Tumgik
#sevdiğim ve rahat dersler var
lemonsherbett · 2 years
Text
Pazartesi günleri şimdiye kadar kötüydü ama artık seviyorum
0 notes
acid-gramma · 3 years
Note
ingilizce öğretmenliği okuyorum ve bu bölümü sevdiğim için seçtim sayısalım kötü olduğundan değil üstelik bu bölümde yüzde elli bursluyum başka yerlerde tutuyordu ama bu okulu seçme sebebim ortak çekirdek dersleri var matematik, sanat, tarih, edebiyat gibi ayrıca ek dal yapma zorunluluğumuz var ve bir devlet üniversitesi staj imkanı doğru düzgün sağlamazken bile bizim okulumuzda ankaranın belirli kolejlerinde staj imkanımız var mezun oldığumdaki cvmi düşünerek sevdiğim bölümü seçtim üstelik para ödüyor olmam koymuyor çünkü öğretmek için doğmuşum resmen hatta ek dalı siyaset ve uluslararası ilişkilerden yapıyorum çünkü ilgimi çeken bir konuydu çift ana dal yapmak istiyorum pdr'den aynı fakülte ve ortak dersler var eğitim psikolojisi gibi benim için daha rahat olacak dilci olsam kafama sıkardım bomboş hayat falan demeyelim son derece planladım ve istediğim şeyleri yapıyorum mutluyum
hll lan
2 notes · View notes
shepnem · 4 years
Text
Bir İş Analistinin Günlüğü
Uzun bir yoldan buralara geldik, ve daha önümüzde çok daha uzun bir yol var. İsterseniz bu yola nasıl başladığımızı analiz edebilmek için şöyle bir çocukluğumuza dönelim.
Herkes gibi çok mütevazi bir ailede doğdum. Herkes diyorum çünkü şanslı kesim göz ardı edilecek kadar küçük bir azınlık ve onların başarı veya başarısızlık hikayesi ile çok da ilgilenmiyorum. Benimki ise ne başarı ne de başarısızlık hikayesi. Tam bir tarihin ortanca çocuğu gibiyim. Ne büyük buhranı gördüm ne de büyük savaşlarla köşeyi dönebildim. Herkes gibi ay sonunu getirebilmek, faturalarımı ve masraflarımı ödeyebilmek varsa lükslerimi (yılda 1 tatil, belki yurtdışı) karşılayabilmek, bir de kısmetse hayalimiz olan emekliliğe ulaşabilmek için eforumuzun üstünde çalışıp hakedişimizin altında kazancımızla hayata tutunan insanlardan sadece biriyim.
Neyse çocukluğumuza dönelim. 9 aylıkken yürümeye ve konuşmaya başlamış, o zamandan beri hem durmamış hem de susmamışım. Ama tabiki söylemek istediklerimi çok kez içime atmış biri olarak bunların nedenine zamanla blogumda yer vereceğim.
Bazen kendimi çok overrated hissediyorum. Çünkü küçükken çok zeki olduğumu düşünen bir kitleye sahibim. Keşke böyle düşünmeselermiş. Sıradan olduğumu düşünseydim daha çok şey başarabilirdim. Yani, çok kişi erken konuşmaya başlayabilir, hazır cevap olabilir, okulda ilk okumayı öğrenen olabilir, bilgi yarışmalarına katılabilir, lise hayatına kadar derecelerle mezun olabilir ve CV’si diplomalar ve sertifikalarla dolu olabilir. Ama inanın özel sektörde, iş hayatında bunların hiçbir işe yaramadığını farkediyorsunuz. Hangi sektörde hangi alanda çalışırsanız çalışın her zaman “Marketing” in önemini bilmelisiniz. Kendinizi tanıtabilmeli, insanları manipule edebilmeli, iyi bir network edinebilmeyi ve en önemlisi boş bir egodan çok dolu bir özgüven sahibi olabilmelisiniz. Diplomalar hepimizi eninde sonunda bir işe sokacaktır fakat iş hayatında kalıcı olabilmek ve de rahat bir kafa ile çalışabilmek için kendinize güvenmeniz ve o güveni sağlamanız çok önemli.
Ben mi? Uzun yıllar önce özgüvenimi kaybetmiştim. Nerde kaybettiğimi inanın ben de bilmiyorum. Bir kaç tahminim elbet var fakat oldukça karmaşık bir geçmişimiz olduğu için kurcalamak ve hesap sormak dahi istemiyorum. Onun yerine değerli vaktimi özgüvenimi kazanmaya adadım. Kısmen başarılıyım. Daha uzun yollar var önümde dediğim gibi.
Nerde kalmıştık çocukluğum. Ezberci sistemin sınav için herşeyi öğretip gelecek için en ufak bilgi vermedikleri dolayısı ile ne olmak istediğimiz hakkında en ufak bilgi sahibi olamadığımız zamanlar.. Fakat daha o zamanlarda okulda kendi kendime dergi çıkartıp satardım. İçeriğini, bulmaca sayfasını, yemek tariflerini, fıkra ve bilmece alanlarını, genel kültür alanları vb. hazırlardım. Güzel de bir fiyat belirlemiştim. Öyle ki en ufak bir kopyası bile bende kalmamış yok satmışım. Umarım sattığım kişilerde bu kopyalar vardır. Ama farklı şehirlere sürüklendiğimiz için bu kişileri Facebook ile bile bulmam mümkün değil. 8 tane okul değiştirmiş biri olarak hayatımdaki çoğu kişinin ismini unuttum..
O zamanlar tahmin edeceğiniz gibi hayalim bir dergi editörlüğüydü, yani yazmayı severdim. Sürekli günlük tutardım. Her ne kadar günlüklerimi kilitlesem de o sıralar üniversiteyi şehir dışından kazanmış ve halası olan annemde geçici olarak kalan süper zeka Tıp öğrencisi “çok sevdiğim!” kuzenimin anneme verdiği müthiş tavsiye ile annem günlüklerimin kilidini kırar, okur hatta arkasına notlar yazardı. O zamanlardan özel hayata saygının olmadığını idrak etmiş bir bireydim kısaca.
Ortaokulda kompozisyon derslerini o kadar severdim ki sınavlarda 30/30 alırdım. Yazmak bir tutkuydu benim için. Şimdi ise kalemi elime almak bile zor geliyor.
Neyse o yaşlarda herkesin - az çok çalışan herkesin - tüm dersleri iyi olabilir, ama bu sizin sayısalcı veya sözelci olduğunuzu göstermezdi, göstermemeliydi. Derken hayat bizi bir seçim yapmaya zorladı. Alanımızı seçmek zorunda kaldık. Tabiki her aile gibi benim ailemin de başarılı çocuğu, doktor, değilse diş hekimi, değilse, eczacı, değilse mühendis, değilse artık ne isterse o olacaktı. Bu nedenle de sayısal bir alan seçmek zorundaydı. O an kafamda bir silah baskısı hissettiğimi söyleyebilirim (ergenler gibi yemin edemem) ama ispatlayamam :)
Lise hayatımda acı bir kahve gibi tatsız tuzsuz geçti. 40 yıl hatrı hala devam ediyor tabi. Yazdığım günlükler rafa kalktı. Denemelerim azaldı. Sınava odaklı bir dönem başladı ve sınav günü geldi çattı.
Ortalamanın üstünde bir puan ile herşey olabilecek gibi ama hiçbir şey de net değil gibi bir durumdaydım. Tıpkı hala değişmeyen şu hayatım gibi. O nedenle tercihlerim sevgili hocalarımın da yardımı ile (bana sorulmadan:) Medical bölümlerden, mühendislik mimarlığa, öğretmenliğe kadar her alanla doldu. Bu kadar karmaşa bile o an ne olmak istediğimi bilemediğimin apaçık göstergesiydi. Bense hayatımda ilk kez o an bir risk aldım ve tercihlerimde bir değişiklik yaparak şuan mezun olduğum bölümü araya ekledim. Ve o bölüme yerleştim :) Yani Matematik Mühendisliği..
Peki ben matematik mühendisi olmak istiyor muydum, neden yazmıştım. Aklımdan neler geçiyordu. İstanbul dışında bir şehirde üniversite sınavlarına hazırlanırken dersanenin verdiği üniversiteler broşüründe o üniversiteyi görüp beğenmiştim. O bölümü incelemiştim. Ne olmak istediğimden asla emin değildim belki fakat ne olmak istemediğimden o kadar emindim ki.. Sağlık sektörüne dahil olan hiçbirşey olmak istemiyordum. Hastanelerin kapısından bile geçmek istemiyordum. E artık sözel veya eşit ağırlık bir bölüme de giremeyecektiysem ne olacaktım. İşte mesleğime dergideki o yazıları okuyarak karar vermiştim. Üstelik de bilgisayarın B’sini bilmezken..
Ben ki başka bir kuzenimle yazın memleketimize geldiğimizde internet cafeye gittiğimizde çalışan kişiye, "bu bilgisayar nasıl açılıyor" diye soran kişiydim. Üniversiteyi kazanana kadar bilgisayarım olmamıştı ve şimdi mesleğim tamamen bununla ilgili olacaktı.
Ve bu mesleği benimle birlikte kazanmış gerçekten farkındalık sahibi kişiler, özellikle erkek olanlar, küçük yaşlarda bilgisayar oyunlarına duydukları merakla hem yazılımsal hem de donanımsal meraklarını kısmen gidermiş üniversitede öğreneceklerine hem aç hem de açık ve + olarak bu oyunlarla ingilizceleri profesyonelleştirmiş kişilerdi. Bir konuda ilgili olan bilgili olabilirdi kısaca. Bense ilgilenmeye çalışıyordum.
Ama #şükür ki derslerimiz sadece bilgisayar, yazılım değildi. Matematiksel analizler, muhasebe, oyunlar teorisi, ve diğer mühendislik alanlarının temel dersleri olan statik, dinamik, mukavemet, yöneylem gibi derslerle disiplinlerarası pek çok konuda bizi eğitebilecek derslerdi. Bu beni mutlu ediyordu çünkü bilgisayarın b’sinden anlamazken yazılımın y’sine ilgi duymakta zorluk çekiyordum ve aldığımız eğitimi de yeterli ve ilgi çekici bulamıyordum. Ben de hayat boyu öğrenci olmayı ve okumayı sevdiğimden akademisyen olmak gibi bir kariyer planı çizmeye başladım.
Üniversiteden mezun olduğumda iyi bir diploma notuna, ayrıca açıköğretimden farklı bir bölümde okuma hakkına sahiptim. Yaz dönemi bitse ve yüksek lisansa başlasam diye dualar etmeye başlamıştım bile. Yaz dönemi geçti ve aynı bölümde yüksek lisansa başvurdum. Derken normalin 3 katı üzerinde bir başvuru ile yurdun 4 bir kesiminden not only "mühendis" but also “matematik” mezunu arkadaşlarımızın da başvurusuyla sadece 10 kişi kabul edileceğinden heycanımız yüksek, gençliğimiz var şeklinde dışarda mülakat sıramızı bekledik.  Mülakat sırasında mülakat notu + Ales + Diploma notu + Dil puanı şeklinde bir ortalama belirlendiğinden sıralamam 11 oldu. Bundan önceki dönemde başvuranların çoğunun aynı ünviversitede başka bölümlere de başvurup kazanmış olabileceği veya başka üniversitelerde başka bölümlere başvurmuş olup oraları da kazanmış olabileceğinden muhakak bu 10 kişinin 10′unun da bu bölüme girmeyip ilk yedek olarak gireceğimi ümit ettim. Nitekim o 10 kişi de o bölüme girdi. Hayattaki şansım :)
Bizim bölüm senede 1 yüksek lisans başvurusu yaptığından akademik kariyerim titanik gemisinin buzdağına ilk o anda çarptı. Sonrasında en az 1 yıl beklemem gerektiğinden bu süreçte iş aramaya karar verdim.
İlginç bir şekilde kısa süren iş aramadan sonra bir bankanın stratejik birimine kabul edildim. Fakat mülakatın başından sonuna kadar bölümümden bir arkadaşımla işe alınıp survivor finallerine kalmış gibi sürekli çarpıştırılmamıza gönlüm razı gelmedi. Ara dönemde bu işimden ayrıldım.
Ara dönemde aynı üniversitemde bu sefer farklı bir bölümün açtığı yüksek lisans bölümüne başvurdum ve kazandım. Tekrar acaba akademisyen olabilir miyim? umudu ile fakir olan ruhumun ekmeğini yemeye başladım.
İlk yıl dersler su gibi akıp geçti. Derslere severek katıldım. Bölümdeki tek matematik mühendisi bendim. Hocalar Matematikçi Hn. diyerek çağırıyorlardı. İçinde matematik geçen (neredeyse tüm) dersleri seviyordum. Hocaların da takdirini kazanmıştım. Güzel bir ortalama yaptım. Derken Akademisyenlik için başvurular başladı. Tüm evraklarımı tamamlayıp ilgili birime ekledim. Ve başvurular içinde yer alan metinde “lisans olarak x, y, z.. bla bla..mühendisliklerinden mezun... bla bla” açıklamasında “matematik mühendisi” geçmediği için, o bölümde yüksek lisans yapıyor olmama rağmen başvurum reddedildi. Yani sadece bir metin ve virgüller arasına bölüm ismim yazmadığı için, bölümdeki tek matematik mühendisi ben olduğum için, o yazıyı oraya yazan kişi bunun farkında olmadığı için, titanik gemim artık batıyordu ve ben kemanımla şarkılar çalmaya başlıyordum, ağlayarak.
Artık gerçek dünyayla tanışma zamanı gelmişti. derslerimi vermiştim, tez aşamasına gelmiştim fakat gençliğim talan olmuş, çok sevdiğim akademisyenlik ise yalan olmuştu. Tam o dönemde sevdiğim bir hocamın Almanya’da 1 yıl çalışma durumu oluşmuştu ve benim de yüksek lisans erasmus başvurum Münih Teknik Üniversitesi için kabul edilmişti. Fakat trikotajla ilgisi olmayan zalim kader ağlarını 2 ters 1 düz örmüştü ve başvurmadığım halde yeni mezun arayan bir banka benimle iletişime geçmiş ve teklif iletmişti. Başa dönersek geldiğim “mütevazi” aile için riskli ve masraflı bir erasmus mu yoksa vahşi iş hayatının pençeleri mi derseniz artık para kazanmak gerekiyordu ve ben batan gemiye son kez el sallayıp bir filikaya binmiştim..
Ve artık İş Analisti hayatım başlayacaktı...
Devamı gelir.
1 note · View note
istandistmag · 6 years
Text
Müzik Yarışmaları Bana Garip Geliyor
Bahadır Tatlıöz ile Kalamış ByEsat Balık’ta biraraya geldik. Malum “Ünlüler Mutfakta” bölümümüzde, biraz “kendin pişir, kendi ye” durumu söz konusu… Önce mutfağa girip yemeğimizi pişirdik, sonrasında da bir güzel yedik.
Tabii yemeklerimizi yerken, bir taraftan da uzun uzun sohbet ettik. Müziğe emek vererek, yılları devirmiş olsa da, popüler şarkılara imza attıktan sonra hızlıca, tanıdığımız simalar arasına katılan Bahadır Tatlıöz’ün yolculuğunun bir kısmını aşağıdaki satırlarda bulabilirsiniz…
Çok küçük yaşta müziğe başladığını biliyorum. Bir insan o yaşta müzikle uğraşacağına nasıl karar verebilir?
Ona bence doğa karar veriyor. Doğarken ailenizi nasıl seçemiyorsanız, doğduğunuz aileden etkilenme, genetik bir geçiş, bunlara bir şekilde doğa karar veriyor. Benimki de öyle oldu. Ben müzisyen bir ailenin çocuğuyum. Genetik kodlamam var. 4 – 5 yaşındayken babam yeteneğimi keşfetmiş. 6 yaşında konservatuara göndermişler. İlkokul ve konservatuara, eş zamanlı olarak devam ettim. 13 yaşımda da tam zamanlı olarak İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na girdim. 14 – 15 yaşlarında da popüler sanatçılara piyanist olarak eşlik etmeye başladım. İskender Doğan ile çalıştım. 15 yaşımda da, piyasadaki ilk söz-müzik ve aranjemi yapıp, dönemin popüler isimlerinden biri olan Emre Matraş’a, ‘Feryadım Göklere’ diye bir şarkı verdim. Herhalde resmi olarak şarkısı piyasaya çıkan en genç aranjör ve besteci benim diye düşünüyorum.
Kaç yaşındasın?
42 yaşındayım.
Kaç enstrüman çalabiliyorsun?
Biraz bas gitar çalabiliyorum, davul çalıyorum, ama asıl enstrümanım piyano. Okullarda, uzun zaman müzik eğitmenliği yaptım. Aynı zamanda da orkestra şefliği yaptım. Bir piyanist olarak, dünyanın en iyi müzisyenleriyle çalma şerefine nail oldum. Benim için en keyifli olan da, aranjmanlarımın çalınıyor olması.
Popüler müziğe nasıl giriş yaptın?
Sosyal sorumluluk projeleri yapıyordum, hala da devam ediyorum. Sosyal sorumluluk projelerinde savaştaki insan kayıplarını konu ettim, savaşa hayır diyen ‘Savaş ve Hüzün’ diye bir klibim var. O projeyle, Almanya’da bir akademiden ödül aldım, o ödülü almaya maddi imkanlardan dolayı gidemedim. Ve o gün, para kazanmalıyım diyerek, popüler müziğe giriş kararı aldım. Hayatımın çok uzun yıllarını idealist bir müzisyen olarak geçirdim. Türküleri caz formatında düzenledim ve albüm çıkardım, çok değerli müzisyenlerle çalıştık. Yurtiçinde ve yurtdışında konserlerini yaptık, sahnede hem piyano çaldım hem söyledim. Çok idealisttim, hala ideallerim var. Şimdi de idealist tarafımı pop müzikteki duruşuma çevirdim. Evet, şuan pop müzik yapıyorum ama pop müziğini birileri gibi yapmıyorum, kliplerimde birileri gibi durmuyorum. Kimseyi küçümsemek istemem, sektördeki herkese inanılmaz saygım var ama ilkelerim ve bir duruşum var.
Nerede eğitmenlik yapıyorsun?
En son Galatasaray ITM’de yaptım. Orası aslında ses mühendisliği okulu ama bir armoni bölümü açıldı, modern armoni bölümü. En son orada 2 sene kadrolu eğitmen olarak çalıştım. Onun haricinde hep özel dersler verdim.
Sence sanat toplumsal bir kaygı beslemeli midir? Yoksa sanat insanın kendi için yaptığı bir şey midir? Yani sen müzik yaparken hedefin kendi sınırlarını aşmak mı, yoksa insanların beğenisini almak mı?
Müzik bir dil ve çok kuvvetli bir dil. Karşı tarafa çok ciddi ulaşan, çok ciddi mesajlar verebilen, iyi kullandığınız zaman iyi, kötü kullandığınız zaman kötü dönüşler aldığınız bir dil. Ben bu müzik dilini, ya sosyal mesajlarda katkısı olsun ya da sanata bir katkısı olsun diye kullanıyordum. Sizin vasıtanızla ‘Savaş ve Hüzün’, ‘Unutulmuş Çocuklar’ ve ‘Sağduyu’ isimli kliplerimi dinlesinler, bunları dinledikleri zaman Bahadır’ın çabasıyla karşı karşıya kalacaklar. Ben müzik biliyorum, bunun için eğitim aldım, bu toplumun bir ferdiyim, her yaptığım hareketle güzel mesaj vermek zorundayım. Parayı kazanmak, çok popüler bir star olmak adına abuk sabuk işler yapmamalıyım.
Ama o ödülü almaya gidemediğinde ‘ne yapıyorum ben’ dedin mi?
Evet. Benim ödülü almaya gidemememin nedeni maddi imkansızlıktı. Aslında oraya gidebiliyordum ama oraya gittiğim zamanki 2 güne burada popüler bir isme çalacağım işler denk geliyordu. Ben o iki işe gitmeyip, o parayı alamazsam, evimin kirasını ödeyemeyecektim ve evden çıkmak zorunda kalacaktım. O yüzden Almanya’ya gidemedim. Bu bende ciddi bir hayal kırıklığı ve depresyon oluşturdu. “Böyle hayat geçer mi? Bu da bir müzik, bunu niye bu kadar manevileştiriyoruz ki, zaman geçiyor ve ben yeri geliyor sefalet yaşıyorum.” diye düşünüp popüler müziğe adım atmaya karar verdim. Yine ilkelerimi, duruşumu, tavrımı koruyorum. Mesela; “Yangın Var” şarkısının klibinde işaret dili kullandım ve her konserimde, işaret dili çevirmeni benimle birlikte sahnededir.
Sen şarkı söylerken ritmik bir şekilde mi çeviriyor?
Tabii, zaten çok kıpır kıpır bir kız Şevval. Instagram’da videolarda görebilirsiniz. Ben bir misyon üstlendim, benim için hayat böyle bir şey. 2 tane şarkı söyleyip, gitmek istemiyorum.
Popüler müziğe geçiş yaptıktan sonra ya hit bir şarkı yakalayamasaydın?
Mutlaka bir B planı üretirim. Ama mağlubiyeti kabul eden bir adam değilim. Ortada gerçekten bir yetenek varsa, iyi niyetle, güzel şarkılar söylüyorsan, sanat adına gerçekten bir şeyler biliyorsan, inancın ve kendine güvenin varsa seni hiçbir şekilde engelleyemezler.
Çok uzun süre sahnenin arka tarafında müzisyen olarak yer aldın, şimdi solist olarak öndesin. Zorlandın mı?
Sahnede olmak konusunda zorlanmadım da hal ve tavırlar konusunda zorlandım. Yıllarca piyano çalan ve çok rahat olan adamla artık bütün göğsünü halka açan adam arasında çok fark varmış.
İlk çıktığın anı hatırlıyor musun?
Hatırlıyorum tabii. İstanbul’da bir konser mekanında çıkmıştım. Çok rahattım, kendimi çok rahat hissediyordum ama sonra kameralardan baktım, bir gariplik var, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Ama çok çabuk adapte oldum.
Albümlerini kendin mi yapıyorsun?
Evet. Söz, müzik, düzenleme ve klip bana ait.
En son Güliz Ayla ile birlikte bir düet oldu sanırım?
Sevgili Güliz Ayla ile birlikte TRT ve Kültür Bakanlığı, bizi ülkeyi temsil etmek için, TRT’nin öncülüğünde 2 Ekim’de Türkmenistan’ın ABU Müzik Festivali’nde ülkemizi temsil etmeye gönderiyor. Bu festivalin özelliği, şarkıları ve insanları yarıştırmıyorlar. Bu festival sadece dostluk festivali. Ülkeler arası dostluk dayanışması. Teklife sıcak bakmamın nedeni de buydu. Zaten müzikteki yarışma bana garip geliyor. Müzik yarıştırılmaz. İyi çalmak, iyi söylemek anlık bir şeydir. Ruh durumuna göre değişkenlik gösterir.
Yakın zamanda, müzikal anlamda yapacağın yeni bir şey var mı?
Evet. Çok değerli bir müzisyenin şarkısını coverladım, ilk defa bir cover yapıyorum.
Şarkı yaptıktan sonra dinlettiğin biri var mı?
Ailemden insanlara dinletirim. Fikirlerine güvendiğim çok değerli müzisyen dostlarım var onlara dinletirim. O arada bir fikir çıkar ama benim o fikre inanmam lazım.
Eleştiriye tahammül edebiliyor musun?
Kesinlikle. Ama terbiyesizliğe tahammül edemem.
İstanbul’da doğup, yaşamışsın. İstanbul senin için nasıl bir yer?
İstanbul bir rüya şehri. Gerçekten hayal gibi. Çarpık yapılanmaları bir kenara bırakıp İstanbul’u bir hava aracıyla tepeden izlemeye başlayın, bir masal gibi. Benim tek üzüntüm, biz bu şehrin kıymetini bilmiyoruz, yaşayamıyoruz. Müthiş bir kaos, koşturma, stresli insanlar topluluğu, saygı, tahammül çok az. Bazen Ortaköy’e gidiyorum, insanların karşısında Boğaz gibi inanılmaz bir manzara varken, oturmuş telefonlarıyla ilgileniyorlar manzaraya bakmıyorlar bile. Koptuk. Biran önce tedavi edilmemiz gerekiyor.
Maalesef, sosyal medya sayesinde artık kimse anda ve akışta değil.
Evet, yaşamıyoruz. Sanal alemde yaşıyoruz. Düşünebiliyor musunuz orada oturuyorsun önünde Boğaz, deniz, püfür püfür bir hava, sola dönsen Boğaz Köprüsü sağa dönsen Kız Kulesi, inanılmaz bir noktadasın ama elinde telefon sosyal medyayla uğraşıyorsun.
Kesinlikle. Yakında bu konuyla ilgili intiharların olacağını düşünüyorum. İnsanlar sevgilerini takipçi ve beğeni sayısıyla eşleştiriyorlar. Ciddi bir bağımlılık ve hastalık.
İstediği beğeniyi almadığı zaman psikolojik sıkıntıya giren insanlar var.
Seninle ilgili bilmediğimiz bir şey?
Eşyalarımı kimseyle paylaşmam. Bu bencillikle veya cimrilikle alakalı bir şey değil. Kendi eşyamı vermem ama gider aynısından alırım. Mesela kardeşim Hakan benim bisikletimi kullanmak istedi bir gün, vermedim. Gittik, aynısından aldık.
İki kardeş misiniz?
5 kardeşiz. 2 kız, 3 erkek. Benim bir ufağım olan kardeşim Emre’nin, otizme yakın bir engeli var ama dünya tatlısı, melek gibi bir adam. Zaten benim sosyal sorumluluk projelerine önem vermemin, bazı şeyleri çok daha derin hissedebilmemin nedeni, Emre’dir.
İstanbul dışında başka bir yerde yaşamayı düşündün mü?
Çok düşünüyorum. Hayatı lüks yaşamayı sevmeyen bir adamım. Başkaları Etiler de Nişantaşı’nda oturabilir ama ben Galata’da oturuyorum. Galata’da, tarih, turizm, ruh var. Sokaklar küçük İtalya gibi. Ben orayı tercih ediyorum. Oturduğum apartman eski olduğu için asansör yok, klima taktıramıyoruz yasak, ama o Galata ruhunu yaşıyorum.
Yemekle aran nasıl? Yemek yapar mısın?
Yemekle aram iyidir. Çok engin bir repertuarım yok ama yaptığım güzel şeyler vardır.
Evde yemek pişer mi?
Pişer tabii. Dışarıda çok az yeriz. Evde çok yemek yapar mıyım? Hayır. Ama keyfim gelirse, bugün yemek yapıyorum diyorsam, güzel şeyler yaparım. Çok güzel pilav, menemen, balık yaparım.
En sevdiğin yemek?
Köfte. Bayılıyorum köfteye. En sevdiğim tatlı da güllaç ve kazandibi.
The post Müzik Yarışmaları Bana Garip Geliyor appeared first on istandist.com - İstanbul' u Keşfet & Explore the Istanbul.
from WordPress https://istandist.com/muzik-yarismalari-bana-garip-geliyor/
0 notes
eskiyiisterim-blog · 7 years
Text
Neden böyle oldu bilmiyorum ama ilk defa ölümden korktuğumu hissediyorum. Bu sıralar yine ölüm üzerine çok düşünüyorum. Hayatta geçip giden zamanımı düşünüyorum. Ben henüz ölmedim belki uzun bir süre de ölmeyeceğim ama beni ilk defa korkutuyor. Sevdiğim bir insanın ölümünü yaşamak beni korkutuyor. Bu yüzden insanlarla aramda pek bağ kurmamaya çalışıyorum. Her ne kadar bağ kurmaktan kaçsam da kaçamadığım insanlar da var. Annem, babam, Eren gibi. Onlar öldüğünde ne yapacağımı şimdiden düşünüyorum. Sakin mi kalacağım, iyice içime mi kapanacağım yoksa bir rahatlama mı yaşayacağım, bilemiyorum. Ölüm çok korkunç. Gündelik hayatta basit şeyler var. Akışına kapıldığım şeyler. Okula git, bugün şu kitapları oku, şunları çalış, belki bir yerlere git gibi. Yani demek istediğim gündelik hayatın telaşından asıl olanı unutuyorum bazen. Kendimi dersler için çok hırpalayıp sıkıyorum. Bu yüzden mutsuz oluyorum. Evet istediğim bölümü okuyorum, bilgilerim artıyor fakat bu yeterli değil. Madem bunca şeye rağmen vazgeçmediğin, bu kadar sevdiğin şey bu, o zaman en iyisi olmak için uğraşmalısın diyorum. Bu yüzden ne kadar çalışırsam çalışayım, kaç kitap bitirirsem bitireyim yeterli gelmiyor. Bir yerde eksiklik seziyorum. Bu yüzden de bu güzel bölümün keyfini tam anlamıyla yaşayamıyorum. Belki biraz rahat olsam, rahat derken kendimi sıkmasam bu kadar o zaman daha başarılı olabilirim ve de gün içinde kötü hissi daha az yaşarım. İşte bu gibi gündelik sorunlar bazen asıl sorunlarımı gölgeliyor. Aslında buna gündelik sorun demek de ne kadar doğru emin olamadım çünkü benim için büyük bir sorun. Her neyse ben asıl gerçeği, ölümü bu sıralar daha az düşünür olmuştum. Birkaç aydır. Hatta ben iyiye gittiğimi düşünüyorum. Benim dışımda , beni etkileyen şeyler kötüye gidiyor. Ailem mesela. Ailemden uzak olduğum her an daha da değerli geliyor. Çünkü ben onların tartışmalarına, seslerine, varlıklarına şahit olmadığım zaman gerçekten huzurluymuşum. Şimdi hepsini duyuyorum ve bu sinir bozucu. Beni etkilemesine izin vermemeye çalışıyorum fakat bir şekilde etkileniyorum. İşte ben belki düşünce yönünden artık daha iyiyim diyebilirim fakat beni etkileyen şeyleri gördüğümde bu iyi olma durumu birden kendini kötülüğe bırakıyor. Ben de hiçbir şeyin düzelmeyeceği umutsuzluğuna kapılıyorum. Bu aslında şöyle. Her şey en başından yeterince umutsuz aslında. Çünkü benim gördüğüm evren, benim düşüncelerim bu şekilde. Bazen bir şeylerle güzelleştiğini düşünüp o akışa kapılıyorum, kendimi kaptırıyorum yanılgıya. Bunlar nedir, belki bir sevgili, belki heyecanla alınan bir haber, belki bir şeyler okuduğunda yaşadığın o his. Örnekleri çoğaltabiliriz ama buna gerek yok. (bu cümleyi ders kitabımda okumuştum niyeyse çok gülmüştüm) Sonra asıl olan umutsuzluktur düşünceme geri dönüyorum yine. Aşama gösterir gibi olup aslında tekrar başladığım yerde oluyorum. Umut benim için var belki ama genele baktığım zaman umut yok çünkü umut olsa da olmasa da öleceğim. Bu umut kelimesini bu kadar kullanmak rahatsız ediyor. Hem olmayan bir şey üzerinde bu kadar duruyor olmak hem de yaptığı çağrışım. Ben pek bağlayamadım düşüncelerimi çünkü bunu yazarken burdan koptum biraz. Umut görünüşte var ama sadece görünüş işte. Daha fazlası değil. Ölümse asıl olan ve ben dediğim gibi ilk defa ölmekten korkuyorum. Çok değişik bir his.
01.12.2017 09.35
0 notes