#Çarpışan
Explore tagged Tumblr posts
Text
Otomobille çarpışan motosiklet sürücüsünün uçtuğu anlar kamerada
Otomobille çarpışan motosiklet sürücüsünün uçtuğu anlar kamerada
Kaynak Read the full article
#anlar#çarpışan#kamerada#Motosiklet#Otomobille#Otomobilleçarpışanmotosikletsürücüsününuçtuğuanlarkamerada#sürücüsünün#uçtuğu
0 notes
Text
BİR FOTOGRAFIN HİKAYESİ
Büyük Taarruz'da düşman yenilmişti fakat hala tam olarak kaybetmiş değildi. Yunan ordu komutanı Trikupis ordusunun başındaydı ve geriye çekilip yeni bir savunma hattı kurmanın peşindeydi. Başarması halinde düşmanı Anadolu'dan atma fırsatı kaçacaktı.
Atatürk bu nedenle Yunan ordusunun kalanını imha etmek istiyordu. Böylece düşman tamamen dağılacak ve denize dökülecekti.
29/30 Ağustos gecesi saat 2 sularında Atatürk'ün kapısı çaldı.
3* Kapıyı çalan Tevfik Bey'in elinde bazı raporlar vardı. Atatürk uyanır uyanmaz Tevfik Bey'i içeri aldı. Raporlara göz attı. Rapordaki haritayı görür görmez yataktan fırladı.
Derhal üniformasını giydi ve İsmet Paşa ile Fevzi Paşa'yı çağırdı. Karargah karışmıştı.
Rapordaki haritaya göre bir Yunan birliği farkında olmadan Türk ordusuna doğru yaklaşıyordu. Atatürk bu birliğin çevrilip imha edilmesi için bazı emirler yazdırdı. Fakat aklını kurcalayan bir durum vardı.
Emirleri yazdırdıktan sonra fikrini değiştirip bizzat cepheye gitmeye karar verdi. Kafasını kurcalayan konuyu bizzat çözecekti. Fevzi Paşa kuzeydeki birliklerin başına geçecek, İsmet Paşa da merkezde kalıp genel durumu yönetecekti.
Gece vakti yola çıkan Atatürk, sabahın ilk ışıklarıyla birinci ordu merkezine vardı. Ordu komutanına yaklaşan Yunan birliği hakkında bilgi verdi. Daha sonra esir Yunan askerlerinin getirilmesini istedi.
Başkomutan sabahın köründe cephede esir askerleri sorguluyordu.
Atatürk esirlere bazı sorular soruyor ve kafasını kurcalayan konuyla ilgili cevap arıyordu. Bir kaç esir sorgulandıktan sonra sıra bir kurmay subaya geldi. Onun verdiği bir cevap sayesinde Atatürk'ün kafasındaki taşlar yerine oturdu. Şüpheleri boşuna değildi.
Haritada tespit edilen Yunan birliğinin başında Yunan ordu komutanı Trikupis ve İkinci Kolordu Komutanı Digenis vardı. Atatürk, aklını kurcalayan sorunun cevabını almış, Yunan subay istemeyerek de olsa büyük bir sırrı ifşa etmişti.
Atatürk istediği bilgiyi alır almaz emirler vermeye başladı. Yunan ordusu çevrilecek, imha edilecek ve Trikupis ile Digenis esir alınacaktı. Böylece Yunan ordusu tamamen çökertilecek, düşman denize dökülecekti.
Yunan subay olan biteni anladığında oracıkta bayıldı.
Atatürk, bu kritik muharebeyi uzaktan takip edemezdi. Derhal savaşın yaşanacağı bölgeye doğru hareket etti. Hakim bir tepeye yerleşerek takip etmeye başladı. Yunan ordusu çembere alınıyor, imha taarruzu için şartlar oluşuyordu.
Fakat Atatürk, bulunduğu tepeden savaşı tam olarak gözlemleyemeyeceğini anladı. Ateş hattına girmeye karar verdi. Nurettin Paşa bunun riskli olacağını söyledi. Fakat Atatürk kabul etmedi. İsterse kendisinin burada kalabileceğini söyleyerek yola koyuldu.
Nurettin Paşa haksız sayılmazdı. Bir başkomutanın bu şekilde ateş hattına girmesi kolay görülecek iş değildi. Oldukça riskliydi. Öyle ki, Atatürk ateş hattında ilerlerken düşman mermileri sağa sola düşüyordu.
Atatürk o kadar ilerlemişti ki düşmanla çarpışan avcı hattının bölgesine girmişti. 11. Tümen Komutanı Derviş Bey durumu öğrenince bir askerle haber gönderdi ve geri dönmelerini istedi. Atatürk "Sen bu atı ona götür, binsin de o buraya gelsin" diye emir verdi.
Derviş Bey kısa süre sonra bölgeye geldi. Atatürk "Biz buradayken topçuların geride kalması olmaz, onları bizim önümüze geçirmek lazım" dedi.
Fakat bu durumda avcı hattı ile topçu hattı bir araya gelecekti ki bu askeri açıdan riskli bir durumdu.
Derviş Bey "Paşam, şimdi de avcı hattı ile topçu hattı bir araya geldi. Bu oldu mu?" diye sordu. Atatürk'ün yapmaya çalıştığı şeyi anladı. Emri vermesini beklemeden kendisi söyledi:
"Paşam, emrederseniz, avcı hattını da ileri sürelim".
Atatürk güldü ve "Derhal" dedi.
Avcı hattına ileri emrini verecek telefon bağlantısı yoktu. Bu nedenle Derviş Bey atına atlayıp yola koyulmak istedi. Atatürk'ün yanında bulunan yaveri Salih Bey, bunun bir komutan için tehlikeli olacağını söyledi. Derviş Bey "Baksana emri kim veriyor" diyerek yola koyuldu.
Gün boyu yapılan taarruzla düşman iyiden iyiye köşeye sıkışmıştı. Atatürk de hemen bölgede harekatı izliyordu. Öğleden sonra düşman bir tepenin önünde sıkıştı.
Yunan ordusu bulunduğu yerden neyi var neyi yoksa Türk ordusunun üzerine yağdırıyordu.
Atatürk artık yapılacak şeyin göğüs göğüse çarpışma olduğunu anlamıştı. Bunun için Türk askerinin süngü hücumuna kalkması gerekiyordu. Fakat Yunan ordusunda makineli tüfekler vardı.
Yani mehmetçik makineli tüfeklere doğru süngüyle koşmak zorundaydı.
Atatürk doğru anın gün batımı olduğunu saptadı. Gökyüzünün karardığı bir dakikada taarruz emrini verdi ve Türk süngüleri düşman dolu sırtlara saldırmaya başladı. Batan güneşin son ışıklarının yansıdığı süngüler adeta bir alev gibi Yunan mevzilerine yağmaya başladı.
Kısa süre sonra Türk ordusu Yunan birliklerinin arasına daldı. Kanlı bir çarpışmadan sonra Yunan ordusu dağıldı. Artık bir ordu kalmamıştı. Bozgun halinde kaçışan bir sürüyü andırıyorlardı.
Artık sıra Fevzi Paşa'nın süvarilerindeydi. Kaçanlar süvarilere yem oluyordu.
Atatürk sabah olduğunda Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile savaşın yaşandığı yerin yakınında bir araya gelip konuştu. Yapılacak iş belliydi. Dağılan Yunan ordusu İzmir'e kadar aralıksız takip edilecekti.
"Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri" emri verildi.
Yunan ordusu tüm gücüyle kaçıyor, Türk askeri kovalıyordu. Kısa süre sonra Trikupis ve Digenis esir düştü. Yunan Başkomutan Hacıanesti, olaydan habersiz şekilde Trikupis'i başkomutan vekili tayin etmişti.
Tayin haberini Trikupis'e esir çadırında bizzat Atatürk verdi.
Atatürk'ün emri doğrultusunda düşmanı kovalayan Türk askeri, Yunan ordusuna toparlanma imkanı tanımadı. Kovalamaca 9 Eylül'e kadar sürdü. O gün, dağılan Yunan ordusu İzmir'de denize döküldü.
İşgal bitmişti. Türkler kazanmıştı.
Bu büyük zaferden iki yıl sonra, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Dumlupınar'a gitti. Savaş alanını gezdi. Bu esnada Esat Nedim Tengizman deklanşöre basıp o anı ölümsüzleştirdi.
Atatürk'ün gözlerine, süngü taarruzuna kalkıp şehit düşen askerlerin hüznü çökmüştü.
"Birçok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum."
42 notes
·
View notes
Text
Ee benim canım çarpışan arabaya binmek istiyor gece gece😂😂
11 notes
·
View notes
Text
10 senelik ilişki unutulur da çarpışan arabalardaki beyaz aletli çocuğu ben nasıl unutayim
9 notes
·
View notes
Text
Kepazeliği yayalım, okumayan okusun, görmeyen de görsün...
Mansur Yavaş, Ankara belediyesinin internet sitesinde “israf sayfası” açtı, Ankapark denilen çakma Disneyland'a yapılan harcamaları kalem kalem açıkladı.
★
Dinozor maketlerine 9 milyon dolar ödenmiş kardeşim.
Fıskiye, 15 milyon dolar.
Asrın liderimiz burasının açılışını bizzat yaparken “Türkiye'nin gururudur” demişti, sırf kapısına 14 milyon dolar harcamışlar, ne kadar gurur duysak az hakikaten.
Tren yapmışlar, 34 milyon dolar.
Geçmediğimiz köprüye, girmediğimiz tünele, görmediğimiz otoyola dolar bazında garantili para ödediğimizi biliyorduk, meğer biletini almadığımız hiçbir yere giden oyuncak trene de ödemişiz.
Uçan ada yapmışlar.
8 milyon dolarcık.
Ben en çok bunu beğendim.
Çünkü adı üstünde, uçmuş.
Trenin hiç olmazsa hurdasını kiloyla filan satabilirsin, ada yok.
“Çevre dostu proje” demişlerdi, plastik ağaç dikmişler.
16 milyon dolarcık.
Atatürk Orman Çiftliği zaten yürüyüş yoluydu, Atatürk Orman Çiftliği'ni bozup, bu kepazeliği oraya kondurup, zaten var olan yürüyüş yolunun yerine yürüyüş yolu yapmışlar, 18 milyon dolar!
E, kaldırımsız olmaz, kaldırım da yapmışlar, 3.5 milyon dolar.
Timsah maketi, Nuh'un gemisi maketi, fiberglastan fosil maketi, vahşi Batı dekoru, oyun çadırı, lazer sesi çıkaran robot, çarpışan arabalar, gondol filan almışlar, 45 milyon dolar!
★
50 milyon dolarımız yok diye tank fabrikamızı Katar'a verdiler.
Buraya teleferik yapmışlar, 50 milyon dolar ödemişler!
★
Ankapark'a saçıp döktükleri toplam para, 801 milyon dolar!
★
Aynı dönemden birkaç örnek vermek gerekirse…
★
Tekel'in alkollü içecekler bölümünü 292 milyon dolara sattılar.
Eti Bakır'ı 33 milyon dolara sattılar.
Eti Gümüş'ü 41 milyon dolara sattılar.
Eti Krom'u 58 milyon dolara sattılar.
Kütahya şeker fabrikasını 23 milyon dolara sattılar.
Adapazarı şeker fabrikasını 45 milyon dolara sattılar.
Antalya Limanı'nı 140 milyon dolara sattılar.
Türk Hava Yolları'nın yüzde 20'sini 175 milyon dolara sattılar.
★
Ne etti?
807 milyon dolar.
★
Bunları sattılar.
Bu kadar paraya dinozor maketi aldılar.
★
Eti Bakır'ı mesela… Kasasında nakit 10 milyon doları varken, 9 milyon dolar değerinde arazileri varken, depolarında hemen nakde çevrilebilir 7 milyon dolar değerinde bakır varken, 240 milyon dolar değerinde bilinen rezervi varken, sadece 33 milyon dolara sattılar.
Bir defa bile kullanılmayan oyuncak trene 34 milyon dolar ödemişler!
★
Şeker fabrikası satın almaya yeten parayla fıskiye almışlar.
★
250 bin dolara Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını satıyorlar.
Aldıkları plastik ağaç bile daha pahalı.
★
Eeee hâlâ merak ediliyor…!!!?
Merkez bankasının kasası nasıl boşaldı..!!?
Enflasyon niye patladı, Elektrik faturaları neden böyle oldu,
Market etiketlerinde niye yangın var,
Patlıcanı niye anca taneyle alabiliyoruz,
Niye yoksullaştık..?!
12 notes
·
View notes
Text
"yaratacak hiçbir şeyi kalmamış tanrıların
emekli bordrolarını tanzim ederek geçimini sağlayan ben
yani dünyayla çarpışan ve müttefiksiz
yani miting meydanlarında röpteşambırla gezen
yıllardır uykusuz
sen beni attığın yerleri bilmedin, ben düştüğüm rakımları
nasılsın"
|Bülent Parlak
28 notes
·
View notes
Text
O gün beraber lunaparka gittik. Dönme dolaba ve çarpışan arabaya bindik.. Onun en çok bu yanını seviyorum.. Benimle çocuklaşmasını ve beni sahiplendiği kadar içimde ki çocuğa da sahip çıkmasını.. Daim olsun inşaÂllah..🕊⚘️
6 notes
·
View notes
Text
"gördüm ki gecesi gündüzü ardı ardına birbiriyle döğüşüp değişip giden şu fâni hayâtın ne zevkinde, ne âlâmında bâki kalmak için biçâre beşeriyetin elinde hiçbir tutamak yok. gördüm ki onun yer ile gök arasında mâziden istikbâle doğru kaynaşan, coşan, coşup coşup çarpışan dalgaları arasında her dem kendine çağırıp duran ebedi hayatın nidâ-yı da'veti çınlıyor. her dem Hak “bana gel!” diye davet ediyor. insan kulak kısıyor, duymak istemiyor, sanki kaçmak için çırpınıyor, çırpınıyor. fakat çırpınıp çırpınıp âkıbete teslim olmaktan başka ne yapıyor? hâlbuki sevmediğine teslim olmakla sevdiğine teslim olmak arasında ne büyük fark vardır! demek ki insan için Hakk'ı sevmek, Hakk'a hizmet etmek, âkıbet cemâl-i Hakk'a ermekten büyük bir hazz-ı saâdet yoktur. lâkin zevk-i hakkı duymayan hayâline mahkûm, tahkiki bilmeyen taklide zebûndur. Allah'ı bilmeyen dünyaya sarılır. dünyayı bilmeyen hülyâya sarılır, hülyâya sarılan hakikate darılır. yiğidi görmeyen ismine bayılır, dilberi görmeyen resmine bayılır. önünü görmeyen sonunda ayılır. kânunu tanımayan kânunda ayılır. kitâbı tanımayan hesabda uyanır."
12 notes
·
View notes
Text
YENİDEN YENİLENEN
abes bir ihanet girişimidir şimdi sana evi geniş bahçemden çiçekler toplamak eli kanlı idam mangası gibi on parmağım onunda da ayrı hayal kırıklığı bilirim irkilirsin sen kokularından papatyaların o yüzden elimde hainliğine bir buket erguvan kızaran yahudanın utancından yani bir erdem sende olgunlaşmayan hıyaneti bol veda sözcükleri düzmek ahmaklıktı bile bile ladesti yeniden ellerimizde çarpışan anasondan bir çift kadeh aymazlık artık dip sularda sana yüzmek
4 notes
·
View notes
Text
böyle bir gündüü. çok klasik ama hemen değerlendirmeye alalımmm:
1 bayadır denize gitmiyordum. çok yüzdüm, biraz yandım ama çok özlemişim. saçlarım da özlemiş tuzlu su ve güneşi. 2 de favori rengimle kahve içmek çok güzeldi 3te yüzüğe aşık oldum ama tam girmedi parmağıma 4 prenseslerim çok güzellerdi, dayanamadım. 5 ve kameraman olarak bindiğim çarpışan arabalarrr, lunaparkın eğlencesi assssla bitmiyor. bugün bütün oyuncakların duygularını ezberlemişim gibi hissettim ama hâlâ çok seviyorum( bu arada daha denemediğim ama denemek istediğim bir iki oyuncak var) ve 6 son olarak kokoreçle kapattığımız bi akşam bana Mocha’mı hatırlatan bi kediş ❤️
2 notes
·
View notes
Text
SİZİ YERMUKTA BOZGUNA UĞRATIP BIRAKTIK…
Karanlık geceyi aydınlatan sabahtır
Yüzün zilletini yokeden silahtır
Kimki birgün bile zulüm otlağından otlanırsa
Onu yola getirecek olan kılıçlar ve mızraktır
Mazlumun bir hakkı vardır onu alacaktır
Eğer ki yara kalbin içine batarsa
Tağut ne kadar tuzak kurarsa kursun
Allah'ın dini için savaşıp mücadele edenler vardır
Rumlar İslam a tuzak kurdular
Onlar zannediyorki bizler zedelenmişiz
Zannediyorlarki süvarilerimiz uyuşuk
Şüphesiz ki aslanların korktuğu havlamaktır
Yermükte sizi bozguna uğratıp bıraktık
Size karşı çarpışan kurtlar ve kartallardı
Mutasım ve Harun'da size saldırdı
Hıttin'de Selahaddin sizi kırıp geçirdi
Şeyh Usame Rahimehullah
5 notes
·
View notes
Text
LUNAPARK
Lunapark’ta bir tek terlik. Kırmızı naylon, yan yatmış. Bir tarafı yanmış kıvrılmış. Bu terlik eşinden ayrılmış. Bir çocuk terliği. Sekiz on yaşlarında. Ben diyeyim kız çocuğu. Sarı püskül saçlı, iri yeşil gözlü. Gülünce gamzeleri görünüyor. Bir de beyaz dişleri.
Çocuk sevimli, bütün çocuklar gibi.
Peki ya Lunapark!
Bu nasıl Lunapark?
Kaydırak yanmış, kararmış. Salıncakların zinciri kopmuş. Çarpışan arabaların yarısı kaybolmuş. Kum havuzu feryat ile kumunu sağa sola savurmuş. Atlıkarınca dönmüyor. Atlar sakatlanmış. Sakat atları vururlar. Ağaçlar kavrulmuş.
Çiçekler, kelebekler alıp başını gitmiş.
Gökyüzünde bir grup balon. Sarı, yeşil, kırmızı. Yaşlı gözlerle Lunapark’ta çocuk arıyor. Bu Lunapark’tan vebanın nefesi geçmiş olmalı. Çocuklarını kaybeden park kederle kendine bakıyor. Ben artık yaşamam diyor.
Gökyüzünde uçaklar. Bulutları deliyor, mavi atlas semayı alev kanatları ile tutuşturuyor. Evler gözleri oyulmuş, kaburgaları kırılmış, birbirinin üstüne yığılmış birer mezar taşı. Bu harabe sokaklar artık ne ağıt ister ne de gözyaşı.
Sözün bittiği yer diyorlar hani.
Bitsin madem söz bu kadar düşmüş ise. Yine de biz hançeremizi yırtarak feryat edelim. İlencimiz varacağı yere varır diye bekleyelim.
Ulan alçaklar, hastaneleri vurmayın.
Çocukları öldürmeyin.
Allah belanızı versin...
Mustafa Kutlu, Fırtınayı Kucaklamak (Dergâh Yay. 2019)
14 notes
·
View notes
Text
ÇANAKKALE SAVAŞI’NDAKİ KESKİN NİŞANCI KADINLAR
Çanakkale Savaşları’nda Türk kadınlarından bazıları cephe gerisinde Mehmetçiğe destekte bulunurken, bazılarının da siperlerde düşman askerlerine büyük kayıplar verdirdiğine dair Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiliz arşivlerinde bilgi mevcuttur. Bu bilgiler ışığında Çanakkale Savaşları’nda Türk kadınlarının sanıldığının aksine sadece cephe gerisinde değil, siperlerde de düşmana karşı Mehmetçiklerin yanında göğüs göğüse çarpıştığı görülmektedir.
Konuyla ilgili Avusturyalı piyade er J. C. Davies annesine yazdığı mektupta kendilerine karşı çarpışan bir Türk kadın savaşçısıyla ilgili olarak şunları anlatmaktadır: “Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından’ vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir genç kızdı. Ölü ele geçirdiğimizde, yanında başka bir Türk’ün ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı… Bu savaş korkutucu.”
Times gazetesi muhabiri, İngiliz donanmasına ait hastane gemisiyle İngiltere’ye götürülen yaralı askerlerle yaptığı görüşmeyi şöyle aktarmaktadır: “Denizci asker 25 Nisan 1915 çıkarmasında yaralanmış, kendisi çarpışmalar sonucu ele geçen keskin nişancı bir Türk kadınıyla karşılaşmış: …O, bir Türk kadın savaşçısıydı ve durmaksızın saklandığı evden ateş ediyordu, evi boşaltıp teslim olmayı reddediyordu. Sonunda ele geçtiğinde, yanında yaşlı annesi ve çocuğu da birlikteydi. Yakalanana kadar bir pencereden ısrarla ve özellikle de subaylarımızı hedef alarak ateş etmişti. Sanıyorum öldürdüğü bazı kurbanlarını süngülemişti de. Üzerinde 16 askerimizin künyesini bulduk…
29 notes
·
View notes
Text
Sen ve ben, galakside ağır çekimde birbirine doğru hızla ilerleyen, büyük bir patlamayla çarpışan ve ardından yeniden ayrılan iki uzay enkazıyız.
2 notes
·
View notes
Text
Bu nasıl trafik Allah aşkına ya 15 dakika boyunca park yerinden çıkamadık,herkes bi de agresif sinirli,çarpışan araba gibi dakika başı kaza
4 notes
·
View notes