#makine sandığı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Teknik Mülahazalar Üzerine Kısa Bir Değinme
Eşitlik makineye indirgenemez.
Başka bir deyişle, salt kendinde makine salt kendi için özgürlük doğuramaz.
Keza salt makineye indirgenmiş emek zorunlu beden ve zihin emeğine dayalı emeği de özgürleştiremez.
Dolayısıyla, zorunlu emekten özgür emek etkinliğine geçiş, ancak insanın üretip var etmiş olduğu emek faaliyetlerinin bir bütün olarak emek araçları tarafından üstlenilmesi neticesinde gerçekleştirilebilir.
Bu noktadan hareketle, robotik-emek etkinliği insanın özgür emek etkinliğini belirlemeye aday bir emek etkinliği olup, özgür bir geleceğin kapılarını da aralamaya aday bir emek etkinliği olarak gözükmektedir.
Lakin kimilerinin sandığı gibi robotik-emek etkinliği salt sömürünün devamı gibi gözükse de, sanayi emeğinin tüketime girmesi ile birlikte robotik-emeğin gelecekte sömürüye karşı bir etkinlik aracına da dönüşmeyeceğini kimse garanti edemez.
Öte yandan, içinde bulunduğumuz dünya, robotik-emeğin üretim alanlarına girme sürecinin çok başlarında olduğumuz bir dünyadır. Tam manasıyla E3 (nicel teknik/elektronik emek türü) robotik-emek bile hali hazırda daha yerli yerine oturtulmuş değildir. Ki nitel teknik/elektronik emeğin değişim (E4), gelişim (E5), dönüşüm (E6) biçimlerini ve somut araçlarını bugünden bire bir tahmin etmeye kalkmak doğmamış çocuğa don biçmeye de benzetilebilir.
Robotik-emeğin bu nicel hali bile herkesten çok proletarya saflarında endişe ve kaygı uyandırmaya başlamıştır.
İşini ve mesleğini kaybetme kaygısı salt proletarya saflarında değil, aynı zamanda temsiliyetist-memuriyetist devletlü-memur kastlarının da temel korkusu olmaya aday bir korku olarak belirmiştir.
Eski tarz minoktokratik ve yarı-gloktokratik burjuvaların korkularını ise söylemeye bile gerek yoktur. En çokta herkesten çok eski tarz sanayi-sermayedarlarının çok korktuğu da malum durumdur.
Daha tam manasıyla robotik sürecin üretim sürecinin bütününü işgal ettiği bir döneme gelinmemiş olsa da, robotik-emeğin üretim sürecinin başında olduğu bir dünyaya uyanma şansı tarihte hiç bu kadar gerçek olmamıştır.
Teknik/elektronik emeğin sınıfı olan protekyanın hala nicel biçimlerini tamamlama mücadelesi verdiği bir dönemde bu tespitleri yapan emekolojistler, geleceğin eşit ve özgür toplumunun nasıl inşa edileceğine de tanıklık etmektedirler.
Kimileri protekyanın tekno-artı-değerini eski tip sanayi-artı-değeri ile karıştırsalar da, kimileri bu süreci saçma sapan ve bilim dışı kavramlar ile karşılamaya çalışsalar da, şimdilik tekno-emek teknoburgların özel mülkü imiş gibi gözükse de, robotik-emeğin asıl sınıfsal sözcüsünün protekya olduğu E3 ve E4 teknik-emek tarzının üretim ve tüketim alanlarına çıktığı bir dünyada daha da belirgin hale gelecektir.
Robotik-emeğin üretici güçleri teknoburglara ait olmadığı için, robotik-emek ancak robotik-emeğin üretiminin yaygınlaştığı ve robotik-emek ürünlerinin tüm dünyada dolaştığı global bir dünyada anlaşılabilir. Bu gerçekleşmediği sürece, insan salt içinden geçmekte olduğu tarihsel kesitten bakarak robotik-emeğin geleceğini anlama şansına da sahip değildir.
Şimdilik teknoburglar protekyanın tekno-artı-değeri olan robotik-teknolojiyi gasp ederek kendi özel mülkü haline getiriyormuş gibi gözükse de, yarının dünyası teknoburglara değil, protekya aittir. Keza protekya yarının dünyasının asıl üretici gücünün kendisi olduğuna herkesi somut bir biçimde ikna etmeye yetecek olan yegane icatçı/kaşif sınıftır.
19.11.2024
Serhat Nigiz
#eşitlik#makine#özgürlük#beden#zihin#emek#emekçi#bilim#robot#robotik#sanayiemeği#teknikemek#proletarya#protekya#temsiliyetizm#memuriyetizm#devlet#minoktokrasi#gloktokrasi#sanayiburg#teknoburg#burjuvazi#üretimdeğeri#dolaşımdeğeri#tüketimdeğeri#emekoloji#teori#kuram#felsefe#mantık
0 notes
Text
Mudanya Yardım Sevenler'den Hatay Antakya'ya destek
https://pazaryerigundem.com/haber/175514/mudanya-yardim-sevenlerden-hatay-antakyaya-destek/
Mudanya Yardım Sevenler'den Hatay Antakya'ya destek
Türkiye Yardım Sevenler Derneği Mudanya Şubesi, Hatay’ın Antakya ilçesinde TYSD Atatürk Anaokulu’nun yapımına katkı vermek amacıyla bağışçı grubu ile birlikte kahvaltılı etkinlik düzenledi.
BURSA (İGFA) – Hatay Antakya’da TYSD Atatürk Anaokulu yapımına destek amaçlı olarak Türkiye Yardım Sevenler Derneği (TYSD) Genel Merkezi’nin başlattığı “Bir Tuğlada Sen Koy” kampanyasına destek Mudanya Şubesi’nden geldi. Nuray Uzer başkanlığındaki TYSD Mudanya Şubesi, Mudanya Belediyesi MUDAŞ Sosyal Tesisleri’nde üye ve bağışçılarıyla birlikte kahvaltılı etkinlikte buluştu.
Antakya Kuzeytepe’de yapılacak olan Atatürk Anaokulu’na katkıda bulunmak amacıyla gerçekleşen etkinlikte, Müzik Öğretmeni ve Yazar Sabahat Özgöl’ün derneğe bağışladığı “Saklı Müzik Sandığı” adlı kitabı ile Oya Şengün Topçu adlı bağışçının “Deniz ve Penceremdeki Kaktüs” adlı çocuk kitabını gelir amaçlı satışa sunuldu.
TYSD Mudanya Şube Başkanı Nuray Uzer, her iki yazara gönüllü katkılarından dolayı teşekkür ederken, üyelerini de böylesine anlamlı bir organizasyona verdikleri destekten ötürü kutladı. TYSD’nin bağışçılarıyla birlikte ilk günden bu yana afet bölgesinden ellerini çekmediğini belirten Uzer, depremzede ailelerin ve öğrencilerin daima yanlarında olduklarını ve olmaya da devam edeceklerini söyledi. Bağışlanacak her bir tuğlanın okulun harcına sevgi ile çocukların yarınlarına umut katacağını ifade eden Başkan Uzer, organizasyondan elde edilen gelirin Antakya’da TYSD Atatürk Anaokulu’nun yapımı için Genel Merkezin hesaplarına gönderileceğini sözlerine ekledi.
Öte yandan Türkiye Yardım Sevenler üyeleri kahvaltılı buluşmada, bağışçıları Elif Erzan Topçu’nun da Uludağ Üniversitesi Makine Mühendisi Bölümü’nde profesörlük unvanını almasını da tebrik ederek, kutladı.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Video
youtube
Atatürk, Annesi ve Kadın Hakları Anıtı Açılışı, Ekim 1973 \ Karşıyaka 🎥
📌 Anıt, 19 Mayıs 1967’de kurulan “Karşıyaka Atatürk Anıtı Yaptırma ve İlkelerini Yaşatma Derneği” tarafından 1972 yılında, Cumhuriyet’in İlanının 50. Yılın anısına düzenlenen ulusal yarışmada birincilik ödülüne layık görülerek Karşıyaka sahil şeridinde inşa edilmiştir.
📌 Anıtın inşa sürecinde gerekli maddi kaynağın Karşıyakalılardan toplanmış olması anlamını bir kat daha artırmakta, kentlilerin anıtı ve sembolize ettiği değerleri ne kadar benimsediklerini göstermektedir.
📌 Anıt tasarımı yarışmasının ödülleri 29 Ekim 1971’de belirlenmiş, 10 Kasım 1971 tarihinde ise yarışmanın sonuçları açıklanarak, Mimar Erkal Güngören ve Heykeltıraş Tamer Başoğlu’na ait tasarımın inşa edilmek üzere seçildiği kamuoyuna açıklanmıştır.
📌 Uygulama yaklaşık 2 yıl sürmüş, anıt 26 Ekim 1973’te tamamlanarak törenle açılışı yapılmıştır.
📌 Anıt 3 ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm anıta doğru merkezi bir karakterde tasarlanan ve çiçek tarhları ile sonlanan zemin düzenlemesinden; ikinci bölüm ise zeminden eğrisel bir formla başlayıp daha sonra dik bir şekilde 27 metre yükselen plaklardan oluşur. Üçüncü bölüm, 3.80 metre kotunda konumlanan ve 1.40 metre yüksekliğinde -plak elemanları birleştiren- bronz kuşaktan oluşmaktadır.
📌 Zemin düzenlemesi ve yükselen plaklarla kadın haklarının Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e doğru gelişimi, sosyal, kültürel ve siyasi hayatta kadının yükselişi sembolize edilmektedir. Bronz kuşakta ise, cumhuriyetin kuruluşu ve reformların gerçekleşmesinde en önemli paya sahip olan Atatürk, merkezi konumda yer almaktadır.
📌 Bununla birlikte Zübeyde Hanım, ayakta mermi taşıyan bir kadın, kucağında çocuk taşıyan diz çökmüş bir kadın, elinde zeytin dalı tutan bir çocuk ve ayrıca bilim ve teknolojiyi sembolize eden makine ve fabrika figürleri yer almaktadır. Ayrıca kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkını hatırlatmak için bir oy sandığı ve oy vermek üzere sırada bekleyen kadınlar kompozisyonu da bronz kuşakta bulunmaktadır. Yine kitap yazan ve okuyan kadınlar da kadının eğitim alanında kazandığı rolü vurgulamaktadır. ------------------------------------ @karsiyakablog ------------------------------------ ✔︎ 𝐅𝐨𝐥𝐥𝐨𝐰 @karsiyakablog☞︎︎︎ Lɪɴᴋ ᴏғ karsiyaka.blog ɪɴ ʙɪᴏ シ ︎ ------------------------------------ ☁︎ 𝑓𝑜𝑙𝑙𝑜𝑤 𝑡ℎ𝑒 𝑐𝑜𝑚𝑚𝑢𝑛𝑖𝑡𝑦: #eskiizmirvideoları #eskiizmir ------------------------------------ ♧︎︎︎ Tᴀɢs : #KadınHaklarıAnıtı #ErkalGüngören #TamerBaşoğlu #history #eskiizmirvideoları #eskivideolar #Σμύρνη #Τουρκία #Κορδελιό #izmir #eskiizmir #Turquiehistoire #Τουρκία #Σμύρνης #smyrne #smyrna #Turquie #Turkey #smirne #i̇zmirtarih #σμύρνη #birzamanlarizmir #izmirtarihi #ZübeydeHanım
0 notes
Text
Başarı başarmaya niyet eden çalışan insanın hakkıdır.
Yıl 1943. Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne çıkar.
Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok.
Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
"Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun."
Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu ?
- Alıyorum.
- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?" diye düşünür durur.
Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce "Deli misin bey?"der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, "Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da" zihniyeti var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder...
ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne
"Kitap İdare Sandığı" yazar.
Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. Kütüphaneye de bir yazı asar:
"Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz."
Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir.
Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
"Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım.
Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak" der.
Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler.
Mustafa Amca'nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup
iş yapmazken, Mustafa'nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.
Zenith ve Singer'e mektup yazar:
"Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım" der.
Zenith dokuz tane,
Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti).
Salı günlerini kadınlar günü yapar.
Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur.
Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider.
Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.
Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar,
"Kendi görev tanımı dışında davranıyor" diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir.
2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.
Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp'e "Eşekli Kütüphaneci" Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş.
İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer
kaybettirir.
Bakın Nevşehir'den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat,milletvekili, politikacı geçti;
binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama...
Mustafa GÜZELGÖZ
ve eşeğinin heykeli var.
3 notes
·
View notes
Text
Mustafa Güzelgöz ve Eşeği
Ürgüp'te bir eşek heykeli olduğunu biliyor muydunuz?
Eşeğin heykeli mi olurmuş dediğinizi duyuyor gibiyim.
Eğer o eşek yıllarca köylere kitap taşımışsa neden olmasın?
Tabii asıl konu kütüphaneci Mustafa Güzelgöz'ün hikayesidir.
Yıl 1943.
Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.
Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare (Ödünç) Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar:
“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”
Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.
Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.
Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.
Zenith ve Singer’e mektup yazar:
“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.
Eşekli Kütüphaneci, Fakir Baykurt
6 notes
·
View notes
Text
Kırsal Kalkınma Yatırımlarının 2022 Yılı Hibe Arıcılık Desteklemeleri
Arıcılık desteklemesi için Kırsal Kalkınma Yatırımlarını Destekleme Projesi (KKYDP) 2021 – 2022 yılı hibe arıcılık desteklemeleri açıklandı. Arıcılık hibe desteği gerekli şartları ve belgeleri bulunan arıcılar programlara başvurabilir.
Hibe Arıcılık Desteklemeleri Programı Hakkında
Kırsal Kalkınma Yatırımlarını Destekleme Projesi başvuruları 31.10.2021 tarihinde başlamıştır.
Arıcılık Desteklemeleri, Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Tarıma Dayalı Ekonomik Yatırımların Desteklenmesi için son başvuru 17.12.2021 tarihinde sona erecektir.
Arıcılık Desteklemeleri, Kırsal Kalkınma Destekleri Kapsamında Tarıma Dayalı Ekonomik Altyapı Yatırımlarının Desteklenmesi son başvuru 21.01.2022 tarihinde sona erecektir.
Arıcılık Desteklemeleri Neleri Kapsıyor?
ARICILIK MAKİNE VE EKİPMANI
Arıcılık Makine ve Ekipmanı Bilgi Formu*
Bu kapsamda bal süzme makinesi, bal dinlendirme tankı, çok fonksiyonlu bal tankları, bal tenekesi ısıtma havuzu, bal dinlendirme tankları, sır alma tezgahları ve polen kurutma makinelerine destek verilir. * AKS kayıtları ile uyumlu olacak
Sır Alma Makinesi: Tamamı 304 krom-çelik olmalıdır. Elle çevirmeli (manuel) veya motorlu olabilir.
Bal Süzme Makinesi: Tamamı 304 krom-çelik olmalıdır. Elle çevirmeli (manuel) veya motorlu olabilir. Balla temas eden bütün parçalar 304 krom-çelik ve % 100 paslanmaz olmalıdır.
Çok fonksiyonlu bal tankı: 304 krom-çelik olmalıdır. Termostat ısıtıcılı veya ısıtıcısız olabilir. 6-8- 10 teneke kapasiteli olabilir.
Bal tenekesi ısıtma havuzu: 304 krom-çelik olmalıdır. Termostat ayarlı ısıtıcılı olmalıdır.
Polen kurutma fırını: Termostat ayarlı, ısıtıcılı ve günlük 50 kg/gün kapasiteye kadar destek verilir.
Arıcılık makine ve ekipmanı desteğine en az 30 arılı kovanı olan yatırımcılar başvuru yapabilir.
Her makine ve ekipman ayrı ayrı alınabilir.
Başvuru sahibinin Arıcılık Kayıt Sistemi (A.K.S) belgesi olmalıdır.
Satın alma aşamasında yatırımcının yükleniciden isteyeceği belgeler:
Garanti Belgesi
Satış Sonrası Hizmet Yeterlilik Belgesi (Yetkili Servis Belgesi) veya TSE Hizmet Yeterlilik Belgesi
Yetkili servislerin listesi
Türkçe Bakım ve Kullanma Kılavuzu
ARICILIK VE ARI ÜRÜNLERİNİN İŞLENMESİ VE PAKETLENMESİNE YÖNELİK YATIRIMLARDA İŞLETME KAPASIİTESİNE UYGUN OLMAK ŞARTIYLA HİBEYE ESAS BÜTÇE KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEN MALZEMELER:
Ana arı malzemeleri,
Polen kapanlı yeni kovanlar (boş) ve parçaları,
Kovanlar için gerekli aparatlar (Petek yapıştırma Makinesi, bal tenekesi, sır alma bıçağı, bal refraktometresi, asit buharlaştırma aparatı, bal mikseri, şapka tipi uçan haşere tuzağı, tekli oksalik asit buharlaştırma aparatı, nano gümüş içerikli malzemeler, çekiçli el demiri, çerçeve tutma aleti, organik asit eldiveni, arıcı pürmüz çakmağı, erkek arı gözü peteği, kabarmış mum peteği, bal mumu eritme Makinesi, elektronik kontrollü çit sistemi, bal taşıma sandığı, bal sağım çadırı, çerçeve delme aleti, polen kurutma ve temizleme Makinesi)
Bal dinlendirme tankları,
Arı yemlikleri,
Arıcılık elbise ve kıyafetleri,
Bal eritme kazanları,
Körükler,
Bal süzme Makinesi, bal dolum ve paketleme Makinesi,
200 adet ve daha fazla sayıda arılı kovan ile gezginci arıcılık yapan üreticiler için güneş enerji sistemi, arıcı barakası veya karavanı alımı,
100 adet ve daha fazla sayıda arılı kovana sahip ana arı üretimi yapmak isteyen arıcılara; güneş enerji sistemi, çiftleştirme kovanı veya kutusu (en az 1.000 adet) ve arıcı barakası veya karavanı alımı,
Bakanlıktan bombus arısı ön izinli veya izinli bombus arısı yetiştiricileri için, bina yapımı ve tadilatı, raf sistemleri, ilgili alet ve ekipman alımı ile diğer yatırım giderleri
Arıcılık desteklemeleri için Kırsal Kalkınma Yatırımlarını Destekleme Projesi’nin sunduğu destekler bunlardır. Desteklerin resmi yazısına bu linkten ulaşabilirsiniz. Kırsal Kalkınma Yatırımlarını Destekleme Projesi – Arıcılık Desteklemeleri
Arıcılık Desteklemeleri İçin Nereye Başvuru Yapılır
Arıcılık desteklemeleri için Tarım ve Orman Genel Müdürlüğünün sitesinden veya İl ve İlçe müdürlüklerinden de başvuru yapabilirsiniz.
0 notes
Text
🔎 Eşekle Gelen Aydınlık
Yıl 1943.
Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce: “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.
Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da.“ zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare (Ödünç) Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar:
“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”
Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.
Eşek de daha gerçek, Mustafa amca da.
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak.” der.
Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.
Köylerdeki çocuklar eşekli kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa amcanın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.
Zenith ve Singer’e mektup yazar:
“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım.“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar “Kendi görev tanımı dışında davranıyor.” diye. 50 yaşına gelen Mustafa amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
(Alıntıdır. Aydın İleri ve Tayfun Talipoğlu, 2007, Eşekle Gelen Aydınlık, Anfora Yayıncılık)
0 notes
Text
Silivri Devlet Hastanesi Devlet Hastanesi Randevu Alma
İstanbul Silivri ilçesinde Hizmet Yapan Silivri Devlet Hastanesi Randevu Alma Konusunda Detaylı Bilgileri Ve Hastane ilgili Merak Edilen Bütün Bilgileri Sizler için Sayfamızda Bir araya Toplayıp Siz Değerli Takipçilerimizin Önüne Seriyoruz.Silivri Devlet Hastanesi ile ilgili Diğer Önemli Detaylarıda Sizler için Sayfamızda Paylaşıyoruz.Lütfen Hastaneye Gitmeden Önce Sizlere Vermiş Olduğumuz Bilgileri Teyit Edip Öyle Hareket Ediniz Şimdiden Acil Şifalar Dileriz... Adres: Yeni, Nedim Beyazgül Sk. No:4, 34570 Silivri/İstanbul Saatler: 24 saat açık Acil Servis: 24 saat açık · Diğer çalışma saatleri Telefon: (0212) 727 21 00
SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ YOL HARİTASI SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ TANITIM FİLMİ SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ YÖNETİM KADROSU
SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ ÇALIŞTIĞI KURUMLAR SGK Bağkur Emekli Sandığı Yeşil Kart 18 Yaş Altı Çocuklar Engelli Raporu Bulunan Hastalar SGK Yurt Dışı Hastaları SGK (İş Kazası) Gaziler Askerlik Şubesi Muhtaç Erbaşlar Rütbeli Er ve Yakınları Askerlik Şubesi Erler Jandarma Erler Adli Vakalar Cezaevi Tutuklu ve Hükümlüler Acil Hal Olarak Gelen Hastalar Türkiye Büyük Millet Meclisi Ücretli Hastalar Odalar ve Borsalar Birliği SYDV Özel Sigorta Bankalar SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ TARİHÇESİ Özel İdare Dispanseri olarak 1940 yılında temeli atılan bina, 1960 yılında hastane koğuşu ilave edilmiş, 1974 yılında bir kat ilavesi ile tamamlanmıştır.1982 yılında 10 yataklı sağlık merkezinden 50 yataklı Silivri Devlet Hastanesine geçiş tamamlanmış, 1989 yılında Bakanlığın ve halkın yardımları ile iki katlı ek bina hizmete girmiştir. İl Özel İdaresi tarafından 06.07.2007 tarihinde inşaatına başlanan yeni hastane binasında 13.03.2009 tarihinde hizmete başlanmıştır. 3 bloktan oluşan arsa alanı 13500 m² kapalı alanı 16008 m² olan hastanemizin açık otopark alanı 5400 m² (153 araçlık)tır. 01.08.2010 tarihinde Selim paşa Acil Yardım ve Travmatoloji Hastanesi ile bakanlık kararı ile birleşmiştir. Selim paşa ek hizmet binası 25.000 m2 açık ve 7500m2 kapalı alan üzerine kurulmuştur. Merkezi Hekim Randevu Sistemi Sağlık Bakanlığı Türkiye'de daha etkin ve verimli bir şekilde sağlık hizmetlerine ulaşılması amacı ile Sağlıkta Dönüşüm Projesi'ni yürürlüğe koymuş ve bu program kapsamındaki çalışmaları büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Bu programın en önemli çalışmalarından biri de Merkezi Hekim Randevu Sistemi'dir.Silivri Devlet Hastanesi Randevu Alma Merkezi Hekim Randevu Sistemi Nedir? Merkezi Hekim Randevu Sistemi; vatandaşların Sağlık Bakanlığı'na bağlı 2. ve 3. basamak hastaneler ile ağız ve diş sağlığı merkezleri için Alo182 hattından Merkezi Hekim Randevu Sistemi'ni arayarak canlı operatörlerden veya web üzerinden kendilerine istedikleri hastane ve hekimden randevu alabilecekleri bir uygulamadır. Merkezi Hekim Randevu Sistemi'nin Amaçları Nelerdir? Hastanelerde daha iyi bir kaynak planlanması (iş gücü ve teçhizat kullanımının etkin ve verimli planlanması) yapılarak vatandaş/hasta memnuniyetinin artırılması, hastanelerde kuyrukların azaltılması. Hastanelerde kaynak kullanımının ve dağıtımının ölçülmesi (iş gücü, makine ve teçhizat kullanımının etkin ve verimli uygulanması) suretiyle; sağlık hizmetleri sunumunun, verim ve kalitesinin artırılması. Merkezi Hekim Randevu Sistemi verileriyle, sağlık politikaları geliştirilmesine yardımcı olunması. Randevu Nasıl Alınır? Alo182 Aranarak; Ev, iş, ankesör ve cep telefonlarından 182 numaralı Sağlık Bakanlığı Merkezi Hekim Randevu Sistemi aranır. 182 numaralı telefonu arayan vatandaş tarafından çağrıyı karşılayan asistana (canlı operatör) randevu talebinde bulunulan vatandaşın T.C. kimlik numarası verilir. Asistan vatandaş bilgilerini doğrular. Vatandaş randevu talebinde bulunduğu hastane, poliklinik ve hekim bilgilerinden en azından hangi polikliniğe gideceğini asistana bildirdikten sonra, asistan uygun tarih ve saat dilimlerini vatandaşa iletir. Vatandaş seçimini yaparak randevusunu alır. Web'den; Vatandaşlar, 182?nin yanı sıra "Online Randevu Sistemi" aracılığıyla da randevu alabilmektedir. Vatandaşlar, randevu almak istedikleri Merkezi Hekim Randevu Sistemi kapsamında olan hastanelerin internet sitelerindeki "Online Randevu" linkine basarak, "Vatandaş Giriş" ekranından kayıt oluşturup randevu alabilmektedir. Randevu Nasıl İptal Edilir? Alo182 Aranarak; Ev, iş, ankesör ve cep telefonlarından 182 numaralı Sağlık Bakanlığı Merkezi Hekim Randevu Sistemi aranır. Bu arama randevu zamanından en az 80 dakika önce yapılmalıdır. 182 numaralı telefonu arayan vatandaş tarafından çağrıyı karşılayan asistana randevu talebinde bulunulan vatandaşın T.C. kimlik numarası verilir. Asistan vatandaş bilgilerini doğrular. Vatandaş iptalini istediği randevusunun, tarih ve zamanını asistana iletir. Asistan tarafından ilgili randevu iptal edilir. Web'den; Merkezi Hekim Randevu Sistemi "Online Randevu" ekranına T.C. kimlik numarası ve şifre ile giriş yapılmalıdır. Randevu Geçmişi" kısmına tıklayarak alınmış olunan tüm randevu bilgilerine erişilir ve randevu iptal işlemi bu kısımdan yapılır. Randevu İptal" kısmına tıklayarak randevu iptal edilir. Read the full article
#SilivriDevletHastanesiÇalıştığıKurumlar#SilivriDevletHastanesicovid19#SilivriDevletHastanesiDoktorları#SilivriDevletHastanesiHakkındayorumlar#SilivriDevletHastanesiİletişim#SilivriDevletHastanesiKadınDoğumDoktorları#SilivriDevletHastanesiKadınDoğumRandevuAlma#SilivriDevletHastanesiKoronaTesti#SilivriDevletHastanesilaboratuvarSonucu#SilivriDevletHastanesiNasılGiderim#SilivriDevletHastanesiNasılRandevuAlırım#SilivriDevletHastanesiNerede#SilivriDevletHastanesiRandevuAlma#SilivriDevletHastanesiŞikayetleri#SilivriDevletHastanesiTahlilSonuçları#SilivriDevletHastanesiTelefonNumarası#SilivriDevletHastanesiÜrolojiDoktorları
0 notes
Text
Ayakkabı sandığı; bir mühendis, bir cerrah yetiştirdi41 yıldır boyalı parmaklarıyla çocuklarının akademik kariyerini destek olduHayatını ayakkabı boyacılığı ile kazanan İsmail Çakıroğlu:"2 tane çocuk yetiştirdim, bir tanesi beyin cerrahıdır bir tanesi de makine mühendisi"
Ayakkabı sandığı; bir mühendis, bir cerrah yetiştirdi41 yıldır boyalı parmaklarıyla çocuklarının akademik kariyerini destek olduHayatını ayakkabı boyacılığı ile kazanan İsmail Çakıroğlu:”2 tane çocuk yetiştirdim, bir tanesi beyin cerrahıdır bir tanesi de makine mühendisi”
Kocaeli’nin İzmit ilçesinde 41 yıldır ayakkabı boyacılığı yapan 60 yaşındaki İsmail Çakıroğlu, boya sandığından kazandığı yaparak çocuklarından birini mühendis, birini de cerrah olarak yetiştirdi. İzmit’te yaşayan 60 yaşındaki Çakıroğlu, 41 yıldır ayakkabı boyacılığı yaparak, tozlu ve eskimiş ayakkabıları ilk günlerine döndürüyor. Tarihi Pertev Mehmet Paşa Camii önündeki yarım asra yakın süredir…
View On WordPress
0 notes
Text
HC Palet
HC PALET Fabrikaların, üretim tesislerinin ihtiyaçlarına yönelik hizmetler sunan, sevkiyat kalitesini artıran ve kendini sürekli olarak geliştiren HC PALET A.Ş girişimci , yenilikçi ve sorumluluk taşıyan vizyoner ruhuyla 2015 yılında kurulmuştur. Ahşap Ambalaj Üretiminde ISPM 15 yetki sertifikasını alarak ürünlerini 125 Ülkeye Sorunsuz Olarak sevk etmenin mutluluğunu yaşamaktadır. Ahşap Ambalaj sektöründe başladığı faaliyetlerine; kısa sürede lojistik, nakliye, Mobilya kereste üretim alanlarını da ekleyerek bir Şirketler Grubu haline gelmiştir, HC PALET A.Ş , geçen yıllar içerisinde yurt içinde ve yurt dışında Ahşap Ambalaj Üretimi, Yerinde Paketleme Hizmetiyle birçok farklı projenin güvenle ve titizlikle sevkine imza atmıştır. Kısa sürede gerçekleşen bu hızlı büyüme, zamanla istikrara dönüşmüş ve HC PALET A.Ş, Ahşap Ambalaj sektörünün saygın ve güvenilir kuruluşları arasındaki yerini almıştır. Şirketimiz, bugün 20 yi aşkın teknik ve idari kadrosuyla yaklaşık 60 kişiye istihdam olanağı sağlarken, her geçen gün büyüyen sermayesi, makine parkı ve taşımacılık filosu ile ülke ekonomisine büyük katkıda bulunmaktadır. HC PALET A.Ş, insan odaklı sorumluluk duygusu, risk alabilen girişimci ve dinamik yapısıyla en büyük yatırımlarını UKRAYNA da yapmış, gösterdiği üstün başarılarla dünyanın dört bir tarafından gelen dev kuruluşların arasından sıyrılarak üst sıralara yerleşmeyi başarmıştır. UKRAYNA HC PALET A.Ş nin global bir şirket olma yolunda attığı en önemli adımdır. HC PALET A.Ş, kurumsal yapılanmasını uzman iş gücüyle daha da sağlamlaştırarak, modern yönetim anlayışının sunduğu imkanlardan faydalanıp, ülke ekonomisine de katkıda bulunarak büyümeyi hedeflemektedir. HC PALET A.Ş, uluslararası arenada kanıtlanmış ahşap üretim deneyimi, uzman kadrosu ve takım çalışmasıyla gerçekleştirdiği proje yönetimi, kaliteli malzemeyi dünyanın her yerinden, zamanında ve uygun maliyetle satın alma hedefi ve teklif hazırlanmasından malzeme tedarikine kadar her türlü faaliyette kullandığı teknolojik olanaklarıyla yüksek hedeflerine doğru emin adımlarla ilerlemektedir. #hcpalet #ahşapambalaj #ihracat sandığı https://www.hcpalet.com/tr/pagedetail/hakkimizda/86 #hcpalet #ahşapambalaj #ihracat sandığı HC Palet
0 notes
Text
Ahşap Sandık
Ahşap Sandık Nedir?
Ahşap sandıklar; birbirinden farklı boyutlarda üretimi yapılan ve ağırlığı yüksek olan malzemelerin sevkiyat, yükleme ve depolama işlemlerinde kullanılan malzemelerdir. Hem maliyet hem de zaman açısından kullanıcılarına oldukça kolaylık sağlarlar.
Ahşap Sandıkların Avantajları
Ahşap sandıkları, kullanıldıkları alanlarda kullanıcılarına pek çok yönden fayda sağlamaktadır. Ahşap sandıkların sunduğu başlıca avantajlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
Ağır yükler için hem ideal hem de ucuz bir çözümdür.
Yüksek mukavemet sağlamaktadır.
Yapımı son derece esnektik. Talep edilen ebatlarda tasarlanabilmekte ve özel imalat yapılmaktadır.
Düşük depolama maliyetleri sağlar.
Forklift ve vinç gibi araçlarla farklı taşıma şekillerine uygun olarak üretilebilmektedir.
Tek kullanımlık değildir. Bu yüzden uzun süre kullanım imkanı sunar. Kullanılabilecek sürenin uzunluğu ahşap sandığın kalitesine bağlıdır.
Sandıkların Kullanım Alanları
Ahşap sandıklar ile sanayide onlarca farklı ürünün nakliye işlemi yapılabilmektedir. Bunlar arasında santral, jeneratör, pano gibi ağırlıkları ürünler, kırılgan ve hassas elektronik makine ürünleri, sarsıntı ya, çarpmaya hassas araç ve ekipmanları bulunmaktadır. Özellikle ihracat sürecinde, ihracat sandığında ürüne özel dizaynla sabitlenmiş, özel malzemelerle sarılmış, korunaklı olarak nakliye işlemlerini yerine getirerek müşterilerinize, ürünlerinizin zarar görmeden, ulaştırılması sağlanmaktadır.
SANDIK TEDARİĞİNİZ İÇİN DOĞRU ADRES: AKKOYUNLU ORMAN ÜRÜNLERİ
Ahşap ihracat sandığı ve ambalajlarımız depolama maliyetlerinizi düşürür. Ürünlerimiz ISPM-15 ve EPAL Euro Palet kalite standartlarına uygun bir biçimde imal edilmektedir. Özellikle deniz aşırı ülkelere yapılan sevkiyatlarda uzun süreli yolculuk sonucu tuzlu deniz suyundan dolayı korozyona uğrayan ürünlerinizi, kullanmış olduğumuz ahşap ihracat sandıklarımız ve özel korozyondan ve nemden, koruma malzemeleri ile sorunsuz ve dış etkenlerden korunmuş bir teslimat yapmanızı sağlar. Sizler için sunduğumuz ahşap sandık çeşitlerini ilgili link üzerinden inceleyebilirsiniz. Beğendiğiniz ahşap sandıkların fiyatları ve detayları ile ilgili bilgi almak için bizlerle iletişime geçebilirsiniz.
Kaynak : https://www.akkoyunormanurunleri.com/sandik/
0 notes
Text
KÜTÜPHANECİ MUSTAFA
Yıl 1943. Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok.
Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
"Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun."
Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu ?
- Alıyorum.
- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?" diye düşünür durur.
Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce "Deli misin bey?"der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, "Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da" zihniyeti var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne "Kitap İdare Sandığı" yazar.
Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. Kütüphaneye de bir yazı asar:
"Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz."
Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
"Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak" der.
Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca'nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup
iş yapmazken, Mustafa'nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer'e mektup yazar:
"Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım" der.
Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar,
"Kendi görev tanımı dışında davranıyor" diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.
Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp'e "Eşekli Kütüphaneci" Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş.
İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
Bakın Nevşehir'den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat,milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykeli var.
0 notes
Text
Bastiani Kalemiz Nerede, Barbarlarımız Kim Bizim?
İtalyan yazar Dino Buzzati’nin Tatar Çölü romanı, genç Giovanni Drogo’nun günün erken saatlerinde uzun bir yolculuğa çıkışıyla başlar. Harp Okulu’nu yeni bitirmiş teğmen, doğup büyüdüğü kentte caddelerle, meydanlarla, arkadaşlarıyla, annesiyle vedalaşmış; belki uzun, belki kısa sürecek bir bilinmezlikte, taşradaki ilk görev yerine varmak istemektedir. At sırtında sıkıcı yolculuğu sırasında karşılaştığı yüzbaşı Ortiz ile neredeyse bir gün boyunca yaptığı yol arkadaşlığı ise aslında varacağı yerin neresi olduğunu daha en baştan ele verir.
Uçsuz bucaksız bir çölün dibinde ülke sınırındaki Bastiani Kalesi konumu, kasvetli görünümü ve sakinlerinin buna uygun ruh hâlleriyle kaderine terk edilmişliğin, unutulmuşluğun bir somutudur.
Gece nöbetlerinde çölün ayazından korunmak amacıyla bir pelerin siparişi için indiği terzihanede Drogo’ya, terzi Prosdocimo’nun ayaküstü söylediği: “...Ben burada tamamen ge-çi-ci olarak bulunuyorum. Her an gidebilirim” sözlerinin ardından çıraklar kıkırdar. Çavuş Prosdocimo çıkınca onun kardeşi olduğu anlaşılan ufak tefek ihtiyar kalfa teğmene fısıldar: “Duydunuz değil mi? Teğmenim, onun kaç yıldır burada olduğunu biliyor musunuz?.. On beş yıl teğmenim, on beş lânet olası yıldır burada ve hâlâ o bilinen hikâyeyi anlatıp duruyor: Ben geçici olarak buradayım, her an gidebilirim.
... O, alay komutanı albay ve daha pek çoğu, ölene değin burada kalacaklar; Bu bir tür hastalık, dikkatli olun teğmenim, siz ki yenisiniz, henüz gelmişsiniz daha vakit varken dikkat edin. ... İlk fırsatta gidin, onların çılgınlığına yakanızı kaptırmayın... Bana inanın siz de etki altında kalır, sonuçta buraya demir atarsınız: Gözlerinize bakınca anlaşılıyor” [1]
Genç asker uyarıdan tehlikeyi sezse de, bu sözlerin sahibinin bile aynı sona yazgılı, aynı karanlık umutla yaşayanlardan olduğunu öğrenecektir.
Drogo kısa bir süre sonra gideceğini, böylesi bir mekanda asla kalamayacağını kendine sürekli telkin etmesine karşın, geçen 4 ay içinde buranın, bu tenhâ çölde unutulmuş kalenin ‘egemenlerinden’ olduğu yanılgısına düşecek, tüm yakıcılığına rağmen ihtiyarın yalvaran sözleri kül olup uçacaktır.
Daha 20’li yaşlarında olan ve yaşamdan pek çok beklentisini çeşitli gerekçelerle ‘gelecek mutlu günlere’ öteleyen Drogo, kalenin içindekileri uyuşturan büyüsüne kapılacaktır nitekim.
Bir sağlık raporuyla bu serüveni daha o noktada bitirme olanağı var iken mesleğinin utkusunu örselememek adına ve kim bilir belki belirsiz bir gelecek korkusundan bunu reddeder. Kalenin tabibine bir onur meselesi olarak yansıtıp geri çevirdiği bu teklif ilk ve son şansıdır aslında.
“-Pazarda toplanmış neyi bekliyoruz böyle? Barbarlar bugün geliyormuş buraya.-Senato’daki bu sessizlik neden kaynaklanıyor? Boş oturup yasaları neden oylamıyor Senatörler?Çünkü barbarlar geliyormuş bugün buraya.Neyin yasasını çıkarsın artık Senatörler? Barbarlar geldiğinde yasalarla ilgilenirler..... -Nereden çıktı bu tedirginlik, bu telaş, nasıl da ciddileşti yüzlerin ifadesi birden? Sokaklarla meydanlar neden hızla boşaldı ve neden, herkes evine dönüyor kafasında derin düşüncelerle? Çünkü hava karardı ve barbarlar gelmedi. Sınır boylarından gelen adamlarımız, artık ortalıkta hiç barbar olmadığını söylüyorPeki, barbarlar olmadan ne yapacağız şimdi? Bir tür çözümdü bizler için bu adamlar” [2]
Kostantin Kavafis’in ünlü ‘Barbarları Beklerken’ şiiri yaşamlarını korkulara, endişelere göre inşa edenlerin, ‘korkulanın’ gerçekleşmemesi karşısında yaşadıkları düş kırıklığının görkemli anlatımıdır. Çünkü hayali bir düşman yaratarak toplumu birleştirmek, korkuttuklarını eteğinin altında toplamak yalnızca diktatörlerin değil, tüm devlet sistemlerinin pek sevdikleri bir yöntemdir kuşkusuz. Bununla birlikte şiir bireyin iç düzeninde sadece mutluluk düşlerinin, güzel gün umutlarının değil, ‘korkular, kaygılar ve ürkütücü beklentilerin’ de nasıl vazgeçilmez olduğunu, hayatlarımızın bunlarla nasıl da anlamlandığını gösterir.
Romanda muhayyel bir düşmandır Tatarlar. Yüzyıllar öncesinden arta kalan bilgilere dayanılarak bir gün saldıracağı düşünülen, o yüzden devamlı tetikte durulması gereken öteki’dir. Kimlik bu düşmanla, ötekiyle kurgulanır. Tüm kale sâkinleri her gün ve bıkmadan kâh çıplak gözle, kâh dürbünle ufukta bir karaltı görmeyi beklerler. Giovanni Drogo’yla birlikte, o karaltının bir gün görünüp gitgide büyüyeceğini ve Tatarların kuzeyden yapacakları bu saldırıda uç karakol Bastiani’de görev yapan askerlerin gösterecekleri kahramanlıkla nasıl yükseleceklerini düşleyerek geçen ömürlere biri daha katılacaktır.
Oysa zaman akıp giderken, ne uçsuz bucaksız çölden barbar Tatarlar gelecek, ne sürekli Çöl’e bakılan dürbünden gerçek bir umut ya da tehlike görünecektir. Bu köhne kalede aksamadan yürütülen, anlamsız sürgit işler arasında tükenilecektir.
Bu süreçte aileyle, eski dostlarla, bir zamanlar ait olunduğu düşünülen kentle çürüyen bağlar; artık dönülecek bir evin, yaşanacak o yurdun, kavuşulacak o sevgilinin kalmaması Bastiani Kalesi’ni, Drogo’nun kaderi kılacaktır.
Bastiani’de yani toplumsal/mesleki kabullerin, formel kuralların ilkeleri katıdır. Kale komutanının ve arkadaşlarının duyarsızlığı yüzünden Drogo’nun dostu, yüzbaşı Augustina’nın göz göre göre donarak ölümüne tanıklığı; Kalenin hemen dibinde yılkı atlarının peşinden giden delidolu er Lazzari’nin, arkadaşı Martelli tarafından nöbet parolasını söylemediği gerekçesiyle vurularak öldürülmesi; tüm bunlar, adına ‘sistem’ dediğimiz kurgunun silinen insan yüzleri karşısında nasıl kişileri harcayarak çalışan acımasız bir makine olduğunu gösterir. Toplumsal yapının iki yüzlü kalıpları, öncelikle saf olanları, içinde yaşamın canlılığını, enerjisini ve yaşatmanın erdemini taşıyanları öğütecektir. Sağ kalanlar ise belki uzun yaşasalar da zamanla yürüyen cesetlere dönüşecektir.
Drogo’ya yöneltilebilecek belki de en büyük eleştiri buradadır. Tüm bu süreçlerde ‘adâletsizliği’ görmesine rağmen bırakın eyleme geçmeyi, sesini dahi yükseltememiş ve ölümler cılız birer iç sızısı olarak kalmıştır O’nda. Ancak, diz çöktüren Leviathan karşısında ruhunu zehirleyen uyuşma, bu taş gibi ‘susku’, yaşamını ele geçirecek olan yabancılaşmanın yan ürünüdür.
Kalede askerlik mesleğinin gereği, sorgusuz kabullenilerek tereddütsüz uygulanan kurallar, talimatlar, emirlerle disiplin içinde sürüp giden gündelik yaşantıda yıllar bir çırpıda geçer. Kısa bir tatil için gittiği dış dünyadan tüm umutlarını bırakarak kalesine dönerken karşılaştığı Teğmen Moro’da gençlik canlılığını görmek iç sızısını derinleştirecektir Drogo’nun. Kendinde tükenmiş Moro; Moro’da hızla solacak bir Drogo.Yaşlı ve deneyimli bir askerin heyecanlı genç meslektaşında gördüğü budur.
Saçları kırlaşan, yüzü kırışan, sağlık sorunları baş gösteren Drogo için artık ‘yaşamındaki o güzel dönemin’ bir gün başlayıp başlamamasının da bir önemi kalmamıştır. Kaledeki yaşantısından başka hiçbir var oluş nedeni kalmayan Giovanni Drogo elli dört yaşında karaciğer rahatsızlığına yakalandığında çok üzülmez. Nasıl olsa öleceği yerde, kalede olduğunu bilmek acısını hafifletmektedir.
Oysa o gün, Tatarların gerçekten geldiğinin anlaşıldığı zaman, artık sağlığını yitirmiş ve kale için varlığı yük haline gelmiş bir kimsedir. Karar vericilere göre bu güçsüz, artık işe yaramaz adam, ‘hele kahramanlık onurunun kimseyle paylaşılmak istenmediği böyle bir zamanda’ derhal bünyeden atılmalıdır. Bu kararın tebliğini kaleye Drogo’dan çok sonra gelen görev arkadaşı ‘yeni gözde’ açıkgöz Simeoni yerine getirecektir.Nitekim, önce direnmeye çalışsa da, çaresiz kabul eder kovulur gibi kaleden ayrılmayı. Boşa harcanmış bir ömrün düş kırıklığı ile büyük bir parçalanma ve öfke duygusu içinde Bastiani’yi terk eden Drogo bir han odasında, üzerinde üniforması ve acı gülümseyişiyle, kaybedilmiş bir oyunu, ıskalanmış bir hayatı, var oluşunu sorgular. ‘Çehov’un Tüfeği’ bile olamamış onca zaman duvarda asılı durmuşken, hedefe tam ateşleneceği sırada arızalanıp utançla kendini bitirmiş, avcının öfkesiyle bir kenara atılmıştır. İşte böylesi durumda gösterişsiz bir ölümün tek kurtuluş olduğuna inanmaktan başka çaresi yoktur. Gıcırtıyla açılan kapıdan kendisine doğru yavaş yavaş gelen O’dur
Binbaşı Giovanni Drogo’nun mahremiyetsiz bir mekanda, uzandığı koltukta ömrünün muhasebesini yapması, var oluşunu sorgulaması, Lev Tolstoy’un romanındaki tâlihsiz yargıç İvan İlyiç Meşnikof’un evinde, ölüme terk edildiği odada kendini yargılayışından farklı değildir aslında.
Lev Nikolayeviç Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü adlı romanı, statüye dayalı bir dünya algısında artık yaşamının en iyi noktasına vardığını düşünen yargıç İvan İlyiç’in, birden ölümün kendisine hızla yaklaştığını görmesiyle aslında hiç yaşamadığını fark edişini, zaman içinde unuttuğu insani var oluşunu kavrayışını; ölüme yenilirken içinde kopan fırtınaları, büyük bir saflık, samimiyet ve sâhici dille anlattığı uzun bir öyküdür.
İvan İlyiç Meşnikof da bir ömür boyu, türlü zahmetler çekip, ödünlerle yargı mesleğinde yükselmiş, bu süreçte her geçen gün künhünden uzaklaştığını fark edememiş, kendini gücünün doruğunda sandığı bir zamanda aslında en dipte olduğunu, ancak ölüm sürecindeki iç sorgulayışıyla kavramıştır.
Hayatın önlenemez akışında ertelenen düşler, yaşanmamışlıklar, ıskalanmış güzellikler, kaybedilmiş iyilikler kıyısında belirsiz sayılı günler birden tükenmiş; hırslar, maddi beklentiler yolunda, taktiksel manevralar ve doymak bilmez iştiha ile el sıkıldıkça öz, kar gibi erimiş, avuçta bir şey kalmamıştır.
Modern sınıfsal anlayışın değerler hiyerarşisinde bireyin, ölüm gerçeği göz ardı edilerek inşasıyla, bireyin ‘yok oluş’ gerçeğine toplumun verdiği yanıt, maddi başarı, elini uzattığını alabilme becerisi, en tepeye yükselme donanımıdır. Oysa ölümle, kıvrandıran acılarla, yalın gerçeklerle yüzleşmiş kişinin anlam dünyasında bunların metelik karşılığı yoktur.
Bu bağlamda meslektaşlarının İvan İlyiç’in ölüm haberini gazeteden öğrendikten hemen sonra bir yandan onun makâmına kimin geçeceği, buna bağlı terfi, görev değişikliği, maaş artışı hesapları; bir yandan da ‘İşte o öldü, ben ölmedim!’ iç geçirişiyle ölenin kendileri değil de başkası olmasından ötürü sergiledikleri narsist üzüntü gösterileri; rahatlıkla ve hep yapıla geldiği gibi o akşam da oynanacak kağıt oyunu için sözleşmeleri; kendisini göremeyen, kendisiyle ilişkisinde hesap soramayan, kendisine hesap sormadığı için adâletsiz sisteme, dış dünyaya etik değerler bağlamında söyleyecek bir sözü kalmayan kişilerin ruh çoraklığıdır.
Yargıç mesleğinin en başında, ülkenin ıssız köşelerinde görev yaptığı dönemde, zihnine, yüreğine çöreklenen, yanında Tanrı ve Devlet’ten başka kimsenin bulunmadığı düşüncesiyle yaralanır ilkin.
Kürsüsünde normlar, kurallar veya prosesler bütünü içinde her gün insani tutumunu sergilemede turnusol işlevi gören olgularla sınanırken, çoğu kez meslekte profesyonelleşme adına insanı ve kendi yüzünü unutur.Ve bir gün o küntleşme maskı gösterişli bir yansıtma olmaktan çıkarak muharref bir kişiliğe dönüşür.
Bireyin yalnızca kendisini düşünüp, kişisel çıkarlarının peşinde ömür tükettiği düzende, genelde aydının, özelde hukukçunun ve somut olarak yargıcın, tüm zorluklara karşın etik değerleri göz ardı etmeden işini erdemle yapması, hakkıyla yerine getirmesi, onun insanlığa, ülkesine, toplumuna, ailesine ve özde kendine asli sorumluluğudur. Özsaygının bir yansıması biçiminde iyilik de, kötülük de burada başlar ve biter. Sokrates’in söyleyişiyle: ‘Güç olan ölümden kaçınmak değil kötülükten kaçınmaktır. Çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar’.Günümüz toplumunda hayatın anlamı ve amacı nedir sorusunda cisimleşen bilinmeze çarpanlar; yani soru soranlar, yüzleşenler, sakatlar ve ölüm döşeğindekiler bu zorlu meseleyi kendi başlarına çözmek zorundadırlar. Zira yaşlılar, ölüme yaklaşanlar, kaybedenler, tutunamayanlar, toplumca sürekli mızmızlanan ‘fazlalıklar’ olarak görülürler.
Onlar toplumun canlılık akışına nefesleri yetemeyen, çürümüş, bunamış, eskimiş insanlardır. Oysa ölümün, ötekinin, yenilmişin aynasından bakabildikleri için bu fazlalıklar gerçeği en yalın görenlerdir. İşte burada, tam bu noktada Giovanni Drogo ve İvan İlyiç Meşnikof’un ölüm süreçlerine tanıklık, hukuk insanına zaman içinde yitirdiği bir dünyanın kapısını hatırlatmaktadır.
Peki hatırlamak, görmek ve yüzleşmek böylesi varoluşsal vazgeçilmezlik içeriyorsa bunun külfeti nedir? 1980 yılında Nobel ödülü alan Güney Afrikalı yazar John M. Coetzze’nin Barbarları Beklerken adlı anlatısı yukarıda değindiğimiz insani yükümlerimizi taşımanın ne denli zor olabileceğini, ağır bedeller ödemeyi göze almayı gerektiren cesaret, onur ve özsaygı sınavı olduğunu gösterir.
Geniş İmparatorluğun göçebe yerli halka komşu uzak bir kentinde uzun yıllardır görev yapan ve merkezi yönetimin hesaplarından habersiz, rahat, huzurlu sayılacak bir yaşam süren Yargıç’ın yazgısı kente askeri birliğin gelmesiyle tersyüz olacaktır.
O zamana değin sistemin bir parçası olarak, görevinin kendine yüklediği sorumluluklarla insani değerler arasındaki gergin telde ustalıkla yürüyen, rolünü abartmadan oynayan yaşlı yargıçtır romanın ana kişisi. Başkentten gelen ulusal güvenlik teşkilatının komutanı Albay Joll ise yerli halkın, yani ‘barbarlar’ın savaş hazırlığı içinde olduğu önyargısıyla buraya imparatorluğun yüksek siyasal çıkarları korumak için gönderilmiştir. Yargıç vicdanının sesine kulak verecek ve olağanüstü yetkilerle donatılmış bu ���derin’ adama doğru bildiklerini söyleyip, yakalanan zavallı göçebelere yapılan işkenceleri tasvip etmediğini açıkça ortaya koyarak acılı bir yolu seçecektir.
Bir ötekileşme sürecine dönüşen izlekte hukuka, ahlaka aykırı uygulamalara karşı yaptığı çıkışlar, insanı önceleyen tutumla attığı adımlar, sistemin olağanüstü yetkili egemenlerince hiç de hoş karşılanmayacaktır. Bu gerilimde askeri birlik çöldeki barbarlara yönelik büyük bir manevra için kentten ayrılırken O da artık sistemin uçurum kenarında bulacaktır kendini.
İç sorgulayış aşamasında iken, bir gün karşısına çıkan ve işkencede ayakları kırılmış, gözleri kör edilmiş ‘barbar kız’ ile ilişkisi ‘zalim-mazlum’ ‘katil-kurban’ kavramları bağlamında kendini yeniden anlamlandırıştır.
Her şey onu anlamaya, onun acısını içselleştirme, yaralarını sağaltma çabasıyla yeni bir evreye girecektir. Artık bu zavallı kızı, uzun ve zahmetli bir yolculukla çöldeki kabilesine geri götürme serüveni ise kurulu düzenin uçurumundan yuvarlanışın başlangıcıdır.
Yargıç kente döndüğünde ise militer egemenler için ‘vatan haini’dir artık. Yargılanmadan, yasal bir gerekçe gösterilmeden yetkileri alınacak, hakkında bir zorbanın verdiği ön hüküm infaz edilecek, kent halkının gözleri önünde aşağılanacak, kemiklerinin kırıldığı ağır şiddete maruz kalacak, daracık ve iğrenç bir hücreye atılıp kendi pisliğinde boğulmaya terk edilecektir.
Hücrede geçirilen hastalıklı günler sonrası, o bir zamanlar işkenceden geçip geçmediğini önemsemeden haklarında hüküm verdiği zavallıların benzeri ‘barbar’dır nihayet. Kendisine bir zamanlar ‘muteberi’ olduğu halkın içindedüzenli olarak yapılan işkenceler, utanç verici durumlara düşürülüşü, ne pahasına olursa olsun yaşamak arzusu ile ölümü bu rezilce hâle yeğleme çelişkisi ona nasıl yaşanacağının değil nasıl ölüneceğinin düşlerini gördürmektedir.
Sonra, yeterince dibe battığına kanaat getirilince sokağa bırakılıp, kentte meczup bir dilenci gibi yaşayışının gözlemlenişi ne ağır bir bedeldir. Ancak yaşça geldiği noktada, itibarın sembolik dekorunun arkasını gören Yargıç için ödediği bu fatura, varlık amacını belirlemenin, yaşamanın anlam ve değerini kavramanın, özsaygısını korumanın yegâne çıkış yoludur:
“Adalet! bir kez bu sözcük söylenmeye görsün, ardından ne çıkacağı hiç belli olmaz. Hayır demek kolay, dayak yiyerek kahraman olmak da kolay. Kellemi satıra teslim etmek bile, barbarların haklılığını savunmaktan daha zor gelmiyor. Bir zamanlar topraklarından sürdüğümüz insanlara kentin kapılarını açarak, silahlarımızı teslim etmekten başka nereye götürür bizi bu tartışma? Hem kurulu düzenin savunucusu, hem de kendince devlete düşman, saldırıya uğramış ve tutsak edilmiş, canı pahasına erdemini korumaya çalışan ihtiyar yargıcın da kuşkuları yok değil” [3]
Ancak ustura döşeli yolun sonunda haysiyetine kavuşacak ve tasını tarağını toplayarak barbarlardan kaçan işkencecisi teğmen Mandel’in gözlerine bakarken sorusunu sorabilecektir: “Bu merakım saygısızlık gibi gelirse bağışla, ama sormak istediğim… Sonra nasıl yemek yiyebiliyorsunuz ? Yani… İnsanlarla işiniz bittikten sonra? Cellat ve benzeri kimselerle ilgili olarak hep kafamı kurcalar durur. Gitme! Bir dakikacık dinle, içtenliğime inanmanı isterim. Söylememe gerek yok sanırım, kendin de biliyorsun, çok korkuyorum senden. Çok ağır ödedim vereceğin yanıtın bedelini. İş bittikten sonra lokmalar kolay geçiyor mu boğazından? İnsan ellerini yıkamak ister diye aklımdan geçirmişimdir hep. Ama öyle yalapşap bir temizlik yetmez, bir papaz titizliği, törensel bir arınma gerek öyle değil mi? Ruhun da arıtılması yani, başka türlüsünü düşünemiyorum. Yoksa gündelik yaşama nasıl uyum sağlanır? Sofra başında çoluk çocuğunla nasıl yemek yer, eşin dostunla ekmeğini nasıl bölüşürsün?” [4]
Yargıcın geçirdi zorlu günler sırasında, Albay Joll’ün komutasındaki askeri birlik güç sarhoşluğuyla göçebe yerlilerin kanını döküp, onlara asla unutamayacakları bir ders verme amacında iken, çetin doğa koşulları ve bilmedikleri coğrafyada barbarlarla çatışamadan tarumar olacak, kalan artıklar onursuzca kenti terk edecektir.
Sonrasında yağmacılardan, küçük hesap insanlarından, asker kaçaklarından geriye yanmış, yıkılmış kurtulan kent eski sakin günlerine dönme çabasına girecektir ağır ağır. Adı hep korkuyla anılan ama asla gelmeyen barbarlar adına yapılan onca zulmün ardından, kaçacakları başka yer olmayan, yahut her şeye rağmen böyle bir yola çıkmayan kent halkı gibi Yargıç da yavaş yavaş ayağa kalkacaktır.
Yıllar önce, tavuk hırsızlığından 3 yıllık zorunlu askerlik cezasına çarptırılan, ancak annesini özlediği için kaçmaya çalışırken yakalanan köylü genci yargıladığı dâvayı tekrar anımsar birden.
“-Sana haksızlık edildiğini, anasını özleyen bir oğlun cezalandırılmaması gerektiğini düşündüğünü biliyorum. Neyin haklı, neyin haksız olduğunu bildiğini sanıyorsun. Anlıyorum hepimiz öyle sanırız.
Benim o zamanlar erkek olsun,kadın, çocuk, hatta değirmeni döndüren zavallı yaşlı beygir olsun, yaşamımızın her anında, adaletin ne demek olduğunu bildiğimizden kuşkum yoktu.Tüm yaratıklar, adalet kavramını belleklerinde taşıyarak dünyaya gelirlerdi. Ne ki biz yasalar dünyasında yaşıyoruz… Kötünün iyisine razı olunan bir dünyada! Bizim elimizden ne gelir. Günahkâr yaratıklarıyız evrenin, yapabileceğimiz tek şey yasalara uyarken, adaletin belleklerden büsbütün silinmesine göz yummamaktır
…Bu türden olaylardan sonra duyduğum utancın sıkıntısını şimdi bile yaşıyorum. Duruşma salonundan çıkar çıkmaz evime gider, salonun koltuğunda, ağzıma bir şey koymadan, yatana dek karanlıkta otururdum. Haksız yere çile çekenlere tanıklık etmek zorunda kalanların yazgısı, haksızlığın utancını duymaktır diye düşünürdüm. Ne ki böylesine aldatıcı bir avuntuyla yetinilmiyor. İstifa etmek, kamu görevlerinden çekilmek, bir sebze bahçesi satın almak gibi düşünceler sık sık aklımı çeldi. Ama bir başkasının aynı göreve atanarak bu utancı yükleneceği ve hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşündüm.Ve olaylar beni aşana dek bu böylece sürüp gitti ” [5]
Yukarıda kısa alıntılar ve özetler çerçevesinde değerlendirme yapmaya çalıştığımız romanlarda gördüğümüz üzere, yargı, adalet ve egemenlik düzleminde, insanın var oluşu, etik tutum, ahlaki değerler ve değerlilik yaşantısı gibi meseleleri kurcalayan, insana kendini hesaba çekme olanağı sunan çok katmanlı bir dildir edebiyat. Yaşamda sistemle/devletle aynı dili kullanmayanlar, ya da bu dili terk edenler aykırı sesler, silinmiş yüzler arasında insanı görenler çoğunca bedeller öder ve ödedikleri nedeniyle adâlet umutlarını yitirebilirler
Bilginin, nesnelerin, durumların paraya tahvil edildikleri oranda anlamlı bulundukları bir sistemde, edebiyat ve şiir, elbette faydacı yaklaşımlara karşı etik değerleri öncelememize olanak sağlar.
Kuşku yok ki, ‘değerler sisteminin taşıyıcısı’ olarak edebiyatın asıl önemi bilincimizi değiştirme gücünden gelir. Gerçek ve kurgusal olan arasındaki sınırları çözümleme, verili olanı aşma, ancak bilincin dönüşümüyle sağlanacaktır. Bilincimizin gelişmesi, bize hayatımızı insanca anlamlandırma başta olmak üzere parlatılmış egoyla, saygı ikamesi para ve statüyle elde edilemez görme biçimleri sunar.
Çünkü edebiyatın her nabız vuruşunda, bir öyküde, romanda ve elbette şiirde de ‘aykırı ses’, mesela öldürülenin bir fâhişeden önce insan olduğunu, en acımasız katilin bile bir değerler dizgesi olabileceğini ve o nedenle insanın doğuştan insanca muamele edilmeye hak kazandığını hatırlatır. ‘Hayat-Sanat’ arasındaki bu yer yer çatışmalı ilişki, unutulmuş ya da çoktan züyuf akçeye dönüşmüş etik değerleri gündemimizde tutar.
Suçu ve suçluyu, toplumdan, toplumsaldan ayırmadan ele alan bir roman; anlatısıyla, diliyle başkalarının acısına bakarken duyarsızlaşan, kendi gerçekliğine ve var oluşuna yabancılaşan yargıç/savcı için dünyanın aslında neye benzediğini anlattığı kadar, kendimizin yanı sıra ve bizim gibi olmayanlar için dertlenmeyi önerir. Yargısal düzende ‘şeyleşen’ sanık, tanık, mağdur, avukat, savcı ve yargıç, aslında tüm yapı, iktidar ağında kendileri dışında bir varlık olarak konumlanmışlardır.
Yaşanılanlardan insani dersler çıkarılmadığı, bağışlamanın unutulduğu, vicdânın, merhametin, dürüstlüğün artık geçmediği, erdemli ve bilgece davranmanın alay konusu yapıldığı ‘özsevici’ paradigmada insanın mutluluk arayışı bir sanrının peşinden gitmektir yalnızca. Sınırlarının, yeteneklerinin, dünyada asıl istediğinin ne olduğunu bilemeyen, kendini gerçekleştirme yolunda bir çabaya girmeyen insan hırslarının denizinden içtikçe susayacak, susadıkça içecektir.
Çağdaş dünyada insanın yüzünün unutulmuş olmasına, onun değeri ‘sıfır’ bir varlık olarak görülmesine ve bunun doğal sonucu olarak, kişilerin yüzünün silinip ‘sıfırlar toplamı’ sayılmasına ilişkin çözümleme ve eleştirilerini sunduğu ‘Silinmiş Yüzler Karşısında’ başlıklı makalesinde İonna Kuçuradi:
“Bir insanın ‘her şey yapılabilir’ ilkesine inanıp buna göre hareket edebilmesi için, kendisinin bir yüzü olduğunu unutması, kişi olduğunu ve karşısında kişilerin bulunduğunu unutması gerekir. Kendi yüzünü silmesi ve insanların yüzünün onun gözlerinde silinmesi gerekir.
Bir insanın siyasal bir dava uğruna kendine herşeyi yapmaya izin vermesi için kendisini bu davanın sahibi değil, -lider bile olsa- aracı sayması; insanları kişiler olarak değil, sayılar olarak, artı-eksi sayılar olarak görmesi gerekir. Kişilerin yüzü silinince, etik değerler de silinir ortadan ve yüzü olan kişiler için değerli eylemlerde bulunmak zorlaşır. Etik değerler silinince en dikkatli, en titiz kurulan yapı, havada kurulmuş olur... Eylemde bulunan bir insanın gözünde insanın yüzü silinince, ‘ne için ?’ sorusu, bu dikenli soru, didiklendiğinde, yanıtsız kalır.” [6] demektedir.Evet insani duyarlığını yitirmiş; adaletsizliği, şiddeti, savaşı, insanın kendi türünü ve doğayı yok edişini kanıksayarak uyuşmuş birey ve toplum için mubah görülmeyecek kötülük yoktur. Coğrafyamızda, hemen yanı başımızda, dünya kaynaklarını elde tutmak için mezhep savaşı görüntüsüyle yapılan soykırımlar, karşıt militer grupların aynı Tanrı’nın adını anarak birbirlerine ve sivillere yönelen katliamları, bireylerin, toplulukların düşürüldükleri utanç verici durumları meşru ve mazur gösterecek bir etik değerler sistemi kurulabilir mi?
İkinci Dünya savaşında, Auschwitz kampında bir yandan her gün binlerce Yahudi ve Çingene’yi ölüme gönderirken akşam evine geldiğinde karısını ve çocuklarını mutlulukla kucaklayıp, akşam yemeği hazırlanırken piyanoda Shubert çalan, Nazi komutanı Adolf Eichmann’ın yargılanmasında savunmasını “Kendisinin bir devlet memuru olduğuna ve Immanuel Kant'ın ‘görev ahlâkı’ kavramı çerçevesinde kendisine verilen emirleri sorgulamaksızın, sadâkatle yerine getirdiğine, bunun kendisini bir çerçeveye soktuğuna, ancak asla katil yapmayacağına” dayandırması;
1990’lı yıllarda Yugoslavya’da gerçekleşen soykırımda Sırp devlet başkanı olan şair, psikiyatr Radovan Karadziç’in soykırımın en kanlı günlerinde bir yandan kadın, çocuk, yaşlı, genç, hâsılı on binlerce insanın ölüm emrini verirken, diğer yandan çocuklar için şiirler okuyup, onlara mandolinle ‘sevgi’ dolu çocuk şarkıları söylemesi, savaş sonrası kaçaklığında, sahte adla ve ‘New age Doctor” sıfatıyla mesleğini icra edip ‘tıpta daha insancıl yaklaşımları’ öneren anti-psikiyatri kongrelerine katılması;
Çok eski değil, 2011 yılında Norveç'te 77 kişinin yaşamını yitirip, 242 kişinin yaralandığı bireysel terör saldırısını gerçekleştirerek Hristiyan/Ateist kendi yurttaşlarını katleden internet girişimcisi milyoner Anders B. Breivik’in finans eğitimi yanında iki farklı lisans eğitimi daha almış olması, katliamdan kısa süre önce ‘Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi-2083’ başlıklı 1516 sayfalık manifesto yayınlaması, eylemini İslam ve çok kültürlülük karşıtlığıyla açıklayıp, 2012 yılında yapılan duruşmasında ise yetkilerini çok kültürlülüğü destekleyen siyasal sisteminden aldığı gerekçesiyle Norveç mahkemelerini tanımadığını belirtmesi ve daha verilecek binlerce örnek neyi göstermektedir? Vicdanın, merhametin, diğerkâmlığın, varlığa saygının, minnettarlığın hor görüldüğü tüm sistemlerin varacağı yeri kanımızca.
Nobel ödüllü Mısırlı yazar Necip Mahfuz dilimize ‘Ara Sokak’ ve ‘Sokaktakiler’ adlarıyla çevrilen ‘Midak Sokağı’ adlı romanında, yaşanan onca adâletsizlik, alçaklık ve ölümler sonrası Doğu’ya döner yüzünü çâresiz . Sevgi ve nefret, dürüstlük ve yalan, tamah ve özveri, mertlik ve ihanet, dirim ve ölüm izleğinde dünyada her şeyi düzleyen zamana, zamanın ise Tanrısal döngüye boyun eğiş ontolojisiyle söyler son sözünü...
"Ve bir gün Şeyh Derviş, Kâmil Amca’yı yaşlı berberle şakalaşırken gördü. Bunun üzerine gözlerini kahvenin tavanına dikerek şunları mırıldandı:
'-İnsanlar unutulur, kalpler değişir.'
Kâmil Amca’nın yüreği yandı, rengi söndü, gözleri doldu. Şeyh Derviş’in gözleri hâlâ tavandaydı:
'-Âşık olarak ölen kimse acıyla gider, ölüm olmayan aşkta ise hayır bulunmaz.'
Sonra bir an durup göğüs geçirdi:
-Ey bütün ihtiyaçları karşılayan. Bağışla, bağışla... Ey Ehli beyt ! Tanrı adına yemin olsun ki yaşadığım sürece sabredeceğim. Her şey için bir son yok mu? Evet her şey için bir son var..." [7]
Metin Dikeç/Kabahatler Kitabı,Yazılı Kâğıt Yayınları, 2015
KAYNAKÇA:
[1] Dino Buzzati, Tatar Çölü, Çeviren:Hülya Tufan, İletişim Yayınları, 2012, s. 54-55 [2] K. P. Kavafis, Bütün Şiirleri, Çeviren:Ari Çokona, istos yayın, 2013 s. 51-52 [3] J.M. Coetzee, Barbarları Beklerken, Çeviren:Beril Eyüboğlu, Adam Yayınları, 1985, s. 132, [4] J.M. Coetzee, Barbarları Beklerken, Çeviren:Beril Eyüboğlu, Adam Yayınları, 1985, s. 152 [5] J.M. Coetzee, Barbarları Beklerken, Çeviren:Beril Eyüboğlu, Adam Yayınları, 1985, s. 168 [6] İonna Kuçuradi, Çağın Olayları Arasında, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 2010, s.16 [7] Necip Mahfuz, Sokaktakiler, Çeviren:Hasan Akay, İnsan Yayınları, 1989, s. 315
0 notes
Photo
Battlefield Hardline
Battlefield denince akla gelen EA, kendi platformu Origin’i kullananlara özel sunduğu seride son bölüm olan Hardline’ı kısa süre önce satışa sundu. Serinin bir önceki oyunu olan Battlefield 4, esas aldığı Frostbite 3 oyun motorunun getirisi olarak içerdiği kaliteli görseller, oyun deneyimi ve çok oyuncu modunun başarısı sayesinde ilgi gördü ve milyonlarca sattı. Bilindiği gibi bu seride tek oyuncu modu arka planda kalıyor ve çok oyuncu modu ilgi görüyor. Serinin ana teması bu zamana kadar hep askeri operasyonlardı. İlk kez Battlefield oynarken asker değil polis olarak hikaye bölümünde görev alıyoruz. Belki de Dead Space, DS2 ve DS3 oyunlarından bildiğimiz Visceral Games firmasının geliştirici olması böyle bir sonucu doğurdu. Açıklamalara göre oyun 2012 başından beri geliştiriliyordu. Bu oyunda da tek oyuncu modu 7-8 saat gibi bir sürede bitiyor ve ardından uzun soluklu çok oyuncu modu başlıyor ama ilk olarak tek oyuncu modundaki hikayeye bakacağız.
Hatırlanacağı üzere geçen yazkısa süreliğine Beta olarak açılmış ve 7 milyon kişi denemişti. Ardından gelen bildirimlerden sonra beklenen tarih olan Ekim 2014’de sunulmayacağı, daha iyi hale getirileceği açıklandı. Şubat’ta gerçekleşen son Beta denemesinden sonra Gold halini aldı ve bu ay satışa girdi. Geçen bölüm gibi bu kez de PC, Xbox 360, Xbox One, PlayStation 3 ve PlayStation 4 sürümleri var. Bir kez daha konsollarda akıcı deneyim için çözünürlük düşürüldü. Xbox One ile sadece 720p, PS4 ile 900p kalitesinde oynanabiliyor. PC ile ekran kartı iyi olanlar 4K Ultra HD deneyimi yaşayabiliyor. Grafikler gerçekten son derece başarılı ve gerçekçi. Seslendirme, arka plan müziği, aksiyonlarda gelen silah sesi gibi detaylar daha iyi ve gerçekçi olamazdı. Oyuncuyu tam anlamıyla atmosfere sokuyor ve daha fazla heyecan duymasını sağlıyor.
Asayişi sağlama görevi sizde
Miami’de geçen ve uyuşturucu çeteleriyle mücadeleyi konu alan oyunda yeni dedektif olan Nick Mendoza ve iş arkadaşları zorlu bir mücadeleye girişiyor. CSI dizilerini andıran sahneler içeren videolarla süslenmiş, bölümlere ayrılmış bir tek oyuncu modu geçerli. Bu kez bir askeri görev değil polisiye görev üstlendiğiniz için bambaşka bir oyun anlayışı sizi bekliyor. Amacınız tüm düşmanları görür görmez avlayıp öldürmek değil. Arama/tutuklama emri, bilgi alma, şüpheli görünce “kımıldama” deyip sorgulama, kelepçe takıp tutuklama gibi işlemlerden söz ediyoruz. Elbette çok sayıda şüpheli varsa tek başınıza barışçıl yaklaşım uygulamanız zor olabilir ve silahlar konuşabilir. Bu yüzden bir diğer dikkat çeken öncelik gizlilik. Haritada geniş aralıklarla yerleştirilmiş düşmanlar varsa sessizce birer birer etkisiz hale getirebilir ve öldürmeden görevi tamamlayıp daha çok puan elde edebilirsiniz.
Toplanan puanlarla daha iyi ekipmanlar ve silahlara kavuşmanız mümkün. Ekipman demişken özel tarama cihazına değinelim. Alandaki tehlikeli bombaları, alarm tuzaklarını, suçluları tarayabilen yardımcı dedektörünüz var. Silahlarsa askeri sınıf tüfekler gibi seçenekler içeriyor ama polis sınıfından ötürü yeni olan ve ilgi çekenler elektroşok, kelepçe ve diğerleri. Tek oyuncu modunun bir diğer artısı seçimli yapı. Yaptığınız seçimlere göre bir sonraki görevleriniz değişiyor. Örneğin bir hedefi avlarken sniper gibi uzaktan vurmayı seçebilir ya da makineli tüfeği omuzunuza asıp kahraman gibi gövde gösterisi yapabilirsiniz. Böylece çok uzun sürmeyen tek oyuncu modunu bir kez daha oynama şansı doğuyor. Sürükleyici olan ve bazı sürprizlerle oyuncuyu şaşırtan tek oyuncu modu sıkmıyor ve unutulmaz bir anıya dönüşüyor.
Yeni modlarla çok oyuncu deneyimi
Elbette Hardline denildiğinde kısa sürede biten tek oyuncu modundan ziyade uzun soluklu çok oyuncu deneyimi daha fazla merak uyandırıyor. Klasik çok oyuncu modları geliyor ve bazı yeni modlar var ki bunlar gerçekten de ilgi çekici. Soygun modunda para dolu kasaya ya da zırhlı araca erişip paraları bir yere kaçırma sırasında polisin engel olması gerekiyor. Kanlı para modunda takımlar haritadaki bir noktada yer alan para dolu sandığı ele geçirip kendi bölgelerindeki zırhlı araca taşımakla sorumlu. 5 milyon doları toplayan ya da belirli süre içinde en çok toplayan kazanıyor. Hotwire adlı bir diğer modda belirli bir hızın altına inmeden araç (araba, minibüs, motorsiklet) sürerek rakip takım geride bırakılıyor ve bu mod yoğun ilgi görmüş durumda. Kurtarma modundaysa SWAT memurlarının suçluların elindeki rehineleri kurtarması isteniyor. Polisiye moddan ötürü haritalar ufalmıyor ve geniş bir deneyim sunuyor. Çoklu oyuncu modunda artık tırmanma kancası ve çelik halat da kullanılabiliyor.
0 notes
Text
Silivri Devlet Hastanesi Devlet Hastanesi Randevu Alma
İstanbul Silivri ilçesinde Hizmet Yapan Silivri Devlet Hastanesi Randevu Alma Konusunda Detaylı Bilgileri Ve Hastane ilgili Merak Edilen Bütün Bilgileri Sizler için Sayfamızda Bir araya Toplayıp Siz Değerli Takipçilerimizin Önüne Seriyoruz.Silivri Devlet Hastanesi ile ilgili Diğer Önemli Detaylarıda Sizler için Sayfamızda Paylaşıyoruz.Lütfen Hastaneye Gitmeden Önce Sizlere Vermiş Olduğumuz Bilgileri Teyit Edip Öyle Hareket Ediniz Şimdiden Acil Şifalar Dileriz... Adres: Yeni, Nedim Beyazgül Sk. No:4, 34570 Silivri/İstanbul Saatler: 24 saat açık Acil Servis: 24 saat açık · Diğer çalışma saatleri Telefon: (0212) 727 21 00
SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ YOL HARİTASI SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ TANITIM FİLMİ SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ YÖNETİM KADROSU
SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ ÇALIŞTIĞI KURUMLAR SGK Bağkur Emekli Sandığı Yeşil Kart 18 Yaş Altı Çocuklar Engelli Raporu Bulunan Hastalar SGK Yurt Dışı Hastaları SGK (İş Kazası) Gaziler Askerlik Şubesi Muhtaç Erbaşlar Rütbeli Er ve Yakınları Askerlik Şubesi Erler Jandarma Erler Adli Vakalar Cezaevi Tutuklu ve Hükümlüler Acil Hal Olarak Gelen Hastalar Türkiye Büyük Millet Meclisi Ücretli Hastalar Odalar ve Borsalar Birliği SYDV Özel Sigorta Bankalar SİLİVRİ DEVLET HASTANESİ TARİHÇESİ Özel İdare Dispanseri olarak 1940 yılında temeli atılan bina, 1960 yılında hastane koğuşu ilave edilmiş, 1974 yılında bir kat ilavesi ile tamamlanmıştır.1982 yılında 10 yataklı sağlık merkezinden 50 yataklı Silivri Devlet Hastanesine geçiş tamamlanmış, 1989 yılında Bakanlığın ve halkın yardımları ile iki katlı ek bina hizmete girmiştir. İl Özel İdaresi tarafından 06.07.2007 tarihinde inşaatına başlanan yeni hastane binasında 13.03.2009 tarihinde hizmete başlanmıştır. 3 bloktan oluşan arsa alanı 13500 m² kapalı alanı 16008 m² olan hastanemizin açık otopark alanı 5400 m² (153 araçlık)tır. 01.08.2010 tarihinde Selim paşa Acil Yardım ve Travmatoloji Hastanesi ile bakanlık kararı ile birleşmiştir. Selim paşa ek hizmet binası 25.000 m2 açık ve 7500m2 kapalı alan üzerine kurulmuştur. Merkezi Hekim Randevu Sistemi Sağlık Bakanlığı Türkiye'de daha etkin ve verimli bir şekilde sağlık hizmetlerine ulaşılması amacı ile Sağlıkta Dönüşüm Projesi'ni yürürlüğe koymuş ve bu program kapsamındaki çalışmaları büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Bu programın en önemli çalışmalarından biri de Merkezi Hekim Randevu Sistemi'dir.Silivri Devlet Hastanesi Randevu Alma Merkezi Hekim Randevu Sistemi Nedir? Merkezi Hekim Randevu Sistemi; vatandaşların Sağlık Bakanlığı'na bağlı 2. ve 3. basamak hastaneler ile ağız ve diş sağlığı merkezleri için Alo182 hattından Merkezi Hekim Randevu Sistemi'ni arayarak canlı operatörlerden veya web üzerinden kendilerine istedikleri hastane ve hekimden randevu alabilecekleri bir uygulamadır. Merkezi Hekim Randevu Sistemi'nin Amaçları Nelerdir? Hastanelerde daha iyi bir kaynak planlanması (iş gücü ve teçhizat kullanımının etkin ve verimli planlanması) yapılarak vatandaş/hasta memnuniyetinin artırılması, hastanelerde kuyrukların azaltılması. Hastanelerde kaynak kullanımının ve dağıtımının ölçülmesi (iş gücü, makine ve teçhizat kullanımının etkin ve verimli uygulanması) suretiyle; sağlık hizmetleri sunumunun, verim ve kalitesinin artırılması. Merkezi Hekim Randevu Sistemi verileriyle, sağlık politikaları geliştirilmesine yardımcı olunması. Randevu Nasıl Alınır? Alo182 Aranarak; Ev, iş, ankesör ve cep telefonlarından 182 numaralı Sağlık Bakanlığı Merkezi Hekim Randevu Sistemi aranır. 182 numaralı telefonu arayan vatandaş tarafından çağrıyı karşılayan asistana (canlı operatör) randevu talebinde bulunulan vatandaşın T.C. kimlik numarası verilir. Asistan vatandaş bilgilerini doğrular. Vatandaş randevu talebinde bulunduğu hastane, poliklinik ve hekim bilgilerinden en azından hangi polikliniğe gideceğini asistana bildirdikten sonra, asistan uygun tarih ve saat dilimlerini vatandaşa iletir. Vatandaş seçimini yaparak randevusunu alır. Web'den; Vatandaşlar, 182?nin yanı sıra "Online Randevu Sistemi" aracılığıyla da randevu alabilmektedir. Vatandaşlar, randevu almak istedikleri Merkezi Hekim Randevu Sistemi kapsamında olan hastanelerin internet sitelerindeki "Online Randevu" linkine basarak, "Vatandaş Giriş" ekranından kayıt oluşturup randevu alabilmektedir. Randevu Nasıl İptal Edilir? Alo182 Aranarak; Ev, iş, ankesör ve cep telefonlarından 182 numaralı Sağlık Bakanlığı Merkezi Hekim Randevu Sistemi aranır. Bu arama randevu zamanından en az 80 dakika önce yapılmalıdır. 182 numaralı telefonu arayan vatandaş tarafından çağrıyı karşılayan asistana randevu talebinde bulunulan vatandaşın T.C. kimlik numarası verilir. Asistan vatandaş bilgilerini doğrular. Vatandaş iptalini istediği randevusunun, tarih ve zamanını asistana iletir. Asistan tarafından ilgili randevu iptal edilir. Web'den; Merkezi Hekim Randevu Sistemi "Online Randevu" ekranına T.C. kimlik numarası ve şifre ile giriş yapılmalıdır. Randevu Geçmişi" kısmına tıklayarak alınmış olunan tüm randevu bilgilerine erişilir ve randevu iptal işlemi bu kısımdan yapılır. Randevu İptal" kısmına tıklayarak randevu iptal edilir. Read the full article
#SilivriDevletHastanesiÇalıştığıKurumlar#SilivriDevletHastanesicovid19#SilivriDevletHastanesiDoktorları#SilivriDevletHastanesiHakkındayorumlar#SilivriDevletHastanesiİletişim#SilivriDevletHastanesiKadınDoğumDoktorları#SilivriDevletHastanesiKadınDoğumRandevuAlma#SilivriDevletHastanesiKoronaTesti#SilivriDevletHastanesilaboratuvarSonucu#SilivriDevletHastanesiNasılGiderim#SilivriDevletHastanesiNasılRandevuAlırım#SilivriDevletHastanesiNerede#SilivriDevletHastanesiRandevuAlma#SilivriDevletHastanesiŞikayetleri#SilivriDevletHastanesiTahlilSonuçları#SilivriDevletHastanesiTelefonNumarası#SilivriDevletHastanesiÜrolojiDoktorları
0 notes
Photo
HC PALET
Fabrikaların, üretim tesislerinin ihtiyaçlarına yönelik hizmetler sunan, sevkiyat kalitesini artıran ve kendini sürekli olarak geliştiren HC PALET A.Ş girişimci , yenilikçi ve sorumluluk taşıyan vizyoner ruhuyla 2015 yılında kurulmuştur.
Ahşap Ambalaj Üretiminde ISPM 15 yetki sertifikasını alarak ürünlerini 125 Ülkeye Sorunsuz Olarak sevk etmenin mutluluğunu yaşamaktadır.
Ahşap Ambalaj sektöründe başladığı faaliyetlerine; kısa sürede lojistik, nakliye, Mobilya kereste üretim alanlarını da ekleyerek bir Şirketler Grubu haline gelmiştir,
HC PALET A.Ş , geçen yıllar içerisinde yurt içinde ve yurt dışında Ahşap Ambalaj Üretimi, Yerinde Paketleme Hizmetiyle birçok farklı projenin güvenle ve titizlikle sevkine imza atmıştır.
Kısa sürede gerçekleşen bu hızlı büyüme, zamanla istikrara dönüşmüş ve HC PALET A.Ş, Ahşap Ambalaj sektörünün saygın ve güvenilir kuruluşları arasındaki yerini almıştır.
Şirketimiz, bugün 20 yi aşkın teknik ve idari kadrosuyla yaklaşık 60 kişiye istihdam olanağı sağlarken, her geçen gün büyüyen sermayesi, makine parkı ve taşımacılık filosu ile ülke ekonomisine büyük katkıda bulunmaktadır.
HC PALET A.Ş, insan odaklı sorumluluk duygusu, risk alabilen girişimci ve dinamik yapısıyla en büyük yatırımlarını UKRAYNA da yapmış, gösterdiği üstün başarılarla dünyanın dört bir tarafından gelen dev kuruluşların arasından sıyrılarak üst sıralara yerleşmeyi başarmıştır.
UKRAYNA HC PALET A.Ş nin global bir şirket olma yolunda attığı en önemli adımdır. HC PALET A.Ş, kurumsal yapılanmasını uzman iş gücüyle daha da sağlamlaştırarak, modern yönetim anlayışının sunduğu imkanlardan faydalanıp, ülke ekonomisine de katkıda bulunarak büyümeyi hedeflemektedir.
HC PALET A.Ş, uluslararası arenada kanıtlanmış ahşap üretim deneyimi, uzman kadrosu ve takım çalışmasıyla gerçekleştirdiği proje yönetimi, kaliteli malzemeyi dünyanın her yerinden, zamanında ve uygun maliyetle satın alma hedefi ve teklif hazırlanmasından malzeme tedarikine kadar her türlü faaliyette kullandığı teknolojik olanaklarıyla yüksek hedeflerine doğru emin adımlarla ilerlemektedir.
#hcpalet #ahşapambalaj #ihracat sandığı HC PALET
0 notes