye ye göçen Bulgaristan Türkleriyiz , Bulgaristan seçimlerinin ne denli önemli olduğunu o güne bağlamak gerekiyor, Bulgaristan da 1984-1989 yılları arasında Avrupa'nın göbeğinde hiç bir insanın yaşamaması gereken bir süreci yaşadık, ben o zamanlar 15 yaşında bir gençtim, totaliter rejimin Bulgaristan da yaşayan Türk ve Müslümanlara yapılan asimilasyon politikalarını yaşadık, hala bunun travmasını yaşıyoruz, bugün burada Bulgaristan Türkleri için yapmamız gereken bir görev var ise canla başla yapıyoruz çünkü biz o süreci başkalarından dinlemedik birebir yaşadık ( bunları anlatırken boğazı düğümleniyor) Çok zor süreçlerden geçtik, isminiz Abdurrahim iken bir sonraki gün başka bir isim oluyor, ben Müslümanım diyorsun, hayır diyor artık Müslüman da yok diyor örf ve adetlerin kaldırılıyor Türkçe konuşma yasaklanıyor gibi bu süreçlerden geçtik, maalesef acı üzerine çok konuşabiliriz ancak bu konulara çokta girmekte istemiyorum,
Şenlik nasıl geçti 1.989 yılında zorunlu göçe tabi olarak Bulgaristan Türkleri İstanbul, Trakya, Bursa, Kocaeli, Yalova, İzmir, Manisa şehirlere yerleşerek hayatlarımızı burada devam ettirmeye başladık, ve buralarda yılın belirli günlerin de şenlikler düzenliyoruz, tamamen kendi olanaklarımız ile hiç kimseden yardım almadan gerçekleştiriyoruz, burada ki amaç; Bulgaristan'dan gelen hemşirelerimizin oradaki kültürlerini burada devam ettirmek, yaşanmışlıkları unutmamak, birlikte zaman geçirebilmek, çokta keyifli oldu şenliğimize 20.000 civarında kişi katıldı, tek bir sıkıntı yaşamadan, eğlenerek örnek bir zaman geçirildi. Ailelerimizle birlikte diğer şehirlerden de o gün buraya gelip daha önce görmedikleri insanlarla tanışmak ne kadar güzel, bu birlik beraberlik duygusu olgusu çok çok önemli aslında bizi biz yapan şeylerden bir tanesi birliğimiz ve beraberliğimiz, O günü bize yaşatan, panayırımız da bulunan Bal göç'ün üyelerine, tüm herkese çok teşekkür ediyorum, çok değerli konuklarımız da vardı, Onlara da geldikleri ve renk kattıkları için teşekkür ediyorum.
Seçimlerin önemi nedir? Bugün Bulgaristan Türklerinin siyasi temsilinin aslında ikiye bölünmüş olmasının üzüntüsünü yaşıyoruz, bu bölünmenin çok fazla olmaması için bir çaba içerisindeyiz, maalesef 24 Şubat 2024 yılında partimizde yapılan bir kurultay sonrası eş başkanlık sistemine geçildi, onun da sebebi etnik bir parti değil de daha çok bütün Bulgaristan halkına hitap eden bir siyasi parti noktasına partimizi taşımak üzere denildi, bize göre çok doğru bir süreç değildi, tabii ki kararı Bulgaristan'daki partimizin üst düzey ve genel merkez yönetimi verdiği için bizler de buradan onlara destek olmakla mükellefiz, çok başarılı bir seçim süreci geçirdik Bulgaristan'ın ikinci siyasi gücü olduk ilk defa 47 milletvekili çıkartıldığı bir seçim oldu, çok ciddi bir sonuç bu, 240 sandalyeli parlamentonun 47 tanesini alıp İkinci parti olmak büyük bir başarı, Türklerin artık sesinin daha gür çıkabileceği ve haklarını daha iyi savunabilme noktasına gelmek çok büyük bir başarıydı, tam bunlar olurken iki eş başkan arasında ayrışma oldu ve Perski 17 Milletvekilimizi ihraç etti, ve ayrışma başlattı, Şimdi ise yapılan çalışmanın hata olduğu görülüyor, evet hatalarımız var ancak "Yiğit düştüğü yerden kalkar" şimdi hata kimde diye sorma vakti değil, kızgınlık vakti değil, şimdi var olma, kazanılan hakları koruma vaktidir, siyasi temsilciliğin devamı için, hak ve özgürlüklerimiz için, liderimiz Ahmet Doğan'ın Hak ve Özgürlükler ittifakının numarası olan 13 numaraya oy kullanılmalı, 27 Ekim Pazar günü tüm Bulgaristan Türkü vatandaşlarımızın hak ve özgürlükleri için sandık başına gitmesini rica ediyorum, imkanı olan Bulgaristan a gidip orada kullansın, direk bölge milletvekiline katkısı olsun, imkanı olmayanlar şehirlerimizde kurulan 168 adet sandıkta oyunu kullansın, İzmir 'de 18 sandığımız var Aliağa, Buca, Bornova, Menderes, Gaziemir de kurulan sandıklara da rahatça oylarını kullanabilirler.
Bulgaristan'da yaşayan Türkler için var olma mücadelesi Bu seçim 84-89 yıllarında olduğu kadar önemli bir seçim, Bizden sonra çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir kültürümüz, haklarımız, özgürlüklerimiz olabilmesi için, Sayın Ahmet Doğan'ın onursal başkanlığını yaptığı hak ve özgürlükler ittifakının 13 numarasına oy vermeliler, vatandaşlarımız sandığa gidip ellerini vicdanına koyarak oyunu vermeli. Şuan Yunanistan'ın bir iddiası var Türk asıllı Müslüman yok, yunan Müslümanı var diye Şuan Yunanistan'ın bir iddiası var Türk asıllı Müslüman yok, yunan Müslümanı var diye, çok değil 10-15 yıl sonra Bulgaristan da aynı iddialarla ortaya çıkabilir, Türk yok Bulgaristan Müslümanı var diye, işte bunlar olmaması için bu seçimlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görebiliriz 27 Ekim Pazar günü Bulgaristan Türkü vatandaşlarımıza bir kez daha rica ediyorum sandık başına gitsinler ve 13 numaralı yere oylarını versinler, orada yaşayan Türklerin geleceği, hakları ve özgürlüklerinin gelecek kuşaklara devam etmesi, kültürümüzün devamı için bu çok önemli bir seçim. Bizi izleyen tüm vatandaşlarımıza teşekkür ediyorum, en doğru kararı onların vereceğini biliyorum, herkese sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Bizlerde Yeni Türkiye ve Nhaberizmir gazetesi olarak bu seçimlerin Bulgaristan da yaşayan Türk halkı için ne derece önemli olduğunu belirterek, hayırlı sonuçlar alınmasını diliyoruz. https://www.youtube.com/watch?v=b9Rxk3IIVC0 Read the full article
0 notes
Text
DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan ve Mardin İl Başkanı Tunç hakkında yasal işlem başlatıldı
http://dlvr.it/TG37l6
0 notes