#Ayvansaray Çekici
Explore tagged Tumblr posts
Text
Orhan Kemal / Romancılarımız İstanbul’u yazamıyor, ben onlara suluboyacı diyorum
1953 yılında edebi metinlerde şive kullanımıyla ilgili Orhan Kemal’e atfedilen fikir edebiyat çevrelerinde tartışma yaratır. Akşam gazetesinin kültür sayfalarını yöneten Melih Cevdet Anday, Kemal’e bu konuyu ve hayatını, hayallerini sorar.
Ünlü hikayecimiz Orhan Kemâl — biliyorsunuz ama gene tazeliyelim - hikâyelerinde şive taklitleri yapar. Olur mu, olmaz mı? Tartışması da ikide bir canlanır. Lâf gene ordan açıldı. Orhan Kemal şöyle diyor: — Ben, şive taklidi hikâyenin kaçınılmaz şartlarından biridir, demedim. Kimseye karıştığım yok. Ben gerçeği daha iyi belirtmek için taklidi yardımcı alıyorum. Çok da işinize yaradığı belli. Şu Murtaza’nın konuşması, okuyanın gözünde onu çabucak canlandırıveriyor. Ama Murtaza başka dile çevrilse, ha Rumeli ağzı konuşmuş ha konuşmamış, fark kalır mı? — Bu, eserin ana meselesi ile ilgili bir iş. Eserde söylenmek istenen söz kuvvetle belirmişse yabancı bir dile çevrildiği zaman kendinden bir şey kaybetmez. Çeviren, o özel konuşmanın karşılığını, daha doğrusu o tipin karşılığını bulup aslını duyurabilir, duyurması gerektir. Ama bu kadar işe yaradığını belirttiğiniz bu taklit işi her yazarın başaracağı işlerden değil. — Evet, özel bir kabiliyet ister. Kendine güvenen yapsın.
Yazamadığımda kendime müthiş öfkelenirim
Şu yazı yazma işi, içinde olmayanlara keyifli görünür ya, gerçekte de öyle mi? Sanat çalışmalarınızda öfkelendiğiniz anlar olur mu? — Sık sık olur, kendi kendimle barışık olmadığım anlar. Attığım taş istediğim kuşu vuramamıştır. Daha açığını söyleyeyim, kuvvetli bir konu yakalamışımdır da, bunu gönlümce verememişimdir. Hattâ o kadar ki, doğru dürüst cümle kuramadığım anlar olur. İşte o zaman müthiş bir öfke duyarım. Şimdi şimdi, öyle anlarda kalemi kâğıdı bir yana bırakıp kendimi sokağa atmayı uygun buluyorum. Canım, İstanbul'un ne yanını çekmişse o yana çekip gidiyorum. Param varsa vapurla, tramvayla, yoksa tabana kuvvet... O anlarda çokluk gönlünüz nereleri çeker? — Belli olmaz. Meselâ bir yürüyüşte Fener, Balat, Ayvansaray yoluyla Defterdar’a, Eyüp’e, hattâ hızımı alamayıp Kâğıthane'ye kadar uzandığım olur. Kimi zaman da Kazlıçeşme'ye giderim. Ne bileyim, İstanbul kazan ben kepçe, dedim ya... Ha, burada hatırıma gelmişken söyleyeyim: Türk romanlarında dolaştığım zaman İstanbul’dan aldığım tadı alamadım. En başarılıları bile İstanbul’dan kartpostallar vermişler. Derinlemesine İstanbul, çalışan İstanbul ihmal edilmiş. Onun için ben İstanbul'u yazanlara sulu boyacılar diyorum. Kimseye taş attığım yok, bana öyle geliyor.
Param olsa dünyayı görmek, tenis oynamak isterdim
Hikâyenin, romanın getirdiği para ile geçinilemeyeceğine göre hikâyeciler, romancılar için de bir yardımcı iş lâzım, değil mi? Hangi iş, sizce, en elverişlidir? — Vallahi ben bu yardımcı işi yıllardan beri ararım, bu güne kadar bulamadım Bundan sonra da bulacağımı sanmam. Ama ölecek değilim tabiî. Bütün iş, mademki kalemimle çalışmak zorundayım, velinimete sımsıkı sarılmakta. Her şeye rağmen ekmeği oradan çıkarmaktan başka çare yok. Sanattan başka nelerle ilgilenirsiniz? - Bu, bir parça da, maddi imkânlara bağlıdır. Yani param olsa, her şeyden önce, dünyayı görmeye çıkardım Tenis oynamak isterim. Uludağ’a çıkmak… Makine kullanmasını bilir misiniz? - Bisiklet, bir de 27 model Fort. Sonra futbolu severim. Çok da oynadım. Sık sık stadyuma giderim. Maç seyrederim. Ama Teksas’tan tabii Neresi bu Teksas? - Tel örgünün arkası. Spor dergilerini muntazaman alırım. Spor yazarlarının yazıcılığı nasıl? - Vallahi o yazıları okudukça, spor yazarlığı öyle olmaz böyle olur diye paçaları sıvıyayım, dediğim çok oluyor. Maçları gereğince canlandıramıyorlar, okuyucuyu heyecanlandıramıyorlar. Çocukken Sait Çelebi’yi okurdum. Spor Alemi dergisinde. Yeni eserler var mı? - Vakit vakit çalıştığım altı büyük hikaye, iki roman, bir de Küçük Adamın Notları’nın devamı var. Önümüzdeki aylar içinde bunların mühim bir kısmı verilmiş olacak.
Re��eteyle senaryo yazıyorum
Piyes yazmak istiyor musunuz? - Evet, her bakımdan, maddi bakımdan da çekici. Ama Haldun Taner’in başına gelenler de insanı hayal kırıklığına uğratmıyor değil. Benim bir de senaryo yazarlığım var. Reçete üzerine. Ne demek o? - Yani bir konu veriyorlar. Sonra ticari unsurlar dedikleri hususiyetlerin gramajını da tayin ediyorlar. Artık o ne dereceye kadar benim senaryom oluyor, bilmem. (Melih Cevdet Anday / 12 Ekim 1953 / Akşam Gazetesi / Arşiv çalışması: Zeynep Erdoğan / Dizgi: Serhan Yedig)
0 notes