Tumgik
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media
Barış Pınarı Harekâtına katılan bütün askerlerimize muvaffakiyetler diliyorum... Tanrı sizleri korusun...
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!
36 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Yaklaşık 1 yıl aradan sonra siz değerli takipçilerimle beraberim... Bugün 6 Ekim 2019... İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun 96. yıl dönümü... İstanbul’un işgali Osmanlı İmparatorluğu ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı'nın bu ülkeler arasında sona erdiğinin ilan edilmesinin ardından gerçekleşmiştir... Osmanlı’nın başkenti İstanbul önce 13 Kasım 1918, sonra 16 Mart 1920'de olmak üzere iki kez işgal edildi... Adana’daki görevinden dönen Mustafa Kemal Paşa, Adana treninden inip Haydarpaşa rıhtımına ayak bastığında düşman gemilerinin zafer bayrakları açmış şekilde toplarını sağa sola çevirerek İstanbul limanına girdiklerini, ayrıca bazı Türk azınlıkların da sevinç çığlıklarıyla karşı sahilleri çınlattığını görünce, “Geldikleri gibi giderler.” sözünü söyler... İlk işgalde İstanbul'un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alınmış ancak idareye el konulmamıştı, ikinci işgal ile idareye el konuldu... 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ayak basmasıyla başlayan Milli Mücadele, çeşitli cephelerde verilen zorlu savaşlar sonunda zaferle neticelenir... 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle düşman devletlerin temsilcileri tarafından imzalanan Lozan Antlaşmasıyla da Kurtuluş Mücadelesinin zaferi onaylanır... Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitmesinden sonra Refet (Bele) Bey komutasındaki bir Türk birliğinin İstanbul’a girmesine rağmen, işgal resmi olarak kaldırılmaz... 8 Eylül 1923’te Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlenip Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya düşmanlardan kurtarılır... İşgal, son İtilaf birliklerinin 4 Ekim 1923'te şehri terk etmesinden sonra Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birliklerinin 6 Ekim 1923’de tören eşliğinde şehre girmesiyle sona erdi... İstanbul, jeopolitik olarak dünyanın en önemli noktalarından birisidir... Belki de en önemlisidir... Kıtalar arası geçiş için mükemmel bir geçiş noktasıdır... Bu denli önemli olan bir şehir tabi ki birileri tarafından elde edilmek istenmesi hiç de olağan dışı değildir... Şimdi ise sizlere Komünizm’in ne kadar iğrençlik ötesi bir fikir olduğunu göstereceğim; Bildiğiniz üzere İstanbul’un Belediye Başkanı 23 Haziran’da değişti... Seçimi CHP adayı Ekrem İmamoğlu kazandı... Son 1 haftadır Komünist Çin ile sıkı bağlar kurmanın peşinde... 3-5 gün öncesine kadar çocuk, genç, yaşlı, erkek, kadın dinlemeden Uygur Türk’ü vatandaşlarımızı katleden Komünist Çin’in kuruluş yıl dönümünü kutladı... Sonrasında ise Komünizm aşığı, “Vallahi Apo’yu özledik.” diyen PKK sempatizanı Ahmet Kaya’nın mezarına oradan da Yılmaz Güney’in mezarına ziyarette bulundu... En son yaptığı ise artık bardağın taşmasına neden oldu... Çin’in hiçbir yerinde üzerinizde Türkiye bayraklı bir şey taşıyamazken İBB dün tramvay durak isimlerinin Türkçesinin altına Çincesini de ekletti... Bu kadar da olmaz! Ne İstanbul, ne de Türkiye kimsenin babasının çiftliği değildir!
TANRI TÜRKÜ KORUSUN!
3 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
08.02.1265... Hülâgü Han... İlhanlı devletinin hanı... 1217 yılında Cengizhan’ın torunu olarak dünyaya geldi... Ağabeyi Mengü Han tarafından güneyde İranlılara ve Abbasilere karşı, dedesi Cengizhan’ın politikalarını devam ettirmesi için görevlendirilmiştir... Hülâgü Han Tengricilik dinini benimsemiştir... Ayrıca bilime ve kimyaya düşkündür... Ağabeyi Mengü Han, Hülagü Han’a, kendisine direnmeyen kasabalılara ve milletlere hoşgörülü davranmasını ancak ona direnen ve karşı çıkan kişileri tamamen kılıçtan geçirmesini öğütlemiştir... Daha sonra büyük bir ordu kuran Hülagü Han, İran’a sefer düzenlemiş ve ilk etapta karşısına hiçbir direnen çıkmaması üzerine hedeflerini bir bir fethederek yoluna devam etmiştir... Haşhaşilerin meşhur Alamut Kalesi’ni kuşatmış, yüzyıllar boyu kimsenin “Alınamaz.” dediği kaleyi usta bir bilginlik ve teknolojiyle kolayca fethetmiştir... Bilindiği üzere Alamut Kalesi oldukça sarp kayalıklarda oldukça profesyonel Haşhaşiler tarafında korunmakta ve alınması çok zor bir konumdaydı... Hülâgü Han sarp Alamut Kalesini fethederek dünya tarihine geçmiştir... Hülâgü Han, kalenin altındaki tepenin içine tüneller kazdırmış ve bu tünelleri tamamen barut ile doldurmuştu... Adeta kalenin bulunduğu tepeyi dev bir bombaya dönüştürmüş, kaleyi havaya uçurmuştur... böylelikle alınamaz denilen Alamut Kalesi’ni fethetmiş ve ardından Bağdat’a yönelmiştir... Hülâgü Han, Bağdat’a ulaşınca Abbasi Halifesi El Mustasım (Müstasım)’a kendisinden teslim olmasını istemiştir... El Mustasım ise Hülâgü Han’a, kendisine saldırırsa Allah’ın gazabına uğrayacağını söylemiş, Hülâgü Han ve ordusunun yok edilmesi fetvasını vermiştir ve teslim olmayı reddetmiştir... Hülâgü Han, Halife El Mustasım’ın bu cevabına oldukça kızmış ve Moğol Ordusu harekete geçmiştir... Hülâgü Han, Abbasilere oldukça kanlı bir sefer yapmıştır, (200.000-400.000 arasında yaş ve cinsiyet ayırt etmeden tüm insanları yok etmiştir) Bağdat şehrini çok fazla zorlanmadan yıkıcı savaş gücüyle ele geçirmiştir... Bağdat şehrini tamamen ele geçirince kaçmak isteyenleri ise yakalatıp öldürülmesini emretmiştir, Halife El Mustasım yakalanmış ve dini bir liderin bile kendisine karşı koyamayacağını, kendisine karşı çıkan her kim olursa olsun sonuçlarını en ağır şekilde ödeyeceğini göstermek için Halife El Mustasım’ı ibretlik bir şekilde öldürtmüştür; ilk önce dansöz kıyafeti giydirerek oynatmıştır ve atlara çiğneterek öldürmüştür... Hülâgü Han ardından Filistin seferine çıkmış, Suriye’de Eyyübilerin üzerine gitmiştir... Bir sonraki hedef olarak da Mısır’ı görmekteydi... Ancak Ağabeyi Mengü Han’ım ölümü onu bu seferlerden vazgeçirdi... Taht kavgaları yüzünden Moğol birliği dört parçaya ayrılmıştır... Hülâgü Han yönetimindeki İlhanlılar da bunlardan biriydi... Sultan Baybars Han yönetimindeki Memlük Devleti 1260’da Ayn Calut bölgesinde Hülâgü Han’ın ordusunu bozguna uğratmıştır... Hülâgü Han intikam almak için daha büyük bir ordu kurmuşken Altın Orda hükümdarı Berke Han Hülâgü Han’a savaş açmıştır... Nogay Han komutasındaki Altın Orda Devleti ordusu, Hülâgü Han’ı Kafkaslar’da bozguna uğratmıştır... Bu aynı zamanda Moğol orduları arasındaki ilk savaştır... Hülâgü Han 08.02.1265 yılında ölmüştür... Daha sonra atı ve cariyeleri kurban edilerek yanına gömülmüştür... Cenazesi Şamanizm geleneklerine göre yapılan son hükümdardır... Mezarı Urmiye Gölü'ndeki bir adadadır... En büyük oğlu Abaka Han yerine geçerek babasının politikasını devam ettirmiştir...
11 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Ülkemizin değerli sanatçılarından Mehmet Barış Manço’yu ölüm yıl dönümünde saygı, sevgi ve özlemle anıyorum...
“Bıyıklarımı Göktürklerden, uzun saçlarımı Oğuzlardan aldım...”
- Barış Manço
Kutlu tinin şad olsun yeleli Bozkurt...
200 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media
Her şeyden önce Türk’üz, her şeyden sonra yine Türk’üz! Onun için yaşarız, onun için ölürüz!
- Mahmut Esat Bozkurt
Kün aysın Türk budunu!
15 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
20/01/1990... Türk ırkının görmüş olduğu bir başka katliam daha... 20 Yanvar (Ocak) 1990’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine bağlı Kızıl Ordu beklenmedik bir anda Bakü’ye baskın yaptı... 132 Türk’ü orada katlettiler... 1980’lerin sonuna gelindiğinde artık Sovyetler Birliği’nin Sosyalizm anlayışı kangren olmuştu... İnsanların devlet adamlarına güveni kalmamıştı... On binlerce insan meydanlarda mitingler düzenliyor, hükümeti protesto ediyor, bağımsızlık istiyordu... 15 devletin oluşturduğu Sovyetler Birliği resmen kaynayan bir kazan gibiydi... Sovyetler Birliği’nin son lideri Michael Gorbaçov önlem olarak önce Prosterika ardından da Glasnos politikalarını yürürlüğe koydu... Ancak Gorbaçov’un hesapları tutmadı... E*menistan, Sovyetler Birliği’nin bu halini fırsat bilerek Karabağ’ı almak için Azerbaycan’dan toprak talebinde bulundu... Daha sonra Karabağ’ı işgal etti ve ardından da Azerbaycan ile Nahçivan arasındaki toprak bağlantısını kesti... Bu bardağı taşıran son damla oldu... Azerbaycan, Sovyetler Birliği’nden, E*rmenilerin Karabağ’dan çıkartılıp, göç etmek zorunda kalan 1 milyon Azerbaycanlının öz topraklarına geri dönmesine yardım etmesi için talepte bulundu... Sovyet tankları harekete geçti... Ancak Azerbaycanlıların istediği yöne değil... Sovyetler Birliği E*rmenistan’ı destekliyordu... Nedeni ise neredeyse çöken ekonomisini yeniden şahlandırmak için Azerbaycan petrolüne ihtiyacı vardı... Azerbaycan’ın kendisinden ayrılmak istediğini biliyordu, bu yüzden kendisine bağlı olan E*menistan’ı destekledi... 19 Ocak’ı 20 Ocak’a bağlayan gecede Kızıl Ordu, Bakü’ye bir çok noktadan girmişti... Kızıl Ordu Bakü’yü kuşatmıştı... Azerbaycan halkı böyle bir saldırıyı hiç beklemiyordu... 70 yıl hizmet ettikleri devlet tarafından ihanete uğramışlardı... Azerbaycan halkı sokaklara dökülmüştü... O gece bir kahramanlık destanı yazıldı... Bağımsızlık için, özgürlük için çıplak ellerle tanklara meydan okundu... Kızıl Ordu yaşlı-genç, kadın-erkek, çocuk-bebek ayırt etmiyordu... Silahsız, masum, yardıma muhtaç insanların üzerine ateş açıyordu, tank mermisi atıyordu... 20 Ocak günü, gün ağardığında bilanço ortaya çıkmıştı; 132 Azerbaycan Türk’ü hayatını kaybetmişti... Ancak Azerbaycan halkının direnişi sonuç vermişti... Her geçen gün bağımsızlıklarına yaklaştıklarını hissediyorlardı... Azerbaycan topraklarından yavaş yavaş Sovyetler Birliği’ne ait resimler, yazılar, heykeller kısacası tüm izler siliniyordu... 18 Ekim 1991 tarihinde Azerbaycan Devleti’nin bağımsızlığına dair yasa kabul edildi... 29 Aralık 1992 yılında yapılan referandumla da Azerbaycan bağımsızlığını ilân etti... Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke Türkiye oldu...
Şunu da eklemeden geçmek istemiyorum; dün Hrant Dink’in ölüm yıl dönümüydü... Bir E*meni öldüğünde ülkenin yarısı E*meni olmuştu... Yıllardır masum insanlarımız, askerlerimiz, kandaşlarımı katlediliyor, bir kez olsun sadece ve sadece bir kez Türk olabildiniz mi? Eğer Türk olabilmişsen Moskof’un ve E*menilerin Türk ırkının en büyük düşmanları olduğunu aklından çıkartmamalısın...
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!
30 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media
Türkçü, konuşmaya başlayınca onu kimileri dinsiz, kimileri solcu, kimileri ise şovenist zanneder... Oysa Türkçü Laiktir, toplumcudur, soycudur... İdeolojik kafalar bunu anlayamadıkları için ya da anlayışları iki beden küçük geldiği için kendi bakış açılarıyla yorum yapmaya kalkarlar... Bu sebeple Türkçüyü anlayamazlar... Hele ki karşındaki Türk değilse işin daha da zordur; kuvvetle muhtemeldir ki seni anlamalarına genleri izin vermeyecektir... Bundan dolayı da Türkçülük yüksek bir fikirdir... Kafanı geliştirmek emek ister, bilgi ister... En önemlisi Türk olmayı ister... Atatürk onun için “Ne mutlu Türk’üm diyene!” demiştir... Çünkü Türkçülük “Türk” demeyle başlar...
29 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Photo
Tumblr media
12.01.1905... Ulu Gök Bilge Hüseyin Nihal ATSIZ’ın bugün doğum günü... 
Tanrı dağında tinin özgür gezsin ey kutlu atam Atsız...
26 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media
İki fotoğraftaki insanlar Suriye’den geliyor... Birisi Türk’tü tabutla geri geldi vatanına, diğeri A*ap’tı vatanından kaçtı, yılbaşında ise sığındığı ülkede eğlendi... Söyleyeceklerim bu kadar...
Atatürk’ün 1930 yılında söylediği şu söz benim için çok şey ifade ediyor;
“Türk çocuğu artık A*ap çölleri için kanını dökmeyecektir.”
90 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media
Ağaç kovuğundan çıkmadık, gökten zembille inmedik... Tesadüfen olmadık, toplamayla oluşmadık... Tarihte Türk’tük, hâlâ da Türk’üz, istikbalde de Türk olacağız...
Tanrı Türk’ü Korusun!
134 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media
Binlerce yıldır aynı; ya duvar örülür, ya çukur kazılır...
Çünkü bizim geldiğimiz anlaşılır!
Tanrı Türk’ü Korusun!
62 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media
“İslam Birliği ve kardeşliği, kuruntudur. Bundan sonra, araya bu kadar ihanet ve düşmanlık girdikten sonra asla gerçekleşmeyecektir. Gerçekleşecek olan birlik İslam Birliği değil, Adalar Denizi’nden Altaylar’ın ötesine kadar Türk Birliği olacaktır.”
- Hüseyin Nihal Atsız
TANRI TÜRK’Ü KORUSUN!!!
10 notes · View notes
barisapaydin · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bugün, belkide musalla taşlarının bir daha hiçbir zaman göremeyeceği kadar büyük bir düşünce adamının ölüm yıl dönümü... Yol göstericimiz sayın Hüseyin Nihal Atsız Bey’i ölümünün 43. yılında saygı, sevgi ve özlemle anıyorum... Kutlu tini şâd olsun...
Nihal Atsız kimdir:
Türkçülük-Turancılık akımının önemli bir temsilcisi olan Hüseyin Nihal Atsız, keskin ve dolaysız yazılarıyla hafızalara kazınmıştır... Türk Tarihi’ni ve Edebiyatı’nı çok iyi bilmektedir... Özellikle Göktürkler üzerinde uzmanlaşmıştır... 34 tane kitabı ve birçok şiiri mevcuttur... Türkçülük hareketini etkileyen en önemli isimlerden biridir...
Hüseyin Nihal Atsız, 12 Ocak 1905 tarihinde İstanbul’da doğdu... Annesi Fatma Zehra Hanım, babası binbaşı Mehmet Nail Bey’dir... Ahmet Nejdet Sançar ve Fatma Nezihe Çiftçioğlu isimli iki kardeşi vardır... Fatma Zehra'nın vefatı üzerine Mehmet Nail Bey, 1931’de yeniden evlendi... Ancak 2 yıl sonra eşinden boşandı... Atsız, ilk ve ortaöğrenimini Kadıköy’de tamamladı... Daha sonra Askeri Tıbbiye’ye girdi...
Bu dönemde Türkçülük akımının etkisine girmeye başladı... Bu yüzden yaşadığı problemlerden dolayı 1925’te Askeri Tıbbiye’den atıldı... Kısa bir süre sonra Kabataş Erkek Lisesi’ne yardımcı öğretmen olarak girdi...
Daha sonra şehirlerarası vapurlarda kaptan olarak çalıştı... 1926 yılında yatılı olarak İstanbul Darülfünunu Edebiyat Bölümü’ne kayıt olan Atsız, bundan bir hafta sonra askerliğini yapmak için okula ara verdi... Üniversiteye geri döndükten sonra, bir arkadaşıyla birlikte “Anadolu’da Türklere Ait Yer İsimleri” adlı bir makale yazdı... Bu makale Türkiyat Mecmuası’nda yayınlandı... 1930 yılında mezun oldu...
Yazdığı makale, öğretmeni Mehmet Fuat Köprülü’nün dikkatini çekmişti... Bu yüzden Atsız’a bir şekilde yardımcı olmaya ve onu yanına almaya çalıştı... Atsız mezun olduktan sonra 8 yıl boyunca liselerde mecburi hizmet yapmalıydı ancak Köprülü bu mecburi hizmeti affettirdi ve onu 1931’de asistanı olarak üniversiteye aldı...
Asistanlık görevine başladıktan sonra Atsız, hocası Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan gibi isimlerle birlikte “Atsız Mecmua” adlı Türkçülük yanlısı bir dergi çıkartmaya başladı... Ancak dergide yayınlanan “Dârülfünûn’un Kara, Daha Doğru Bir Tabirle, Yüz Kızartacak Listesi” makalesi yüzünden 1933 yılında asistanlıktan uzaklaştırıldı...
Bu tarihte Atsız, öğretmenliğe dönmeye karar verdi... Malatya’ya tayini çıktı... Burada birkaç ay Türkçe öğretmenliği yaptıktan sonra yeni tayini üzerine Edirne’ye gitti... Bu sırada “Türkçü Dergi” sıfatıyla “Orhun” isimli bir dergi çıkartmaya başladı... Bu derginin yayınına, ders kitaplarında okutulan tarihi açık ve ağır şekilde eleştirdiği için bakanlar kurulu tarafından son verildi...
Nihal Atsız 1934 yılında İstanbul’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na atandı... Burada 4 yıl çalıştıktan sonra 1938’de görevden alındı... Öğretmenliğe 1939 yılına kadar Özel Yüce-Ülkü Lisesinde devam etti... 1939-1944 yılları arasında Boğaziçi Lisesinde görev yaptı... Bu sırada Orhun adlı dergiyi tekrar yayınlamaya başladı...
Bu yıllar İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna gelindiği ve Türkiye’de ideolojilerin çarpıştığı bir dönemdi... Atsız, Orhun Dergisi’nin bir sayısında o sırada Başbakan olan Şükrü Saracoğlu’na bir çağrı yayınladı... Pertev Naili Boratav, Sabahattin Ali gibi isimlerin Marksist bir hareket içinde olduğunu öne sürdü ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in istifa etmesini istediğini belirtti... Bu çağrı, birçok ilde Komünizm aleyhinde ufak çaplı ayaklanmaları tetikledi... Tepki uyandıran bu mektubun ardından Atsız, Boğaziçi Lisesindeki vazifesinden alındı ve Orhun Dergisi tekrar kapatıldı...
Sabahattin Ali, mektupta “vatan haini” olarak suçlanması nedeniyle Atsız’a bir hakaret davası açtı... Bunun üzerine 6 ay hapis cezasına çarptırıldı... 1944 yılında dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Nihal Atsız ve 34 arkadaşı aleyhine bir konuşma yaptı... Bunun üzerine grup yargılanmaya başladı ve Atsız 6.5 yıl hapse mahkum edildi... Fakat karar temyize gidince bu süre 1.5 yıla indirildi...
Atsız, 2 yıl kadar iş bulamadı... 1949’da bir arkadaşı Milli Eğitim Bakanı olunca onun aracılığıyla bir kütüphanede çalışmaya başladı... Bu sırada Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Haydarpaşa Lisesi’ne atanarak burada öğretmenlik yapmaya başladı...
1952’de “Türkiye’nin Kurtuluşu” adlı konferansı üzerine bazı gazeteler Atsız’ın aleyhinde yazılar yazdı... Bunun üzerine Haydarpaşa Lisesi’ndeki görevinden alınarak tekrar kütüphaneye tayin edildi... Süleymaniye Kütüphanesi’nde emekli olduğu 1952 yılına kadar çalıştı...
Atsız, 1950 yılında “Orkun” adlı dergide yazarlık yapmaya başladı... Bununla birlikte “Ötüken” adlı dergiyi de yayınladı... Bu dergilerde yazdığı bazı makaleler, genel anlamda “Markisitlerin Doğu’daki gizli çalışmaları” diye adlandırdığı yazıları tepki topladı... Bu sırada “Ötüken”deki yazıları yüzünden Atsız ve bir arkadaşı açılan dava sonucunda 15 ay hapse mahkum edildi... Bu mahkumiyet kararının ardından çalıştığı üniversitedeki öğretmen ve öğrencileri dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ten Atsız’ın affını istedi... Bu istekleri Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi...
Nihal Atsız, geçirdiği kalp krizi sonucu 11 Aralık 1975 tarihinde vefat etti...
VAKTİYLE BİR ATSIZ VARMIŞ!!!
12 notes · View notes
barisapaydin · 6 years
Text
Tumblr media
“Partilerde ülkü yoktur. İktidara geçmek veya orada kalmak için en aşırı tavizlerden çekinmezler.”
- Hüseyin Nihal Atsız
Zaman her daim Atsız Atamızı haklı çıkartmaktadır...
89 notes · View notes
barisapaydin · 6 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
10.11.1938... Cümlelerin, kelimelerin hatta harflerin bile boğazımıza dizildiği tarih... Doğru ya; harfleri de o getirmişti... Getirdiği harflerle kurduğumuz en acı cümleydi “Atamız’ı kaybettik.” yazmak... Nasıl söyleyebilirdik ki birbirimize seni kaybettiğimizi? Öksüz kaldığımızı nasıl birbirimize anlatalım Atam? Sen ki koskoca Anafartalar Komutanı, Başkomutan, Başöğretmen, Mareşal, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’sün... Seni kaybettiğimizi nasıl olur da basit bir cümleyle söyleyebiliriz, yazabiliriz? Adına, namına destanlar yazsak kifayetsiz kalır bütün cümleler... Ancak bunun yerine seni kalbimizin en altın yerine gömdük... Beynimizin pasını silen fikirlerin ise 80 yıldır aklımızda... Tanrı şahidimdir ki seni görmüş olan çocukları çok kıskanıyorum... Keşke ben de bir kez görebilseydim seni, elini öpseydim... Belki bir kez sarılırdım sana... Ne de olsa Türk’ün babasısın... Sen koskoca Mustafa Kemal Atatürk’sün! Yarım asırdan biraz fazla sürdüğün ömrünün tamamını bizim için harcadın be Atam... Aile kurmadın, zevkinle uğraşmadın, gülmedin, eğlenemedin... Belki sen de “Aman, bana ne? Ben mi kurtaracağım ülkeyi?” diyebilirdin ancak demedin; Fikrin ve zikrin sadece bu millet oldu, bu ülke oldu... Bu ülke için hebâ ettin bütün ömrünü... Şikayetçi bile olmadın... Yeri geldi bir lider oldun; insanlarımıza, insan olduklarını, hayvandan farklarının olduklarını hatırlattın ve hepimize haklar verdin... Yeri geldi Altaylar’dan gelmiş Bozkurt oldun Türklüğü hatırlattın... Yeri geldi Başöğretmen oldun bize okumayı, yazmayı, ilimi, irfanı, tahsili öğrettin... Yeri geldi Başkomutan oldun; bize savaşmayı değil, ölmeyi emrettin... Yeri geldi bir baba oldun; “Ey Türk Gençliği!” diye seslenip Bilge Kağan gibi, Kültigin gibi, Tonyukuk gibi öğütler verdin senden sonraki nesillere... Dahili ve harici bedhahlarımızın olabileceğini öğrettin... Ey Türk ulusunun eşsiz ve en büyük Başbuğu; Seni hiç görmememe rağmen sanki her gün görüyormuşum da yeni kaybetmiş gibi özlüyorum... Ne olursun artık çık gel; Samsun’dan, Erzurum’dan, Sivas’tan, bir yerlerden çık gel artık ne olursun... Çocuklarını öldürüyorlar... Senin Türkçülüğünü bölücülük olarak addeden, seni unutmamak, unutturmamak ve daima hatırlamak-hatırlatmak için diktiğimiz heykellerine “Put!” diyerek saldıranlar, Milliyetçiliğini ayaklar altına alanlar, ülkeyi bölmek isteyen bölücüler töredi... Durumumuz çok kötü Atam... Belki de sana hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız var... ÇIK GEL, NE OLURSUN...
Atam, seni minnetle, özlemle ve teşekkürlerle anıyorum... Yattığın yer ışıklarla dolsun...
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!
24 notes · View notes
barisapaydin · 6 years
Text
Değerli ırkdaşlarım, bir aksilik olmazsa yarın Anıtkabir’de, Mustafa Kemal Atatürk’ün huzurunda olacağım... Esen kalın...
14 notes · View notes
barisapaydin · 6 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
4.11.1993... Kerkük Türklerinden olan Ahmet Cem ERSEVER, 1950 Erzurum doğumludur... Resmi adı "İstihbarat Grup Komutanlığı" olan ve halk arasında "Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele’' (JİTEM) adıyla anılan birimin kurucusu ve komutanı olan Jandarma subayıdır...
Ersever, Güneydoğu Anadolu’da Pkk ile yapılan gerilla ve istihbarat çalışmalarının tümünde yer almış, silahlı çatışmalara bizzat katılmış, tüm faaliyetleri yönetmiş, PKK’ya yardım ve yataklık eden kişi ve gruplarla irtibat kurmuş ve bunları tam yetkiyle ve Komutanlığa doğrudan bağlı olarak yürütmüştür... 11 Aralık 1979 yılında, Jandarma Genel Komutanlığı tarafından çeşitli illerdeki kaçakçılık olaylarını soruşturmak üzere görev yapmıştır... 20 Şubat 1980 tarihinde ise Trabzon’a benzer bir görevle atanmıştır... Bu zaman dilimi içerisinde, Yüzbaşı rütbesi ile görev yapmıştır... Ahmet Cem Ersever, 12 Eylül sonrasında Güneydoğu’daki terör, kaçakçılık vb. örgütlü eylemlerle mücadele etmek için kurulan Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birimini (JİTEM) kurmakla görevlendirilmiştir... JİTEM o dönem, doğrudan Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı olarak çalışacak olan özel bir birimdir... Ersever, Soner Yalçın ile yaptığı röportajlarda, Mahmut Yıldırım ve faili meçhul cinayetler hakkında bazı beyanlarda bulunmuştur... Bundan kısa bir süre sonra, Orgeneral Eşref Bitlis’in Şehit edilmesi nedeniyle, 30 çalışma arkadaşıyla birlikte görevinden istifa etmiştir... Ersever, 24 Ekim 1993 yılında Soner Yalçın ile gerçekleştirdiği röportajla ilgili ifade vermek üzere Ankara’ya gittiğinde kaybolmuştur... 4 Kasım 1993 tarihinde, elleri arkadan bağlanmış, ağzı bantlı, kafasına 2 el ateş edilmiş halde, Ankara Elmadağ ilçesi çıkışında cesedi bulunmuştur... Kendisini öldürenlerin kimliği belirlenememiştir... Ersever’in avukatı Emin Emir tarafından, kendisi ile Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu arasında yakın ilişkilerin olduğu belirtilmiştir... Sağlığında, "Üçgendeki Tezgah" ve "Apo - PKK - Kürtler" adlı kitapları yazmış olan Ahmet Cem Ersever’in adına, Soner Yalçın tarafından yazılmış olan "Binbaşı Ersever'in İtirafları" adlı bir eser de bulunmaktadır... 4 Kasım 1993 yılında Şehit edilen Binbaşı Ahmet Cem ERSEVER, 1990 yılında PKK’ya karşı başlatılan Gayri Nizami Harbin ilk lideridir... Örgüte ciddi zararlar verip, PKK’nın Avrupa ve Amerikalı destekçilerini yok etmeye başladığı dönemde, şehit edilmiştir...
Ruhu şad, mekânın uçmak olsun...
IŞIKLAR İÇİNDE UYU KOMUTANIM...
77 notes · View notes