#Filibeli Ahmet Hilmi
Explore tagged Tumblr posts
Text
"her insanın hayatında, hakikat yolculuğu farklı bir noktadan ve farklı yollara girerek başlar. bir dairenin etrafındaki sonsuz noktalar gibi, her bir nokta, noktalığının farkına vardığı zaman, bir uyanış başlar: "insanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar." hadis-i şerifinde buyrulduğu gibi "ölmeden önce ölmeye" koyulmanın başlangıcıdır bu uyanış."
a'mâk-ı hayâl, filibeli ahmet hilmi
7 notes
·
View notes
Text
TÜRKLER MÜKEMMEL NAMAZ KILAN İNSANLARDIR
Narin'in cesedini debisi yüksek dereye gömen Nevzat Bahtiyar önce cesedi gömdükten sonra, ikinci ifadesine ceset arabasında iken eve girip namaz kıldığını söyledi.
Baba Arif Güran ise "Nevzat, camide namaz kılarken gelip yanıma otururdu..." diyor.
Yani, Tavşantepelilerin dilinden namaz kelimesi hiç düşmüyor.
Tarihçi Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi diyor ki:
"Türkler gayet mükemmel namaz kılan bir kavimdir. Fakat onların ibadetlerinde kelimenin yüce manasıyla çok din aranmamalıdır… Türklerde namaz günlük vazifelerdendir. Kendiliğinden anlaşılır ki, bu vazife elbise giymek, işini yapmak, yemek yemek ve uyumak vazifeleri gibi yerine getirilir. Eskiden beri alışılmış bir adet takip edilir. Ne halde bulunulursa bulunsun ve hal ne kadar elverişsiz olursa olsun namaz kılınır.
Örneğin;
A./ Konuşma sırasında bir zat amiyane bir hikaye anlatırken, o sırada müezzin ezan okumaya başlamışsa, hikayeyi anlatan hikayeyi keser, namazını kılar, sonra hikayesine kaldığı yerden devam eder…
B./ Bir tacir yalan söyler, aldatır, sonra namaz kılar, sonra yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder…
C./ Bir paşa vahşice bazı zulümler veya cinayet için emirler vermekle meşguldür; ezan okunduğunu işitir, gayet huzurla seccadesini yayar, sakalını sıvazlar, rahat olduğu kadar muhteşem bir sima ile namazına başlar. Namaz kılındıktan sonra zalimane talimatını vermeye devam eder.
Çünkü namazı ile vicdanının hiçbir alakası yoktur ve hiç kimse bunda hayret edilecek bir şey görmez, hiç kimse bundan arlanmaz, herkes kılınması gereken zamanlarda namazını kılar ve bununla her şey olmuş bitmiş olur."(*)
...
Türkler böyle de aynı coğrafyanın insanları olan Kürtler ve Araplar farklı mı?
Onlar Türklerden daha titizdir namaz konusunda?
Filibeli Ahmet Hilmi'nin ilk örneğine uygun yaşanmış bir olay anlatılır bizim yörede.
Adam evinde namaz kılarken dışarıda bir gürültü kopmuş.
Hemen namazı bozup pencereye koşmuş ve kalabalıktan düşmanlarının başına üzücü bir hadise geldiğini öğrenince "Oh oh iyi olmuş avradını s*ktiklerime. Daha beter olsunlar" dedikten sonra dönmüş seccadesinin başına ve rahatlamış bir halde "Allahu Ekber" diye tekbir alıp namazın kalan kısmına devam etmiş...
Ömer Sağlam
________
* "Filibeli Ahmet Hilmi; Tarih-i İslam, s. 535-536" kaynağına ait alıntı Ahmet Koçer'in sayfasından alınmıştır.
1 note
·
View note
Text
"Bir zerreden bir sonsuza hükmediş, en açık metafizik işidir "
Filibeli Ahmet Hilmi
1 note
·
View note
Photo
A’mâk-ı Hayâl
Romanın baş kahramanı Râci’nin Aynalı Baba ile karşılaşmasında sonra Aynalı Baba’nın müzik aracılığıyla Râci’ye yaşattığı düşselserüvenleri konu edinmektedir.
“-Bak, ben bu sene mükemmel bir eser telif ettim. İsmini söylesem ne çıkar. Çünkü bir şey anlaşılmaz. Şu kadarını unutma ki, ilim bizâtihi kıymettar bir şey değildir. İş bilen adamların işlerini kolaylaştıma itibâriyle ancak bir ehemmiyet ve kıymet kesp edebilir. Bu hakikata vâkıf olmayan ulemâ, züğürtlerin mazhar-ı takdiri belki olur ama kendisi ebediyyen züğürtlükten kurtulamaz. Parasız bol alkışların ve takdirin züğürt tesellisinden başka bir kıymeti var mıdır ki...”
19 notes
·
View notes
Text
Sormak, sorgulamak, görmek
Ivan Kliun - Sanatçının Eşinin Portresi
“Her insanın hayatında, hakikat yolculuğu farklı bir noktadan ve farklı yollara girerek başlar. Bir dairenin etrafındaki sonsuz noktalar gibi, her bir nokta, noktalığının farkına vardığı zaman, bir uyanış başlar.” A'mak-ı Hayal - Filibeli Ahmed Hilmi
Nasıl başladı? Seni bulunduğun yere getiren olaylar silsilesi ne idi? Nereye gideceksin? Soruyor musun, bakıyor musun?
Aslında esas soru: görmek istiyor musun?
Robert Frost’un ünlü şiirinde söylediği gibi: “bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben – ben gittim daha az geçilmişinden, ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.”
İnsan bir kere “kendini aramaya” başladığında, bir soğanın kabuğunu soyar gibi, her seferinde bir katmanı kaldırıyor. Özüne giden yolda bir kestirme olduğunu ümit ediyor; bunu vaad edenlerin peşinden gidiyor belki bir süre. Sonra yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve asıl güzelliğin tam da burada olduğunu fark ediyor. Ve yola devam etmeyi seçiyor. Bazen güvenli ve bilindik yollardan gidiyor, bazen dinleniyor, bazen kendine bile yabancı bir cesaretle karanlığa atlıyor. Hepsi bizim için, hepsi yolun bir parçası.
Kişinin hangi yolu seçtiğinden ziyade yola devam edebilmesi değil midir fark yaratan?
Sevgiyle kalın.
#sormak#sorgulamak#merak#ivan kliun#Amakı Hayal#Filibeli Ahmet Hilmi#yol#devam etmek#cesaret#dinlenmek#durmak#görmek#bakmak#robert frost
12 notes
·
View notes
Text
Acaba mutluluk nedir? İşte bunu bilen yok.. Belki de yalnızca, bu dünyanın gürültü patırtısından uzak olan deliler mutlu sayılabilir..
55 notes
·
View notes
Text
7 notes
·
View notes
Photo
Muhteşem bir çizgi-roman okudum. İlk kez çizgi-roman okudum. Ama bence okuyacaklarım arasında en iyisi bu olacak her daim. Çizimler ve olaylar öyle güzel harmanlanmış ki ’ Vay be!’ dedim. Sonra ’ Ya baktıkça mutlu oluyorum ’ dedim. Bir de şöyle dedim; ‘İlk kez baktığım bir âlemdir beni heyecana veren; sonrası alışılmış bir tatdır her dem. O y��zden evvel olanları severim. Hatırası güzel. ’ A'mâk-ı Hayal'in tasavvufi bir kitap olduğu için çizimleri nasıl olur acep diye merak etmiş idim. Sakata gelmeyelim sonra…Lakin gayet yerinde (bazen de olabilir. İhi) ve güzel şeyler çıkmış ortaya. Ayrıca bazı yerleri de sizi güldürmeden bırakmıyor. Gülün ya hu! Bu çizgi-romanda, Aynalı Baba ve Râci'nin ilk 4 gününü izliyoruz. Film gibi. Çok renkli. Nerelere gidiyor, nerelerden geliyor, çok yollar aşıyor, âlem içre. Sonrası ikinci kitabın nasibiymiş. Ama ikinci kitap hâlâ yokluk âleminde.
#a'mâk-ı hayal#filibeli ahmed hilmi#okuncak kitap#tuti kitap#mustafa ahmet kara#sevgili çizer lütfen ikinciyi de artık çiziver
2 notes
·
View notes
Text
Amak-ı Hayal
Mustafa Ahmet Kara’nın çizdiği bu eser Filibeli Ahmet Hilmi’nin varlık felsefesine dair sorularını ve tasavvuf felsefesini içeren yanıtlarını ele alıyor. Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) mezunu Şehbanderzade Filibeli Ahmet Hilmi mecazi anlamda değil, gerçek anlamda Fizan’a kadar gitmiş. Daha doğrusu sürülmüş. Sürüldüğü her yerde tasavvuf felsefesine dair yeni şeyler öğrenmiş. Aslında kendi…
View On WordPress
0 notes
Text
İSLAM FELSEFESİ Kitapları
İmam Gazali Külliyatı (50+ kitap)
Abdulvahhâb Hallâf - İslâm Hukuk Felsefesi
Ahmet Arslan - İbni Haldun
Ahmet Arslan - İslam Felsefesi Üzerine
Ahmed Midhat Efendi - Kadınların Felsefesi
Aleksis Bertrand - Ahlak Felsefesi
Antony Black - Siyasal İslam Düşüncesi Tarihi (Peygamberden Bugüne)
Atilla Arkan - Kindi ve İbn Rüşdde İnsan Tasavvuru
Baha Tevfik - Felsefe-i Ferd~Anarşizmin Osmanlıcası
Bedrettin Basuğuy - Selahaddini Eyyubi Devrinde İlmi Faaliyetler
Cavit Sunar - İslâm Felsefesi Tarihi
Cavit Sunar - İbn Miskeveyh Yunanda Ve İslamda Ahlak Görüşleri
Cevher Şulul - İbn Rüşd'ün Siyaset Felsefesi
Dimitri Gutas - Yunanca Düşünce Arapça Kültür
Dimitri Gutas - İbn Sina'nın Mirasi
Ebû Bekir er-Râzî - Felsefe Risâleleri
Ekrem Demirli - İslam Metafiziğinde Tanrı ve İnsan
Fahrettin Olguner - Üç Türk-İslam mütefekkiri (İbn Sina, Fahreddin Razi, Nasireddin Tusi) düşüncesinde varoluş
Farabî-nin Üç Eseri(Mutluluğu Kazanma,Eflatun Felsefesi ve Aristo Felsefesi)
Farabi - Fususü-l- Medeni
Farabi - Harfler Kitabı
Farabi - İdeal Devlet (El Medinetü'l Fazıla)
Farabi - İlimlerin Sayımı
Farabi - Kitabu'l -Burhan
Farabi - Kitabu'l - Mille
Farabi - Büyük Türkçe Sözlük
Fazlurrahman Ensari - İslam Açısından Bilim ve Felsefe
Filibeli Ahmet Hilmi - Amak ı Hayal
Hans Freyer - Din Sosyolojisi
Hayrani Altıntaş - İbn Sina Metafiziği
Henry Corbin - İslam Felsefesi Tarihi-1
Henry Corbin - İslam Felsefesi Tarihi-2
Hikmet Kıvılcımlı - Metafizik Sosyolojiler
Hilmi Ziya Ülken » Genel Felsefe Dersleri
«Hilmi Ziya Ülken Kitapları»
Howard Selsam - Din,Bilim ve Felsefe (Bilim1976)
Hülya Altunya - Farabide Dil Felsefesi
Hüsameddin Erdem – Ahlâka Giriş
Hüsameddin Erdem – Bir Tanrı-Âlem Münasebeti Olarak Panteizm ve Vahdet-i Vücûd
Hüsameddin Erdem - Sondevir Osmanlı Düşüncesinde Ahlâk(Tanzimattan Cumhuriyete Kadar)
H.Hüseyin Tunçbilek - İslam Düşüncesinde Allahın İlmi
Hüseyin Atay - Farabi ve İbn Sinaya Göre Yaratma
İbn Arabi ve Spinoza'da Tanrı anlayışı
İbn Sina Ve İbn Rüşd Felsefesinde Allah'ın Sıfatlarının Karşılaştırılması
İbn-i Haldun - Mukaddime I.Cilt
İbn-i Haldun - Mukaddime II.Cilt
İbn-i Haldun - Mukaddime III.Cilt
İbn-i Haldun - Eğitime İlişkin Öğretiler
İbn Miskevehyn - Ölüm Korkusu
İbni Miskevehyn - Ahlak
İbn Rüşd - Din - Felsefe Tartışması
İbn Rüşd - Tutarsızlığın Tutarsızlığı (Tehâfüt et-Tehâfüt)
İbn-i Sina - Risaleler
İbn Sina - Şifa Kitabı, Tıp Kanunu, Felsefe Meseleleri, Müzik
İbn Sina,İbn Tufeyl - Hay Bin Yakzan
İbrahim Agâh Çubukçu - İslâm Düşünürleri
İbrahim Agah Çubukçu - Gazzali Ve Batınilik
İbrahim Agah Çubukçu - Gazzali ve Şüphecilik
İbrahim Agah Çubukçu - Gazali ve Kelam Felsefesi
İbrahim Agah Çubukçu - İslam ve Çağdaşlaşma
İbrahim Agah Çubukçu - Mevlana Felsefesi
İbrahim Agah Çubukçu - Sühreverdi Ve İşrakiye Felsefesi
İbrahim Agah Çubukçu - Yunus Emre'nin Felsefesi
İbrahim Agâh Çubukçu - Türk Düşünce Tarihinde Felsefe Hareketleri
İbrahim Agah Çubukçu - İslam Felsefesinde Allahın Varlığının Delilleri
İbrahim Agah Çubukçu - Türk-İslam Kültürü Üzerinde Araştırmalar ve Görüşler
İbrahim Agah Çubukçu - Yaşayan Yezidilik
İbrahim Çapak - Ebu Hamid El Gazali'nin Mantık Anlayışı
İlhan Kutluer - İslam Felsefesi Tarihinde Ahlak İlminin Teşekkülü
İsmail R.Faruki - Bilginin islamileştirilmesi
İsmail Hakkı İzmirli - İslam Mütefekkirleri ile Garp Mütefekkirleri Arasında Mukayese
Joachim Wach - Din Sosyolojisine Giriş
Joseph Chelhod - İslam Sosyolojisine Başlarken
Joseph Schacht - İslam Hukukuna Giriş
M.Kazım Öztürk - İslam Felsefesine Işık Veren Seyyidler
M.Şerafeddin Yaltkaya - Tanrı Bu Varlığı Ne İçin Yarattı
Mahmut Kaya - İslam Kaynakları Işığında Aristoteles ve Felsefesi
Majid Fakhry - A History of Islamic Philosophy( İng.)
Mehmet S.Aydın - İslam Felsefesi Yazıları
Mehmet Bayrakdar - Din Felsefesine Giriş
Mehmet Bayrakdar - İslamda Düşünce Özgürlüğü
Mehmet Bayyiğit - Kur'an Sosyolojisi Üzerine Denemeler
Mehmet Kuyurtar - İbni Haldunun Ahlak Hakkındaki Görüşleri
Mehmet Taplamacıoğlu - Din Sosyolojisi
Mubahat Türker - Üç Tehafüt Bakımından Felsefe ve Din Münasebeti
Muhsin Gerviyani - İslam Felsefesine Giriş
M.Sait Yazıcıoğlu - Mâtürîdî ve Nesefîye Göre İnsan Hürriyeti Kavramı
Mustafa Şekib Tunç - Bir Din Felsefesine Doğru
Mustafa Yeşil - Farabi'nin Kelam'a Bakışı
Necati Öner - Klasik Mantık
Necip Taylan - Düşünce Tarihinde Tanrı Sorunu
Nihat Keklik - Felsefede Metafor
Nihat Keklik - Felsefenin Tekniği
Nihat Keklik - Türk İslam Felsefesi Açısından Felsefenin İlkeleri
Nihat Keklik - İslam Mantık Tarihi ve Farabi Mantığı
Nizamülmülk - Siyasetname
Orhan Hülâgü - Farabi ve İbn Haldunda Devlet Düşüncesi
Osman Pazarlı - İslam'da Ahlak
Osman Bakar - İslâm Düşüncesinde İlimlerin Tasnifi
Ömer Mahir Alper - İbn Tüfeylin Hayatı Ve Felsefesi
Ömer Nasuhi Bilmen - Dini ve Felsefi Ahlak Lügatçesi
Paul Janet,Gabriel Seailles - Metâlib ve Mezâhib~Metafizik ve İlâhiyât
Ramazan Altıntaş - İslâm Düşüncesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi
Ramazan Ertürk - Varoluşsal Din Felsefesine Giriş
Sadık Göksu - Sokrat ve Eflatundan Günümüze Ahilik
Serdar Öztürk - Türkiyede Iletişim Düşüncesinin Kökenleri
Thomas De Koninck - Yeni Cehalet ve Kültür Problemi
Ümit Hassan - İbn Haldun Metodu ve Siyaset Teorisi
Vahdettin Başcı - Felsefi Bir Problem Olarak Mucize
Veyis Ceylan - Herkes İçin Ahlâk Dersleri
Yasin Aktay,M.Emin Köktaş - Din Sosyolojisi
Yaşar Nuri Öztürk - Deizm
Yves Lacoste - İbni Haldun - Üçüncü Dünyanın Geçmişi - Tarih Biliminin Doğuşu
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu - Türkiyede İlmî ve Felsefî Hayatın İnkişafı Şartları
2 notes
·
View notes
Note
Bir kitap önerebilir misin?
Şöyle 10 kitap önerisi bırakayım: 1-) A’mâk-ı Hayâl - Filibeli Ahmet Hilmi
2-) Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar
3-) Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar
4-) Elveda Gülsarı - Cengiz Aytmatov
5-) İntihar - Édouard Levé
6-) Mütevazı Bir İntikam - Bahadır Cüneyt Yalçın
7-) Erbain - İsmet Özel
8-) Hz. İnsan - Dücane Cündioğlu
9-) Yalnız Seni Arıyorum - Orhan Veli
10-) Dönüşüm - Franz Kafka
12 notes
·
View notes
Text
Ahmet Özalp kimdir? Ahmet Özalp kaç yaşında, neden öldü?
Ahmet Özalp kimdir? Ahmet Özalp kaç yaşında, neden öldü?
Kahramanmaraş’ta 1953’te dünyaya gelen Özalp, öğretmenlik, yayıncılık, gazetecilik ve ansiklopedi yazarı olarak birçok alanda çalışma yaptı.Osmanlı dönemi kültür, edebiyat ve fikir eserlerinin bugüne kazandırılmasında önemli katkıları olan Özalp, Said Halim Paşa, Filibeli Ahmed Hilmi, İzmirli İsmail Hakkı ve Şemseddin Sami gibi pek çok kıymetli fikir ve ilim adamlarının eserlerini yeniden…
View On WordPress
0 notes
Text
İSLÂM DEVLETİ !
"Zamanımızda İslamcıların büyük enerjisi siyasete gidiyor. İktidarı almak İslamcıların en büyük motivasyonu olarak görünüyor. Halbuki 19. Asırda İslamcıların en büyük motivasyonu İslam’ı “asrın idrakine söyletmek”ti. Müspet ilimler, sosyoloji, hukuk ve felsefe İslamcıların gündemindeydi.
Bizim İkinci Meşrutiyet İslamcıları da böyleydi, içlerinden büyük düşünürler, âlimler çıkmıştı.
Zamanımızda İslam deyince daha çok aşırı ya da ılımlı siyasi hareketler akla geliyor. ‘İslam devleti’ kavramı, açıkça ifade edilerek veya edilmeyerek, siyasi enerjinin büyük bir bölümünü temsil ediyor.
Halbuki Hayrettin Karaman’ın da yazdığı gibi, “devlet ve anayasa hukuku” dalları fıkıhta geçmiş asırlarda bile en gelişmemiş konulardı. Çağımızda ise gelişmiş bir anayasa hukuku, idare hukuku, kamu hukuku birikimi olmadan ‘devlet’ denilmeye layık bir kurumdan bahsedilemez.
HUKUK VE İSTİBDAT
Önce, “demokrasi Müslümanların rejimi olamaz” diye yazmış olan Prof. Hayrettin Karaman’ın yazdıklarını görelim. Fıkıhta günlük kişisel hayata ilişkin “özel hukuk” dallarının geniş olarak incelendiğini, kamu hukuku konularına ise fıkhın “kaza (yargı) ve emîrlik “ gibi bahislerinde rastlanabileceğini, Ahkâmu’s Sultaniye gibi bazı kitaplar yazıldığını ama devlet ve anayasa hukukunun gelişmediğini anlatır:
“Şu bir gerçektir ki, özel hukukun hemen her branşına ait geniş ve derin araştırmalar yapılmış, bilgiler verilmiş olmasına rağmen kamu hukukunun devlet ve anayasa branşına ait eser ve bilgiler oldukça mahduttur…”
Devlet ve anayasa hukuku dallarının neden “oldukça sınırlı” kalmış olmasını da şöyle anlatır:
“Bunun en önemli sebebi Hz. Peygamber’den otuz yıl sonra başlamış olan saltanat ve istibdadın, bu bahisleri serbestçe işlemek, gerçeği çekinmeden söyleyip yazmak için gerekli fikir hürriyetine meydan vermemiş olmasıdır.”
Karaman, değil muhalefet eden, tarafsız âlimlerin bile zalim sultanlarca işkenceye tabi tutulduğuna hatırlatır.
(Bkz. Anahatlarıyla İslam Hukuku, I, Giriş ve Amme Hukuku, s. 165-166)
Hamasetten kurtulup tarihe bir de eleştirel bakmamız gerekmiyor mu?
İSTİBDAT VE İTAAT
Karaman’ın tespitlerinden hareketle düşünmemiz gereken bir yığın sorun var.
* Bir devleti yönetilmesi izin zorunlu olan anayasa hukuku ve idare hukuku fıkıhta dün ‘oldukça sınırlı’ idi, çağımızda büsbütün yetersizdir.
* Tarihteki istibdat idareleri anayasal haklar kavramının oluşmasını engellediği gibi ‘itaat’ten başka bir siyasi kültür de geliştirmedi.
* Günümüzde İslamcı hareketler muhalefetteyken özgürlük, seçme ve seçilme hakkı, kuvvetler ayrılığı gibi demokratik kavramları kullanıyorlar, iktidarda itaat kavramını vurguluyorlar. Karaman’ın kendisi de CB hükümet sistemine ‘evet’ demenin farz (!!!) olduğunu yazmış ama bu kavramlar açısından en ufak bir eleştiri ve uyarı kaleme almamıştır.
* Çağımızda eşitlik, özgürlük, eleştiri ve muhalefet hakkı, kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, bağımsız yargı gibi demokratik değerler ve kurumlar olmayınca, oluşacak tek rejim ‘istibdat’tır.
* Suud ve Taliban ayrı bir faciadır.
KİM OLURSA OLSUN
Bu tespitlerin hemen hepsi, o dönemin ölçülerinde, İkinci Meşrutiyet İslamcılarında vardı. Mehmet Akif, Elmalılı Hamdi, Said Nursi, Filibeli Ahmet Hilmi, İzmirli İsmail Hakkı, Mansurizade Said…
Günümüz İslamcılarının ise baş meşgalesi siyaset!
Halbuki, Fazlur Rahman’ın, radikal Mevdudi’nin hücumlarına cevap verirken söylediği gibi “biz” iktidar olunca Allah gelip Müslümanları yönetmeyecek. “Bizden” de olsa insanlar yönetecek; hırs ve yetenekleriyle insanlar…
Dindar olmanın tek başına siyasi itidal, hak ve hürriyetlere riayet, yolsuzluktan ve nepotizmden sakınma gibi değerleri hayata geçirmeye yetmediğinin kanıtı, bizzat Muaviye idaresidir.
Müslümanların iktidarda kim olursa olsun denetim ve denge, şeffaflık, hak ve özgürlük gibi değerleri gözetmeleri, temel kültür haline getirmeleri gerekmiyor mu?
Kim diye değil, nasıl diye sormak gerekmiyor mu?
Bence en doğrusu, dini düşüncenin siyasete bağımlılıktan arınarak başta ahlak olmak üzere bilim, felsefe, sosyoloji, hukuk dallarına yönelmesi olacaktır… Bu disiplinlerle yeniden kelam ve fıkhı gözden geçirmek…
Bu, muazzam bir ilmi faaliyet gerektirir, siyaset hırsıyla değil, araştırma ve öğrenme hırsıyla mümkün olur. Müslümanların geleceği bunun başarılmasına bağlı."
Alıntıdır
.
(Lütfen bu yazıyı pazar gününün dinginliği içinde dikkatlice okuyalım...)
0 notes
Photo
Yazı azcık yoğun oldu galiba ama, böyle yoğun hayatlar yaşamak bizlere de nasip olsun :)
FİLİBELİ AHMET HİLMİ
Osmanlılar’ın son döneminde toplum meseleleri ve devletin geleceği hakkında yapılan tartışmalarda Batıcı aydınlara karşı mücadele eden İslâmcı düşünürler arasında yer alan Şehbenderzâde Ahmed Hilmi’nin görüşleri daha çok Batılılaşma hareketi, materyalist akımlar, dinî ilimlerde yenilik ve müslümanlar arasında siyasî birlik konularında yoğunlaşmıştır.
Şehbenderzâde, Avrupa ile rekabet edebilmek ve modern dönemde hayatta kalabilmek için yeni bilgileri gerekli görür, buna mukabil Batı kültür ve medeniyetinin olduğu gibi alınmasına karşı çıkar. “Osmanlı toplumunun gelenek ve değerlerine ters düşmeyen modernleşme” diye özetlenebilecek bu yaklaşıma göre tarihi dikkate almadan Avrupa’yı körü körüne taklit etmeye kalkışmak toplumu ya sosyal kanunlarla çatışıp başarısızlığa sürükler ya da kültürel kimliğini kaybettirip benliğinden ve dininden uzaklaştırır. Bu sebeple yapılması gereken şey dinî duygularla ilmî prensipleri bağdaştırmak ve onları birbirine yardımcı kılmaktır (Târîh-i İslâm, II, 662-663).
Avrupa medeniyetinin taklit edilmesi sahip olunan yüksek değerlere zarar vereceği gibi Batı’dan gelen her şeye karşı taassup gösterilmesi de hayatın değişen şartlarına ayak uydurmayı engeller. “Ne taassup ne kötü taklit” sloganını rehber edinerek bu konuda seçmeci bir metot takip etmek en doğru yoldur. Batılı yazarların birkaç sözünü nakletmekle yetinen yarım âlim ve yüzeysel düşünürlerle sadece görüntüye dayalı bir yenilik gerçekleştirilebilir.
Batı medeniyetinin sanayi ve teknolojisi takdire değer olmakla birlikte yalnız maddî ihtiyaçları karşılaması dolayısıyla eksiktir; dinî ve ahlâkî prensiplere yer vermediği için kendi toplumlarını makineleştirmektedir.
*Ayrıca bir yandan hak, eşitlik ve özgürlük gibi ilkeleri savunurken diğer yandan başka toplumları sömürmeye çalışması bu medeniyetin asıl yüzünü ortaya koymaktadır (Yirminci Asırda Âlem-i İslâm ve Avrupa, s. 4-6, 18; Hangi Meslek-i Felsefîyi Kabul Etmeliyiz?, s. 45-46).
Şehbenderzâde’nin Batı düşüncesi ve kültürüne yönelttiği eleştirilerin odak noktasını, İslâm dünyasını da etkilemeye başlayan materyalizm ve pozitivizm gibi din karşıtı akımlar oluşturmaktadır. Materyalistlerin düşüncesinde yalnız dinin değil yüksek felsefenin bile yerinin bulunmadığını belirten Şehbenderzâde biyolojik materyalizmin temsilcilerinden Ernst Haeckel’i tenkit eder.
Materyalistlerin madde ve kuvvetin sonsuzluğu ve kendiliğinden oluşması gibi tezleri gözlem ve deneyle elde edilemeyen bazı kabullerden ibarettir. Yok edilemeyeceği var sayılan bir şeyin yani maddenin yaratılamayacağını savunmak isabetli bir görüş olmadığı gibi maddenin imha edilebileceğini düşünmek de ilim dışı ve tutarsız bir fikir değildir. Şehbenderzâde’nin bu değerlendirmesi maddenin enerjiye dönüşmesiyle ilgili bilimsel gelişmelerle uyum göstermektedir.
Şehbenderzâde bu yaklaşımlarını büyük ölçüde Henri Poincaré’nin görüşlerine borçludur. Materyalizmi eleştirirken ona atıflarda bulunarak düşünce dünyasında fikirlerin devamlı değiştiğini, ilim adamının sadece sınırlı tecrübelerinin sonuçlarıyla kesin hüküm veremeyeceğini, deneysel verilerin bir prensibe bağlanması gerektiğini söyler ve gerçekleştirilen son araştırmalarla maddenin kütlesinin bile artık kendi aslî unsuru sayılmadığını savunur (Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, s. 97, 119; Huzûr-ı Akl u Fende, s. 72-79, 109).
Faraziyelerin kesinlik ifade etmeyip daima değişebileceğini vurgulayan Şehbenderzâde, dönemin bilimsel kabul edilen nazariyelerine karşı en temkinli davranan şahsiyetlerden biridir. (Faraziye-nazariye, dağarcığımıza katabiliriz:) )Ona göre nazariyelerin dayandığı hipotezler birer tahmin olup ilmî araştırmayı yönlendirme işlevi görür.
Araştırmalar bitmeyeceği için bilim hiçbir zaman son sözünü söyleyemeyecektir. Değişmez prensip olarak kabul edilen teorilerin bile (Carnot, Newton, Lavosier ve Meyer kanunları dahil) bugün temelleri sarsılmıştır. İnsanlığın yeterince bilinen yedi sekiz bin yıllık tarihi içinde değişmeyen, kıymetini hiç kaybetmeyen bir tek ilmî gerçek bile kalmamıştır. Bazıları tarafından bilimsel gerçekler diye sunulmaya çalışılsa da materyalist nazariyeler Avrupa’da artık eskimiş fikirler diye görülmeye başlanmıştır. Tarih boyunca insanların büyük çoğunluğu din ve ahlâk karşıtlığını reddetmiş, inkârcı gruplar varlıklarını kısmen sürdürmüşse de bunlar hiçbir zaman çoğunluğu teşkil edememiştir.
Düşünebilen her insan kendisinin ezelî ve ebedî olmadığı, varlığının kendi başına gerçekleşmediği ve mükemmelliği yansıtmadığının idraki içindedir. Ayrıca kendisinde bulunan bunca yetenek ve özelliğin tesadüfen meydana gelmediğini, yokluktan varlık kazanma düşüncesinin temelsiz bir iddiadan ibaret bulunduğunu anlamaktadır.
Şehbenderzâde pozitivizmin öncüsü kabul edilen Auguste Comte’a da eleştiriler yöneltir. Onun bazı düşüncelerini ve insanlık tarihini dönemlere ayırmasını ilginç bulmakla birlikte ilâhî dinleri inkâr ettikten sonra kendi pozitivist dinini kurma ihtiyacından kurtulamadığına vurgu yapar. Ona göre bu durum bazı gerçekleri ortaya koymaktadır. Birincisi, en yanlış yönelişleri benimseyenler dahil olmak üzere insanların mânevî ihtiyaçlardan uzak kalamayacağı gerçeğidir, bu ihtiyaçların başında ise ilâh ve din fikri gelir. Diğeri hiçbir akıl sahibinin Allah’ı bütünüyle inkâr edemeyeceği realitesidir. İnsan kendi varlığını ve dış âlemdeki nesneleri inkâr edemediğine göre bunlara değişmeyen bir sebep aramaktan kurtulamaz. Bu ihtiyaçlarını bazı nesne ve kavramları yüceltmek suretiyle giderenler bile sonuçta ulûhiyyet fikrinin vazgeçilmez bir gerçek olduğunu ispatlamış demektir (Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?, s. 40).
Batı düşüncesi ve fikir akımlarıyla ilgili görüş ve değerlendirmelerinde geniş ufku, ilmî istidlâlleri ve felsefî tartışma seviyesi bakımından Şehbenderzâde’nin dönemin diğer İslâmcı yazarları arasında üstün bir mevkiye sahip olduğu görülmektedir.
Hayatla yenileşme arasında kuvvetli bağların bulunduğunu kabul eden Şehbenderzâde hayatla mevcut durumu koruma fikrini birleştirmenin imkân dahiline girmediğini söyler ve asırlardan beri dinle ilgilenmelerin İslâm toplumunu zaman dışında yaşatmaya çalıştıklarını, bunun da büyük bir hata olduğunu belirtir.
*Modern bilimleri okuyup bazı konularda şüpheye düşen kişi seviyesi ne olursa olsun Ortaçağ’ın mantık ve birikimiyle ikna edilemez. Çünkü her zamanın bir ihtiyacı ve her dönem insanının bir zihniyeti vardır.
Eski devirlerin fikrî ürünlerinin incelenerek doğru ve yararlı olanların alınması, sakıncalı görülenlerin terkedilmesi, ahlâka ve gelişmeye uygun olmayanların ise değiştirilmesi gerekir. Bu da dini ortadan kaldırıp yerine şüpheyi yerleştirmekle yapılamaz; zira toplumu ayakta tutan temelleri yıkıp yeni temeller inşa etmek milletçe bir çeşit intihara teşebbüs etmektir.
Şehbenderzâde, dinin tebliğ ve tanıtımında kullanılan delillerin değerinden çok bunlardan hüküm çıkarma şeklinin ve ifade tarzının önem taşıdığını belirtir. Dinde inanç esaslarının yanı sıra dinî duygulara da sık sık vurgu yapar, bu yolla itikadî düşünceye yeni bir boyut kazandırmak ister. Ayrıca kendisini vahdet-i vücûd ekolünün mensubu olarak tanıtır ve kelâmcıların metoduna tam mânasıyla bağlı olmadığını kaydeder.
Şehbenderzâde, dönemin birçok âlimi gibi istibdat olarak nitelendirdiği saltanata karşı meşrutiyeti savunmuş, bu sebeple İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ni desteklemiştir.
Batı’ya karşı panislâmist yaklaşımı öne çıkarmış, yayımladığı dergilerden birine İttihâd-i İslâm adını koyarak bu konudaki hassasiyetini göstermiştir. Derginin ilk sayısında müslümanların dil ve ırk farklılıklarını bir tarafa bırakıp birlik sağlamaları halinde iç meselelerini çözebileceklerini ve karşı karşıya kaldıkları dış tehlikelerden korunabileceklerini, İslâm’daki kardeşlik prensibinin yanı sıra içinde bulunulan dünya şartlarının da müslümanlar arasında birliği zorunlu kıldığını belirtir.
Şehbenderzâde bununla tam bir idarî bütünlükten ziyade “ittihâd-ı ictimâ-i İslâm” adını verdiği, birbirini destekleyen farklı hükümetlerin varlığına imkân tanıyan toplumsal bir kaynaşmayı kastediyordu. Kendisini bu görüşe yönelten sebeplerin başında Osmanlı Devleti içinde milliyetçilik akımının hızla yayılması ve Balkanlar’da kopmalara yol açmasıydı. Osmanlıcılık düşüncesinin gerektirdiği ittihâd-ı anâsır fikrini sürdürmenin imkânsızlığını gördüğünden müslüman milletlerin devletten kopmaması için gayret gösteriyordu.
Müslümanların iyice zayıflayıp işgallere mâruz kaldıkları takdirde Kuzey Afrika’da olduğu gibi Batılı ülkelerin esaretine mahkûm kalacaklarını düşünüyordu (Yirminci Asırda Âlem-i İslâm ve Avrupa, s. 25-26).
Osmanlılar’ın ağır buhranlar yaşadığı ve siyasî krizlere girdiği bir dönemde bütün meselelerle ilgilenen ve çeşitli engellemelere rağmen fikirlerini ortaya koymaktan vazgeçmeyen Şehbenderzâde din, gelenek ve modernleşme arasındaki gergin ilişkileri kendi içinde yaşayan, bunları çözümlemeye çalışıp eserlerine yansıtan bir fikir adamı olarak tarihte yerini almıştır.
Böyle kritik bir dönemde yaşamak nasıl bir şeydi acaba diye düşündüm bu hocanın hayatına bakarken. Söz söylemenin de susmanın da kat kat hesabının sorulacağı bir dönem, bu insanlar ne kadar dertlendiler kimbilir. Gözlerinin önünde tüm dünyanın güç dengesini değiştiren olaylar oluyor, İslamın hakimiyeti ellerinden kayıp ne tarafa doğru gidiyor, ne yapmalı nasıl yaklaşmalı nasıl aksiyon almalı. Ve ne kadar vakıflar olan bitene, ne kadar geniş değerlendirebiliyorlar Batıda olan biteni, dine ve kendi inançlarına karşı hiç şüpheleri yok; dünya şimdiki kadar materyalist düşüncelerin elinde değil, bambaşka çok farklı bir dünya düzeni. Düşünmesi güzel.
Amak-ı hayal kitabını yazmış, tiyatro oyunu olarak oynanmış, bugünlerde halen oynanıyormuş. Bir de Atatürk’ün hayatını değiştiren kitap diye bahsedilen bir kitabı var: “Allahı inkar etmek mümkün mü?” Kitapyurdunda kitap hakkında şöyle diyor:
2. Meşrutiyet döneminin ünlü düşünürlerinden Şehbenderzade Amhed Hilmi tarafından kaleme alınan "Allah'ı İnkar Mümkün müdür?" de Atatürk'ün üç günde okuduğu ve geleceğin Türkiye'sini inşa ederken görüşlerinden fazlasıyla yararlandığı önemli eserlerden biridir. Şehbenderzâde Ahmed Hilmi bu eseri aslında Allah'ın varlığını kanıtlamak ve felsefede küfrün niteliğini belirtmek amacıyla yazmıştır. Ancak eserin "Okuyuculara Birkaç Söz" başlıklı giriş bölümünde yaptığı değerlendirmelerde Osmanlı İmparatorluğu'nun bulunduğu siyasi sıkıntılara değinerek bu konunun çözümü için önemli fikirler de ileri sürülmüştür. Atatürk, düşünce yapısını büyük oranda etkileyen bu eser aracılığıyla Auguste Comte ve Pozitivizmle tanışmış... Dini ideolojiye karşı fen bilimlerinin yükselişinin farkında varmış ve "Hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğu" inancının temellerini atmıştır.
Hayatı Hakkında: Bulgaristan Filibe’de doğuyor, Galatasaray Mektebini bitiriyor. Başlangıçta İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ni destekledi; ancak II. Meşrutiyet’ten sonra giderek artan yanlış davranışları yüzünden cemiyeti ağır bir dille eleştirmekten çekinmedi. Muhalefetteki Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nı da tenkit etti. Hem bu eleştirileri hem de siyonizme ve masonluğa yönelik suçlamaları yüzünden dergi ve gazeteleri sık sık kapatıldı. Mücadeleden yılmayıp eleştirilere devam edince 9 Ekim 1911’de matbaası kapatılarak önce Kastamonu’ya, ardından Bursa’ya sürüldü. Bir süre sonra aftan faydalanıp İstanbul’a döndü. 1 Ağustos 1912’de Hikmet’i yeniden yayımlamaya başladıysa da aynı yılın 25 Ekiminde gazete tekrar kapatıldı. 30 Ekim 1914’te âniden öldü, cenazesi Fâtih Camii hazîresinde defnedildi. Beklenmedik bir şekilde ölümü bakır zehirlenmesine bağlandıysa da masonlarla ilgili neşriyatından dolayı bir komploya kurban gittiği de ileri sürülmüştür.
Şurada kitapları var, bazılarını okumak faydalı olur, görürsek alırız bir gün de okuruz inşallah: https://www.kitapyurdu.com/yazar/sehbenderzade-filibeli-ahmed-hilmi-/5896.html
Amak-ı Hayal Kitabı:
Metaryalist bir kafa yapısı ile yetiştikten sonra zihninde tabii bir surette tevarüd eden metafizik suallere cevap bulunmayıp buhrana sürüklenen “Raci” isimli bir gencin tesadüfen karşılaştığı “Aynalı Baba” adındaki “Hak Dostu” bir meczubun yardımları ile hidayete erişinin calib-i dikkat hikayesi.
Radyo tiyatrosu varmış, an üzere dinliyorum: https://www.youtube.com/watch?v=OfwPz06t4tY&list=PLlc4LdOoO2ZZ2BlT-lsf3ILirNapr9n46
0 notes
Text
1 note
·
View note
Photo
A'mak-ı Hayal FİLİBELİ AHMED HİLMİ Roman YENİ * Hayalin derinliklerine seyahat Sıfır *227 sayfa Mezat Açılış : 7 ₺ Salı Saat 22 de biter @sahafyurdu “Bu kitabı, hakikat aşkıyla yanan, akılla kavranamayacak konuları merak eden insanların zevkle okuyacağı kanaatindeyim.” Filibeli Ahmed Hilmi kitabını böyle takdim ediyor okurlarına. 1865 yılında Bulgaristan’ın Filibe şehrinde dünyaya gelen Filibeli Ahmet Hilmi (1865-1913), Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş, Düyunu Umumiye’de memurluk yapmış, siyasi nedenlerle Beyrut, Mısır ve Libya’da kalmak zorunda kalmıştır. Çıkardığı gazeteler dönemin yöneticileri tarafından kapatılmıştır. Çeşitli gazetelerde yazılar yazan ve tasavvufla ilgilenen yazarın 40 kadar eseri vardır. Amak-ı Hayal, 23 “fantastik” hikâyeden oluşuyor. Ne var ki Ahmed Hilmi bey, tasavvufla tanıştıktan sonra kaleme aldığı bu hikâyeleri çok ciddiye alıyor ve şöyle diyor: “Okuyucularımıza sunduğumuz bu hikâyeler (bunların hikâye olup olmadığı iyi düşünülmelidir) eğer beğenilirse kendimizi bahtiyar sayacağız. Zira, bu kitaba rağbet edilmesi, insanların ciddi meselelerle ilgilendiğini göstermesi bakımından çok önemli.” Ahmed Hilmi Bey’in bütün bir kitapta vermeye çalıştığı ders şu metinde gizli: “Ey avare yolcu! Yürü! Durma, yürü! Bu geçici alemin zevkleri seni Allah’a kavuşmaktan alıkoymasın. Bu eşsiz manzaraların, bu güzelliklerin hepsi yalnızca bir rüya ve hayaldir. Ey zavallı ziyaretçi!Yürü! Durma, yürü! Yürü, kendi aslına kavuş. Kemalin dereceleri bunlardır. Geçici süs ve gösterişi terk edip, yürü ki Allah’a kavuşma kadehinden içesin. Yürü ki, yokluk meydanında Allah’ın kudretini ve sırrını göresin.” #sahafyurdu #Sahaf #kitap #mezat #ucuzkitap #nadirkitap #güzelkitap #açıkartırma #dualarım #duakitabı #cübbeliahmet #ismailaga #amakıhayal #filibeliahmedhilmi https://www.instagram.com/p/B4LI1yCHlur/?igshid=38c0vy3kwj1h
#sahafyurdu#sahaf#kitap#mezat#ucuzkitap#nadirkitap#güzelkitap#açıkartırma#dualarım#duakitabı#cübbeliahmet#ismailaga#amakıhayal#filibeliahmedhilmi
0 notes