'93, Ege Felsefe, Only Feminism judge me, Özgürlük ve Aşk için, İzmir - İstanbul
Don't wanna be here? Send us removal request.
Photo
3 notes
·
View notes
Text
“...
Geçmişi yendikten sonra, Zeus bugün ve yarını da yasalarının tekeline geçirmişe benzer. Oysa gerçek tam tersinedir: Gerçekte Zeus köle, Prometheus özgürdür. Bu özgürlüğü Prometheus nasıl ele geçirmiştir? Burada efsaneyi bir yana itip, kendi çağımızın egemenlik kavgalarına bakabiliriz: Yönetimi ele geçirmiş nice iktidar sahibi kişi ya da partiler vardır ki, karşılarına dikilip direnen tek tük düşünce sahiplerini susturup yok edebileceklerini sanırlar, oysa sonuç umduklarının tersine çıkar: İktidar sahipleri devrilir gider, düşünce sahipleri yener ve kalır. İnsan toplumunun bu değişmez yasasının bilincine varan Aiskhylos onu Prometheus diye bir efsanelik kişinin ağzından bildiriyor bize dek: Akıl gücü kaba kuvvetten üstündür, düşünceye gem vurulamaz, özgür düşünce tutuklanamaz, susturulamaz, alt edilemez, olaylar nasıl gelişirse gelişsin, gelecekte egemenlik kaba kuvvetin değil, özgür düşüncenindir.
...
Akıl gücünün kaba kuvveti nasıl yendiğini adım adım izledikten sonra, akıl gücü üstüne kurulan yönetimin akla ve özgür düşünceye saygıyı elden bırakıp, ona sırtını çevirince, nasıl zayıfladığını ve devrilmek tehlikesiyle karşı karşıya geldiğini gösteriyor. Zeus bütün kurbanları, uşakları, dalkavuklarına karşın bir çocuk gibi zayıf ve çaresizdir: Onu yıkımdan kurtaracak tek kişi akıl gücünün taşıyıcısı Prometheus’tur. Zeus tutukladığı düşmanının elinde tutukludur aslında. Efsane Prometheus’a geleceği öngören bilici der, çağımızsa biliciye inanmaz, ama düşünürün akıl gücüyle geleceği öngördüğünü, insanlığa yaptığı bu hizmete karşılık kör iktidarların baskısına uğrayıp olmadık cezalara çarptırıldığını da bilir. Aiskhylos’un tragedyasını bu açıdan okuyun, göreceksiniz ki çağımızın ve özellikle yurdumuzun dramını yansıtır.”
Aiskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus tragedyasına Azra Erhat’ın yazmış olduğu önsözden bir parça, birebir alıntıdır.
İş Bankası Yayınları, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi, 2013
0 notes
Photo
117K notes
·
View notes
Text
"Ben sizi bilirim civan delikanlılar. Bütün fedakarlık hamleleriniz post kapıncaya kadar sürer!" diye söyleniyordu. Bunlardan biriyle konuşurken: "Azizim!" diye sormuştu: "Sen tıbbiyeyi bitirince ne yapacaksın? Köye mi gideceksin?"
Öteki birden bire boş bulunarak: "Ne münasebet!" dedi. Sonra, pek ustaca olmayan bir ricat yaptı: "Mamafih, icap ederse giderim!"
"İcap etmesi nedir? Nasıl icap eder? Köyün doktora ihtiyacı var. Sen gitmek istersen kimse de mani olmaz. Ne bekleyeceksin?" Çocuğun cevap vermeye hazırlandığını görünce devam etti: "Hiçbir şey söyleme iki gözüm. İtirazlarını senden evvel ben sayıvereyim: Köylere gitmeden evvel birçok şehirlerimize bile doktor lazım!.. Köylerde, vesait noksanı yüzünden kafi derecede faydalı olamayaız!.. Bu kadar tahsili ve yurdun bizde tecelli eden (ortaya çıkan) emeğini mahdut bir mıntıkada ziyan edemeyiz!.. Değil mi? Pekâla, ben de size hak veriyorum, öyleyse ne diye feragat makaleleri, köylüye destanlar yazıp duruyorsunuz? Bak, ben sana, senin neler istediğini sayayım: Evvela, bütün muvaffakiyetinin başı olarak büyük bir iltimas arayacaksın... İtiraz etme, bal gibi arayacaksın. Hatta, eğer son sınıflara yaklaştıysan aramaya başlamışsındır bile... Ondan sonra memleketin göz önünde bir yerine tayin olunmak... İhtisas yapmak imkânlarını elde etmek... Sonra para kazanmak: Bol bol, avuç avuç, çılgınlar gibi kazanmak... Sonra güzel bir karı almak... Kafaca anlaşacağın ve ruhu ruhuna uygun bir kadın değil! Herkes gördüğü zaman 'Aman! Bakın, falancanın ne enfes karısı var!' desin yeter!... Yalnız bu noktada idealistsiniz; ve maddi menfaatler ve rahatlar haricinde yegâne manevi zevkiniz budur; Güzel karı alıp herkese parmak ısırtmak... Sonra otomobil, apartman... Daha sonra göbek, poker vesaire...Hayatınızı gözümün önüne serilmiş gibi görüyorum, bir şey dediğim de yok, pekâla! Demek ki böyle icap ediyormuş, böyle olsun... Fakat bu istikbale hazırlanırken şu yaptığınız işler tarzındaki bir mukaddemeye (Girişe, başlangıca) ne lüzum var? Yarın yaşlanınca eşe dosta: 'Gençliğimizde çok idealisttik ama, hayat insanı değiştiriyor... Şimdi realist olduk... Ah, o ateşli günler!' diyebilmek için mi? Bu kısa gevezelik devrine sırtınızı vererek bundan sonraki hayatınızın kepaze ve boş mahiyetini mazur göstereceğinizi mi ümit ediyorsunuz?"
Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan
0 notes
Quote
Evet, bir insanı anlamak ve ona gerçekten de yardımcı olmak çok zor bir şey. Çoğu insanın kafası çelişkilerle, ruhu komplekslerle dolu ve ne istediğini bilmiyor. Ama yine de, onun söylediklerini anlamaya çalışmak söylemedikleri hakkında fikir yürütmekten daha doğru geliyor bana. Samimiyet, en azından onun kendisini yalnız hissetmemesini sağlayacaktır. Ve bence hepimizin tek derdi bu profesör, bu dünyada yalnızız; çok yalnızız.
Alper CANIGÜZ, Tatlı Rüyalar
0 notes
Quote
... Ya da hiçbir şey olmayacak. Sadece tedirgin etmek istiyorlar. Sadece olabilecekleri düşünsün ve korksun istiyorlar. Sevdiğimiz birinin ölümü karşısında yaşadığımız acı, onun ölme ihtimalini düşündüğümüzde yaşadığımız acıdan hafiftir. Bir şeyin korkusunu salmak, o şeyi yapmaktan daha çok yıpratır insanı.
Mine SÖĞÜT, Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979
0 notes
Quote
Daima tanık olmanın fakat hiçbir şey yapmamanın vicdan ağrısı, esaretin çaresizliği. Hazin sonun mecburi seyirciliği. Keşke çekip gidebilsem bir çöp bidonunun dibine! Yerin dibine!
0 notes
Quote
Editör hanım, elbette biz küçük burjuvaların yalnızca tadını çıkardığımız lükslerimiz yok, bazı çilelerimiz de var; Hayatı ve insanları anlamak, her fırsatta ölüm üzerine düşünmek, küçük şeylerde ille de büyük ve asli şeylerin izlerini aramak, genelleme yapmak, zevklerimizi inceltmek ve suçluluk duymak gibi çileler. Aldığımız her nefes bize kendimizi suçlu hissettiriyor, lükslerimiz ve çilelerimizle bir kum havuzunda oynuyormuşuz gibi hissettiriyor. Bir yandan suçluluk duygusuyla havuzumuzda eşelenirken bir yandan da gerçek dünyanın dev bir yumruk olarak art arda üzerimize inmesini bekliyor, kurduğumuz her şeyi tuzla buz etmesini bekliyor, hatta istiyoruz. Kafka okuduk, gerçeğe mazoşistçe bir düşkünlüğümüz var.
Barış BIÇAKÇI, Sinek Isırıklarının Müellifi
0 notes
Quote
Kim, ne derse, dediği kendisine aittir. Herkes için geçerli olan tek gerçek, bu kişidir. Hepimiz farkında olmadan kendimizden söz ederiz. Hatta yabancı olduğumuz konularda kendi duygularımızı, gözlemlerimizi başkalarının ağzından söyleriz. İşin en zor yanı, kişinin her şeyi olduğu gibi söyleyebilmesidir.
Sadık Hidayet, Aylak Köpek
1 note
·
View note
Quote
Ben hiçbir zaman başkalarının zevkine ortak olmadım. Ya katı bir duygu, ya mutsuzluk duygusu engel oldu bana. Yaşam derdi, yaşam güçlüğü. Bütün sorunların içinde en önemlisi insanlarla uğraşmak. Kokuşmuş toplumun şerri, yiyecek giyecek belası, bunların hepsi, durmadan gerçek varlığımızın uyanmasına engel oluyorlar. Vaktiyle onların arasına karışmıştım; başkalarını taklit edeyim dedim. Baktım, soytarıya dönmüşüm. Adına zevk dedikleri her şeyi denedim; gördüm ki başkalarının zevki bana yaramıyor. Her yerde, her zaman yabancı olduğumu hissettim. Diğer insanlarla aramda en ufak bir ilgi dahi yoktu. Başkalarının yaşam tarzına ayak uyduramazdım. Kendi kendime derdim ki hep: Bir gün toplumdan kaçacağım; bir köyde, gözden ırak bir yerde kendi köşeme çekilip yaşayacağım. Ama inziva hayatını şöhret için istemiyordum. Kendimi birinin düşüncesine mahkum etmek, birinin taklitçisi olmak değildi istediğim. Nihayet zevkime göre bir oda yapmaya karar verdim. Sadece kendimin bulunacağı, düşüncelerimin dağılmayacağı bir yer. Aslında ben tembel tabiatlıyım. Çalışıp çabalamak kof adamların işi. Kendi içlerindeki çukuru doldurmak için yoksul insanların malına mülküne sarkarlar. ...
Sadık Hidayet, Aylak Köpek
1 note
·
View note
Photo
Egon Schiele (Austrian, 1890-1918)
Embrace, 1912
30K notes
·
View notes
Quote
Benim durumumda olan birçok kişi aynı bayağılığı yansıtan ikinci bir şok yaşar; kastettiğim insanlar, oldukça geniş bir kitaplığa sahip olanlardır (benim durumumda bu ölçü, evimize giren birinin ister istemez o kitaplığı görmesi anlamına geliyor; aslında bütün evi kaplar kitaplığımız). Ziyaretçi içeri girer ve "Ne çok kitap var! Hepsini okudunuz mu?" diye sorar. Önceleri, bu soruyu yalnızca kitaplarla pek haşır neşir olmayan, beş tane ucuz gerilim romanı ve çocuklar için taksitle alınan bir ansiklopedi barındıran birkaç kitap rafı görmeye alışkın insanların sorduğunu düşünürdüm. Ancak deneyimlerim bana gösterdi ki aynı sözleri kuşku dışı kalan insanlar bile dile getirebilmektedir. Bunların, bir kitap rafını okunmuş kitapların depolandığı bir yer olarak gören ve kitaplığın bir çalışma aracı olduğunu düşünmeyen insanlar olduğunu söyleyebilirim. Ama iş burada bitmiyor. Şuna inanıyorum ki, karşısında bunca kitabı dizilmiş gören kim olursa olsun, okuma kaygısına kapılır ve acılarını ve pişmanlığını dile getiren soruyu sormadan edemez. Sorun şu ki, biri kalkıp "Eco'mu? Hep siz yanıtlıyorsunuz," dediğinde siz hafifçe gülerek yanıtlayabilirsiniz onu ya da olsa olsa, kibar davranmak isterseniz, "Hoş bir düşünce!" diyebilirsiniz. Ancak, çene kemikleriniz sıkılıp sırtınızdan aşağı soğuk ter boşansa da kitaplarınızla ilgili sorunun yanıtlanması gerekir. Eskiden hor gören, iğneleyici ses tonuyla konuşurdum. "Hiçbirini okumadım; okusaydım burada tutar mıydım?" Ama bu soru tehliledir, çünkü hemen arkasından ister istemez şu gelir: "Peki okuduktan sonra nereye koyuyorsunuz bunları?" En iyi yanıt Robert Leydi'nin hep başvurduğudur: "Daha fazlası var bayım, daha fazlası." Böylece karşınızdaki donup kalır ve saygıyla karışık bir hayranlığa kapılır. Ama ben bunu acımasız ve ürkütücü buluyorum. Artık şu yanıtı vermeye başladım: "Bu kitaplar, bu ayın sonuna kadar okuyup bitirmem gereken kitaplar. Ötekiler büromda." Bir yandan yüce bir ergonomik stratejiyi akla getirirken öte yandan ziyaretçiyi bir an önce kalkıp gitmeye yönelten bir yanıttır bu.
Umberto Eco, Somonbalığıyla Yolculuk - Özel Bir Kitaplığı Haklı Göstermenin Yolları
1 note
·
View note
Quote
Çocukluğundaki bir güne gidip tamir etmesi gereken bir şey var, evet. Yıllar öncesine geri dönüp bir vidayı sıkması, çiviyi çakması gerekiyor. Sanki ancak o zaman şimdiki hayatı biraz bir şeye benzeyecek, yolunda gitmeyen şeyler düzelecek. Fırlayıp çıkmış bir yayı takması, bir contayı değiştirmesi, yere düşen küçük bir rondelayı bir cımbız ile alıp yerine yerleştirmesi gerekiyor.
Barış Bıçakçı, Seyrek Yağmur
3 notes
·
View notes
Quote
Bedenin Sosyokültürel İnşası Beden üzerindeki toplumsal denetleme ve belirleme işlemleri bedenin doğallığından ve sağlığından çok şey alıp götürür. Bedene ilişkin tanım, anlam ve kullanımlar kültürel ve tarihsel olarak belirlendiği için toplum içinde yaşayan insanın bedeninin sosyokültürel inşa olduğu ileri sürülmüştür. Toplum bedenleri üretmez; ama onları etkilemek, biçimlendirmek ya da biçimlerini bozmak olanaklarına sahiptir. Sanayi atıklarıyla kirlenmiş bir çevrede yaşamanın yol açtığı sorunlar, çeşitli iş ve meslek hastalıkları, trafikte veya şiddet olaylarında sakatlanmak gibi örnekler, toplumsal yaşamın insan bedenlerinin bütünlüğüne nasıl müdahale edildiğini gösterir. Toplum içinde yaşayan insanın bedeniyle doğrudan bir ilişki kurması adeta olanaksızdır; zira bedene ilişkin algılar kültürel merceklerden süzülmekte, bedenle kurulan ilişkinin niteliğini de kültürel öğrenme belirlemektedir. Bu yüzden insan bedenini, dünyanın her yerinde aynı yapıya sahip olmasına karşın, evrensel bir olgu olarak tanımlamak doğru ve yeterli olmayabilir. Toplumlarda egemen olan sağlık ve güzellik anlayışı çağlar boyunca bedenler için uygun iriliği ya da inceliği belirlemiştir. Yeterince yiyecek bulmakta zorluk çeken geleneksel toplumlar şişmanlığı bedenleriyle çalışmayan ve iyi beslenen üst sınıf mensuplarının normu olarak kabul etmişlerdir. 19. Yüzyılda Batılı üst sınıf kadınların tombul bedenlerine biçim vermek için kullandıkları korseler onlara hem hareket ve solunum kısıtlamaları hem de iç organlarını deforme ederek çeşitli sağlık sorunları getirmiştir. Modern toplum ise zayıflığı normlaştırmakta, kilolarını koruyabilen, spora zaman ayırabilen insanları idealize etmektedir. Artık şişmanlık hazır gıdalarla, özensizce ve bilinçsizce beslenen alt sınıfların bir özelliği olarak görülmektedir. Toplumsal ortamın bedene ilişkin yargıları öylesine belirleyicidir ki, bazı durumlarda kişi bedeninin gerçek özelliklerini gözlemleyerek ya da dokunarak doğru biçimde algılayamaz ve gerçeğe uymayan algı geliştirir. Örneğin, kimi hastaları ölüme kadar götüren ve çoğunlukla genç kadınların yakalandığı anorexia nervosa hastalığında, bedenin gerçekte olduğundan çok daha iriymiş gibi algılandığı ve hastanın önüne geçilemez bir zayıflama tutkusuyla 40 kiloya düşen ve aynada kendilerine baktıklarında “şişman” bir kadın görerek kaygılanan hastalar vardır. Bu hastalığın, 20 . yüzyılın moda ve güzellik anlayışında çok baskın olan zayıflık tutkusuyla yakından ilgili olduğu kabul edilmektedir. Özellikle kadınlar arasında giderek yaygınlaşan bir diğer ruhsal rahatsızlığa beden dismorfik sendromu adı verilmiştir. Bu rahatsızlığa yakalanan kişiler nesnel bir kusuru, engeli ya da fonksiyon bozukluğu bulunmayan bedenlerini özürlü ve tiksindirici olarak algılamaktadır. Bir veya birkaç organlarının hayali kusurlarını saplantı haline getiren bu kişiler bedenlerinden duydukları rahatsızlık ve utanç yüzünden toplumsal yaşama katılamamakta ve normal işlevlerini sürdürememektedirler. Zamanla depresyon ve intihar eğilimi geliştirdikleri görülebilmektedir. Bu sendromun da topluma, özellikle kadınlara dayatılan gençlik, güzellik ve sağlık normlarıya yakından ilgili olduğu düşünülmektedir. Cinsiyet, bedenin en çok önemsenen özelliklerinden biridir. Toplumsal yaşamın örgütlenişinde cinsiyet ayrımı önemli bir yer tutar. Yaşamın başından itibaren maruz kalınan temel eşitsizliklerden biri bedenler arasındaki cinsiyet farkına dayandırılmıştır. Bu farklılık öylesine önemsenmektedir ki, doğum anından itibaren bebekler cinsiyetlerini belirten renklere ve giysilere büründürülür. Gözler, bebek bedenlerini farklı algılamaya şartlandırılmıştır ve bedenlerde algılanan farklılıklar bir ömür boyu sürecek cinsiyet ayırımını meşrulaştırmak üzere kullanılacaktır. Bir araştırmada, pembe ve mavi dışında renklere büründürülmüş küçük bebekler genç anne babalara gösterilmiş, cinsiyetleri belirtilmiş ve nasıl göründükleri sorulmuştur. Her denemede bebeklerin her biri, cinsiyeti ne olursa olsun, farklı denek gruplarına sadece kız ya da erkek olarak sunulmuştur. Bu araştırma, yetişkinlerin bebeklere gerçekten dikkatle bakmadıklarını ve onları toplumsal cinsiyet kalıpları çerçevesinde algıladıklarını göstermiştir. Yetişkin denekler kız olduğu söylenen bebekler için “minicik”, “narin”, “zarif” gibi tanımlar kullanmış, erkek olduğu belirtilen bebekleri ise “iri”, “hareketli”, “gürültücü”, “yaramaz” gibi sözcüklerle tanımlamış genelde “erkek” bebeklerin “kız” bebeklerden daha zeki göründüğüne hükmetmiştir. Yukarıda örneğin de gösterdiği gibi, fiziksel bedenlerin toplumsal bedenlere dönüşmesinde en önemli etkenlerden biri toplumsal cinsiyettir. Toplumsal cinsiyet toplumun ekonomi, aile, siyaset, hukuk, sağlık gibi tüm önemli kurumlarında belirleyici olduğu için, farklı sosyal gruplarda kadın ve erkeklerin hastalık ve sağlık dahil yaşamın her alanında nelerle karşılaşacaklarını da tayin eder. Feminist biyologlar, kadınlar ve erkekler arasındaki fiziksel kökenli olduğu sanılan kimi farklılıkların bile oluşumunda toplumsal etkenlerin rolü olabileceğini belirtmektedir: Toplum kız ve erkek çocukların yaşam alanlarını ayırmak eğilimindedir. Kızlara kısa eteklikler giydirilip, iç çamaşırlarını gösterecek hareketlerden kaçınmaları tembihlenmekte, erkek çocuklara ise pantolon giydirilmekte ve her fırsatta koşmaları, tırmanmaları, top oynamaları ve yarışmaları teşvik edilmektedir. Sonuçta kadın ve erkek adele yapıları, refleksleri, duruşları, el-göz koordinasyonları arasında görülen (ve biyolojik farklılık iddiasını güçlendirmek üzere ileri sürülen) farklılıklar, sadece biyolojik temellere değil, bu farklı sosyalleşmeye de dayanmaktadır. Sosyalleşme bedenlerin olanaklarını yeniden inşa etmektedir. Sosyalleşmenin erken aşamalarında çocuğa verilen bilgilerin büyük bölümü bedenin kullanımıyla ilgilidir ve bedene ilişkin kültürel değerler de bu arada aktarılır. Sosyalleşmenin erken aşamalarında öğrenmeyi hızlandırmak ve pekiştirmek için bedenin lezzetli bir yiyecek sunularak ya da haz veren bir okşamayla ödüllendirilmesi çoğu kültürde görülen uygulamalardır. Cezalandırmada da aç bırakma, hareket kısıtlaması ve fiziksel şiddet gibi bedeni etkileyen yöntemler yaygın olarak kullanılır. Modern toplumlar dahil hemen tüm kültürlerde yetişkin kişinin norm ve yasadışı davranışlarının büyük bölümü de bedeni üzerinden (hareketleri kısıtlanarak, acı verilerek, hatta öldürülerek) cezalandırılır. Aynı şekilde, erken sosyalleşmenin ödülleri geliştirilmiş biçimde yetişkin yaşamda da işlevlerini sürdürür. Kişi hem kendisi hem de başkalarını çoğu zaman bedensel hazlarla ödüllendirir. Kısaca beden, toplumsal kontrolün somut olarak uygulandığı yerdir.
Doç. Dr. İnci User, Biyoteknolojiler ve Kadın Bedeni
0 notes
Quote
Bayrak gökkuşağı rengi olsa da, cinsler arası toplumsal hiyerarşiler eşcinsel harekete yansıyordu. Geylerin, erkek olmanın avantajları nedeniyle, lezbiyenlere oranla daha örgütlü ve aktif olmaları, eşcinsel kimliğin oluşum sürecinin erkek ağırlıklı gelişmesine neden oldu. Diğer yandan feminist hareketin gelişmesi lezbiyen hareketin de önünü açtı. Kadın-erkek rollerinin sorgulanması, geyler için bir meşrulaşma imkanı yarattı ama lezbiyen hareket bu sorgulama içinde derinleşti ve felsefi dayanaklarını daha güçlü kurma imkanlarına kavuştu. Buna karşılık, lezbiyen hareket de feminist hareketin ve eşcinsel hareketin argümanlarını besledi ve toplumsal çelişkilerinin derinliği nedeniyle politik anlamda yeterince güçlü olmasa da eşcinsel hareket içinde daha muhalif bir çizgi kazandı. Wetz de lezbiyenliğin politizasyonunun homoseksüel hakları ile kadın haklarının kesiştiği yerde oluştuğundan bahsetmiş ve şöyle bir tanımlamaya girmiştir: "Lezbiyen nedir? Bir lezbiyen bütün kadınların patlamaya hazır öfkesidir. O çok erken yaşlarda yaşadığı toplumdan daha özgür ve bütün bir birey olabilmek için içsel zorlamalarıyla hareket eden kadındır, belki o sırada fakat kesinlikle bir süre sonra özgürleşmiştir. Kişisel gereklilik adına oluşmaya başlayan, şeyin politik izdüşümleri hakkında tümüyle bilinçli olmayabilir, fakat bir düzeyde toplumun ona kadın olarak atfettiği rolün kısıtlamalarını ve zulmünü kabul etmemektedir.
Pınar Selek, Maskeler Süvariler Gacılar
2 notes
·
View notes
Quote
Erkek egemen kültür anlayışının bir diğer özelliği de düalist bakış açısıdır. Bunun en tipik örneklerinden biri kültür-doğa ayrımıdır. Bu ayrımda kültür, doğadan bağımsız, salt akla dayanan bir düzeyde ele alınır. Doğa ise kadına aittir, ya da onunla özdeşleşir ve egemenlik altına alınması mümkündür. Erkek kültürü, doğa da kadını temsil ediyorsa, eşcinsellik neyi temsil etmektedir? O, hem sembolik hem de gündelik açıdan kökleşmiş doğa-kültür, kadın-erkek vb. düalizmleri parçalayan bir karşı-kültür değil midir? Eşcinsel alt kültürünün biyolojik olanla toplumsal olanın iç içeliğini sergilemesi bu sorunun olumlu yanıtına bir örnek olabilir. Eşcinsel alt kültür, erkek egemen kültüre karşı hem düşünsel alanda, hem de düşünce alanından tamamen uzak olarak, yaşam alışkanlıklarında örgütlenen bir kanser hücresi gibidir. Geleneksel kadın-erkek ilişkilerindeki ve rollerindeki farklılaşma yaşamın tüm hücrelerine yayılan bir tehdit olarak da düşünülebilir.
Pınar Selek, Maskeler Süvariler Gacılar
0 notes