Tumgik
#mesafeli ili?ki
ft-esmaizm · 5 years
Text
geçmiyor'
28 notes · View notes
aykutilter-blog · 2 years
Video
undefined
tumblr
Fulya Bahçeler sokağı nerededir? Hangi cadde ve sokaklar ile kesişir işle Bahçeler sokağın haritası FULYA MAHALLESİNDE YER ALAN SOKAK VE CADDELER https://www.youtube.com/playlist?list=PL05tq_SnKK63T7mxFHvG3cErvD9-ToV2A Videoyu Hazırlayan Aykut ilter 0532 322 2351 Bahçeler sokak büyükdere caddesine paralel uzanır. Aytekin kotil caddesiyle kesişir batıdan doğuya doğru şehit niyazi sokak denizhan sokak ortaklar caddesi garaj sokağı ile kesişerek son bulur.  Bahçeler sokak işlek olan büyükdere caddesinin bir alt sokağıdır bahçeler sokakta hkahvecilerin bulunduğu sokak bulunur aytekin kotilden itibaren 2 cadde 3 sokak ile kesişir. Fulya Muhtarlığıda bahçeler sokakta yer alır.  Bahçeler sokak fulyanın kuzeyinde batıdan doğuya uzanır. Bahçeler Sokak 41.064445 enlem ve 28.994263 boylamda yer almaktadır. Semt/Mahalle olarak Fulya Mh. ve Şişli ilçesine bağlıdır. Bahçeler Sokak haritası Istanbul ili içinde nerede olduğu harita merkezinde gösterilmektedir. Bahçeler Sokak posta kodu 34394. Bahçeler Sokak GPS koordinatları 41° 3´ 52.0020" ve 28° 59´ 39.3468".  Bahçeler Sokak Yakınındakiler Bahçeler Sokak haritasına mesafe olarak en yakın yerler:  Yer Adı Bahçeler Sokak Mesafe Rumeli Eğitim Danışmanlığı 436 Metre Öğretmen Nigar Hanım Sokak 556 Metre G-7. Sokak 496 Metre G-7. Sokak 499 Metre Bülbül Sokak 348 Metre Güngören Sokak 332 Metre Güngören Sokak 332 Metre Ayşecik Sokağı 332 Metre Büyükdere Caddesi 583 Metre Büyükdere Caddesi 583 Metre Cevahir AVM 337 Metre Elit Residence 358 Metre İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ek Hizmet Binası 299 Metre Fikir Sokak (Okul Sokak.) 367 Metre Fikir Sokak 367 Metre Aytekin Kotil Caddesi 277 Metre Fulya Mahallesi 416 Metre Özel Ufuk İlköğretim Okulu 363 Metre Ahi Evran Anadolu Ticaret Ve Tml 327 Metre Ahi Evran Anadolu Ticaret Ve Tml 327 Metre Bahçeler Sokak haritasına en yakın yer Aytekin Kotil Caddesi ile arası 277 metre olarak hesaplanmıştır.  Bahçeler Sokak Posta Kodu 34394 Bahçeler Sokak ile aynı posta kodu olan yerler:bahçeler sokak,bahçeler sokağı,fulya bahçeler sokak,fulya bahçeler sokağı,fulya mahallesinin sokak ve caddeleri,fulya haritası,fulya muhtarlığı,fulyanın mahalle ve caddeleri,fulya mahallesinin kuzeyinde ki sokaklar,fulyada hangi sokaklar var,fulya bahçeler sokağın haritası,bahçeler sokak hangi cadde ile kesişir,bahçeler sokak ortaklar caddesi,bahçeler sokak şehit niyazi bey sokak,bahçeler sokak şişli fulya,şişli fulya bahçeler sokak,bahçeler sokak haritası,map
0 notes
marksist68 · 7 years
Text
Atılım Teorisyeninin İttihatçılık ve Kemalizm Aşkı 28-30 Kasım 2017 Bölüm II
Türk “ulusal kurtuluş” savaşı anti-emperyalist bir savaş mıydı?
Şimdi gelelim Okçuoğlu'nun Türk “ulusal kurtuluş” savaşının, anti-emperyalist bir nitelik taşıyan “millîburjuvazi”nin önderliğinde yürütüldüğü ve emperyalizme darbeler vurduğu/ sömürgeciliğin çöküşünü hızlandırdığı yolundaki savlarına. Üslubu ve yaklaşımı yer yer Türk burjuva devletini yöneten kadrolarınkine yaklaşan yazar bir yerde şöyle diyebilmişti: “Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküntüleri üzerinde sürdürülmüş olan Kurtuluş Savaşı'nın dünya tarihi açısından başka, daha ayrı bir konumu vardır. Bu ise onun anti-emperyalist karakter taşımasından ve bu anlamda da dünyada ilk kurtuluş savaşı olmasından ileri gelmektedir.
“... anti-emperyalist mücadelenin başarıya ulaştığı ilk ülke Türkiye idi. Nasıl ki 1917 Ekim Devrimi'yle Rusya'da bütün dünya işçileri ve ezilen emekçileri için esas kurtuluş yolu açılmışsa, Türkiye de mücadelesiyle ezilen ulusların anti-emperyalist, burjuva kurtuluşu için örnek olmuştur. 1917 Devrimi, kapitalist sisteme öldürücü darbe vururken, Türkiye'deki anti-emperyalist mücadele de emperyalizme geriletici darbeler vurmuş, klasik sömürgeciliğin çöküşünü hızlandırmıştır.” (Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi, İkinci Kitap, s. 35)
Türk “ulusal kurtuluş” savaşını sürdüren ve daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası/ Partisi adını alacak olan Müdafaa-yı Hukuk derneklerinin ne emperyalist devletlerle ekonomik ve siyasal ilişkileri koparma ve ne de onlarla savaşma gibi bir amaçları vardı. Böyle bir hareketi “dünyada ilk kurtuluş savaşı” olarak nitelemek, hattâonu bir yere kadar Büyük Ekim Sosyalist Devrimi'yle karşılaştırmaya kalkmak, ancak en bağnaz Kemalistleri bile“sollamak”la olanaklıdır. Okçuoğlu'nun savlarını tarihsel gerçekliğin ışığında ele alalım.
Fikret Başkaya, 12 Nisan 1919'da, yani Mustafa Kemal'den beş hafta kadar önce Anadolu'ya geçen Kâzım Karabekir'in şu sözlerini aktarıyordu: “19'da Trabzon'a vardık. Vâli Galip Bey... dehşetli İttihatçılar aleyhinde olmakla beraber, yaşı ilerlemiş ve kuvvete muhalefet edemiyecek bir insandı... Trabzon Müdaafa-i Hukuk Cemiyeti merkezi eşraftan 21 kişi imiş. 11'i heyet-i merkeziye, 10'u heyet-i idare. Belediye Reisi Barutçu Ahmet Efendi aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk reisi. Heyet vaziyetin dehşetinden yılgın. Ahvali olduğu gibi değil, müthiş ve gayri kabili izale (=giderilmesi olanaksız- G. A.) felâketli görüyorlar. Bütün ümitleri Avrupa'ya yalvaracak heyette. Bu muhterem insanlara dedim ki: İtilâf kuvvetlerinden korkmayınız. Daha geçen hafta Londra'dan memleketimize gönderilmek istenen alaylar, biz gitmeyiz diye silâh çatılarını bırakıp sıvıştılar. İtilâf milletleri Harb-ı Umumîden (=Birinci Dünya Savaşı'ndan- G. A.) o kadar yorgun çıktılar ki, memleketimizde tek bir nefer bile öldürmeye razı değillerdir. Karşımızda Rum ve Ermeni'den başka kimseyi görmeyeceğiz. İstanbul'da İtilâf kuvvetleri bostan korkuluğundan başka bir şey değildir.” (K. Karabekir'in İstiklâl Harbimiz adlı kitabından aktaran F. Başkaya, Paradigmanın İflası, s. 33-34)
Doğan Avcıoğlu bu dönemi, dört ciltlik yapıtında incelemektedir. Onun bu yapıtının birinci kitabının birinci bölümü “Emperyalist Devletlere Karşı Çıkmadan Antiemperyalist Bir Savaş” başlığını taşır. Bu başlık yazarın, -biraz utangaç bir biçimde de olsa- Türk “ulusal kurtuluş” savaşının Rum ve Ermeni halklarına karşı verildiğini kabul ettiğini gösterir. Avcıoğlu burada, Ege bölgesinin tümünü temsil eden Alaşehir Kongresi'nin 23 Ağustos 1919'da İngiliz General Milne'e çektiği şu telgrafı aktarıyordu: “İzmir İli ve Karesi (Balıkesir) Bağımsız Sancağı Türk ve Müslümanlarının birlik olarak düzenli örgüte bağlı millîkuvvetleriyle savundukları nokta, sadece Yunanlılar'ın haksız ve hilekâr saldırılarına ve bu işgal ve saldırılarında işledikleri cinayet ve kötülüklere karşı olmaktan ibarettir. İtilâf Devletleri'ne karşı çıkma fikri, hiç kimsenin aklından geçmeyen boş bir düşüncedir. Bundan dolayı Büyük Kongre (Alaşehir),... Kuvayı Milliye eylemlerinden Müttefik birliklerine karşı saldırı anlamı çıkarılmasını... büyük bir insafsızlık sayar.” (MillîKurtuluş Tarihi, Birinci Kitap, s. 21)
Bu dönemde ve tabiî daha sonraki yıllarda yapılan diğer resmî açıklamalar da, Mustafa Kemal ve çevresinin emperyalist ülkelerle ekonomik ilişkilere ve yabancı sermayeye asla karşı olmadığını yeterince açık bir biçimde göstermektedir. Örneğin, 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında toplanan Erzurum Kongresi'nin kararlarında şöyle deniyordu: “Milliyet esaslarına saygılı ve Türkiye'ye karşı istilâ arzusu beslemeyen herhangi bir devletin, teknik, ekonomik ve endüstri sahalarında yapacağı yardımın memnuniyetle kabul edileceği...” (Aktaran Sabahattin Selek, Anadoluİhtilali, s. 275)
4 Eylül 1919'da toplanan Sivas Kongresi bu tavrı sürdürecekti. Bu Kongre'nin kararlarından birinde şöyle deniyordu: “Her türlü işgal ve müdahalenin ve bilhassa (=özellikle- G. A.) Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine matuf (=oluşturulması hedefini güden- G. A.) harekâtın reddi hususlarında da müttehiden müdafaa ve mukavemet (=birlik hâlinde savunma ve direniş- G. A.) esası kabul edilmiştir.” (Anadolu İhtilali, s. 286) 9 Mayıs 1920'de, yani savaş ortamında kurulan ilk hükümetin programında ise aynen şöyle deniyordu: “Dostluğunu fiilen ispat edecek devletlerin menafii iktisadiyesini (=ekonomik çıkarlarını- G. A.) memleketimizin menafii esasiyesiyle telif ederek (=temel çıkarlarıyla uzlaştırarak- G. A.) kabule taraftarız.” (Aktaran İsmail Arar,Hükümet Programları, 1920-1965, s. 10)
“Millî mücadele” sırasında Ankara hükümetinin, o sırada Kemalistlerle savaş hâlinde olan Britanya, Fransa vb. emperyalist ülkelerin denetiminde bulunan Düyun-u Umumiye (=Genel Borçlar Yönetimi) örgütüne dokunmaması da bu savaşın çok ilginç ve çarpıcı yanlarından biriydi. Büyük Millet Meclisi hükümetinin maliye bakanı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Batılı ülkelere olan borçlarını ödeyemez hale gelmesi nedeniyle 1881'de kurulan ve ülke gelirlerinin önemli bir bölümünü denetimi altında bulunduran bu örgütün topladığı vergileri, -daha sonra geri ödenmesi kaydıyla- kendilerine vermesini istemiş, BMM hükümetiyle resmen savaş hâlinde bulunan Britanya ve Fransa'ya bağlı olan bu örgüt te, herhangi bir itirazda bulunmaksızın bu öneriyi kabul etmişti. Herhâlde salt bu olay bile, Kemalistlerin anti-emperyalizm ve “tam bağımsızlık” anlayışının içinin ne denli boş olduğunu göstermeye yeter. Yani karşımızdaki, Hilâfete, Osmanlı saltanatına ve emperyalizme karşı olmadığını açıkça belirten, ama “bölgenin Rumluk ve Ermenilik iddialarına karşı maddi manevi bütün vasıtalarla müdafaası”nı öngören ve “sözde” sıfatını fazlasıyla hak eden bir “ulusal kurtuluş” savaşıdır. “Marksist” Okçuoğlu'dan farklı olarak Avcıoğlu gibi sol Kemalist yazarlar Türk “ulusal kurtuluş” savaşının“eşraf”a yani, yarı-feodal toprak ağalarına, taşranın nüfuz sahibi kişilerine dayanarak yapıldığını kabul ediyorlardı: “Mustafa Kemal, millî direnişi güçlendirmek için, ısrarla şeyhlerin, dedelerin, aşiret başkanlarının ve öteki kent ve kasaba ileri gelenlerinin işbirliğini sağlamaya çalışır. Batıdaki Nazilli, Balıkesir ve Alaşehir kongreleri ile Doğudaki Erzurum Kongresi, eşraf toplantılarıdır. Kongreye katılan aydınların önemli bir kısmı dahi, yüksek öğrenim görmüş eşraf çocuklarıdır.” (Millî Kurtuluş Tarihi, Üçüncü Kitap, s. 988) Sözkonusu olan; eşraf, tacirler, din adamları, İttihat ve Terakki kalıntısı asker ve bürokratlar ve Kürt toprak ağaları ve aşiret reislerinden oluşan bir Büyük Millet Meclisi ve gene İttihat ve Terakki'nin Anadolu'nun değişik yörelerindeki örgüt ve kadrolarına dayanan Müdafaa-yı Hukuk dernekleri tarafından yönetilen bir siyasal-askeri harekettir. Bu sınıf ve katmanların etnik anlamda “millî”, yani Müslüman-Türk/ Kürt kökenli olduğu ve İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerin geleneksel ve çoğu Rum ve Ermeni kökenli komprador burjuvalarının yerini almayı kurdukları ve bunu da belli ölçülerde başardıkları söylenebilir. Ufku böyle bir hedefle sınırlı, dahası büyük insan kıyımlarından sorumlu olan ve sürülen/ kıyılan halkların maddi zenginliklerine el koymuş bulunan bu gerici ve sömürücü katmanların siyasal-askeri hareketinin anti-emperyalist bir nitelik taşıdığını ve “ezilen ulusların anti-emperyalist, burjuva kurtuluşu için örnek olduğunu” ancak Okçuoğlu gibi sosyal-şovenler savunabilir.
Buna bağlı olarak Okçuoğlu'nun sözkonusu yazısında Mustafa Kemal'den söz ederken, “Bu mücadeleyi ancak ve ancak emekçi yığınların, köylülerin, işçilerin ve şehir küçük burjuvazisinin bizzat yürüteceğini ve bu yığınların örgütlenmesi gerektiğini gören ve ona göre hareket eden birisidir... ” biçiminde bir saptama yaptığını görüyoruz. Ancak bu saptama da gerçek durumla uyuşmamaktadır. Her şeyden önce, yıllardır süren savaşlardan bıkmış ve tükenmiş olan Anadolu halkı, “ulusal kurtuluş” savaşına hiç de gönüllü ve aktif bir biçimde katılmadı. Tam tersine, Anadolu halkı uzunca bir süre “millî mücadele”ye mesafeli durdu. Kemalistlerin halkın bu harekete katılımını sağlamak için zor ve teröre ve İstiklâl Mahkemeleri gibi araçlara başvurmak zorunda kalmaları bundandır. Anadolu halkının, çeşitli bölgelere çıkan İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerine karşı eşraf ve halkın herhangi bir tepki göstermemiş, hattâ bazı yörelerde onları âdeta bir kurtarıcı gibi karşılamış olmasının altında yatan neden de bu savaş yorgunluğu, zorla askere alma uygulaması ve “millîmücadele”nin halkçı bir nitelik taşımamasıydı. Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalandığı 30 Ekim 1918'den, Grek ordusunun İzmir'e çıktığı 15 Mayıs 1919'a kadar Anadolu'nun değişik bölgelerine çıkan küçük İngiliz, Fransız ve İtalyan birliklerine ve kontrol subaylarına karşı hiçbir direniş olmadı.
Türk “ulusal kurtuluş” savaşını göklere çıkaran Okçuoğlu yazısında şöyle diyor:
“Ulusal kurtuluş mücadelesi emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı silahlı bir mücadeledir. Anadolu‘da antiemperyalist, ulusal kurtuluş savaşı 2-3 sene devam etti... ” Oysa gerçek durum, yazarın belirttiğinden çok farklıydı. Fikret Başkaya, bu savaş sırasında verilen kayıplar hakkında şunları söylüyordu:
“Cephelerde ölen asker sayısı 9,167 olduğuna göre, Millî Mücadele'nin abartıldığı kadar önemli olmadığı anlaşılır. Cephelerde hayatını kaybedenler dokuz bin kadar olmasına rağmen, çeşitli hastalıklardan hastahanelerde ölenler 22,543 kişidir.” (Paradigmanın İflası, s. 47) Sabahattin Selek ise, çeşitli hastalıklardan hastanelerde ölen asker sayısını 22,690, yaralanma sonucu ölenlerin sayısını 1,718, askere alma mıntıkalarında ölenlerin sayısını 2,956 ve değişik nedenlerle ölenlerin sayısını 668 olarak veriyor. (Bkz. Anadolu İhtilali, s. 116) Toplamı 28,032 olan bu rakama cephelerde ölen asker sayısını (9,167) kattığımızda bile ancak 37,199 rakamına ulaşırız. (Bu, “askere alma mıntıkalarında ölenler” kategorisinde yer alanların ise askere gitmek istemedikleri ya da askerden kaçtıkları için İstiklâl Mahkemeleri kararlarıyla öldürülenler olduğunu tahmin edebiliriz.) Türk burjuva devletinin ve Kemalist tarihyazımının göklere çıkardığı Türk “ulusal kurtuluş” savaşı sırasında verilen kayıp sayısının, 20. yüzyılda Asya ve Afrika'da sürdürülen diğer ulusal kurtuluş savaşlarında verilen kayıplarla asla boy ölçüşemeyeceği bellidir. Bu rakam Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı sırasında verdiği kayıp sayısının da çok altındadır. 1914-18 savaşı sırasında Osmanlı devletinin toplam asker kaybı 763,153'tü. Bunların 243,598'i çatışmalarda yaşamını yitirmiş, 61,487'si çatışmalarda kaybolmuş ve 466,759'u tifüs başta gelmek üzere hastalıklardan ölmüştü. Gene Selek'in sunduğu verilere göre, sadece Çanakkale savaşları sırasında çatışmalarda yaşamını yitiren, hastalıklardan ölen ve kaybolan asker sayısı ise 86,688 ve yaralanan asker sayısı 100,177'ydi.
“Millî mücadele” sırasında İngiliz ve İtalyan birlikleriyle Türk kuvvetleri arasında herhangi bir çatışma yaşanmadı. Dolayısıyla bu savaş esas itibariyle, Türk tarafı ile işgalci Grek ordusu arasında yaşandı. Bunun tek istisnası, Fransız birlikleri ile Kemalistler arasında bir kaç ay süren çatışma olacaktı. Fransa Aralık 1918'den itibaren Türkiye'ye, 500 dolayında Ermeni lejyoner tarafından desteklenen 500 er, 12 makinalı tüfek ve bir süvari takımından oluşan bir kuvvet getirmişti. Adana, Antep, Maraş ve Urfa yörelerinde iki taraf arasında 1920 sonlarından 1921 ortalarına kadar süren silâhlı çatışmadan sonra Fransız birlikleri 20 Ekim 1921'de imzalanan bir anlaşmayla Anadolu'dan çekilmeyi kabul ettiler. İtalyan birlikleri ise Haziran-Temmuz 1921'de imzalanan bir anlaşmayla Anadolu'dan çekilmişlerdi. Dahası hem İtalyanlar ve hem de Fransızlar çekilirken Kemalistlere çok büyük silah ve cephane stokları bıraktılar.
Peki Atatürk neydi?
Bu veriler, bir lider olarak Mustafa Kemal Atatürk'ü nasıl değerlendirmemiz gerektiğini göstermek için yeterlidir. Bu çerçevede Okçuoğlu'nun, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna ilişkin şu saptamasını çok abartılı buluyorum: “M. Kemal birtakım ilerici reformist adımları atan sınıfın önderidir. Bu sınıf, kendi çıkarlarından dolayı üretici güçlerin karakteriyle üretim ilişkileri arasındaki uyumluluk yasasının etkili olmasını sağlamak için koşulları oluşturmuş, yani üretici güçlerin dizginsiz gelişmesinin önünü açmıştır. Türkiye’de kapitalizmin, bu üretim biçimine tekabül eden sınıfın gelişmesini sağlamıştır...
“Şüphesiz ki, M. Kemal büyük bir komutandır. Büyük bir devlet adamıdır. Dış dünya ile, emperyalist ülkeler ile ilişkileri sorunsuz sürdürmesini, komşu ülkeler ile görece barışçıl ilişkiler kurmasını beceren bir politikacıdır; sosyalist Sovyetler Birliği ile 'dost' geçinmesini bilmiş, bu ülkenin yardımını görmüştür.”
Okçuoğlu'nun Mustafa Kemal'i büyük insanlar/ seçkin kişilikler kategorisine koymasına ciddi bir itirazım yok. Ama Kemal'in büyük bir komutan olduğu savının, Kemalist tarihyazımının ürettiği sayısız söylencelerden biri olduğu açık. Başarılı bir politikacı olan Kemal'in, zor koşullarda Türkiye'yi, Anadolu'nun ortasına sıkışmış bir devlet olmaktan kurtardığı da bir gerçek elbet. Dahası o bunu; Osmanlı devletinin ordusunun 1914-18 savaşında yenilerek dağıldığı, zaten zayıf olan ekonomisi ve altyapısının neredeyse tümden çöktüğü, halkının savaştan bıktığı, askeri ve sivil bürokrasisinin bir bölümünün kimi yurt içinde ve kimi yurt dışında bulunan İttihatçı liderlere sadık kaldığı ve en azından 1919-20 döneminde Padişah yanlısı güçlerin kendisine karşı isyanlara giriştiği koşullarda yapabilmiştir. Son derece esnek ve pragmatist bir çizgi izleyen Kemal bunu, farklı güçler arasındaki anlaşmazlık ve çelişmeleri kullanmak, çeşitli diplomatik manevralar yapmak, Sovyet Rusya'dan İtalya'ya, Alevi dedelerinden geleneksel Kürt önderlerine, İttihatçılardan komünistlere, Çerkes Ethem'in komuta ettiği Kuva-yı Seyyare'den Sünni ulemaya ve İstanbul hükümetlerine kadar birbirinden farklı ya da çok farklı güçlerle geçici ve değişken bağlaşma ve anlaşmalar yapmak suretiyle başarmıştır.
Kemal'in belli ölçülerde Türkiye'de kapitalizmin gelişiminin önünü açtığını da kabul edebiliriz. Bu yazının başında, “Kemalist rejimin kapitalizmin daha kısıtsız bir tarzda gelişimi için din, eğitim, hukuk, günlük yaşam, kadın hakları alanlarında yaptığı çeşitli reformlar da objektif olarak ilerici bir nitelik taşıyorlar” demiş, ancak daha sonraki paragraf ve sayfalarda gerek İttihat ve Terakki Fırkası'nın ve gerekse Kemalist rejimin Hristiyan halklarını hedef alan gerici ve kıyımcı uygulamalarının bir yandan da üretici güçlerin ve kapitalizmin gelişimini frenlediğine, hattâ yer yer baltaladığına değinmiştim. Kaldı ki 1930'ların koşullarının, iç pazarın genişlemesiyle elele giden bu sınaîleşme atılımının bir başarı olduğu kabul edilse bile başka bazı ülkelerde de uygulanan ve küçük bir azınlığın daha da zenginleşmesini esas alan bu ekonomik kalkınma modelinin işçi ve emekçi köylü yığınlarının korkunç bir sömürüsü ve sefâleti pahasına gerçekleştirildiği göz ardı edilemez. Ama bunda yadırganacak bir yan yoktu. Daha savaş ortamında emperyalist devletlerle ekonomik ve siyasal flört yapmaya girişen bir hareketin başında olan Mustafa Kemal'in kendisi 1923'te Türkiye'de zenginlerin -ve dolayısıyla yoksulların- sayısının artması gerektiğini savunurken şöyle diyordu: “Kaç milyonerimiz var? Hiç! Binaenaleyh (dolayısıyla=G. A.) biraz parası olanlara düşman olacak değiliz!” (Afet İnan, M. Kemal Atatürk'den Yazdıklarım, s. 64)
Mustafa Kemal'in başarı hanesine yazılabilecek en önemli eyleminin, yani Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu olduğunu ve Kemalist reformlar için de benzer bir saptama yapılabileceğini gördük. Ancak burada burjuva tarihçilerinin görmezden geldiği bir dizi kolaylaştırıcı faktör de rol oynamıştır. Dolayısıyla, dönemin önemli güçlerinin bu “büyük kişi”nin önünü nasıl açtığını gösteren bazı verileri anımsatmam gerekiyor.
Osmanlı devletinin savaştan yenik olarak çıkmasının ardından pek çok politikacı ve asker, İttihat ve Terakki Fırkası'nın işlediği suçlardan ötürü tutuklanırken Mustafa Kemal tutuklanmamıştı. İsmet İnönü anılarında Mustafa Kemal'in, 30 Ekim'de Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasından sonra kurulan İstanbul hükümetlerinde savaş bakanı olarak görev almak istediğini anlattıktan sonra şu noktaya değiniyordu: “Atatürk'ün, İstanbul'da bulunurken bir tecavüze uğramaması hakikaten şaşılacak bir şeydir.” (İsmet İnönü,Hatıralar, s. 163-64) Bunda Mustafa Kemal'in İngilizlere yakın bir kişi profili vermesinin önemli bir payı vardı.Avcıoğlu Mustafa Kemal'in 17 Kasım 1918'de Minber gazetesinde yayımlanmış olan şu demecine yer veriyordu: “İngilizlerin Osmanlı milletinin özgürlüğüne dikkatte gösterdikleri saygı ve insanlık karşısında, yalnız benim değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha çok iyiliğini isteyen bir dost olamayacağı inancıyla duygulanması pek doğaldır.” (Millî Kurtuluş Tarihi, Birinci Kitap, s. 121-22) Kemal, 18 Kasım'da Vakitgazetesine verdiği bir demeçte ise, “Britanya Hükümeti'nin Osmanlılara karşı olan iyiniyetinden kuşku duymak istemem” (aynı yerde, s. 122) diyordu.
Tabiî Kemal'in tutuklanmamasında onun, Enver-Talat-Cemal üçlüsüne yakın bir figür olmamasının yanısıra, -resmî tarihin yakıştırmalarının tersine- henüz çok tanınmış bir isim olmamasının da önemli bir rolü vardı. Dolayısıyla Anadolu'ye geçmeden önce zaman zaman, İngiliz ve Fransız subaylarının mesken tuttuğu Pera Palas'ta kalan Kemal'in; son padişah Vahdettin'in ve dönemin İstanbul hükümetinin önerisi ve Britanyalı yetkililerin izin ve onayıyla asayişi sağlamak amacıyla Samsun'a gönderilmesi de şaşırtıcı değildi. (5)
Britanya yetkilileri de Mustafa Kemal'e karşı “olumlu” bir tutum içinde olduklarını saklamıyorlardı. Enver 1918 sonrasında, Moskova'nın da desteğini alarak, İran, Hindistan, Afganistan gibi ülkelerde sözde anti-emperyalist devrimler gerçekleştirme hayalleri peşinde koşuyor, Panislâmist ve Panturanist bir demagoji eşliğinde, sömürge boyunduruğu altındaki Müslüman halkları Britanya emperyalizmine karşı ayaklandırmayı kuruyordu. Hattâ o tam da bu amaçla Teşkilât-ı Mahsusa'nın adını Umum Âlem-i İslâm İhtilal Teşkilâtı (= Tüm İslâm Dünyası Devrim Örgütü- G. A.) olarak değiştirmişti. Emperyalist devletlerin, devrimci bir havanın egemen olduğu ve yeni proleter devrimleri korkusu yaşadığı o günlerde İngilizler'in ihtiyatlı Mustafa Kemal'i maceracı ve karizmatik Enver Paşa'dan daha iyi bir alternatif olarak görmeleri anlaşılabilir. Hele Kemal'in daha gerçekçi bir çizgi izlediği, Panislâmist ve Panturanist bir çizgi izlemeyi reddettiği ve Britanya'ya göz kırptığı göz önüne alındığında.
Bütün bu söylediklerinin ışığında Okçuoğlu'nun utangaç bir İttihat ve Terakki ve Mustafa Kemal hayranı olduğunu söylemek bir abartma olmayacaktır.
NOTLAR
(1) Bu hatanın ortaya çıkışında, Türk burjuvazisi ve gericiliğinin Hristiyan halklarına karşı işlenen büyük suçları bugün bile yadsımaya devam etmesinin ve bu şoven tutumun Türk devrimcileri ve demokratları arasında bile hâlâ etkisini sürdürmesinin önemli bir payı olduğu bellidir.
(2) Birinci Dünya Savaşı yıllarında İttihat ve Terakki Kuzey Kafkasya'da, Çarlık Rusyası'na karşı özel örgütlenmeler oluşturmuştu. Ancak Kemalist Türkiye Ekim Devriminden ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra var olan dostluk ortamında bile Türkiye'de yaşayan Kuzey Kafkasyalıların anti-Sovyetik çalışmalarına engel olmayacaktı.
(3) Milliyetçi iktisatçı ve yazarların izinden giderek, sadece Hristiyan burjuvazisini değil, büyük çoğunluğu -doğal olarak- kır ve kent emekçilerinden oluşan Hristiyan azınlıkları komprador burjuvazi ile özdeşleştiren Okçuoğlu şöyle diyordu: “Osmanlı İmparatorluğu artık çözülmeye, Avrupe devletlerinin güdümüne girmeye başladığında bu azınlıklara da önemli görevler düşmüştü. Avrupa'nın kapitalist devletleri ve Rusya, Osmanlı İmparatorluğu 'nu ekonomik alanda parçalarken, kendi nüfuz alanlarını yaratırlarken, azınlıkları da bu emelleri için kullanmaktan geri kalmamışlardı.” (Türkiye'de Kapitalizmin Gelişmesi, Birinci Kitap, s. 565)
(4) Bu gelişme aynı zamanda İttihat ve Terakki liderlerinde, tıpkı Balkanlar'da olduğu gibi Anadolu'daki Rum ve Ermeni topluluklarının da -Batı Avrupa devletlerinin ve Çarlık Rusyası'nın desteğiyle- önce özerk ve ardından da bağımsız devletler kurmaya girişecekleri korkusuna yol açıyordu.
(5) Şaşırtıcı olmayan bir başka olgu da, Padişaha bağlı İstanbul hükümetleriyle Ankara'daki TBMM hükümeti arasındaki bazı sürtüşmelere ve Padişah yanlısı isyanlara rağmen iki taraf arasında düzenli bir haberleşme, görüşme, ilişki ve hattâ dayanışmanın olmasıdır.
3 notes · View notes
gezinipaylas · 4 years
Text
Atlar Ülkesinde Etkileyici Kapadokya Turu
Tumblr media
Kapadokya Turu dediğimizde insanların aklına hemen sıcak hava balonları geliyor. Evet bunların yeri de ayrı, ancak Kapadokya da bir balondan daha fazlası olduğunu bilelim. Bölgede adeta bir tarih yatıyor. 3 – 5 yüzyıldan bahsetmiyoruz. Kapadokya'nın tarihi milyonlara dayanıyor. Peri bacaları olarak tabir edilen anıt ya da yapıtlar tam 60 milyon yıl önce oluşmuş. Güllü dağ ,Hasan dağı ve Erciyes dağının püskürttüğü lavlar ile meydana gelmiştir. Sadece küllerle değil, milyonlarca yıl yağmur ve rüzgar alan bölge aşınmayla birlikte son şeklini almıştır. İnsanların ilk olarak buraya eski taş çağında yerleşmiştir. Birçok toplumun ve kabilenin yerleştiği bölge, son halini alarak günümüze kadar gelmiştir. Kapadokya Tatil yapacakların bunları bilerek gezmesi daha bilinçli olmasını sağlar. Kapadokya kelimesinin anlamı ise, Kapadokia’dan gelmektedir. Yani güzel atlar ülkesi ismini taşır. Kapadokya, İç Anadolu Bölgesinde yer alır. Merkezi Nevşehirdir. Ancak önceleri Karadeniz, doğuda Malatya, batıda Aksaray ve güneyde Toros Dağlarına kadar uzanmaktaydı. Şimdi ise Nevşehir ili başta olmak üzere, Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri şehirlerine kadar yayılmıştır. Kapadokya da Tatil yapmak isteyenlerin en çok tercih edeceği yerler; Ihlara, Derinkuyu, Kaymaklı, Avanos, Uçhisar, Ürgüp ve Göreme’dir. Ayrıca bölge UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunmaktadır.
Kapadokya Turu Gezginlerin Uğrak Noktası
Kapadokya gezmeyi seven turistlerin her zaman uğrak noktası olmuştur. Giden birçok insanın muhakkak gezilmesini düşündüğü yerlerden biridir. Hatta bir giden bir daha Kapadokyaya yapmak ister. Tarihin esintilerini güzel yansıtan nadide mekanlardan biridir. Gün doğumu Nemrut dağı kadar ihtişamlı olmasa da kendine göre bir hayranlık uyandıran yanı var. Kapadokya nerede diye soracak olursanız, Türkiye’nin tam ortasında sayılabilir. İç Anadolu Bölgesi’nin biraz güneydoğusunda kalmaktadır. Kapadokya’ya ulaşım her bölgeden kolaylıkla sağlanabilir. Genellikle insanlar kara yoluyla buraya gelmeyi tercih eder. Kapadokyayı gezmek için sadece merkezi seçmeyin. Göreme merkezli bir gezi rehberi oluşturabilirsiniz. Göreme’nin etrafında, Peri Bacaları, Paşabağları Müze ve Örenyeri, Zelve Açık Hava Müzesi, Görme Tarihi Milli Parkı, Uçhisar Kalesi, Güvercinlik Vadisi, Zem Vadisi, El Nazar Kilisesi, Karanlık Kilisesi, Aziz basil Şapeli ve İshar Kalesi gibi mekanlar vardır. Ayrıca Ürgüp’ten Göreme’ye geçmek isteyenler de kısa bir mesafe kat etmeleri yeterlidir. Yaklaşık 9 kilometre mesafede olan Ürgüp’e araba ile ya da yürüyerek gidilebilir. Gezmeyi sevenler için yürüyüş yapmak daha iyi bir seçenektir. Yol güzergahında farklı mekanlara da tanıklık edebilirsiniz. Ayrıca Göreme, Avanos bölgesine de 8 kilometre uzaklıktadır. Bu bölgeyi de ziyaret edin derim. Derinkuyu, Ihlara ve Kaymaklı gibi beldeler Göreme’ye biraz daha uzakta. Bu mekanlardaki tarihi yerleri ziyaret etmek için araçla seyahat etmeniz gerekir. Yürüme mesafesinde değildir. Otomobil ile gelmeyenler için Görme ilçesinin merkezinde araç kiralayabilirsiniz. Kapadokya da Konaklama İle Keyfi Çıkar Kapadokya Turu yapacak olan turistler, burada en az 2 gün konaklama yapmalıdır. Gezmek için 2 ya da 3 gün yeterli olacaktır. Günü birlik gezecekleri sadece Göreme’yi görebileceğini söyleyelim. Kapadokya’yı ideal gezme süresi 2 gündür. Ayrıca tarihi peri bacaları evinde ve taş evlerde konaklama yaparak tarihe bire bir tanıklık etme imkanınız var. Tarihi evlerde eşsiz bir gece yaşamak kim istemez ki? Gecenin aydınlığında temiz gökyüzüne bakarak geldiğiniz aile veya sevgilinizle güzel vakitler geçirebilirsiniz. Sıradan evlere nazaran ve bilindik otellerden oldukça faklıdır. Mimarisi ile insanları adeta mest ediyor. Ürgüp ve Göreme bölgelerinde konaklama yaptığınızda kapadokya Gezisi sizler için daha kolay olur. Merkezi konumda birden fazla ev tarzı oteller yer alıyor. Ayrıca Karadeniz Turları gezi tavsiyelerimizi bakmanızı öneririz. Read the full article
0 notes
mymrsn-blog · 5 years
Text
Mersin Üniversite Taksi, Üniversite Caddesi Taksi ve Çiftlikköy Taksi
Mersin Üniversite taksi hizmeti sunan firmamız sunduğu tam zamanında hizmet anlayışı ile ve profesyonel, konforlu ve güvenli bir yolculuk hizmet ile her zaman sizlerin yanınızdadır. Mersin Üniversitesi bölgesi sosyal ve ekonomik anlamda Mersin ili için oldukça önemlidir. Doğal ve tarihi güzellikleri ve enfes sahilleri ile yerli ve yabancı turistlerin her zaman gözdesi durumunda olmuştur. Taksiye ihtiyaç duyduğunuz her anda mersin üniversite taksi telefon numarası ile en kısa sürede adresinizde olmaktayız. Firmamız tüm Çiftlikköy ve çevresi hakkında detaylı bilgiye sahiptir. Hangi güzergâh ne kadar uzaklıkta hangi bölgede yurt/otel fiyatları nasıl gibi aklınıza takılan tüm sorularda deneyimli şoför arkadaşlarımız sizlerin hizmetinde olacaktır.
Çiftlikköy Taksi Hizmetleri
Mersin Çiftlikköy Taksi hizmeti de sunan firmamız oldukça uzun bir süredir mersin ve çevresinde en düzeyli, konforlu ve bölgenin değerine yakışır bir hizmet anlayışı sunmaktadır. Hizmetlerimizde kalite ve dakiklik ön planda iken müşterilerimizin memnuniyeti ve bize olan güveni her şeyin üstünde tutmaktayız. Çiftlikköy taksi durakları içerisinde firmamızın bulunduğu konum tüm bölgeye hâkim ve rahat bir şekilde ulaşılabilir bir durumdadır. Tüm taksi ihtiyaçlarınıza anında cevap vermekteyiz. Size söz verdiğimiz zaman diliminde adresinizde olacağımızdan emin olabilirsiniz. Bu hızı sağlamak adına mersin üniversite taksi numarası ile bizi aradığınızda en yakın konumdaki arkadaşımız adresinize gelecektir. Biliyoruz ki sizin için zaman kavramı oldukça değerlidir ve biz bu zamanı en kısa süreye indiriyoruz.
Mersin Üniversite Caddesi Taksi Hizmetleri
Mersin Üniversite Caddesi Taksi olarak bölgemizin özellikle öğrenciler anlamında ne denli önemli ve değerli olduğunu bilmekteyiz. Bundan dolayı gerek sürücülerimiz gerekse araçlarımızla bu güzelliğe layık olmak amacıyla ve bölge imajına olumlu katkı sağlamak için hizmet vermekteyiz. Mersin üniversite caddesi taksi hizmeti verenler içerisinde sunduğumuz hizmetin kalitesi ve çeşitliliği ile oldukça farklı bir izlenim sunmaktadır. Bizim için yerli ya da yabancı turist ya da bölgenin yerli halkı fark etmeksizin her zaman en iyi hizmeti olması gerektiği ücretlerde sunmaktayız. Üniversite Taksi ile bize nerede olursanız olun ulaşmanız halinde mesafe fark etmeksizin acilen ihtiyacınız olduğu yere gelmekteyiz. İstemeniz halinde mersin otogara, adana havaalanı güzergâhına da en uygun fiyatla hizmet sunmaktayız.
Mersin Üniversite Taksi Hizmetleri
Mersin Üniversitesi taksi hizmeti sunan firmamız için müşterilerimizin mutluluğu ve sunduğumuz hizmetten memnun olması sunduğumuz hizmetin odak noktasını oluşturmaktadır. Biliyoruz ki bu denli önemli bir yerde sunduğumuz düzeyli, konforlu ve kaliteli taksicilik hizmeti ile sektörümüzü en iyi şekilde temsil edebilmekteyiz. Çiftlikköy taksi noktaları içerisinde profesyonel hizmet veren taksicilik anlayışımız ile fark yaratmaktayız. Mersin taksi numarası ile konforlu, uygun fiyatlı ve kaliteli taksicilik hizmetine ihtiyacınız olduğu anda bizlere 7 gün 24 saat ulaşabilirsiniz. Read the full article
0 notes
burdur-haberleri · 4 years
Text
Can gezikolikler, sevgili dostlar hepinize kucak dolusu selamlar. Yazılarımızı Facebook, Instagram, Youtube, Linkedin üzerinden DR. MURAT AK SEYAHAT isimli sayfamıza beğeni yaparak takip edebilir, aynı isimli Facebook grubumuza katılabilirsiniz.
Bu muhteşem güzelliğe doğru yaklaşırken kendinizi rüyada mı yoksa gerçek hayatta mı olduğunuzu sorgulamanız an meselesi. Öyle ki orada bir poz, burada bir poz derken yolunuzun hiç bitmediğini anlayacaksınız. Vadi boyunca gürül gürül akan hırçın suların armonisi eşliğinde, yemyeşil ormanların içinde muhteşem güzellikler sizi beklerken heyecanınız da merakınız da o kadar artacak. Cennetin diğer adı Borçka Karagöl’e hoş geldiniz.
Foto: Turgut TARHAN
ARTVİN İLİMİZ BORÇKA İLÇESİNDE
Sadece ülkemizin değil dünyanın en güzel göllerinden biri olarak gösterilen Borçka Karagöl; Artvin ili Borçka ilçesi sınırlarında Klaskur (Aralık) köyü yakınlarında bulunuyor. Borçka’dan minibüslerle ve taksilerle ulaşımın sağlanabildiği Karagöl; Artvin il merkezine yaklaşık 57, Borçka ilçe merkezine ise yaklaşık 25 km. mesafede bulunuyor. Karayolunun son 6 km.si parke taşlı bir yoldan oluşmaktadır.
Foto: Okay TURGAY
BİR HEYELAN GÖLÜ
Büyülü muhteşem bir güzelliğe sahip olan Borçka Karagöl, aslında bir heyelan gölü. Göl; 1900’lü yılların başında Klaskur ismi verilen bir tepede meydana gelen toprak kayması sonucunda Klaskur deresinin önünü kapatmasıyla oluşmuştur.
2002 YILINDAN BU YANA TABİAT PARKI
Cennetvari güzellik Borçka Karagöl; 2002 yılında Bakanlar Kurulu’nca alınan bir kararla tabiat parkı ilan edilmiş. Park bölgesi toplam 368 hektar alana, göl ve çevresi ise yaklaşık 5 hektar alana tekabül etmektedir.
FOTOĞRAF VE DOĞA TUTKUNLARI İÇİN TAM BİR CENNET
Cennetin diğer adı Borçka Karagöl; fotoğraf ve doğa tutkunları için adeta bir cennet. Dört mevsim de birbirinden harika renklere ve güzelliğe bürünen Borçka Karagöl, muhteşem bir doğaya sahip. Yemyeşil ormanların, masmavi bir gölün mesken tuttuğu bu güzelliğe tertemiz oksijen dolu bir hava, ruhunuzu arındıran bir tazelik, bedeninizi yenileyen muhteşem enstantaneler eşlik ediyor.
İP GİBİ DİZİLİ AĞAÇLAR
Borçka Karagöl’ün her bir karesi, her bir anı, rüyamsı muhteşem güzelliklerle dolu. Bu rüyamsı yolculukta ilerlerken ip gibi dizilmiş yemyeşil ağaçları, cennette olduğunuz hissini uyandıracak büyülü güzellikte şelaleleri, dere boyunca kurulmuş tarihi köprüleri seyreyleyecek, hayranlığınızı gizleyemeyeceksiniz.
DÜNYANIN EN GÜZEL GÖLLERİNDEN BİRİ
Borçka Karagöl, muhteşem güzelliği harikulade doğasıyla sadece ülkemizin değil dünyanın en güzel göllerinden biri olarak gösteriliyor. Her yıl binlerce kilometre uzaklıklardan pek çok misafirini ağırlayan Borçka Karagöl, adeta bölgenin cazibe merkezi olmuş durumdadır.
ÇADIR KURMAYA UYGUN
Borçka Karagöl’ün enfes güzelliğini daha fazla solumak isterseniz göl etrafında uygun kamping noktalarını tercih edebilirsiniz. Dilerseniz Karagöl’e yaklaşık 10 km. mesafe içerisinde yer alan pansiyonlarda da konaklayabilirsiniz.
KIYMETİNİ BİLELİM
Atalarımızdan bizlere doğal hali bozulmadan teslim edilen bu muhteşem doğa harikalarının aynı güzellikte ve doğallıkta bizden sonraki nesillere teslim etmek bizlerin en asil görevi olsa gerek. Bu nedenle hassasiyetimizi koruyarak ve aynı duyarlılığı en yakınlarımızdan başlayarak bizden sonraki nesillere de aktarmamız çok büyük önem taşımaktadır.
CENNETİN DİĞER ADI BORÇKA KARAGÖL’E YELKEN AÇIN
İnşallah başka bir güzellik merkezinde buluşmak dileğiyle, özgürlüğünüzü alın ve muhteşem doğası, oksijen dolu tertemiz havası, büyülü renklerde güzelliği, kuş cıvıltılarının eşlik ettiği yemyeşil ormanları, fotoğraf makinenize hangi kadrajı yakalayacağınız konusunda şaşkına döneceğiniz cennetin diğer adı Borçka Karagöl’e yelken açın, hep seyahatte kalın.
Web Sitemiz: https://www.muratakseyahat.com/ 
Youtube Kanalımız: https://www.youtube.com/c/DRMURATAKSEYAHATYAZARIREHBER
Facebook Sayfamız: https://www.facebook.com/muratakseyahatt/
Facebook Grubumuz: https://www.facebook.com/groups/1379770878706637/
Instagram Sayfamız: https://www.instagram.com/drmuratakseyahat/?hl=tr
#gallery-0-4 { margin: auto; } #gallery-0-4 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-4 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-4 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Cennetin diğer adı: Borçka Karagöl Can gezikolikler, sevgili dostlar hepinize kucak dolusu selamlar. Yazılarımızı Facebook, Instagram, Youtube, Linkedin üzerinden DR. MURAT AK SEYAHAT isimli sayfamıza beğeni yaparak takip edebilir, aynı isimli Facebook grubumuza katılabilirsiniz.
0 notes
bayrampasatv · 5 years
Text
Son 2 Yılda Kahraman Türk Askeri ve İdlib ... Adem DİŞÇİ Yazdı...
Kahraman Türk Askerimizin İdlib'de ki olağan üstü muhaberesi takdir edilmesi gereken bir konu. Geçtiğimiz günlerde bir Türk Zırhlı Aracı Rejim Güçlerine ait Dünyanın En Güçlü 4 Ton Ağırlığındaki Tankını hiç düşünmeden kovaladı ve Tanka Zor anlar yaşattı tabiki rejim güçlerinin Tankı olay yerinden hızla kaçtı ve bu Savaş Tarihine geçti.. Kahraman Türk Askeri her zaman yaptığı operasyonlarla Dünyada şaşkınlıkla takip edilmeye devam ediyor. Daha öncede Afrin'de, bir tüneldeki PYD hedefini vurmak isteyen Türk pilot, hedefi yukarıdan bomba bırakarak vuramayacağı için, yere 20 metre kadar yaklaşarak hedefi imha etti. Bu olay Dünyada büyük yankı uyandırdı. Çünkü bir jetin 20 Metre mesafede yere yaklaşması imkansızdı fakat Türk Pilotu hiç düşünmeden bunu başardı. Bizler Seyid Onbaşıların , Çanakkalede savaşan 15'lilerin , Çocuklarını Değil Mermileri örten Türk Kadının Torunlarıyız.. Her Zaman tarihte imkansızı başarmış bu milletin evlatlarıyız. Kahraman Türk Askeri bugün Dünyada Mazlumların Sevilen dostu Düşmanların ise korkulu rüyasıdır.. Türk Milletini Gururu ''Türk Silahlı Kuvvetleri'' her zaman olduğu gibi şimdi de tarih yazamaya devam ediyor. Geçtiğimiz yıllarda Dünyaya meydan okuyan mazlumun yanında olan Mehmetçiğimiz bir çok sınır ötesi operasyonundan başarı ile çıkmayı başarmıştır.. Peki İdlib'te Neler Oluyor ? İnsani dram derinleşirken, Türkiye’den çok sayıda yardım kuruluşu İdlib’den kaçan sivillerin yaralarını sarmaya çalışıyor.  Suriye’nin kuzeybatısında yer alan ve Türkiye ile 130 kilometrelik sınırı paylaşan İdlib, sınıra yakınlığı nedeniyle 9 yıldır devam eden iç savaş boyunca en çok göç alan şehir oldu.  4 milyona yakın sivile ev sahipliği yapan İdlib, Mart 2015’te askeri muhalifler ve rejim karşıtı grupların kontrolüne geçti Türkiye, Rusya ve İran, Kazakistan’ın başkenti Astana’da 4-5 Mayıs 2017’de bir araya gelerek, İdlib ili ve çevresindeki batı Halep, kuzey Hama ve Lazkiye kırsalını da içine alan bölgeyi Gerginliği Azaltma Bölgesi ilan etmişti.  Şimdi ise Türk Silahlı Kuvvetleri Olağan üstü bir operasyon ile mazlumlara destek oluyor ve Suriye'de mücadele ediyor. Tabi ki bir çok Şehit verdik yüreğimiz yandı içimiz acıdı ama İslam'ın Son Ordusu Allah'ın Aslanları Mazlumları korumak uğruna Tüm Dünyada mücadelesini sürdürüyor. Şehitlerimize Allah'tan Rahmet Yaralılara Şifalar ve Yakınlarına Sabırlar diliyorum... İşte Kahraman Türk Askerinin Son 2 Yılda Yaptığım Büyük Operasyonlar... Zeytin Dalı Harekâtı  (20 Ocak 2018) Türkiye, güney sınırına komşu Afrin’de 2012’den itibaren büyüyen PKK/PYD tehdidini ortadan kaldırmak ve kendi sınır hattında geniş çaplı çatışma ihtimalini azaltmak için askeri olmayan devletlerarası müzakere yönetimine başvurdu. ZDH’nin gerekçeleri, kapsamı, derinliği ve yöntemlerinin de yine bu süreçte jeopolitik denklem içindeki siyasi ve askeri faktörlere bağlı olarak belirlendiği görüldü. Harekâtın başlatılmasının ardından, TSK tarafından harekâtın maksadı, kapsamı, hedefi ve hukuki çerçevesi açıklandı; ancak harekâtın süresiyle ilgili bir ifade yer almadı. Bu bağlamda, harekâtın maksadının Türkiye’nin hudutlarının ve içinde bulunduğu bölgenin güvenlik ve istikrarını sağlamak olduğu belirtildi. ZDH’nin kapsam ve hedefinin ise, Suriye’nin kuzeybatısında Afrin bölgesindeki PKK ve türevi örgütler ile DEAŞ’a mensup teröristler olduğu ifade edildi. Türkiye’nin hudut güvenliği ve bölgenin istikrarına tehdit olarak DEAŞ ve PKK/PYD’yi birbirinden ayırmadığı, harekâtın kapsam ve hedefinden de anlaşılmaktadır.  Türkiye, bununla ulusal güvenliğine tehdit olan PKK/PYD’yi de DEAŞ gibi bölgesel tehdit kapsamına sokarak, uluslararası aktörlerin örgüt konusunda yeniden konumlanmalarını sağlamaya çalışmıştır. PKK/PYD tarafından kontrol edilen bölge, 2.000 kilometrekarenin biraz üzerinde bir alanı kapsamaktadır. Harekât alanının kuzeyi Gaziantep’in Islahiye ilçesi ve Kilis, doğusu Cilvegözü-Azaz-Mare-el-Bab hattı üzerindeki FKH bölgesi, batısı Dare’z-Izzat-Atme hattındaki Türkiye’nin gerginliği azaltma sorumluluğundaki bölge ve onun batısı olan Hatay ile sınırlandırılmıştır. Harekât alanı sınırlarının büyük bir bölümünün TSK ve Türkiye’ye müzahir Suriye Milli Ordusu unsurlarınca çevrelendiği görülmüştür. Harekât alanının güneybatı sektöründeki Zahra-Nubl-Tel Kara-Tel Rahval hattı ise Suriye rejim güçleri ile İran destekli Şii milisler tarafından kontrol edilmektedir. TSK’nın bu bölgede PKK/PYD unsurlarını çevreleme ihtimali bulunmamaktadır. Harekât alanı çevresinin 143 kilometrelik bölümü kuzey ve batı sektöründe doğrudan Türkiye sınırlarını paylaşmaktadır.  Harekât alanının kuzey ve batı sektöründeki arazi Türkiye sınır hattı boyunca uzanan 800-1.100 rakım aralığında seyreden dağlık bir yapıya sahiptir. Türkiye sınırının 0-2.000 kilometre derinliğine kadar uzanan dağlık arazi, terörist unsurların hat şeklinde mevzilenerek savunma yapmasına imkân sağlayabilmektedir. Zira kuzey sektörde TSK birliklerinin mevzilerinin bulunduğu yerleşkeler ile PKK/PYD mevzilerinin dağ zirveleri arasındaki rakım farkı 300-400, mesafe ise 1.500 metreyi bulabilmektedir. Hem askeri yetkililer, hem de siyasi karar vericilerin açıklamalarında harekâtın hedeflerine ulaşması bakımından üç safhaya ayrıldığı görülmektedir:  Bunlardan birincisi, Afrin kırsalının terör unsurlarından temizlenmesidir. İkincisi, kent merkezinin terör unsurlarından temizlenmesi ve Afrin genelinde topraksızlaştırılmasıdır. Üçüncüsü ise, Afrin genelinde istikrar faaliyetlerinin yürütülmesi, asayiş, yeniden yapılanma, sosyal hizmetlerin tesisi ve ZDH bölgesinin Suriye’deki diğer harekât alanlarıyla birleştirilerek muhtemel terör hedeflerine harekât hazırlıklarının yapılmasıdır Zeytin Dalı veya Afrin Operasyonu ile Türkiye’nin kazanımları şunlar olmuştur: Sınır Güvenliği:  Zeytin Dalı Harekâtı sayesinde sınır güvenliği sağlanarak, Hatay-Osmaniye-Kilis-İslâhiye bölgesinde PKK/PYD’nin terör saldırıları önlendi. Terör örgütünün varlığı sınır hattından 35 kilometre uzaklaştırıldı. Yerel unsurlarla birlikte harekât icra edilerek, etkili sonuçlar alındı. Harekât, 15 Temmuz sonrasında net bir şekil alan yeni ulusal güvenlik doktrininin devamı niteliğindedir. Bu stratejiye göre, Türkiye, Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan güvenlik boşluğundan kaynaklanan güvenlik tehditlerini ancak askeri araçların etkin bir şekilde devreye sokulmasıyla sınırlandırabilir. PKK/PYD’nin Uzaklaştırılması: Terör örgütü PKK/PYD Afrin’den topraksızlaştırılarak, yeniden tehdit olma ihtimali azaltıldı. Terör örgütüne Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından büyük bir darbe vuruldu. Mehmetçiğin kahramanca mücadelesi sonrasında, Afrin terörden temizlenerek, sivil halk yeniden huzura kavuştu. Terör İttifakına Darbe: PKK/PYD’nin çeşitli provokasyonlarda bulunarak diğer terörist unsurlarla yaptığı ittifaklara da darbe vuruldu. Sosyal medya üzerinden Türkiye’yi karalama kampanyasına giren terör örgütünün faaliyetleri, Türkiye’nin titizlikle yürüttüğü mücadeleyle birlikte sarsılmaya başladı. Bölgedeki sivil halkın terör örgütünün kara propagandalarını ortaya çıkarması, PKK/PYD’nin hiçbir sivil unsurdan destek alamamasını sağladı. Fırat Kalkanı’na Destek: Afrin Operasyonu ile Fırat Kalkanı ve İdlib harekât alanları bağlanarak, Suriye muhalefetinin karasal hâkimiyeti birleştirildi. Hem alan birliği, hem de muhalifler arasındaki ideolojik ve askeri birlikteliğin koşulları sağlandı. Türkiye’nin Yeri Güçlendi: Harekâtla birlikte, Türkiye’nin Suriye’deki jeopolitik denklem içerisindeki yeri kuvvetlendi. Türkiye olmadan bölgeye barış ve huzurun gelemeyeceği ispatlandı. Yeni İstişare Alanları: Halep kenti üzerinde doğu-batı-kuzey hattında bir baskı aksı oluşturularak, şehirdeki rejim güçlerine uyarı verildi. Türkiye’nin Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu vurgulaması sonrasında, Rusya ile yeni istişare alanları oluştu. Barış Pınarı Harekâtı Fırat Kalkanı Harekâtı ve Zeytin Dalı Harekâtı’nda olduğu gibi, harekâtın planlama ve icrasında sadece teröristler ile bunlara ait barınak, sığınak, mevzii, silah, araç ve gereçler hedef alınmış, sivil/masum kişilerin ve harekât bölgesindeki tarihi, kültürel, dini yapılar ile altyapı tesisleri ile bölgede bulunması muhtemel dost ve müttefik ülke unsurlarının zarar görmemesi için her türlü dikkat ve hassasiyet gösterilmiştir. Harekâtın amacı, sınırlarımızın güvenliğini sağlamak ve sınırlarımızın güneyinde bir terör koridoru oluşturulmasını engellemektir. DEAŞ ve PKK/KCK/PYD-YPG başta olmak üzere milli güvenliğimize tehdit oluşturan terör örgütleri ve teröristleri etkisiz hale getirmek, yerinden edilmiş Suriyelilerin evlerine ve topraklarına dönüşleri için uygun şartları sağlamak maksadıyla, Barış Pınarı Harekâtı, 9 Ekim saat 16.00’da uygulanmaya başlamıştır. 9 Ekim’in akşam saatlerinde, önce Suriye Milli Ordusu (ÖSO), ardından da TSK askerleri sınırı geçerek bu bölgelerde ilerlemeye başladı. TSK ve Milli Ordu’nun sınırdan ilk geçiş yaptığı bölgeler ise Resulayn ve Tel-Abyad’ın etrafındaki köyler oldu. Aralarında Fransa, İngiltere ve Almanya’nın da olduğu çok sayıda ülkeden operasyonu eleştiren açıklamalar geldi. Pakistan, Azerbaycan ve Katar ise operasyonu desteklediğini duyurdu. Operasyona karşı çıkan ülkeler arasında İran da yer aldı.  Harekâtın üçüncü gününde, Resulayn kenti tamamen TSK-ÖSO kontrolüne girdi. Milli Savunma Bakanlığı, “Rasulayn meskûn mahali kontrol altına alındı” açıklamasını yaptı. Bir gün sonra ise Tel Abyad kentine girildi. MSB, SMO’nun Rasulayn şehir merkezinde kontrolü sağladığını, bu bölgede 30-35 kilometre derinliğe inildiğini ve M-4 karayolunun kontrol altına alındığını duyurdu. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de TSK ve SMO’nun Rasulayn’ın merkezine girdiğini doğruladı. Daha sonrasında, Suriye Ordusu (SAA), saat 04.30’da Resulayn’ın 35 kilometre güneydoğusunda bulunan Til Temir’e ve SDG’nin kontrol ettiği Rakka’nın kuzeyinde yer alan Ayn İsa kasabasına girdi. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi bu bilgiyi doğruladı. Ayn İsa’da bulunan az sayıda ABD askeri ise 13 Ekim’de üslerini terk etmişti.  Sonraki süreçte, Türkiye ve ABD heyetleri arasında 17 Ekim’de yapılan anlaşma ile YPG’ye Barış Pınarı Harekâtı’nın gerçekleştirileceği bölgelerden çekilmek için 120 saatlik süre tanındı, 22 Ekim 22.00 itibarıyla bu süre sona erdi. Bu görüşmeler sonucunda, Türkiye, sınırlarının güneyinde bir terör koridorunun oluşmasına asla müsaade etmeyeceğini gösterdi ve terörle mücadelesine kararlılıkla devam edeceğini ispatladı. Sonuç Sonuç olarak, Türkiye, özellikle 1980 sonrasında denilebilir ki jeopolitik konumu neticesinde birçok terörist grubunun hedefi haline gelmiştir. Bu terör oluşumları, özelikle de sınır bölgelerimizde olmuştur. Türkiye, yaptığı sınır ötesi harekâtları tamamen kendi haklı sebepleri için gerçekleştirmiştir. Buna karşın, harekâtlar boyuncu uluslararası kamuoyunda Türkiye’ye karşıt kampanya ve tartışmalar sürmüştür. Geçmişten bugüne yapılan harekâtlar sonucunda çok sayıda terörist yok edilmiştir; fakat günümüzde bu terör grupları sınırlarımızda faaliyet göstermeye devam etmektedir. Türkiye, bu tarz harekâtlar için elbette mali ve askeri kaynaklarını tüketmektedir. Bu da, ekonomik zorluklar nedeniyle bir diğer sorundur. Ancak herşeye rağmen, sınırlarımızda istikrar yakalanana kadar bunun böyle devam edebileceğini öngörebiliriz. Türkiye, uluslararası kamuoyunda idari, mali ve askeri yapısını güçlendirerek, terör odaklarına ve terörist gruplara karşı daha iyi operasyonlar ve yapılanmalar yapmalıdır. Çünkü terör, insanlığın ortak düşmanıdır ve terörün dini, milleti ve mazereti olamaz. Türkiye 24 Ağustos 2016 sabahına ise Cerablus’a yapılan sınır ötesi harekât haberiyle uyandı. Cerablus’un IŞİD’ten temizlenmesi amacıyla başlatılan ve “Fırat Kalkanı” adı verilen operasyon sabah saat 4 sıralarında başladı. TSK 8 Ekim 2017’de İdlib’de barış ve istikrarın sağlanması amacıyla ÖSO ile beraber “barış faaliyetlerine” başladığını açıkladı. Ayrıca bu operasyonun Astana’da Rusya ve İran ile yapılan görüşmeler sonucunda ve katılan ülkeler garantörlüğünde olduğu da kamuoyuna açıklanmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılan bir başka sınır dışı operasyon ise “Zeytin Dalı Harekâtı” idi. 20 Ocak 2018’de Suriye’nin kuzeybatısında ÖSO ile beraber Afrin bölgesine düzenlenen operasyonun amacı ise ise PKK, PYD-YPG ve DEAŞ gibi örgütleri bölgeden uzaklaştırmak ve bölgedeki halkın güvenliğini sağlamak olduğu açıklandı. Bununla beraber TSK tarafından açıklanan rapora göre; 18 Mart 2018’de Afrin şehir merkezi kontrol altına alınmış, harekâtın başlangıcından itibaren ise 46 asker hayatını kaybetmiş, 3.603 terörist ise etkisiz hale getirilmişti. Bunlara ek olarak 20 Ocak 2018’de başlayan Zeytin Dalı Harekâtı, 23 Eylül 2017’de mecliste kabul edilen tezkere uzatılma kararı çerçevesinde yapılmış. Ayrıca bu tezkere 2 Ekim 2014 tarihinde yapılan 298 kabul ve 98 ret oyu ile sonuçlanan tezkerenin de bir uzatması. 2014 yılında 55’inin AK Partili, 39’unun ise CHP’li olduğu toplam 139 milletvekilinin bu tezkere oylamasına katılmaması da kamuoyunda oldukça tartışılmıştı. 2019 yılında TSK’nın yapmış olduğu sınır ötesi operasyonlardan biri de Pençe Harekâtı. Pençe 1 harekâtı 27 Mayıs 2019’da Kuzey Irak’ta bulunan Hakurk’ta başlatıldı. Bununla birlikte Pençe 2 harekâtı da Kuzey Irak’ın Hakurk bölgesinde temmuz ayında gerçekleşmişti. Pençe 3 operasyonu ise 23 Ağustos 2019’da yine Kuzey Irak’ta fakat bu sefer Sinat ile Haftanin bölgeleri arasında başlatılmıştı. 2019 yılında yapılan Pençe harekâtları da 3 Ekim 2018’de mecliste kabul edilen Irak ve Suriye’deki terör saldırılarını bertaraf etmek ve milli güvenliği sağlamak adına olan tezkere uzatma kararı çerçevesinde düzenlenmişti. Milli Savunma Bakanlığı tarafından 9 Ekim 2019’da yapılan açıklamada; Türkiye hudutlarının güvenliğini sağlamak, sınırlarda terör koridoru oluşmasını engellemek amacıyla, DEAŞ, PKK, PYD, YPG gibi örgütleri etkisiz hale getirmek için “Barış Pınarı Harekâtı” başlatıldığı duyuruldu. Suriye’nin konumlanan Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı başlatılan bu harekâtın amacı bu güçlerin bölgeden uzaklaştırılması, 30 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturulmuştu... Saygılarımla Bayrampaşa Tv Genel Yayın Yönetmeni - Adem DİŞÇİ Read the full article
0 notes
ft-esmaizm · 5 years
Text
Tumblr media
Her şey güzel olacak.
Belki bugün değil ama,
elbet bir gün.
10 notes · View notes