#Ölüm yaşı: 16
Explore tagged Tumblr posts
Text
LÜTFEN OKUYALIM...
BİKTİDAR HIRSI KATLİAMI:
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır.
Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?..
Saraya kıran mı girdi?..
Hayır. Salgın da olmadı, kıran da…
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurtmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken ardından 39 tabut daha geliyordu. III. Mehmet, 19 erkek kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş III. Murat öldüğünde, hemen o gece ondan hamile olan 10 cariye boğdurulup Sarayburnu’ndan denize atılmıştı.
Ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri: “Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun" diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi; “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar. Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre "İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu".
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, 13 yaşındaki I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet'in cenazesi Ayasofya'ya götürüldü.! Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti!
"Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir. Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!" diyerek daveti reddetti.
Kardeş katili usulünü de I. Ahmet kaldırdı. Yani, Fatih, Yavuz, Kanuni değil, 13 yaşındaki Birinci Ahmet... Anlayan, anlamayana anlatsın...
Allah, TÜRK DEVLETLERİNİ İKTİDAR HIRSI İLE GÖZÜNÜ KAN BÜRÜMÜŞ FİRAVUNLARIN ZULMÜNDEN KORUSUN!.
Fotoğraflar 3. Murat'ın Türbesi , katledilenler ve katledendir.


11 notes
·
View notes
Text

III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?
Saraya kıran mı girdi?
Hayır, salgın da olmadı, kıran da.
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III.Mehmet,19erkek kardeşini ve20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
“Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun” diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre “İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu”.
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet’in cenazesi Ayasofya’ya götürüldü. Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti! “Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir.
Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!” diyerek daveti reddetti.
Tarih bilmeyenler iyi okusun, ozellikle Osmanli torunuyuz diye gecinen cakma torunlar...
Okuduğunuz için teşekkür ederim
39 notes
·
View notes
Text
50 SAHTE CAN YÜCEL ŞİİRİ Şairin ‘sahte’ şiirlerini toplayan Prof. Dr. Semih Çelenk, şimdiye kadar 50 sahte Can Yücel şiiri tespit etti. Şairin üslubu ve siyasi duruşuyla hiçbir alakası olmayan sayısız şiirin internette dolaştığını söyleyen eşi Güler Yücel de konuya dair Kemal Öncü’ye verdiği röportajda “Yine örneğin ‘Her şey sende gizli’ diye bir şiir var. O demin söylediğin şiir var… Mistik, kaderci, boşverci, metafizik bulamaçlı bu şiirlerle Can’a karşı adeta faili meçhul bir kampanya yürütülüyor gibi. Can’ın şiiri şiir gibi şiirdi… Ne o öyle ‘Ömür dediğin bir gündür/ o da bugündür…’ ye, iç, eğlen keyfine bak gerisine aldırma mesajı? Can muhalif bir şair, söyleyeceğini eğilip bükülmeden dobra dobra söyleyen bir şair, ziyaret edenlerin şaşırdığı iki göz odada oturup üreten bir şair…” ifadelerini kullanmıştı. Yıllardır bu ilgisiz dizelerin izini süren Prof. Dr. Semih Çelenk, tespit ettiği şiir sayısının 50’ye ulaştığını duyurdu. Çelenk’in blogunda yayımladığı liste şöyle: 1. Bağlanmayacaksın 2.Kadın Dediğin 3.Erkek Dediğin 4.Seninle Olmanın En Güzel Yanı 5.Anladım 6.Herşey Sende Gizli 7.Eğer 8.Herkes Gitmek İstiyor 9.Sevdiğin Kadar Sevilirsin 10. Sağlık Olsun 11.Tam zamanında Yaşamak (Yaşamak Zamanı) 12.Tersten Yaşamak 13.Biraz Değiştim 14.Bir gün Anlarsın 15.Gitmek 16.Seninle Yaşlanmak İstiyorum 17.Asla Keşkelerim Olmadı 18.Özledim Seni 19.Bilmelisin ki 20.Aşk 21. Boşver ve Yaşı Başı 22.Olmuyorsa Zorlamayacaksın 23.Ben Benden Olgun İnsan İsterim Karşımda 24.Öyle Sabah Uyanır Uyanmaz Fırlama Yataktan 25.Farkında Olmalı İnsan 26.Bir Eşi Olmalı İnsanın 27.Unutma 28.Sevgi Emekmiş 29.Özleme Dair (Kim Özlerdi?) 30. Ömür Dediğin Bir Gündür O da Bugündür 31.Aşk Ayakkabı Gibidir 32.Rakı İçen Kadınlar 33.AteşveSu 34.Ülke Bölünsün İstiyorum 35.Kadınım Ben 36.Senin İçin Yasak Dediler 37.Bayram Şiiri 38.Dostlar Irmak Gibidir 39.Öye Bir Hayat Yaşadım ki 40.Bir Yolun varsa Gidilecek 41.Ömür Dediğiniz Nedir Ki 42.Fakirin Gayrimeşru Çocuğu 43.Ey Yüreğim 44.Özlersin 45.Hepsi Bu 46.Birşey Eksik 47.Kendimden Özür Diliyorum 48.Bir Kadını Ağlatmak 49.Ölüm Bir An 50.Galiba Yoruldum ‘BAYRAM’ Can Yücel’e ait olduğu iddiasıyla paylaşılan meşhur metinlerden biri “Bayram”. Ramazan Bayramı’nda da sıklıkla internette rastladığımız bu metin Can Dündar’ın 10 Ocak 2006 tarihli Milliyet köşe yazısı. Ancak Nazlı Ilıcak’tan Reha Muhtar’a pek çok isim bu metni Can Yücel’e ait olduğu iddiasıyla gazete köşesinden paylaştı. Kaynak: Evrensel
0 notes
Text
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?
Saraya kıran mı girdi?
Hayır, salgın da olmadı, kıran da.
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III.Mehmet,19erkek kardeşini ve20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
“Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun” diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre “İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu”.
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet’in cenazesi Ayasofya’ya götürüldü. Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti! “Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir.
Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!” diyerek daveti reddetti.
Osmanlı torunuyum diye övünenler okuyun

3 notes
·
View notes
Text
Memduh Şevket Esendal / Hikâyeciler bu yurdun içli, duygulu evlatlarıdır

Eşsiz hikâyelerinde hayat hep ortasından yakalanır; ne başlangıç, ne düğümleniş, ne de keskin sonuçlar. Beylik hikâye tanımını altüst etmiştir. Kendini gizleyişlerinde yapıtına imza atmaktan kaçınan eski ustaların inceliği yakalanır. Eseri üzerinde ciddiyetle durmamak ise bize özgü çarpık zihniyetin acı göstergesidir. Selim İleri'nin kaleminden "Bir Büyük Usta".
Doğumu tam altı gün önceye rastlıyordu: 29 Mart 1883. Nankörlükle bezenmiş edebiyatımızın yitikleri arasında onu da saymak, anmak gerekir mi, pek kestiremiyorum. Çünkü o, zaten kendini gizlemiş: M.Ş.E.'nin Memduh Şevket Esendal adının kısaltması olduğunu ne zaman öğrendim, hatırlamıyorum.Edindiğim ilk öykü kitapları beyaz kapaklı, dümdüz, kırmızı M.Ş.E. yazılıydı. 1960'larda, Sahaflar'dan edinmiştim. Vurulduğum öykülerle donanmıştı bu kitaplar.Kitaplardan önce ilk bilgileri Tahir Alangu'nun Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman, Cevdet Kudret'in Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman inceleme - antolojilerinden devşirmiş olmalıyım. Alangu da, Cevdet Kudret de büyük bir hikâyeci olduğunu belirtiyorlardı.Adının gizi konusunda Cevdet Kudret şöyle diyor:"Hikâyelerinde ve romanlarında çoklukla 'M.Ş.', 'M.Ş.E.', ara sıra da 'Mustafa Memduh', 'Mustafa Yalınkat', 'M. Oğulcuk', vb gibi takma adları kullanmıştır. Bunu, 'edebiyatı küçümsemek' diye yorumlayan olmuşsa da genellikle kullandığı 'M.Ş.' ve 'M.Ş.E'yi -Divan ve Halk edebiyatı geleneğimizde olduğu gibi- birer 'mahlas' diye görmek daha doğrudur. Yazılarında kendi adını kullanarak sanat alanında ün alıp bundan siyaset hayatında yararlanması olanağı varken, siyasetçi kişiliğiyle sanatçı kişiliğini birbirinden ayırmış, siyasetin gölgesini sanatına sıçratmak istememiştir."Günümüzün her ne yoldan olursa olsun, ünlenme çaba ve girişimlerine o kadar ters düşen bu tutum için Alangu da konuşmak ihtiyacını duymuş:"M. Ş. E., ölümüne yakın yıllara gelinceye kadar, daha çok politika alanında tanınmıştı. (...) Sanat yolunda acelesi, ün kazanmak için telaşı olmamıştır. Sanatçı kişiliği hiç göze çarpmadan, kendisi de bunu isteyip aramadan, 1946 yılına kadar bir yeraltı suyu gibi aktı geldi."Esendal, Çorlu'da doğmuş. Babası Rumeli göçmenlerinden, çiftçi Mehmet Şevket Bey'miş. Esendal'ın öğrenim hayatı bölük pörçük; kendi kendisini yetiştirmiş. 1906'da İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne giriyor. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükümetinin yanında yer alıyor ve ortaelçilikle Azerbaycan'a gönderiliyor (1920-1924). Bir dönem İstanbul liselerinde öğretmenlik. Sonra yine elçilik görevi; Bilecik milletvekilliği (1938-1950). 1941-1945 arası Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri. 16 Mayıs 1952'de Ankara'da ölüyor. İşte özetin özeti yaşamöyküsü.
Farklı bir hikâyeci: Olaysız, yalın, içli ve derin
Esendal 1925 yılına kadar büsbütün gizli bir hikâyecidir. Yazdıklarını yayımlamaz. Bu yayımlanmamış hikâyeler, işin aslı aranırsa, dönemlerinin çok önündedir.Olaya ağırlık veren Ömer Seyfettin hikâyeciliğinin moda olma özelliği gösterdiği o dönemde Esendal, olaysız, düşünce ve duygunun çözümlenmesine giriştiği, yalın, çarpıcılıktan uzak, ama hemen hepsi içli, derin hikâyeler yazmıştır. Olayın geri plana itildiği hikâyelerde, toplumsal çevre çeşitliliği, değişik katmanlardan insan bolluğu Esendal'ı ilginç kılar. Burada kişisel gözlem yalnız kendisinden söz açmaz, bütün bir topluma açılmak ister.Esendal'ın toplum hayatı, toplumsal düzen konusunda kendine özgü, ütopik olduğu ölçüde şiirsel görüşleri var. Bir büyük şair, Cahit Külebi, çok güzel dile getiriyor:"Ankara'dan çıkıp ne kadar gitseniz sonu gelmeyecek bir şehir, daha doğrusu kasaba. Taa sınırlara kadar. Ardı arkası gelmeyecek, küçük, güzel evler. Bağlar, bahçeler. Ekilmiş tarlalar. Ve o küçük mülklerin mesut sahipleri... Makine medeniyetini de inkâr etmediğini sözlerine ekliyordu. Ama bu iki âlemi nasıl kaynaştırıyordu, soramadım."Belki öyküler ve romanlar yanıtlıyor: M.Ş.E. sürekli mutluluğun arayışı içinde bir dünya kurmayı gereksinmemiş midir? Çok acıklı bir öyküsünde, 'Karısının Kocası'nda bile, olup bitenlerin bir daha olup bitmemesi için açık temenniler duyumsanır. Makine medeniyeti, insanlığın erinci ve mutluluğuna anlam kattığı ölçüde uygarlık özelliği edinebilecektir. O bağ bahçe özlemiyle, Esendal, altını çizmediği bir 'çevrecilik' manifestosu kaleme getirmiş sayılmaz mı?
Hikâyelerinde hayat hep ortasından yakalanır
Onun eşsiz hikâyelerinde hayat hep ortasından yakalanır; ne bir başlangıç söz konusudur, ne bir düğümleniş, ne de keskin sonuçlar. Bir bakıma, klasik hikâye sanatı, beylik hikâye tanımı altüst edilmiştir.Çok sevdiğim, külyutmaz gülüşlü 'Hamit İçin Bir Yazı'da Esendal, bir gazete yönetim yerinde iki genç adamı konuşturur. Bu iki gazeteciden biri okumamışlığıyla övünmektedir. Abdülhak Hâmid konsunda bütün bilgisizliğine karşın iki de nutuk atar; ilki övgülü, ikincisi yergili. Öteki gazeteci, 'ulu şair'in ölüm yıldönümü için yazılacak yazıyı bu tırnak içinde ünlem işaretli uzman arkadaştan isteyecektir. Allem kallem, sonunda yazı yazılır ve üstadlarca da beğenilir.'Hâmit İçin Bir Yazı'da dümdüz giden çizgi, ortalıkta hiçbir şey yok sanısı uyandırırken, öyle geniş perspektiflere açılır ki, hakikatli okur şaşakalır. Ulus gazetesinde 1948 tarihinde yayımlanmış öykünün bir cümlesi, günümüz basın dünyasını yorumlamaya hâlâ yetip artıyor:"Bizi adam sandıkları için mi okuyorlar sanıyorsun? Dedikoduyu, ortalığa çamurlaşmayı biraz gevşetelim, görürsün bak, satış ne oluyor!"
Esendal içtendir; okuruyla karşılıklı söyleşir gibidir
Esendal modern bir hikâyecidir. Olanca iddiasız tutumunda onu yeniye, modern olana alıp götürense, en başta, büyük içtenliğidir. Öykülerinde 'edebi' olmak endişesinden alabildiğine uzak duruşu, gerçek, has bir edebiyat adamının seçimi sayılmalıdır.Büyük içtenlik, dedim; Esendal karşılıklı söyleşir gibidir okuruyla, tatlı tatlı anlatmakta, yorumu bizimle paylaşmak istemektedir. Okura kimileyin dedikodular fısıldar, kimileyin yakınır; sizin de dertlerinizi, kaygılarınızı, sevinçlerinizi dinlemeye hazırdır.Peki, kolay mı böylesi bir öykü havası yakalamak? Alangu yanıtlıyor:"Onun, anlattıkları karşısındaki bu sinirsiz rahatlığı, gerçeği öğrenmesinde harcadığı uzun emeğin tabii bir sonucudur. (...) Esendal, bir toplum düzeninin, bu milletin yüzyıllar boyunca yaşayışının sürüp getirdiği güzel ve iyi törelerin, milli değerlerin ayıklanmış bütünü ile Batılı tekniğin birleşmesinden meydana gelecek yeni bir düzenin, savunucusu ve habercisiydi. İnsanların kötülüklerinden bahsederken, bu mutlu gelişmeyi göz önünde tutarak, bunların hepsinin iyiye varacağını duyurarak babaca bir hoşgörürlükle anlatmaktadır."M.Ş.E. roman alanında uzun yıllar tek bir eseriyle, Ayaşlı ile Kiracıları'yla (1934) tanınıyordu. Bilgi Yayınevi, Muzaffer Uyguner'in emeğiyle usta yazarın iki romanını daha sundu okura: Vassaf Bey (1983), Miras (1988). Çok değerli, incelikli bir romancıyla tanıştık.
Ayaşlı ile Kiracıları'nda baş kişi 'çevre'dir
Ayaşlı ile Kiracıları, öyküde aranmış yenilikçiliği, romanda, roman sanatında da uygular: Eserin baş kişileri yoktur. Baş kişi, doğrudan doğruya 'çevre'dir. Eski Ankara'dan yeni Ankara'ya yol almış bu çevre, bir apartmanın oda oda kiraya verilmiş katında bir araya gelen kişilerden oluşmadır. Kişiler birbirlerine yaklaşırlar, uzaklaşırlar, kimileyin de teğet geçerler.Tanpınar, Ayaşlı ile Kiracıları'nı değerlendiriyor:"Ayaşlı ile Kiracıları adlı büyük romanı, yeni kurulan Ankara'nın havasında memleketteki seviye ve zihniyet farklarını kuvvetle gösteren bir eserdir. Bu hiç mütearrız görünmeden her söylemek istediğini söyleyen realizme bugünkü edebiyatımız en canlı taraflarından birini borçludur."
Yeni Ankara'da Cumhuriyet'in yarattığı umutlar
Vassaf Bey'e gelince, eser, 1930'lar Ankara'sında,yeni başkentte bir aşk masalı niteliğindedir. Öte yandan bu aşk ilişkisi, neredeyse, geçmişin görücü yönteminden izdüşümler taşır.Orta yaşı aşkın Vassaf Bey, birbirini hiç tanımamış genç erkekle genç kızı ayrı ayrı tanımış, beğenmiş, sevmiş; onların bir arada mutlu yaşayacaklarını, bir yuva kurabileceklerini sezinlemiştir. O yuva, Vassaf Bey'in ölümünden sonra, ama Vassaf Bey'in hayattayken hazırlamış olduğu plan sonucu kurulur. Genç kız ve genç adam birbirlerini usul usul tanırlar, Vassaf Bey'in haksız olmadığı ortaya çıkar.Vassaf Bey, tıpkı Ayaşlı ile Kiracıları gibi, umut dolu bir romandır. Ankara'nın odak seçilmesi, söz konusu umudun yeni düzenden, Cumhuriyet'ten kaynaklandığına işaret eder. Andığım iki romanla Yakup Kadri'nin umarsız Ankara'sı karşılaştırılsa, hayli ilginç toplumsal veriler derlenebilecektir. Esendal, umudunu, işinde gücünde, kendi halinde, çalışkan, iddiasız, gayretli yurttaşlara açar...Yazarın bilinen son romanı Miras, aslında, 1924'te tefrika edilirken yarım kalmıştır. İmparatorluğun çözülüşünü panoramasına katan bu romanın çok usta işi anlatımı, üslubu, alçakgönüllü Esendal'ın romancılığımıza o yıllarda neler armağan etmiş olduğunu ancak bugün söyleyebiliyor. Kimbilir ne çok zaman harcanmasıyla!
Hikâyeciler bu yurdun içli, duygulu evlatlarıdır
1970'lerdeydi, Bilgi Yayınevi'nin sahibi Ahmet Tevfik Küflü, M.Ş.E. öykülerinin hayranı olduğunu, bu öykülerin tümünü devşirip yayımlamak istediğini söylerdi. Nitekim isteğini gerçekleştirdi.Adam Öykü dergisinin mart-nisan sayısında, 'Öykü dünyasından haberler'i okurken bir Esendal haberine çok sevindim:İstanbul İl Kitaplığı'nda düzenlenen toplantıda Esendal'ı irdeleyen konuşmacılardan Muzaffer Uyguner, dinleyicilere iki defter gösteriyor. Defterlerde elyazısıyla Esendal'ın anıları; bunlardan 1925 tarihli Tahran Günlüğü yayımlanacakmış. 1050 sayfayı bulan öteki anılar ise Esendal'ın çocukluk dönemine ilişkinmiş.Bu önemli eserlerin -yazık ki- satış rekorları kırmayacağını biliyorum. Yine de Bilgi Yayınevi'nin yayımlama onurunu taşımasını dilemekteyim.Siyaset hayatının ortasında bir ömürboyu yazma arzusunu, edebiyata bağlılığını asla yitirmemiş Esendal'ı gerçekten özümsediğimizi elbette ileri sürmeyeceğim, süremeyeceğim. Keşke sürebilseydim...Onun kendini gizleyişlerinde, eserine imza atmaktan kaçınmış eski ustaların inceliği yakalanıyor. Gün ışığına çıkmakta olan toplu eseri üzerinde ciddiyetle durmuyor olmak, bize özgü çarpık zihniyetin açı göstergesi. Gazetelerimizde, televizyon kanallarımızda Jules Verne'in yeni bulunmuş romanı haber olabiliyor; ne Vassaf Bey için, ne Miras için aynı heyecan yaşandı.Sonra bir başka usta hikâyecimizin, Vüs'at O. Bener'in saptadığı şu müthiş sözler; Bener'e şöyle diyor Esendal:"Hikâyeciler, bu yurdun içli, duygulu evlatlarıdır. Onlar nasıl bir yurt özlediklerini söylüyorlar, kendilerine dokunan hadiseleri ortaya döküyorlar, bir iş görüyorlar, iş! Gezevelik değil bu!.. Bakmayın siz o sanatı hor görenlere."Yurdun içli, duygulu evlatları... Bu söz kulaklarımızda çınlayakalsın!..
(Selim İleri / Cumhuriyet gazetesi / 4 Nisan 1996 / Sayfa 15)
0 notes
Text

Osmanlı çocuğuyum diyorsan bunu bilmek zorundasın !
Nüfus 13 milyon civarıydı, 11 milyon kişi köyde yaşıyordu. 40 bin köy vardı, 38 bininde okul yoktu. Traktör sıfırdı, karasaban’dı. Beş bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyordu.
İki milyon kişi sıtma, bir milyon kişi frengiydi, verem, tifüs, tifo salgını vardı, üç milyon kişi trahomluydu, bebek ölüm oranı binde 480’di, her doğan iki bebekten biri ölüyordu. Memlekette sadece 337 doktor vardı. Sadece
Reklamlar
60 eczacı vardı, sadece 8’i Türk’tü. Diş hekimi, sıfırdı. Dört hemşire vardı. 40 bin köy, sadece 136 ebe vardı. Ortalama ömür 40’tı.
Yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bindi. Ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu, kiremit bile ithaldi. Limanlar, madenler, demiryolları yabancıya aitti. Toplam sermayenin sadece yüzde 15’i Türk’tü.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan sadece dört fabrika vardı, Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz deri… Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı. Otomobil sayısı bin 490’dı. Sadece dört şehirde özel otomobil vardı.
Kadın, insan değildi.
(Veremle boğuşan halk, ahırda yatarken… Bademlerin yere göğe sığdıramadığı Abdülhamid’in 16 tane eşi vardı. Nazikeda, Safinaz, Dilpesent, Peyveste, Nazlıyar, Bidar, Mezide, Emsalinur hanım filan, 16 tane… Yaş itibariyle, tamamı çocuktu. Tayyip Erdoğan’ın dedemiz dediği Abdülmecid’in 22 eşi vardı. Ahali ineğine verecek saman bulamazken, herif sarayında iki futbol takımı kadar kadınla yatıyordu.)
Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu. Arkeolojik eserler, öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak, trenlerle çalınmıştı.
Kimisi alaturka saat’i kullanıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi zevali saat’i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu. Kimisi güneş batarken grubi saat’i esas alıyordu, kimisi güneşin tamamen battığı ezani saat’i esas alıyordu. “Saat kaç birader?” diye sorduğunda, her kafadan bi ses çıkıyordu.
Kimisi hicri takvim kullanıyordu, kimisi rumi takvim kullanıyordu. Kimisinin şubat’ı kimisinin aralık’ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama, farklı aylarda yaşıyordu!
Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne uzunluğumuz… Ölçülerimiz ortaçağ’dı.
Erkeklerin sadece yüzde yedisi, kadınların sadece binde dördü okuma yazma biliyordu. Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi. Okul yaşı gelen her dört çocuktan üçü okula gitmiyordu. Toplam, 4894 ilkokul, sadece 72 ortaokul, sadece 23 lise vardı.
Türkiye’nin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı. Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu. Tek üniversite vardı, darülfünun, medreseden halliceydi. Ülke bilim’den çoook uzaktı.
600 sene boyunca Türkçe’nin ırzına geçilmiş, Osmanlıca denilmişti. Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapça’yla Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.
“Harf devrimi yapıldı, bir gecede cahilleştirildik, köpekleştirildik” falan deniyor ya… İbrahim Müteferrika’dan itibaren 150 sene boyunca basılan kitap sayısı kaçtı biliyor musunuz? Sadece 417’ydi. Bunların da çoğu gayrimüslimlerin matbaasından çıkmıştı. Ki zaten, Müteteferrika da devşirmeydi, Macar’dı.
Bu topraklara kitap gelene kadar, Avrupa’da 2.5 milyon farklı kitap basılmış, beş milyar adet satılmıştı. Voltaire, bir kitabında şu ağır tespiti yapmıştı: “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır!”
Ve neymiş efendim, mezar taşı okuyacakmış…
Sen önce iki tane kitap oku da, dünyadan haberin olsun biraz!
Paylaşmayı unutmayınız.
1 note
·
View note
Quote
İşte ustalarımın öğütleri ve benim acıklı yorumlarım: 1.C: Yalnızca okuma keyfi için yazmak köşe yazarını açık denizde pusulasız bırakır. 2.B: Ama köşe yazarı ne Ezop’tur ne de Mevlâna. hisse hep kıssadan çıkar, kıssa hisseden değil. 3.C: Okuyucunun zekâsına göre değil, kendi zekâna göre yaz. 4.A: Pusula hikâyedir. (1.C’ye aşikâr gönderme) 5.C: Tarihimizin ve mezarlıklarımızın esrarına girmeden ne bizden söz etmek mümkündür ne de doğu’dan. 6.B: Doğu-Batı konusunda anahtar Sakallı Arif’in şu sözünde gizlidir: “Doğu’ya giden sessiz gemide Batı’ya bakan ah siz talihsizler!’ (Sakallı Arif, gerçek bir kişiyi taklitle B’nin yarattığı bir köşe kahramanıydı.) 7.A-B-C: Kendine atasözü, deyim, fıkra, latife, mısra, özdeyiş güldesteleri edin. 8.C: Konunu seçtikten sonra yazını taçlandıracak uygun özdeyişi aramazsın, özdeyişi seçtikten sonra bu tacın altına gidecek uygun konuyu ararsın. 9.A: İlk cümleni bulmadan yazı masasına oturma. 10.C: Samimi bir inancın olsun. 11.A: Samimi bir inancın yoksa da okuyucunun samimi bir inancın olduğuna inancı olsun. 12.B: Okuyucu dediğin panayıra gitmek isteyen bir çocuktur. 13.C: Okuyucu Muhammed’e küfredeni affetmez, Allah da felç eder. (11.’in, kendisine bir sataşma olduğunu sezdiği için. A’nın Muhammed’in evlilik ve iş hayatına ilişkin bir yazıyla ağzının kenarındaki belli belirsiz felce telmih yapıyor.) 14.A: Cüceleri sev, okuyucu da sever. (13.C’yc C’nin kısa boyuna imayla cevap.) 15.B: Üsküdar’daki esrarengiz cüceler evi, mesela, iyi bir konudur. 16.C: Güreş de iyi bir konudur ama sporu için yapıldığında ve yazıldığında. (15.’in kendisine sataşma olduğunu sanıp güreş merakı ve tefrikacılığı yüzünden B’nin oğlancılığı söylentisine gönderme yapıyor.) 17.A: Okuyucu geçim sıkıntısı içinde, zekâ yaşı on iki olan, evli, dört çocuklu bir aile babasıdır. 18.C: Okuyucu kedi gibi nankördür. 19.B: Akıllı bir hayvan olan kedi nankör değildir; yalnızca köpekleri seven yazarlara güvenilmeyeceğini bilir. 20.A: Kediyle köpekle değil, memleket meseleleriyle ilgilen. 21.B: Konsoloslukların adreslerini öğren. (İkinci Dünya Savaşı sırasında C’nin Alman, A’nın da İngiliz Konsolosluğunca beslendiğine ilişkin söylentiye telmih.) 22.B: Polemiğe gir ama karşındakinin canını yakabileceksen. 23.A: Polemiğe gir ama patronu yanına çekebileceksen. 24.C: Polemiğe gir ama paltonu yanına alabileceksen (B’nin Kurtuluş Savaşı’na katılmayıp işgal İstanbul’unda kalmasını açıklayan ünlü “Ankara’nın kışına dayanamam!” sözüne telmih) 25.B: Okuyucu mektuplarını cevaplandır; mektup yazan yoksa kendi kendine yazıp cevaplandır. 26.C: Pirimiz üstadımız Şehrazat’tır; unutma, onun gibi sen de, ‘hayat’ denen olayların arasına beş on sayfalık hikâyeler sıkıştırıyorsun yalnızca. 27.B: Az oku ama severek oku, çok ama sıkıntıyla okuyandan daha okumuş gözükürsün. 28.B: Girgin ol, adam tanı ki, hat��ran olsun da, adam ölünce arkasından yazı yazarsın. 29.A: Ölüm yazısını rahmetle başlayıp, ölüye hakaretle bitirme. 30.A-B-C: Şu cümlelerden sakınabildiğince sakın: a) Rahmetli daha önceki gün sağdı, b) Bizim meslek nankördür, yazılarımız ertesi gün unutulur, c) Dün akşam radyoda filanca programı dinlediniz mi? d) Yıllar nasıl da geçiyor! e) Rahmetli sağ olaydı acaba bu rezalete ne derdi? f) Bunu Avrupa’da böyle yapmıyorlar, g) Ekmek filan sene önce şu kadardı, h) Sonra bu olay bana şunu da hatırlattı. 31.C: ‘Sonra’ kelimesi zaten sanatı bilmeyen acemi yazarlar içindir. 32.B: Bir köşe yazısında sanat olan ne varsa köşe yazısı değildir, köşe yazısı ne varsa sanat değildir. 33.C: Sanat hevesini şiirin ırzına geçmeyle söndürenin aklına iltifat etme. (B’nin şairliğine iğne) 34.C: Kolay yaz, kolay okunursun. 35.C: Zor yaz, kolay okunursun. 36.B: Zor yazarsan ülser olursun. 37.A: Ülser olursan sanatçı olursun. (Burada, birinin ötekine söylediği ilk tatlı sözden sonra hep birlikte güldüler, gülüştüler.) 38.B: Bir an önce ihtiyarla. 39.C: İhtiyarla ki, iyi bir sonbahar yazısı yazabilesin! (Gene birbirlerine sevgiyle gülümsediler) 40.A: üç büyük tema, tabii ki, ölüm, aşk ve müziktir. 41.A: Ama aşk nedir bu konuda karar vermiş olmak gerekir. 42.B: Aşkı ara. (Okuyucularıma bütün bu öğütler arasına uzun sessizlikler, durgunluklar, suskunluklar girdiğini hatırlatayım.) 43.C: Aşkı sakla, çünkü sen yazarsın! 44.B: Aşk aramaktır. 45.C: Saklan ki bir sırrın olduğuna hükmetsinler. 46.A: Bir sırrın olduğunu sezdir ki kadınlar seni sevsinler. 47.C: Her kadın bir aynadır. (Burada yeni şişe açıldığı için bana da rakı ikram ettiler) 48.B: Bizleri iyi hatırla. (Hatırlayacağım, tabii, efendim, dedim ve dikkatli okuyucularımın anlayacağı gibi birçok yazımı onları ve hikâyelerini hatırlayarak yazdım) 49.A: Sokağa çık, yüzlere bak, işte sana bir konu. 50.C: Tarihi sırların olduğunu sezdir; ama ne yazık ki onları yazamıyorsun. (Bu noktada C bir hikâye anlattı; başka bir yazımda nakledeceğim sevgilisine “ben senim” diyen aşıkın hikâyesi ve ben ilk defa, yarım asırdır birbirlerine hakaret eden bu üç yazarı sevgiyle aynı masaya oturtan sırrın varlığını hissettim.) 51.A: Bütün dünyanın bize düşman olduğunu da unutma. 52.B: Bu millet paşalarını, çocukluğunu, annelerini çok sever, sen de sev. 53.A: Epigraf kullanmayın çünkü yazının içindeki esrarı öldürür. 54.B: Böyle ölecekse, öldür o zaman sen de esrarı, esrar satan yalancı peygamberi öldür. 55.C: Epigraf kullanacaksan ne yazarları, ne kahramanları bize benzeyen Batı’nın kitaplarından alma, okumadığın kitaplardan hiç alma, çünkü Deccal’in yaptığı işte tam budur. 56.A: Unutma, sen hem şeytansın hem melek, hem Deccal’sin hem de O. Çünkü okurlar bütünüyle kötü ve bütünüyle iyi birinden sıkılırlar hep. 57.B: Ama okur, Deccal’in kendisine o gibi gözüktüğünü anladığında, kurtarıcı sandığının Deccal olduğunu, kandırıldığını dehşetle fark ettiğinde, seni bir karanlık sokakta vallahi vuruverir! 58.A: Evet, onun için esrarı sakla: sakın salma meslek sırrını. 59.C: Sırrın aşktır unutma. Aşktır anahtar kelime. 60.B: Hayır, anahtar kelime yüzümüzde yazar. Bak ve dinle. 61.A: aşktır, aşktır, aşktır, aşk!.. 62.B: İntihalden de korkma; çünkü bizim kıt kanaat okumamızın ve yazmamızın bütün sırrı, bütün sırrımız tasavvufi aynamızda gizlidir. Mevlana’nın ressamlar yarışması hikâyesini bilir misin? O da hikâyeyi başkalarından almıştır ama kendisi… (Bilirim, efendim, demiştim.) 63.C: Bir gün yaşlandığında, insan kendisi olabilir mi diye sorduğunda, bu esrarı anlayıp anlamadığını da soracaksın kendine, unutma! (Unutmadım) 64.B: Eski otobüsleri, çalakalem yazılmış kitapları, sabredenleri ve anlayanlar kadar anlayamayanları da unutma!
Kara Kitap, Orhan Pamuk
1 note
·
View note
Text
Mead Gölü'nde daha fazla insan kalıntısı bulundu
Mead Gölü’nde daha fazla insan kalıntısı bulundu
Ulusal Park Servisi, Pazartesi günü Nevada’daki Mead Gölü’ndeki bir plajda insan kalıntılarının bulunduğunu söyledi. Mead Gölü Ulusal Rekreasyon Alanı’ndaki Swim Plajı’nda saat 16:30 sularında bulunan kalıntıların şüpheli yaşı bir açıklamada açıklanmadı. Ölüm nedenini belirleyecek olan Clark County Adli Tıp Kurumu, yorum talebine hemen yanıt vermedi. Ülkenin en büyük rezervuarı olan Mead…

View On WordPress
0 notes
Text
OSMANLI'da İKTİDAR HIRSI KATLİAMI:
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır.
Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?..
Saraya kıran mı girdi?..
Hayır. Salgın da olmadı, kıran da…
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurtmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken ardından 39 tabut daha geliyordu. III. Mehmet, 19 erkek kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş III. Murat öldüğünde, hemen o gece ondan hamile olan 10 cariye boğdurulup Sarayburnu’ndan denize atılmıştı.
Ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri: “Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun" diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi; “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar. Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre "İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu".
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, 13 yaşındaki I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet'in cenazesi Ayasofya'ya götürüldü.! Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti!
"Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir. Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!" diyerek daveti reddetti.
Kardeş katili usulünü de I. Ahmet kaldırdı. Yani, Fatih, Yavuz, Kanuni değil, 13 yaşındaki Birinci Ahmet... Anlayan, anlamayana anlatsın...
ALLAH, Türk DEVLETLERİNİ İKTİDAR HIRSI İLE GÖZÜNÜ KAN BÜRÜMÜŞ FİRAVUNLARIN ZULMÜNDEN KORUSUN!!!.
Fotoğraflar 3. Murat'ın Türbesi ,katledilenler ve katledendir.


22 notes
·
View notes
Text

III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?
Saraya kıran mı girdi?
Hayır, salgın da olmadı, kıran da.
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III.Mehmet,19erkek kardeşini ve20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
“Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun” diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre “İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu”.
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet’in cenazesi Ayasofya’ya götürüldü. Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti! “Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir.
Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!” diyerek daveti reddetti.
Tarih bilmeyenler iyi okusun, ozellikle Osmanli torunuyuz diye gecinen cakma torunlar...
34 notes
·
View notes
Photo

UÇURUMUN KENARINDA YIKIK BİR ÜLKE! 29 Ekim 1923: Ülke nüfusu 13 milyon. Köyde yaşayan nüfus 11 milyon.40 bin köyün 37 bininde okul yok, postane ve dükkan yok. 30 bin köyde, yani her 4 köyün 3’ünde cami yok. Traktör ve biçerdöver sayısı SIFIR. Ayçiçeği şeker üretimi yok! Ekmeklik un ithal. Pirinç ithal, memlekette sadece 5 bin hektar alan sulanabiliyor. 5 bin köyde sığır vebası var. Hayvanlar ve insanlar kırılmakta, 1 milyon kişi frengi. 2 milyon insan sıtma, 3 milyon kişi trahom. Verem, tifo, tifüs salgını var. Bitle başa çıkılamıyor. Bebek ölüm oranı %40’ın üzerinde. Dünyaya gelen her 2 bebekten 1’i ölmekte. Anne ölüm oranı %18. Her 5 anneden 1’i doğumda ölüyor. Ortalama ömür 40. Memlekette sadece 337 doktor var.60 eczacı var 8 tanesi Türk. Diş hekimi sayısı SIFIR ve ülkede yine sadece 4 hemşire var. Biraz öncesine gidersek; veremle boğuşan halk ahırda yatarken, Abdülhamid’in 16 tane eşi vardı. O günlerde halk ineğine verecek saman bulamazken, bugünlerde Atamız diye lanse edilen Abdülmecid’in 22 eşi vardı.40 bin köy var, sadece 136 ebe var. Yanmış bina sayısı 115 bin... Hasarlı bina sayısı 12 bin, komple kül edilmiş köy sayısı 1000’in üzerinde. Ülkeyi yeniden inşa etmek gerek ama kiremit dahi yok. Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne uzunluğumuz… Ölçülerimiz Ortaçağdı.Erkeklerin sadece yüzde yedi, kadınların binde dördü okuma yazma biliyor,okur-yazar erkeklerin çoğunluğu subay veya gayrimüslimdi. Okul yaşı gelen her 4 çocuktan 3'ü okula gitmiyordu. Limanlar madenler yabancıda, demiryollarının 1 metresi dahi bizim değil. Toplam sermayenin sadece %15’i Türk. Osmanlıdan ayakta kala kala sadece 4 fabrika kalmış. Sanayi denen işletmelerin %96’sında motor yok. 10 kişiden fazla işçi çalıştıran sadece 280 iş yeri var. Bunların da 250’si yabancının. Kişi başına milli gelir 45 dolar. Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus da var. Çünkü elektirik üretimi sadece 50 kw. 4 mevsim kullanılabilen karayolu yok. Otomobil sayısı sadece 1490. Sadece 4 şehirde özel otobüs var. Bunun üzerine mübadeleyle 400 bin insan geliyor… Ceplerinde para yok, iş yok, başlarını sokacak ev yok, sığınabilecekleri akraba yok, çoğunluğu hasta. Gelen her 2 çocuktan 1’i yollarda at arabalarının sırtında ilk 2 ay içinde hayatını kaybediyor. Mağarada kalanlar var… Kadın insan değil! Eşit eğitim hakkı, meslek edinme hakkı ve boşanma hakkı yok. Velayet hakkı yok. Kadının miras hakkı yok. Kadın kendisine miras kalan mallar üzerinde tasarruf hakkına sahip değil. Seçme hakkı yok. Seçilme hakkı yok. Doğum izni yok. Çalışma hayatında eşit hakkı yok. Eşit işe eşit ücret hakkı yok. Kürtaj hakkı yok. Gebeliği önleme hakkı yok. Kızlık soyadını kullanma hakkı yok. Memlekette tiyatro yok, spor yok, heykel yok, resim yok, müzik yok. Arkeolojik eserler yurt dışına kaçırılmış, bazı eserler ise Osmanlı padişahları tarafından hediye edilmiş. Kimisi alaturka saati kullanıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi zevali saati kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu. Kimisi güneş batarken grubi saati esas alıyordu, kimisi güneşin tamamen battığı ezani saati esas alıyordu. Memlekette saatin kaç olduğunu bilen yoktu… Kimisi hicri takvim, kimisi rumi takvim kullanıyordu.Kimisinin şubat’ı kimisinin aralık’ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama farklı aylarda yaşıyordu! Türkçe rezil edilmiş, arapça farsça harmanlanmış adına Osmanlıca denilmiş, Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapçayla Türkçe yazmaya çalışıyorlardı. Bir gecede cahil kaldık palavrasına gelince; İbrahim Müteferrika’dan itibaren 150 sene boyunca basılan kitap sayısı ise sadece 417’ydi. Bunların da çoğu gayrimüslimlerin matbaasından çıkmıştı. Zaten Müteferrika da devşirmeydi Macar’dı. Bu topraklara kitap gelene kadar,Avrupa’da 2.5 milyon farklı kitap basılmış, 5 milyar adet satılmıştı. Voltaire, bir kitabında şu ağır tespiti yapmıştı: “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır!” Gazete sadece İstanbul ve İzmir de var. Ülkenin başkentinde sadece 2 lise var. Ülkenin tüm liselerinde sadece 230 kız öğrenci kayıtlı. Öğretmenlerin 3’de 1’inin öğretmenlik eğitimi yok. Tek üniversite vardı, darülfünun, medreseden halliceydi. Memleket bilimden çok uzak, medreselerde Türkçe yasak! Din diye hurafeler öğretilmekte. TARİH 30 EKİM 1923: 29 Ekim günü Cumhuriyeti kuran Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal eline ve kağıt kalem alıp, Cumhuriyetin ilk başbakanı İsmet İnönü’ye mektup yazıyor; "Sevgili Paşam, Cumhuriyet'in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme! Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet'le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyor. Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408 Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet'e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun! İşte bu 2 ayyaş ülkeyi bu şartlarda kurdu. Herhalde sıcağın alnında yudumladıkları rakı bizimkileri fazla çarptı, yoksa akıl işi mi? Biri evliliğini bile yürütemedi ayrıldı dertten kederden öldü. Diğeri memleket diyerek ailesinin yüzünü bile doğru düzgün göremedi.
279 notes
·
View notes
Text
İKTİDAR HIRSI KATLİAMI
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 20’si oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?..
Saraya kıran mı girdi?..
Hayır,
Salgın da olmadı,
kıran da…
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurtmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken ardından
39 tabut daha geliyordu.
III. Mehmet, 19 erkek kardeşini ve 20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
"Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun" diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre "İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu".
III. Mehmet sadece bununla
yetinmemiş 16 yaşındaki
oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde,
I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet'in cenazesi
Ayasofya'ya götürüldü.!
Cenaze namazı kılınacaktı.
Ama genç padişah gelmemişti!
"Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir. Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!"
diyerek daveti reddetti.
Allah Türk devletlerini
iktidar hırsı ile gözünü
kan bürümüş firavunların
zulmünden korusun!.
BU YÜZDEN ATATÜRK'le KALIN .
Alper Aksoy
"Osmanlı'da iktidar hırsı katliamları"

1 note
·
View note
Text
Aşılamadan sonra 364 kişide yan etkiler meydana geldi

BERN- Swissmedic, koronavirüse karşı aşılama sonrası ortaya çıkan yan etkileri araştırıyor. 95'i ciddi yan etkilere neden olan toplam 364 vaka bildirildi. İsviçre’de tedavi ve sağlık alanındaki mevzuatları düzenleyen Swissmedic, doktorların yaptıkları aşıdan sonra 95’i ciddi olmak üzere 364 kişinin aşının yan etkililerine maruz kaldığını açıkladı. Bu, aşılamanın yüzde 0,05'ine tekabül ediyor veya başka bir deyişle: 2000 aşılamadan sonra ortalama olarak biri aşınan yan etkilerine maruz kalıyor. CİDDİ YAN ETKİLER Aşılama sonrası 95 vakadaki ciddi yan etkiler şunlar: - Herpes zoster (Veziküler döküntü) - Ateş - Baş ağrısı - Korona enfeksiyonu - Anafilaktik reaksiyonlar Pfizer / Biontech'den aşıya bağlı 199 yan etki vakası. Moderna ise 154 vaka bildirildi. Aşılama yapılan 16 kişi farklı aralıklarla öldü. Ortalama ölüm yaşı 86 idi. Çoğu, önceden var olan ciddi hastalıklardan muzdaripti. Swissmedic tarafından yapılan değerlendirmede, yaşamını yitirenler enfeksiyon, kalp damar hastalıkları veya akciğer ve solunum yolu hastalıkları gibi hastalıklardan yaşamını yitirdiğini belirtti. Swissmedic; Aşının ölümün nedeni olduğuna dair somut bir kanıt yok” dedi. Diğer ülkelerden ve WHO'dan yapılan araştırmaların bu sonuca vardığını söyledi. Swissmedic, Pfizer / Biontech ve Moderna'nın onaylı aşılarını önermeye devam etti. Read the full article
0 notes
Text
Bu yılın teması, kadınların ve kız çocuklarının sağlıklarının ve haklarının korunması oldu
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından, 1989 yılında dünya nüfusunun 5 milyar insana ulaştığı tarih olan “11 Temmuz 1987” tarihi “Dünya Nüfus Günü” olarak kabul edilmiştir. Bu özel günde Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) tarafından her yıl nüfusun önemli konularını ele alan bir tema belirlenmekte ve bu temaya ilişkin farkındalık yaratmaya yönelik çalışmalar yapılmaktadır.
UNFPA, son yüzyılın en büyük küresel sağlık sorunu olan COVID-19 salgınının dünyadaki tüm insanları, özellikle de “kırılgan nüfus” olarak tanımlanan grupların sağlığını tehdit ettiğine ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini şiddetlendirmekte olduğuna dikkat çekmektedir. UNFPA, salgının üreme sağlığını, haklarını ve üreme sağlığı hizmetlerine kesintisiz erişimi olumsuz etkilediğini belirterek, daha fazla sayıda kadın ve kız çocuğunun ailelerini planlama ve sağlıklarını koruma yeteneğini kaybetme riskiyle karşı karşıya olduklarını ifade etmektedir.
Bu doğrultuda UNFPA tarafından 2020 yılı Dünya Nüfus Günü teması olarak “COVID-19’u frenlemek: Şimdi kadınların ve kız çocuklarının sağlıkları ve hakları nasıl korunabilir?” temasının vurgulanmasına karar verilmiştir. Bu konuda atılabilecek ilk ve en önemli adım söz konusu grupların mevcut durumlarına yönelik en güncel temel istatistiklere sahip olabilmektir. Haber bülteninde bu amaçla doğum, evlenme ve toplumsal cinsiyet istatistikleri konusunda temel bilgiler sunulmaktadır.
Toplam doğurganlık hızı 1,88 çocuk oldu
Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade etmektedir.
Toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2019 yılında 1,88 çocuk olarak gerçekleşti. Diğer bir ifadeyle, bir kadının doğurgan olduğu dönem boyunca doğurabileceği ortalama çocuk sayısı 2019 yılında 1,88 oldu. Bu durum doğurganlığın, nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,10’un altında kaldığını gösterdi.
Toplam doğurganlık hızı, 2001-2019
Toplam doğurganlık hızının en yüksek olduğu il 3,89 çocuk ile Şanlıurfa oldu
Toplam doğurganlık hızının en yüksek olduğu il 2019 yılında 3,89 çocuk ile Şanlıurfa oldu. Bu ili 3,37 çocuk ile Şırnak, 3,16 çocuk ile Ağrı ve 3,15 çocuk ile Muş izledi. Toplam doğurganlık hızının en düşük olduğu il ise 1,33 çocuk ile Gümüşhane oldu. Bu ili 1,34 çocuk ile Kütahya ve Edirne takip etti.
Toplam doğurganlık hızının en yüksek ve en düşük olduğu ilk 10 il, 2019

Toplam doğurganlık hızının Avrupa Birliği (AB) üye ülkeleri ortalaması 1,56 çocuk oldu
Türkiye’nin toplam doğurganlık hızının AB üyesi 28 ülkenin toplam doğurganlık hızlarından daha yüksek olduğu görüldü. AB üyesi 28 ülkenin toplam doğurganlık hızları incelendiğinde, 2018 yılında en yüksek toplam doğurganlık hızına sahip olan ülkenin 1,88 çocuk ile Fransa olduğu, en düşük toplam doğurganlık hızına sahip olan ülkenin ise 1,23 çocuk ile Malta olduğu görüldü.
Toplam doğurganlık hızının Avrupa Birliği üye ülkeleri ile karşılaştırması, 2018

Yaşa özel doğurganlık hızının en yüksek olduğu yaş grubu 25-29 oldu
Yaşa özel doğurganlık hızı, belli bir yaş grubunda bin kadın başına düşen ortalama canlı doğan çocuk sayısını ifade etmektedir.
Yaş grubuna göre doğurganlık hızı incelendiğinde, 2001 yılında en yüksek yaşa özel doğurganlık hızı binde 144 ile 20-24 yaş grubunda iken 2019 yılında binde 122 ile 25-29 yaş grubunda görüldü. Bu durum, doğurganlığın kadının daha ileri yaşlarında gerçekleştiğini gösterdi.
Yaşa özel doğurganlık hızı, 2001, 2019

Adölesan doğurganlık hızı düştü
Adölesan doğurganlık hızı, 15-19 yaş grubunda bin kadın başına düşen ortalama canlı doğan çocuk sayısını ifade etmektedir. Yaşı çok genç olan annelerden doğan bebeklerin daha yüksek derecede hastalık ve ölüm riskiyle karşı karşıya kalmalarından dolayı adölesan doğurganlık konusu anne ve bebek sağlığının korunması bakımından oldukça önem taşımaktadır.
Adölesan doğurganlık hızı, 2001 yılında binde 49 iken 2019 yılında binde 17’ye düştü. Diğer bir ifadeyle, 2019 yılında 15-19 yaş grubundaki her bin kadın başına 17 doğum düştü.
Adölesan doğurganlık hızı, 2001-2019

Adölesan doğurganlık hızının AB üye ülkeleri ortalaması binde 9 oldu
AB üyesi 28 ülkenin adölesan doğurganlık hızları incelendiğinde, 2018 yılında en yüksek adölesan doğurganlık hızının olduğu ülke binde 39 ile Bulgaristan, en düşük adölesan doğurganlık hızının olduğu ülke ise binde 2 ile Danimarka oldu. Adölesan doğurganlık hızı 2018 yılında binde 19 olan Türkiye, AB üyesi 11 ülke ile beraber AB ortalamasının üzerinde yer aldı.
Doğum yapan annelerin ortalama yaşı 28,9 oldu
Doğumlarını 2001 yılında gerçekleştiren annelerin ortalama yaşı 26,7 iken 2019 yılında 28,9 oldu. Diğer yandan ilk doğumunu 2019 yılında gerçekleştiren annelerin ortalama yaşı ise 26,4 oldu.
Annenin ortalama yaşı, 2001-2019

Anne ölüm oranı yüz binde 13,6’ya geriledi
Anne ölüm oranı, bir yıl içerisinde gerçekleşen yüz bin canlı doğum başına anne ölümlerinin sayısı olarak tanımlanmaktadır. Anne ölümü, gebeliğin başlangıcından doğum sonrası 42. günü kapsayacak şekilde; kaza ve tesadüfi sebeplerden kaynaklanmayan, gebelik veya gebeliğin yönetiminden kaynaklı olarak veya gebeliğin ağırlaştırdığı herhangi bir sebeple kadının ölmesidir.
Türkiye’de 2010 yılında 16,7 olan anne ölüm oranının yıllar içinde azalma eğilimi göstererek 2018 yılında 13,6’ya gerilediği görüldü.
Anne ölüm oranı, 2010-2018

Dünyada anne ölüm oranı en yüksek olan ülke Güney Sudan oldu
Anne ölüm oranı dünya ortalamasının 2017 yılında yüz binde 211 olduğu görüldü. Anne ölüm oranı ülkelere göre incelendiğinde, yüz binde bin 150 ile Güney Sudan ilk sırada yer aldı. Güney Sudan’ı yüz binde bin 140 ile Çad ve yüz binde bin 120 ile Sierra Leone izledi. Anne ölüm oranının en düşük olduğu dört ülke ise yüz binde 2 ile Belarus, İtalya, Norveç ve Polonya oldu. Türkiye’de ise anne ölüm oranının 2017 yılında yüz binde yaklaşık 15 olduğu görüldü.
Bebek ölüm hızı binde 9,1 oldu
Bebek ölüm sayısı, 2018 yılında 11 bin 598 iken 2019 yılında 10 bin 770 oldu. Bin canlı doğum başına düşen bebek ölüm sayısını ifade eden bebek ölüm hızı, 2018 yılında binde 9,3 iken 2019 yılında binde 9,1 oldu. Diğer bir ifade ile 2019 yılında bin canlı doğum başına 9,1 bebek ölümü gerçekleşti.
Doğumdan sonraki beş yıl içinde ölme olasılığını ifade eden beş yaş altı ölüm hızı, 2018 yılında binde 11,3 iken 2019 yılında binde 11,2 oldu.
Resmi kız çocuk evlilikleri azaldı
Evlenme istatistiklerine göre; 16-17 yaş grubunda olan kız çocuklarının resmi evlenmelerinin toplam resmi evlenmeler içindeki oranı 2009 yılında %8,1 iken bu oran 2019 yılında %3,1’e düştü.
Evlenen kız çocuklarının toplam evlenmeler içindeki oranı, 2002-2019

Kadınlarda ortalama ilk evlenme yaşı yükseldi
İlk evlilik yaşının doğumlar üzerinde önemli bir etkisi olup daha erken yaşlarda evlenen kadınların ortalama olarak daha fazla çocuk sahibi olma potansiyeli bulunmakta, bu da genellikle yaşam boyunca daha fazla sayıda doğuma yol açabilmektedir. Kadınlarda 2015 yılında 24,4 olan ortalama ilk evlenme yaşı 2019 yılında 25’e yükseldi.
Yaş grubu 20-24 olan evli kadınların %5,1’i 18 yaşından önce evlendi
Birleşmiş Milletler İstatistik Komisyonu tarafından 2013 yılında kabul edilen “Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri 52 Minimum Gösterge Seti”nde yer alan göstergelerden biri olan “20-24 yaş grubunda olup 18 yaşından önce evlenen kadınların oranı” Türkiye’de 2010 yılında %8,2 iken 2019 yılında bu oran %5,1 oldu.
Yönetici pozisyonundaki kadın oranı %17,5 oldu
Hanehalkı işgücü araştırması sonuçlarına göre, şirketlerde üst düzey ve orta kademe yönetici pozisyonundaki kadın oranı 2012 yılında %14,4 iken 2019 yılında bu oran %17,5’e yükseldi.
Hibya Haber Ajansı
Hibya Haber Ajansı
The post Bu yılın teması, kadınların ve kız çocuklarının sağlıklarının ve haklarının korunması oldu appeared first on Kamu365 | Dünya Gündemi.
from WordPress https://ift.tt/3e0vCPV via IFTTT
0 notes
Text
0 notes
Text
Dünyada 425 milyon, Türkiye’de her 7 kişiden biri diyabetli
26 Ekim 2019, Cumartesi 18:05
İstanbul

Mehmet ÇINAR/ANTALYA, (DHA)- EndoBridge Kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, dünyada 425 milyon diyabetli birey yaşadığını ve bu rakamın 2040 yılında 642 milyona yükselmesinin beklendiğini söyledi. Prof. Dr. Yıldız, Türkiye’de her 7 kişiden birinde diyabet, her 3 kişiden birinde prediyabet görüldüğünü kaydetti.
EndoBridge yıllık toplantılarının yedincisi Amerikan Endokrin Derneği , Avrupa Endokrinoloji Derneği ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin iş birliğiyle Antalya’da gerçekleştirildi. 41 ülkeden 680 katılımcıyla bugüne kadarki en yüksek toplam ve yabancı delege sayısına ulaşan EndoBridge 2019, endokrinoloji alanında dünyanın en önde gelen isimlerini buluşturdu. Bilimsel programda 24 konferans ve 16 vaka tartışması oturumuyla birlikte 100’ün üzerinde sözlü ve poster vaka sunumuna yer verildi.
Avrupa Akreditasyon Konseyi tarafından kredilendirilen toplantı Türkçe, Rusça ve Arapça eşzamanlı çeviriyle İngilizce sunum dilinde yapıldı. Programda diyabet, obezite, lipid bozuklukları, tiroid, kemik ve osteoporoz, hipofiz, böbreküstü bezi, nöroendokrin tümörler, kadın ve erkek üreme endokrinolojisi dahil olmak üzere endokrinolojinin tüm problemlerine güncel yaklaşım kapsamlı bir şekilde ele alındı.
Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına, EndoBridge Kurucusu ve Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Amerikan Endokrin Derneği gelecek dönem başkanı Prof. Dr. Gary Hammer, Avrupa Endokrinoloji Derneği önceki dönem başkanı Prof. Dr. AJ Van Der Lely ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Saygılı katıldı.
DİYABET, BÖBREK YETMEZLİĞİ RİSKİNİ 10 KAT ARTIRIYOR
En önemli konular arasında prediyabet ve diyabetin olduğunu belirten Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, dünyada 425 milyon diyabetli birey yaşadığını, bu rakamın 2040 yılında 642 milyona yükselmesinin beklendiğini söyledi.
Türkiye’de de her 7 kişiden birinde diyabet, her 3 kişiden birinde prediyabet görüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Yıldız, diyabetin kalp damar hastalığı riskini 3 kat, böbrek yetmezliği riskini 10 kat artırdığını vurguladı. Her 3 diyabetliden birinde görme kaybı geliştiğine işaret eden Prof. Yıldız, diyabete bağlı olarak dünyada her 30 saniyede bir uzuv kaybı, her 8 sekiz saniyede bir ölüm gerçekleştiğine de işaret etti.
DİYABETLİ HASTALARIN YARISI FARKINDA DEĞİL
Bunlara rağmen diyabetli bireylerin yarısının tanılarının farkında olmadığını belirten Prof. Dr. Yıldız, “Oysa diyabet hastalığının hem kendisini hem de neden olduğu diğer sağlık problemlerini erken tanı ve uygun tedaviyle önleyebilmek mümkün. Bu nedenle kan şekeri düzeylerinin normalin üzerinde olduğu ancak, henüz diyabet sınırına ulaşmadığı prediyabet durumunun ve diyabet açısından risk altındaki grupların belirlenmesi son derece önemlidir” dedi.
RİSKLİ GRUPLAR
Prof. Dr. Yıldız, prediyabet ve diyabet açısından değerlendirilmesi gereken riskli grupları ise şöyle sıraladı:
“Fazla kilolu ya da obez olma beraberinde; anne, baba ya da kardeşlerde diyabet. Kalp damar hastalığı öyküsü. Hipertansiyon. Lipid bozuklukları. Polikistik over sendromu (PKOS). Hareketsizlik. Gestasyonel diyabet (Gebelik şekeri). Bunun dışında hiçbir riski olmasa dahi herkese mutlaka 45 yaşından itibaren şeker taraması yapılması ve normal çıkması durumunda en az 3 yılda bir tekrarlanması gerekiyor.”
TÜRKİYE’DE KADINLARDA DİYABET RİSKİ YÜKSEK
Türkiye’de erkeklere göre kadınlarda, diyabetin yüzde 8, prediyabetin yüzde 26 daha fazla görüldüğünü de vurgulayan Prof. Dr. Yıldız, “Ülkemizde her 7 kadından birinde PKOS bulunuyor ve PKOS diyabet riskini 4 kat artırıyor. Bu yılki ulusal verilerimiz Türkiye’de gestasyonel diyabet yani gebelik şekerinin Türkiye’de her 7 hamilelikten birini, 35 yaş üzerinde her 3 hamilelikten birini etkilediğini gösteriyor. Bu rakamlar dünyaya göre oldukça yüksek. Aynı çalışmanın sonuçlarına göre anne yaşı yanında annenin gebelik öncesi vücut ağırlığı, daha önceki gebeliklerinde şeker yüksekliği ve aile bireylerinde şeker hastalığı öyküsü önemli risk faktörleri” dedi.
GEBELİKTE HEM ANNE HEM BEBEK İÇİN RİSK TAŞIYOR
Gebelikte şeker hastalığının gebelik esnasında ve sonrasında hem anne hem de bebek için çok önemli sağlık riskleri taşıdığı uyarısında da bulunan Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, “Gestasyonel diyabetli annelerin yarısında doğumdan sonra 5-10 yıl içinde tip 2 diyabet gelişiyor. Tip 2 diyabet gelişimini sağlıklı yaşam tarzı ile önemli oranda engellemek mümkün. Dünyada erken ölümlerin yüzde 70’inden fazlasında ergenlik çağından itibaren kazanılan yaşam alışkanlıklarının etkili ve haftada 150 dakikalık egzersiz beraberinde sağlıklı beslenme diyabet riskini yarıdan fazla azaltıyor” dedi.
BİLATERAL ADRENOKORTİKAL KİTLELERİN YÖNETİMİ
Bilateral adrenokortikal kitlelerin yönetimi hakkında konuşan Prof. Dr. Gary Hammer, nispeten nadir görüldüğü ve sistemik veya adrenal-spesifik hastalıkların geniş bir yelpazesini temsil edebildiğini söyledi. Bu kitlelerin bazıları ‘benign’ (iyi huylu) iken, diğerlerinin ‘lethal’ (öldürücü) olabildiğini kaydeden Prof. Dr. Hammer, “Yönetim açısından sistemik belirti/semptomlara ve bilateral genişlemenin bir adrenal primer hiperfonksiyonel rahatsızlığa veya tam tersine adrenal yetmezlikle kendini gösteren ekstra-adrenal infiltrasyon hastalığına dönüşebilme olasılığına çok dikkat edilmesi gerekir. Onkolojik malignite riski her zaman değerlendirilmelidir. Prezentasyon ve hastanın seyri ile ilgili görülen büyük değişkenliğin yanı sıra bilateral genişleme olarak ortaya çıkan primer malignitelerin nadir görülmesi göz önüne alındığında, bu vakaların en iyi endokrinolog tarafından değerlendirilip bakımlarının yapılacağına ve belirli durumlarda uzmanlaşmış merkezlere sevk edilmesi gerektiğine inanıyoruz” dedi.
20 YILLIK YANLIŞ
Bilim insanlarının son 20 yılda önemli bir yanlışa imza attıkları ve kanserin DNA’lardaki mutasyonlara bağlı ortaya çıktığının söylediklerini dile getiren Prof. Dr. Van Der Lely, “Ancak DNA’ya baktığınızda hücrelerin tüm izleri taşıması gerekiyor. Milyarlarca mutasyon analizi yaparak neden daha yaşlı insanların kansere yakalandığını tespit edeceğini düşündük ve dönüm noktasına geldik. 62 yaşındayım benim dokularım mutasyonlarla yüklü. Mikroskopla bu dokulara baktığınızda kanser olup olmadığını anlayabiliyorsunuz. O dokuların mutasyon oranına baktığınızda bunların benzerlik gösterdiğini görebilirsiniz. Sadece mutasyonlar değil başka değişikliklerde önemli. Giderek yıllar içinde genlerdeki mutasyonların değil, obezitenin genlerdeki mutasyona sebep olduğu ve bunun sonucunda da mutasyonların kansere neden olduğu ortaya çıkmaktadır. Diyelim ki tamamen sağlıklı bir aileden çocuk evlat edindiniz ve yeni ailede bir-iki kanser öyküsü var. O zaman çocuğun kansere yakalanma riski 5 kat artıyor. Yani sadece genler değil çocuğun yaşadığı ortamda kansere etki ediyor. Dünyada kanser araştırmalarının yüzde 90’ı gen araştırmalarına ayrılmış durumda” dedi.
HİPOFİZ BEZİ VE HASTALIKLARI
Hipofiz bezi ve hastalıklarının toplumda oldukça az bilindiğini belirten Prof. Dr. Füsun Saygılı ise, salgılandığı hormonlar sayesinde kadınların yumurtalıklarında, erkeklerin testislerinde, cinsel fonksiyonlar gerçekleştiği ve eğer bu hormonları üretemezse insanların da üreyemeyeceğini kaydetti.
Hipofiz oldukça önemli bir merkez olduğunu belirten Prof. Dr. Saygılı, “Hormonlar salgı bezleri tarafından kana verilir. Bu salgı bezlerinin orkestra şefi hipofiz bezidir. Hipofiz bezi kafa tabanında yerleşiktir; birçok düzenleyici hormon salgılayan farklı yapıda hücreler içerir. Bu hücrelerden bazıları aşırı çoğalma gösterip tümörleşebilir ve fazla miktarda hormon salgılayabilir” dedi.
Prof. Dr. Saygılı, sonuç olarak ortaya çıkan hastalıkları ise şöyle sıraladı:
“Aşırı hormon salgılanmasına bağlı belirtiler ortaya çıkar. Tümör dokusunun baskısı ile diğer hormonların salgılanması sekteye uğrayabilir. Hipofize komşu yapılar, örneğin sinirler etkilenir ve yine örneğin görme kaybı ortaya çıkar. Bazen de bu tümörler başka amaçla çekilen filmlerde tamamen rastlantısal olarak yakalanır. Kadınlarda adetlerin kesilmesi, memeden süt gelme, erkeklerde sertleşme kusuru. Vücudun bazı kısımlarının büyümesi ile kendini gösteren akromegali. Kas güçsüzlüğü, kan basıncı- kan şekerinde yükselme, cildin kolay zedelenmesi ile kendini gösteren Cushing Sendromu. Titreme, terleme, çarpıntı, guatr bulguları ile ortaya çıkan TSHoma. Halsizlik, yorgunluk, aşırı miktarda idrar yapma belirtileri ile tanınan diyabetes insipidus hipofiz bezi hastalıklarıdır. Hipofiz bezi hastalıkları tanısını koyarken hormon tetkikleri, hipofiz bezinin MR ile görüntülenmesi ve görme alanı testlerine ihtiyaç vardır. Hipofiz hastalıklarının tedavisinde ilaçlar, cerrahi yöntemler ve ışın tedavisi kullanılır.”
Kaynak: DHA
Bu Yazı Dünyada 425 milyon, Türkiye’de her 7 kişiden biri diyabetli adresinde ilk olarak yayınlanmıştır. BakNeDio.Com.
source https://baknedio.com/dunyada-425-milyon-turkiyede-her-7-kisiden-biri-diyabetli/
0 notes