Tumgik
#sevgi yoksunu
Bazı insanlar dertleri olmadığı için değil, anlatacakları şeyleri karşısındaki kişilerin anlamayacağını bildiği için susarlar .
1510
3 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 8 months
Text
İyi akşamlar
SİZ HİÇ SEVDİNİZMI
siz hiç sevdınız mi ???
Sevmek yoksunu şaşkınlar sordular bana hiç sevdin mi diye
Evet dedim sevdim
Ama sizin bildiğiniz gibi değil
Sizin anladığınız gibi değil
Hani gecenin karanlığı çöker
Çöker de ay kendini ışığında gösterir ya
İşte ben bu emsalsiz görüntü için
Aya ışığını veren güneşi sevdim
Görüleni değil onu göründüğü gibi yapanı sevdim
Evet sevdim ben
Sevdiğimi gözleri için değil
Bu gözlerde saklı bakışı için sevdim
Sevdiğimi ondan gidecek güzelliği için değil
Onda hep baki kalacak ruhu için sevdim
Ve ben sevgimi hak edene verdim
Tüketmedim onu sizin gördüğünüzde
Harcamadım onu sizin sevgi diye kabul ettiklerinizde
Evet sevdim ben
Sevgimi hak edene verdim
Sizin anladığınız gibi değil
Sizin bildiğiniz gibi değil
Bir kalp gezgini gibi değil
Anlık sevdalar peşinde koşan bir şaşkın gibi değil
Ne istediğimi bilerek
Herkesin anlamını bilmeden ağzına almış olduğu sevgiyi
Dudaklarında bir oyunmuş gibi tükettiği sevgiyi
Atılmış olduğu yerden alarak
Onu hak ettiği yere taşıyarak
Gözlerim için değil de
Ruhum için
Evet sevdim ben
Ben size soruyorum şimdi
Siz hiç sevdiniz mi?
Tumblr media
93 notes · View notes
penaber · 2 months
Text
Eskiden...
Birlikte olduğum, sevdiğim, saygı duyduğum insanların üzerine titrerdim.
Empati duygumu bir hayli geliştirmiş hatta abartmıştım.
En küçük olayda bile kendimi düşünmeyi bıraktığımdan gün gelip gerçekten kendimi düşünmem gerektiğinde bunun nasıl olabileceğini çoktan unutmuştum.
İşte o yüzden siz siz olun, attığınız adımları cömertçe harcamayın.
Duygusal birlikteliklerde çok sevmek çok ilgilenmek, ince düşünmek, naif olmak işe yaramıyor.
Birini herkesten çok sevince, onun da sizi çok seveceğini düşünmek, hayalperestlikten öteye geçmiyor.
Sonunda üzülen, yüzündeki sızıntılarla baş etmek zorunda kalan yine sen oluyorsun...
Kısacası...
Çok sevmeyin, çok önemsemeyin, çok umursamayın.
Ben artık öyle yapıyorum.
Sevgi yoksunu sahtekarları ciddiye almıyorum...
Kadir kıymet bilmeyenleri sevmiyorum...
Sadece kendini düşünenleri önemsemiyorum...
Şimdi diyorum ki;
Herkesin yolu layığına çıksın...
49 notes · View notes
ahhasret · 2 months
Text
Tumblr media
Eskiden...
Birlikte olduğum, sevdiğim, saygı duyduğum insanların üzerine titrerdim.
Empati duygumu bir hayli geliştirmiş hatta abartmışım.
En küçük olayda bile kendimi düşünmeyi bıraktığımdan gün gelip gerçekten kendimi düşünmem gerektiğinde bunun nasıl olabileceğini çoktan unutmuştum.
İşte o yüzden siz siz olun, attığınız adımları cömertçe harcamayın.
Duygusal birlikteliklerde çok sevmek çok ilgilenmek, ince düşünmek, naif olmak işe yaramıyor.
Birini herkesten çok sevince, onun da sizi çok seveceğini düşünmek, hayalperestlikten öteye geçmiyor.
Sonunda üzülen, yüzündeki sızıntılarla baş etmek zorunda kalan yine sen oluyorsun...
Kısacası...
Çok sevmeyin, çok önemsemeyin, çok umursamayın.
Ben artık öyle yapıyorum.
Sevgi yoksunu sahtekarları ciddiye almıyorum...
Kadir kıymet bilmeyenleri sevmiyorum...
Sadece kendini düşünenleri önemsemiyorum...
Şimdi diyorum ki;
Herkesin yolu layığına çıksın...!
La-edri
13 notes · View notes
eskidostumk · 3 months
Text
Empty Note (acoustic)
youtube
2024 çok farklı bir zaman dilimine tekabül etti hayat akışımda. Değiştim, büyüdüm ansızın, romantik- pembe rüyalarımdan sıyrılmadan hayattaki siyah- beyazların ayırdına vardım. Babamın iyi biri olmadığını fark edebildim mesela. Bu zamana kadar hep kabullenmişim, affetmişim... Kararmış bakışlarına şahit olunca bir sorgulama içerisinde buldum kendimi bilinçsizce. Evet, bilinçsizce bir eylemdi. Yaşamım süresince göstermiş bana tane tane siyahları-beyazları. Ben ise her seferinde gülümseyerek kapatmışım korkak gözlerimi. Meğersem herkes özünde iyilik barındırmazmış. Saf kötü diye nitelendirdiğim en yakınımda öylece vâr olmuş. Daha önemlisi beni hep sevdiğini sanmıştım, sanmak istemiş de olabilirim.
O diğer babalardan farklıydı, 15 yaşında küçük bir kız iken benimsedim, kavradım farklı oluşunu... Ondan önceki karanlık dönemimdeyse sanıyordum ki bütün babalar böyledir.. Sert, merhametsiz, şefkat yoksunu...
Geçenlerde öğrendim ki aslında hiç sevmemiş bizi... Beni..! Artık kabullenemiyorum; onu, sevgisizliğini, ufacık bir terslemesini dahi... Peki, bu eksikliği neden hiçbir erkekte arama girişiminde bulunmadım? Öyle olması gerekmez miydi? Kız çocukları henüz küçük yaşta iken babalarının yoksun bıraktığı sevgi ve şefkatten ötürü işe yaramaz, noksan erkeklerin peşinden sürüklenip sevgi dilenmez miydi?
Sanırım yıllar boyunca yaptığı her şeyin ardında gizil bir sevgi kırıntısı olduğunu zannettim. Ve her ulaştığımı sandığım bu sevgi bana öyle katı bir set çekti ki; korkmuşum hep bu sevgi denilen duygudan... Yaşamım süresince korkak, kabuğundan çıkamayan, kendini keşfedemeyen silik bir nokta olmuşum. Sanıyordum ki ailem ve hayallerim arasında debelenip duruyorum. Debelenip durduğum tek nokta babam ve ondan bana kalan korkak bir kız çocuğu olmuş....
6 notes · View notes
peltekse · 1 year
Text
Seven insan karşısındakini dinlemeye hazır olur çünkü kendi haklı dahi olsa, günün sonunda onu kırmak istemez. Günümüzün ilişki yoksunu hayat koçlarının "eğilmeyin, bükülmeyin, burnunuzdan kıl aldırmayın, asla değişmeyin"lerine kulak asmayın çok.. Sevgi güç savaşı değildir çünkü*
30 notes · View notes
sadeceruyalarda · 7 months
Text
birisinin ruhuna dokunmadan, bedenine dokunmaya çalışan zihniyet yoksunu ilişkiler arasında masum sevgi bekliyoruz.
14 notes · View notes
edebiyatabogunbeni · 1 month
Text
hayat sanki böyle olmamalıymış gibi hissettiriyor insanlar raydan çıkmış ormanlar yanıyor hayvanlar ölüyor yolda yürüyen insanlar katlediliyor heryerde savaş var insanlarda sevgi duygusunun yerini intikam vahşet alıyor bu böyle olmamalı Tanrı bizi sevgi dolu topraklarda yarattı üstüne bir de özgür irade verdi peki ne içindi insanlar en kötü sonu seçsinler diye miydi camdan baktığımda hiçbir şey göremiyorum çocuklar teknoloji bağımlısı olmuş bahçede akşam ezanına kadar oyun oynayan çocuklar yok anne beş dakika daha kalayım demek yerine anne beş dakika daha telefona bakayım diyen çocuklar var bu çocuklar daha şimdiden dış görünüşlerini takmaya başlamışlar 10 yaşındaki çocuk kilosundan dolayı doğum günü pastasını yiyemiyor yanaklarından dolayı aynaya bakamıyor bu çocuklar üstüm çamur oldu annem kızar mı acaba diye düşünmeleri gerekirken bir yetişkin gibi düşünüyorlar neden böyle olduk neden insanları üzmek bir başarıymış gibi algılanıyor karşındaki insan hassassa ve sen tek bir lafınla onu kırıp paramparça ettiysen bir ödül falan kazanmış olmuyorsun hassas bir insan zaten kırılır dünyadaki tüm hassas veya içe kapanık insanlara zorbalık yapamazsınız bunların hiçbir getirisi yok iyi bir insan olun bazılarınız şöyle diyor zamanında bana kötülük yapıldı ben de aynılarını yapacağım e aynılarını yaparsan ne farkın kalır asıl bana kötülük yapıldı ben dünyanın en iyi insanı olacağım diye düşünmelisiniz çünkü yaşadınız biliyorsunuz başkaları neden yaşasın bunları oysa insanları hayvanlardan ne ayırır biliyor musunuz aklı ama aklı olan insanlar empati bile kuramıyorsa bir hayvandan ne farkı kalır anlamıyorum hiçbir şeyi anlamıyorum insanlık kelimesi bomboş çünkü insanlık ne?? Ciddi ciddi düşünün bir insanlık ne demek olabilir hayır hiçbir anlamı yok gerçekten tek bir anlamı bile yok insanlar korkunç insanlar özgür iradeleri var diye her istediklerini yapabileceklerini zanneden empati yoksunu varlıklardır.
2 notes · View notes
siyahpanjurluev · 1 month
Text
Senelerdir hayal kurmuyordum; kafamın içinde bir yerlerde hep var olan bir hayal, hep kaçtım. Çünkü, kırgınlıklarla doluyum. Bir hayal kırıklığına daha gücüm yetmez korkusu sardı ruhumu. Ölü bir ruha dönüştüm, hayalleri olmayanlar ölürmüş. Belki bundandır bir kaç senenin bana bir asır gibi gelmesi. Şimdi, orada bir yerde hep olan hayalimi gün yüzüne çıkarttım; bu rezil, cani, vicdan yoksunu, kokuşmuş dünyadan uzak, güzelliklerle, sevgi, şefkatle dolu sıcacık dünyama adım attım. Dilerdim ki bu dünya gerçek olsun ve masumları bu dünyada güvende tutabileyim. Belki, Güneş tersten doğduğu vakit.
2 notes · View notes
Tumblr media
1510
1 note · View note
ysfogzdgrz51 · 2 years
Text
HAYIRLI AKŞAMLAR ARKADAŞLAR
SİZ HİÇ SEVDİNİZMI
siz hiç sevdınız mi ???
Sevmek yoksunu şaşkınlar sordular bana hiç sevdin mi diye
Evet dedim sevdim
Ama sizin bildiğiniz gibi değil
Sizin anladığınız gibi değil
Hani gecenin karanlığı çöker
Çöker de ay kendini ışığında gösterir ya
İşte ben bu emsalsiz görüntü için
Aya ışığını veren güneşi sevdim
Görüleni değil onu göründüğü gibi yapanı sevdim
Evet sevdim ben
Sevdiğimi gözleri için değil
Bu gözlerde saklı bakışı i��in sevdim
Sevdiğimi ondan gidecek güzelliği için değil
Onda hep baki kalacak ruhu için sevdim
Ve ben sevgimi hak edene verdim
Tüketmedim onu sizin gördüğünüzde
Harcamadım onu sizin sevgi diye kabul ettiklerinizde
Evet sevdim ben
Sevgimi hak edene verdim
Sizin anladığınız gibi değil
Sizin bildiğiniz gibi değil
Bir kalp gezgini gibi değil
Anlık sevdalar peşinde koşan bir şaşkın gibi değil
Ne istediğimi bilerek
Herkesin anlamını bilmeden ağzına almış olduğu sevgiyi
Dudaklarında bir oyunmuş gibi tükettiği sevgiyi
Atılmış olduğu yerden alarak
Onu hak ettiği yere taşıyarak
Gözlerim için değil de
Ruhum için
Evet sevdim ben
Ben size soruyorum şimdi
Siz hiç sevdiniz mi?
75 notes · View notes
Text
Tumblr media
Ethica’da kıskançlıkla ilgili şöyle der Spinoza: “Kıskançlık başlı başına bir nefrettir, yani kederdir; şöyle dersek kıskançlık insanın etki gücünü ya da çabasını kısıtlayan bir duygudur.”[3] Kıskançlık, bir nefrettir. Çünkü en nihayetinde kıskanılan insanın kederinden neşe ve pek tabii neşesinden de keder duymaya götürür.[4] (Bu anlamıyla kıskançlık, tohum hâlindeki hasetten başka bir şey değildir.) Oysa ki sevgi duyduğumuz insanın neşesinden neşe duyarken, kederinden de keder duyarız. O hâlde yalnızca sevmediğimiz, yani bizi şu ya da bu şekilde kederlendiren insana karşı bir kıskançlık hissedebiliriz. Sevdiğimize imreniriz belki ama sevmediğimizi kıskanırız. (İmrenmenin kıskanmadan farkı, imrendiğimiz kişiye sevgi duyarken, yani onunla sevgi temelli bir ilişki kurarken; kıskandığımız kişiye nefret duymamız, yani onunla nefret temelli bir ilişki kurmamızdır.)
Spinoza, ancak sevmediğimiz insanı kıskandığımızı söyler. Oysa bugün, ancak sevdiğimiz insanı kıskandığımızı söylüyoruz. Hatta, kıskançlığı sevginin başlı başına bir belirtisi olarak görüyoruz. Kıskanmıyorsak, sevmediğimizi; kıskanılmıyorsak, sevilmediğimizi düşünüyoruz. Düşünüyorum da Spinoza olsa, kesinkes şöyle derdi: “Nefreti sevgiyle karıştırıyorsunuz. Sevgiyi nefrete buluyorsunuz. Üzgünüm ama, hiçbir şey anladığınız yok.” Oysa aslında, birini bir başkasından kıskanmamız, hem kıskançlığımızın kaynağı olan kişiye karşı duyduğumuz sevgisizliği hem de sevdiğimizi düşündüğümüz kişiye karşı duyduğumuz güvensizliği gösterir. Bu açıdan kıskanan, hem sevme yoksunu hem de özgüvensizdir. Spinoza da kuşkusuz böyle düşünüyordu ama bunu en net dile getiren, Descartes’tı: “Aynı şekilde karısını kıskanan bir adamı da ayıplarız, çünkü bu onun karısını gerektiği gibi sevmediğinin ve hem kendisine hem de karısına iyi hisler beslemediğinin bir işaretidir. Karısına gereken sevgiyi göstermediğini söylüyorum, çünkü ona karşı gerçek bir sevgi beslemiş olsaydı, ona asla güvenmemezlik etmeyecekti. Ama bu adamın sevdiği, karısı değil ki, sadece tek başına sahip olduğunu sandığı bir nimet. Zaten kendisinin bu nimete layık olmadığına ve karısının da sadakatsiz olduğuna kanaat getirmemiş olsaydı, onu kaybetme endişesi de duymayacaktı.”[5] Nitekim, ironiktir de bu: Kişinin sözde sevdiğini kıskandığı kişinin, aslen kendisinden başka biri olmadığını imler. Kıskanan, sözüm ona sevdiğini kendi kendisinden kıskanır. Üçüncü bir şahıstaysa, olsa olsa sevgisizliğine ve güvensizliğine bir temel bulur, o kadar.
11 notes · View notes
user2513 · 2 years
Text
bazen deriz ki, "vay be! çok şanslı." fakat bilmediğimiz tek şey onun şans değil de imkanlar olduğu. bazen oturup düşünüyorum, ya bu hayat değil de başka bir hayatta olsaydım. böyle bir şekilde yaşamaktansa başka bir yaşamı isterdim. sorun sadece maddiyat değil manevi olarak sevgi yoksunu ve endişe duymak zaten bitiriyor. eskiden insanların beni sevdiğini önemsediğini düşünürdüm. fark ettim ki kendimi avutuyormusum. seçimlerim çok yanlış oluyor. yeni yıla giriyoruz ama birlikte 2022'ye girdiğim çoğu insan yok oldu. bu kötü bir şey de iyi de. aslında iyi tarafindan bakıyorum diyebiliriz. eski arkadaş, sevgili çok şey katıyor insana. bazen diyorum ki asla biriyle birlikte veya arkadaş olmayacağım ama öyle olmuyor. iyisine de kötüsüne de olsa bir şey katıyorlar. elimden geldiğince sosyal olmaya çalışıyorum ve bir gün şans değil de imkanların benim de elimde olacağını ümit ediyorum.
2 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
YAŞAM SANATI ZYGMUNT BAUMAN
"Sıra yaşamı mutlu kılanın ne olduğunu açıkça görmeye geldiğinde, ışık el yordamıyla aranır" Seneca Bauman'ın bu eseri uzun bir giriş bölümü, sonrasında üç ana bölüm ve son sözden oluşmaktadır.  Kendim için tanımlayacak olursam bu kitap "Büyük bir eserdir." Tekrar okuyacak olduğum bir eser olmasına rağmen bu defaki okumadan aldığım notlar ve edindiğim düşünceler üzerine biraz yazmak istiyorum. İlk ve son bölümü daha çok sevdiğimi belirtmek isterim. Son bölümü de çok güzel bir Nietzsche dersi ile kapatıyor Bauman. Bauman'ın ilk olarak öne çıkardığı durum: "Zenginlik artışı ile mutluluk artışı arasında hiçbir bağlantı olmadığıdır." Evet maddiyat bize sahip olunaca bir sürü nesne sağlayabilir. Bir sürü marka, etiket, logo temin edebilir. Toplum önünde "üstün" bir kimliğe bürünmemize yardımcı olabilir vs. Lakin bunlar sahici bir mutluluk olarak yer edinmiyor hayatımızda. Çünkü mutluluk kaynağının yarısından fazlası nicel olmayan durumlarda vücut buluyor ve insan ilişkilerinin gerçek boyutu özveri isteyen, emek isteyen duyguların üzerine inşa ediliyor. Bir güven ya da bir sevgi duygusu gerçek anlamda satın alınamaz. Alınıyor olması gerçek yerine geçerli olanın hüküm sürmesinden kaynaklı olabilir en fazla. Üzerinde durulan bir diğer nokta "Gayrı Safi Milli Hasıla" (GSMH)  GSMH'nın artışı  mutluluk artışını da gerçekleşeceğine yönelik bir ölçüt de yetersizdir der. GSMH ikna edildiğimiz ya da edilmeye çalışıldığımız yanıltıcı bir rakamlardan ibarettir sadece. Ne kadar artarsa artsın gelir yoksunu insanların hayatına gerektiği kadar etki etmeyecek olan sembolik bir rakamdır. Kapitalizmin hüküm sürdüğü bu dünyada GSMH artışı devletin denetim mekanizmasının sağlamlığına işaret etmektedir. İnsan haklarının çiğnendiği, başa geçenin gittikçe zenginleştiği fakir ile zenginin arasındaki uçurumun gittikçe açıldığı bizimki gibi ülkelerde GSMH tutulması gereken bir istatistikten ibarettir. Abisi gibi Suikast sonucu öldürülen ve 1968 seçim kampanyasında GSMH için çok sert eleştiri getiren Robert Kennedy'nin dedikleri konuyu detaylandırmaya yetecektir: "Bizim Gayrı Safi Milli Hasıla'mız, hesaplamalarında, hava kirliliğini, tütün reklamlarını ve otobanlarımızdan yaralıları toplamak üzere kullanılan ambulansları hesaba katar. Evlerimizi korumak için tesis ettiğimiz güvenlik sistemlerinin ve evlerimize gizlice girmeyi başaranları tıktığımız cezaevlerinin maliyetlerini kayda geçirir. Sekaya ormanlarımızın yıkımını ve bunlarının yerlerini genişlemenin ve kaotik kentleşmenin almasını içerir. Napalm bombalarının, nükleer silahların ve kent kargaşasını zapt etmek için polisin kullandığı silahlı araçların üretimini içerir. Çocuklara oyuncak satmak için şiddeti yücelten televizyon programlarını. kayda geçirir. Öte yandan, GSMH çocuklarımizın saglığından, eğitimimizin kalitesinden ya da oyunlarımızın neşesinden söz etmez. Şiirimizin güzelliğini ve evliliklerimizin kudretini ölçmez. Politik tartışmalarımızın niteligini ve temsilcilerimizin güvenilirliğini değerlendirmekle ilgilenmez. Cesaretimizi, aklımızı ve kültürümüzü dikkate almaz. Ülkemize duyduğumuz şefkat ve adanmışlık hakkında tek bir söz söylemez Kisacası GSMH, yaşama cefasını değerli kılan şeyler dışında her şeyi ölçer." Mutluluk arayışının hiçbir zaman sona ermeyeceğine de birkaç yerde değinir Bauman ve bunun nedenine göz atıp birinci bölüme giriş yapalım. Bauman kapitalist düzendeki tüketim anlayışında bize telakki edilenin "para harcadıkça mutluluğun arttığı" durumu olduğunu ifade etmektedir. Televizyon, dergiler ve diğer medya kaynakları tüketim anlayışını inşa etmekle görevlendirilir. Reklamlar, dergi ekleri, gazetelerdeki "yaşam stilleri"nden kesitler hep daha iyi nasıl harcama yapacağımızı anlatır bizlere. Ne kadar para harcarsak o kadar mutlu olacağımız savını destekler dururlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta tükettikçe mutlu olup olmadığımızı sorguluyor muyuz? Çünkü tüketim ihtiyacı hiçbir zaman tatmin edilmeyecek bir ihtiyaçtır. Elimizdekilerle yetinip oluşturulan tüketim algısının dışında kalabiliyor muyuz? Ve de kim için tüketiyoruz.. Tatmin olduğumuz için mi, başkalarından bir adım önde olabilmek için mi? Bauman'ın değindiği gibi tüketim oyununda amaç varmak mıdır yoksa sürekli olarak koşmak mı? Marcus Aurelius MS (121-180) yüzlerce yıl önce "mutlu bir yaşamın sırrı tutkularınızı dizginlemek, aklınızıysa dörtnala koşmaktır." demiştir. Pascal ise (17.yy) mutsuzluğun "sakince oturmak yerine, hastalıklı bir koşuşturma hevesi içinde bulunmaktan" kaynaklandığını söyler.  Sosyolog Claude Kaufman: "Herkes umutsuzca başkalarının gözlerinde onay, hayranlık ya da sevgi arıyor gayretle. Unutmayalım ki başkalarının onay ve hayranlığı ile sağlanan özsaygının temellerinin zayıf olduğunu da bilmeyen yoktur." Farkında olup başkalarının onayına bağlı bir mutluluk anlayışı geliştirmek bizi daha da kırılgan bir hale getirmektedir. Bireyci bir çağda yaşıyoruz. Başkalarının onayı, çıkarları sona erene kadar sürüyor. Haliyle devamlı yeni bir onay döngüsü aramaya koyuluyoruz. Sürekli bir telaş, koşuşturma içerisinde buluyoruz kendimizi. Yerimizde durup kendi içimize neden bakamıyoruz? Neden kendimizi değerlendirme yoluna gidip onaylanma durumunu bir köşeye bırakamıyoruz? Çünkü Lasch'in "psikolojik insan" tanımlamasının içinde yer alan "yeni narsistler"iz. Dünyanın halini yalnızca kişisel sorunlar prizmasından algılayan, değer biçen narsistleriz. Başkasının ilgisini, dikkatini üzerimize çekmeye çalışan, başkalarına gerçekleri söylemek yerine aldatmayı tercih eden narsistleriz. Kitabın adı "Yaşam Sanatı" bunu her insanın bir sanatçı oluşuna bağlıyor Bauman. Farklı farklı düzeylerde de olsak her birimizin yaşamı bir sanattır. Her ne kadar öyle olmadığını düşünsek de sanatın, sanatçının farkında olmadan yaşasak da hayatımız nefes aldığımız sürece işlemeye devam edeceğimiz bir sanat eseridir. Binlerce yıldır benzeri sorular ve sorunlarla inşa edilen bir sanat eseridir insan yaşamı. İki bin yıl önce insanın mutluluğu açıkça görmeye geldiğinde ışığının kısılması el yordamı ile aramak zorunda kalışını ifade eden Seneca'nın bulunduğu noktadayız. Hâlâ el yordamı ile ama bence çok daha fazla bir yükle mutluluğu aramaya koyuluyoruz. Sonuçta bizim sırtımızda yüzlerce yıldır işlenen insanın yaşam sanatı var... Çok sayıda düşünürün "mutluluk" üzerine söylemleri yer alıyor kitapta. Ben insani ilişkiler ve sevgi boyutu üzerinde durarak bitirmek istiyorum. Tüketim çağındayız. Her şeyin nesneleştiği, çıkarların insan kalbinden üstün tutulduğu bir tüketim çağı. İyi insanların, bir eylemi karşılıksız şekilde sadece yapılması gerektiği için yapan insanların da tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Herkes tarafından kandırılma endişesi taşıdığımız lakin bunu bilerek başkalarını kandırmak için uğraş verdiğimiz bir çağdayız. Jean-Claude Michéa bir soru yöneltiyor: "İnsanlar güvenilmezse ve kimsenin kendinden başka dostu yoksa herkesin herkese karşı olduğu bu savaştan nasıl kaçacağız?" İoanna Kuçuradi "İnsan dostu yoksa yalnızdır" der. Hafta sonu yalnız kaldığı için ya da bir girlfriend, boyfriend'i olmadığı için değil. İnsan ilişkilerini sağlamlaştırmak için çok emek vermek gerekiyor. Tükenmeyecek bir dostluk ilişkisi kurabilmek için karşımızdaki insana çıkarsız yaklaşabilmemiz gerekmektedir. Çıkarın başladığı yerde insan ilişkileri zedeleniyor. Evet çıkarcı olduğumuzu ya da karşıdakinin öyle olduğunu bile bile ilişki kurmaya devam ettiğimiz oluyor. Lakin bu sağlam bir insani ilişki olmaya yaklaşamayacaktır. İnsan ilişkilerinin kırılganlığının nedenleri üzerine kafa yormak gerekiyor belki de. Çünkü yaşadığı sürece insan (az ya da çok) başkalarına değmeye devam edecektir.
6 notes · View notes
Text
Bugün buraya "Mor Şalvar" hakkında yazmak istiyorum. Bir şehir tiyatrosu oyunu.Fakat bir oyundan çok daha fazlası gözümde. Oyunun her sahnesinde hayatlarımızdan bir parça geliyor önümüze. Aslında hepimiz ne zor hikayelerden geçiyoruz. Köylüsü-kentlisi, genci-yaşlısı, çalışanı-ev hanımı... Ayırmaksızın, hepimiz asında biriz. Farklı kulvarlarda, aynı çizgiyi takip ediyor ayaklarımız. Kimimize babamızdan, kimimize kocamızdan, kimimize patronumuzdan vuruyor sillesini hayat. Çok küçük yaşlarda başlıyor sorumluluk üstlenmeye omuzlarımız. Fakat dedim ya, biriz. Bir olmalıyız. Sevgi yoksunu insanlardan uzak durmalı, bazen sesimizi gür çıkarmalı, her zaman daha iyinin peşinden koşmalıyız ve her ne olursa olsun hakkımızı her zaman aramalıyız. Bu yolda bir olmalıyız ki sesimiz göğü aşsın. Sesimiz göğü aşsın ki titretsin kalplerini yaşananlara göz yumanların ve arka çıkmayanların. Sesimiz göğü aşsın ki, bir daha 365 günün sonunda 370 kadın can vermek yerine, can bulsun. Sesimiz birlikte öyle gür çıksın ki, sesimiz göğü öyle bir aşsın ki, vücudumuzdaki morlukları saymak yerine, saksılarımızdaki tomurcuklanan mor çiçekleri sayalım günün sonunda. Biliyorum, bazen ses çıkaramıyoruz bir çoğumuz. Ama bir olursak inanıyorum ki birbirimize seste oluruz nefeste... Bu inançla yürümek istiyorum yolumda. Bugünü unutmayıp, yarını daha özgür yaşayabilmek adına...
3 notes · View notes
dipnotski · 1 day
Text
Boris Cyrulnik – Duygu Yoksunu Kırk Harami (2024)
Boris Cyrulnik bu kitabında en sevdiği temalara geri dönüyor: çocukluk, sevgi dolu ve güven verici figürlere bağlanmanın hayati önemi ve bağımsız olmak için kendini onlardan özgürleştirme ihtiyacı. Kediler, filler ya da Neandertaller nasıl yaşıyor ve dünyayı nasıl deneyimliyor? Erkek ya da kız olmak ne anlama geliyor? Cyrulnik, hayvanları ile insanları karşılaştırarak eşsiz bilgi birikimi ve…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes